Kul İhvani Hocamızın ES-ERlerinden ALGIladıklarımız!

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Kul İhvani Hocamızın ES-ERlerinden ALGIladıklarımız!

Mesaj gönderen Gul »



Kul İhvani Hocamızın ES-ERlerinden ALGIladıklarımız

Es SELAM Resulallah sav Efendimize ve DUYup UYan CANlara OLsun! İnşaALLAH!


Zıtlıkların yeri olan dünya hayatı; hayr ve şerr in ayırt edilmesi için ve hayrın farkedilip tercih edildikçe nefsin tekamulunu tamamlaması için gelinen bir yerdir.

Nefsin tekamule ihtiyacı vardır çünki nefsin ana sıfatları acziyet, fakriyet, zillet ve illet tir.Rabbul Alemin bizleri bu ana sıfatlarımızı, terbiye edilebilecek bir yaradışla yaratmıştır. (Hep içimden ilk şükür noktası burasıdır diye geçer..Terbiye edilebilecek bir yaradılışla yaradılmamız. Allahu Zül Celal eş Şekür’dür. El Hamid’dir..Tüm ESMAÜL HÜSNA ) acziyet, fakriyet, zillet ve illet olan ana vasıflarımızın terbiyesi ise tekamul anlamına gelmektedir. Nefsimizin düzenlenmeye,eğitilmeye ihtiyacı vardır. Düzenlenmesi ise nefsin tekamulu anlamına gelmektedir. Ana sıfatlar gereğide nefsin tekamul ihtiyacı doğmuştur.İşte Dünya hayatı ve dünya hayatında yaratılan herşey nefsin hayra yönelmesine vesile olması içindir. Bu yüzden dünya hayatı sevilecek bir nimettir benim için. Burada SEVeriz...

Nefsin ise en baş ve en yetkin yardımcısı(hizmetçisi) AKIL dır. Akıl nefse hizmetçilik etmezse nefsin tekamulu söz konusu değildir. Rabbul Alemin nefse aklı hizmetçi kılmış, akla ise kullanabilmesi için sayısız sonsuz vasıtalar yaratmıştır..Şu an bu kelimeleri yazan ellerim aslında bedenimin değil aklımın vasıtalarıdır. Bedenlenmek, maddesel bir hayatta varolmak AMAÇ değil ancak bir ARAÇ olabilir. Amaç maddesel hayatta var olmak ise yani dünya hayatı ise o zaman maddesel hayat niçin var? Bu sorunun cevabı ancak maddesel hayatı ARAÇ olarak benimseyebilirsek verilebiliyor. Aksi taktirde cevap verilmesi mümkün değil. Eğer bu eller bedenime hizmet ediyor desem o zaman bedenim kime hizmet ediyor?..Bedenim aklımın vasıtası...Verilen evlat, eş, iş aklımızın alabileceği herşey akıl için vasıta olarak yaratılmıştır. Bu vasıtaları aklımız kullansın ve nefsimize hizmet etsin diye... Alemlerin Adem’e hizmeti sonucuda Adem’in nefsi hayrı seçsin diye.. Böylece asıl yeri levvame olan nefs aşağısı olan emmare ve daha da aşağısı olan hayvanat alemine kaymaktan kurutulup (nefsimize zulm etmemiş oluruz), tekamul gereği hayrı seçtikçe çıkacağı mülhime,mutmainne ....gibi yukarılara doğru yolculuğuna devam eder. İnşaALLAH!

Resim


"Bu Dünya hayat bir eğlence ve oyundan ıbaret ve hakıkaten son yurd (dâr-ı Âhıret) işte halîs hayat o amma bilselerdi."(Ankebut 29/64)

Burada bir tırnak işaretinde aklıma gelen bir şeyi yazmak istiyorum.

“Çocukların YAŞLARI GEREĞİ oynadıkları eğlenceli oyunlar...

Her çocuk ileride olmak istediği şeyi çocukken oyun halinde oynamaz mı? Doktorculuk, evcilik, öğretmencilik, saklambaç, yakalamaç v.s. O yaşlarda bir eğlence olan o oyunlar aslında ileriki hayatlarında ne olmak istediklerine bir işaret değil midir?. Ama onlar hep çocuk kalıp oyun oynamayı tercih ederlerse vay hallerine!.”

Oyundan gerçeğe doğru bir gidiş yok mu?...

Bu düşünceleri kelimeleştirebilmem, eksiklerimi görüp tamamlayabilmem ve sizlerle paylaşabilmem için ÖN AYAK olan Nuriye Abla’mın kemalat ile ilgili tanımını sizlerle paylaşarak kenidisine çok teşekkür etmek isitiyorum.O’nu ve ailesini Rabbul Alemin hayırla mükafatlandırsın İnşaALLAH

Nur-ye’den;
Kemal (a): Olgunluk.
Kemâlât (t): İnsanın insanlık olgunluğu. Kulluğun tekemmülü, kulluk imtihanının başarılması sonucu oluşan tam insanlık.


Kişi KEMAL BULarak EŞYA yani ŞEYi ANlama süreçlerindeki OLgunluğunu SEYR eder.... Kimlik ve kişiliğini tanır.
KEMALAT ise ;Nuru-MİMi BİLme-BULma - OLma ve YAŞAma sürecindeki SEYRi-SÜLUKudur!...

nur-ye yazdı:


ZEVK 742 (7+4+2= 13 +sonsuza kadar inşaALLAH!....)

“Menfi-Müsbet” sermayedir, çile çift faz tekemmülde
Akıl nefsin hizmetçisi, Aşk ruha hazz tekemmülde
Hesab-nasib-kısmet deyip, Tuzdan-Buzdan bina olmaz!
“Ayân-ı Sabite” ile, “İsti’dad” baz tekemmülde…

Kul İhvani
21.10.1990 21:40

Tekemmül : Olgunlaşmak. Kemâle doğru gitmek.
Faz : Fr. Ardı ardına gelen değişikliklerin her biri. Safha.
Çile çift faz : Çile imtihanında Celâl-Cemâl vardır. Tevhidde inkâr-ikrâr gibi…
Hazz : Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.

Şeriatta: SÖZ senindir. Konuş!
Tarikatta: Söz SOHBET olmuştur Pîri dinle!
Mârifette: Sohbet ZEVK olup Sahibi Resûlullah (sav)dir. Duy!
Hakikatta: Zevk HAKK’ın HAZZ’ıdır. Elçisinden duyduğuna uy!..

İsti’dad: Hayr veya şerre yönelim imkanı, mümkün özelliğidir.
A’yân-ı Sabite: Ezel özelliği olup değiştirilemez belki dozu ayarlanabilir. Mesela Na Cl tuzdur. Her aşın tadı olmaya iastidadı var. Tuzluğu elinden alınıp köle yapılamaz. Kullanım yeri ve miktarı ayarlanabilir.
Baz : Teknikte ana unsur. Temel. Esas.

En son Gul tarafından 13 Eyl 2009, 19:57 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

kulihvani yazdı:Resim

sevgili canım nur-ye yüreğine selâmet..
Lehvün ve Lâibün- Oyun ve Eğlence bahçesi olan olan şu ÂLEM'de,
Tasavvufun el ele- kalb kalbe bağsız bağını SALLanan bir ip sanıp da,
çocukların ip atlama oyunu sanan zavallı Tasavvurculara verilen bir Tasavvuf Dersidir..
Daha acısı ise SALLanan elin-ipin içindeki Nur-u MİM'i-ceryanı görmek istemeyen ya da yok sananlar son nefeslerine kadar zıplayıp duracaklar ve geçip gidecekler bu sahneden..

Biz Muhammedi Merhametle her CANa Hakk ve Hayr dua ederiz..
Muhammedi Muhabbetle..



Es SELAM Resulallah sav Efendimize ve DUYup UYan CANlara OLsun!

İNŞA
SEBEBi hörmetine SONUÇa ulaştırsın BİZi ALLAHım!....

RIZAmız RESULULLAH sav de BİZ BİR OLsun İNŞAALLAH!


SEVgili kardeşim Gul Bu çok değerli bilgi paylaşımınla ÖZlerimizde ki MUHAMMEDi MAYAlanmalar OLuşmakta ve gelişmekte çok şükür....


MUHAMMEDİ MuHABBEtlerimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
aNKa
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2797
Kayıt: 02 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen aNKa »

KÂMİL ÂRİF VE KEMÂLÂT

Latif YILDIZ


Bu âcizâne arzımızdan sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyuruğu: "Kulluğun bel kemiği duadır" diyoruz.
Bizim ezel ve ebed, zâhir, bâtın duacımız ise ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ALLAH dostlarıdır.

Azîz kardeşim,
Ârif dediğimiz kişi, kendini ve RABB'ini bilen aklen, naklen anlayandır.
Ârif anlayışında tekemmül edince (kemâlât) kemâl (olgunluk) bulur ve Kâmil olur.
Âşık ise inancını dört dörtlük yaşayan Kâmil Âriftir.

