Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Muhammed Sıddık Hekim (k.s.) hazretlerinin hayatı ve eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ResimEs-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Es-selâtu ve's-selâmu aleyke Ya Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem
Resim
Amenna ve Saddakna Ya Rabbi!
Euzubillahîmineşşeytanirracim
Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm


قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---“Kul huvallâhu ehâd(ehâdun) : De, o: ALLAH tek bir (ehâd)dir” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---“Allâhus samed(samedu) : ALLAH, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
Resim---“Lem yelid ve lem yûled: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---“Ve lem yekun lehu kufuven ehâd(ehâdun) : Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)

ALLAHUEKBER!


Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---“Kul huvallâhu ehâd(ehâdun) : De, o: ALLAH tek bir (ehâd)dir” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---“Allâhus samed(samedu) : ALLAH, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
Resim---“Lem yelid ve lem yûled: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---“Ve lem yekun lehu kufuven ehâd(ehâdun) : Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)

ALLAHUEKBER!


Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---“Kul huvallâhu ehâd(ehâdun) : De, o: ALLAH tek bir (ehâd)dir” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---“Allâhus samed(samedu) : ALLAH, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
Resim---“Lem yelid ve lem yûled: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---“Ve lem yekun lehu kufuven ehâd(ehâdun) : Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)

ALLAHUEKBER!


Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
Resim---“Kul huvallâhu ehâd(ehâdun) : De, o: ALLAH tek bir (ehâd)dir” (İhlâs 112/1)

اللَّهُ الصَّمَدُ
Resim---“Allâhus samed(samedu) : ALLAH, Samed'dir (her şey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).” (İhlâs 112/2)

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
Resim---“Lem yelid ve lem yûled: O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır.” (İhlâs 112/3)

وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---“Ve lem yekun lehu kufuven ehâd(ehâdun) : Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” (İhlâs 112/4)

عن أبي سعيد الخُدْري رضيَ اللَّه عنه قال : كانَ رسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إذا اسْتَجَدَّ ثَوْباً سمَّاهُ باسْمِهِ عِمامَةً ، أَوْ قَمِيصاً ، أَوْ رِدَاءً يقُولُ : « اللَّهُمَّ لكَ الحَمْدُ أَنْتَ كَسَوْتَنِيهِ ، أَسْأَلُكَ خَيْرَهُ وَخَيْرَ ما صُنِع لَهُ ، وأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهِ وشَرِّ ما صُنِعَ لَهُ » .
رواهُ أبو داود ، والترمذي وقال : حديث حسن .

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh şöyle dedi:


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yeni bir elbise giydiği zaman, sarık, gömlek, ridâ gibi giydiği şeyin adını anarak şöyle dua ederdi:

"Allahümme leke'l-hamdü ente kesevtenîhi, es'elüke hayrahü ve hayra mâ sunia lehü, ve eûzü bike min şerrihi ve şerri mâ sunia lehü:


Allahım! Hamd sana mahsustur. Onu bana sen giydirdin. Senden onu hayırlı kılmanı ve yapılışına uygun kullanmanın hayrını nasip etmeni dilerim. Şerrinden ve yaratılış gayesi dışında kullanılmasının şerrinden de sana sığınırım.

(Ebû Dâvûd, Libâs 1; Tirmizî, Libâs 28)


Resimİnşaallah bu mübarek cuma günü ve vaktinde Muhammed Sıddık Hekim (k.s) Hocamızın "Şeriat - Tarikat - Hakikat Tamamı" isimli eserini yayınlamaya başlıyoruz. Allah hayrla tamamlamayı nasip etsin diye dua ederim. Sevgili Hocamızın ruhu şad olsun inşaallah.
Resim
1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:
Resim
TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.
MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)
Resim

Resim
TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

Şeriat ~ Tarikat ~ Hakikat ~ Tamamı

HATALAR BANA AİTTİR

BÖLÜM 1

MUKADDİME


Resim

Aziz Kardeşlerimiz;
Allahü Zülcelâl celle celâlihu şöyle buyuruyor:


اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُو(Hucurat/10) Mü'minlerin kardeş olduğunu ilân ediyor. "Mü'min kimdir?" derseniz:

Resim

diyen kimse mü'mindir. Diliyle ikrar, kalbiyle tasdik etmek şartiyle..Bu minval üzere olanlar kardeşlerimizdir. Kardeşliğini kabullendikten sonra ne buyuruyor bu sefer; kardeşler arasında salah getiriniz ve fesada asla âlet olmayınız. Onun için bu fitne ve fesadlıklara Allahü Zül celâl asla cevaz vermemiştir. Ve sonunda ise:"Allah korkusu üzerinizde olsun ki Allah'ın rahmetine nail olasınız."

Benim şahsen; 12 senesi Antalya'nın Kumluca ilçesinde olmak üzere, kardeşlerimizle birlikte ikindi namazından sonraları yapmakta olduğumuz sohbetlerimiz devam etmektedir. İkindiden sonrası başka bir vakte benzemiyor. Çünkü, gündüz dürülmekte ve ömrümüzden bir gün daha kapanmaktadır. Onun için ikindiden sonra hayatımızda daha ihtiyatlı olup güzel şeylerle meşgul olmak en güzel tarafıdır. Bizde ikindi namazından sonra akşam namazı yaklaşıncaya kadar süren sohbetlerimizi devam ettire gelmişizdir. Bu meclisimizin teşkili "ihvanu'n fillah"dır. Allahü Zülcelâl mü'minlerin kardeşliğini ilân edince, o zaman bilhassa aralarında muhabbette olunca "Hubbu'n Allah" kardeşlerimiz bir mecliste toplanınca birlikte elbirliğiyle kardeşvâri sohbetlerimiz devam etmektedir. Allahü Zülcelâl bu türlü ihvanu'n fillah = muhabbetü'n fillah meclislerine o kadar da değer vermiştir ki Habibi (sav) öyle buyuruyor:

Resim

Yâni; "Cennet bahçelerinden geçerseniz ihtiyacınızı alınız." Buyurunca: "Ya Rasûlullah (sav) yeryüzünde cennet bahçeleri olur mu?" diyorlar da cevaben:

"Evet

Resim


"ne yapar bu kimseler?" "Esasen ilim meclisleri ve zikir meclisleridir bunlar. Zâten Allahü Zülcelâli zikrini yapmaktan daha üstün ne olabilir? İlim meclisleri ki; hele bu günümüzde dine fesad sokma yönünden fazlaca hücumlar başlamıştır. Birçok yönlerden dini tamir değilde harabetmeye çalışmaktadırlar. Ekseriyet bu şekle ve hale dönmüştür. Allahü Zülcelâl bizleri muhafaza buyursun.

Cenabı Rasûlullah (sav) buyuruyor ki; O kadar da fitneler çıkar ki; millet bu fitnelerin mahiyetini iyice fehmedip anlamadığı için, sabah mü'min kalkan akşama kâfir döner veya sabah kâfirdir akşama mü'mindir. Neden acaba fitne devresinde sabah mü'min iken akşama kâfire dönüşüyor? işte bunun sebebi; fitneyi mubah görür olmalarıdır. Fitne içine düşüp insanları öldürmeyi veya mallarını gasbetmeyi mubah sayıp bir sakınca da görmezler. Bu ise böyle yapanları küfre iletir. Onun için "Lâ ilahe illallah Muhammede'r Resulullah" diyen bir kimse kardeşine bu şekilde tecavüz edemez. Mü'minin; canı, malı ve ırzı haramdır. Hatta mü'min hakkında su'izan (kötü zan) etmek dahi haramdır.

Tabi, eski dönemlerde sohbetler yapardık ancak; yazmak, teybe almak veya kamera vs. gibi şeyler yoktu. Antalya'da ilk 30 senemiz böyle geçti. Son 10 yılda ise, baktık ki bu fitneler artarak devam etmekte ve karşılarına çıkıpta cevab verilmesi zarureti ortaya çıkmakta olduğunu görünce sohbetlerimiz çeşitli şekillerde tesbit edilip sonunda da kitablar haline getirildi.Tasavvufu anlatan bu eserimizde, Cenab-ı Rasûlullah (sav)'ın ehl-i sünnet ve'l cemaat itikadı, Şeriat, Tarikat ve Hakikatin ne olduğunu, Tarikat ve Tasavvuf yolunu, Mürşid-i Kamil'in nasıl olması gerektiği, yetişmesi, seyr-i süluk'u, nasıl keşif ve Şühud Erbabı olması gerektiği, bu aziz yolun en yücelerinden olan imam-ı Rabbani, Ğavs-ı Azam, Hazreti Şah Muhammed Ali Hüsameddin Hz.leri, Şeyhül Hazin Hz. Seri ve Şeyhimiz Şeyh Alaaddin Hz.lerinin nezih, pâk ve örnek hallerini anlatmaya gayret ettim.Tez olarak, herkese yararlı olacak aynı zamanda da Allahü Zülcelâl'in, Rasûlullah (sav)'ın ve sadât-ı Kiram Efendilerimizin rızasını temin edecek tarza göre anlatmaya ve öğretmeye gayret ettik.Bu yaşadığımız günlerdeki vakı'alara göre bir fesad çıkmış ise mutlaka ve mutlaka bunun karşısında durulmasına çalışmışızdır. Allanın izni ve inâyetiyle.

