kaddesallâhu sırrahu
![Resim](https://www.muhammedinur.com/photos/upload/2012/03/12/20120312160527-2ee638a8.jpg)
MD.TMMSHBTLR-22
TEVEKKüL
(TEKKE CÂMi SOHBETi)
(Profesör Doktor Münir Derman Beyin 14 Mayıs 1967 Pazar günü Tekke Câmiinde yapmış olduğu derstir.)
Aziz Cemâat, İmam Efendinin okuduğu Kur’ân-ı Kerim, Âyet-i Kerîme sonunda “lâ ya'lemuuun” diye bitti. “Onlar bilmezler” demek.
Bu Âyet-i Kerimenin Rasûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellemin Efendimizden hicretten 170 sene sonra bu Âyet-i Kerîme'yi İmam-ı A'zam bir yerde kullanmıştır.
İmam Efendi okurken o hatırıma geldi sizde bilesiniz diye anlatıyorum.
İmam-ı Azam biliyorsunuz 150 hicrî senesinde dünyâya teşrif ettiler, Numan ismi.
Anasının ismi Zehrâ Binti Şems Şems ibni Hayfun'dur bu annelerinin ismi hiçbir kitabta yoktur, yalnız İbni Hallegan Târihinde vardır.
Genç yaşta Medîne'yi teşrif ediyorlar kendileri, Kâbe'yi ziyâretten sonra Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin Ravzasına gidiyorlar.
Kendisi "harar"dı İmâm-ı A'zam'ın. “Harrar” demek ipekli kumaş satandır, ipekli kumaş.
Medîne’ye yanaşıyor, yürüyerek tabi atınan felan değil.
Ravzayı Mutahharadan aşağı yukarı 2-3 kilometre uzakta konaklıyor çadırcağızını oraya kuruyor, yanaşamıyor Ravzayı Mutahhara'ya, ordan ziyâret ediyor.
Gece rüyâsına giriyor Sallallâhu aleyhi ve sellem : “Yâ İmam niçin yanaşmıyorsun?” diyor.
Edebinden yanaşmıyor, edebinden.
Ondan sonra yavaş yavaş Ravzayı Mutahhara'ya yanaşıyor İmâm-ı A'zam.
İşte o zamanlar Medîne’de büyük âlim ve imamlardan İmâm-ı Muhammed vardı.
Akşamları oldu mu ikindiden sonra Mescid-i Nebevî'nin dışında, 150 Hicrî'den sonra oluyor bu.
Oturur İmâmı Muhammed, bütün ders alacak dünyânın her tarafından gelen talebeler de etrâfına oturur. İmâmı A'zam’da orda halkanın içine girmiş.
İmâmı Muhammed soruyor. Bir sual soruyor.
Ona soruyor, ona soruyor. Sual bitti mi tekrar soruyor.
İmâmı A'zam’a gelmiş. Demiş ki, İmâmı A'zam 25 yaşında o zaman.
“Seni yeni görüyorum demiş sen ne iş yaparsın?” demiş.
Demiş: “Efendim ben demiş Kur’ân-ı Kerim okurum” demiş, bu kadar.
“Peki nerelisin?” demiş “Memleket?”
“Mine’l- Irak, Irak’lıyım” demiş. Yani Bağdad’dan.
“Şu münâfık memleketi mi?” demiş, İmâmı Muhammed soruyor.
Irak’tan, Münâfık Memleketlerinden demek.
Biliyorsunuz Münâfık Memleketleri, Ehl-i Beyti perişan ettiler ordakiler biliyorsunuz.
Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Hasan ve Hüseyin bütün ehl-i Beyt kılıçtan geçti. Münâfık olmasın da ne olsun!
Onun için o memleketlere “Münâfık Memleketi” buyuruyor İmamı Muhammed.
Sesini çıkarmamış İmâm-ı A'zam.
Öyle kelimeler konuşurken insan çok dikkat etmesi lâzımdır.
Çünkü söz keskin bir kılıçtır, nasıl keseceği belli olmaz.
