ÖZ TASAVVUF - VII

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

ÖZ TASAVVUF - VII

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

7. BÖLÜM: KULLUK SIFATLARI

Latif YILDIZ

Önsöz

Azîz kardeşim, kulluğun olmazsa olmaz dört ana sıfatı (vasfı) vardır: Fakriyet, Acziyet, Zillet ve İllet:

1. Fakriyet :

Fakr, kulun kendisine ait hiçbirşeyinin olmayışıdır.
Ciddî ve samimî bir dervişe sormuştum ki: "RABB'ımıza ne arz edeceksin?"diye.
Cevâbı "canımı da veririm!" oldu.
"İyi ama, can da onun!" deyince
"Şimdi anladım ki Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in "Fakrimle fahrederim." buyurmasındaki sırrı!" demişdi.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mü'minin izzeti (şerefi onuru) onun, insanlara karşı istiğnâsıdır." buyurmuştur.
(Hâkim, Müstedrek IV/325; Ebu Nuaym, Hiyle II/253)

İstiğnâ: ihtiyaçsızlık, zengin tavırlılık, gani görünüş. Hakk (celle celâluhu)'dan gayrısına tenüzzül etmeyiştir. Fakr'ın hakikâti tevhidi teslimiyyettir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yüksek el, alçak elden daha hayırlıdır. Yüksek elden murad, veren; alçak elden murad da dilenen eldir." buyurmuştur. (Abdullah ibni Ömer (ra) dan Müslim, Zekât 94 (1033))

Resim--- "Ey insanlar, sizsiniz hep ALLAH'a muhtaç fakîrler. ALLAH ise zengin ve hamd ile övülecek O'dur ancak." (Fâtır 35/15)
Cüneydî Bağdadî (kaddasallahu sırrıhu): "Sûfî zahidin eli maldan, kalbi tama'dan hâlîdir (boştur)..." demiştir.

Ebu Alî Rûzbârî (kaddasallahu sırrıhu): "Fakr ehli mu'tî (veren) sebebiyle, mu'ta (verilen) dan mustağnidirler..." demiştir.

Biz de âcizâne diyoruz ki: sadık fakr ehli: yarım nefeslik şu anını Hakk (celle celâluhu)'ya tahsis eden ve başka da bir hâli olmayandır.
Ve kendini El VEDÛD (celle celâluhu)'nun vâridât (içe doğuş, aşk) dalgalarına teslim eden ilâhî, gaybî ve derunî zevâid (ziyâde, ihsân) ve fevâid (ihsânı yaşayış) e nâil olmuş; küfürden (bâtıl ve şerden), ismet ve sıyânet (koruma, himâye) sığınağı olan kalb-i Muhammed'e (hakka ve hayra) sığınmış ve tevhidinde sebât ve istikâmet ehlidir.
Acz, fakr, zill, ve ill ehli âşıklar...

Ebu Bekir Tûsî (kaddasallahu sırrıhu): "Fakr; "VAR"lığı ALLAH (celle celâluhu)'ya irca' (geri döndürme) dir." demiştir.

Ebu Bekir Dekkâk (kaddasallahu sırrıhu): "Fakirlere, "VAR"lık ve "YOK"luk bir şey vermez. Onlar O'nunla (HAKK Celle Celâluhu'yla) olmak şuûrundadırlar..." demiştir.

Ben bu şerefli zâtı tanımıyorum; ancak Muhammedî oluş şuûrunda aynı şeyi konuşuyoruz.
Çünkü bizim özümüz (Muhammed Aleyhi's-Selâm) birdir.
Sadece ağızlarımız, parmak izlerimiz, kaderlerimiz, zamanlarımız v.s. farklı...
Gerçek fakr; şikâyetsiz şükürdür ki samimî sabırda buna denilir...

İbrâhim Havvas (kaddasallahu sırrıhu): "Gerçek fakr, şikâyeti bırakmak, başa gelen belâların izlerini gizlemektir." der iken saf süfî sofrası seriyor bize sağ olsun ve rahmetler olsun hepsine efendilerimin...

Kanâat ehli fakîrler : Tükenmeden ve hin-i hacette (ihtiyaç anı) kalmadan, istemeyenler.

Sıddık fakîrler : Mecbur kalınca ve istemeden verilirse kâfisini alıp biriktirip bekletmeyenler.

Mukarrib fakîrler : Verilse de almayanlar...

Bunlardan bir tânesini şu anda Antalya'da yaşayan arkadaşlarım da tanıyorlar.
Caddelerde durmadan yürüyen, yağmur, çamur, gece, gündüz bilmeyen, yaz kış paltolu ve saç sakal, perişan kişiyi...
Cebine bin lira sokmak istediğimde iki metre fırlayıp "Uuuuf!" çekmişti...
Gerçeğe sabır zordur, çileye sabır zordur.
Onun için ALLAH (celle celâluhu) dan sabır dileyen birisine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Belânı istedin, afiyet de dile..." buyurmuştur. Şu anı hakk ve hayrı ile geçirebilmeye sabır deriz.
Kötülüğe mukavemete değil...
Nefsin sermayesi şu andır ki olanı hükm-ü Hakk bilip işine gelene şükreder, işine gelmeyenin yorumunu RABB'ımıza bırakıp "hayr olur inşâallah" deyip sabra sarılmalı.
Düne tevbe, yarına ise dua...
İnsan "emânet" üzere halkedilmiştir.
Ve görülen tüm ni'metler, beden, akıl, nefs,kalb, ruh, can v.s.de emânettir. Somut olsun, soyut olsun insanın sahibi olduğunu sandığı tüm güzellikler RABB'ımızın ihsânıdır. Bir görüntü sûreti ve sîreti içinde bu cihâna çırılçıplak girip yine çırıl çıplak çıkan insan gerçekten fakîrdir.


2. Acziyet :

Kaza-kader, irade ve meşiyetinde mutlak tek olan Rabbü'l-âlemin şu muhteşem ve Muazzam, şaheseri olan kâinâtı ve insanoğlunu;
Ulûhiyyeti,
Rübûbiyyeti,
Merhamiyeti ve
Mâlikiyeti (melikiyeti) (Fâtiha 1/1-4 bkz.)
Bilinsin ve Zât-ı HAKK'ına kulluk edilip her şey kendisinden dilensin diye halk ettiği açıkça ortadadır.

İnsanoğlu; aklen, kafa gözü (yüz gözü) olan basarı ile ALLAHU Tealâ'nın muazzam azametini (somut); tek hücreli amipten file, zerreden (atomdan) kürreye kadar bizzât görmektedir.
İnsanoğlu mahlûkat içindeki farkını farkedip, insan olmanın onurunu, şeref ve haysiyetini idrak edince; naklen, kalb gözü (özgözü) olan basîret ile ALLAHU Tealâ'nın muhteşem kudretini zerre kadar tütün tohumunun ilk dirildiği günden bu güne ve hatta kıyâmete kadar dirilik zinciri olduğunu; tüm sistemin sonsuz bir ilim, denge, düzen ve seyr-ü-sefer içinde idâre edildiğini görür...
Kendisine bu sistem içinde bir yer arar.
Neticede "Abd" ve "RABB"ı tanır.
Bilirsin ki bir şey vasıfları (sıfatları) ile o şeydir.
Rabbü'l-âlemin dediğin anda El AZÎZÜ'l-HAKÎM (celle celâluhu) ki her bir şeyi yaratan gücü yeten ve hükmedendir.
Es SAMEDÜ'l-AHAD (celle celâluhu); Muhtaç olunan, muhtaç olmayan ve Zâtî sıfatlarının esasını ancak kendisi bilen ve bize ise bildirdiği kadarını bildiğimiz, bilinememezlikte tek eşsiz ve zıdsız olan...
Tüm mülkün sahibi (El MÂLİK (celle celâluhu)) ve yöneticisi (El MELİK (celle celâluhu)) tek zengin olan (El GANÎ)(celle celâluhu)...
İzzetin mutlak sahibi El AZÎZ (celle celâluhu)...
Ezel ve ebedden münezzeh olan El EVVEL, El ÂHİR, El DÂİM, El KAİM ve El HAYYÜ'l-KAYYUM (celle celâluhu)...
El RAHMÂNÜ'R RAHÎM
olan Rabbü'l-âlemin ALLAH (celle celâluhu) ! İşte böylesine bir EL RABB (celle celâluhu) ve karşısında ise tüm kâinâtın halk edilmesine sebeb olan sınırlı ve sorumlu ilâhî sıfatlarla teçhiz edilmiş Abd (kul)...
Acze düşen insanı, tabîat şartlarının ifratında, ateş yakar, su boğar; tefritinde ise soğuk dondurur ve susuz kalsa mahveder...
Sivrisinek ve toplu iğnenin ucu bile onu hoplatır...
Nefesi alsa da veremese, yığılır kalır...
Acziyeti, açıkca ana vasfıdır...
Kendi başına zayıf, güçsüz ve beceriksizdir.


3. Zillet :


Böylesine âciz ve fakîr bir varlığın izzet (yücelik, ululuk, kuvvet ve kudret sahibliği, değer ve kıymette tek oluş) sahibi olduğu iddiası, sonu acı bir yanılgıdır.
Kulluk vasfı ile gerçek ve mutlak izzet Sahibi olan El Azîz (celle celâluhu) karşısında zillet zincirine sarılmaktır.
Ancak, kul kemâle erer Muhammedî oluş şuûrunu yaşarsa yâni müslüman iken mü'minde olursa; izzet ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ve mü'minlere aittir.
Âyet-i celilesinin şerefine ulaşır ve taşır...


4. İllet :

Sebebler sistemi içinde hastalığa, sakatlığa, noksanlaşıp yok olmaya, her şey gibi mecbur ve mahkûm insanoğlu dâim ve kaim olanRABB'isinin ezelî, ebedî, dâim, kaim oluşu vasfını tanıyıp, kendi illet elbisesini giyer ve işine bakar...