Aslında biz, ortalara çıkmayı hiçte arzulamayız ve böyle bir isteğimizde yoktur.Ancak, Allahü Zülcelâl'in bir hikmetidir ki şu hadisi şerifi görünce fikrimiz değişmiştir. Cenab-ı Rasululah (sav) buyuruyorki: "Bu gibi fitneler gününde fitnelerle karşı karşıya kalınca eğer bir kimsenin, bunları durduracak veyahutta hakikâti anlatabilecek ilmi var ise ketmedip gizlemesin. Eğer ketmedecek olursa o zaman; Allanın, Rasulullah'ın, meleklerin ve insanların lâ'neti o kimsenin üzerine olsun." işte böyle buyurunca bu lâ'nete doğrusu dayanamadım. Elimizde ise yeterli âlet, edevat çok olup, bu günkü kadar kitabların yaygınlığı ve çokluğu hiçbir zaman görülmemiştir. Kur'an-ı Azimü'ş şan'ın tefsirleri, Muhteviyatı ve teferruatı çeşit çeşit olup çokça elimizde mevcûddur. Hadisler ise sayılmayacak kadardır. Hülasa envai ilimlerle ilgili eserler mevcûd durumda kendimizde bulunmaktadır. Bu ise Allahü Zülcelâl'in bir lütfûdur. Böyle olup dururken i'tiraz edecek bir halimiz kalmayınca, bir kardeş olarak anlatmaya, söylemeye ve öğretmeye azmetmişizdir ve neticesi "Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Mürşitlerin Halleri" isimli eserimizi halka sunuyoruz.

Hâşâ kendimizi medh-ü-senâya ihtiyaçda yoktur. Neden?Çünkü; esasen Rasûlullah (sav) emrettikten sonra biz bunu yapmaya çalışırız ve çalışdık. Ve daha daha da çalışacağız inşallahü teâlâ...Mübarek büyük zâtlar, kendilerini yormadan ne güzel buyurmuşlar:

Resim

"Eserlerimiz ahvalimiz hakkında malumat vermektedir ve delilimizdir. "Niyetimiz, fikrimiz, gayemiz ve emelimiz nedir? Bunlar eserlerimizde mevcûddur. Dünyalık mı, ahiretlik mi bunları eserlerimiz ortaya koyar. Onun için bunları anlatmaya ihtiyaç yoktur.Evvela başta eserlerimize başvurunuz.

Allahü Zülcelâle şükürler olsun ki bunları teşvik için söylememekteyim.Zâten kitaplardan bir kuruş dahi almamaktayım. Masraflarını çıkarması yeterli olup bizim camiamızda, milleti soymayı ve dini âlet etmeyi asla hoş görmeyiz. Dinimiz münezzeh ve temizdir. Dünyalık temini yönünden herhangi bir emelimiz yoktur. Şükürler olsun.

Hamdolsun hafızlığımızda vardır. Bir kasette iki cüz olmak üzere Kur'an kasetlerimizde mevcûddur. Ne varki değil para ile satmak, hali durumu iyi olmayan kardeşlerimize kendi cebimizden kaset alıp da çekip vermişizde... öteden beri bu minval üzereyiz. Camia'mızın milletin malında gözü olmamıştır. Senelerce ramazanda hatimle namaz kıldırdık. Bilhassa Korkuteli ilçesinde o zamanın müftüsü ki Allah rahmet eylesin, Mısır El Ezher'de 11 sene çalışmış hem hafız hem de âlim bir zattı, bizi öne imam edip kendisi de fatihlik yapmıştır. Antalya'da da hatimle ramazanlarımız devam etmekle beraber, bir Kadir Gecesinde; Yatsı namazında 2 cüz, vitir namazında 3 cüz ve teravih namazında her rekatta 5 hizib olmak üzere 20 rekatta 25 cüz olmak üzere Allahü Zülcelâl'in izni ve inâyetiyle bir gecede hatimle kıldırdık. Uzaktan hafsalaya sığmayabilir ancak, baştan sona bu kasetlerimiz elimizde olup arzu edildiği takdirde, 7 kaset ki 7 saatlik sürede baştan başa Kur'an-ı Kerim'in hatmini birlikte yapmayı ve takip etmeyi temin edecektir. Bu ise duyulmuş vakıa'lardan değildir. Bunu senelerce yaptım şükürler olsun. Bahsettiğimiz Kadir Gecesi hatmi ramazanın uzun yaz gecelerine denk gediği zamanlar da olabilmiştir. Zira halkı sahura yetiştirebilme sorumluluğumuz vardı. Kısa gecelerde ise herkes kendi evinde kendisi bitirsin dedik. Hali hazır 15 kasetlik mukabele hatmimiz yaygındır. Kadir Gecesindeki 7 kasettik hatmimiz ise yaygın olmamakla beraber mevcûddur. İnsan bir Kadir Gecesinde evinde veya bir toplulukta birlikte oturup da, Kur'an-ı Kerim'in harikalıklarını baştan başa düzgünce dinleyecek yada takibedecek olursa ne âlâ iştir bu...Hattaki biz geçen sene Kadir Gecesinde Teravih namazı kıldık, toplandık ve saat 21.00 de başlayıp 7 kaseti dinledik ve sahurumuzu da yaptık.

Hülasa kardeşlerimiz; Allahü Zülcelâl'e şükürler olsun Kur'an ilimdir ve asla âlet edavât edinmedik. Allahü Zülcelâl ihtiyacımızı temin imkanı vermiştir. Hiç kimseye ihtiyacımız olmayıp ancak ve ancak Allahü Zülcelâl'in ve Rasulullah'ın (sav) lütfü keremlerine muhtacız. Bunları söylememizdeki gaye, teşvik ve alım satım vs. için değildir. Dini meselelerde hiç bir zaman para ve pula değer vermedik. Kumlucada 12 sene imamlığa devam ettik.Sekiz dokuz senesi ise resmi kadrolu imam olmamıza rağmen maaşımızı ihtiyacı olan bir kardeşimize "bulunmaz isek namazı kıldırırsın" diyerek kuruşu kuruşuna o kimseye vermişizdir.Maaş işini ona havale ettik ve bir kuruş dahi almadık. Allahü Zülcelâle şükürler olsun ki tabiatımız öteden beri müstağnidir. Dini meseleleri yem olarak kullanmayı hiç te hoş görmedik ve yapmadık. Hele bilhassa Kelamullah'ı asla... Antalya'da uzun yıllardır yaşayanlar biliyorlar.Sizlere ise "eserlerimiz halimizi anlatır" diyoruz.

Allahü Zülcelâl cümlemize ale'l hak ne ise muvaffak ve müyesser eylesin. Âmine ya Muin!

Muhammed Sıddık HEKİM

Resim


Resim

Resim

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

BÖLÜM I


TASAVVUF İLMİ - İLMİ BATIN

Tasavvuf ilmi ilimler arasında güneş gibidir. İlimlerin en zirvesidir. Tüm ilimleri içine alan Tasavvuf bu yönüyle en yücesi en şereflisi ve mertebece de en güzeli ve en büyüğüdür. Bundan dolayı tasavvufa Batın İlmi'de denilir. Allahü Zülcelâl tasavvuf ehlini faziletli ve kalblerini sırların madeni kıldı. Kulları arasında ilahi nurların doğmasına onları vesile kıldı ve seçti. kulları arasından tahsis kıldığı tasavvuf ehli bu vasıflarından dolayı da halkın yardımına ve imdadına yetişirler. Hallerinde hak ile beraberdirler.


