ALLAH DOSDLARI
KULİHVANİ
![Resim](https://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/yhy1.jpg)
KALAYCI YAHYA GÜZEL BABA:
Kalaycı Yahya (Güzel) Baba, Somuncu Baba (ks) nın öz torunu olup Behçetgiller âilesinin mensubudur. Katıksız Ehl-i Beyt'tir.
Konya'dan Aksaray DSİ'ye tâyin oldum. 1972 yılı idi.
O zamanlar çok şık giyinirdim. Elbiselerimi dâire arkadaşım Konyalı Pervildâne'nin Pâris'te 10 yıl terzilik yapmış âbisi dikerdi en iyi kumaştan."Diksen durur" derdi.
Ayakkabılarımda özeldi Konya'dan.
Dağ köylerinde okumuş tek inşaat yüksek mühendisi bendim. Kibirli ve şımarıktım belki.
Aksaray eski sebze pazarının bir ucunda Kalaycılar Çarşısı vardı. Teneke barakalar iki sıra halinde uzar giderdi. Araları 1,5 metre olup yağmur suyunu iki tarafta buraya akıtır göl gibi olurdu.
Bir gün çarşıda gezerken arkalardaki bu çarşıdan bir ses duydum. Birisi bakır dövüyordu.
Dövüyordu ama âdetâ notalarla müzik çalıyordu. Salavatı dillendiriyordu. Tekrar tekrar dinledim ve o tarafa yöneldim.
Bahsettiğim kalaycı çarşısının ucundan içeri doğru baktığımda çok yaşlı bir zâtın demir bir topuz üzerindeki leğeni ustaca ve hızlıca dövdüğünü ve tevhide döndüğünü hayretle gördüm.
Ancak yanına varmak için yol, adeta bir su gölü idi.
Bir ayakkabılarıma birde zâta bakdım. Aramızda 50 metre falan vardı.
" Gel erenler gel!..." dedi.
O zaman hiç aldırmadan suların kenarlarına basa basa vardım.
Yıllarca tanışık gibi kucakladı. "Hoş gelmişsin Erenler" diye hitap etti...
Eski bir sandalye istedi yardımcısı Dede Efendi'den... Oturdum.
Konuşmadan çekicini aldı. Yeniden leğeni dövmeye ve tıngırıttı tıngırıttı diye salavata girdi.
Tekrar tevhid çaldı. Resital gibi çalıyordu.
Ve çalarken usta bir müzisyen gibi konsantre oluyor, göz ucuyla beni izliyordu.
Mest olmuştum. Şaşmıştım ve sonsuz haz duymuştum.
5-6 m2'lik kulubenin ağzına yakın bir yerde bir çukur vardı. İçi kum doluydu ve bir deri parçası vardı. Büyük bir tencereyi oturttu. İçine kum koydu. Deri parçasını da... Paçalarını iyice sıyırdı ve tencerenin içine iki çıplak ayağıyla girdi. Elleriyle yukardaki kapı koluna tutundu. İki tarafa bel kıvırarak hızlı hızlı dönmeye başladı.
Ve: "Erenler kalaydan önce bakır kabı iyice kumla temizlemek lâzım. Ma'lum ya, paslı kabı kalay kabul etmez. Kalaya yazık, emeğe yazık. adamın parasına ve kalaycılık mesleğine yazık." dedi.
"Evet öyle!" diyecektim ki..
"Erenler insanın içi de böyledir. Temizlenmeden kalaylanıp pâklaşmaz. Bunu bir güzel parlatırız sonra ateşe veririz. Birazda nişadır verdik mi nerde kalayım demeye başlar mübârek kab!...
İnsan kalbide böyledir. Çilelerle temizlenir. Usta bir kalaycı da rast geldi mi değme keyfine!..." diyordu.
Köse gibi sakalsız yüzü, çakmak çakmak çakır gözlerinin içi gülüyordu.
Şaşıyordum ki beni nerden tanıyordu. Cevabı basit ve kısaydı: "Ezelden Erenler ezelden!..."