![Resim](https://www.muhammedinur.com/photos/upload/2016/08/16/20160816170210-111c6552.jpg)
ÇIKTIM ERİK DALINA
ANDA YEDİM ÜZÜMÜ..
YuNuS EMRe kaddesallahu sırrahu
Şerheden: NiYâZi-i MıSRî Kaddesallahu sırrahu
![Resim](https://www.muhammedinur.com/photos/upload/2013/03/12/20130312204541-7ef832e1.gif)
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu..
İlk beyitten murad olunan, her amelin ağacının belli bir meyvesi olduğudur. Zâhirde her meyvenin belli bir ağacı olduğu gibi, aynı şekilde, her amelin kendine özgü bir âleti vardır, onunla ortaya çıkar. Örneğin, zâhir ilminin ortaya çıkma âleti dilbilgisi, mantık, adab, kelâm, maâni, usul, hadis, tefsir, felsefe, matemâtik ve astronomidir. Ve bâtın ilminin ortaya çıkmasının âleti, öncelikle, sürekli ihlas içre olmaklık (hulus-i dâim) ve mürşid-i kâmilin nefesi ile sürekli zikir ve az yeme ve az konuşma ve az uyuma ve halktan uzak durmadır (uzlet-i âni’l enâm). Ve hakikat ilminin ortaya çıkmasının âleti, dünyayı terketme ve âhireti terketme ve terki terketmedir..
İmdi, Aziz (Yunus Emre Hazretleri) kuddise sırruhu, “erik,” “üzüm” ve “ceviz (koz)” ile şeriat ve tarikat ve hakikat’a işâret eder. Çünkü eriğin dışı yenir, içi yenmez. Erik gibi olan bütün meyveler amelin zâhirine misâldir. Ve üzüm, amelin bâtınına misâldir. Çünkü, üzüm yenir ve ondan aynı zamanda çeşit çeşit ni’metler zuhura gelir. Sucuk ve kefter ve reçel ve turşu ve sirke ve bunların benzeri birçok ni’metler ortaya çıkar. Ama içinde bir miktar riyâ ve kendini beğenmişlik (ucb), tezkiye vardır. Çekirdeği olmasından dolayı, bâtın ilmi denilir, hakikat denilmez. Ve hint cevizi katıksız hakikate misâldir. Çünkü, cevizin içinde asla yabana atılacak (yâni, değersiz olarak kabul edilebilecek) bir şey yoktur. Hem yenir, hem de nice hastalıklara şifâ olur. İmdi, bir kimse erik isterse, erik ağacından istesin. Ve üzüm isterse, bağdan istesin. İmdi, her kim üzümü erikte ararsa, o kimse ahmaktır ve boş yere zahmet çeker. Emeği boşunadır. Ondan ortaya çıkan zahmet ve meşakkattir. İmdi, bu bilindi ise, bunu da bil ki, bir kimse zâhir ilminin salâhını ve fesâdını bilmek isterse, onu elbette şeriat’tan ister ve fıkıh kitaplarına başvurur. Ondan bilip ve öğrenip amel eder..
Ve eğer bâtın ilminin ve hakikat’in salâhını ve fesâdını ve tenezzül ve terakkisini bilmek isterse, mürşidin telkini ile ve usul-i esmâ ile gönül kitabına ve tabir ilmine başvurur. Her gün rüyâda ne görürse mürşidine arz eder ve o da ona bulunduğu halleri beyân eder. Ondan o müşkil de kalkıp ihlas ile süluk eder. Ve bir kimsedeki hakikat ilmi, nefsin bilinmesidir ve bu da Rabb’in bilinmesinin ta kendisidir. Ve bu ilmin deneyimlenmesini (zevk) ve halini isterse, bunun gerçekleşmesi, mürşid-i kâmil terbiyesiyle zor-gelen riyâzet ateşiyle nefsin bütün vasıflarını ve beşeriyet ve enâniyet ahlâkını yakıp, gönlünden Allah’tan gayrı olanları (mâsivâ) bütünüyle çıkarmakla ve gölgeden ibâret olan varlığı (vücud-ı zıll) yok ettikten sonra hakiki varlığın (vücud-i hakiki) ta kendisi olup, fenâsı bekânın ta kendisi olmakla olur..