Tayyibi buyurdu ki: “Bir alim ki zamanındaki âlimler arasında ilim bakımından seviyesinde kimse bulunmayıp tek olsa, derya gibi ilim sahibi olsa dahi bu âlim, tasavvufa ihtiyacım yok diyemez. Bu âlime gereken ise, tasavvuf ehli ile birlikte olup onların kendisine sırat-ı müstakim üzere delalet etmeleri gerekir. Zira tasavvuf ehlinin iç âlemlerinin saflığı o kadar fazladır ki; konuştukları sırları tamamen haktır. Her türlü kirlerden arınmışlardır. Tasavvuf ilmi sayesinde nefs-i emmârenin istek, arzu ve nazlarından kurtulmuşlar ve korunmuşlardır. Kalbi istidatları dini ilimlerin feyazanına müsaid hale gelmiştir. Aktardıkları ilim Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in nübûvet penceresinden alınan nurlar ve ilimlerdir. Onun için zahiri ilimlerin tamamında derya gibi olsa dahi benim tasavvuf ilmine ihtiyacım yok diyemez. Çünkü, bu tekemmül kendiliğinden ve sıradan bir insanın destek ve yardımıyla olamaz. Ancak, nefsanî hastalıkların tedavisini, manevi kirlerden temizlenmeyi, ilim ve zevk bakımından gerekli olan muamelelerin hikmetini bilen kâmil bir mürşid olmalı ki, o kişiyi daima kötülüğü emreden nefsin gizli desiselerinden ve ahmaklıklarından kurtarsın.

Tarikat ehli olanlar; kişinin kendisine, tüm ibadetlerinde huşu ve huzurun tam olması, kalbine Muhabbetullahın ve envarı ilâhinin girmesine mani olan bütün sıfatlardan kurtulması için kişinin kendisine bir mürşid-i kâmil bulmasının gerekliliği üzerinde ittifak etmişlerdir. Anlatılanların gerçekleşmesi ise mutlaka böylesine bir mürşid-i kâmil ile mümkündür. Bu ise her kişiye gereklidir.
Hiç şüphesiz batınî hastalıkların ilaçlarını bilip bulup ve kullanarak kurtulmak mutlaka gereklidir. Bundan dolayı bu hastalıklara duçar olan kişiye, kendisini her türlü manevî tehlikelerden kurtaracak bir mürşid-i kâmili taleb etmesi icabeder. Eğer böylesi bir mürşid-i kâmili kendi belde ve çevresinde bulamaz ise mürşid-i kâmilin bulunduğu yere kendisinin gidip onu arayıp bulması vâcibtir.

İmam-ı Ahmed bin Hanbel, oğlu Abdullah'a:“Ey oğul dini hükümlerde cahil oldukları halde kendilerine sufî ismi veren bu kimselerin meclislerine katılma ve onlarla konuşma” diyor. Ancak kendisi, Ebu Hamzati'l Bağdadî ile arkadaş olup tasavvuf ehlinin hallerini öğrenince oğluna: “Bunlarla beraber ol meclislerine katıl çünkü bunlar ilim, marifet, murakabe, haşyet-i ilahi, zühd ve yüce himmetler bakımından bizden çok çok ilerde ve yücedirler.” diyor.

İmam-ı Şâfi sufiyye meclislerine katılıp onlarla beraber oluyor ve “bir fakih; kendinde olmayan tasavvuf ilmini öğrenip faydalanabilmek için tasavvufî istilahlarını bilmeye daima muhtaçtır.” diyordu.

İmam-ı Ahmed ve İmam-ı Şâfi; tasavvuf meclislerine gider gelirler ve onların zikir meclislerinde bulunurlardı. Kendilerine “size ne oluyorda bu cahillerin meclislerine gidip geliyor ve zikirlerine katılıyorsunuz?” diyenlere: “Sizin cahiller dediğiniz o kimselerde bütün emirlerin başı olan; Takvallah, Muhabbetullah ve Marifetullah vardır.” derlerdi.

Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

TASAVVUFUN TARİFİ

Arifler; “Tarikat ehl-i olduğuna inandığı kişiden dua iste, çünkü onların duaları mustecâbtır.” deyip tasavvufun tarifini şöyle yapdılar: Tasavvuf öyle bir ilimdir ki; bu ilim sebebiyle nefsin mahmud (övülen) ve mezmum (yerilen) halleri bilinir. Mezmum hallerin nasıl temizleneceğini ve mahmud hallerin nasıl temin edileceği bu ilimle temin öğrenilir. Allahü Zülcelâl'e seyr-ü sülûk'un keyfiyeti, mâsivadan (Allah’dan başka herşeyden) firar ve mutmain ve muhlisin olarak hiç şirk koşmadan Allahü Zülcelâl'e kavuşmak bu ilim sayesinde öğrenilip tatbik edilir diye tarif etmişlerdir.

Hakikat ehli buyurdu ki:


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İMAM-I ALİ (ra)'NİN SUFÎ'Yİ TARİFİ

Tasavvuf ilmini müşahede etmeden kim bilebilir? Müşahede sahibi olmayan nasıl fehmedebilir, anlayabilir? Ancak; feraset sahibi müdrik, muttaki, zeki ve anlayışlı kardeşler böyle değildir, öyle ya mâarifet ehli olmadan ve müşahede etmeden nasıl anlasın? Tabiki itiraz eder ve reddeder. Baş basarının, tutulmuş güneşin ziyasını göremediği gibi mâarifet ehli olmayanlarda kalb basiretleri açılıp da tasavvuf sırlarını müşâhâde edemezler.

İmam-ı Ali (kv)'ye sorarlar ki “Sufî kimdir?” diye. Cevaben:

“Sufî odur ki safi ve temiz olandır. Yâni Rabbısıyla başbaşa, gayrisini yok etmesi lâzımdır. Mülevvesâtı (pislikleri) yok etmiş ve dünyayı tamamen arkaya atmış ki, onu meşgul etmez. Birde Şeriat-ı Garra-yı Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ya da uyar ve çalışır. Eğer böyle değilse Kufî şehrinin köpekleri binlerce Sufîden evlâdır.”

İşte böylesi sufî Allahü Zülcelâl'in maarifetini hem bulur hem de tadar. Bu iki vasfa bu dünyada sahib olursa ahirette de Allahü Zülcelâl'in rızasıyla fazlına sahib nail olur. Başkalarının basireti âmâ iken onunkisi açık olur. Başkaları sırları göremezken o görebilir. Görünce de, gören göremeyen gibi değildir ya... işte o zamanda sevgisi, şevki artar. Allahü Zülcelâl’e olan muhabbetini her şeyin üstüne çıkarınca... Çünkü muhabbet kalbdedir. Onun üstünde Arş vardır. O da ruhdadır. Onun ötesinde vecd var o ise sırdadır. Vecedtu "buldum" demektir. Yani, o zaman bulmuş olur...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İLİMLERİN ASLI TASAVVUFTUR

Tüm ilimlerin aslı tasavvuf ilmidir. En faziletlisi ve şereflisi olup diğer ilimler bundan alırlar. Velhasılı; ilim yönünden de kasdı ve gayesi Allahü Zülcelâl'dir. Başka bir şeyle de asla meşgul değildir. Tasavvuf ilminin diğer ilimlere nisbeti; ruhun cesede olan nisbeti gibidir. Çünkü tasavvuf ilminin va'zığı (ortaya koyanı) bizzat Allahü Zülcelâl'dir. Ve tasavvuf ilmini Rasûlüne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vahyetmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dan önce geçen peygamberler (as) içinde böyle idi. Çünkü, tasavvuf nazil olan bütün dinlerin ve şeriatların ruhudur.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim
TASAVVUF BEŞ ASILDAN İBARETTİR

Aziz kardeşlerim, biliniz ki tasavvuf şu beş asıldan ibarettir.

Resim Birincisi: Açıkta gizlide havfullahın (Allah korkusunun) olması lâzımdır. Havfullah olunca onun gereği dışında hiç bir şey yapamaz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ

Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne) : “Ey iman edenler! Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak canverin.” (Âli İmrân 2/102)

Yâni; halıkıyle Allah korkusu her şeyin üstünde olması şarttır. Fakat bu ayetin nazili sahabeye çok ağır gelmiştir.
Yâni; her şeyin hakkına uyabilmek ve hakkını verebilmek hususunda sahabe-i kiram üzülmüşler. Allahü Zülcelâl bu âyeti durdurmuş da başka bir âyeti teshilât olarak inzal buyurmuştur.


فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne) : “O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının... Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Tegâbûn 64/16)

Yâni; takatiniz nisbetinde... Hakkıyle hiç kimse haklayamaz. Allahü Zülcelâl'in emretmiş olduğu Havfullah hakkıyla üzerinde olarak hiç kimse haklayamaz elbette... Biz beşeriz buna güç yetiremeyiz. Allahü Zülcelâl o zaman bu âyet-i celile ile yapabildiğiniz kadarıyla Allah korkusu üzerinizde olsun buyuruyor. Çünkü nahoş (iyi olmayan) bir şeyler geldiğinde bunu Allah korkusu durdurabilecektir. Bu âyet birinci âyete kolaylık teshilat getirmiştir. Senelerdir söyleyip duruyorlar ki; “Allah ile kul arasına hiç kimse girmez” diye. Vesileyi inkâr ediyorlar. Takvayı anlattık yukarıda. Âdeta bir kalkan gibi yapacağın herhangi bir Allahü Zülcelâl'in rızası dışındaki nahoş bir şeye karşı Allah'ın korkusu gelip durduruyor, işte ittika dediğimiz şey tıpkı kalkan gibi... Tabiki Havfullah düşmanı uzaklaştırıyor. Arkasından verâ' dediğimiz; haramı bir tarafa bırakta şüpheli şeyleri bile kabul etmez. Takva ve verâ' olunca istikâmet doğar. Sırat-ı müstakime (en doğru yola) dahil olmuş olur.
Resimİkincisi : Ekval (sözler) ve efal (işler) de sünneti seniyeye tâbi olup bunları da iyice muhafaza edip bu halini koruması gerekir. Öyle ya, gel-geç değil hayat. Her hâlde bunlara muhafız olacak. Böylece hüsnü'l hulûk (iyi ahlâk) sahibi olur. Zira, mizanda en ağır gelecek olan hüsnü'l hulûktur. Hüsnü'l hulûk üzerinde olan hiç bir şey yoktur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için Allahü Zülcelâl:

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim--- “Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin) :Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem / 4)

diye ilan etmiştir.


ResimÜçüncüsü : Kendini halka bağlayıp kalma. Halk tamamen ve sadece bir âlet edavattır. Halkı ilah gibi tanıma. Halkın keyfini ararken Hâlık (Celle Celaluhu)'ını unutma. Halk dediğin Allahü Zülcelâl'in taht-ı tasarrufunda olan mahlukatidir. Riyakârlıkta münafıklıkta hepside bundan doğar. Bollukta olsun sıkıntıda olsun halka Halik (Celle Celaluhu)'ından daha fazla değer vermekten doğar bunlar... Sen halka Halik (Celle Celaluhu)'ından daha fazla değer vermekten sakın ki; üzerine sabır ve AllahüZülcelâl'e tevekkül tahakkuk ettirsin.

ResimDördüncüsü : Azlıkta ve çoklukta Allahü Zülcelâl'in verdiğine razı ol ki, kanaat ve tevfiz-i umur (Allahü Zülcelâl'in hükmüne rıza göstermek) tahakkuk etsin. Allahü Zülcelâl'in verdiğine razı olman galib gelince onun tevzî ettiğine razı olursun. Zâten Allahü Zülcelâl kuluna en İyi tarafını uygular. Hâşâ zulmetmez. Dâima Allahü Zülcelâl'den razı olup, hayrını bekleyip O'na yakın olursun.
Ancak nefsin ve şeytan galib olduğunda; Allahü Zülcelâl'den rızasından, kanaat etmekten ve Allahü Zülcelâl'in tevfiz-i umurundan uzaklaştırır. Halbuki Rabbısına karşı dâima tevekkül alallah olur ve candan severse, herşeylerine itiraz etmeden ve bir musibet gelse dâhi sabır eder. Hatta musibeti dâhi ni'met nev'inden kabul eder. Karşı gelme yönleri yoktur. Kanaat eder. Ve Allahü Zülcelâl'e bırakır. Tevfiz-i umura yâni Allahü Zülcelâl'e bağlanır. Allahü Zülcelâl seni hâşâ unutacak mı?.. Asla... Kanaat etmekle Allahü Zülcelâl'e bağlanıyorsun. Başkasının ya da kendi kendiyin emrine değilde Allahü Zülcelâl'in emrine amade olursun. Tabiki, “Rabbımız hakkımızda hayır tarafını isteriz.” diyebiliriz de “efendim ben şunu bunu değil de söyleşini böylesini vermeni isterim” diyemeyiz. O zaman tevfiz olmaz, kendi enâniyyetini kullanmış olursun. Allahü Zülcelâl elbette her şeye kadirdir. Erzakımız, dünyamız her bir şeyler onun tasarrufuyla dönmüyor mu? O zaman, tevfiz-i umur kelimesine bağlanıp O'nun her muamelâtını hoş görmemiz lâzımdır ve şarttır...



ResimBeşincisi : Bolluk ve sıhhatli anda ya da yoklukta ve hastalıkta ihtiyaç anındaki serrâ: şükür kısmındandır. Rahatı sıhhati malı mülkü vs. hepside düzgün ise bu halde o kimseye gereken tamamen şükür etmektir. Darra ise sabır kısmından olup; yoksulluk ve sıkıntı anlarında sabır gerektirmektedir. İşte şükür ve sabır... Bu ikisinden insanoğlu hiçbir zaman hali değildir. Ni'mete şükür... Musibete sabır... Bu ikisi birlikte olunca imanı tamamen kâmil olur. Her birisi ise yarımdır. Her zaman her yerde ve her halde bir kulun üzerinde bu iki halden birisi mutlaka vardır. Ya bir sıkıntısı vardır sabır gerektiren. Ya da bolluk içindedir ki tok, giyimi güzel, rahatı yerinde, borcu derdi yoktur; bu ise mutlaka şükrü gerektirmektedir. Her birisi de imânın yarısını teşkil etmektedir. Birlikte olunca tamamını... Hepimiz bu iki nesneyi asla unutmamalıyız, i'tiraz etmeyip sabretmek gerekir. Hâşâ Allahü Zülcelâl'in haberi olmayan bir şey yoktur. O gün öyle lâzım olmuş hastalık vs. gelmişse razı olup sabretmek gerektirir. Bolluk ve refah olmuşsa da razı olup şükretmek gerektirir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Aziz Kardeşlerim;
İnsan yukarda anlattığımız ve tasavvuf ilminin aslı esası olan beş vasfı ışığında kitabtan ve sünnetten yolunu seçecek ve mesnede bağlayacaktır. Zira, dinimiz mesned dinidir. Akıl ve mantık dini değildir. Akıl ve mantık her insanda değişiktir ama mesned sabittir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'dan sonra İran tarafından bir zât gelmişde sahabeden bilgi istemiş, sahabede hep hadisden bahsedince “Kur'an"dan bahsedin” diyor. O zaman sahabe-i kiram (ra): “Sen Kur'an'da gördün mü ki namaz kaç rekattır.” derler.
Ahkam (hükümler) sünnet-i seniyyeye bağlıdır. Bu ise imamların havaslarının müsbet eserleriyle bize ulaşmıştır. Ve şeriatın hükmüne bağlanır. Onun için bir kimse üzerine vâcibtir ki, hiç bir ferd kalb emrazından (hastalık) hali olamaz (kurtulamaz), ancak nebiler hariç olmak üzere ki onlar masumdur. Diğeri her ferd kalb hastalıklarından kurtulupta deterjanla yıkanmış tertemiz olmuş diye bir şey asla olamaz. Asla bundan hali değildir. Beşeriz masum değiliz kalblerimiz hali değildir. Neden? Çünkü; Melek değiliz, öyle olmasına rağmen iddia ederde “"benim kalbim tertemiz” dersen o zamanda nebî olman lâzım ki bu da mümkün değildir. Onun için kibirlenip gururlanıp da “benim kalbim maşaallah tertemiz” demek diye bir şey yoktur. Nebilerden gayrisi Âdemoğlu hata işlemek üzere yaratılmıştır. Nitekim Âdem (as) gelir gelmez bu işi işlemiştir. Ne diyeceksin ki, bize örnek olmuş... Onun için insan düşünmeli ve kendisi tertemizmiş gibi herkesin ufak tefek hatalarını ortaya dökmesi de doğru değildir. Beşerdir olmuştur. Ancak bu hata i'tikad (inanç) yönünden ise onu usulünce anlatmak zaruridir.


Resim

Hadis meali:
Yâni, Allahü Zülcelâl zinâ kısmından dahi âdemoğlunun her ferdi üzerine hazzını yazmıştır. Göz yönünden, kulak yönünden, başka cevarihler yönünden vs. Eğer hiç bir hata işlememiş olsaydık o zaman Allahü Zülcelâl bizleri yok ederde başka bir kavim getirirdi.