Eskiden dergâhlarda yıllarca süren seyr-ü-sülûk kemâlâtı için çile çekilirdi.
Bugün ise kulluk kemâlâtının seyr-ü-sülûku bizzât hayatın içinde yaşanmaktadır.
İlâhî izzetin nurları nefes nefes şe'ende...
Kaderin kaza adımları alıp-verdiğimiz nefeslerimiz...
Her nefes bir emânettir, görev ve hakları vardır.
Nefsin kendi hevâ ve hevesine uyması ise nefesini isrâf ve haramdır.
Kişi (kul) ya nefsinin şaşkın-taşkın şehvetlerine ve şeytâna razı olup ona uyarak eşkiyâ yolunu seçer, kalbi nifâk ve cehâlet yuvası olur.
Ya da itiraz edip muhalefet ederek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in i’tidali üzere evliyâ yolunu seçer, kalbi imân ve kemâlât yuvası olur.
Muradullah, kulun kemâli (kemâlâtı) dir.
Emrullah ise kemâl kurallarıdır.
Mürîd olan sanatlardan sanatkâra SILA eder ki bunun ismi seyr-ü-sülûktür.
Murad olan ise HAKK'ta, HAKK'tan, HAKK'a HAKK'la salâtta;
salâvât sılasının sırrını Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de biliş, buluş ve oluştur...
Mürşid-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm'ın mutlak imâmlığında elân ikâme edilmekte olan kulluk salâtına İlim, İrade ve İdrakle İştirak et de ismine ne dersen de...
Aşk-ü-Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû',
Havf-ü-recâ,
Üns-ü-Heybet...

Kulun kemâlâtı, Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bilelik ve BİZliktir...
Et-tırnak gibi oluş onurudur.

Kemâlât: HAKK'ı bilmek (ilim),HAKK'a gelmek (irade), HAKK'la olmak (idrak) ve HAKK'ta ölmek (iştirak) tir...

Kemâlât: aklın yarattığına değil de aklı yaratana tapmakta İlâhî,Kur'ânî ve Muhammedî naklî yolu bilmek,bulmak ve yaşamaktır.

Tevhidî kemâlât:
Zâhirdeki, VAHİDî binbir parça aynada (mevcûdda) HAKK'ı görmekle,
Bâtındaki AHADî tek aynada (vücûdda) HAKK'ı görmek arasında fark kalmamasıdır.
Hazır-nâzır HAKK'ın gerçek (ressam), aynalardaki görüntülerin hayalî (resim,işaret,delil) olduğunu anlamak ise Muhammedî Sırr’dır.
Ve unutma ki hayal, hakikatın elbisesidir...

Kemâlât: sûret perdesindeki sîret (ibret-hikmet) oyunundaki kulluk rolünü Muhammedî edeble oynamaktır...

Kemâlât: cûd, vücûd, icâd ve mevcûdu İlâhî İlim ve Muhammedî Edeble bilmek, anlamak ve yaşamaktır.
Cûd: Karşılıksız, mutlak veriş ve cömertliktir.

Kemâlât: incir çekirdeğinden çıkan incir ağacı olup çiçeksiz meyvesinde binlerce çekirdek olmaktır.

Kemâlât: tevhidî tecellî denklemini Muhammedî metodla çözebilme mutluluğudur...

Resim

Cemâl : cim-mim-lâm: Muhammedî lütûf tecellîsi cem' i.
Celâl : cim-lâm-lâm: İlâhî lütûf veya lânet tecellîsi cem' i…

Kulun hakkı ve hayrı tercihinde Muhammedî lütûf tecellîsi,
Kulun bâtılı ve şerri tercihinde ise İblisî (şeytânî) lânet tecellîsi zuhûr eder.
Celâl tecellîsi; zıdların zuhûr âlemindeki şe'en "kûn fe yekûnü" olup "ân" içindeki; kevn-ü-fesad, icâd-idam, bekâ-fenâ ve varoluş-yokoluşun nabız atışıdır.
Ne var ki bu işlem çok hızlı olduğundan zaman ve mekan içinde insan gözüne sürekli gözükmektedir.
Alternatif akım gibi "var ol!-yok ol!" kevn-ü-fesadıyla gelen İlâhî Tecellî (celâl-cemâl);
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) redresöründen (ayarlayıcı doğrultucu) geçip fenânın yaramaz dalgaları emilerek, doğru akım olarak Vedûdî ve Muhammedî voltajla insanoğluna ulaşırsa, muradedilen ve emredilen kulluk görevlerini işler ve cennetleri hakeder.
İnsan için fenâ: fe-nun: içindeki sabit nokta (nun) da yok oluştur.
İnsan için bekâ: be-kef: kevnî bilelikte oluştur.
Tüm resimlerde Ressam’ı buluştur.

İşin aslı ve astarı budur.
Yoksa, akıl ve mantığının kulu nice din profesörleri gibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in; İlâhî, Kur'ânî ve Muhammedî kadir ve kıymetini bilmeyip, delicesine ve direkt olarak İlâhî alternatif akımdan elektirik (Nurullah) almaya kalkarsa dininde, dünyasında ve âhiretinde hüsranla çarpılır.
Hüsran ise kârı bırak anayı da yemektir.

Tevhidî kemâlât:
"Lâ ilâhe" İlmi,
"illâ ALLAH" İradesi,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i İdrak ve
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e İştiraktir.

"Lâ ilâhe illâ ALLAH" i'tikad ve
"Muhammede'r Resûlullah" sâlih amel tatbikatıdır.

Resim--- "İnanıp iyi işler yapanları da içinde ebedîyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız." (Nisâ 4/57)

Cennet: cim-nun-nun: Nurullah (imânı) ve Nur-u Muhammed (uygulama) in canda cem' idir.
Düşündüğünde göreceksin ki can denilen İlâhî Hayy cereyanı (Rahmânî Nefes) ve onun Muhammedî kullanılış edebi KEMÂLÂTtır.
Bizimkisi tefsir değil zevktir.
Zâten, zevkine erilmeyen zuhûrat da sırtta yüktür.
Özde zevk ise zuhûrda huzura ermektir.
Onun içindir ki Muhammedî Tasavvuf İlmi ve Edebi ancak ve ancak yaşanarak öğrenilir ve yaşatılarak öğretilir ve eğitilir.

Muhammedî kemâlât: EL HALİK (cc)'nun sıfatlarını bilmek ve yarattığı kul olarak;
Acziyet,
Fakriyet,
Zillet ve
İllet içinde;
İlâhî Hükümle mâhkum,
İLÂHÎ Emirle me'mur,
İLÂHÎ Emirden mes'ul ve
İlâhî İhsâna muhtac oluşunu İlim, İrade, İdrak ve İştirak yaşayışıdır.

Kemâlât: HAKK'ı bilmek (İlmel Yâkîn),
HAKK'ı tanımak-bulmak (Aynel Yâkîn) ve
HAKK'ı yaşamak-olmak (Hakkel Yâkîn) dir.
Bu ise; tarlaya buğday ektim, ekin oldu, hasat ettim ve buğdayı un ettim demek İlmel Yâkîn;
Hamur edip fırına sürüp pişmesini beklemek ve ekmeği çıkarıp eline almak Aynel Yâkîn;
Ekmeği afiyetle yiyip, ekmek sen, sen de ekmek olmak ise Hakkel Yâkîndir...

Muhammedî Tasavvufta;
İlmel Yâkîn ve aynel Yâkîn, basar-basîret TESLİMİYET seyri,
Hakkel Yâkîn ise İSTİKAMET sülûküdür.
Seyr-ü-sülûkün sonunda ise Muhammedî Yâkînü'l-Yâkîn vardır ki, izâhında işler karışır...

Kemâlât: kendini bilmek-RABB'ini bilmektir.
Kendini ve RABB'ini bilmeyen, câhile kâinât leş ve talibi (isteklisi) köpeklerdir...
Kendini ve RABB'ini bilen kâmil'e ise kâinâtın nuru ALLAH Celle Celâluhu'dur:

Resim--- "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur...." (Nur 24/35)

Resim


Muhammedîler bilir, inanır ve yaşarlar ki Sahibimiz ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın mi'râcında, Mescidü'l-Haram'dan (enfüs) Mescidü'l-Aksa'ya (âfâk) varışı da vardır...
Nun tecellîsi Nurullah, mim tecellîsi Nur-u Muhammed, lâm tecellîsi kuldur (isti'dâd, akıldır).
Zâten her zerre Ahadiyyet denizinde yüzen Ahmedî esmâlardır...
Muhammedî kâinât (mâsivâ) kürresinde aynı ilâhi kuralla yüzmekte tesbih ve salât etmektedir...
Zerrede de kürrede de...

Bu sırra ulaşım saâdeti için ise kula düşen iş;
Merkezde (içte) yalansız,
Muhitte (dışta) haramsız hayatı tercih edip, cüz'i iradesi ile herkese ve herşeye Muhammedî muhabbet ve merhametle muamele ve hasbî hizmettir.
Asr-ı saâdeti, şu an yaşamak şerefi de budur...

Resim

Nun Noktasının üç hâle harekesi ile harf (mânâ), hece, kelime, cümle ve sonuçta nakl doğar.
Nun Noktasının üç yöne hareketi ile doğru, düzlem, hacim ve sonuçta şekil doğar.
Şeklin ve naklin hakikatini anlayan ise akl-ı selimdir.
Nun noktası boyutsuzdur.

