KaDıN ANA ÇiLLe TASı
“KÛN!”a feyeKÛN TARLası AKLımı BAŞımdan ALır KADIN BEBEK AĞLAması!.
GeCe AY-ı GÜNDÜZüme
BeBek ÖZLü SıRrDAŞLarım SÜZüLür İNeR YÜZüme
MeRYeM SÖZLü GÖZ YAŞlarım..
Meryem aleyhisselâm ve SÖZ ORuCu.:
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---“Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne mine’-l beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.” (Meryem 17/26)
فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا ---“Fe etet bihî kavmehâ tahmiluhu, kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ(feriyyen).:Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.” (Meryem 17/27)
يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا ---“Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ(begıyyan).:Ey Harun’un (kız)kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de azgın (iffetsiz) değildi.”(Meryem 17/28)
فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ---“Fe eşârat ileyhi, kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ(sabiyyen).:Bunun üzerine, onu (çocuğu) işaret etti. (Onlar) dediler ki: “Beşikte olan bir sabi (bebek) ile biz nasıl konuşuruz?” (Meryem 17/29)
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا ---“Kâle innî abdullâhi, âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).:(Bebek-İsâ aleyhisselâm) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî (peygamber) kıldı.” (Meryem 17/30)
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا ---“Ve cealenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ(hayyen).:Ve beni nerede bulunursam bulunayım (bulunduğum heryerde) mübarek kıldı. Ve hayatta kaldığım sürece namazı ve zekâtı bana vasiyet etti (emretti).”(Meryem 17/31)
LÛT aleyhisselâm Kızları ve karşısında ŞeRr.:
قَالَ إِنَّ هَؤُلاء ضَيْفِي فَلاَ تَفْضَحُونِ ---“Kâle inne hâulâi dayfî fe lâ tefdahûni.:(Lut a.s) şöyle dedi: “Muhakkak ki; bunlar benim misafirlerimdir. Artık beni mahçup etmeyin(utandırmayın).”(Hicr 15/68)
وَاتَّقُوا اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ ---“Vettekullâhe ve lâ tuhzûni.:"Allah'tan korkup sakının ve beni küçük düşürmeyin."(Hicr 15/69)
قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ ---“Kâlû e ve lem nenheke ani’l- âlemin (âlemîne).:“Biz seni elâlemin (başkalarının) işine karışmaktan nehyetmedik (men etmedik) mi?” dediler.”(Hicr 15/70)
قَالَتْ إِحْدَاهُمَا يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ إِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْأَمِينُ ---Kâlet ıhdâhumâ yâ ebetiste’cirhu inne hayra meniste’certel kaviyyul emîn(emînu).: İki kızdan biri: "Ey babacığım! Onu ücretle tut. Muhakkak ki o, ücretle tuttuklarından daha hayırlı, sağlam ve emindir." dedi.”(Kasas 28/26)
قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِندِكَ وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ ---Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik(indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk(aleyke), setecidunî in şâallâhu mines sâlihîn(sâlihîne).:(Babaları Şuayb aleyhisselâm Musâ aleyhisselâm'a) Dedi ki: "Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum; şayet on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni de inşaallah salih olanlardan bulacaksın."(Kasas 28/27)
Şuayb aleyhisselâm: Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenâb-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm kendisine inananlarla Mekke'ye gitti ve orada yerleşti. Musâ Aleyhisselâm'ın kayınpederi idi..
Musâ aleyhisselâm.: Beni İsrâil peygamberlerinden Hz. Musa'nın (aleyhisselâm) ismi. Dört büyük kitaptan birisi olan Tevrat, vahiy yoluyla kendisine gelmiştir. Yahudilerin en büyük peygamberidir. Şeriatı, İsâ'ya (aleyhisselâm) kadar devam etti. Yusuf'un (aleyhisselâm) soyundan Yuşa nâmındaki peygamberi yerine tâyin ederek vefat etmiştir. Mısır firavununa karşı mücadele etti. Harun (aleyhisselâm) kardeşi ve kendi veziri hükmünde idi..
(Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebir'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misal bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir sûrete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı, kudsiye; ve vasıta-ı ziraat olan "Bakar"ı ve "Sevr"i mukaddes, belki mâbud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti, sevr'e, bakar'a ibadet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda Benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, "İcl" mes'elesinden anlaşılıyor.İşte Kur'ân-ı Hakîm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm'ın risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidatlarına işlemiş olan o bakar-perestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakar'ın zebhi ile ifham ediyor. s.)
Meryem aleyhasselâm: ..İsâ aleyhisselâm’ın annesi..Zekeriyyâ aleyhisselâm’ın oğlu Yahyâ aleyhisselâm’ın teyzesi.. Âlemdeki kadınların en faziletlisi ANNemiz aleyhasselâm..
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ---“Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne).: Ve melekler şöyle demişlerdi:"Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı." (Âl-i İmrân 3/42)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Fâtıma, cennet kadınlarının efendisidir. Tabii ki Hz. Meryem’in üstün durumu hesaba katılmazsa..”buyurmuştur. (Tirmizî, “menâkıb” 60, 63; Ahmed b. Hanbel,Müsened, III, 64, 80.)
Meryem aleyhasselâm, Ulul-Azm Peygamberlerimizden biri olan İsâ aleyhisselâm'ın annesidir. Meryem aleyhasselâm 'ın babası, Dâvûd aleyhisselâm'ın soyundan ve Benî İsrâil'in büyüklerinden İmrân adında bir zâttır;
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).:İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)
Annesinin adı da Hanna'dır. Hanna'nın kızkardeşi İşâ (Elisa, Elizabeth) da Zekeriyya aleyhisselâm'ın zevcesi ve Yahya aleyhisselâm'ın annesidir.
"Meryem" Hizmetçi HADEMe demektir. Kelime anlamı olarak, "ibadet eden(Zemahşerî, I, 142; Beğavî, I, 295; Beydâvî, II, 31.)ya da "dindâr kadın" anlamlarına gelmektedir. Erkeklerden sakınan, iffetli anlamında "Betül" adıyla da adlandırılır. Ona “Meryem” ismini veren, annesidir.:
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ---“Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’ş- şeytânir racîm (racîmi).:Fakat onu doğurunca: “Rabbim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve Allah, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış şeytandan Sana sığındırırım” dedi.”(Âl-i İmrân 3/36)
Bu ismin “istemeyen, bir yerden ayrılan”, “hizmet eden-Hademe” anlamı da vardır İbranicede(Ebûbekr er-Râzî, Muhtâru's-sıhâh I, 112.) Yeni Ahid'deki adı ise "Mariam", bazen de "Maria"dır.
Hadislerde Meryem aleyhisselâm için “اَلْعَذْرَاءُ الْبَتُولُ” “el-azrâ el-betûl”( Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 202 461 V 291; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; Abd b. Humeyd el-Müsned s. 193.) tabirleri geçmektedir. Rivâyetlerin bir kısmında bu tabirler “kendisine hiçbir beşer dokunmamıştır-tertemizdir.”(Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 461; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; İbn Ebî Şeybe el-Musannef VII 350.) “İsa aleyhisselâm dışında bir çocuğa hamile kalmamıştır”(Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 461; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; Saîd b. Mansûr Kitâbü's-sünen II 228.) Şeklindeki ilâvelerle açılmış durumdadır.
Bu kelimelerden “el-azrâ”, “bekâr kız”ı ifade ederken(İbnü'l-Esîr en-Nihâye III 196; İbn Manzûr Lisânü'l-Arab “ب ك ر” mad. (IV 78); “el-betûl” ise “evlenmeyen.. dünyevî lezzetlerden elini-eteğini çekip kendisini Allah'a ve ibadete vermiş kız”(İbn Manzûr Lisânü'l-Arab “ب ت ل” mad. (XI 43); el-Fîrûzâbâdî el-Kâmûs I 1246)gibi anlamlara gelmektedir..
->RÂZîYyetEN<->MERZîYyetEN ->GEÇtik->DÜN-yâmınHİLLeSÎN.:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ---“Yâ eyyetuhân nefsul mutmainnetu: Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis,”(Fecr 89/27)
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً ---“İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeten: Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön.” (Fecr 89/28)
فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ---“Fedhulî fî ibâdî:Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)
وَادْخُلِي جَنَّتِي ---“Vedhulî cennetî:Ve cennetime gir!” (Fecr 89/30) “KeLîMuLLAHÖZBEZİ”Etti!. ->SîNSîNDüSte->“MERyEMANA”m!.:
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا ---“Âliyehum siyâbu SUNDUSin hudrun ve istebrakun ve hullû esâvira min fıddatin, ve sekâhum rabbuhum şarâben tahûr â(tahûran).: Onların üstlerinde “YEŞİL İNCE İPEK”ten ve işlenmiş atlastan elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Ve Rab’leri onlara temiz (lezzetli) içecekler (şaraplar) sundu.” (İnsân (Dehr) 76/21)
“ELESt-mAHşERGÖZ-GEZi”Etti!. SıRrENFüSte->“MERyEMANA”m!.:
قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ---Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu):Meryem: «Ey Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl çocuğum olur?» dedi. Allah: «Öyle, Allah ne dilerse yaratır, O, birşeyi dilediğinde, yalnızca ona «Ol» der, o da hemen oluverir.» buyurdu.(Âli İmrân 3/47)
DEdi->“BİZiBEKLiYORmuŞŞş!.” ->“ELKUDÜS”te->“MERyEMANA”m!.:
فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا ---“Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ (kasıyyen).: Böylece (Meryem, Cebrâîl’in üflemesiyle) ona (Îsâ’ya) hâmile kaldı; bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak-ISsız bir yere çekildi.”(Meryem 19/22)
MîM-iMERyEMİSMetİŞi.:
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ---“Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne).: Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı."(Âl-i İmrân 3/42)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“Fâtıma, cennet kadınlarının efendisidir. Tabii ki Hz. Meryem’in üstün durumu hesaba katılmazsa..”buyurmuştur. (Tirmizî, “menâkıb” 60, 63; Ahmed b. Hanbel,Müsened, III, 64, 80.)