Resim

Eğer hiçbir zaman zünûb (günah) işlememiş olsaydınız Allahü Zülcelâl sizi yok ederde başka bir kavim getirirdi de günah işleyip arkasından istiğfar ederlerde Allahü Zülcelâlde onları mağfiret eder, bağışlardı... Tabiki biz günah işleyin demiyoruz. Fakat insan olarak hiç günah işlememek de mümkün değildir ki... Ancak ve ancak dâima fikrimizde olsun ki, bir günah işlediğimizde hemen istiğfari yetiştirelim arkasından... Hz. Sıddık (ra) buyuruyor ki; “Bir kimse yevmiye 70 defa zenbe düşmüş olsa dahi, zenbinin arkasından istiğfâre de devam edebildiyse o zenbleri istiğfâri yok eder. Zenb zehir ise istiğfar panzehirdir. O birşeyler getiriyorsa pürüz olarak öbürüsü de onu giderip temizliyor.” Bu hususda Allahü Zülcelâl âyet-i celilesinde:

وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Resim---“Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn(yestagfirûne) : Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azab edecek değildir ve onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azab edici değildir.”(Enfâl/33)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İNSANLAR İÇİN İKİ EMAN
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki; “Allahü Zülcelâl iki emân vermiştir ki, bir tanesi; aranızda bulunduğum sürece Lut (Aleyhisselâm) kavmi vs. gibi gazabla alt-üst olma yoktur.” Çünkü Rasulullah'a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke'de çok ağırlık yaptılar, müşrikler her şeyleri söylediler. Ve dediler ki: “Ya Muhammed, iki de birde bizi tehdid ediyorsun, geçmiş kavimler şöyle helak olmuş böyle helak olmuş diyorsun. Bizi nasıl helak edecekse Rabbına söyle de getirsin.” diyorlardı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise tabiki âleme rahmet olarak gelmiş, onların üzerine gazabla helak hemence gelsin demiyor ki... Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hususu düşünürken yukarıdaki âyet-i celile gelmiş, “Ya Habibim, sen aralarında bulundukça Rabbın onlara azab etmez, senin bir emân durumun vardır.” O zaman sahabe-i kiram (Radyallâhü Anhüm Ecmaın) sevindiler ve dediler ki: “Ya Rasûlullah, sen aramızda var iken bir emân durumundasın, bir beliyye bir musibet gelmez. Fakat sen olmazsan ne olur halimiz” derler. O zaman Allahü Zülcelâl yukarıdaki ayet-i kerimesinde:

“Allahü Zülcelâl istiğfar eden kimseye asla azap etmez. Yeter ki hadlerini bilsinler, mağfiret dilesinler, istiğfar etsinler.” Onun için Rasullulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Allahü Zülcelâl bana iki tane emân verdi. Bir tanesi aralarında bulunduğum sürece onlara azab etmez. Bir tanesi de günah işlediklerinde istiğfare ettikleri sürece azab etmez.” buyuruyor. Demek ki biz ümmet-i Muhammed'e gereken hiç olmazsa yevmiye 70 kerre istiğfar etmemiz lazımdır. Zira, Rasulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ben şahsen her gün her zaman hiç getirmedim ki behamahal yevmiye 70 ya da 100 kerre istiğfar getirmemiş olayım.” buyuruyor.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim
İLMİ BATIN

Aziz kardeşlerim;

Bir kimsenin batın ilminden haberi yoksa ve hele bir de bilhassa inkâra kalkışırsa sû-i hatimesi (sonunun kötü neticelenmesi) mutlaktır. Allahü Zülcelâl muhafaza buyursun. Bu sözü hem Şah-ı Nakşibend (ks), hem Beyâzıd-ı Bestami (ks) hem de mübarek şeyhimiz Alaaddin (ks) hazretleri buyurmuşlardır. Şah-ı Nakşibend (ks) hazretleri:

Resim

“Tarikatımızı tasdik eden küçük velayete sahib olur. Ama bunun karşısında tekzibe (yalanlama) kalkarsa sû-i hatimesinden korkulur.” Allah korusun ilmü'l batın bu...

Nasıl ki hadisler diğer âlimler yoluyla geldiyse ilmü'l batın dahi öyledir. Hz. Sıddık (ra) yoluyla, sır yoluyladır. Hz. Sıddık'ın (ra), Hz. Ömer'in (ra), Hz. Osman'ın (ra) ve Hz. Ali'nin (kv) de sırları vardır. Ancak en fazla Hz. Sıddık (ra) ve Hz. Ali'nin (kv) sırları ve yolları devam edegelmiştir. Esasen ilim ikidir. İlmü'z zahir (zahiri ilm) kişinin lehine de aleyhine de hüccet olabilir. Sahib olduğu zahir ilmin gereğini işlemiş, muamelelerini yapmış ve gereğine uymuşsa kendi lehine bir hüccettir. Yok eğer hem zahiri ilmi okumuş hem de gereğini işlememiş, bir taraftan söyler, öbür taraftan söylediğiyle amel edip işlememişse tabiki o ilmin muamelatı dışında kalır ve ilmi aleyhine hüccettir. İki ilmin ikincisi ise ilmü'l batın (batınî ilm) dır ki;

Resim

İlmü'l batın Allahü Zülcelâl'in sırlarından bir sırdır ki dilediği ve sevdiği kulun kalbine ilka eder, koyar. Kalb yoludur. Tahkikdir. Ve bu yolun tasdikini de bilmek lâzımdır ki, hiç olmazsa bu yolu tasdik edip ehline teslim olupta bir fayda temin etmektir. Çünkü; kalb ehli dışındakiler, meseleleri ve hükümleri hakkında rastgeleye fehmedip anlayamazlar. Oturup da herkes halledemezler. Tabiki, kalb ehli olması gerekir. Her ilmin ehli vardır. Her bir şeyde ehline rücu' edip döner. Kim ki eşyanın hakikâtına bakarsa görür ki; hepsinde câri' olan Allahü Zülcelâl'in kudretidir. Hepsi de Allahü Zülcelâl'in hükmü altındadır. Zira, Allahü Zülcelâl:

الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَمينَ…
(A'raf /54)

Bakınız; Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!.. buyuruyor.

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

Resim---İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrihi, e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârakallâhu rabbulâlemîn(âlemîne) : Semaları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O’nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O’nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.
(A'raf 7/54)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim (Seyh Bawa Muhyiddin Hazretlerinin çizdiği bir ağaç)

ŞERİAT VE TARİKAT

Aziz kardeşlerim;
Şeriat ve tarikat birbirlerine lâzımdır. Suyun ağaca lâzım olduğu gibi... Cesedin ruha muhtaç olduğu gibi... Şeriat ağacın gövde kısmı, tarikat dalları ve yaprakları, hakikat ise meyvesidir. Tabiki önce ağacın gövdesi sonra dal ve yaprakları olsun ki ağaç güzel güzel meyveler versin, semerat versin. Tekmili elbirliğiyle faydalı bir ağacı meydana getiriyorlar. Marifet hepsinin tekmilinden bir araya getirilmesinden elde edilir. Bunlar birbirlerine merbuttur ve bağlıdır. Sadece gövde olmaz. Dalları yaprakları olup da meyvesi olmasa bile hiç olmazsa gölgesi olur. behemahal gövde ve dalları olmalıdır. Amma meyvesi de olursa ne kadar hoş olur ya!..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

TASAVVUF İSMİ VE SUFÎ

Tasavvuf ilminin ismi; safa ve saftan alınmadır. Saf dediğimiz kalbi kin, keder vs. gibi pürüzlerden safi duruma getirmektir. Kalbini böylesine saflaştıran kişinin ismi ise Sufî olur. Kalbini saf duruma getirmiştir. Paslılık pusluluk ve kirlilik yoktur. Kalbi öyle bir hale gelecek ki kimseye karşı hased, fesad, kin, garaz yok... Dünyaya minneti yok. Dünya altın olsa veya toprak olsa da onun için fark etmez.

Bazı arifler dediler ki SÛFÎ kelimesi dört harfin bir araya gelmesinden (mürekkebinden) meydana gelmiştir ki bunlar:

Resim

1- Sad :
Resim Sabrının, sadakatinin ve safiliğinin ilk harfleridir.

2- Vav :
Resim Vecdinin (buluşunun), vûddünün (sevgisinin), vefasının ilk harfleridir.

3- Fa :
Resim Fakrının, ferağının (kalbinin her bir şeyden boş oluşu ve sadece Allahü Zülcelâl'e bağlanıp kimseye yer kalmaması) ve fenasının ilk harfleridir.

4- Ye :
Resim “Ye” dediğimiz, anlattığımız yukardaki üç harfin belirttiği hususların tekemmülüne ve içeriğine sahib olur. O haller vücûduna tamamen mecz olunur ise o zaman Allahü Zülcelâl'in misafiri ve yakini olur. İkram ve ihsan başlar.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

TASAVVUF VE HAKİKAT İLMİ

Tasavvuf ilmine ilmü'l batın denildiği gibi ilmü'l hakikat de denilir. Ve ilmü'l tarikattır ki; nefsi zemmedilen (yenilen) sıfatlarından temizler ve Allahü Zülcelâl'in razı olacağı şekilde bir güzelce tezyin eder.