Hayrân hâli HAKK (cc) tır (asl).
Cevlân hâli Muhammed Aleyhisselâmdır (vekl).
Seyrân hâli insandır.
Devrân hâli kâinâttır.

Nun noktasının Sırât-ı müstakîm üzere yedi adımı; "Elif"i ve "Bir 1"i doğurur.
Üstüste konulan yedi noktanın hat üzerindeki dizilimi insanı (beden, nefs, kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ), harf olarak elifi ve adet olarak biri doğurur.

Noktanın İlâhî düzen, Âdetullah ve Sünnetullah üzere hareketinden; harfler (mânâ), hatlar (madde, şekiller) ve hesab adetleri (rakamlar) doğar.
Elif ile arzetmeye çalıştığım bu husus, insanın özel ve güzel olan kıyamıdır.
Onun için Elif harfi hiçbir harfle soldan birleşmez de sağdan gelenle BİLE olur.
Tıpkı Muhammedî Mü'min gibi...
Elif, Uluhîyyet harfidir...
Bu bilelik rû-be-rû: bakan ile aynadaki görüntünün birbirine vech-veche, öz-öze ve yüz-yüze bileliği gibidir.
İç içe yapıştırdığımızda ellerimiz gibi..
Aynaya burnumuzu dayadığımızda göz göze bakan gözerimiz gibi antipot…

Azîz kardeşim, aslında insanoğlunda asl olan cehâlettir:

Resim--- "Siz hiçbir şey bilmez iken ALLAH sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi." (Nahl 16/78)

İnsan;
Fizyolojik olarak bedenen,
Akıl ve fikirle nefsen ve
İlm-ü-irfânla kalben, terakki (ilerleme) ve tekemmül (olgunlaşma) eder ki insanın kemâlâtı budur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu : "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" (Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II/343 (2532)
Hadis-i şerîfi tasavvufun temelidir.

KUL: Ubûdiyyetin vasıflarını (Acziyet, Fakriyet, Zillet, İllet v.d.) iyice bilip, anlayıp, kabul edip ve kesin olarak hayatında tatbike başlarsa...
Rübûbiyyetin vasıfları olan Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu)'nun vasıflarını (Azameti, Kudreti, Ganî oluşu, Azîz ve Hayyu'l-Kayyum oluşu v.d.) iyice bilip, anlayıp, kendi nefsine yakıştırmadan inanıp ve kendi kulluk makamında görev ve haklarına saygılı olursa; buna kulun kemâlâtı denilir.
Rübûbiyyeti, ciddîyetle ve sıdk ile anlayan kimse; aşk ile bağlanır, havf ile takvâ sahibi olur ve Heybetullah karşısında iliklerine kadar korkar, titrer. (En'âm 6/155; Hucurât 49/10; Hadid 17/28 bkz.)
Ubûdiyyetini, samimîyetle hayat sahnesine süren kimse; huşû', huzû', cezbe, zûhd, recâ ve üns ehli olur canla başla RABB'ısına kulluğunu arzeder ve imkanla olan imtihanını başarıp mahşere, hesaba ve cennete gider...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Rabbenâ! Lebbeyke! Saadeyke! Ve'l-hayrun kullû hu fi yedeyke!: emret ey RABB'ımız! Saâdetle, can-ü gönülle, baş üstüne! Ve bütün hayr senin elindedir!"
Diye ARZ'ından ARŞ'ına inler ve rahmet diler!
(A'râf 7/205 bkz.)

Kâbe'nin dört yüzüne çıkan yollar gibi mezheb ve meşrebine göre:
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü hüşû,
Havf-u Recâ,
Aşk-ü Cezbe!..
Tavanından ise göklere Üns-ü Heybet... Zevk edebiliriz.

Korku niye?
Çünkü: İlk söz verildi, sözün isbatı; imtihana ve son söze bağlı, sonuç belirsiz...
Kulluk görevi ve ödevleri eksik, sınırsız ni'mete şükür noksan ve âhir vakitte zemin kaygan, yerler yağlı...
Deli de, Velî kayabiliyor...
İşte bunca âhir zaman fitne fırtınaları içinde derunî duamız: ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in rahmetini dilemektir.
Neden rahmeti dileyiş?
Çünkü, bunca Ni'metullah içinde insan nefsi gözünü ve gönlünü geri çekip de doğru dürüst kulluk yapamamaktadır.
Bu mâsivâda mahviyet içinden ise Rahmetullahı dilemek duası çıkış yolu olmaktadır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile: "Cennete Rahmetullah ile girilir." buyuruğunda;
"Ben isem de!.." buyurarak en dış hattı belirlemiş, tüm insanlar hâliyle Merhametullahı huşû' ve huzû' ile recâ edip dilemek durumunda kalmıştır.
Sünnetullah böyledir.
Kelâmullah'ta böyle buyurur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de böyle duyurur.
Kul için kemâlâtın mükemmel ve mükerrem muallimi Muhammed (aleyhi's-selâm) ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi bir tekemmülle şerîat, tarikat, mârifet ve hakikat tevhidini;
Kavlen, Fiilen, Ahlâken ve Hâlen tebliğ buyurup bizzât yaşayarak özel örnek olmuştur.

Kemâlât-ı Muhammedî kaynağı Kur'ân-ı Kerîmdir:

Resim--- "Ey İnsanlar! Size RABB'inizden bir mev'izâ (öğüt), sadırlardakine bir şifâ ve mü'minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.De ki: ALLAH'ın fazlı ve rahmetiyle işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır." (Yûnus 10/57-58)

1- Kur'ân-ı Kerîm bir mev'izâ olarak: Va'az-ü-nasihat zâhiri temizlik.
Şerîatın bedenen emredildiği gibi yaşanmasını içerir ki dış terbiyesidir.

2- Kur'ân-ı Kerîm sadırlardaki nefslere şifâ: Sadrlar, nefsin yuvası ve asıl vatanıdır.
Tefsirlerimizde sadr, kalb, fuad için hepsine de kalb deniliyorsa da bizim âcizâne anlayışımız her kelime elbette farklı anlam ve mânâ yüklü ki gerektiği yerde Kelâmullahda yer almıştır.
Sadırlardaki nefislere şifâ, bâtınî iç tezkiyesidir.

3- Hakka ve Hayra hidâyet rehberi oluşuyla Kur'ân-ı Kerîm: Niyyet ve imânî merkez olan kalbin tasfiyesi (aratılması) nı temin edici rehberdir.

4- Mü'minler için Rahmet Kur'ân-ı Kerîm:
Diğer mahlûk âlemler ve bizim bu âlemimiz de dahil tümü için rahmet; Rahmetenlilâlemin olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Özü, sözü, fiili, ahlâkı ve hâllerinin tümü Kur'ânîdir.

İşte Kur'ân-ı Kerîm'in buyruğu ile mü'minlere rahmet olan Kur'ân'ı bize aktaran, anlatan, inandırıp yaşatan Rahmet Nuru, Nur-u Muhammed'dir.
"Nur-u Mim"de diyoruz, Nur-u Mim'in Hamîdî ve Ahmedî yönü de vardır...

Toparlarsak;
Nurullahın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde zuhûrü hakikattir.
Bizlere ulaşan ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nübüvvet hakikatindan aynamızın kabiliyet, istiddad, nâsib ve kısmetince abdiyet hakikatı, rahmeti ve nurudur.
İşte kul, bu Nur-u Muhammed'e kavuştu mu elektrik bağlanmış fabrikaya benzer.
Tüm makinalar çalışmaya başlar.
Göz, kulak, kalb v.s. Tıpkı buzdolabı, fırın, tv, elektrik süpürgesi v.s. gibi...
Çünkü kemâlât kemâl bulmuştur.
İhsân için kemâl; bir bütün parçalarının tam ve yerli yerinde olması, yâni lâzım ve lâyıkıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Pek çok erkek kemâla erdiği hâlde kadınlardan ancak Meryem ile Asiye'nin kemâla erdiğini" buyurmuştur. (Buhârî, Enbiyâ 32; Müslim, Fezailü's Sahabe 79; İbni Mâce, Et-ime 14)

Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulan Salah yurdunda hâin oluş ile çekilmez çile içinde kemâl buluş anlatılmaktadır..