Bu dört (Fakriyet, Acziyet, Zillet ve İllet) Kulluk Vasfı diğer pek çok kulluk sıfatlarını da içinde toplarlar. İnsan kendisinin fıtrî ve zâtî kulluk sıfatlarıyla muttasıf olursa (bu sıfatlarını hayatta yaşarsa) "Abd oğlu Abd!"dir.
Rübûbiyyet Makamına übûdiyyetini arzedebilir.
Bu arz etmeyi öğreten Rehber-i Mutlak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Ne ile? Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadisleri ile.
Nasıl? Sünnet-seniyyeyi bizzâtîhi, birebir bir beşer olarak yaşayarak ve tatbik ederek...
"Dakaiki (incelikleri) nelerdir?" "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muazzam ahlâk-ı şerîfesidir."
"Hakaiki (Hakikatleri) nelerdir?" "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile RABB'ımız arasında ki hâllerdir."
Kulun rüşde erişi ise fıtren Muhammedî oluş şuûruna bizzât kavuşmasıdır.
İlim - irade - idrak - iştirakle âyân beyân...
Azmimiz ve çabamız ise Muhammedî oluş vasıflarını bilmeye, anlamaya, bulmaya ve olmaya yöneliktir.
En son kulihvani tarafından 12 May 2008, 11:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF

Resim

7. BÖLÜM: KULLUK SIFATLARI

Latif YILDIZ

7.1. DUA

Bu âcizâne arzımızdan sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyuruğu: "Kulluğun bel kemiği duadır" diyoruz.
Bizim ezel ve ebed, zâhir, bâtın duacımız ise ALLAHU Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ALLAH (c.c) dostlarıdır.
Dua; ibâdetin arzedilmesidir.
Sall, sıla, selâm,salâvât, sallât hepsi de tek kelime dua kademeleri olup çeşitli şartlardaki Abdin RABB'ısına yalvarışı, ricâsı ce vasl (ulaşma, kavuşma) arzusudur.
Her zaman olduğu gibi Şerîat-ı Garranın iki dayanağı olan Kelâmulluh ve kelâm-ı Resûlullah'da:
"Dua nedir, nasıldır, ne sonuç verir?" konularını inceleyeceğiz:

7.1.1.Kur'ân-ı Kerîm'de Dua :

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL:

Resim--- "(Resûl-i Ekremim!) Kullarım sana, Beni sorduğunda (söyle onlara) Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vâkit dua edenin duasına icâbet ederim (dilediğine karşılık veririm). O hâlde (kullarımda) Benim davetime icâbet etsinler (kabul edip uysunlar) ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar (rüşde ereler.)" (Bakara 2/186)

***"Bilinçli DUA edenin DUAsı ARŞa yükselir!.."
***DUA okuyanın (bilinçsiz) ise DUAARZda kalıp kulağına kadar bile çıkamaz!...

Bu âyet-i celiledeki RABB'ımızın bize yakınlığı kurbiyyet (yakınlık) olup bir de Kaf 50/16 âyeti celilesinde geçer.
RABB'ımızın biz kulları ile mâiyyeti (beraberliği bileliği) yakınlığı ise; Hadid 57/4 ve Mücâdele 58/7 âyet-i celilelerinde geçmektedir.
Rüşd ise, zâhirde (somut) ve bâtında (soyut) elverişli hâle gelmek ve aklın kemâlidir.

Resim--- "RABB'inize tazarruen (yalvara, yakara, kendini alçaltarak, gizlice, inleyerek) dua edin. Gerçek şu ki ALLAH haddi (sınırı) aşanları sevmez. İslâh edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na korku ve ümit ile dua edin (kulluk edin.) ! Şüphesiz ki ALLAH'ın rahmeti muhsin (iyilik yapan) lere yakındır." (A'râf 7/55-56)

Tazarru: zâri zâri zilletini arzedip ve kendini alçaltıp huşû' ve huzû' içinde yalvarmaktır.
RABB:zâhiren nefisleri, bâtınen ruhları terbiye edip aşama aşama kemâle erdiren.
ER RABB (celle celâluhu): terbiye, sevk ve idâre eden (Emrullah); zâhirde kulun tercihine göre rahmet de veriyor, zahmet de.
EL BİRR (celle celâluhu): iyilik eden (Muradullah); terbiyenin amacı, bâtında kulunun rahmetini istemek.
Sanki; bir baba çocuğunu terbiye ederken cezâ verip canını biraz yakıyor; ancak, amacı çocuğunun iyiliğidir...

Resim--- "En güzel isimler (el esmâü'l-hüsnâ) ALLAH'ındır. O hâlde O'na (güzel isimleriyle) onlarla dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri (sapık mülhidleri) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezâsına çarptırılacaklardır." (A'râf 7/180)

"Lehü'l-Esmâü'l-hüsnâ: (İsrâ 17/110; Tâ Hâ 20/8; Haşr 59/24 bkz.) âyetlerinde geçmektedir.

Müşrikler: "Mennan'a menat; ilâh'a, lât; Azîz'e, uzza"diye (hâşâ) isimler takmışlardı ve bu âyet nâzil oldu.

Resim--- "Kendi kendine (içinden) tazarruan ve hifeten (ürpererek, gizlice) ve kendin işitecek kadar bir sesle RABB'ini zikret de gafillerden olma." (A'râf 7/205)

Gâfil: unutmadığı hâlde ihmâl eden aldırmayan, dikkatsiz, tedbirsiz, tembel ve ahmak olandır.
Abd'in tazarruen ve haşyetle RABB'ini zikri, kulluk kemâlâtıdır. Zikirin tazarru ile olması için zikri tefekkür sahibinin yapması gerekir.
Kul; Rubûbiyyetin sıfatlarını (azamet, kudret, gına, izzet, dâim, kaimlik v.s.) anlayıp inkişâfla geliştirirse; aynı zamanda bu sıfatların zıdları olun übûdiyyet sıfatlarını da (acziyet, fakriyet, zillet, illet, muhtaçlık, ölümlük v.s.) kendi nefsinde bizzât müşahede eder.
Ve dolayısıyla RABB'ına ait olan kibir, kendine güvenme, üstün görme v.s. sıfatları kendisinde varsa soyunur, yerine kendi kulluk sıfatlarını giyer.

Dua ve zikir lisanî, nefsî, kalbî, ruhî, sırrî v.s. hâllerde yapılmasına göre:
korku tazarru haşyet dehşet v.s. hâlleri yaşanabilir.
İnsan nefsi sonsuz nimetler içinde olduğunu idrak edince, bunca nimet ve ihsâna karşı kulluk görevinin noksanlığını ve sonucun belirsizliğini anlayıp, lâzım ve lâyıkınca şükür edemediğini, hatta edemeyeceğini şuûruna varınca, hâline ciddî ve samimî olarak ağlar...

Hani derler ya bizim köyde: "ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar!" işin ciddîyetini anlayan, zamanın darlığını kavrayan ve henüz tevbe ve dua kapısı açık iken, secdeye kapanan bir nefs RABB'ısıyla başbaşa, RABB'ısını zikreder ve duasını arz eder be kardeşim...

Acıdığım bir husustur ki çoğu insan; nefsi ve ruhu, birbirinden habersiz ve düşman askerler sanıyor...
Hâlbuki onlar kişinin kulluk kemâlâtındaki menşe'i, merci'i ve hâlleridir.
Anlatılması zor ama: İnsan limonun sıkıldığını düşününce ağzı sulanır.
Kötü bir şeyler düşününce can sıkılır.
Bakınız beden-nefs-kalb-ruh-nasıl beraberce bir anda faâliyetteler...

Resim--- "Gerçek (hak) dua ancak O'nadır. O'ndan başka yalvarıp durdukları ise onlara hiçbir şeyle icâbet etmezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimseye benzer ki su, ona gelmez. Kâfirlerin duası hep bir sapıklık içindedir." (Ra'd 13/14)

Resim--- "Sabah akşam RABB'lerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan (nefsince) sabret (sebat et)...." (Kehf 18/28)

Resim--- "(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa RABB'ım size ne diye değer (kıymet) versin. Demek ki yalanladılar. O hâlde, yarın cezâ (yakalarına) yapışacak." (Furkân 25/77)

Kul ki duası yoksa, RABB'ım onu ne yapsın, neye yarar...

Resim--- "Yanları yataklarından (uzaklaşır) aralaşır, korku ve umut içinde RABB'lerine dua ederler. Ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra sarf ederler." (Secde 32/16)

Gece ibâdeti; yüce bir himmet eseri olup, seherler seyrângâhtır âşıklar için...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her gece RABB'iniz gecenin son üçte biri girince dünya semâsına iner ve: "Kim Bana dua ediyorsa ona icâbet edeyim. Kim Benden bir şey istemişse onu vereyim. Kim Bana istiğfârda bulunursa ona mağfirette bulunayım." buyurur." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Teheccüd 14; Müslim, Salâtü'l-Musafirin 166-758; Tirmizî, davat 80-3493; Ebu Dâvud, Salât 311-1315)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Gerçekten gecede öyle bir saat vardır ki müslüman bir kimse o saate rastlar da ALLAH'tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayr isterse o isteğini ALLAH kendisine verir. Bu her gece (böyle) dir." buyurmuştur. (Cabir (ra) dan;Müslim, Müsafirin 166 (757)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "RABB'ımız (cc) iki kişiye şaştı: Birisi ev halkı içinde kalkıp namaza yönelen diğeri ise, savaşta yenilen, yine de savaşan şehîd olan." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud)

Resim--- "RABB'iniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim (karşılık vereyim, icâbet edeyim); çünkü, Bana ibâdet etmeyi kibirlerine yediremeyenler (Bana ibabeti bırakıp büyüklük taslayanlar) yarın hor, hakir (aşağılanarak) cehenneme gireceklerdir." (Mü'min 40/60)

Resim--- "İnsan hayr istemekten (dua-i'l-hayr) usanmaz (bıkmaz) da kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe (aşırı) düşer, üzülüverir." (Fussilet 41/49)

Ye's ve üzüntü kalbî olup, ümitsizlik ise yüzde belli olur...
Dua; içli, samimî olmalı ve aşırı olmamalıdır ki:

Resim--- "Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir." (Tâ Hâ 20/7)

Azîz kardeşim, kitabımız Kur'ân-ı Kerîm Rabbü'l-âlemin'in kullarına kulluk imtihanında yapacakları ve yapmayacakları şeyleri bildirirken pekçok dua da öğretmiştir.
"Yalnız Sana ibâdet ederiz ve Senden isteriz!" gibi...


İnsanlara kolaylık olsun diye bazı hususlardaki:
İlâhî duaların sûre ve âyetlerini sunalım:


c1- Hidâyet için dua:Fâtiha 1/5-7; Bakara 2/128-129; Âl-i İmrân 3/8,53,193; Yûsuf 12/101 bkz.

Resim---2- Hayırlı (göz sürûrur) nesil için dua: Bakara 2/128-129; Âl-i İmrân 3/38-41; A'râf 7/189; İbrâhim 14/40; Furkân 25/74; Ahkâf 46/15. bkz.

Resim---3- Tevbenin kabulu için dua: Bakara 2/128,199,285,286. bkz.