İttifakla, hakikat ilmi olmaksızın şeriat ilmi atıldır ve insanı daha ileriye iletemez. Ancak, sadece hakikat ilmine başvururda şeriat ilminden habersiz ise bu da batıldır. Bu ikisinin, şeriat ve tarikat ilminin beraberce olması halinde ise o kimse âkil (akıllı) ve ariftir. Şeriatın ve hakikatin behamahal beraberce olması gerekir. Ruhla ceset gibi... Ruh olmazsa ceset iş göremez. Cesed olmazsa da ruh iş göremez, ikisi beraberce olmalıdır.


Üstad Ebu Kasım el-Kuşeyrî: Şeriat dediğimiz ubudiyyete (kulluk) iltizam eder. Yani, Allahü Zülcelâl'e kulluk vazifelerimizi yerine getirmeyi gerektirir. Hakikate gelince Rububiyyet müşahedesini iltizam eder. Envâr-ı ilahiyeyi müşahede eder. Kalb basireti açılır da artık harikalardan az çok bir şeyler görür. Allahü Zülcelâl'in rububiyetinin kudreti azametini görür. Gök alemindeki durumlar gibi... İbn-i Haceretü'l Heytemî mübarek sekiz mesnedle bir hadis ortaya getirip buyuruyor ki; yer ile gök arası 500 senelik mesafe, semânın da kalınlığı 500 sene, ondan da öbür semaya kalınlık 500 sene olup 7 semânın toplam kalınlığı 7000 senedir. Gökler ise son gök altın madeninden, diğeri gümüşten ve benzeri harikalar vardır. Bu hadis mevkuftur. Fakat 7. göğe varmak için 7000 sene. Oradan da Arşa varmak için 7000 sene... Demek ki Arş ile aramızda 14000 sene vardır.

Şeriat tek taraflı olursa, tarikat ve hakikat ilminden geçmez ise adeta bir heykel gibi olur. Hakikatin müeyyidelerinden yoksun olursa o şeriat makbul olunmaz. Kibir, hased, fesad kendini beğendirme vb. her şey vardır içinde... ancak hakikat ilminden bahsedecek olur da şeriat ilminin hükümlerine uygun değilse, şeriat ilminin kayıtlarına uymazsa o hakikatte makbul değildir ve hiçbir mahsul alamazlar. Netice temin edemezler. Esasen şeriat halka teklif getirir. İbadat, muamelât... Namazdır, oruçdur vs. teklifleri getirir ve malumatlarını verir. Hakikat ise, Hak'dan (Celle Celalehü) tasarrufu hakkında haberler vermektir. Şeriat ilmi Allahü Zülcelâl'e kulluk yapmak hususunda malûmatlar verir. Böylece Ma'buduna âbidlik yaparsın. Hakikat ilmi ise Allahü Zülcelâl'i müşahadedir. Ancak müşahade deyince zâtını değilde sıfatlarını müşahadedir. Yani, düşünürken tasarrufun Allahü Zülcelâl'e ait olduğunu müşahade eder, anlar ve görür. Tabiki, şeriat esbabla sebeblerle bağlıdır. Ama hakikat ise, sebebleri ortadan kaldırınca müsebbible yani her türlü tasarrufun Allahü Zülcelâl'in hükmü tasarrufunda olduğunu müşahade eder. “Teşehhedü'l Hak” deyince hemen Allahü Zülcelâl'in zatını müşahade değildir. Ama son hale gelince o başka... Evvelâ, kul her ne kadar şöyle bir hareket ediyorsa da tasarruf Allahü Zülcelâl'indir. Umumiyetle sıfatların işleyiş tarzını müşahede eder. Levh-i Mahfuza baktığında görüyorsun ki, bir kimse doğmuştur oysa biraz önce yoktu. Bir kimse ölmüştür oysa biraz önce var idi. Yani tasarruf bilgisayar işlemi gibi devamlı çalışıyor. Yevmiye üçyüz altmış küsur mezra gece gündüz tebeddülat (değişim) işlemleri vardır. Başına bir şeyler gelmiştir, doğmuştur, ölmüştür vb. Hallakıyet, rezzakıyet işlemleri... cerayan durumları... İşte böylesine Levh-i Mahfuz'u müşahade eden kimse bakarki devamlı meşguldür. Allahü Zülcelâl'in takdiri yürümektedir. Bunları görünce işte o zaman kalbi Allahü Zülcelâl'den hâli kalamaz.

Şeriat ilmi, Allahü Zülcelâl'in emirlerini yerine getirmekle ayakta durur ve emirleri yerine getirmekten sorumlu tutar.Hakikat ilmi ise Allahü Zülcelâl'in gizli açık takdirlerini ve mukadderatın cereyanını müşahade etmektir. Üstad Ebu Alliyyi'd Dakkak: Allahü Zülcelâl'in âyet-i celilesinde ehl-i şeriat:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ
Ancak Sana ibadet ederiz deyince henüz o kimsenin enaniyeti vardır. “Sana ibadet ederiz” derken şeriatı korumakta ve ona uymaktadır. Ehl-i hakikat ise:

وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ
Ancak ve ancak Senden yardımını ve inayetini dileriz derken itiraf ederki; ibadet yapacağız amma inayetin yetişirse, yardımın olursa yapabiliriz. Birisi:

اِيَّاكَ نَعْبُدُ
şeriatın hıfzı, öbürü ise;

وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ
hakikatin ikrarıdır. Şeriat ilmi ki; üzerimize her yönden vâcib olan Rabbımıza kulluk yapmaktır. Aynı şekilde hakikat ilmi ise vâcibdir ki Rabbını bilesin, sıfatları yönünden giriş yapıp işlemlerini müşahade edesin. Hiç olmazsa marifet yönünden bilirsin. Kalb basiretini açarsa müşahade edersin. Daha ötesi ise ileride olabilir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Şeriat ilmi bir şey anlatacaksa, bir hüküm çıkaracaksa delil ve burhan getirir. Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyyeye dayandırır. İlmi şeriatta mutlaka delil ve burhan getiriyorsun. Hakikat ilminde ise şühûd ve îyândır. Müşahade ve ayan beyan görüp tanımayı esas alır. Şühûd esasen kalb basireti ile, ruh basireti ile olur. Kalb basireti gök alemini görebiliyor ve arşa doğru kalb basiretinin işi biter. Ruh basireti ise arşı müşahade edebilir. Sır basireti ise Alemü'l Emri müşahade edebilir. Ve de Allahü Zülcelâl'in sıfatının ötesinde zât kısmını da müşahade etmeye başlar ki sıfat-ı Zâtiye kısmından... Kalbin gördüğü gökteki olan Levh-i Mahfuz işlemleri, Allahü Zülcelâl'in emir ve hükümlerinin işleyişi sıfat-ı fiiliyyedir. Sıfat-ı selbiyyedir. Efal kısmındandır ki, kalb basireti görebiliyor. Ruh basireti ise bir nebzece sıfat-ı Zâtiyeyi görebiliyor. Ama sır, hafi, ahfa ise her kademe çok daha keskin çok daha harikalar müşahade etmeye basiretleri uygundur. Sıfat-ı Zâtiyyeden ileride sıfatın perdesi olmaksızın, şuundan sonra Zât Celle Celâlühü ki üryan tabir edilir. Ve bu kısma hiçbir ferde giriş yoktur.

Şeriat âmel ve sebeblere başvurmakla kâimdir. Hakikat ise manevî haller içinde bu hallerin sahibi olunca sebebe değilde esbabın müsebbebi olan, işleten ve hareket ettirene tevekkülü lâzım ve gerekli görür. Şeriat ilme'l yakin, tarikat hakka'l yakin, hakikat ise ayne'l yakin'dir. Şeriate ilme'l yakin dediğimiz; ilim sayesinde Allahü Zülcelâl'in zât ve sıfatlarını öğreniyoruz. Levh-i Mahfuz işlemleri, kabir halleri vb. okudukça Allahü Zülcelâl'e ilmen yaklaşıyoruz. İlim yoluyla öğreniyoruz. Ve Allahü Zülcelâl'in azamet ve kudretini biliyoruz. İyice bilince de inancımız daha da fazlalaşıyor. Ona yaklaşıyoruz. Ancak şeriatte ilme'l yakinde arşı anlatıyorlar, levh-i mahfuzu anlatıyorlar fakat görmüyoruz ki.. Ancak bu bilişimiz bize yaklaştırıcı sebeb oluyor. İlmen bilen hiç bilmeyen ayarında değildir. Çünkü ilmen bilen sağlamı çürüğü, cenneti ve cehennemi, sevabı günahı seçebiliyor. Tarikatta ise biraz keşfiyat vardır. Levh-i mahfuzun bizzat kendisini işlemlerini müşahade edebilir nasıl deveran ediyorsa. Kâr-zarar, ölüm-doğum. Kâfir iken müslüman olmuştur, mümin iken kafir olmuştur. Bu gibi işlemler, aynen bizatihi görür. Kalb basireti ile görür. Kulakla duymak gibi değildir elbette. Levh-i Mahfuz'un bizatihi müşahadesi çok tesirat bırakır. Değişiklikleri acayiblikleri aynen görür. Anlatmak gibi değil de Allahü Zülcelâl'in emir ve kararlarının tebeddülatını müşahade eder. Bizzat görür. Hakikat olan ayne'l yakin ise; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den bizatihi hak menbaını alabiliyor, görebiliyor. O hale geliyor. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in menbaı başına doğrudan doğruya gider. Halleri ve durumları Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'tan hak menbaından alır.