Resim--- “Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.” (Tahrîm 66/10)

Resim--- “Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” (Tahrîm 66/11)

Resim--- “İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrîm 66/10)

Biz âcizâne; "Kemâl"i kullukla yükümlü insanoğlu için, "kusursuz kul ve noksansızlık."olarak anlamıyoruz.
Kusursuz olan EL SUBHÂN ve noksansız olan EL KUDDÛS ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'dir.
İnsanoğlunun kemâl sahibi olmak arzusu hakkıdır.
Ancak kullukta kemâl: Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet sıfatları içinde mahviyetle, teslimiyet ve istikametin tahakkuku ve tevhidin tahkikî için ömrü boyunca İlim, İrade, İdrak, İştirak içinde ve sırat-ı müstakîm olan Şerat-ı Muhammedîyye yolunda kemâldir. Muradullah ve Emrullah bu olup, Kelâmullah olan Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Kavli, Ameli, Ahlâkı ve Hâli ile sınırlı ve sorumludur.
İ'tidal üzere kemâl budur.
Bu hâle ulaşımda bilinmesi lâzım ve lâyık olan İlim, Edeb, İrfân ve Erkânın adresi yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. İlimsiz irfânın ne olduğunu, irfânsız kemâlin mümkün olmadığını aklı olan bilir zâten...
Herşey'in kemâli vardır.
İlâhî tecellînin kemâli, insan; insanın kemâli, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ki Halifetullahtır.
Biz ise Muhammed (Aleyhi's-Selâm)'ı kulluk konusunda, emredildiği üzere ve ısrarla i'tidal üzere izleriz.
Şahsî ve nefsî kemâli ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım aracı biliriz.
Kanatlanan kuş misâli...
Ancak hedef, Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.

İnandığımız ve yaşamaya canla başla azmettiğimiz kemâlât, İsti'dâd, kabiliyet, akıl, vicdan ve tüm imkanlarımızın elverdiğince kavlen (i'tikad), fiilen, ahlâken ve hâlen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ümmet olarak teslim ve tâbi' olup onun imâmlığında ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e istikamet ve tâbi' olmaktır. Kemâlâtın yolları çoktur.
Hele bir seyr-ü-sülûk yolu vardır ki binbir hâle sokulmuştur, başına gelmedik kalmamış ve istismâr edilmiştir.
Seyr-ü-sülûk, sünnet-i seniyye içinde hârikadır.
İnsanların mânevî, (mezhebî, meşrebî) yapısına göre ehlince bilinen;
Seyr-ü-Sülûk,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü-Huşû',
Havf-ü-Recâ,
Aşk-ü-Cezbe,
Üns-ü-Heybet,
Lûtf-ü-İhsân bu yolun içinde yollar ve hâllerdir.
Kemâlâttan âcizâne anladığımın kısacası budur benim...

Hakkı ve hayrı anlayıp nefsini ve RABB'ini bilen kâmil ârifler, kul iken sultân olan Rabbanî ve Muhammedî âşıklardır.
Onun için Arafat sûresi ârifler sûresi dedik.
Arefe: idrâkle bilmek ve tanımaktır.
Arafat: tanışma mahali.
Âraf: yükünü bilen nefistir.
Ârif ise: yükünü bilen, nefsini ve RABB'ini bilen Azîz kişidir.

Bilirsiniz ki insanlar, sistemin Sahibi Subhan ALLAH Tealâ'ya karşı dört tavır içindedirler:

1- İsyân eden, inkâr eden, bâtılı ve şerri tercih edip sapıkça yaşayanlar.
2- Ne isyânı ne de itâatı olan nötr hâlde ahmak ve gâfil fâsıklar.
3- Kesinlikle itâat eden müslüman ve mü'minler.
4- İbadeti ihlâsla ve itâati ittikâ ile olan, RABB'ısına râm olup boyun eğen ârif, kâmil ve âşıklar.

Gaflet bir perdedir ki gılâf: Emr-i İlâhîde sabit olan şeyi, hâlihazır idrakten kalbi setreden (örten,göstermeyen) perdedir.
Hâlbuki dinimiz Hanîf dinidir.
Kulun kendisini,RABB'isini bilmesi ve kulluk yapmasını engelleyen perdelerin kalkması ve tevhid ehli olması gerekir.

Hanîf: şirkten kendi kasdi ve azmiyle uzaklaşan, şirki basîretle terkeden, bütünüyle HAKK'a yönelen, hiçbir şeyin onu HAKK'tan çevirip engellemeyemediği mutmaîn nefs sahibi ârif, kâmil ve âşık kişidir.
Hanîf dediğimiz zıdları câmi' olan tevhiddir.
Tevhid, şartsız şarttır.
İslâma giriş için tevhid şarttır.
Ancak, tevhid için şart yoktur.
Kâmil mü'min; her yerde, herzaman ve her hâlde tevhid ehlidir.
Müslim, mü'min, ârif, kâmil, âşık v.s. sıralamamız, askerlikte olduğu gibi onbaşı, çavuş, teğmen, yüzbaşı v.s. gibi sıralama olmayıp; insanoğlunun imkanla imtihan olurken ilâhî, fıtrî ve kaderî kulluk tekemülünün emredilen ve murad edilen gelişimleridir.
Bir bebeğin gelişip çok değerli kâmil bir insan olması, bir fidanın gelişip meyve vermesi gibidir.
Aşamalarda insan aynı insandır.
Ancak Söz, Fiil, Ahlâk ve Hâlleri hâliyle geliştikçe Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e daha çok benzeyip muhteşem bir Muhammedî Mü'min olacaktır.

Mutlak Kemâl: Kemâl sıfatlarıyla mevsuf (sıfatlanmış) olan lûtfiyyet (Er Rahmânü-r Rahîm) ve kahhariyet (ALLAHu Rabbü'l-âlemin) sahibi olan EL AHADÛ's- SÂMED (celle celâluhu)'nun dur. Bu yüce sıfatların mahlûkattaki tek mazharı (zuhûr, tecellî yeri) MUHAMMED (aleyhi's-selâm)'dır.
Mutlak Kemâl; kayıdsız, hududsuz, şartsız, şey’sizdir.
Mahlûkata akseden, yansıyan İzâfî Kemâl ise kayıdlı, hududlu, sınırlı, sorumlu, şartlı ve şey’lidir.
Onun için kâmil; emeline ulaşan, Muhammed (aleyhi's-selâm)'a lûtfedilen ikrâm ve ihsândan kevn âleminde nâsibi olan ve nâsibinin kısmeti olması için de;
İlm-ü- Edeble Âlim,
İrfân-ü-Erkânla Ârif,
Îkan-ü-İzânla Kâmil,
İhsân-ü'l-İhsân olan Rıza ile Âşık olan zât-ı şerîftir.

Emrullah açık ve nettir ki: Teslim ol!
Bu bir Muhammedî kul için lâzımdır.



Muradullah da açık ve nettir ki: İstikamet bul!
Bu da bir Muhammedî kul için lâyıktır.
Bu lâzım ve lâyıkın TEVHİDi ise KEMÂLÂTtır.


Azîz kardeşim!
İşlerin şer oluşu ve görünüşü nefsimizden ve İlm-ü-İrâde gafletidir.
İşlerin hayr oluşu ise ALLAH Tealâ'dan olup İdrâk ve İştirâk şerefidir.
Onun için Âşık; şirkten en uzak, şek nedir unutan ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in MUHAMMEDÎ şerefini yaşayan muhteşem şahsiyettir.

İyi de şimdi nefsime soru sormanın yeri ve zamanı geldi:
Peki Kul İhvânî, sen de:
"Âşığım! diyorsun ya... Bu nasıl oluyor?"
Gerçek cevâbımız şu ki:
Muhammedî oluş şuûru;
Alın yazımız,
Parmak izimiz ve
Ezel-ebed özümüz,
İlk ve son sözümüz gibi şeksiz, şüphesiz hakktır Elhamdülillah.
Ne var ki hani bir babanın iki oğlu olur, ikisi de kendi oğulları... Birisi iyice, yarar iken diğeri biraz yaramaz veya hiç yaramaz...
Hâl-i durumları bu iken ikisi de yine oğludur.
Birine sevinirken, diğerinin islâhı ve iflâhı için gece gündüz dua eder.
Âcizâne bendeniz gerçekten ikinci kümedeyim...
İnşâallah azmim var, yüzümü ve özümü yıkamaya ve arzum var sizlerin gıyâbî dualarınıza...
Hele hele sahibimiz, Efendimiz ve herşeyimiz olan Azîz Ahmedullah (aleyhi's-selâm)'ın duasına, şefâatına ve şifâsına:
Buyurduğu ve istediği gibi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allahümme islâh ümmet-i Muhammedîn, Allahümme an ferece ümmet-i Muhammedîn, Allahümmeirham ümmet-i Muhammedîn ammeten...: ALLAHIM! Ümmet-i MUHAMMED'i islâh et, ferec (çıkış yolu) ver ve umûmen (hepsine) rahmet et!"

Hadis-i şerîfi içimize sürûr ve nur veriyor Elhamdülillahi Rabbü'l-âlemin.

Bize düşen kulluk görevi imtihanında Muhammedî şuûra ulaşıp gayretini göstermektir .
Akıl, zaman, sıhhat vs. gibi kudsî nimetleri çarçur etmeden bocalayıp paniklemeden yolu yolunca ve yoldaşlarıyla yürümeliyiz.
Unutmamalıyız ki;
Ahmak, aradığına "acaba?" ile;
Âlim, ilme çaba ile;
Ârif, irfâna çile ile ulaşırken;
Kâmil Âşık, HAKK'a "bile" ile nâil olur..