Resim---4- Gühanların affı için dua: Âl-i İmrân 3/16,17,193; İbrâhim 14/41; Furkân 25/65 bkz.

Resim---5- ALLAH(c.c)'ın azabından korunma için dua: Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/16,191,192;Furkân 25/65. bkz.

Resim---6- Kıyâmet selâmeti için dua :Âl-i İmrân 3/194; Şuarâ 26/87-89 bkz.

Resim---7- Sâlihlerle dostluk için dua : Şuarâ 26/83; Neml 27/29 bkz.

Resim---8- ALLAH (celle celâluhu)'dan hayr istemek için dua: Şuarâ 26/84. bkz.

Resim---9- ALLAH (celle celâluhu)'dan cennet istemek için dua: Şuarâ 26/85; Hadid 57/21 bkz.

Resim---10- ALLAH (celle celâluhu)'dan sâlih amel nâsibi için dua: Neml 27/19; Ahkâf 46/15 bkz.

Resim---11- ALLAH (celle celâluhu)'dan şükür nâsibi için dua: Neml 27/19 bkz.

Resim---12- ALLAH (celle celâluhu)'dan ilim istemek için dua: Tâ Hâ 20/114 bkz.

Resim---13- Yol ve yolcu istemek için dua: Zuhruf 43/13-14 bkz.

Resim---14- Mü'minlere meleklerin duası: Mü'min 40/7-9; Şurâ 42/5 bkz.

Resim---15- Takat yetmeyen için af istemek: Bakara 2/286 bkz.

Resim---16- Takat yetmeyen için rahmet istemek: Bakara 2/218,286; Âl-i İmrân 3/8,159; A'râf 7/23,149,151; Yûnus 10/86; İsrâ 17/24,28,57; Kehf 18/10; Enbiyâ 21/83; Mü'minun 23/109,118; Neml 27/19; Zümer 39/9; Mü'min 40/7 bkz.

Resim---17- Kâfirlere karşı ALLAH (celle celâluhu)'nun yardımını istemek için dua: Bakara 2/286; Enfal 8/45; Yûnus 10/85,86; Mü'min 40/56; Mümtehine 60/5 bkz.

Ve daha nice dua âyetleri olup; bizlere kalan iş, sadece okumak, anlamak, inanmak ve yaşamaktır.

Arzedilenlerin tümünün içinde tek şey vardır ki ALLAHU Tealâ'ya dua...
"Din, duadır.
İbâdetin esası, kulun RABBısına yakarışıdır.
Geldim, gördüm, yaşadım ve şâhidim ki :

"Sen sistemin ve benim mutlak sahibim RABBÜ'l-ÂLEMİN sin! Hep olan Sensin, hiç olan benim! Sen Ekber'sin, ben ise sıfır!"
Bizim tezimiz ve metodumuz, mümkün olduğunca, becerebildiğimizce meseleyi iyice anlamaya ve yaşamaya dayanır. "dua" diyor isek; iyice bilmeliyiz, anlamalıyız ve hayatımıza sokmalıyız ki bir işe yarasın.
Herkes çalıp oynarken dişi sızlayan birisi: "Bir şeyim yok, iyiyim!" dese de çocuk bile yüzünün ne söylediğini anlar...
Biz işimize bakalım...
Kimseyle birlikte doğmadık ve kimseyle birlikte ölmeyeceğiz! "RABB'ımız bizi sadıklarla beraber et ve sâlihlere kat!" duamız ise "Muhammedî şuûra ulaştır!" demektir....
Yatçılara, katçılara, şuculara, buculara değil... Neyse...

Azîz kardeşim,Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ümmeti tek ümmettir ve Muhammedî dua da tektir.
Mesele ondan nâsib ve kısmet almak için İlim, İrade, İdrak ve İştirak etme basîretidir.

Resim--- "Şüphesiz (hakikaten) bu islâm milleti, bir tek millet olarak sizin milletiniz (Ümmet-i Muhammedsiniz) dir. RABB'inizde yalnız Benim; onun için hep Bana kulluk edin!" (Enbiyâ 21/92)

Asla Ümmet-i Muhammed içinde kendi nefsimizi temize çıkarmayız! ALLAH korusun; kibir, riyâ v.s. gibi işlerden ve tâbi' olduğumuz ve şerefini taşıdığımız Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i üzmekten kaçınırız ve RABB'ımız (celle celâluhu)'ya sığınırız.

Resim--- ".... Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilendir." (Necm 53/32)

Özümüzdeki Ahdullah olan Emânetullah'a riâyete var gücümüzle azmederiz. Muhammedü'l-Emin (sav)'in ümmeti olduğumuzu unutmayız.

Resim--- "Ve onlar ki kendilerine emânet edileni korur, verdikleri sözü yerine getirirler." (Meâric 70/32)

Resim--- "Doğrusu insanın çalıştığından başkası kendinin değildir." (Necm 53/39)

Kuralına inanır, kimseye maddî-mânevî külfet olmayıp, herkese hasbî hizmeti rahmet bilir, zahmet bilmeyiz.
Akıl-fikir ermez işleri işlerken, düşünde darı görenlerden de değiliz. Biz, bizim peygamberimiz Muhammed (Aleyhi's-Selâm)'ın izini izleriz.

Resim--- "RABB'lerinden korkan takvâ sahibleri ise, bölük bölük (zümre zümre) cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: "Selâm size!..Tertemiz (ayıplarından arınmış) ne hoşsunuz. Haydi girin oraya sonsuza dek (ebedî) kalmak üzlere!" diye selâma duracaklar (dururlar.)" (Zümer 39/73)

İşte RABB'ımız (celle celâluhu)'nun kulları için âhiret âlemindeki muradı (Muradullah) budur.
Bu âlemdeki tüm emir ve yasakları da (Emrullah) bunun içindir. Çünkü ERRAHMÂNÜR'R RAHÎM (celle celâluhu) dur.
El HALİMU'l-VEDÛD (celle celâluhu) dur.
Bizler ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in dâvetine ve Muhammedî ummana elsiz ayaksız akan damlalarız.
Gözyaşı gibi isimsiz, resimsiz, çırılçıplak ve saf olarak...
Sen, ben, o, biz: "Biz"Muhammedîyiz.
Gözlerimiz farklı, gözyaşımız bile...
Dünyalarımız ayrı, âhiretimiz (sonumuz) beraber.
Ağızlarımız farklı, tevbemiz ve duamız birlikte.
Kalblerimiz farklı şehâdetimiz BİR..
Kaderlerimiz farklı, rızamız tek...
Geçmiş için Muhammedi Tevbe BİZliğimzi de BİRizGelecek için Muhammedi Dua BİZliğimzi de BİRiz Şu an için Muhammedi Rıza BİZliğimzi de BİRiz
Son nefes için Muhammedi Şehâdet BİZliğimzi de BİRiz…
RABB'ımız (celle celâluhu), Resûlullahımız (sallallahu aleyhi ve sellem), dinimiz, kitabımız, tevhdimiz hülasa herşeyimiz tektir.
Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de buluşuruz...
En son kulihvani tarafından 12 May 2008, 11:17 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF


Resim

7. BÖLÜM: KULLUK SIFATLARI

Latif YILDIZ

7.1. DUA

7.1.2. Hadis-i Şerîflerde Dua :

Abd; dua eden ehl-i ibâdettir.
RABB'ımıza (celle celâluhu) kulluğumuzu dua ile arz ederiz.
Şimdi sahih ve şerefli hadis-i şerîflere bakalım, anlayalım ve yaşayarak el birliğiyle can-ü-gönülden gıyabî dualar edelim:
Dua, imân eden mü'minin amel proğramıdır.
Niyetini RABB'ısına (celle celâluhu) arz edip ma'kul (akledilen) sebeplere başvurup mânâ ve maddeyi tevhid etmelidir.

Dua amelin tohumu ve köküdür:

Resim--- Nu'man İbn Beşir (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua ibâdetin kendisidir." buyurup: "Oysa RABB'iniz: Bana yalvarın ki size karşılık vereyim; çünkü Bana ibâdet etmeyi kibirlerine yediremeyenler yarın hor, hakir cehenneme gireceklerdir." buyurmuştur. "
(Mü'min 40/60) âyetini okudu. (Tirmizî, Tefsirinde, Gafir = Mü'min sûresi 2973; Ebu Dâvud, Salât-358 (1470)

Dua etmek ibâdettir. Kabulü, edilene (RABB'ımıza) aittir:

Resim--- Abdullah İbn Ömer (radiyallahu anhu) anlatıyor: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. ALLAH'ın; taleb edilen (istek) lerden en çok afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çeverir. O hâlde sizlere gereken dua etmenizdir." buyurmuştur.
(Tirmizî, davat 112-3542)

Dua, ibâdettir ve sonucu, son uçta (âhirette) görülür.
Hakkı, hayrı ve faydalıyı gerçekten bilip, Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu)'ya her zaman, her yerde, her hâlde dua etmek, neticesini de O'na bırakıp vekil tâyin etmek...
Olursa ne alâ...
Olmazsa, ya vakti gelmemiş ya da onda hayr yok.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yeryüzünde, mâsiyet veya sıla-i rahmi koparıcı olmamak kaydıyla ALLAH'tan bir talebte bulunan bir müslüman yoktur ki ALLAH, ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günâhı affetmek sûretiyle icâbet etmesin." buyurmuştur.
(Ubade İbnu's- Samed (ra) dan; Tirmizî, davat 126-3568)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Akşamdan temizlik üzere (abdestli) zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp ALLAH'tan dünya ve âhiret için hayr taleb eden hiç kimse yoktur ki ALLAH dilediğini vermesin." buyurmuştur.
(Muaz (ra) dan; Ebu Dâvud, Edeb 105-5042)

Resim--- Ebu Umâme (radiyallahu anhu) dan: Dendi ki "Yâ Resûlullah (sav) ! En ziyâde dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua hangisidir?" "Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazlarının ardından yapılan dualardır." diye cevâb verdi.
(Tirmizî, davat 80)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ezânla ikamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur)." buyurunca "Yâ Resûlullah (sav) öyleyse nasıl dua edelim?" diye soruldu.: "ALLAH'tan dünya ve âhiret için afiyet isteyin" buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Ebu Dâvud, Salât 35-521; Tirmizî, Salât 46-216)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki şey vardır asla reddedilmezler: Ezân esnasında yapılan dua ile insanların birbirlerine girdiklerinde (savaş, üzmek v.s.) yapılan dua." buyurmuştur.
(Sehl İbn Sâd (ra) dan; İmâmı Mâlik, Muvatta, Nida 7; Ebu Dâvud, Cihâd 4-2540)