Resim

Bir kimse şeriatı öğrendi ve şeriat yolunda yürüttüyse hakikaten o zaman iman kısmındandır. İnanıyorsun ki yapıyorsun. İnandığın delilidir bu. İşliyorsun ve yapıyorsun ki imanın delilidir, isbatıdır. İlmi okuyorsun ama sonu ne olacak belli değil, itikad edip emir ve yasakları işletirsen bu yol tarikattır, iman makamıdır ve isbatıdır. İlim ve âmel birleşince ise, Allahü Zülcelâl o kimseyi öyle bir ilme vâris kılar ki, şunun bunun okuduğu ilim değil de mevhibeyi ilahiden gelen bir ihsandır. Hakikattir. Hakikat ise makamü'l ihsandır. Bu bir inceliktir, işte, ilmi olupta işletmeyen ve bu yolu izlemeyenin sonu hüsran olur. Ve ilmi onu Hak (Celle Celaluhu)den tamamen uzaklaştırır.

Allahü Zülcelâl'in Habibine buyurduğu

Resim
şeriattır.

Resim

ise hakikattir.


فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ
(Âli İmrân/159)

Kararını verdiğin zamanda artık Allah'a dayanıp güven


Resim

Hadis meali:
Kim ki ilmini çoğaltırda zühdünü çoğaltmaz ise, o ilim, o kimsenin Allahü Zülcelâl'den uzaklaşmasına sebep olur.”
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Resim

ARİFLERİN TASAVVUF HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

İmam Mâlik ibn-i Enes (ra), âlimlerin sıfatlarını anlatırken buyurur ki; kim ki ilmi öğrenir, şeriat ilmini zahiri ilmi öğrendikten sonra tasavvuf ilmini de yürütmez ise o zaman fıska düşer. Çünkü tarikat olmayınca istikamet tutturamaz...Kibirli olur, gururlu olur, bühtan eder, bugzeder, sert olur. Sadece kupkuru ilim yetersiz olur. Sadece şeriat ilmiyle yetinirse kibirden ve enâniyetten kurtulamaz. O zaman ise fıska girer. Ama şeriat ilmini de hiç öğrenmeden cahil bir sofi doğrudan doğruya tasavvuf ilmine dalıp tarikata girer ise o zaman da zındıkaya düşer. Yani şeriati öğrenmeden hemen tasavvufa girdiyse o da çok yanlıştır. O zaman fıska değil de daha beteri zındıkaya girer.
Eğer bir kimse önce fıkıh ilmini şeriat ilmini ibadat ve muamelatını güzelce öğrenip ardından da tasavvuf ilminin mânevi hallerini öğrenirse ve edebide beraberce olursa ne âlâdır. Çünkü tasavvuf ve tarikat demek edeb demektir. Edebi de öğrenirse o zaman o kimse ehl-i tahkikdir. İkisi de olursa tahkik ehli olur. Hak tahakkuk eder. Yoksa cahilin sufisi şeytanın maskarasıdır.
İmam-ı Ali (kv) öyle buyuruyor: “İki kişi benim belimi iki büklüm hale getiriyorlar. Bir tanesi, bir âlimdir ki nefret ettiricidir.” Edebi yoktur, çok serttir ve adeta milleti geldiğine, dinlediğine pişman ettirir. Aşırı derecede sert konuşur ve edebi yoktur. Bir zaman İmaret Camisinde bir hatib çıkmış da “Şunu yaparsan cehennem bunu yaparsan cehennem!...” diye söyleyip durunca birisi de kalkmış “sen cehennemin zebanisi misin?” deyip çıkmış gitmiş. İşte sertlik ve nefret ettirme budur. Tenfircilik hiç de iyi değildir. İmam-ı Ali (kv): “Belimi iki büklüm yapan diğer kimse ise; fısk ehli olduğu halde sûfîlik yapmaya kalkışan kimsedir.” Cahildir, fısk içindedir ama bir de sûfîlik taslar.
Hikem-i Ataiye'nin sahibi buyurur ki: Faydalı olan ilim odur ki, sadrı genişletir ve şuasıyla kalbin kınasını engelleyici, perdesini kaldırır ve kalbi inkişaf ettirir. İlmin en güzeli, en faydalısı, en yararlısı yanında haşyet olanıdır. İlim vardır beraberinde Haşyetullah da vardır. Böylesine ilminin yanında Haşyetullah da var ise bu ilim lehinedir, yoksa o ilim senin aleyhinedir.
Seyyid Ahmed Er-Rufaî (ks): “Tarikatı inkâr eden her ferd bilsin ki senet ve mesned olarak en başta "Lâ ilahe illallah" Tarikatın ana düsturudur. Esası ve temelidir.” “Mesnedi yoktur, nereden çıkarmışlar tarikatı?” diyenlere ilk mesned budur, tarikat ilmi esasen mesnetlidir, senetlidir. Zira Allahü Zülcelâl âyet-i celilesinde:

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ
Biliniz ki Allah'tan başka ilah yoktur.

diye buyurunca, emredince ve uyarınca bunu Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) halka tebliğ etmeye, telkin etmeye ve aktarma yapmaya başladı. Senetli, mesnetli olarak. Esasen bu âyet-i celile gelince kelime-i tevhidi kendi ashabına telkin etti. İster cemaat halinde olsun ister ferden, tek tek olsun. Müteselsel olarak sonuçta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a varır. Herhangi bir şeyh hakikaten ehlinden aldıysa zincirleme olarak icazeti Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e varır. O sebeble Allahü Zülcelâl emretmiş, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)da halka arzetmeye başlamış. Cemaat olarak da tek tek de telkin etmiştir. Mesnedleri sağlıklı ve sıhhatli bir şekildedir. Bu Turuk-ı Aliyyenin tüm tarikatların Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) varan bir zincirleri vardır. Velev ki zincirden kesiklik olmasın. Zincirden kat' olanlarda olmuştur. Nitekim Şah-ı Nakşibendi zincirinden kat' olunmuş birisi için: “Ne olursun bu kadar da uğraştı, çabaladı vs.” denilince: “Siz ne sandınız bu zinciri? Demircinin yaptığı zincir halkalarımı saydınız ki tekrar geri gelsin Allahü Zülcelâl'in ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emridir.” Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emretmediği hiçbir kimse zincirden kat'edilemez. İşteRasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'dan kendisine kadar gelen zincir halkaları tamam ise şeyhtir. Yoksa babası kendisine bir takke bırakmış, post bırakmış da vs. ile şeyhlik olmaz. Böylesi kimse zincir halkasına gerçekten eklenen kimse de değildir. Esasen ciddiyetle seyr-i sülük yapılması lâzımdır.Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'da o kişinin kendisini tasvip edilecek ki zincir de bir halka olabilsin.Şu hadis-i şerifte bunun şahididir ki, Şeddad ibni Evs (ra)'dan:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Tarikatın ihtidasının mesnedini isnadını anlatıyor ve diyor ki: Aleyhissalatü Vesselam ile Kabe'nin fethedildiği devrede bir gün Kabe'nin içinde idik ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “İçinizde garib var mıdır?” Garib derken ehl-i kitab kısmından kimse var mıdır diye soruyor. Yoksa başka tarikattan kimse var mı diye sormuyor. “Biz hepimizde Muhammedi'yiz, Ya Rasulullah onlardan hiç kimse yoktur” dedik. “O zaman kapıyı kapatın” buyurdu. Çokluk olarak, cemaat olarak, çünkü teker teker olmayacak. “Beni dinleyin” buyurdu. Ve Allahü Zülcelâl'in buyurduğu;