Muhammedi muhabbetle…
Resim
Kullanıcı avatarı
nur-ye
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 9089
Kayıt: 08 Eyl 2007, 02:00

Mesaj gönderen nur-ye »

16-1-2008 de Kul İhvanimİZin ES-ERlerinden ALgılar!....

nur-ye yazdı: * BİSMİLLAHİRRAHMÂNİRRAHİYM *

İLÂHE İLLÂ ALLAH
MUHAMMEDE'R RESULULLAH

* MUHAMMED'İ GAYRETKEŞLİK *




G-ÜZELLİK MUHAMMEDİ MÜMİNLERİN ŞİÂRI, GÜZELLİK CEMÂL SIFATININ ZUHURU.
A-LEMLERİN RABB'İ ALLAH (C.C)UYA İSTİKAMET'TE CEM VE CEMÂAT OLALIM DA!
Y-AKINDAN DA YAKIN HABLEL'L-VERİD'İ AKRABAYIZ.
R-ESİM BELLİ RESULULLAH'A TESLİMİYET'TE MUHAMMED'İYİZ ''BİLE''YİZ.
E-DELİM; GEÇMİŞİMİZE-GELECEĞİMİZE VE BİRLİĞİMİZE ''DUÂ''
T-EVBE EDELİM! HEPİMİZ BEŞERİZ! VE HATA EDERİZ.
K-AVİMLER GETİRİR ALLAH TEVBE EDERLERDE GÜNAHLARINI AF'EDERDİ (MÜSLİM-TİRMİZİ-TEVBE 9-11)
E-DEP İLE İLİM - İRADE - İDRAK VE DE İŞTİRAK
Ş-İFÂ VEREN YÂ ŞÂFİ' CELLE CELALİHU DUYAR DA SESİMİZİ
L-ETAİFİN 14 GÖZÜNÜ SIRAT-I MÜSTAKÎM ÜZERE İĞNE DELİĞİNDEN GEÇİRİR ''BİZ''İ
İ-LÂHİ İLİM'DEN, MUHAMMEDİ EDEPTEN YOKSUN KALMIYALIM.
''K-UL'' YOKSA; AZAR!-TAŞAR!-ŞAŞAR! VE KAYAR!!

(KULİHVAN'İ DİVANINDAN ESİNTİLER)

MUHAMMEDİ MUHABBETLERİMİZLE!....
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

nur-ye yazdı: 16-1-2008 de Kul İhvanimİZin ES-ERlerinden ALgılar!....

nur-ye yazdı:* BİSMİLLAHİRRAHMÂNİRRAHİYM *
Bugün(19 eylül) hocamızın Öz tasavvuf, İlim-İrade-İdrak -İştirak konulu yazısını okuyordum, hocamızın şu cümleleri hemen Besmelenin altına gelsin istedim...

"1-NOKTA ilk ve anadır.

İlk halk edilen (nokta) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nuru (ruhu, özü) dür.
Bu öz ise besmelenin "Be" sinin noktası mesabesindedir.
Öyle bir sabit nokta ki tüm özlerimizde nümûnesi mevcûddur ve öyle bir nokta ki harekete geçirildiği anda herşey ondan doğar ve neticelenir. İnsanî ilmin ilk kaynağı bu noktadadır.

2-Arapça'da "Elif" birinci şahsın fiildeki çekim zamiridir. Besmelenin başındaki " Be " harfinin çıkıntısında gizlenmiştir.

3-Elif, Be'ye "bast" eyleyip merhamet ve muhabbet kanatlarını sermiştir.

(Âciz, fakîr, zelil ve âlîl (yok olucu) nesne; var olmak için, elbette "VAR EDEN" in muhabbetine ve merhametine muhtaç ve mecbur kalacaktır.)

4- Gizli Elif'in bağrında doğan Be' nin sinesindeki "Sin" harfi üç dişli olup
ALLAHÎ (İlâhî) sırdır.

5-Sin'in sinesindeki "Mim" ise, muhabbetin ve merhametin ta kendisi olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hakikatidir.
Murad-ı Muhammeddir.
Menbağ-ı Muhammeddir.

6-"Bism" "mim" de yuvarlanıp, mümdemiç olup (dürülüp, bükülüp) enfüs-merkez-öz noktası içine sokulur.
Ve bu nokta "Devrân" edip "Be" nin altına konulur ve Rübûbiyyet tevhidinin sırrını taşır.

Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın; tek ve eşsiz, mübârek, mükemmel ve mükerrem mürebbîlik sırrı ile, Muhammedî bilelik sırrı olan bu nokta, tohumun (Kulluk Tohumunun) içinde mündemiçtir.
Nokta ise, bu ilâhî devrân sonucu aslından ayrıldı.
Aslın altında yerini aldı. Kulluk makamına oturdu.
Gurbete düştü!...

"Bism"in noktaya dönüşü (devri), tohum oluşu...
Kâinâtın "DEVRÂN"ına delildir.
Her tohum bu kâinât tarlasına düşüp de can içinde can buldu mu, ağaç olup (dal-budak ve ufacık yemyeşil elleriyle duada) SEYRÂN'a geçer.
Çiçek açıp, meyve verip CEVLÂN'a geçer...
Binlerce tohum üreterek, tohumdan tohuma HAYRÂN'a geçer...
Âcizâne zevklerimizde zuhûratlar bunlardır...
Şiirlerimizdeki Devr – Seyr - Cevl ve Hayr şe'enleri de... "


"Bismillahirrahmanirrahim"
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Hocamızın Öz tasavvuf, İlim-İrade-İdrak -İştirak konulu yazısını okudukça susmak istemiyorum!...Hocamızın eserini, Nuriye ablamızın forumda gözlerimizin önüne sermesi vesilesi ile bu ALGImı sizlerle paylaşayım istedim.

Sayfalarca genişletilebilecek bir yazı. Sadece bir cümlesindeki algımdan bahsetmek istiyorum..Allahu Zül Celal hocamızı ve ailesini hayırla mükafatlandırsın inşaallah...

"ABD OLAN RABB'ısına MUHTAÇTIR "Kul İhvani

Bu muhtaçlığımızı günde 5 vakit hatırlamıyor muyuz?

(HATIRLAMA; Verilip unutulan bir sözün farkına varılması, farkediş...ZİKR)

Kaç gündür düşünüyordum GİZLİ İTİRAFIMIZI...

Günde en az 5 vakit,

33x5=165 defa aciz olduğumuzu,
33x5=165 defa fakir olduğumuzu,
33x5=165 defa zelil olduğumuzu
33x5=165 defa illet sahibi olduğumuzu


itiraf etmiyormuyuz..

Hele de bu itirafı bir İMAM başlatıyorsa
1+6+6 =13'e tamamlamıyor muyuz günlük zikrimizi.


Her SUBHANAALLAH dediğimizde, ACİZİZ ya Rabb
Her ELHAMDÜLİLLAH dediğimizde, FAKİRİZ ya Rabb
Her ALLAHU EKBER dediğimizde, zelil olan biziz Ya Rabb


Ve LA İLAHE İLLA ALLAH dediğimizde, illet sahibiyiz Ya Rabb demiyormuyuz?

Aciz olmasak nasıl anlayacaktık Rabbimizin Subhanlığını.. O'nun her türlü acizlikten beri olduğunu...Aciz olmayanın sadece O olduğunu. Acz olmayanı ancak ACİZ olan tanır.

Fakir olmasak nasıl HAMD edecektik Alemlerin Rabbin'e!...O'nun EL HAMİYD oluşuna nasıl şahitlik edecektik!...Ancak hiçbirşeyinin olmadığının farkına varan HAMD edebilir HERŞEYi verene..

Büyüklüğümüz olsa idi, alemlere sahip olsa idik, Alemlerin Rabbini EKBERsin diye tesbih edermiydik hiç....

Ölüme gitmeseydik, sonsuz bir hayatın sahibi olsaydık diyebilirmiydik LA İLAHE İLLA ALLAH!....


İşte günde 5 vakit bu zikrler hep kendimizi farkettirmek için değilmi?Rabbimiz ne kadar YÜCE...Acziyetimizi,fakirliğimizi,zillet ve illet sahibi oluşumuzu kullarının yüzüne vurmamak için kendimizi bize kendisiyle farkettiriyor...NE KADAR SEVGİLİ!.....

Burada O'nun güzel isimleri zikredilmezde ne yapılır?

Hocamız gönlünde 4 mısrada toplamış O'nun güzel isimlerini...