İsmet: Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (aleyhumussselâm) hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir mâ'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
HAKk’taNNÂSiBiOL-ÂNa!. KUL’a->ÂLemdeKıSMetİŞi.:
NÂSiB: Pay, hisse, kısmet. * Bir kimsenin elde edebildiği şey. ALLAHu Zu’L CeLÂL’in MUradullahda Kaza ettiği potansiyel Kul Payı-Nasibi. KıSMet: KULun kendisi için EzeLden MUradullahda Kaza edilen NÂSiB payını ELde Etmek için KULLuk gereği HAKk ve HAYRr tercihini KULLanarak ELde etmesi.. diyelim ki herkes olta bALıkçısı Dünyâ Denizi SALL sAHiLine DİZiLmişlermiş.. herkesin İSMi Yazılı filamaları taşıyan balıklar önlerinden geçmekte.. Barborosta atadan balıkçı yaa!. Eğer Önünden geçmekte, NASİBi olan “Barboros filamalı BALık” Geçerken oLta ATmazsa KISMeti dEĞİLdir.. hata, KULLUK gereği kendisinindir.. İyi ANLa GaribÂNnım!. ->LÂM-ıLEYyLÂ->İSÂİLe MîM-iMecNÛNMERyEMBİLe BİZBİR-İZZÂTta>NÛRuyuZz AYN-ıAHMEDdGELmeZzDİLe!.:
الم ---“Elif, lâm, mim.: Elif, Lâm, Mim.” (Bakara 2/1)
ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ ---“Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden li’l- muttekîn (muttekîne).:İşte bu Kitab ki, O’nda hiçbir şüphe yoktur. Müttakîler-Takvâ sahibleri için bir hidâyettir.”(Bakara 2/2)
ELif -> ALLAH celle celâlihu ki ->BİZe ULaŞımı ->NÛR-u AHAD celle celâlihu -> NÛR-u AHMeD aleyhisselâm..
İnsÂN AKLının ALGILadığı Maddî-Soyut ya da Manevî-Somut KüLLî ŞEYy, ASLında NÛRuLLAHtır.. ki VAR OL-ÂN ZÂTuLLAH ve NÛRudur Şe’ÂNuLLAHta EL ÂN.. ->ZıtLarın var GÖRünüşü NEFsin-AKLın KuLLuk İmtihÂNı gereği ŞeytÂN-MeLek feyeKÛN OYUNudur.. ALLAHu ÂLemm!.
UZun SÖZe Ne Hâcet!.
ÂRife tÂRif ÂRiF İŞi DEğiLdir..
EFRÂDına CÂMi!. AĞYÂRına MÂNi İmiŞşş!. ve's- SeLÂMmm...
SÖZün ÖZü
Bu salâvât-ı şerîfeyi uykuya yatacağı zaman okuyan kimseye "cümle peygamberlerin ona şefâatçı olacağına dair"hadis-i şerîfe vardır.
Ve önemli bir salâvât olup 3defa okunması tavsiye edilmiştir.
MÂNÂSI:“ALLAH’ım!Efendimiz Muhammed(salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et!Ve Âdem(aleyhisselâm)’a ve Nûh(aleyhisselâm)’a ve İbrâhim(aleyhisselâm)’a ve Musa(aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de!ALLAHU Tealâ’nın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”
hER ÂSİYE’ye biR FiRAVÛN
KULLuk DEvrÂNı hER DEMde
ZITLar ZEVKidir ->bU OYUN
TEKe TEK ÇiLE ->MERYEM-de.. ..aleyhunne’s-selâm…
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ آمَنُوا اِمْرَأَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ لِي عِندَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّنِي مِن فِرْعَوْنَ وَعَمَلِهِ وَنَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ ---"Ve dareballâhu meselen lillezîne âmenûmreete fir’avn (fir’avne), iz kâlet rabbibni lî indeke beyten fî’l- cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî mine’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar."[/b] (Tahrîm 66/11)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---"Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)
ReCÛL: Yetişkin erkekler. Bir işin ehli. Er kişi. Adam. NiSâ: (C.: Nisvân) Kadınlar. SERÂNCaM: f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.
Zu’R-RAHMEt:
er Rahmân:
er RahîM:
Zu’L- İntiKâMı:
El Müntâkimü :
EYy MuHeYMiNu’L- VeDÛD HAKk.:
El Müheyminü :
El Vedûdü :
El Hakku :
->Ve EL HUVe Lâ YeMÛT ->HAKk.:
Lâ YeMÛT: Hiçbir zaman ölmeyecek olan, ölmez, mahvolmaz ve hayatı sona ermez. Ebedî ALLAH celle celâlihu..
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا ---"Ve tevekke’l- alâ’l- hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdihî, ve kefâ bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ (habîren).: Ve ölümsüz olup, daima hayy (hayatta) olana (Allah’a) tevekkül et (güven ve O’nu vekil tayin et). Ve O’nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının günahlarından haberdar olması, O’na kâfidir.”(Furkân 25/58)
Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü :
إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ---"İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke ente’s- semîu’l- alîm (alîmu).: İmrân'ın eşi (Hanne): "Rabbim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve ibadet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki Sen Semi'sin (en iyi işitensin), Alîm'sin (en iyi bilensin)." demişti.”(Âl-iİmrân 3/35)
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ---"Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leyse’z- zekeru ke’l- unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’ş- şeytâni’r- racîm (racîmi).: Fakat onu doğurunca: “Rabbim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve Allah, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış şeytandan Sana sığındırırım” dedi.”(Âl-iİmrân 3/36)
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ ---"Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya’l- mihrâbe, vecede indehâ rızkâ (rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh (indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb (hısâbın).: Böylece Rabbi onu güzel bir kabulle kabul buyurdu, güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya (A.S)'ı, ona bakmakla mükellef kıldı. Zekeriyya (A.S), onun yanına mihraba her girişinde, onun yanında bir rızık bulurdu, “Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)?” deyince, o da: “O, Allah'ın katından” diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.”(Âl-iİmrân 3/37)
Tohum BaBa TarLa ANA
ÂDEMe>HAVVA BahANA
->İSÂ SıRRına Es SELÂM
>MERYEM ÇİLEsi CihÂNA.. Aleyhumusselâm..
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ ---"İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Muhakkak ki Allah’ın indinde (nezdinde) Hz. Îsâ’nın durumu, Hz. Âdem'in durumu (yaratılışı) gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi (ve o oldu).” (Âl-i İmrân 3/59)
Sekiz CeNNetNÂRıMARŞi'stivâda... Yedi CeheNNemNÛRuMtahte's-SERÂda!
TAHt: Alt. Aşağı. f. Hükümdârların oturduğu büyük koltuk. Hükümdârlık makamı..
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde TAHT..:
MERYEM ANAm aleyhasselâm’ın RAHMi olan TAHT.:
GEÇmiş ve GELecekten münezzeh olan ALLAHu zü’l- CeLÂLin, her ÂN Şe’ÂNuLLahta; TEK NEFiSten KüLLî ŞEyy’i/HerKESi , KÛN feye KÛN yeniden Yaratışı..
ANAsız-BABAsız ->ÂDEM aleyhisselâm..
ÂDEM aleyhisselâm’dan Havva Anamız aleyhasselâm..
BABAsız GÖZüken ->İSÂ aleyhisselâm..
Ve MütekeMMiL MuhaMMed ReSûLuLLaH sallallahu aleyhi vesellem..
خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ ---"Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum mine’l- en’âmi semâniyete ezvâcin, yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâsin, zâlikumullâhu rabbukum lehu’l- mulku, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn (tusrafûne).:Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin RABBiniz ALLAH'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.”(Zumer 39/6)
HaLK, HAKK TeÂLÂ’nın Sîretinin Sûretidir ve TüMM ESMÂdan ibâret OL-ÂN AKLı sebebiyle en Muhteşem NOKtadaki İnsÂNoğLununun Yüzünde HAKk Yazar.. “OKU!”yana.. GÖRene var!.. KÖRe ne var?.
İnsÂNoğLu ki, Rahimiyyetten doğan Rahmâniyyet gÖLgesidir-Nefhasıdır..
ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ ---“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- efidete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra onu “SEVİYELedi/düzeltip bir biçime soktu” ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?”(Secde 32/9)
Ve NAKİLsiz-NÛRsuz ham AKILLa ANLAşılması imkansız olan,
MÂRİFet DOĞumu ve SANcısı ve ACIsı..
“TAHT”ından DUYup UYduğu NÂZ-NiYÂZ NİDÂsı..
Ve İŞte ->MERYEM ANAm aleyhasselâm ÇİLLesi..
