ÖLECEKLERİNİ BİLSİNLER...
2008 yılının Kadir Gecesi günü, Ramazanın son günlerini daha bir feyizli yaşamak, ALLAH dostları ve sahâbe türbelerini ziyâret etmek için eşim ve oğlumla İstanbul'a gitmiştik. Her vakit namazı farklı câmilerde eda ettik. İlk durağımız Sultanahmet câmii idi. Orada cuma namazını kıldık. Cumâ namazını ilk kez kılıyordum.Müezzinin ezanıyla sanki rûhum yıkanmıştı. Ne muhteşem kıraati vardı. Tüylerim ürperdi ve gözyaşlarıyla namaza durdum. Ertesi gün yatsı ve terâvih namazı için Süleymâniye Câmisindeydik. Yatsının sünnetini kılıp, farz için kâmet okunmasını beklerken bir an dalıp gitmişim. Büyük oğlumu kaybetmeden önce İstanbul'da Ramazan ayında geçirdiğimiz anlar canlandı gözümün önünde... Onları, Eyüp Sultan'a , Topkapı'ya ve Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdâi Hazretlerinin türbesine götürmüştüm. Rahmetli oğlum ilk kez 4 yaşındayken Hüdâi Hazretlerinin türbesini ziyâret etmişti. O gün türbeye girişte, oğlumun ayakkabısını çıkarırken izdihamdan bunalmış ve bir an öfke gâlip gelip oğlumu "Öff!! "diye hafifçe sarsmıştım ki, başıma nerden geldiğini anlayamadığım bir küçük taş çarpmıştı. Canım yanmış ve yerde dikkatle aramıştım başıma çarpan şeyi. Bakmıştım ki, yerde hiç bir şey yoktu. Bu RABBimin bir uyarısı dedim kendime...İlk aklıma gelen "EDEP YA HUU!!" sözü idi. Bir ALLAH Dostunu ziyârete gelmişken nefse uyup öfkeye kapılmakta ne oluyordu?? Türbeye girdiğimde içimi yakan bir pişmanlıkla, göz yaşlarıyla duâ etmiştim. Dilerim, RABBim bu edebe aykırı davranışımı bağışlamıştır.
Aradan 5 yıl geçmişti ve biz yine tüm âilece bir Ramazan ayında Hüdâi Hazretlerinin türbesindeydik. Rahmetli oğlum 9, küçük oğlum 7 yaşındaydı. Onlara Aziz Mahmud Hüdâi Hazretlerinin menkîbelerini anlattım. Edeple dinleyip, fâtiha ve ihlas surelerini okuyup Hazretin rûhuna bağışladılar. Rahmetli oğlum, türbenin girişindeki levhada yazan Aziz Mahmud Hüdâi'ye âit duâyı okuyordu. Duâda, Hazret "Yâ RABBî! Kıyâmete kadar bizim yolumuza katılan, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza fâtiha okuyanlar bizimdir. Onlar, ömürlerinde fakîrlik görmesinler. Îmânlarını kurtararak gitsinler, öleceklerini bilip haber versinler ve ölümleri asla denizde olmasın." diye niyazda bulunuyordu.
Aziz Mahmud Hüdâi, bir gün Sultan 1.Ahmet'i ziyârete gitmişti. Pâdişâh; "Efendim! Seyyid Abdulkadir Geylâni Hazretleri'nin, kıyâmet günü talebelerine ve pekçok günahkâr mümine şefâat edeceği hakkında rivâyetler var. Bu rivâyetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz? diye suâl eyledi. Azîz Mahmûd Hüdâî hemen cevap vermedi. Bir müddet murâkabe hâlinde kaldıktan sonra; "Bu söz doğrudur." buyurdu. Sonra Padişâh; "Efendim! Acabâ zât-ı âlinizin bizlere bir vâdiniz ve müjdeniz yok mudur?" diye sorunca, Mahmûd Hüdâî ellerini kaldırarak, işte levhada yazılı bu duâyı etmişti. Âlimler ve evliyâ bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup kimselerin hiç denizde boğulmadıklarını ve pekçok kimsenin de vefât günlerine yakın, öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.Oğlum, sormuştu "Anne gerçekten öleceklerini bilmişler mi onu sevenler? "diye. Bende cevap vermiştim "Sultan 1.Ahmet onun talebesiydi ve öleceğini yakınlarına önceden haber vermişti" diye...
