değerli can,mim ile nun yazdı:Hayırlı vakitler Nübüvvet mührü hakkında bilgi verebilirmisiniz nübüvvet mührünün manası nedir ? teşekkür ederim.
İslam Dinimiz Nakil ve Mesnede dayalı bir Akıl ve Mantık dinidir.
Gereken gerçekler ise, İlim-Edeb-İrfân-erkânla İlim-İrade-İdrak ve İştirakle;
BİLinir, BULunur, OLunur ve YAŞAnır hale gelir..
Geçmiş çağların mederese tekelindeki birbirinden aktarma, çoğu mesnedsiz ve kudsanmış bilgileri yerine ciddi emeklere dayalı, abartısız ve budanmamış bilgiler peşinde nice genç ilim adamlarımızın yeni çalışmaları bulunmaktadır..
Sakarya Ünîversitesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd.Doç Dr Erdinç AHATLI Bey de bunlardan birsidir.
Kendisine başarı duası ve teşekkür ederiz…
NÜBÜVVET MÜHRÜ
(Târihî süreçteki algılanması ve anlamlandırılması)
Erdinç AHATLI
Sakarya Ünîversitesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd.Doç Dr.
İt is narrated in the Hadith literatüre that there was a big spot in betvveen the two shoulder blades of the Prophet of islam. This 'spot' was deseribed by the narrator, namely the Companîons, based on their own perceptions and levels of understanding. It has also been named as the 'seal of the prophethood' (khâ- tam al-Nîıbuwwah) in the relevant sources. The quesüon of what this definîtion meant has lcd to various interpretations. As understood from the life story of Salman al-Fârisî, it is well assumed that the People of the Book knew about this 'spot'.
We understand from the sources that in the course of time this 'seal' has been given miraculous meanîngs to serve as onc of the evidences to prove the prophethood of Muhammad (puh). As part of this understanding of the 'extra- ordinariness', in conneetion to the narrations of 'sharh as- sadr' (opennîng the ehest) this spot has been assumed to have been put on as a seal by the angel after the birth of the Prophet, not before the birth. However, when these narrations are analysed, it can be seen that they cannot be taken as authentic enough.
*
Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasında bulunan ve herhangi bir insandaki normal bir benden daha büyükçe olan "ben", ilgili kaynaklarda genellikle onun sallallahu aleyhi ve sellem peygamberlik alâmetlerinden birisi olarak değerlendirilmiş ve "nübüvvet/ peygamberlik mührü" anlamına gelen "hâtemü'n-nübüvve" diye isimlendirilmiştir. Bu nedenle nübüvvet mührü, Hz. Peygamber'in nübüvvetinî konu alan ilim dallarından şemail, delâil ve hasâis türü eserlerin mutlaka yer verdikleri1* temel konulardan birisi olmuştur.
Kaynaklarda güvercin2* veya keklik yumurtası/gerdek çadırının düğmesi3* , yumruk halinde veya insan bedenînde çıkan siğile4* ve daha başka şeylere benzetilerek yapılan bu tasvirlerin5* ortak noktası, Allah Rasûlü'nün sırtında iki kürek kemiği arasında, sol kürek kemiğine yakın irice bir et parçasının bulunduğudur. Bu çalışmanın hedefi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kürek kemikleri arasında bulunan bu benîn hadis kitaplarında ve ilgili diğer eserlerde nasıl tasvir edildiğinîn dökümünü yapmak değildir. Nîtekim nübüvvet mührü bahis konusu olduğunda verilen bilgilerin neredeyse tamamının, mezkur benîn ilgili kaynaklarda yapılan tasvirleri etrafında odaklaştığı müşahede edilmektedir. Bu çalışmanın asıl amacı, sözkonusu "ben"in hangi özelliği sebebiyle "nübüvvet mührü" isminî aldığı ve bunun tarihî süreçte nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığı sorularına cevap aramaktır. Bir başka ifadeyle nübüvvet mührü, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in peygamberliğinî ne yönüyle kanıtlayan bir delildir?
Bu soruya ilgili rivâyetler ve yapılan değerlendirmeler ışığında iki tür cevap verilebilir. Birincisi, kadîm semavi kitaplarda ileride gelecek son peygamber Hz. Muhammed'in tanınmasını sağlayacak alâmetlerden birisi olarak, onun fizik süretinî resmeden bilgiler sadedinde iki kürek kemiği arasında irice bir benîn bulunduğundan bahsedilmesidir. İkincisi ise, birinci cevabı dışlamamakla birlikte anılan bu benîn normal bir insanda bulunandan ayrı ve mucizevî bir özellik arzettiğidir.