Söylenen söz, atılan ok gibidir geri gelmez.
Belki birinin kalbini kırarsın, belki bir ALLAH Dostunu üzersin.
ALLAH Dostunu üzdü mü, Cenâb-ı ALLAH’ın sillesi gelir insana.
O sille hiç habersizdir. Böyle güler oynarken “Pıt!” diye gidiverir insan.
Ölmek de para etmez. Ölmek hani ölmek daha iyi, sürünür insan.
İmam-ı Azam’a tekrar sıra gelmiş. Demiş ki: “Oku demiş bir Kur’ân-ı Kerîm oku!” demiş.
“Eûzu Billâhi min eş-şeytâni'r-racim” İmam Efendinin okuduğu âyeti okumuş. Aha onu.
İmam Muhammed yerinden fırlamış.
“Sen demiş İmâm-ı A'zam dedikleri bir genç var Bağdadda, işittim o sensin” demiş. Ne yazıyor orda orda ne diyor ALLAH?
Sen bana Irak münafık memleketi dedin amma Âyet-i Kerime de “Medîneliler münâfıktır” diye Âyet-i Kerime vardır burda. İmamı MuhaMMed’de Medine’li.
Hendek Gazvesinde Medine’liler münafıklık yaptılar.
“Medîne’liler münâfıktır” diye sen cetvel kalem attın, ben Âyet-i Kerimeyle isbat ediyorum! diyor.
Onun için dinî meseleler konuşurken felan hoca “şöyle söyledi, felan hoca böyle yazdı”
Onlar sapık insanların bel kemiğinden konuşan insanların sözüdür.
Âyet-i Kerîme var mı, Kur’ân-ı Kerîm'de, kalk minâreden kendini at!
Yoksa “ahaaaa bana bakma ağam!” diyeceksin.
“Efendim şu şöyle ediyor!.”
Nasreddin Hoca’ya mübâreğe sormuşlar demişler ki: “Çaylak var ya hani uçuyor çaylak o. Senenin altı ayı dişi olurmuş altı ayı da erkek olurmuş hoca ne dersin buna?” demişler.
“Vallâ bilmiyorum ben suale cevab veremem. Bu sene çaylak olayım da gelecek sene sana haber veriyim” demiş.
Onun için bu lakırtılara çok dikkat edin!.
Şimdi aziz cemâat,
Asrımız, içinde bulunduğumuz asır, asır... asır 100 sene demek.
100 sene bitti mi başka bir asır.
20.inci asır da yaşıyoruz! Ne demek 20.inci asır?
Hazreti 'Îsâ’dan beri geçen 20 asır geçti.
Yirminci asır. Bu asır Âhir Zaman asrıdır.
Bu gün dünyâ insanları dünyâya nispetle çok akıllı, âhirete nisbetle çok câhil ve deli insanlarla doludur.
Hakîki sizler gibi mü’minin sevinci olsa da, hüznü acısı kalbinde yaşar.
Kalbin en büyük ölümü, ALLAHtan ve onu anmaktan gâfil yaşamasıdır.
Bildiği halde bilmemezlikten gelmektir.
Bilmediği halde, bilir görünmek asrımızın en mümeyyiz fârız-ı mümeyyizidir. Herif bir şey bilmez, bilir görünür.
Bildiği halde de bilmemezlikten gelir insan, nemelâzımcılık.
Onun için asrımızın en büyük vasf-ı mümeyyizi budur.
Hakîki bilgi mi öğreneceksin, HAKK Erlerinin ağzından alınır, defter köşelerinden değil.
Her çeşit bilginin esâsı, bilgi sâhibinin hâlinden alınır, sözünden değil.
“Felan adam nasıl yapıyor ben de öyle yapıyım!” taklidçi olacaksın.
“Efendim felanca böyle söyledi, çok güzel söyledi.”
Zâten “ne güzel söyledi” diye diye hiç kimse bir şey yapmıyor.
Aha şurda Yûnus Emre Hazretleri var.
Yûnus Emre Hazretlerinin bundan 20-25 sene evvel Hıdırellez geldiği zaman halk tarafından Müslümanlar toplanırdılar.