Yâ Muâhhir - Yâ mukaddim - Yâ Hâlik ü Âhir ALLAH (cc)
Hayyü'l- Kayyûm -Kavîyy- Kuddûs -Yâ Habîr ü Zâhir ALLAH (cc)
Alîm - Azîm - Alîyy - Azîz - Bâkı - Bâri - Basîr ALLAH (cc)
Hasîb - Hamîd - Halîm - Hakîm - Kerîm - Kebîr - Kadîr ALLAH (cc)




Adl ü Afüvv - Bedî' ü Berr - Bâis - Bâsıt - Vâhid ALLAH (cc)
En Nûr - Sabûr - Samed - Selâm - Celîl - Câmi' - Vâcid ALLAH (cc)
Rahmân - Rahîm - Râfi' - Raûf - Rezzâk - Râkib - Reşîd ALLAH (cc)
Zü'l Celâl-i Ve'l İkrâm - Hakk - Semî' - Şekûr - Şehîd ALLAH (cc)



Kâbıd - Hafîd -Mümîd- Müzill -Evvel -Ganîyy- Ed Dârr ALLAH (cc)
Hâdî - Hafîz - Hakem - Vâsi' - Vâris - Vâlî - Cebbâr ALLAH (cc)
Vedûd - Vekîl - Velîyy - Lâtîf - Fettâh - Gafûr - Gaffâr ALLAH (cc)
Yâ Musavvir - Mütekebbir - Tevvâb - Vehhâb - Kahhâr ALLAH (cc)




Mâlikü'l - Mülk - Melîk - Metîn - Muizz - Muid - Mübdi' ALLAH (cc)
Nâfi'- Mâni'- Mâcid - Mecîd - Mücîb - Mü'min - Mugnî ALLAH (cc)
Müteâlî - El Müntakim - Mukîd - Muksît - Muhsî ALLAH (cc)
Uyan âşık aç gözünü El Müheymin - Muhyî ALLAH (cc)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

halimkok yazdı:AKLI-mı NAK- i – L EDİYORUM

Allah cc ; Zariyat Sûresi – 56 : "Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk etsinler diye yarattım."

Diye buyurduğu halde niye O varlığın ÖZ’ üne… SAV’ e ilk seslenişi; “OKU!” olmuştur

Neden; Bana ibadet et… Secde et… (veya) kulluk et… Buyurmamıştır da “OKU!” buyurmuştur.
Çünkü okumadan lâyıkıyla ne kulluk ne de ibadet yapmak mümkündür.

Maun Sûresinde buyurur ki Allah cc ; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki… Onlar kıldıkları namazdan gafildirler… Kalbleri kıldıkları namaza yabancıdır…”

Kulluk bilinci nasıl oluşabilir OKU-madan anlamadan… Bu nedenle gerçek KULLUK EN YÜCE MERTEBEDİR insan için. Başka türlüsü ise;


A'raf Sûresi – 179 : "… İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar."

“VAR” lığın var oluş sebebi OKU-maktır… Allah’ın buyurduğu şekilde OKU-malı ki
İbadet te kulluk ta mümkün olabilsin…

"OKU!" deniyorsa OKU-nacak bir şey “VAR” dır. Bu; “VAR” ve OKU-nacak olan şey Allah’ın İLMİ’dir… VAR-lık İLİM’dir… OKU hitabının muhatabı da AKIL’dır…


Talak Sûresi – 12 : “… Allah'ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.”

M.Arabî Fütuhat-ı Mekkiye’ de der ki;
“Allah var idi ve O’nunla birlikte başka bir şey yok idi… Halen de öyledir.
Var olanların hakikatleri de – ey Peygamber Allah sana merhamet etsin – böyledir.

Bu hakikat, bütün hakikatlerden sadece kendisinin önce, onların ise sonra gelmesi yönüyle fazladır. Çünkü bir şeyle beraber olmayan ile hiçbir şey beraber değildir.
Hakikatler (DIŞA) ilimde bulunduklarından farklı çıksaydı, bu hükümde münezzeh hükümden ayrılırlardı.

Şimdi de hakikatler, hükümde ilahi ilimde bulundukları hal üzeredir. O halde şunu deriz; Hakikatler vardı ve onlarla birlikte varlıklarında başka bir şey yoktu. Hakikatler, şimdi de taptıkları Ma’bud’un ilminde nasıl idiyseler öyledir.
M.İbn-i Arabî -Fütuhat-ı Mekkiye 1.kısım s.22–23


Kelimeyi şahadet getirirken neye şahit olduğumuzu ancak ilim sahibi olduğumuzda biliriz. Çünkü Allah buna şahitlik eder.

Nisa Sûresi – 166 : Fakat Allah sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.

Evet… OKU-nacak olan Allah’ın İLMİ’dir… Harfleri, kelimeleri, sözleri varlıklardır.
Akıl, Kâinata bakarak okumalıdır… Kur’an’ı Kerim’de de bunun yazılı olanı vardır.
Orada her şey misâlleriyle anlatılmıştır ve hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.

Peki AKIL nasıl okuyacak… okuduğunu okuyamadığını nasıl bilecek.

“AKIL ile NAKİL birleştiğinde TEVHİD doğar” der, Hocam Kulihvani…

Demek ki AKIL’ın okuyup okuyamadığının ölçütü NAKİL’dir…
AKIL, NAKİL ile “BİR” leşmelidir.

Nakil nedir?: Allah Resulü’nün (SAV) Allah’tan vahiy yoluyla aldığı ve tebliğ ettiği,
Mukaddes Kitabı KUR’AN-I KERİM ve “SÜNNET” dediğimiz SAV Efendimizin söz ve uygulamaları

Nakil deyince sanki nakliyatı, taşımayı çağrıştırıyor değil mi?
Allah cc’tan aldığını Resulü SAV’ e getiren Cebrail’in… gidiş gelişleri canlanıyor.
Ya da naklen yayın dediğimiz “CAN-lı Yayın”… Nakil edilen yayın…
Evet nakil CAN-lı olan HAYY olandandır… Ama bir yerden bir yere taşınıyor değildir.
Çünkü O bize şahdamarımızdan daha yakındır. Bir nakil söz konusu ise AKIL’ın şahdamarımızdan daha yakında olan bu “YER” e nakli söz konusudur.

Akıl nakile taşınacaktır…BİZ olacak… BİR-leşecektir ki TEVHİD olsun…
Nakille birleşecek olan AKIL nedir?
Akılın sözlük anlamları içinde ilim ve idrak olarak ahmaklığın zıddı olmasının yanında… Mani olmak engellemek, alıkoymak ve bağlamak gibi anlamları da var…

Yani akıl… Bağlı olan, engelli olan ilimdir…


Bakara Sûresi – 255: “Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar.”

Aklın bu bağı, engeli BEN demesidir… Bu engelleri aşmalı ki ÂŞIK (AKIL)… Aşkı ile yandığı
MAŞUK’a… NAKİL’ le bildirilene kavuşsun…

Nasıl birleşir akıl ile nakil?
Birleşmek nedir… BİR olmak değil midir? İki ayrı şey nasıl BİR olur…


"Birisi geldi; bir dostun, bir sevgilinin kapısını çaldı;
Sevgilisi; Kimsin a güvenilir er? Dedi.
Adam; Benim… Deyince;
- Git… Dedi
- Şimdi çağı değil
- Böylesine sofrada ham kişinin yeri yok.

Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, ikiyüzlülükten ne kurtarabilir?
O yoksul gitti; tam bir yıl yollara düştü… Sevgilinin ayrılığıyla kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı.
O yanmış-yakılmış kişi pişti, olgunlaştı… Geri geldi, gene sevgilinin evinin çevresine düştü.
Yüzlerce korkuyla, yüzlerce defa edebi gözeterek kapının halkasını çaldı; ağzından edebe aykırı bir söz çıkacak diye de korkup duruyordu. Sevgilisi;
—kapıdaki kim? … Diye bağırdı. Adam;
—A gönüller alan… Dedi,
—Kapıdaki “sensin”. Sevgilisi;
—Mademki “BEN”sin, gel içeriye gir… Dedi.
—Ev dar, iki kişi sığmıyor."
(Mesnevi, c.1, sh.3068-3075)


Orada… AŞK’ta ikiliğe yer yoktur… Orası BİR’in evidir. İkilik halindeki AKIL’ın BİR-leşmek için NAKİL’le bildirilene duyduğu hayret, hasret, muhabbet… AŞK’tır.

AŞK… Muhabbet ; "Öz ve çekirdek". Meselâ kalbin içine ve özüne " HABBETܒ L KALB " denildiği gibi tahıl cinsinin bir tek tanesine de " HABBE " ismi verilir.

HABİB’im sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım… Buyurduğu ve “KÛN” emriyle VAR kıldığı şeydir. İlk varlıktır… İlimden DIŞA ilk yansıyandır… İLK AKIL… İLK NOKTA… ZERRE… HABBE… MUHABBET… AŞK

SAV Efendimizin “Ben ilmin şehriyim… Ali ise kapısıdır” Buyurduğu Hz. Ali Efendimiz, bu tek noktaya işaret ederek; “Ben “B” nin altındaki noktayım” buyurur. TEK NOKTA’ dan yayılan, genişleyen Kâinat… varlık…

Bundandır ki İlim. Yani “VAR” lık… Tek nokta idi… onu cahiller çoğalttı… Ben dedi, sen dedi…Bu cehalet ilmin zıddıdır… ASLI olan İLİM-le görüldüğünde her şey yine tek noktada toplanacaktır. Bu VAHDET-İ MEVCÛD noktasıdır… Tüm mevcudatın TEK-liği noktasıdır… Akıl tekrardan o ilk AN’ı görür… Yani her şeyin tekrar ilk var oluşuna… HABBE… MUHABBET… AŞK haline dönmesidir…


O zaman Akıl ile Nakil’in birleşmesi… yani “BİR” leşmesi… İKİ iken BİR olması… bir dönüşümdür… Ama Mesnevi’deki hikâyede anlatıldığı gibi Sevgili öyle hemen birleşmeyi kabul etmiyor ki… Henüz aşıkını ham görüyor… Olgunlaşmamış yani… Yanmalı, pişmeli… (Bu demektir ki; AKIL HENÜZ BİLMESİ GEREKTİĞİ KADAR BİLMİYOR…)

İşte bunun için düşer Mecnun çöllere… Âşık olduğu Leyla için… Kavuşmak için… “BİR” leşmek için… “BİR” leşme gerçekleşince ortada ne Leyla kalır ne Mecnun…

Akıl nakil ile birleştiğinde de ortada ne akıl kalır ne nakil… İLL ALLAH… Bu ana kadar L İLAHE diyordu akıl… şimdi hiç olduğunu anladı… Sevgilinin aşkı ile eridi… yok oldu…

Daha önce AKIL Sevgilinin kapısında “BEN “ diyendir… BEN dediği kimdir… Sevgiliye dönüşecek olan nasıl sen olursun… Sen sen olduğun sürece nasıl ikilikten kurtulup ta SEVGİLİ ile BİR-leşebilirsin…?