Birinci cevabın tahlilinî çalışmanın son kısmına bırakarak ikincisinden başlamak ve konunun boyutlarını bu merkezde ele almaya çalışmak daha isabetli olacaktır. Meseleye bu açıdan bakıldığında karşımıza yine bir soru çıkmaktadır: Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki bu benîn olağanüstülük yönü nedir? Bu ben hangi ayırıcı vasıflarıyla peygamber olmayan diğer insanlarda da bulunabilecek benlerden ayrılmaktadır? Konuyla ilgilenen İslâm âlimlerinîn ki bu yönüyle konu üzerinde az durulmuştur- bu soruya verdikleri cevap nübüvvet mührüne yükledikleri anlamda kendisinî belli etmektedir. Buna göre, Hz. Peygamber'in iki kürek kemiği arasındaki bu et parçası doğuştan meydana gelmiş tabiî bir ben değil, melekler tarafından onun peygamberliğinîn kamu olmak üzere sonradan, âdeta bir mühür gibi mühürlenmek suretiyle oluşmuş mucizevî bir bendir6*. Bu nedenle anılan benîn doğuştan olduğunu bildiren haberler hep zayıf kabul edilmiş ve itimâda şâyan bulunmamıştır?7*
Bu benin doğuştan olmayıp sonradan melekler tarafından gerçekleştirilen bir ameliye ile meydana geldiği ileri sürüldüğünde de problem tam olarak çözüme kavuşmamakta ve "ne zaman" sorusu gündeme gelmektedir. İşte burada konu "şakku's- sadr" veya "şerhu's- sadr" ismi verilen, Hz. Peygamberdin göğsünün yarılıp kalbinîn çıkarılması ve temizlendikten sonra tekrar yerine konması ile ilgili rivâyetlerle8* direkt olarak irtibatlı hale gelmektedir. Ne var ki şerhu's- sadr olayını anlatan rivâyetler Allah Rasûlü'nün hayatında bu hadisenîn dört ayrı zamanda gerçekleştiğinî bildirmektedir. Bunlar; süt annesi Halime'nîn yanındayken dört beş yaşlarında, on küsur yaşlarında, ilk vahiy inmezden önce ve Mîrâc'a çıkmadan önce olmak üzere zikredilen rivâyetlerdir9*. Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasına nübüvvet mührünün vurulmasını şerhu's- sadr rivâyetlerindeki bilgilerle açıklamaya çalışan âlimler, anılan rivâyetlerin bizzat kendilerinden kaynaklanan farklı malumat dolayısıyla konuyu izah etmeye gayret etmişlerdir.
(devam edecek)
1* Msl. bk. Ali el-Kâri, Cem'u'l-vesâil, I, 67-90; Beyhakî, Delâil, I, 259-267; Suyûtî, el-Hasâis, I, 147- 151.
2* Müslim, Fedâil 110; Tinnîzî, Menâkıb 11; Ahmed b. Hanbel, V, 107; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VII, 447; İbn Belbân, el-İhsin, XIV, 207, 209, no: 6298, 6301.
3* Buhârî, Vudu' 40; Tirmizî, Menâkıb 11; Hadis metnînde geçen "zirru'l-hacele" ifadesi hem keklik yumurtası hem de gerdek çadırının düğmesi anlamına gelmektedir (bk. Münâvİ, Şerhu'ş-Şemiil, I, 71-72; A1i el-Kârî, Ecm'u'l-vesâü, 1.71; Beycûrî, el-Mevâhib, s. 32).
4* Müslim, Fedâil 112.
5* Şâmî (ö.942/1535), Hz. Peygamber'in kürek kemikleri arasındaki bu benîn neye benzediğine dair tasvirleri, rivâyetler arasında güvenîlirlik açısından değerlendirme yapıp herhangi bir sınırlamaya gitmeksizin bir araya getirmiş ve toplam yirmibir benzetmeyi kaynaklarım belirterek sıralamıştır (bk. Sübü'l-hüdâ, II, 63-68).
6* Krş. Yardım, Peygam berimiz 'in Şemaili, s. 74-75.
7* Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması olayına dair rivâyetler ve bunların değerlendirilmesi için bk. Ahatlı, Muhaddislerc Göre Peygamberlik Delilleri, s. 94-107.
8* Ahatlı, Muhaddislerc Göre Peygamberlik Delilleri, s. 96.
9*Bu olay ilgili rivayetlerde özetle, Allah Rasûlü'nîin süt kardeşlerinden birisi olan Abdullah'la birlikte ailenîn kuzularım otlatmaya gittiklerinde cereyan etmiştir. Bu esnada kuş şekline girmiş iki melek gelerek Hz. Peygamber'in göğsünü yarıp kalbim çıkarmışlar ve içinî kar suyu, kalbinî de dolu suyuyla yıkadıktan sonra kalbine, huzur, sükun ve itmi'nân anlamına gelen "sekîne*yi yerleştirmişler ve göğsünü dikmişlerdir. Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e "nübüvvet mührü" vurulmuş ve manevî anlamda onun üstünlüğünü göstermek için, ümmetinden bin kişiyle tartılmış ve Hz. Peygamber hepsine ağır basmıştır (bk, Ahmed b. Hanbel, IV, 184-185; Dârimî, Mukaddime 3; İbn îshâk, Sîrâ, s. 27-28; İbn Hişâm, es-Sîra, 1,134-135; İbn Sa'd, et-Tabakat, I, 90, 119; Taberî, Târîh, H, 161-162; İbn Belbân, el-îhsin, XIV, 246-247; Hâkim, el- Müstedrek, II, 616; Ebû Nuaym, Delâil, I, 195, 202; Beyhakî, Delâil, I, 135, 145-146; II, 7-8; Zehebî, Târihu'l-Îslam (es-Sîra), s. 47; İbn Kesîr, es-Sîn, I, 113; Heysemî, Mecma'u'z-zevâid, VIII, 221-222; Suyûtî, el-Hasâis, I, 136-138, 140-141; Kastalânî, el-Mevâhib, I, 157).