Resim---
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kul, RABB'ine en ziyâde secdedeyken yakın olur, Öyleyse (Secdede) duayı çok yapın."
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Salât 215-482; Ebu Dâvud, Salât 152-875)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Üç müstecab (icâbet edilen) dua vardır, bunların icâbete mazhariyetleri hususunda hiç şekk yoktur. Mazlumun duası, müsafirir duası, babanın evlâdına duası." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, davat 139-3592; Ebu Dâvud, Salât 364-1536; İbn Mâce, Dua 11-3862)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İcâbete mazhar olmakta (kabul edilişte) gaib kimsenin gaib kimse (uzaktaki kimsenin uzaktaki kimseye) hakkında yaptığı duadan daha suratli olanı yoktur." buyurmuştur.
(Abdullah İbn Amr İbni'l-As (ra) dan; Buhârî, Mezâlim 9; Müslim, Zikr 88; Tirmizî, Birr 50-1981; Ebu Dâvud, Salât 364-1535)

Resim--- Müslim'in başka bir rivâyetinde ise: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Müslüman kimsenin kardeşi için gıyabında yaptığı dua müstecâbdır. Dua edenin baş ucunda ona müvvekkel (vekil olan) bir melek vardır. Kardeşi için hayr dua yaptıkça bu melek de: "Âmin! istediğin şeyin bir misli de sana olsun" der." buyurmuştur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü'min yoktur ki bir melek de: "Bir misli de sana olsun!" demesin." buyurmuştur.(Ebu'd Derda (ra) dan; Müslim, Zikr 86-2732; Ebu Dâvud, Salât 364-3534)

Resim--- Dua edişde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Duvarları örtmeyin, kim kardeşinin mektubuna onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. ALLAH'dan avuçlarınızın içiyle isteyin, sırtlarıyla (dışı) istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün." buyurmuştur.
(İbni Abbas (ra) dan; Ebu Dâvud, Salât 358 (1489-91)

Resim--- Hz. Enes (radiyallahu anhu)'dan: "Resûlullah (sav) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki koltuk altlarının beyazlığı gördüm." (Buhârî, İstiska 21)

Resim--- Hz. Ömer (radiyallahu anhu)'dan: "Resûlullah (sav) ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı." buyurmuştur.
(Tirmizî, davat 11-3383)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "RABB'iniz hayiydir, kerîmdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman; O, (kulunun) elerini boş (sıfır) çevirmekten istihya (utanma, hayâ etme) eder." buyurmuştur.
(Hz Selman (ra) dan; Tirmizî, davat, 118-3552; Ebu Dâvud, Salât 358-1488)

RABB'ımız için Hayiy (çok utanan, hayâ eden) demek; "esirgemez, Kerîmdir"anlamınadır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'a duayı size icâbet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu biliniz, ALLAH (celle celâluhu) gafletle oyalanan kalbin duasını kabul etmez." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, davat 66-3474)

Dua ederken tüm letâifler birlikte olmalı; nefs levhiyyatta (başka işle eğlenen), kalb gaflette değil...

Resim--- Duanın keyfiyetinde Fudâle İbn Ubeyd (ra) dan: Resûlullaah (sallallahu aleyhi ve sellem) dua eden bir adamın, dua sırasında Peygamber (sav)'e salât ve selâm okumadığını görmüştü. Hemen: "Bu kimse acele etti! buyurmuştur. Sonra adamı çağırıp:" Biriniz dua ederken, ALLAHU Tealâ'ya hamd-ü-senâ ederek başlasın, sonra peygamber (sav)'e Salât (ü-selâm) okusun, sonra da dileğini istesin." buyurmuştur. (Tirmizî, davat 66-3475; Ebu Dâvud, Salât 358-1481; Nesâî, Sehv 48-344)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua, semâ ile arz arasında durur. Bana salât okunmadıkça, ALLAH'a yükselmez." (Ömer (ra) dan; Tirmizî, Salât 352-486 mevkufen)

Resim--- Rezin ise merfuen ilave olarak: "Beni, hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun.Yâni yolcunun ne olur, ne olmaz hacet hâlinde kullanmak üzere maşrabayı (boş su kabını) semerine takması gibi lâkaid olmayın!" buyurmuştur.

Resim--- Ubeyy İbn Ka'b (radiyallahu anhu): "Resûlullah (sav) birisine dua edeceği vakit önce kenidisine dua ederek başlardı." buyurmuştur.
(Tirmizî, davat 10-3382)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden biri dua edince"Yâ RABB dilersen beni affet! Dilersen bana rahmet et!" demesin. Bilâkis azîmle (kesin bir üslûbla) istesin. Zîrâ ALLAHU Tealâ Hazretlerini kimse icbar edemez (zorlayamaz)." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Buhârî, davat 21; Müslim, Zikr 7-2678; Tirmizî, davat 79-3492; Ebu Davut, Salât 358-1483)

Resim--- Ebu Musa (radiyallahu anhu): Bir sefere (Hayber) çıkmıştık. Halk yolda yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sav): "Nefislerinize karşı merhametli olun, zîrâ sizler sağır birisine hitab etmiyorsunuz (dua), muhatabınız gaib de değil. Sizleri gören, işiten, sizinle olan bir Zât'a, ALLAH (cc)'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birinize bineğinizin boynundan daha yakındır." buyurmuştur. (Buhârî, davat 50,67; Müslim, Zikr 44-2704; Tirmizî, davat 3-3371)

Resim--- Aişe (Radiallahu anha)'dan: "(Ey Muhammed) namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma..." (İsrâ 17/110) âyeti dua hakkında nazil olmuştur." buyurmuştur. (Buhârî, Tefsir 14; Müslim, Salât 146-447; İmâm Mâlik Muvatta, Kur'ân 39 (1,218)

Resim--- Muaz (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sav) bir kimsenin:"Yâ RABBi senden ni'metin kemâlini istiyorum." dediğini işitince sordu: "Ni'metin kemâli nedir?" O kimse: "Bu bir duadır, onunla dua edip onunla hayr (çok mal) ümit ettim!" deyince Resûlullah (sav): "Sordum; zîrâ, ni'metin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır." buyurdu. Bir başkası: "Zü'l-Celâli ve'l-ikram: Ey Celâl ve ikrâm sahibi RABBim!" deyince Resûlullah (sav) hemen şunu buyurdu. "Duana icâbet edilmiştir, durma iste!" buyurdu. Bir başkası: "Yâ RABBi Senden sabır istiyorum!" dediğini işitince ise: "ALLAH (cc)'dan belâ istedin, afiyet de iste!" buyurmuştur.
(Tirmizî, davat 99-3524)

Resim--- Hazreti Aişe (Radiallahu anha) Annemiz: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) özlü (cevâim'ü'd-dua: Lâfzı az mânâsı çok) duaları tercih eder, diğerlerini bırakırdı." buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Salât 358/1482)

Resim--- "Allahümme inni eselüke'l-afve ve'l-afiyeh fi'd-din-ve'd-dünya ve'l-âhireh (Allahümmesturna bi setrike'l-cemîl): ALLAH'ım! Senden af; din, dünya ve âhiret için afiyet diliyorum. ALLAH'ım bizi Cemîl (isminle) örtüsüyle setret." buyurmuştur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Allahümme inni eselüke'l-hûda, ve't-tuka ve'l-ifaf ve'l-gına: ALLAH'ım senden hidâyet, takvâ, iffet ve gına (gönül zenginliği) istiyorum." buyurmuştur.

Resim--- İbni Mes'ud (radiyallahu anhu)'dan: "Resûlullah (sav) duayı üç kere yapmaktan, istiğfârı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Salât, 361-1524)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Acele etmediği müddetçe her birinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var.: "Ben RABB'ime dua ettim, duamı kabul etmedi!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, davat 22; Müslim, Zikr 92-2735; Tirmizî, davat 145-3602; Ebu Dâvud, Salât 358-1484)

Beddua (kötü dua) genellikle yasaklanmaktadır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Nefisleriniz aleyhine dua etmeyin, evlâdlarınızın aleyhine de dua etmeyin, hizmetçilerin aleyhine dua etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki ALLAH (cc)'ın duaları kabul ettiği saatte rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir." buyurmuştur.
(Câbir (ra) dan; Ebu Dâvud, Salât 362-1532)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse bâri şöyle söylesin: "RABBim hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al!" buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Buhârî, davat 30; Müslim, Zikr 10-2680; Tirmizî, Cenâiz 3-971; Nesâî, Cenâiz 1-4,3)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden herbiri, ihtiyaçlarının tamamını RABB'inden istesin, Hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Tirmizî, davat 149-3607, 3608)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHU Tealâ kendisinden istemeyene gazab eder." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî, davat 3-3370; İbni Mâce, Dua 1-3827)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAHU Tealâ'nın fazlından isteyin. Zîrâ ALLAH (cc), kendisinden istenmesini sever. İbâdetin en efdâli de (dua edip) kurtuluşu (ferec) beklemektir." buyurmuştur.
(İbn Mes'ud (ra) dan; Tirmizî, davat 126-3566)

Resim--- Mihcen İbnu'l-Edra (radiyallahu anhu)'dan: Bir kimse: "Allahümme inni eselüke billahi'l-Ehadi's-Samedi'l-lezi lem yelid ve lem yûled velem yekûn lehu küfûven Ehad, Enteğfire li zûnübi inneke ente'l-Gafûru'r-Rahîm: ALLAH'ım! Ehad ve Samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan ALLAH adıyla senden istiyorum. Günâhlarımı bağışla, Sen Gafûrsun, Rahîmsin." dediğini işiten Resûlullah (sav): "O mağfiret edildi! O mağfired edildi! O mağfired edildi!" buyurmuştur."
(Ebu Dâvud, Salât 184-985; Nesâî, Sehv 57-3,52)


Resim--- Enes (radiyallahu anhu)'dan: Bir adam şöyle dua etmişti: "Allahümme inni es'elüke bi enne leke'l-hamde, lâ İlâhe illâ ente'l-Mennanü, bediû's- semâvâti ve'l-arzi zü'l-celâlî ve'l-ikrâmi. Yâ Hayyu Yâ Kayyum: ALLAH'ım! Hamd sanadır, ni'metleri veren Senden başka ilâh yoktur. Sen göklerin ve yerin celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın. Hayy ve Kayyumsun (kâinâtı ayakta tutan hayat kaynağısın) bu isimleri şefâatçi yaparak senden istiyorum!"bu kimsenin duasını işiten Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ashab-ı Güzin'e sordu: "Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor biliyor musunuz?" "ALLAH ve Resûlü (sav) bilir" denildi. Resûlullah (sav): "Nefsimi Kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki o, ALLAH'a İsm-i Azam'ı ile dua etti. O İsmi Azam ki onunla dua edilirse ALLAH (cc) icâbet eder, onunla istenirse verir." buyurmuştur.
(Tirmizî, davat 109-3538; Ebu Dâvud, Salât 358-1495; Nesâî, Sehv 57-3,52)