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---"Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitablarını tasdik etti. Ve o, kanitin-RABBine gönülden bağlı olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا ---"Vezkur fi’l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ (şarkıyyen).: Kitap’ta Hz. Meryem’i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem 19/16)
فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا ---"Fe ecâehâ’l- mehâdû ilâ ciz’ın nahleti, kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.”(Meryem 19/23)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ (seriyyen).: O zaman onun (Hz. Meryem’in) alt yanından, ona “mahzun olma (üzülme)” diye bir nida (geldi): “Rabbin, senin alt yanından bir su yolu kıldı (oluşturdu).”(Meryem 19/24)
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ---"Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ (ceniyyen).: Ve hurma ağacının gövdesini üzerine silkele. Taze hurmalar senin üzerine düşsün, (orada) toplansın.”(Meryem 19/25)
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne mine’l- beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, RAHMÂN’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”(Meryem 19/26)
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde Toprağın ALTı olan TAHT.:
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى ---"Lehu mâ fi’s- semâvâti ve mâ fî’-l ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahte's- serâ.:Semalarda ve arzda ve ikisinin arasında ve de nemli toprağın altında olanlar, O’nundur.” (Tâhâ 20/6)
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde AYAKların ALTı olan TAHT.:
يَوْمَ يَغْشَاهُمُ الْعَذَابُ مِن فَوْقِهِمْ وَمِن تَحْتِ أَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ---"Yevme yagşâhumu’l- azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).:O gün azap, üstlerinden ve ayaklarının altından onları kaplayacak. Ve (Allah), "Yapmış olduğunuz şeyleri (cezasını) tadın!" diyecek.” (Ankebût 29/55)
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde O AĞACın ALTı olan TAHT.:
لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا ---"Lekad radiyallâhu ani’l- mu’minîne iz yubâyiûneke tahte’ş- şecerati fe alime mâ fî kulûbihim fe enzele’s- sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ (karîben).: Andolsun ki, o ağacın altında sana tâbî oldukları zaman Allah, mü’minlerden razı oldu. Ve onların kalplerinde olanı biliyordu. Böylece onların üzerine sekînet indirdi. Ve onlara yakın bir fetih nasip etti.”(Fetih 48/18)
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde Nûh ve Lût aleyhumusselâm ALTı olan TAHT.:
ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ كَفَرُوا اِمْرَأَةَ نُوحٍ وَاِمْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ ---"Daraballâhu meselen lillezîne keferûmraete nûhın vemraete lût (lûtın), kânetâ tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve kîledhulen nâra mead dâhılîn (dâhilîne).: Allah, kâfirlere, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, ALLAH’tan bir şeye (azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.” (Tahrîm 66/10)
KuR'ÂN-ı KeRîM’imizde CENNetLerin ALTı olan TAHT.:
ALTlarından nehirler akan CENNEtler olarak 39 âyet-i celîlede geçmektedir;
Kur'ÂN-ı Kerîm’in en BAŞında;
وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ---"Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl(kablu) ve utû bihî muteşâbihâ(muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).:(Ey MuhaMMed) Ve iman edip, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amelde bulunanlar için altlarından nehirler akan cennetler olduğunu müjdele. Oradaki meyvelerden ve mahsullerden bir rızıkla her rızıklandırılışlarında: “İşte bu bizim daha önce de rızıklandırıldığımız (yediğimiz) şeydir.” dediler. Ve ona (dünyadaki rızıklarına) benzer (lezzet ve nefaset bakımından çok üstünü) verilmiştir. Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacak olanlardır.”(Bakara 2/25)
Kur'ÂN-ı Kerîm’in en SONunda;
جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ---"Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anhu, zâlike li men haşiye rabbehu.: Rab’leri Katı’nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan adn cennetleridir, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah onlardan razı ve onlar O’ndan (Allah’tan) razıdır. İşte bu, Rabbine huşû duyan kimseler içindir.”(Beyyine 98/8)
Yâ RABBenâ KuR'ÂN HOŞtur
KuL İhvÂNin>GÖNLü BOŞtur
MuhaMMedî Mest SERHOştur
CÂNda ->CÂNÂN CENNetimİZ
TAHT-ından DAMLamız COŞtur!..
MÂNÂSI:“ALLAH’ım!Efendimiz Muhammed(salallahu aleyhi ve sellem)’e salât-ü selâm et!Ve Âdem(aleyhisselâm)’a ve Nûh(aleyhisselâm)’a ve İbrâhim(aleyhisselâm)’a ve Musa(aleyhisselâm)’a ve İsa (aleyhisselâm)’a ve aralarında gelen tüm nebîlere ve mürsellere de!ALLAHU Tealâ’nın salât ve selâmı cümlesinin üzerine olsun!”
… وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا … ---“… kalu semi'nâ ve eta'nâ…: … DUYduk ve UYduk!..” (Bakara 2/285)
SeBBaHa!.:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.” (Cuma 62/1)
Yusebbihu: tesbih eder. Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her ÂN yeniden Yaratılara ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..
لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى ---“Lehu mâ fi's- semâvâti ve mâ fî'l- ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahte's- serâ: Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur.” (Tâ-Hâ 20/6)
ÂLEMlerin HaRaMı MeryeM aleyhasselâm’ın AHMeDîyyetteki;
RAHMÂNî ARŞ SEViyelenmesinde, RAHMÂN NEFHası..
RAHMÂNîYYeT RÜŞD RU’YeTi...:
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ---“Velletî ahsanet fercehâ fe NEFAHNÂ fîhâ min RÛHİNÂ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten li'l- âlemîn (âlemîne): Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i de an.) BİZ O-na RUHumuzdan üfledik; O-nu ve OĞLU-nu cümle âlem için bir ÂYET kıldık.” (Enbiyâ 21/91)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine'l- kânitîn(kânitîne): İFFetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona RUHumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrîm 66/12)
RaHîMiyyet MeryeMinin TAHTından-BaHTından İlK sÖZü “BeLâ!” sını BULuşu:
RahMâniyyet TAHTından NiDâ (Dâimmeyyet NURu SeS) edip: “ RABBın TAHTını SeRRiYYâ Kıldı!”.:
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---“Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen): Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin ALTında bir su arkı vücûde getirdi” (Meryem 19/24)
“KaRRî aynâ!” AYNını RaBB RüŞdünde iKRRâ! Kıl! “Ye-İÇ!” ama: “SaVM-Oruçluyum!” DE!..
“Kucağımda KeLiMetuullah var iken İNSe teKeLLüm YOK!” DE!..
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---“Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne mine'l- beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li'r- rahmâni savmen fe len ukellime'l- yevme insiyyâ (insiyyen) : Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.” (Meryem 19/26)
İSÂ aleyhisselâm DOĞum ve ÖLüm Limitinde KELimenin KeLÂMı.: إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ---"İz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhu’l- mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ ve’l- âhırati ve mine’l- mukarrabîn (mukarrabîne).: Melekler şöyle demişlerdir: "Ey Meryem,! Muhakkak ki ALLAH, Kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor. Onun ismi "Mesih, Meryem oğlu Îsâ'dır. Dünyada ve âhirette şereflidir ve mukarrebinlerdendir.”(Âl-i İmrân 3/45)
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ ---"Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn (sâlihîne).: Ve beşikteyken ve yetişkin olunca da insanlarla konuşacak. Ve o sâlihlerdendir.”(Âl-i İmrân 3/46)
قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ ---"Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer (beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’ (yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: (Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “OL!” der, o hemen OLur.” (Âl-i İmrân 3/47)
SEKiz CeNNetNÂRıMARŞi İSTİVÂda... YEDi CeheNNemNÛRuMTAHTe's-SERÂda!
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ---" Velleti ahsanet ferceha fe nefahna fiha mir ruhina ve cealnaha vebneha ayetel lil alemin: Irzını korumuş olan kadını da (Meryemi de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de, oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık." (Enbiyâ 21/91)
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ---“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mea'r-râkiîn(râkiîne): "Meryem, RABBine gönülden itaatte bulun- kânitîn ol, secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et." (Âl-i İmrân 3/43)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا ---"Vezkur fi'l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ(şarkıyyen).: Kitap’ta Hz. Meryem’i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti." (Meryem 19/16)
اتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا ---"Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ:Ve âilesiyle arasına bir perde germişti. Derken ona rûhumuzu göndermiştik de gözüne, âzası düzgün bir insan şeklinde görünmüştü.” (Meryem 19/17)
قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَن مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا ---"Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte takıyyâ(takıyyen).: (Hz. Meryem şöyle) dedi: “Muhakkak ki ben, eğer sen takva sahibi isen (bana bir zararın dokunmaz). Senden Rahmân’a sığınırım” (Meryem 19/18)
قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا ---"Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).: “Ben sadece sana zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.” (Meryem 19/19)
قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا ---"Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ(bagıyyen).: (Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve ben, azgın (iffetsiz) olmadım.” (Meryem 19/20)
قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا ---"Kâle kezâlik(kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin(heyyinun), ve li nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ(makdıyyen).: (Ruh’ûl Kudüs): “İşte böyle” dedi. Senin Rabbin: “O, Bana kolaydır ve onu, insanlara bir âyet (mucize) ve Bizden bir rahmet kılacağız.” buyurdu. Ve emir kaza edilmiştir (yerine getirilmiştir).” (Meryem 19/21)
فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا ---"Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen) :Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.” (Meryem 19/22)
فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا ---"Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ: Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. "Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!" (Meryem 19/23)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---“Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen): Derken ona altından nidâ etti: sakın mahzun olma, RABBın senin ALTında bir su arkı vücûde getirdi." (Meryem 19/24)
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ---“Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen) :Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş tâze hurma dökülüversin." (Meryem 19/25)
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---“Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne mine’-l beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”(Meryem 19/26)
فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا ---“Fe etet bihî kavmehâ tahmiluhu, kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ(feriyyen).:Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.” (Meryem 19/27)
يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا ---“Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ(begıyyan).:Ey Harun’un (kız)kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de azgın (iffetsiz) değildi.”(Meryem 19/28)
فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا ---“Fe eşârat ileyhi, kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ(sabiyyen).:Bunun üzerine, onu (çocuğu) işaret etti. (Onlar) dediler ki: “Beşikte olan bir sabi (bebek) ile biz nasıl konuşuruz?” (Meryem 19/29)
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا ---“Kâle innî abdullâhi, âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).:Bebek-İsâ aleyhisselâm) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî (peygamber) kıldı.” (Meryem 19/30)
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا ---“Ve cealenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ(hayyen).:Ve beni nerede bulunursam bulunayım (bulunduğum heryerde) mübarek kıldı. Ve hayatta kaldığım sürece namazı ve zekâtı bana vasiyet etti (emretti).” (Meryem 19/31)
وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا ---"Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ (şakıyyen).: Ve anneme karşı birr sahibi olmayı (emretti). Ve beni, cebbar (zorba) şâkî kılmadı (yapmadı).” (Meryem 19/32)
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا ---"Ve’s- selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ (hayyen).: Ve doğduğum gün ve öleceğim gün ve canlı olarak beas edileceğim (diriltileceğim) gün selâm benim üzerimedir (banadır).” (Meryem 19/33)
DİRisi =>ÖLü
DİZİm DİZim!.