Oğlum da öleceğini 2 gün önce haber vermişti ama biz tabii ki hiç üstünde durmamıştık. Kardeşiyle kavga etmişlerdi. Kardeşi biraz yaramaz, kızıp âbisinin sırtını hafifçe ısırmış. Oğlum ağlayarak yanıma geldi. İlginç olan ağlaması değil "Anne, Ben ölücem." demesiydi. Ben, oğlum bir ısırıkla ölünür mü? diye geçiştirirken "Hayır anne ben ölücem, gerçekten diyordu." Halbuki birbirleriyle arada hep ufak tartışmaları olurdu ama canı yansa da hiç böyle demezdi. Gerçekten 2 gün sonra kazâda vefât etmişti. Bunu anlattığım arkadaşlarım hep "Tesâdüf" dediler. Derman Hocamdan öğrendim ki tek tesâdüf lügatlerde geçen tesâdüf kelimesidir. Bense, Aziz Mahmud Hüdâi'nin duâsının kabûlünün bir eseri olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hazret "Öleceklerini bilsinler ve haber versinler" diye duâ etmişti türbesine gelip, rûhuna fatiha okuyanlar için.
Bunları düşünürken İçim dalgalı bir denize dönmüş, hüzün bulutları gönlümü kaplamıştı ki müezzinin kâmet sesiyle irkildim. Yatsı namazının farzına niyet ederken de, gönlümden RABBime sessiz sözsüz niyazda bulundum. Siz dostlarımda şâhit olmuştur kendilerinde böyle niyâza. Hiç dudaklar kıpırdamadan özüne dönerek, meleklerin dâhi işitmediği niyazlar...Dedim ki RABBime, "Ey beni yoktan var eden, sayısız nimetlerle donatan, belâ ve musîbet ânında sabırla kuşatan Güzeller Güzeli RAHMÂN! Ne olur şimdi imamın dilinden bana "Ey Îman Edenler " diye başlayan bir âyetle nasihat et de, gönlüm o âyetin nûruyla aydınlanıp, huşû bulsun." İmam Fatihayı bitirirken, büyük bir heyecanla bekledim ardınca gelecek âyetleri. Acaba RABBim niyâzıma icâbet edecek miydi??
İmam "Ya Eyyuhellezîne Âmenû" ( Ey İman Edenler! ) diye başladığında hıçkırıklarımı yanımdakiler duymasın diye kendimi o kadar sıktım ki... Bütün vücûdum sarsılıyordu sanki.. RABBim'den gelen Nasihat "Ey Îman Edenler! Sabır ve namaz ile yardım isteyin. Şüphe yok ki ALLAH sabredenlerle berâberdir."âyetiydi.(Bakara Suresi 153.Ayet) "ALLAHuekber" deyip, rükûya vardığımda sanki rûhum eğiliyordu. RABBu'l-Âlemîn'in azâmeti karşısında, kulluğun acziyetini ve hiçliğini bilerek vardım secdeye. ALLAH'ım, ne güzeldi secde!! Bir çocuğun annesinin koynunda bulduğu şefkat ve güven vardı secde de. Sanki RABBinin koynuna dayamışsın alnını tüm teslîmiyetinle...ALLAH'ım keşke her namazımız, her ânımız böyle olabilse, keşke "ALLAH kuluna şah damarından daha yakındır" (Kaf 50/16) ayetini hayâtımıza geçirebilsek. Her ânımızı son ânımız, her namazımızı son namazımızmış gibi yaşasak, her an RABBimizin huzûrunda olduğumuz idrâkine vararak yalancı dünyâya kapılıp, boş hayaller ve hırslar peşinde koşmasak keşke...
Mukarreb