Pilavlar koyunlar keserler, giderler Yûnus Emre’nin Sarı Köydeki kabrine.
Orda birisi çıkar Yûnus Emre hakkında konuşur duâ edilir, yenilir gelinirdi. Yûnus Emre nereliydi Sarı Köyünde yatıyor.
Ondan sonra çıktı şimdi turist celb etmek hikâyesi anıtları yapıyoruz bilmem ne.
Bu sefer işe para girdi, Karamanlılar diyor ki: “Yûnus buradadır!”
Eskiden niye demedin Yûnus orda da, şimdi çıktı.
Biraz daha para artırsa, Bursalılar: “Bizde Yûnus!”
Yûnus’u param parça edecekler.
ALLAH Velîleriynen oyun olmaz oğlum, o kadar!
İnsan, bilmediği şey önünde ses çıkarmaması, hakîki ilim odur.
Anlamadığın şeyde ve ilmin yetmediği yerde de o bilgin kişiye teslim olman lâzım ki bu da İslâmiyet'tir.
İslâmiyet, teslim olmak demektir.
Anlamadığın bir iş varısa o işi bilen ve yapan birisi varsa: “Haaa bu doğrudur ben ona inandım!” demektir.
Böyle olduktan sonra ALLAH ni’metini, ihsânını, rızkını verir.
Ni’met; kâfirine, îmansızına, münâfığına, velîsine her taraftan Cenâb-ı ALLAH bu ni’meti gönderir.
Fakat ni’met, şükürü bulamayınca.. şükür ne?
Kuş su içer: “Civv! Civvv!” öter “Ohh!” demek o.
Yağmur yağar, tarlalar yemyeşil olur “Ohh!” demek o.
At, su içer ondan sonra kişner o, “Ohh!” demek.
Köpek yemeğini yer “Ohh!” der, kuyruğunu sallar.
Kedi yemeğini yer başlar tuvâlet yapmağa görünüş “Ohhhh!” demek o.
“Ohhhh!” un İslâm Dîninde, insan dilinde ki şükür etmektir çok şükür etmektir şükür etmektir.
Ni’met gelir şükrü bulamayınca, gidiverir bu şükürsüzlükler gidiverince memleketten betbereket kalkar ondan sonra kuraklık olur.
Yağmur yağar, sel gelir, şu olur bu olur, âfetler görülür.
Ondan sonra efendim haydi yağmur duâsına.
“Nereye gidiyorsunuz?”
Edebsizliğini mi götürmeye savaşıyorsun.
Yağmur duâsı olur! Olur amma nasıl olur.
Eskiden beri orası çöl ise yağmur yağmazsa İslâmlar gider: “Yâ Rabbi! Sen yağmur versen!” derler.
50 sene evvel Eskişehir’i tanıyanlar var mı içinizde?
Vardır muhakkak, şuralar Odun Pazarı’nın her tarafı ormanlıktı.
Cenâb-ı ALLAH ormanları halk etti bulutlar gelsin yağmur düşsün diye.
Dedelerimiz ormanların hepisini katlettiler, yağmur gâyet tabi gelmez.
Bütün Âyet-i Kerîme'de vardır bu Âyet-i Kerîme'de.
Âyet-i Kerîme'de:
“Ve’n-necmu ve’ş-şeceru yescudân”
Necm Arapça'da yıldız mânâsına gelir ama Konuşma Lisanındadır.
Kur’ân Lisanında yıldız “Nucum” olarak kullanılır.
Kevkeb kullanılır cem’i olarak kullanılır.
Kur’ânda “Necm” kelimesi “çemen” mânâsına gelir.
“Ve’n-necmu ve’ş-şeceru yescudân” ağaç ve çemen secde ediyor görmüyor musunuz?” diyor Cenâb-ı ALLAH.
O halde ağaç yerden el Rezzâk Esmâsı, El Hayy Esmâsı, El Bedi’ Esmâsınnan zikrediyor ALLAH’ı dâima.
../...