İnsan aynaya bakar da; “ İşte bu gördüğüm BEN-im” der
Ha böyle yapacaksan bari şunu yap;
Babadan gelen sperm hücresi ile anadan gelen yumurtalık hücresinin mikroskopta çekilmiş fotoğrafını büyült kendi boyunca… Koy yanına… bak aynaya bakalım…
Önceki gördüğünden daha fazla SEN-sindir o…
Çünkü o haldeyken AKIL bilir kim olduğunu ama sonradan “BEN” lik KAB’ına sıkışır da içindeki su DENİZ’e ulaşamaz… Bir şeyin içindeki SU’yu çıkarmak için KAB’ını sıkmak lâzımdır…


"Oku!" dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi.
-Melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar:
"Oku!" dedi.
…
"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" (Alâk 1-5) dedi."
(Buhari, Bed'ü'l-Vahy, Enbiya 21, Tefsir, Alâk Ta'bir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636).


Ben diyen ham akıl… O zaman sıkılmayı, çileyi hak ediyorsun… Sen içindekini bilmezsin de dıştaki KAB’ını sen sanarsın.. Kimsin sen? Der SEVGİLİ… Kendini bilsen bileceksin kim olduğunu… Ben dediğin için kovulursun kapıdan… içeriye alınmazsın…

Dışındaki o kab sana misâl olarak anlatır ASLında kim olduğunu…
Sen de bir aşkın… İki olan Ana-Baba’nın birleşmenin sonucu değil misin?
Senin var oluşunda aynı aşkın yansıması değil midir? Babadan gelen sperm hücresi anadan gelen yumurtalık hücresi ile BİR oldu da sen oldun… Yumurta hücresi bekledi Leyla gibi… Gel bende BİR olalım dercesine… Sperm hücresi ne mücadeleler verdi… Mecnun olan AKIL’ın Leyla olan NAKİL’e ulaşması gibi…

Allah var idi ve O’nunla BİR’likte başka bir şey yok idi… halen de öyledir…

Ne diyor buna akıl?
“Ben O’muyum?” diyor. Bunu derken bile ikilik içinde diyor; BEN-O
Sen O’musun değil misin?
Bunu bilmek için O’nu biliyor olman gerekir ki seninle aynı mı değil mi bilesin…
O’nu biliyor olsan zaten soracak bir şeyin kalmaz. Görür ve bilirsin kim kimdir…
Ama bilmiyorsan nasıl bilmediğin bir (şey olmayan) “ŞEY” ile kendini aynı sanırsın…

O’nu bilmediğin halde BEN, O’yum diyorsan… O’nu bilmediğin belli zaten de bunun ötesinde kendini bilmiyorsundur… “Kendini bilen Rabbini bilir” buyurulmuş…


Sorarsın; "O, nasıl bir şey?"
O, ne "BİRŞEY" ne de bir "ŞEY",
"HERŞEY" değil O, O'ndan her ŞEY,
Ah nasıl AKIL gerekir.

"ŞEY" olan sen, nasıl şeysin,
Sen CAN nefesli NEY'sin.
Kendin nasıl üfleyesin.
O, NEYZEN'in OL gerekir.



“İnsana bilmediğini öğretti.” Alak Sûresi..

Aklıma öğretilenleri NAK-i- L ETTİM….

***


Akıl diyor ki;

Can nefesli NEY olduğunu anlayan AKIL… Dışım NEY’se içim O’dur der…
-Dışımın NEY olduğunu bilirsem bilirim ki NEYZEN’im O’dur. İçimdeki Rahmân nefesi O’nundur. der
-Dışım NEY olursa ancak içim O diyebilirim der
-Dışıma bakıp ta bu da NEY…bizim gibi diyenler bilmeli ki onların da içindeki O’dur ama bilmedikleri için dışta takılıp kalırlar der.
-Dışın neyse, hayatın, yaşadıkların… “halin ne ise müşterisi sen oldun” der Kenan Rıfai…
o zaman için de dışın gibidir…
Aklını selim edenler için : SUyun testisi BUZdan…
BİZ…BİRiz..

ankakusu yazdı:ALLAH (C.C.) RAZI OLSUN HALİM CAN ABİM.
AKIL-NAKİL İLİŞKİSİNİ VE BİRLEŞİMİNİ "BİZ"DE "BİR" OLARAK ÇOK GÜZEL SÖZ ETMİŞ, SOHBET OLMUŞ VE ZEVKE DÖNÜŞTÜRMÜŞSÜNÜZ.
AŞK OLSUN, DAİM OLSUN İNŞAALLAH...

TASAVVUF DA ZATEN ZEVK-ŞEVK-MEŞK-AŞK İŞİ DEĞİLMİDİR.
YOKSA ÇEKİLMEZ BU ÇİLELER.
ANCAK ÇİLESİZ DE SIRRA ERİLMEZMİŞ.

NEFS; KENDİNİ HAK VE HAYRLA MEŞKUL ETMEYİNCE, MUHAKKAK Kİ BATIL VE ŞERLE MEŞKUL EDİYOR.
NEFSİ DONDURAN HEVA VE HEVESİ,
ANCAK YANDIRAN HAKK(C.C.) VE NUR-U MİM'DİR...

"BİZ"DE ZATEN BATIL VE ŞERLE MEŞKULİYET OLMAYINCA "BİR"LİKTE NE GÜZELLİKLER ÇIKIYOR VE ZEVKLER OLUŞUYOR.
VE BU ZEVKLERDE "BİZ"İM "BİR" ZEVKİMİZ OLUYOR.
ZEVKLERİMİZLE ZEVKLENİYORUZ HAMD OLSUN.

ŞİMDİ BU GÜZEL KONUYLA İLGİLİ DOSD KUL İHVANİ BİR SOHBETİNDE BAHSETMİŞTİ VE ANLADIĞIM KADARIYLA SÖYLÜYORUM:
MERKEZİN İLK NOKTASI "NAKİL"DİR.
İNSAN BİR AYAĞINI NAKİL YAPARDA "AKIL" AYAĞI İLE DEVRE BAŞLARSA BU PERGEL HAYAT "DAİRE"SİNİ ÇİZER.
BU DAİRENİN İÇİ HAYATIMIZDIR.
ÇEMBERİN ÜZERİNDEKİ HER "NOKTA" İSE EŞİT OLUR VE MERKEZE AYNI UZAKLIKTADIR.
"BİZ OLANLARIN ÇAPLARI EŞİTTİR, AYNIDIR YANİ "BİR"DİR.
ÇAPI "SIFIR" OLAN DAİRE "NOKTA"DIR.
"BEN DİYENLER MERKEZ-NOKTA VE MUHİT-ÇEMBERDEN HABERSİZDİR.

MUHAMMEDİ MUHABBETLER SUNAR CANÜ GÖNÜLDEN SAYGI İLE SELAMLARIM.

ZITların ZEVKi:

"Canlar cisim giyinir, canlar cengine katılır, rolü biter..
Canlar cisim soyunur, canlar rengine katılır, gölgesi kaybolur durmadan....

Cisimde can veriş ve canda cismin dirilişi!.."

BİZ... BİRiz... Hamd olsun...
gulgoncaa yazdı:Selamun aleyküm
Elhamdülillah
Ve Aleykümesselam

Sabah sabah...Kahvaltı tadında...

Allah(c.c) bereket versin...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Mesaj gönderen Gariban »

Sağolasın Gül Kardeşimiz,
iKRa-M'ınız için.

Selam ve sevgiyle
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »

Sizde Sağ OLasınız Gariban Kardeşim

iKRa-M'larınız için...



iKRa-M
demişken, bugün işyerinde 2 stajyer arkadaşımız yeni staja başladı..Gün içerisinde kısa bir yolculuk gerekti...Yeni arkadaşlarla gidelim dedik...Tanışma faslında isimlerimizi söylerken birisinin isminin RABİA, diğerinin de NEFİSe olduğunu öğrendim...Üçümüz çıktık yola...
Rabia diyince hemen aklıma Râbia-tül Adeviyye (Kaddesallahu Sırrıhulaziz) (Allah (c.c) O'ndan razı olsun...)geldi...Kendisine bir gün şöyle sormuşlar: "İnsanı Allahü teâlâya yaklaştıran en üstün şey nedir?" "Muhabbet sâhibi olan kişi, muhabbetinde öyle sâdık olmalı ki, gönlünde O'nun için olmayan hiç bir sevgi bulunmamalı." diye buyurduğunu öğrendik..