Resim--- Esmâ bintu Yezid (Radiallahu anha)'dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH'ın İsm-i Azamı şu iki âyettedir.:"Ve ilâhukûm ilâhun vahidûn lâ ilâhe illâ hüve'r Rahmânu'r Rahîm: ilâhınız tek olan ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîmdir."
(Bakara 2/163) ve Âl-i İmrân Sûresinin baş kısmı: "Elif, Lâm, Mim lâ ilâhe illâ hüve'l-Hayyu'l-Kayyumu: Elif, Lâm, Mim. O ALLAH ki O'ndan başka ilâh yoktur.O Hayy ve Kayyumdur."
buyurmuştur. (Âl-i İmrân 3/1-3) (Ebu Dâvud, Salât 358-1496; Tirmizî, davat 65-3422)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her peygamberin müstecab (ALLAH'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise, bu duamı kıyâmet gününde, ümmetime şefâat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşâallah ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır."
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, davat1; Müslim, Îmân 334-198; Tirmizî, davat 141-3597)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "(devâmla)... Üç kişi vardır duaları reddedilmez: âdil imâmın (devlet başkanı); iftarını yaptığında oruçlunun; zulme uğrayan mazlumun duası. ALLAH (cc) (mazlumun) duasını bulutların fevkine (üstüne) çıkarır ve onlara semâ kapıları açılır ve ALLAHU Tealâ: "İzzetime yemin olsun! vakti uzasa da duanı mutlaka kabul edeceğim!" buyurur." buyurmuştur.
(Sâd İbn Sâd (ra) dan; Tirmizî, Cennet, 2-2528)

Resim--- Cündüb (radiyallahu anhu)'dan gelen haberde bir bedevi devesine bindikten sonra: "ALLAH'ım bana ve Muhammed'e rahmet et. Rahmetimize de bir başkasını bize ortak kılma!" diye dua edince Resûlullah (sav) müdahale edip: "Bunu mu (bedeviyi), yoksa devesini mi, hangisini daha şaşkın (sapık) görüyorsunuz? Ne söylediğini duymadınız mı?" buyurunca oradakiler "Evet, duyduk" dediler."
(Ebu Dâvud, Edeb 42-4885)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şunu bilinki ALLAH (cc) kalbi gafil ve malâyâni ile meşgul kimsenin duasını kabul etmez." buyurmuştur.
(Hâkim)

Âlimlerimiz: Dua için; kavli bir i'tikad, iç-dış paklığı, haramsız, zulümsuz, ayık, uyanık, dua öncesi sadaka, mübârek vakti gözleyerek, huşû' ve huzû' içinde kıbleye yönelik, tevbe ve istiğfârı devâmla, Esmâü'l-Hüsnâ ile ısrarlı bir şekilde yapılmasını belirtmişlerdir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişi evinden çıktığında "Bismillahi tevekkeltü alallahi lâ havle vela kuvvete illâ billah: ALLAH (cc) adıyla, ALLAH (cc)'a güvendim. Güc ve kudret ancak ALLAH (cc) dandır"derse kendisine "Bu sana kâfidir. Doğru yola girdirildin, ihtiyacın giderildi. Zararlı şeylerden korundun." denilir ve şeytân ondan uzaklaşır." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Tirmizî, Nesâî ve İbn Hibban)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (Azze ve Celle) buyuruyor ki:"Ben kulumun Bana olan zannı ile beraberim. Benim günâhlarımı bağışlayıcı olduğumu inanır Benden mağfiret taleb ederse onu bağışlarım ve Bana dua yaptığında rahmet ve tevfikimle onunla beraber olurum." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sıkıntılı anlarında ALLAH (cc)'ın duasını kabul etmesini isteyen kimse, genişlik (rahat) anında çok dua etsin." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî ve Selman (ra) dan; Hâkim)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc)'a genişlik anında yapılan duadan daha yüce hiçbir şey yoktur." buyurmuştur.
(Numan B. Beşir (ra) dan; Tirmizî, İbni Mâce, İbn Hibban ve Hâkim)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua müslümanın silâhı, dinin direği, gökler ve yerin nurudur." buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Hâkim; Ebu Yâ'lâ'da, Alî (kv) den)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH pek merhametlidir ve keremi boldur. Kendisine ellerini kaldırıp dua eden kulunun ellerini boş çevirmekten hayâ eder." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Sahih isnadla Hâkim)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kaderi ancak dua değiştirir. Ömrü ise ancak iyilik (birr) uzatır. Şüphesiz ki kişi işlemiş olduğu günâh sebebiyle rızıktan mahrum edilir." buyurmuştur.
(Sevban (ra) dan; Hâkim; sahihinde ise İbn Hibban)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kazaya ancak dua engel olur. Ömrü ise ancak iyilik uzatır." buyurmuştur.
(Selman-ı Farisi (ra) dan; Tirmizî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua ibâdetin özüdür." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Tirmizî)

Bu hadis-i şerîfte geçen Muhhun: İlik, beyin, öz demektir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Size, sizi düşmanınızdan kurtaracak ve rızkınızı bollaştıracak şeyi bildireyim mi? Gece ve gündüzünüzde ALLAH (cc)'a dua edersiniz. Şüphesiz ki dua, mü'minin silâhıdır." buyurmuştur. (Câbir (ra) dan; Ebu Yâ'lâ)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua ibâdetin ta kendisidir.ALLAH (cc) buyurdu ki: "Bana dua edin ki size icâbet edeyim (kabul edeyim) " buyurmuştur.
(Bera'e (ra) dan; Buhârî, İmâm Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce, Hâkim, Müstedrekte)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Dua ile ALLAH (cc) arasında bir perde vardır. Bu perdeyi ancak Muhammed (sav)'e ve âline Salât-ü-selâm kaldırır." buyurmuştur.
(Alî (kv) den; Beyhakî, Şuabü'l-Îmân da; Ebu'ş-Şeyh, Sevâb'ında)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "En üstün (fâziletli) dua RABB'inden dünya ve âhiretinde af ve afiyet istemendir. Şüphesiz ki bu ikisi önce bu dünyada sonra âhirette sana verildi mi, muhakkak iflâh olursun (felâha kurtuluşa kavuşursun)." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; İmâm Ahmed, İbni Mâce hasen olarak)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki dua gelen ve gelecek olan musibetlere karşı faydalıdır. ALLAH (cc)'ın kulları! Duadan ayrılmayın!" buyurmuştur.
(İbn Ömer (ra) dan; Tirmizî ve İbn Neccâr)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc)'ın fazlından (lûtf-ü-ikrâm-ü-ihsânından) isteyin. Şüphesizki ALLAH (cc) kendisinden istenmesini sever. İbâdetin en fâziletlisi (üstünü), duadan sonra ferec (kurtuluş kapısı, çıkış yolu, halas) beklemektir." buyurmuştur.
(İbn Mes'ud (ra) dan; Buhârî, Tirmizî, İbn Hibban, İbn Adiyy, Beyhakî-Şuabü'l-Îmân'da)

Seyyidü'l-istiğfâr (istiğfârın efendisi) diye meşhur olan Muhammedî dua:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim ki sabah akşam (şu duayı) okursa: "Allahümme! Ente Rabbii, lâ ilâhe illâ ente! Halâktani ve enâ abdüke ve ena alâ ahdike ve vağdike me'stetağtü euzû bike min şerri mâ senağtü ebû'ü ileyke bini'metike aleyye ebû'ü bizenbi fâgfirli fe innehu lâ yegfiru'z-zünube illâ ente" der de o gün veya gece ölürse cennete girer." buyurmuştur.
(Abdillah İbni Beride (ra) babasından; İmâm Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebu Yâ'lâ, İbni Hibban, Hâkim-Müstedrek)
Mânâsı: "ALLAH'ım! Sen RABB'imsin! Senden başka ilâh yok. Beni, Sen halkettin ve ben, Senin kulunum ve Senin ahdin (Ahdullah) ve va'din üzereyim. Benim için (imtihan için) hazırlanıp sunulan ni'metinin karşısında yaptıklarımdan ve işlediğim zenbimin (günâh, suç, kabahatlarım) şerrinden gücümün yettiğince Sana sığınıyorum. Şüphesiz ki zünûbü (zenbleri) Senden başka bağışlayacak birisi yoktur!"

Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)'den sahih bir hacet duası:

Resim--- Enes (ra)'ya Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Enes! Bir hacet dileyeceksen ve çabuk olmasını istiyorsan şöyle de: "Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu'l-Âlîyyü'l-Azîm! Lâ ilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu'l-Halîmü'l-Kerîm! Bismillâhi'l-lezi Lâ ilâhe illâ Hüve'l-Hayyü'l-Halîm! Subhanallahi Rabbi'l-Arşi'l-Azîm! Elhamdulillahi Rabbi'l-âlemîn! "Keennahum yevme yerevne mâ yu'adune lem yelbesûne illâ saaten min neharin belâgun. Fe hel yühlekü ille'l-kavmü'l-fâsikûn." (Ahkâf 46/35) ! Allahümme! İnnî es'elüke mûcibâti rahmetike ve azaime magfiretike ve's-selamete min küllî ismin ve'l-ganîmete min küllî birrin ve'l-fevze bi'l-cenneti ve'n-necâte mine'n-nâr! Allahümme! Lâ ted'a lî zemben illâ gafertehu velâ hemmen illâ ferectehu velâ deynen illâ kazeytehu velâ hâcetun min havaici'd-dünya ve'l-âhireti illâ kazeyteha birahmetike yâ Erhame'r-Rahîmin!" buyurmuştur.
(Enes (ra)'dan Taberânî, Dua)