=>ÇİLe ÇÖLü
Bu ÇÖL BİZim!.
DİZİLmişiz KıRkdÖRt KiŞi
Bir ARAda>CÂN CENginde
“EN”-sın->NAHNU GELişi
AK IŞIK =>YEDi RENginde!.
ZEVK 8657
KÜStü GÖNLüm SUStu GÖNLüm gAYRı MERYEM ORUCUnda
ELESt<->MAHŞeR =>GELiş-Gİdiş SEBEBi SIRR SONUCUnda
KÛN’un>feyeKÛN OYUNu
OYNAtan KURDu-KOYUNu
=>YARım NEFes>USTURa AĞZı =>CÂN DANsı İĞNE UCUnda!.
11:01.2018 10:39
brsbrsbzr..a.o.sönmezonkljkemoo….
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne mine’l- beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, RahmÂN’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.” (Meryem 19/26)
“GÜNEŞ”-Le =>“IŞIK”ı GiBi VAKtin DEMi>DEM Bu DEMim =>İÇime SIĞmayan =>SEVgi İSÂ bENem =>bEN MERYEMim!. aleyhumusselâm..
DOĞUMdan ÖLÜM Bir KARış
HALka>HİMMet Et İhvÂNim
GECe-GÜNdüz DURma ÇALış
=>HASBî HİZMet Et İhvÂNim!.
KALsan da GaRiB GURBette
YÂR’ine KaRiB =>HASRette
=>RESÛLuLLAH ŞEREFİ-ne
ÖMRün VER HASBî HİZMette!.=>ÖMRÜMe=>NÛRuLLAH dOLsa
ZİKkem SÖKsem ZİNCİR KIRsam
RÛH-um=>YÂD EL BAĞI-n YOLsa!.HAYy DOSt ALLAH celle celâlihu..
nOt: Meryem aleyhasselâm, Anasının Rahmi-nde Hak ve Hayr için ALLAHu zü’L- CeLÂL’in seçtiği bir ANNEmizdir. Ve Mereym ÇİLEsi şahsına mahsustur..
Kur'ÂN-ı Kerîmde, dikkatlice okunduğunda ALLAHu zü’L- CeLÂL’in KüLLî ŞEYy’e Kadir ve Azamet Sâhibi olduğu net görülür ki;
Meryem aleyhasselâm, insanlar için ALLAHu zü’L- CeLÂL’e KULLukta âdete bir deneme tahtası olmuştur..
YÜKü Karnında İSÂ aleyhisselâmı ile gediğinde, o toplum ya da hâlâ öyledir ki; bir Hizib, zinâ iftirası atmış ve Tefritte Küfretmiştir. Diğer biz Hizib ise, “ALLAH’ın Oğlu”nu doğurdu diye iftira atmış ve İfratta Küfretmiştir.
İsâ aleyhisselâm da dahil tüm Peygamber aleyhumusselâm için Hanif Din olan İSLÂM DİNİne İ’tidâl üzere girmemişler ve İncili değiştirerek ALLAHu zü’L- CeLÂL’e de iftira etmişlerdir..
HİZBULLAH.. HiZBUşŞEYtÂN NEdir?.: HiZB.: Cemaat. Takın, kısım, fırka. Parti. Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gâye uğrunda beraber çalışanlar. HiZBu’L- Kur'ÂN.: Kur’ÂN Cemaatı. Kur’ÂN'a cidd ve samimiî olarak bağlanıp, ona hizmet için mücahidâne bir surette çalışan ve fenâlıklardan korunan müslümanların topluluğu ve cereyanı. Kur’ÂN'ın bir cüz'ünün dörtte biri. Zikir ve dua için Kur’ÂN'dan alınmış bir kısım âyetler. HİZBuLLAH.: ALLAHu zü’L- CeLÂL için İslam Dini uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizbu’l- Kur’ÂN" tabiri de aynı mânada kullanılır.. HiZBUşŞEYtÂN.: Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. ALLAHu zü’L- CeLÂL'in kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı..
HİZBULLAH.. HiZBUşŞEYtÂN NEdir?.:
Bir kişinin görüşüne uyarak kendisiyle birlikte bulunan dost ve arkadaşları, belli bir görüş ya da unsur çevresinde oluşan topluluk, parti. Kavim, kabîle gibi tarihsel ve toplumsal bir oluşumla ortaya çıkan topluluğa “HİZB” denildiği gibi; bir kişi, inanç ya da düşünceye taraftarlıkla toplumdan ayrışan siyasî ve itikâdî topluluklara da “HİZB” (hizib) adı verilir. Bu nedenle Kur'ÂN-ı Kerîm, tanımına uygun müslümanlar topluluğunu "HİZBULLAH",
Tâğut/ İnsanları ALLAH celle celâlihu'ya karşı isyana sevkeden. İsyankâr ve şeytanların peşinden giden insanları da " HiZBUşŞEYtÂN" olarak adlandırır.
Her hizib, kendi içinde sıkı bir dayanışma, yardımlaşma ve taraftarlık bilinciyle hareket ederken,diğer hiziblerle ilişkilerinin temelini sakınma, korunma ve düşmanlık duyguları belirler.
Müfessirler, Kur'ÂN-ı Kerîm'deki Hizbullah kavramını "Şi'atullah/Allah'ın taraftarları", "Ensârullah/ Allah'ın yardımcıları", "Evliyaullah/Allah'ın dostları" ve "Cündullah/Allah'ın askerleri" gibi deyimlerle karşılamaları, “HİZB”'in bu temel özelliklerini yansıtma amacına yöneliktir.
Kur'ÂN-ı Kerîmde, “HİZB” kelimesi;
Tekil biçimiyle yedi âyette dokuz defa geçmektedir.: Mâide 5/56; Kehf 18/12; Mu’minûn 23/53; Rûm 30/32; Fâtır 35/6; Mücâdele 58/19-22..
Çoğul biçimiyle de dokuz âyette on defa geçmektedir.: Hûd 11/17; Ra’d 13/36; Meryem 19/37; Ahzâb 33/20,21,22; Sad 38/11-13; Mü’min 40/5-30; Zuhrûf 43/65..
Bu kullanımların;
Üçünde ALLAH'ın Hizbi, Toplumu anlamında "Hizbullah",
İkisinde Şeytan'ın Hizbi, Toplumu anlamında "Hizbüşşeytan" biçimindeki terkiblerle özel iki toplum dile getirilir.
Diğer kullanımların birisinde kelime Hizbüşşeytan'ı belirtirken, geriye kalanlarda topluluk, kabile, parti gibi genel anlamları dile getirir..
HİZBuLLAH; Gerçek VELÎLerinin yalnız ALLAH, RASÛLü ve Mü'minler Topluluğdur.:
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ---"İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resûl'ü ve imân edip, namazı kılan, zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.” (Mâide 5/55)
وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ ---"Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humu’l- gâlibûn (gâlibûne).: Kim; Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Mâide 5/56)
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ---"Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)
Kur'ÂN-ı Kerîm; İslâm Dinin eğlence ve oyun edinen hıristiyan ve Yahudilerin velî edinilmeyeceğini, bunun onlardan olmak anlamına geleceğini bildirir.:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû’l- yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d (ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdî’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirinin dostlarıdır. Ve sizden kim onlara dönerse (onları dost edinirse) artık o, mutlaka onlardandır. Muhakkak ki Allah, zâlimler kavmini hidayete erdirmez.” (Mâide 5/51)
وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ ---"Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humu’l- gâlibûn (gâlibûne).: Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Mâide 5/56)
Velî edinmek; dost tutmak, yardımlaşmak, otoritesine boyun eğmek, görev ve yetkilerini tanımak gibi anlamları; meveddet ise sevgi üzerine kurulu bağları ve bunun sonucu olan velâyet ilişkilerini dile getirir.