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰه

Ayet-i Celilesini tebliğ etti. Ellerini kaldırdı ve ”Lâ ilahe illallah, Lâ ilahe illallah, Lâ ilahe illallah” üç defa buyurdu. Ashab-ı Kiram (ra) dinlediler.
“Bir de sizden duyalım” buyurdu. Biz de elbirliğiyle ellerimizi kaldırarak üç defa “Lâ ilahe illallah” dedik.
Gaye
“Lâ ilahe illallah” deyince artık putperestlik bitti. Birincisi, başka ma'bud yok. “Lâ ma'bude illallah” İkincisinde de “Lâ ilahe illallah = Lâ mevcude illallah” Mevcudat, mevcudiyet her ne var ise, Allahü Zülcelâl'in var ettiği şeylerdir. Yarattığı şeylerdir. İstikrarlı ve değişmeyen mevcûd sadece Allahü Zülceiâl'dir. Evvelden ahirine her zaman mevcûd olan O'dur. Diğerleri mahluktur ve mevcudiyetleri gel-geç tir. Fakat Allahü Zülcelâl, “Lâ mevcûde illallah” ki evvelden ahire vücud sahibi olacak olandır. Vahdaniyet sahibidir. Tevhid budur. Üçüncüsünde “Lâ ilahe illallah = Lâ Meşhûde illallah” Allahü Zülcelâl'in eserleri her yerde, her zaman ve her halde müşahade edilip durmaktadır. Bütün görenlerin esası Allahü Zülcelâl'in eserleridir. Bu tevhid akidesi olunca tevekkelallah itimadu alallah... Her ne mahluk var Allahü Zülcelâl'den ve her hadise ne oluyorsa hepsi de Allahü Zülcelâl'in dışında cereyan edemez. Mevcudiyeti de ve müşahadesi de Allahü Zülcelâl'dir. Üç defa tekrar ediyor. Uluhiyyet şirki kaldırıyor. Fakat inana göre mevcudiyetini ve müşahadesini de anlamak lazımdır. Bu ikisininde kalb yoluyla olması lazımdır. Ravi diyor ki bizde söyleyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Seliem) “Elhamdülillah” buyuruyor ve hamdü şükr ediyor. “Beni bu kelimeyi tebliğ etmeyi emrettin ve beni bu kelime için gönderdin. Her ferde yaymayı emrettin ve bu kelimeyi halka öğretmek için gönderdin. Ben de bu anda bunu yerine getirdim. Bu kelimeyi söyleyenlere de cennetini vadettin. Sen vadinde halfetmezsin inanışımız budur ki vaadine hilaf etmezsin, bir şey vaadedersen vaadin dışında bir şey yapmazsın.” O zaman cemaat elbirliğiyle söyleyince “Müjdeler olsun Allahü Zülcelâl sizleri mağfiret kıldı... sıfır... hiçbir şey kalmadı...” buyurdu. Bu ashab-ı kirama umumen telkinidir. Bir de ferden zikir telkini vardır ki İmam Ali'ye (kv) telkin etmiştir. İmam-ı Ali (kv) Rasulullah'tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) istiyor ki, “Bana bir şeyler öğret ki harikalardan olsun.” diyor. İmam-ı Ali'nin (kv) böylesi inceliği vardır... Ona tek kişilik telkin verilmiştir ve lider olmuştur. “Ya Rasulullah, Allahü Zülcelâl'e en yakın ve kuluna en kolay ve Allah indinde en faziletli yol nedir? Bana bildir.” diye harika bir şeyler istemiş de... Allahü Zülcelâl'e en yakın, en kolay, en faziletli ve en yaklaştırıcı bir yol için Rasulullah'tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) malumat istiyor. Ve bunun karşısında da Cenâb-ı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki; “Allahü Zülcelâl ile kulu arasında en yaklaştırıcı en efdal, en teshilatlı, en geçerli ve saadete iletecek olan yol benim söylediğim ve benden evvel geçmiş olan nebilerin söylemiş oldukları kelimedir.” Nedir bu kelime? Umumiyetle “Lâ ilahe illallah”dır. Ötesi her nebinin kendi devresi ile ilgili. Ama Musa'ya (as), ama İsa’ya (as)... “Lâ ilahe illallah” ise hepsinde eşittir. Allahü Zülcelâl'in vahdaniyet akidesini ikrar etmektir. Bu ise umumidir. Risalet, zamanın resulü kim ise, artık o resulü kabul etmek gerekir. Çünkü aracıdır. Resul olmazsa bilemeyiz ki...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: Şeriat-Tarikat-Hakikat.. Muhammed SIDDIK (k.s)

Mesaj gönderen Gul »

Ancak Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ba's olunca (gönderilince)Lâ ilahe illallah Muhammed er Resulullah geçerli olmuştur, önceki resullerin ve nebilerin risâlet zamanları geçmiştir. Hatemü'n nebiyyi gelmiştir. Ve O'nun risalet devresi başlamıştır ve ilâ nihaye devam edecektir. İmam-ı Ali (kv) bu kelimeyi küçük bir şey sanmasın diye bunun karşısında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Ya Ali eğer yedi semâ ve yedi arzı terazinin bir kefesine, diğer kefesine de "Lâ ilahe illallah" kelimesini koysan, "Lâ ilahe illallah" kelimesi ağır basar. Diğer kefeye doldurulan tüm nesnelerden bu kelime racihtir. Ancak; halisane lillahi hakkı verilmiş bir kelime olarak zikredilirse bu böyledir.” Bunda çok mühim mesele vardır. Hakim-i Tirmizi bu hususta şartlar koymuştur. Kelime-i tevhidin kavlî (sadece kuru sözle) değilde hâli (halende) olması lâzımdır. Kelime-i tevhidin söylenen halininde kavline uygun olması şarttır, öyle olursa kâinat bir araya gelse onun karşılığı olamaz. Bu öylesine ağır ve değerli bir kelimedir. Sağlayabildikten sonra hiç lamı cimi yoktur. O kimse cennete girer... Ama, ehl-i lâ ilahe illallah'ın sadece kavli olması yetersizdir. Söyler de bunun hükümlerine âmil değildir âmel etmez. Zira bunlar Allahü Zülcelâl'in emir ve hükümleridir. Eğer uluhiyyetin kıymet ve değerini dünya meselelerinin üstüne çıkaramıyorsa bu kelimeyi söylemesinin ne önemi kalır. Eğer dünya meseleleri bu kelimenin üstünde bir haiz ise bu kelime kavlîdir ve hâlî değildir. Yarın mahşerde kalktıklarında Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: Ben müşahade ediyorum ki kabirlerinden çıktıklarında şöyle bir üzerlerindeki tozlarını gubarlarını silkeleyip de:

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذى هَدٰینَا لِهٰـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ
…” (A’raf/43)

“Hidayetle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamd olsun. Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik.” diyerek Hamd ü sena ederek kelimeyi tevhidin hayrat ve berakatını söylerler. Öyle buyuruyor mübarek: Ehl-i lâ ilahe illallah'ı gördüm ki üzerlerinde hiç bir pürüz yoktur. Bir zahmet ve müşkilat yoktur. Ancak ehl-i lâ ilahe illallah olanlar böyledir. Sadece sözle kavli “lâ ilahe illallah” olanlar değil. Kavli “lâ ilahe illallah” sadece müslüman eder. Müslüman olur kılıçtan ve azabtan kurtulur. Faydası işte budur. Madem ki kavlen lâ ilahe illallah dedi, ancak bu kelimenin halile de hallenmesi ehli olması şarttır. “Lâ ilahe illallah, lâ mabuda illallah, lâ meşhûde illallah” dedi Allahü Zülcelâl'in azamet ve kudretini emir ve hükümlerini dünyada her şeyin üstüne çıkarmazsa “yok efendim bir kelime söylüyor da, dünya meselesini ve muhabbetini bu kelimenin çok üstünde tutuyorsa, artırıyorsa” Allahü Zülcelâl böyle bir şeyi kabul etmez. Allahü Zülcelâl gayyurdur. Hafife almak ise maalesef yanlıştır. O zaman hakikaten bu kelime aleyhinde olur. Çünkü sorumluluğunu yerine getirmemiştir. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Rasulullah'ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuş olduğu, lâ ilahe illallah esasen kavlî olmak değil de ehli olmak lazım geliyor...

Onun için Hz. İmam-ı Ali (kv) ile diz dize gelmişler de “Ya Ali, ben söyleyeyim sen şöyle, kulağını ver ve beni dinle, candan her yönüyle bu kelimeyi ben söylerken sen dinle, ondan sonrada sen söyle ben dinleyeyim.”
Resim
Cevapla

“►Muhammed Sıddık◄” sayfasına dön