Mânâsı: Vâhid (tek) olan ALLAH'dan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. El Âlîyyü'l-Azîmdir (çok yüce ve uludur). Vâhid (tek) olan ALLAH'dan başka ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. El Halîmü'l-Kerîmdir (çok yumuşak ve ikram edicidir). O'ndan başka İlâh olmayan El Hayyü'l-Halîm (dâima diri ve kullarına hilm sahibi). ALLAH'ın ismiyle yüce Arş'ın Rabbi ALLAH Tealâ'yı tesbih ederim (tüm noksanlıklardan uzak olduğuna inanır ve söylerim). Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH'a mahsustur (O'nun hakkıdır, O'nun içindir). "Sanki onlar kendilerine va'dedileni (sonu, azabı) gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu (yeterli, yerinde, açık) bir tebliğdir! Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç!" (Ahkaf 46/35)
ALLAH'ım! Senden rahmetine mûcibâtı (kabul etmeyi, kabul edilmeyi, uymayı, vesilelerin gereğini yapmayı… Bizim için Rahmetenli'l-âlemin olan Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve selem)'i duymayı ve her hususta uymayı), mağfiretini (bağışlamanı) sağlayacak her türlü azaimi (azm, irade, karar, gayret), her türlü ism'den (suç, günah, hata, zenb, kötülük) selâmeti (salimliği, eminliği, korku ve endişesiz şekilde kurtulmayı ve korunmayı), her türlü birr (iyilik, güzellik, hayr, bağışta bulunma)'den ganîmeti (çalışmaksızın, emeksiz ve beklenmedik nâsib ve kısmet, zenginlik payı), cennette fevzi (selâmetle ulaşıp kurtuluş zaferine kavuşmayı) ateşten (cehennemden) necâtı (kurtuluşu, halâsı) isterim (dilerim)!
ALLAH'ım! Bana bağışlamayacağın bir günâh, ferec (çıkış yolu, ferahlık, çözüm) vermeyeceğin bir hemm (gam, keder, tasa, kaygı, sıkıntı, problem), ödettirmeyeceğin bir borç, yerine getiremeyeceğim dünya ve ahiret havicinden (ihtiyaçlar, hacetler, lüzûm, gereklik, muhtaçlık, zaruret) bir hacete ihtiyaç bırakma! (isteme, gerektirme, denkleştirme, muhtaç etme)
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH'ım rahmetinde ihsan eyle! (Yâ Rabbenâ! Âmin!)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Emrimize aykırı iş yapan kimsenin ameli merduddur (reddedilmiştir, kabul değildir)."buyuruyor.
(Aişe (ra) dan; Müslim, Riyâzü's- Sâlihin 1679)

Kur'ân-ı Kerîm, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e inmiştir. Şerîatı Garra'yı bizzât kendisi kurmuş ve yaşamıştır.
Biz âcizâne iki sözün birisi olarak "MUHAMMEDÎ"diyoruz.
"Sözde, (i'tikad ve inanç) fiilde, ahlâkta ve hâlde MUHAMMEDÎ oluş şuûrunu yaşamak esas ve anadır!" diyoruz.
Bunun için ne gerekiyor?
Önce bilmek, anlamak, kani' olmak ve sonra da yaşamak...
Kafa gözün basarı ile kalb özün basîreti, tevhid edip okursa; bilir, anlar, kavrar ve yaşar...

İlkel alışkanlıklarla kulaktan dolma saçma sapan sözlerle ve hiçbir mesnede dayanmayan babadan oğula şeyhlerin şartlandırmaları ile; İslâm Dini Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rıza ravzası ve imkanla imtihan kulluk görev ve sorumluluklarının esası nasıl bilinecek?
Onun için Kur'ân-ı Kerîm, sahih hadis-i şerîfler ve sünneti seniyyeyi bizzât kendi kaynağı olan Muhammed Aleyhi's-salâtü ve's-selâm'dan öğrenmeliyiz...

Bu hususta ısrarımızın sebebi; eğer insan bir yere bağlıysa bağı etrafında dâire çizer, alacağı yol bağının verdiği izin kadardır. Dolap beygiri gibi döner durur.
Şahsî yollardan bağladıkları müslümanlara "Bu yoldan ayrılan hüsrana uğrar!" diyenleri duyduk...
Elleri dolu bir adama ne verseniz, boşaltmadan alamaz.
Ağzı tıpalı bir şişeyi Akdenize atsanız bir damla suya hasret kalarak suyun üzerinde yüzer-gezer, serseri mayın gibi...
Koca deryadan bir damla rahmet nâsibi olmadan...
Hâlbuki tepesinden tıpayı söküp Bey Dağı'nın tepesine dikseniz bilirsiniz ki ilk yağacak rahmette; hiç değilse, bir damla nâsibi ve kısmeti vardır...

Kısacası Muhammedî oluş şuûruna ulaşan ve rüşdüne eren Muhammedî mü'min, ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' dir.
Bağlı değil; zâten "ile"dir ve "bile"dir. Muhammedî sistemin kurucusu ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'dir.
Bu sistemde herşey ve herkes Muhammedîdir.
Bunun dışındaki; şucular, bucular ve hayalciler belki bu âlemde sancaklarını çekebilirler ancak, can boğazda hırlayınca anyayı Konya'yı anlarlar.
Sakın sakın ki tarikatlara karşıyım falan sanmayın.
Tam tersine Tarikat-ı Muhammedîyye muridi ve meftûnüyüm.
Ve bizim bildiğimiz;
Hz. Şah Geylanî (kaddasallahu sırrıhu),
Hz. Şah-ı Nakşibend (kaddasallahu sırrıhu),
Hz. Ahmede'r Rüfaî (kaddasallahu sırrıhu),
Hz. Mevlânâ (kaddasallahu sırrıhu) ve diğerleri, tümü de
katıksız "Muhammedî"idiler.
Ve hâlen de, ebedîyen de Muhammedîdirler.
Toplumun mânevî açlığını fırsat bilip, kerâmeti kendinden menkul ve meşhur mûbarekler türetip, halkın malını, canını v.s. teslim alıp, içi boş ve nefsanî merâsimlerle, soygun ve sömürü tuzakları kuranlara:
"Kur'ân-ı Kerîm'i ve Hadis-i Şerîfleri okuyun da ALLAH(c.c)'dan korkun!" diyoruz.
Ve biz dâvâ ve dâvet sahibi değiliz.
Kimseyi kendimize veya bir yere çağırmıyoruz!
Tevhid dâvâsının sahibi ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'dir.
Dâvetçi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.
Biz ise Muhammedî duacılarız...

Şimdi biraz daha yakından Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizi dinleyelim ki duası nice idi:

Resim--- Enes (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sav) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi ve: "ALLAHÛEKBER! Elhamdülillahi hamden kesirân tayyiben mûbâreken fîhi: ALLAH büyüktür! Çokca, temiz ve mûbarek hamdler ALLAH'adır." dedi. Resûlullah (sav) namazı bitince: "Şu kelimeleri hanginiz söyledi?" diye sordu. Cemâat bir müddet sassiz kaldı.Resûlullah (sav): "(Kim söyledi ise çekinmesin) zîrâ fena bir şey söylemiş değil."Bunun üzerine adam: "Ben, yâ Resûlullah !" dedi. Resûlullah (sav) de: "Ben oniki melek gördüm. Herbiri, bu kelimeleri (ALLAH'ın huzuruna) kendisi yükseltmek için koşuşmuşlardı." buyurmuştur. (Enes (ra) dan; Müslim, Mesâcid 149-600; Ebu Davut, Salât 121-763; Nesâî, iftitah 19-2,132,133)

Resim--- Enes (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sav) şöyle istîaze ederdi: "Allahümme inni euzûbike mine'l-aczi, ve'l-keseli, ve'l-cûbni, ve'l-heremi, ve'l-buhli, ve euzûbike azabi'l-kabri, ve euzûbike min fitneti'l-mahya ve'l-memâti!: ALLAH'ım! Acze düşmekten, tembellikten, korkaklıktan, elden-ayaktan düşkünlük derecesi veren ihtiyarlıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Kezâ; kabir azabından Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım!" buyurmuştur.
(Buhârî, davat 38,40,42; Müslim, Zikr 52-2706; Tirmizî, davat 71-3480)

Resim--- Abdullah ibn Amr ibni'l-As (radiyallahu anhu)'dan: Resûlullah (sav) şu duayı okurlardı: Allahümme inni eüzû bike min kalbin lâ yahşe'û, ve min duai lâ yesme'û, ve min nefsin lâ teşbe'û, ve min ilmin lâ yenfe'û, eüzû bike min hâûlâ'i'l-erb'i: ALLAH'ım! Huşû' duymayan bir kalbden, ve dinlenmeyen bir duadan, ve doymayan bir nefisten, ve faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden Sana sığınırım!" buyurmuştur.
(Tirmizî, Daâvât 69-3478; Nesâî, istiâze 2-8,255)

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)'dan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Belânın ezmesinden (cehdü'l-belâ), belânın gelmesinden (derki'ş-şekai), kötü kazadan (su'i'l-kaza), düşmanların şamatasından (şamatai'l-e'dai) ALLAH'a sığının." buyurmuştur.
(Buhârî, Kader 13; Müslim, Zikr 53-2707; Nesâî, istiâze 34-270)

Cehdü'l-belâ: belânın sıkıntı ve meşakkati öyle artar ki ölümü temenni ettirirse; mal azlığı, evlâd çokluğu, cevr-i cihân, çark-i çile ipini kırarsa!
Derku'ş-şekâ: dünyevî felaket ile uhrevî helâkettir. Şâkîlik, eşkiyâlık ve bedbahtlık olup; saîd, mes'ud ve saâdetiçinde yaşamanın ve sonucunun zıddı olandır. Şekavetin bizi yutmasından ALLAH'a sığınmamız isteniyor.
Sû'i'l-kaza: kul aklı ve cüz'i iradesi (sınırlı dilemesi) ile hayrı veya şerri tercih edince ALLAH Tealâ, kulun tercihini halk ediyor.
RABB'ımızın şerre rızası olmayıp, hayrı tercih edin diye emri olduğu açıktır. O hâlde: "RABBım! Hakkı ve hayrı kalbime ilhâmet ve işlemem için izin ve inâyet eyle. Bâtıl ve şerden (tercih etmekten ve işlemekten) Sana sığınırız!" deyin buyurulmaktadır.
Şamatai'l-E'dai: düşman şamatası, başa gelen belâya şeytân ve şeytânlaşmış düşmanların gülüşüp sevinmesi. Böylesi rezil-rüsvây olmaktan da RABB'ımıza sığınmamızı buyuruyor Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem).