Buna göre Hizbullah, ALLAH celle celâlihu'nun ve Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem'in otoritesine boyun eğen, İslâm'a teslim olan, içlerinden seçtikleri yöneticilere itaat eden, birbirleriyle yardımlaşan, dostluk ve dayanışma içinde bulunan diğer yandan da en yakın akrabaları da olsa, İslâm düşmanlarını sevmeyen, onlarla işbirliği yapmayan, onlara yardımda bulunmayan mü'minler topluluğudur. Bu topluluk, velîlerinin yalnız ALLAH celle celâlihu, Rasûlü ve mü'minler olduğu bilincindedir.:
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ---"İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resûl'ü ve imân edipip, namazı kılan, zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.” (Mâide 5/55)
Yine, İslâm Dinin eğlence ve oyun edinen hıristiyan ve Yahudilerin velî edinilmeyeceğinin de Bilincindedir.:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ ---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû’l- yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d (ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdî’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirinin dostlarıdır. Ve sizden kim onlara dönerse (onları dost edinirse) artık o, mutlaka onlardandır. Muhakkak ki Allah, zâlimler kavmini hidayete erdirmez.” (Mâide 5/51)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min ellezîne ûtû’l- kitâbe min kablikum ve’l- kuffâra evliyâe, vettekûllâhe in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ey İman edenler! Sizden önce kendilerine Kitab verilmiş olanlardan, dîninizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve de kâfirleri velîler (dostlar) edinmeyin. Ve eğer mü’minlerseniz, Allah’a karşı takva sahibi olun.” (Mâide 5/57)
Mü'minlerin İslâm inancı çevresinde yeni, bütünüyle farklı bir toplum oluşturmalarını ve Bedir örneğinde görüldüğü gibi, gerektiğinde en yakınlarına karşı hiç tereddüt etmeden savaşmalarını mümkün kılan toplumsal bağlar, yakınlıklar kurmalarını sağlayan bu bilinçtir. ALLAH celle celâlihu, Hizbullah olarak adlandırdığı bu bilinç içindeki toplumun kalblerine imanı yazar ve onları kendisinden bir ruhla destekler. Âhirette cennete konulur ve orada ebedî olarak kalırlar. ALLAH celle celâlihu onlardan, onlar da ALLAH celle celâlihu'tan razı olmuşlardır. Başarıya ulaşacak hizib de yalnızca budur.:
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ---"Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)
Doğrudan Hizbüşşeytan deyimi kullanılmasa da Şeytan'ın hizbinden sözeden ilk âyet bir Mekkî sûrede yeralır. Bu âyette mü'minler, Şeytan'ın düşmanları olduğu ve onun hizbini alevli ateşin halkından olmaya çağırdığı belirtilerek uyarılır.:
إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ ---"İnne’ş- şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ (aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbi’s- saîr (saîri).: Muhakkak ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.” (Fâtır 35/6)
Hizbüşşeytan deyiminin doğrudan iki defa kullanıldığı âyet ise Medenî bir sûrededir. Bu âyette Hizbüşşeytan'ı oluşturan insanların şeytan tarafından kuşatıldıkları, ALLAH celle celâlihu'yu unuttukları ve üstün gelemeyecekleri ifade edilir.:
اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ ---"İstahveze aleyhimu’ş- şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbu’ş- şeytân (şeytâni), e lâ inne hizbe’ş- şeytâni humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Şeytan onları sarıp kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/19)
Hizbüşşeytan'ı belirleyen nitelikler, Hizbüşşeytan adlandırmasının yapıldığı âyetten önceki beş âyette açıklanır. Bunlar, ALLAH celle celâlihu'ın kendilerine gazâbettiği bir topluluğu velî edinmişlerdir. Bilerek yalan yere yemin ederler; gerçek ne mü'mindirler, ne de velî edindikleri kimselerdendirler. Yeminlerini kalkan edinip ALLAH celle celâlihu'ın yoluna engel olurlar. Yalancıdırlar. Özellikle Medine ortamı göz önünde tutulduğunda Hizbüşşeytan olarak tanımlanan insanların münâfıklar olduğu açıktır. Münâfıklar, müslüman gibi göründükleri, içiçe yaşadıkları müslümanların sahip oldukları bütün haklardan yararlandıkları halde, gerçekte iman etmemiş kimselerdir. Mü'minleri kendilerine inandırabilmek için yemin dâhil her yola başvurur, ancak her fırsatta ALLAH celle celâlihu'ın yoluna engel olmaya çalışırlar. Münâfıkları, eşdeyişle Hizbüşşeytan'ı gerçek mü'minlerden, Hizbullah'tan ayıran en temel özellik: ALLAH celle celâlihu'yu Rasülü'nû ve Mü'minleri değil, onların karşısındaki kimseleri velî edinmeleridir. Nitekim âyetin indiği ortamda münâfıklar İslâm'ın ve Mü'minlerin zaferini sonuna kadar engellemeye çalışmışlar, bu amaçlarına ulaşabilmek için hem müşriklerle, hem de yahudilerle işbirliği yapmışlardı. Onların Hizbüşşeytan olarak adlandırılmasının temel nedeni de bu seçimleri oldu. Kur'ÂN-ı Kerîm'in getirdiği bu tanımlama, bize Hizbullah ile Hizbüşşeytan'ın ayrılması konusunda her zaman için uygulanabilecek değişmez bir kıstas vermektedir.
Kur'ÂN-ı Kerîm, “HİZB” Kelimesine, Hizbullah ve Hizbüşşeytan'ı belirtmediği yerlerin büyük çoğunluğunda olumlu ya da olumsuz bir yorum getirmez. Buralarda hizib; topluluk, kabîle gibi anlamlan dile getirir. Buna karşılık dört yerde ki, (Kehf 18/12,19,37 ve Mü’minûn 23/53 ve Zuhrûf 43/65) Hizb kelimesi belli bir toplumun parçalanmasına neden olan partileşme anlamında kullanılır. Bunlardan üçû ehl-i kitab'la, biri de müşriklerle ilgilidir. Ehl-i kitab'la ilgili âyetlerde bunların işlerini parçalayıp çeşitli kitaplara ayrıldıkları; her partinin kendi yanında bulunanla sevindiği (Mü'min 23/55); partilerin birbirleriyle ihtilafa düştüğü (Meryem 19/37 ve Zuhrûf 43/65) belirtildikten sonra "Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kâfirlerin hâline" (Meryem 19/37) ve "Acı bir günün azâbından vay o zâlimlerin hâline" (Zuhrûf 43/65) buyrularak hizibleşme küfür ve zulümle ilişkilendirilir. Müşriklerle ilgili olan âyet de hizipleşmenin olumsuzluğunu dile getirir: "Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizib kendi görüşleriyle avunur" (Rûm 30/32).
Hizibleşmenin anlamlandırılış biçimine bakılarak rahatlıkla Kur'ân'ın İslâm toplumunda hizibleşmeye izin vermediği söylenebilir. Kur'ÂN-ı Kerîm gerçek mü'minlerin tek bir grup oluşturduklarını belirterek bunu Hizbullah olarak adlandırıyor. İslam toplumunda bir vâkıa olduğu için kabul edilen diğer gruplar ise, münâfıkların, şeytanın kuşattığı kimselerin oluşturduğu Hizbüşşeytan'dır. Bunun dışındaki bütün hizibleşmeler Hizbullah'ın parçalanması anlamına gelir ki, bu da İslâm toplumunun Kur'ân'ın onaylamadığı ehl-i kitab'tan toplumların durumuna gelmesi demektir. Oysa mü'minlerden istenen; kendilerine apaçık deliller geldikten sonra fırka fırka olup ihtilâfa düşenlere benzememektir. Çünkü ihtilâfın sonu kaçınılmaz bir azâbdır..
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
"Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumu’l- beyyinât (beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm (azîmun).:[/b][/color] Ve kendilerine beyyineler (açık deliller) geldikten sonra, fırkalara ayrılıp ihtilafa düşenler gibi olmayın! Ve işte onlar, onlar için “azîm azap” vardır.” (Âl-i İmrân 3/105)
AŞK BAŞın BÜRÜyen İNsÂN
AŞK SIRRın SÜRÜyen İNsÂN
“A”dan=>“Z”ye HAKk ÂŞIKtır
“ATEŞ”te=>YÜRÜ!.yEN İNsÂN!.
İNsÂNsın HAKk’a PERDEsin
MÂRUF İKeN MÜNKERDEsin.:
Ma’ruf.: Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. Münker.: ALLAH CELLE CELÂLİHU celle celâlihu'nun râzı olmadığı şey. İnkâr edilmiş olan. Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan. Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi “Münker”dir. Diğerinin ise "Nekir" dir..
EMR-i Bİ'L-MA'RUF =>NEHY-i ANİ'L-MÜNKER.:
ALLAH CELLE CELÂLİHUu zü’L- CeLÂL'in Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile buyurduğu;
Helâl kılıp yapılmasını EMRettiği Şeriat Kurallarının İŞLenmesine MuhaMMedî Hasbî Hizmet ile haram kılıp yasakladığı Şeriat Kurallarının İŞLenmemsine MuhaMMedî Hasbî Hizmet Çalışmalarımızdır..
Maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur’ÂN ve Sünnete uygun düşen şeye “ma’ruf”; ALLAH celle celâlihu'nun râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de “münker” denilir. (Râğıb el-İsfahânı, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, IV, 2357-2358; V, 3118)
Bu Âyet-i Kerime ile, marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm Ümmetine farz kılınmıştır. İslâm ulemâsı bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, II, 1155)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ---"Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.” (Âl-i İmrân 3/110)
Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmişbir toplumdur. İslâm DİNİnin ANA ve en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak SORUMLULuğu her MuhaMmedî Müslümana emredilmiştir..
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”buyurmuştur. (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu.
Sahâbîler: “Yâ Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz!.” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz!” buyurdu.
Bunun üzerine Sahâbîler: “Yolun hakkı nedir ki, yâ Resûlallah?” diye sordular.
Peygamberimiz aleyhisselâm: “Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek!.” buyurdu. (Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den ; Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12.)
Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğu ortaya koymaktadır:
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Bana hayat bahşeden ALLAH'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da ALLAH kendi katından sizin üzerinize bir azab gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez." buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388)
Yine ibretle düşünmemizi gerektiren Kur'ÂN-ı Kerîm BUYrukları.:
لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ ---"Luinellezîne keferû min benî isrâîle alâ lisâni dâvude ve îsâbni Meryem (meryeme) zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn (ya’tedûne).: İsrailoğulları’ndan inkâr edenler, Hz. Dâvud (aleyhisselâm) ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri, taşkınlık yapıp haddi aşmaları sebebiyledir.” (Mâide 5/78)
كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ ---"Kânû lâ yetenâhevne a’n- munkerin fealûhu lebi’se mâ kânû yef’alûn (yef’alûne).: Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!” (Mâide 5/79)
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ ---"El munâfikûne ve’l -munâfikâtu ba’duhum min ba’din, ye’murûne bi’l- munkeri ve yenhevne ani’l- ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe fe nesiyehum inne’l- munâfıkîne humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Münafık erkekler ve münafık kadınlar, birbirlerindendir. Münkeri (kötülüğü) emrederler ve ma’ruftan (iyilikten) nehyederler (yasaklarlar) ve ellerini sıkarlar (cimrilik ederler). (Onlar), Allah’ı unuttular böylece (O da) onları unuttu. Muhakkak ki münafıklar, fasıklardır.” (Tevbe 9/67)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça ALLAH celle celâlihu tarafından gelen Hak Din üzere devam edersiniz: Cehâlet Sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve ALLAH celle celâlihu yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince, iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve ALLAH yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitab ve sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar Ensâr ve Muhâcirlerden İslâm'a ilk giren kimseler gibidirler"buyurmuştur. (Bezzâr, Mecmau'z Zevâid, VII, 271)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "İyileriniz zâlimlerinize yardakçılık eder; Fıkıh kötülerinizin, saltanat da küçüklerinizin eline geçer. İşte o zaman fitnenin hücumuna uğrar ve birbirinize düşersiniz"buyurmuştur. (Bezzâr, Mecmau'z Zevâid, VII, 286)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “(Bu durumda ise) açık günahlar herkese zarar verir, kötüler iyilere musallat olur, iyilerin de kalbi mühürlenir, lânetlenirler. Fitne günlerinde ise sabırlı olmak ateşi kor halinde elde tutmak gibidir" buyurmuştur. (Kenzü'l- Ummâl, II, 68-78)
واَسْأَلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِ إِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ إِذْ تَأْتِيهِمْ حِيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعاً وَيَوْمَ لاَ يَسْبِتُونَ لاَ تَأْتِيهِمْ كَذَلِكَ نَبْلُوهُم بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ---"Ves’elhum ani’l- karyetilletî kânet hâdırate’l- bahri iz ya’dûne fî’s- sebti iz te’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurraan ve yevme lâ yesbitune lâ te’tîhim, kezâlike neblûhum bi mâ kânû yefsukûn (yefsukûne).: Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.” (A’râf 7/163)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ ---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izâhtedeytum, ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Mâide 5/105)
مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ ---"Mâ efâallâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve li’r- resûli ve li zî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli key lâ yekûne dûleten beyne’l- agniyâi minkum, ve mâ âtâkumu’r- resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh (vettekûllâhe), innallâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: Allah’ın o şehir halkının (malından), resûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet), artık Allah’ın, resûlünün (peygamberinin), ona yakınlığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır. (Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o taktirde ondan vazgeçin. Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, ikabı (azabı) şiddetli olandır.” (Haşr 59/7)
Maruf-Münker görevinde birinci esas, elbette bu göreve, en başta insanın kendisinden başlayarak yapmasıdır.:
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ ---"E te’murûnen nâse bi’l- birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûne’l- kitâb (kitâbe) e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).: İnsanlara birr’i (tezkiye ve teslim olmayı) emrediyorsunuz da siz kendinizi unutuyor musunuz? Ve siz, Kitab’ı okuduğunuz halde hâlâ akıl etmiyor musunuz?” (Bakara 2/44)
Maruf-Münker görevinde ikinci esas ise, RAB TeÂLÂ’mızın yoluna hikmetle, güzel öğütle çağırmak, insanlarla en güzel şekilde tartışmak, azgınlara bile yumuşak söz söylemektir.:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ ---"Ud’u ilâ sebîli rabbike bi’l- hikmeti ve’l- mev’ızati’l- haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsenu, inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi’l- muhtedîn (muhtedîne).: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (Nahl 16/125)
اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى ---"İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.: Firavuna ikiniz gidin. Muhakkak ki o, azdı.” (Tâhâ 20/43)
---Enes b. Mâlik'ten rivâyet edilen bir hadiste şöyle bir hüküm bulunmaktadır: "Biz Allah'ın Resûlune: “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!. Biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?” diye sorduk.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Siz iyiliğin tamamını işlemezseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız" buyurmuştur. (Taberânî)
Lokman aleyhisselâm'ın oğluna Kur'ÂN-ı Kerîmdeki öğüdü her zaman ve mekanda MuhaMMedî Uyarıcının hâlini beyan eder ki;
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ ---"Yâ buneyye ekımı’s- salâte ve’mur bi’l- ma’rûfi venhe ani’l- munkeri vasbir alâ mâ esâbeke, inne zâlike min azmi’l- umûr (umûri).: Ey yavrum, namazı ikame et (namaz kıl)! Ma’ruf ile (irfanla, iyilikle) emret ve münkerden (kötülükten) nehyet (münkeri yasakla, mani ol). Ve sana isabet eden şeylere (musîbetlere) sabret. Muhakkak ki bu, azmedilen (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.” (Lokmân 31/17)
NE YER KALır.. NE YÂR KALır
ÇEK-ER-sEN=>AKLı ARA-dan
AKILsız=>“AH!.”La ZÂR KALır
GEÇ!.ERsin=>AK-La KARA-dan
GÜNEŞsiz=>NÛRsuz NÂR KALır
NE KUL KALır!. =>NE YARADAN!.
MAL-i HÜLYa.: f. Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller..
TEKe TEK’te TEK BAŞına
MERYEM’in ÇİLLesi GİZLi
NOt DÜŞmüş>KÂBE TAŞına
NAHNU SIRRı>BİZ BİR-İZ-Li!.
ZEVK 9010
BÂTINa =>ZÂHİR ÖRTÜsü =>İSÂsın MERYEM BÜRGÜsü
GÖZün Aydın ANNEciğim =>MERYEM RAHMİndeki OLAy
ZEVKimiz =>ZÂTın GÖRGÜsü =>EŞYâ-ESMâ-SIFAt SÜSü
SON NEFes>ÖMüR ÖRGÜsü=>YAŞAmak ZOR LAFı kOLAY!.
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا --- "Vezkur fi’l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ (şarkıyyen).: Kitap’ta Hz. Meryem’i zikret. Ailesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem 19/16)
فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا ---"Fe ecâehâ’l- mehâdû ilâ ciz’ın nahleti, kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.”(Meryem 19/23)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ (seriyyen).: O zaman onun (Hz. Meryem’in) alt yanından, ona “mahzun olma (üzülme)” diye bir nida (geldi): “Rabbin, senin alt yanından bir su yolu kıldı (oluşturdu).”(Meryem 19/24)
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ---"Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ (ceniyyen).: Ve hurma ağacının gövdesini üzerine silkele. Taze hurmalar senin üzerine düşsün, (orada) toplansın.”(Meryem 19/25)
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne mine’l- beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, RAHMÂN’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeble bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”(Meryem 19/26)
“CÂN” kelimesi lügatte ince ve çok seri hareket eden yılanlara deniliyor. Başka bir yerde“CÂN”varlıkları gizli olan varlıklara/cinlere de denilmektedir. Dolayısıyla küçük yılanlara cân diyorlar. Küçük yılana “CÂN”denilmesinin nedeni gizlice otlar ve yerdeki çatlakların arasından hareket ederek geçtiği içindir.“SU’BÂN” da cüssesi büyük olan yılanlar için kullanılıyor.:
Musâ aleyhisselâm’ın asâsını “CÂN” ile tâbir eden.:
وَأَلْقِ عَصَاكَ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ يَا مُوسَى لَا تَخَفْ إِنِّي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَ ---"Ve elkı asâke, fe lemmâ raâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudbiran ve lem yuakkıb, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyye’l- murselûn (murselûne).: "Ve asanı at!" Bunun üzerine (asasını atınca) onun yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan geri dönüp kaçtı. "Ya Musâ! Korkma, muhakkak ki Ben(im), Benim yanımda (huzurumda) resûller korkmazlar." (Neml 27/10)
وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ يَا مُوسَى أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ ---"Ve en elkı asâke, fe lemmâ raâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiran ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke mine’l- âminîn (âminîne).: "Ve asânı at!" Bunun üzerine (asâsını atınca), onun yılan gibi hareket ettiğini gördü. Arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa, (geri) dön! Ve korkma, muhakkak ki sen emniyette olanlardansın!” (Kasas 28/31)
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ---"Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).: Bunun üzerine (Musa aleyhisselâm) asâsını atınca o (asa) açıkça bir yılan (ejderha) oldu.” (A’râf 7/107)
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ---"Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn (mubînun).: Bunun üzerine asâsını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi.” (Şuarâ 26/32)
feyeKÛN =>MEŞki MEVLÂ'mın
=>MaHABBet BeBek MUSÂ’ya!.: MaHABBet: HABBe/SEVgi Sahibi OLmak. MuHABBet:HABBe/SEVgi Sahibi OLmak ve de KULLanmak..