İmdi bu üç ilmin başka başka yolları vardır. Yoluyla istenirse, az zamanda istediğinin gerçekleşmesi ümit olunur. Nitekim, erik ve üzümün ve cevizin başka başka ağaçları olup herbiri kendi ağacından istendiği gibi, bu bâtın ilmi ve hakikat ilmi de erbâbından istenir. Örneğin bir kimse zâhir ilmi çalışırken, “ben bâtın ve hakikat ilmini, zâhir ilmi ile idrak ederim” dese ve bu şekilde çok zahmetler çekse, örneğin, kendince esmâ’ya devam etse ve oruçlar tutsa ve halvetler ve uzletler etse, bu kişinin misâli erik ağacından üzüm taleb etmeye benzer..
Bostan sahibi ile kastedilen mürşid-i kâmil’dir. “Niçin yersin cevizimi” diye azarlaması, tenbihtir. Ki: “Niçin olmaz yere riyâzet ve eziyet ve meşakkat çekersin; sen bu üç ilmi tek bir yoldan elde edeceğini mi sanırsın; onların herbirinin başka başka zevki ve ameli ve vakti ve öğretmeni ve mürşidi vardır” diyerek, mürşid-i kâmil bunlar gibi kendince süluk edenleri gördüğünde: “Niçin böyle yaparsın, öncelikle sana lâzım olan her meyvanın hangi ağaçtan bittiğini bilmendir. Ondan sonra amele sarıl,” diye azarlar. Senin sâlik olmaklığın, bir kimsenin bir başkasının bahçesine girmesine ve çıkıp ceviz taşlamasına ve bostan sahibinin onu görmesine ve taşlayıp: “Niçin yersin cevizimi” demesine benzer. Çünkü hakikat ilmi, mürşid-i kâmil’in ilmi ve mülküdür ve onun ilmini ve âletini mülk edinmek ve istidat hasıl etmek mürşid-i kâmil’in izin vermesiyle ve terbiyesiyle ve zor gelen riyâzet etmekle ve ona bütünüyle teslim olmakla olur. Ve, aynı zamanda, kendi renginden çıkıp mürşidin rengiyle aynı renk olmakla olur. İmdi, mürşid-i kâmil, bir kimsenin kendiliğinden esmâya devam ettiğini ve riyâzet yaptığını görse, ona: “Sahibinden izinsiz bahçeye niçin hırsızlığa girersin?” der..
İmdi, tarikat ve hakikat ilmi, mürşid-i kâmil’in bahçesi ve mülküdür. Onun izniyle esmâ’ya devam etmek ve riyâzet etmek o bahçenin kapısıdır. Her kim ki, kendiliğinden süluk ederse, bir başka kimsenin bağına hırsızlığa girmiş gibi olur. Bunun hariçte bir misâli de şuna benzer: Bir kimse bir sürü marangoz âletini pazardan satın alsa ve kendiliğinden marangozluk yapmak istese, o kimse o sanatı işlemeye giriştiğinde, her dilediği işte hangi âleti kullanacağını bilmez. Bir usta marangoz onu görse: “Bre sanat hırsızı, bizim sanatımızı çalmak mı istersin, bu bizim âletlerimizi sen niçin aldın?” der. Her ne kadar kişi o âletleri pazardan kendi parasıyla almışsa da hangi âletin nerede kullânilâcağını bilmediği için ona “sanat hırsızı” derler. Ve kendi başına süluk edene “tarikat hırsızı” derler..
İmdi, Aziz’in bu beyitten muradı, “şeriata ve tarikata ve hakikata kendi bildiğimle amel etmekle ulaşırım” diye çabalayanların ahvâlini misâl yoluyla beyân etmektir. Yâni meselâ böyle olan kimsenin hali, hangi meyvenin hangi ağaçtan yetiştiğini bilmeyip, gönlü üzüm istediğinde erikte yetişir sanıp, erik ağacını ceviz ağacı sanıp, ceviz ağacından erik taleb eden kimseye benzer ve mürşidsiz tarikat ve hakikat yoluna gidenler buna benzerler, demek olur. Örneğin, kör olan bütün renkleri siyah sandığı gibi, mürşidsiz süluk edenler de köre benzerler. Bütün taraflar birdir sanırlar. Bütün meyvelerin bir ağaçtan ortaya çıktığını kıyas edenler gibidir. İmdi Yunus Emre kuddise sırruhu Hazretlerinin, bu hali kendine nisbet etmesi şundandır ki, kendisi bir zaman böyle mürşidsiz çalışıp, bir şey elde edemeyip, sonra bir mürşide varıp kemâl mertebeye teslim olduktan sonra usul-i esmâya devam edip seyr-i süluk ettiğini beyân eder. Ve şu da olabilir ki, kendi yüzünden başkalarına dokundurma ve tenbih ola..