Resim--- Ebu hureyre (radiyallahu anhu); Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle dua ettiğini rivâyetle: "Allhümme inni eüzû biki mine'ş-şikaki, ve'n-nifâki, ve sui'l-ahlâki: ALLAH'ım! Şikaktan, nifâktan ve kötü ahlâktan Sana sığınırım!" buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Salât 367-1546; Nesâî, istiâze 21-8,264)

Şikak: muhalefet, bölünmek, ayrılmak, uyuşmazlık... Hadis-i şerîfte ise kendini beğenip, inkâr içine düşüp haktan ve hayrdan ayrılmak anlamındadır.
Nifâk: iki yüzlülük, münâfıklık, gerçekte sadakatsiz ve adâletsiz olan.
Kötü ahlâk: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ahlâkının zıddı olan ahlâk.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şurası muhakkakki, bazen kalbime bulut çöker. Ancak, Ben ALLAH'a 100 sefer istiğfâr ederim (affımı dilerim)" buyurmuştur.
(El Egarru'l-Mûzenî (ra) dan; Müslim, Zikr 41-2702; Ebu Dâvud, Salât 36-1515)

Hadis-i şerîfte geçen gayn: buluttur, örten ve kaplayandır. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbî hayatını idrak gerçekten mümkün olmayıp kendisi bizi ikâz etmektedir.
Biz ise insanız, elbette süreklilik olamaz.
Yaratılış, yapımız ve emredilen i'tidâl üzere ibâdette iken; aksaklık, noksanlık ve hatanın olması da onun içindedir ki kulluğunun gereklerinden olan tevbe istiğfâr edilebilsin.

Azîz kardeşim,
Müstecâb dua (duası kabul olan) zâtlar tanıdık ve birlikte yaşayıp şâhid de olduk.
Ne var ki kendileri kıtı kıtına yaşadılar.
Muhtaç hâle düşmeseler de bolluk yüzü görmediler.
Ben şahsen şaşardım bu işe...
Başkasına dua ediyor ve nerdeyse toprak, altına dönüşüyor da kendilerine bir şey istemiyorlar...
Anlaşıldı ki (dua da dahil) sebebe sarılma; umum avam (halk) için vâcib iken, akıllı insan için tevekkül ve kâmil için rıza demekmiş...
Müstecâb (kesin kabûl) duanın kesinliği, duayı edenin ağzı ile kayıdlı (şartlı)...
Dua İsa'nın duası (bu doğru) ama, ağız O'nun ağzı değilse; istediğin kadar duasını oku, ölü (nefs) dirilmiyor...
İsa (aleyhi's-selâm) ölüyü diriltme mu'cizesi gösterirken açıkgözün birisi duasını ezberlemiş.
Bir müddet sonra bir yakını ölen açıkgöz, duayı okumuş; ancak, ölü dirilmeyince İsa (aleyhi's-selâm)'a gidip:
"Yâ Nebîyyallah! Ben senin duanı okudum ancak, ölü dirilmedi!" deyince İsa (aleyhi's-selâm):
"Dua İsa'nın duası ancak, ağız İsa'nın ağzı değil!" buyurmuştur.

İnsanoğlunun; ağzından giren haramın ve ağzından çıkan yalanın, aynı ağızla yaptığı duayı ne hâle getireceğini elini vicdanına koyup da bir düşünmesi gerekir...
Duası ağzından (çürüdüğü için) çıkamıyor ki Arş'a çıksın...
Gözünüzün önünde idrar konulan bir bardağı boşaltıp, yerine gözünüzün önünde temiz su koysalar içebilir misiniz?
İyice yıkasalar bile yine de insanın içi kaldırmaz.
Câmilere; süt dökmüş kedi gibi girip yedi başlı ejderha gibi çıkan bir kul (nefs), hâşâ kimi kandırdığını sanıyor?
Cevâbı basit: kendisini...

Tasavvufta kural bire-birdir.
Al gözüm, ver gözüm...
Kulluk karargâhı olan bu âlemde kulluk imtihanında, binbir çile içinde denenmekteyiz...
Hak erenlerinin; neden tenezzül ve tevâzu' kapısından ayrılmayıp, dünya sevgisi ve ölüm korkusu sınırları içinde yaşayan sahte sofulara karışmadıkları ve sırr-ı sıfır, saf ve samimî SÛFÎler olarak sadece seyrân ettikleri, kendileri HAKK'a yürüyünce anlaşılıyor ve içim yanıyor, içim...

Bu hayat öylesine acâiblikleri gösterdi ki anlatamam...
Varlıklara karışmış altın sikke keserken, tasavvufî ahkâm kesenlerin, yokluk yurduna çekildiklerinde seslerini kestiklerini gördük...
İstersen Kevser Sûresini bir daha oku...

Meşhurdur İmâm-ı Azam Efendimize çok uzak çöllerden şeker hastası bir çocuk getiriliyor ki dua etsin de şifâ bulsun...
Bu kimselere: "40 gün sonra getirin, şifâ bulur İnşâallah!" diyor. Yol uzun ama çâre yok, gidiyorlar...
40 gün sonra geldiklerinde, Koca İmâm çocuğa: "Şeker yeme emi evlâdım, şeker sana zarar veriyor!" der.
Çocuk da: "Peki dede!" der. Çocuğun babası ise: "Efendim! Bir söz için bunca yolu gittik, 40 gün bekledik ve tekrar geldik!" derken İmâm-ı Azam efendimiz: "Oğlum! Sizin önce geldiğiniz gün ben şeker yemiştim, henüz ağzımda şeker tadı dururken çocuğa şeker yeme deseydim ne faydası olacaktı! Ben ise 40 gündür ağzıma tatlı almadım ki size sözüm var diye!" buyurur.


Midesi haram harmanı, kalbi yalan yurdu olan kimse olarak önce kendi nefsimi görüp, hüsni niyet, samimîyet ve ciddîyetle tevbe istiğfâr etmeliyim.
Kul (canlı) haklarını ödeyip helâlleşmeliyim...
Çöp torbası gibi bulduğumu doldurduğum kalbimi Merhamet Meydanına döküp, Muhabbet Yoluna yararı ayırıp; zararı, def etmeliyim...
İçine ne atarsam onu eritip kan hâline getiren ve 4 parmak ötedeki komşusu kalbime canımın kanı olarak gönderen karnıma (mide) giren ve çıkana iyice bir bakmalıyım...
Yediğim bir nohut tanesi bir saat içinde her hücremde kan, yâni can olurken; gözümde ışık enerjisi, sinirlerimde özel elektriksel enerji, bedenim de ısı enerjisi ve beynimde henüz insan beyninin girip çözemediği enerjilere dönüşümü...
Ve tüm bunların bir araya gelmesinden oluşan "BEN"im duamın; Sistemin Sahibi Rabbü'l-âlemin tarafından takdirle karşılanması için zâhirde midemin (somut, maddî) haramdan, bâtında kalbimin (soyut, mânevî) yalan ve türevlerinden islâhı şart ki iflâh olabileyim...
Hesab ortada...

Resim--- "ALLAH'ın kelâmı sıdk-ü-adl üzere tamam oldu!" (En'âm 6/115)

Kural budur ve kesindir...
Kalbden çıkan; her niyet, Azm kararı ve söz, sıdk üzere olacaktı...
Ahdullaha, Emânetullaha ve ilk verilen söze sadakat asla yalan olamayacaktı...
Şirkin en büyük günâh olmasının tek sebebi söylenenin yalan olmasıdır...
Şirkte ne diyor adam: "Firavun RABB'dir, lât putu ilâhdır, İsa ve Üzeyir ALLAH'ın oğludur v.s...." diyor.
(Hâşâ ve kellâ!) diyor da, yalan söylüyor...
Muhammedî olan kişi MUHAMMED (sallallahu aleyhi ve sellem)'i can kulağı ile duyar ve canla başla uyar...
Yalan yok, o kadar...
Mideye girmesi için halkedilen sonsuz nimetler dünya dolusu.... Helâl bahçesi (Rabbânî ve Muhammedî ikrâm bağı) içindekileri isrâf etmeden ye, iç ve ikrâm et, afiyet olsun!
Çünkü bu, ni'mete adâlettir.
Ni'metler bunun için halkedildiler...
Kalbî basîretle görebilsek, kalb kulağı ile duyabilsek ki bir buğday tanesinin besmele ile toprağa düştüğü andaki duası nedir?
"Yâ Rabbenâ beni bir buğday tanesi ve ni'met olarak halkettin!
Yeşerip, yetişip ve bire yediyüz vereceğim!
Seni tesbih edeceğim!
Beni, kendini ve Seni bilmez bir zâlime yedirip yâr etme!
Hakka inanan ve hayrı yaşayan bir Muhammedî âlime, ârife, kâmile ve âşıka, kan et ve can et de en yüce zikirlerin (Zikrullah) gücü (enerjisi) ben olayım!v.s...." diyor,
Duyuyor musun?
Yoksa, benim gibi uyuyor musun?
Uyanmalıyız!
Yoksa ALLAH(c.c) korusun:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!"
(Aclûnî, Keşfül Hâfâ II-414 (2795)

Buyruğunun hikmeti hakkımızda hüküm olursa vâkit çok ama çook geçmiş olur...
Hani ben, sen, o yoktu, biz vardık ve Biz Muhammedîyiz...
Gel, beni uyandır...
Biliyorsun: "Uyuyana değil, uyandıramayana yazıklar olsun!" deyip duruyoruz...
Bazen insanlar bana soruyorlardı ki: "Yaşayan mürşidin kimdir?" diye. Bedenen yaşayan şartını koyunca ve doğru cevâbı vermekte vâcib olunca:
"Bak kardeşim!
Önemli olan uyanmaktır...
Senin keyfin olsun diye söylüyorum ki gecenin kör karanlığında (gaflet, cehâlet, dalâlet, ihânet) zom uykuda uyurken, evim, barkım ve geleceğim cayır cayır tutuşmuş yanarken, dış kapımın zilini çalıp da beni uyandırabilen Sokak Köpeği de olsa ona minnettarım...Bu, bir...
İkincisi ise, şehîdlerin ölmediğine imânın farz olduğu İslâm Dininde; Dinin Bânisi, Kâinâtın Efendisi ve Rahmetenli'l-âlemin olan MUHAMMED Aleyhi's-selatü ve's-selâm'ı hâşâ geldi-geçti-gitti sanmak düpedüz ahmaklıktır...
Biz ise hamdolsun Muhammedî oluş şuûruna ulaşmaya (salâvâta) azmeden Muhammedî Hakk Âşıklarıyız...
Muhammed (aleyhi's-elâm)'ı; Efendimiz, Mürşid-i Mutlâkımız, Mübârek-i Mutlâkımız, Rehber-i Mutlâkımız ve İmâm-ı Mutlâkımız biliriz, inanırız ve yaşarız. Çünkü Biz Muhammedîyiz..." demiştik.