MaHABBet/MuHABBet, Kur'ÂN-ı Kerîmimizde bir âyette geçmektedir.: TâHâ 20/39..
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى ---"Ve lekad menennâ aleyke merraten uhrâ.: Ve andolsun ki seni, bir kere daha ni’metlendirdik (ni’metlendirmiştik).” (TâHâ 20/37)
BİR ÖLÜ Gibi YAŞAyan =>SEBEB SONUCu-n BİLmeyEN
İLLiYyin - ESFEL Mİ’RÂCın =>RÜCÛ’ URUC-un BİLmeyEN
GÜNEŞ-IŞIK ARAFI’nda
AŞK TAVAFIn TARAFInda
HAKk’ı DUYmaz!. HALKa UYar!. MERYEM ORUCU-n BİLmeyEN!.
23.01.18 05:18
brsbrsm..tktktrstkkmdgllmmm..
>İNAt Değil =>İNANÇ SEVgi
>TEKMiL TEVHiDe TAÇ SEVgi
DERDimin DERmANı>DERdim
SEVGİ DERDİ-n İLAÇ=>SEVgi..
BEDENiN =>RUHLa TAŞıyAN
=>KEMİKLe>İLİK GÜZeLimm
ŞEYy-t-ÂN-da>ŞEYy’i YAŞAyan
=>SEVDÂ =>İKİLİK GÜZeLimm..
LEYLÂ =>>ÂŞIK AŞKında HAYy MECNÛN>MÂŞuk MEŞKinde HAYy
ÇOK =>YOk =>TEK-BİR =>MEVLÂ
“LEYLÂ-MECNÛN KÖŞKü”nde HAYy!. aleyhumusselâm..
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ ---“Eve lem yerâ-lleżîne keferû enne-ssemâvâti vel-arda kânetâ ratkan fefetaknâhumâ vece’alnâ mine-lmâ-i kulle şey-in hayy(in) efelâ yu/minûn(e).: İnkar edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişikken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık? Hâlâ iman etmeyecekler mi?.” (Enbiyâ 21/30).
وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا ---“Ve huvellezî marace’l- bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc (ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ (mahcûran).: Ve iki denizi serbest bırakan O’dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah (engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu.” (Furkân 25/53).
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِۙ ---“Marace-lbahrayni yeltekiyân(i).: Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.” (Rahmân 55/19).
MEŞKURâ.: Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden. MaHCûRâ.: (Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış. HiCrÂN .: Uzaklaşma. Ayrılık Hicrân mahcûrâ.: aşılmayan bir sınır.. MARAC.: (Merci. C.) Rücu edilecek ve dönülecek yerler. Marace’l- Bahreyn.: iki denizi serbest bırak..
nOt.: HERKesLer ELin İÇİne BAKar da, DIŞındaki/ZARFındaki DAMAR HARFini GÖR!.emezLer.. mişş..
ANA RAHMinde=>MERYEM-İSÂ.. MÂRİFEt ÖRTÜSü MERYEM
DÖRt ÂLEM =>ÇİVİLi ÇÂRMIH.. MAVi GÖKLer SÜSü MERYEM
MîM-i MuhaMMed ŞÛURu
NÛRu>SÜRÛRU=>O-NÛRu
MÂRİFEtten =>HAKiKAte =->SIRR SIRAt KÖPRÜSü MERYEM!.
Kesrette=>Vahdet
Vahdette=>Kesret
"Şu ÂN"a =>Şâhid
OL!. AŞKı>ZEVK et!..
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ---“"Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne). : Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki ALLAH, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı."(Âl-i İmrân 3/42)
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ---"Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mea’r- râkiîn (râkiîne). : Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (RABB'inin huzurunda huşû ile dur) ve secde et ve rukû edenlerle birlikte rukû et.” (Âl-i İmrân 3/43)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Âdemoğlundan doğduğu vakit, Şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsâ (aleyhumusselâm) hariçtir."buyurdu. (Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî, Enbiya 44, Bed'ü'l-Halk 11; Tefsir, Âl-i İmran 2; Müslim, Fezâil 147, (2366))
فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا ---"Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ (seviyyen) : Sonra da onlardan (ayıran) bir perde çekti. O zaman ona Ruhumuz’u (Ruh’ûl Kudüs) gönderdik. Ona normal bir beşer sûretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü).” (Meryem 19/17)
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ---“Velletî ahsanet fercehâ fe NEFAHNÂ fîhâ min RÛHİNÂ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn (âlemîne) : Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i de an.) BİZ O-na RUHumuzdan üfledik; O-nu ve OĞLU-nu cümle âlem için bir ÂYET kıldık.” (Enbiyâ 21/91)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---"Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne) : İFFetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona RUHumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi."(Tahrîm 66/12)
RaHîMiyyet MeryeMi’nin henüz ANNe karnındayken HAKk’a adanıp =>MERYEM(Hademe-Hizmetçi) İsmiyLe İsimLenmesi..
إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ---"İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke ente’s- semîu’l- alîm (alîmu).): İmrân'ın eşi (Hanne): "RABBim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve ibâdet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki SEN SEMİ'sin (en iyi işitensin), ALÎM'sin (en iyi bilensin)." demişti.”(Âl-i İmrân 3/35)
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ---"Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leyse’z- zekeru ke’l- unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’-ş şeytâni’r- racîm (racîmi).): Fakat onu doğurunca: “RABBim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve ALLAH, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış şeytândan SANA sığındırırım!.” dedi.” (Âl-i İmrân 3/36)
RaHîMiyyet MeryeMi'nin TAHTından-BaHTından İlK sÖZü =>“BeLâ!” sını BULuşu:
RahMâniyyet TAHTından NiDâ (Dâimîyyet NURu SeS) edip: “RABBın TAHTını SeRRiYyâ KILdı!.”
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen): Derken ona altından/Rahminden nidâ etti: Sakın mahzun olma, RABBın senin ALTında bir su arkı vüCÛDa getirdi."(Meryem 19/24)
“KaRRî aYNâ!” AYNını RaBB RüŞdünde iKRRâ KıL!. “Ye-İÇ!” ama: “SaVM-OruçLuyum!” DE!..
“Kucağımda KeLiMetuLLah var iken İNS'e teKeLLüm YOKk!.” DE!..
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen): Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."(Meryem 19/26)
ıSSız..
SeSSiz..
KiM?-KİM-SeSiz..
İÇ GÖMLeğine SARdı İsÂ-sın..
gökLer DOLusu.. AK MELEKLerLe YÜRÜdü...
HaRaM-dan =>AKSÂ YOLcusu.. YOLun MorÇiÇek BÜRÜdü..
gÖZ YAŞLarımLa SU-Ladım.. İsÂ'daydım =>UĞUR-LadıMMM..
'' ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve NeBîyyike (MahMudîyyeti) , ve RasûLike (AhMedîyyeti) ve NeBîyyî'l-UMMîyyi (HaBîBîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve UMMetihi... ''
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin Abdike ve Nebîyyike ve Rasülûke ve Nebîyyil- ÜMMîyyi ve alâ âlihi ve ehl-i beytihi ve's- sahbihi ve ÜMMetihi...
Âmin!.Âmin!. Yâ Muîn celle celâlihu!
Yâ Lâtif celle celâlihu!
Yâ Kerîm celle celâlihu!
Yâ Rahîm celle celâlihu!
Yâ Rahmân celle celâlihu!
Yâ Hannân celle celâlihu!
Yâ Mennân celle celâlihu!
Yâ Deyyân celle celâlihu!
Yâ Furkân celle celâlihu!
Yâ Sultân celle celâlihu!
Yâ ALLAH celle celâlihu!. Âmin!.ÂminYa MÛİN celle celâlihu!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâlihu! Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâlihu! Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâlihu! Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâlihu!..