İkram! İkram! derken MuhabbetimİZe de son veremedik : ) ...Nuriye Abla'm da sağ olsun bu gün sayfanın başına bu resmi eklemiş..Görünce hemen Râbia-tül Adeviyye (Kaddesallahu Sırrıhulaziz) için mi acaba bu resim yapılmış diye düşünüverdim.Çok güzel bir resim..Çok teşekkür ediyorum ...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Mesaj gönderen Gul »



"Hz. İbrahim a.s;

Sâra Ana, Hacer Ana, İshak as, İsmail as İmtihanları..
Beden, Nefis, Kalb ve Ruh; Biliş, Buluş, Oluş ve Yaşayışları… "

Acaba hocamız, Kuran’ı Kerim’de nasıl bir bağlantıya dikkat çekiyordu bu cümleleriyle?

Algılıyabildiğim kadarıyla şöyle bir tablo canlanıvermişti hayalimde;


Sara Ana....... Hacer Ana....... İshak (a.s)....... İsmail (a.s) İmtihanları.
La
................. İlahe..................... İlla................... Allah
Beden........... Nefs..................... Kalp.................. Ruh
Biliş.............. Buluş.................. Oluş.................. Yaşayış
İlim............. İrade.................... İdrak.................. İştirak



Sara Ana ‘da tevhidin 'la' kısmını, Hacer Ana'da 'ilahe' , İshak (a.s)' da 'illa' ve İsmail (a.s)' da Allah (c.c) kısmını nasıl anlayacaktık?

Sara Ana ile tevhidin ‘La’ sına şahit olan İbrahim (a.s) anlamıştı ki bu beden yok olup gidecekti. 'La' yı diyen Hz. İbrahim(a.s) peki bu beden gidecekse ne kalacak diye sormaya başlamıştı kendisine. Tamda bu soruyu sorarken Rabbi İbrahim (a.s)’a salih 'bir evlat iste diyivermişti'. Rabbimiz(c.c), İbrahim (a.s)'ın bu seslenişini, Sara Ana’ya Hayy diriliği muhteşemliğiyle duyurtmuştu. Bunu duyan Sara Ana hemen yol arkadaşı Hacer’i eşine tavsiye etti.Böylece Hz. İbrahim(a.s) 'İlah yok (mu)- la ilahe' kısmını salih bir evlat isteyerek tamamlamıştı. O, bir evlat istemişti. Rabbi ona iki evlat vermişti hemde ikinci evladı olan Hz. İshak, Sara Ana'dandı!

'La ilahe' diyebilen nefs 'illa Allah' demek için çırpınıyordu.

Hz . İsmail(a.s)’in babası gibi namaz ibadetini ve zekatını yaymak için çok çaba sarfettiği, Hz . İshak(a.s)’ın da fiziken babasına çok benzediği hatta görenlerin bazen ayırt edemediği söylenir.

Hz.İbrahim(a.s), Hz. İsmail(a.s)’e olan kan bağını Rabbisinin yardımıyla kurban etmeye niyetlenince fiile gerek kalmadan, sade niyetle eylem gerçekleşmiş oldu! Bu haliyle 'Allah(c.c)' diyen Hz. İbrahim(a.s) 'la ilahe illa Allah(c.c)'ı 4 kişilik ailesi ile tamamlamıştı. Mallarımızla ve canlarımızla cenneti satın almak daha güzel nasıl anlatılabilir ki? Hal ile Allah(c.c) demek daha güzel nasıl anlatılabilir ki?

Bizim ailede; ben dahil beş kişi. İster istemez kendimi düşünüyorum. Kardeşimle başlayıp annemle biten bir tevhidİZ sanki.

Ablam geçen yıl evlendi. O benim tevhidimin 'la ilahe' kısmıydı. Evlenmesi ne anlama geliyordu. Kadın ve erkek (zıt iki şey) birleşince nötr olur. Hemen periyodik cetvel geliyor aklıma. Nötr atomlar yüksüzdür. ÖZ HAL. Doğada oluştuğu gibi bulunan atomlardı .Yani 'SAF-TEMİZ-PAK-SABİT-YÜKSÜZ'.

Acaba 'la ilahe' YAŞAdığım şu an OLan ve bu olanı BULup BİLdiğim miydi? 8 bin alem aklıma geliyor. Yolda yürürken farkında olmadığım ama yüzlerce kişinin yanımdan akıp gitmesi gibi yaşadığım binlerce olay gözümden öylece akıp geçiyor şu an!

Ve şöyle bir şey geliyor aklıma.
‘İlla ‘ya karşılık gelen Hz. İshak’ın, evlatlarından Yakup (a.s) ile Hz. İshak hakkında hatırladığım kadarıyla Rabbimiz onların üzerinde nimetini tamamladığını haber veriyordu. Demek ki 'la ilahe illa' ya kadar gelen bir baba(Hz. İshak a.s), evladıyla beraber 'la ilahe illa Allah' diye tamamlanabiliyor ve buda HAYY zincirini gözler önüne açıkça seriyordu. Nimetin tamamlanması başka ne anlama gelebilirdi ki.

Hz. İbrahim(a.s)’in kendisine secde etmesini isteyen Nemrut, Hz. İbrahim(a.s)’in kendisini yaratandan başkasına secde etmeyeceğini söylemesi üzerine ‘seni yaratan kim’ diye sordu.

“Nemrud " Seni yaratan kim ? " diye sorunca, İbrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah'tır » diye cevap verdi. Nemrud, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki kişi getirtti. Birini serbest bırakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve öldürmüş oldu.”

“Yusuf suresi aklıma geliyor. Yusuf (a.s)’ın zindana kadar atılması sürecin de ilim- irade- idrak- iştirak ile "la ilahe" diyip bir türlü "illa Allah" diyemeyen nefsine yenik düşmemesi için zindanı talep etmesi, ve aynı gün kendisiyle beraber iki kişinin de zindana düşmesi ve bu kişilerden birinin ölüp diğerinin sahibine dönmesi”

Aman Allah’ım!

Yusuf(a.s) 'illa' diyebilecekti. Nemrut farkında değildi ama Nemrut'un Rabbi(Rabbimiz(.c.c)) farkındaydı…Rabbimiz(c.c) Nemrut’a İbrahim (a.s) ‘a büyüklük taslama çalışması yaptırırken, Yusuf(a.s)’un zindandan kurtulma kapısını aralamıştı. Doğru mu anlıyorum!!!

Ya çok eşlilik !

Hz. İbrahim (a.s)’ın iki eşi vardı! Ve bu iki eş bize bu gerçeği idrak ettirmek için zuhur etmişti El Zahir(c.c) tarafından. Peygamberimiz (s.a.v)’in eşleri kimbilir neler anlatıyor bize kim bilir?

Peygamber(s.a.v) düşmanlarının, her fırsatta peygamberimize bu yüzden hakaret etmesi aklıma geliyor. Resullullah (s.a.v) sesleniyor taaaaa içimde bir yerden. BİLMİYORLAR...BİLMİYORLAR...BİLSEYDİLER...YAPMAZLARDI!

Allah(c.c)'ım ne çile Sara Anamızın çilesi…Ne çile. Ya Peygamberimizin(s.a.v) çilesi.

Halim can kardeşimin de içine doğmuş gibi. Geçen gün 'çile çekmeyen can çiğdir' başlığına yazdığım yazıyı okumuş ve msnden mesaj atıyor, niye hep bayanlara merhamet istiyorsun. Erkekler nerede diye, esprili bir şekilde. Bende toparlamaya çalıştım durumu. Dedim ediyorum ama senin haberin olmuyor : )

Halim Can Kardeşim;

Hatırlarsan hamile bir kardeşmin karnındaki bebek için bir dua dökülmüştü Resulullah (s.a.v) ile birleşmek isteyen yüreğimden…. Hamile kardeşimin karnındaki bebeğin erkek olduğunu söylüyor doktorlar! Rahimde gizli OLan’ı DUY inşaAllah!

Yusuf (a.s)'ın durmunu yaşayan , onun sınav olduklarıyla sınava tabi tutulan tüm kardeşlerime (bayan-erkek) Allah Azze ve Celle'den, Resul'unun(s.a.v) şefaatiyle merhamet yağdırması için yalvarıyorum. Merhametlilerin merhametlisi Rabbimiz(c.c)! Sara Ana, Hacer Ana, İshak(a.s) ve İsmail (a.s)'ın, biliş, buluş,oluş ve yaşayışlarına nur yağdır. Bizleri Hz. İbrahim (a.s) tevhidine şahit kıl Resulullah'ın (s.a.v) ile.

İnşaAllah AMİN.
Resim
Cevapla

“Kul İhvâni Kimdir?” sayfasına dön