Âmin...Âmin...Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn celle celâlihu.. Er RAHMÂN’ın=>
=>RAHîMu’L- VEDÛD CeNNeti
MEVEDDEt’ten =>MUHABBEte..:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا ---"İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumu’r- rahmânu VUDDâ (vudden).:Hakıykat îman edib de salih amel işleyenleri (yok mu?) çok esirgeyici (Allah) onlar için bir meVEDDet (gönüllerde bir SEVgi) verecek =>gönüllere SEVdirecektir.”(Meryem 19/96)
er Rahmân ALLAH celle celâlihu:
er RahîMu ALLAH celle celâlihu:
El Latîfu ALLAH celle celâlihu:
Es Selâmu ALLAH celle celâlihu:
ANA RAHMinde=>MERYEM-İSÂ.. MÂRİFEt ÖRTÜSü MERYEM
DÖRt ÂLEM =>ÇİVİLi ÇÂRMIH.. MAVi GÖKLer SÜSü MERYEM
MîM-i MuhaMMed ŞÛURu
NÛRu>SÜRÛRU=>O-NÛRu
MÂRİFEtten =>HAKiKAte =->SIRR SIRAt KÖPRÜSü MERYEM!.
Kesrette=>Vahdet
Vahdette=>Kesret
"Şu ÂN"a =>Şâhid
OL!. AŞKı>ZEVK et!..
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ---“"Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne). : Ve melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem muhakkak ki ALLAH, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı."(Âl-i İmrân 3/42)
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ---"Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mea’r- râkiîn (râkiîne). : Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (RABB'inin huzurunda huşû ile dur) ve secde et ve rukû edenlerle birlikte rukû et.” (Âl-i İmrân 3/43)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Âdemoğlundan doğduğu vakit, Şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsâ (aleyhumusselâm) hariçtir."buyurdu. (Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan; Buhârî, Enbiya 44, Bed'ü'l-Halk 11; Tefsir, Âl-i İmran 2; Müslim, Fezâil 147, (2366))
فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا ---"Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ (seviyyen) : Sonra da onlardan (ayıran) bir perde çekti. O zaman ona Ruhumuz’u (Ruh’ûl Kudüs) gönderdik. Ona normal bir beşer sûretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü).” (Meryem 19/17)
وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ ---“Velletî ahsanet fercehâ fe NEFAHNÂ fîhâ min RÛHİNÂ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn (âlemîne) : Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i de an.) BİZ O-na RUHumuzdan üfledik; O-nu ve OĞLU-nu cümle âlem için bir ÂYET kıldık.” (Enbiyâ 21/91)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ ---"Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne) : İFFetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona RUHumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi."(Tahrîm 66/12)
RaHîMiyyet MeryeMi’nin henüz ANNe karnındayken HAKk’a adanıp =>MERYEM(Hademe-Hizmetçi) İsmiyLe İsimLenmesi..
إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ---"İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke ente’s- semîu’l- alîm (alîmu).): İmrân'ın eşi (Hanne): "RABBim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve ibâdet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki SEN SEMİ'sin (en iyi işitensin), ALÎM'sin (en iyi bilensin)." demişti.”(Âl-i İmrân 3/35)
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ---"Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leyse’z- zekeru ke’l- unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’-ş şeytâni’r- racîm (racîmi).): Fakat onu doğurunca: “RABBim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve ALLAH, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Erkek, kız (çocuğu) gibi değildir. Ben onu, "Meryem" diye isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, taşlanmış şeytândan SANA sığındırırım!.” dedi.” (Âl-i İmrân 3/36)
RaHîMiyyet MeryeMi'nin TAHTından-BaHTından İlK sÖZü =>“BeLâ!” sını BULuşu:
RahMâniyyet TAHTından NiDâ (Dâimîyyet NURu SeS) edip: “RABBın TAHTını SeRRiYyâ KILdı!.”
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen).: Derken ona altından/Rahminden nidâ etti: Sakın mahzun olma, RABBın senin ALTında bir su arkı vüCÛDa getirdi."(Meryem 19/24)
“KaRRî aYNâ!” AYNını RaBB RüŞdünde iKRRâ KıL!. “Ye-İÇ!” ama: “SaVM-OruçLuyum!” DE!..
“Kucağımda KeLiMetuLLah var iken İNS'e teKeLLüm YOKk!.” DE!..
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen): Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."(Meryem 19/26)
Meryem =>ARŞi'stiVÂda.. İsÂ'ya hâmiLe =>tahte's-SERÂda..
ıSSız..
SeSSiz..
KiM?-KİM-SeSiz..
İÇ GÖMLeğine SARdı İsÂ-sın..
gökLer DOLusu.. AK MELEKLerLe YÜRÜdü...
HaRaM-dan =>AKSÂ YOLcusu.. YOLun MorÇiÇek BÜRÜdü..
gÖZ YAŞLarımLa SU-Ladım.. İsÂ'daydım =>UĞUR-LadıMMM..
FEVK-in SuSSun!:
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne mine'l-beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellime-yevme insiyyâ(insiyyen).:Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhâmetli olan ALLAH'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."(Meryem 19/26)
TAHT-ın DİNLe!:
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen).:Derken ona altından nidâ etti: sakın mahzun olma, RABBın senin ALTında bir su arkı vücûde getirdi."(Meryem 19/24)
KIYAMEt!. RüKû’ BâBe-Sîn!.. SüCûD SALLa:
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ---“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mea'r-râkiîn(râkiîne).:"Meryem, RABBine gönülden itaatte bulun- kânitîn ol, secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et."(Âl-i İmrân 3/43)
cAN BULsunCihÂN CENİN-le:
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ---“Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen).:Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş tâze hurma dökülüversin."(Meryem 19/25)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---“Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki TAHTeki seriyyâ(seriyyen).:Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin ALTında bir su arkı vücûde getirdi”(Meryem 19/24)
َمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا ---"Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen).: Bu şekilde ona hâmile oldu ve bu hâliyle uzak bir yere çekildi."(Meryem 19/22)
فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا ---"Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).:Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim" dedi."(Meryem 19/23)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا ---"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).:Derken aşağı tarafından ona şöyle seslendi: «Sakın üzülme, RABBin senin altında bir su arkı yarattı."(Meryem 19/24)
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا ---"Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen).:Hurmanın dalını kendine doğru silkele, üzerine derilmiş tâze hurmalar dökülsün."(Meryem 19/25)
---"Tilke'r-rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâ'bne meryeme'l-beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhı'l-kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumu'l-beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).:O işâret olunan rasuller yok mu, biz onların bâzısını, bâzısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki ALLAH, kendisiyle konuştu, bâzısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu 'Îsâ'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l- Kudüs ile kuvvetlendirdik. Eğer ALLAH dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine ALLAH dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ALLAH dilediğini yapar."(Bakara 2/253)
إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ ---“"İz kâleti'l-melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh(minhu), ismuhu'l mesîhu îse'bnu meryeme vecîhan fî'd-dunyâ ve'l-âhıreti ve mine'l-mukarrebîn(mukarrebîne).:Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! ALLAH sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu Îsa Mesih'dir; dünyâda da âhirette de itibarlı, aynı zamanda ALLAH'a çok yakınlardandır."(Âl-i İmrân 3/45)
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا ---“"Vezkur fi'l-kitâbı meryem(meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ(şarkıyyen).: Kitab'da Meryem'i de an. Hani o, âilesinden ayrılarak Doğu tarafında bir yere çekilmişti."(Meryem 19/16)
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ ---“"Ve cealnebne meryeme ve ummehû âyeten ve âveynâhumâ ilâ rabvetin zâti karârin ve maîn(maînin).:Meryem oğlunu ve annesini bir mucize kıldık ve ikisini oturaklı ve temiz sulu bir tepede barındırdık."(Mü'minûn 23/50)
cÂN-daki CeNiN dOKusu
KÛN-un feyeKÛN OKusu
GÜL ÖZünde GÜL kOKUsu
“MeryEM”in > “İS”sı giBi!.: CeNiN.:(Cenne. den) Ana karnındaki harekete başlıyan çocuk. * Gizli ve mestur, saklı olan şey.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).:Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir."(Yâsîn 36/82)
MeryeM ve İSÂ aleyhumu's-selâm..:
وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ ---“Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn.:Hani melekler, “Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı.”(Âl-i İmrân 3/42)
يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ ---“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn.:“Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et” demişlerdi.”(Âl-i İmrân 3/43)
فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا ---"Fe nadaha min tahtiha ella tahzeni kad ceale rabbüki tahteki seriyya. Ve hüzzi ileyki bi ciz'in nahleti tüsakit aleyki rutaben ceniyya. Fe küli veşrabi ve karri ayna fe imma terayinne minel beşeri ehaden fe kuli inni nezertü lir rahmani savmen fe len ükellimel yevme insiyya .:Derken aşağı tarafından ona şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin senin altında bir su arkı yarattı. «Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.» Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, Şüphesiz ben Rahmâna susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım de."(Meryem 19/24-26)
H Ha HaY HaYY HaYY’da HaYY’dan HaYY’a HaYY’la Yâ HaYY Celle Celâli-HUU!..
ALLAHu zü’l- CeLÂL ->Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem'e, ÂLine, EHL-i BeYTine, Ashab-ı Güzînine, SUNuLLAH GAYBî kaddesallahu sırrahu ve diğer tÜMM Hakk Dostlarına ve ÜMMetine Salât ü SeLÂM EYyLesin İnşâe ALLAHu Teâlâ!. Âmin!..
TÜRKÇESİ:Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI:“Emret(buyur)ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne(emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum),RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde(yakîn)meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih(ve tenzih)eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)’e,Hatemü’l-Enbiyâya(peygamberlerin sonuncusuna),peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların)imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile(sayısız- sonsuz)selâm(sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, duâ, ulaşım)olsun!”