Demek ki dua edenin durumu, duasıdır.
Çünkü:

1-) Uyuyanın duası :

Rüyâ veya kâbusundaki sayıklamasıdır.
Uyuyan adam bu; yellenir de dellenir de, tekme de atar, ilâhi de okur, küfür de eder....
Gördüğü rüyâ, kâbus ve hayala bağlı...
Uyuyan adam uyandırılmaya muhtaç...
Uyanıklar ise; onu uyandırmaya hem mecbur hem de me'mur (emredilmiş) durlar...

2-) Uyurgezerin duası:

Adam hareket ediyor ve birşeyler yapıyor gözüküyor.
Uzaktan bakılınca uyanık sanılıyor.
Oysa, uyurgezer...
Sağa-sola tosluyor, yıkmadık-yakmadık yer ve can koymuyor...
Gerçekte ise adam uyuyor ve geziyor.
Aynı uyuyan adam gibi uyandırılmaya hakkı vardır...

3-) Sarhoşun duası :

Adam bir büyük (rakı) içmiş ve zom olmuş...
İçtiğine kul-köle olmuş...
İçtiği şey: "Evini yak!" diyor, adamcağız kahkahalar atarak ateşi atıyor her şeyini yakmak için...
Atalarımız: "Sarhoşun mektubu okunmaz!" demişler ve çok doğrudur...
Mektubu okunmaz da, duası okunur mu?
El birliği ile ve can-ı gönülden ayıktırmalıyız ki üzerimizde ayıktırılma hakları vardır...

Biz Muhammedîyiz derken; arınmış, durunmuş ve kurunmuş da meydana çıkıp tertemizler cemâatı olmuş filân değiliz haa...
Bizim Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Benim şefâatım büyük günâh işleyen ümmetimedir." buyurmuştur biliyorsun...
Zâten bizim iyiliklerimizin sevâbı işlendiği anda Muhammedî Merkezi Hesaba aktarılır...
Bize ise hata ve günâhlarımız hâliyle kalırki nefs ne hovardalığı yapacak...
Bir, iki denese de bir ton dayak yer oturur...

4-) Uyanıkın duası :

Adamcağız uyumuyor, uyurgezer değil ve sarhoş da değil...
O hâlde uyanık ve ayık...
Ama, deli... İyi ya, delice dua eder ve akıllanır...
Ama hasta... İyi ya, hasta dua eder de şifâ bulur...
Ama, kalıbı 70 yaşında dede, kalbi 7 aylık bebe ise ne olacak? İyi ya, dua ede ede kalbide 70 yaşını bulur v.s...

Nereye geldik?
Haram-yalan-uyur-uyurgezer-sarhoş-uyanık-ayık ve dua!.. Toplarsak:
Kalbi Şefâat-ı Uzma bağı olan Muhammedî uyanışa ulaşan ve kalbine ilâhî hidâyet güneşi doğan kimse uyanır.
Şe'en Şehrinde hakka ve hayra şâhid olup Tevhid Şehâdeti getirir ve ayıkır.
Hâliyle her kötülüğün (bâtıl ve şer) anası olan haram ve yalanı def edip, derviş duasına oturur...
Ne mi der? Vallahi onu bilemem...
Parmak izi gibi kişisel ve herkesin RABB'ısıyla arasındaki sırdır hâl!..
Hâl ise kaale (söze) sığmaz efendim...


ZEVK 2420

Çıktık Çile Çarşısına, Kanlı Kafes'te CAN KUŞU...
İnkâr-İkrâr Tevhidinde, her nefes kanat vuruşu...
MUHAMMEDÎ ŞUÛR Nuru, Sırr-ı Sıfır: Seyr-ü-Sülûk...
Zühd-ü-Takvâ, Havf-ü-Recâ, Aşk-ü-Cezbe, Sıdk-ü-Huşû'...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF


Resim

7. BÖLÜM: KULLUK SIFATLARI

Latif YILDIZ

7.1. DUA

7.1.3. Duanın Önemi

Azîz kardeşim,
Dua ki kulluğun bel kemiği, iliği, beyni ve özüdür.
O hâlde iyice inceleyip iyice anlamalıyız.
Muhammedî Tasavvufun temeli, başı, sonu ve semeresi (meyvesi) duadır.
Dua, basit alışkanlıkların dışında doğal olarak, irticâlen, candan ve gönülden en samimî bir DOST'a yapılırcasına içten, saf, arı ve ciddî olmalıdır.
Göz yaşının yüzde buharlaşması gibi;sûret ve sîreti, cisim ve isimi soyunmuş çırılçıplak bir kul olarak, iyi ya da değil, ne isek o hâlle hâlimizi arzdır dua...

Bu ise Muhammedî Metod duasıdır. Bakınız:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (Abdullah olarak): "Ben de bir beşerim, sıradan bir insanın sevindiği gibi sevinir ve gelişigüzel bir insanın gazablandığı gibi de gazablanırım." buyuruyor.
(Müslim, IV-2008; İmâm-ı Ahmed II-243; Ebu Dâvud, IV-298)

Çünkü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem);
Önce Abdullah (ALLAH (celle celâluhu)'nun kulu),
Sonra Resûlullah (ALLAH (celle celâluhu)'nun Resûlüdür) dır.
Biz ise herşeyimizi (söz, fiil, ahlâk ve hâllerimizi) Abdullah olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i örnek alarak yaşamaya me'mur ve mecburuz.
İnsanların seyr-ü-sülûk deyip durduklarının aslı astarı, dua ve takvâdan ibârettir.
Dua Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet; takvâ ise ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e istikameti gerektirir.
Kulun muamelesi ya RABB'ısıyla ya RABB'ının kullarıyla yada kendi nefsiyledir.

Resim---"Haberiniz olsun ki ALLAH size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adâletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten ALLAH size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki ALLAH işiten ve bilendir." (Nisâ 4/58)

Aklı yok ise zâten muaftır.
Emânete sadakat ve ni'mete adâletin devâmı için kul;
Herzaman, her yerde ve her hâlde RABB'ısı ile ve bile olduğunun şuûruna ulaşır, Hazır-Nazır ve Murakıb (gözetleyici) olan ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in huzurunda olduğunun rüşdüne ermiş bir Muhammedî Ârif ve kâmil kul olursa;
Ağzından giren helâl mı- haram mı (ni'met) ve ağzından çıkan sıdkyalan mı iyice düşünür de sonra dua yapar.
ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'den hayâ eder.

O hâlde;
Kendi nefsim için sıla,
Bizim (ümmet-i Muhammed) için selâm,
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için salâvât,
Rabbü'l-âlemin (cc) için salât olan "dua"nın üzerinde son kez biraz daha duralım el ve gönül birliği ile İnşâallahu Tealâ!

Dua: çağırmak, yardım niyâz etmek, hâlini ve hâcetini arzetmek olup dava ve dâvet kelimeleri gibi kendisi de masdardır.
Abd'in RABB'ısına niyâzıdır.
Kul kendi vasıfları olan Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İlletinden dolayı muhtaçlığını ve dileklerini, EL AZÎMU'l-KADÎRÜ'l-GANÎYYÜ'l-AZÎZÜ'l-HAYYU'l-KAYYUM (celle celâluhu) olan Rabbü'l-âlemin'den dilemisidir.
RABB'ısı (celle celâluhu) ile kulu arasındaki hak ve hayr hattıdır. Nazargâhta naz-niyâzdır.
İlâhî irtibat ve iletişimle kul; noksanlığını itirafla murad edilen ve emredilen mükemmellik (kemâlâtın) hedefinin nâsib ve kısmeti için İznillah ve İnâyetullah dilemesidir.
"Hiç"liğin, "Hep"liğe ulaşım umududur dua...
Abd ile RABB arasındaki sırat (sırlar) köprüsüdür dua...
Dini kurallar başımız gözümüz üstüne olmakla beraber biz Muhammedî oluş şuûruna ulaşım konusundakiler için;
Her yerde, herzaman, her hâlde, herşeyle ve herkesle iken HAKK (celle celâluhu)'yu hazır ve nazır (murakıb) bilip übûdiyyet (kulluk) arzıdır dua...
Uyur isem uyanmak, uyanırsam uyumamaya çalışmaktır dua...

İhramlı ve kefenli dualar makbul ise de, çırılçıplak gözyaşıdır dua... Su ile abdest alıp, kıbleye yönelip, diz çöküp oturup, elleri açık ve candan gönülden dua makbul ise de; öz ve göz yaşı ile gusl edip,

"... Fe innemâ tûvellü fe semme vechullahi...: Nereye dönersen dön Vechullahdır!" (Bakara 2/115 bkz.)
Sırrı ile sarhoş olup, "İzacae Nasrullahi ve'l-fethu!" (Nasr sûresi 110/1 bkz.)
Rüzgarına kapılıp, Nefs ney'inden ER RAHMÂNU'R RAHÎM'in "İnni enallahu Rabbü'l-âlemin!" (Kasas 28/30 bkz.)
Nefesi inleyince, Kalbte "İzâ zülzileti'l-ardu zilzale ha!" (Zilzâl 99/1 bkz.) zelzelesi başlayınca...
Ruhda "Semiğnâ ve ateğnâ" haykırışı çınlayınca...
Hep beraber elbirliğiyle tüm letâifler :
"İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in" diye çığrışınca,
Her zerre ile beraber:
"Yu sebbihu lillahi mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-arzı'l-meliki'l-kudûsi'l-azîzi'l-hakîm" (Cuma 62/1 bkz.) Hükmüne uyar, sonsuz semâ' döngüsüne dua oluruz kendimiz!

Dua Kur'ân-ı Kerîmde "dua" olarak 20 yerde, türevleri ise çokça geçmektedir.
Dua, nefsin tenezzül ve tevâzu' seccadesinde secde edip, ulu RABB'ısının azamet ve kudretini ta'zim ve takdir edip hâcetini arz-ü-ricâdır....
Yâ RABBi! Allahümme!
Yâ Resûlullah! Dilekçenin, arzuhâlin başlığı budur! Abd oluşun ısbatı ibâdet iledir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İbâdetin özü ise dua" buyurmuştur. (Tirmizî, davat1)

Namaza; salât, dua denmesinin sırlarındandır bu...
Abd'den RABB'a ürûc eden (yükselen) "dua"dır. RABB (celle celâluhu)'dan Abd'de rücû' eden rahmettir...
Dua; kulluk gereği yapılan tüm amellerin (zâhir-bâtın) zarfıdır, bohçasıdır...
Onun için gözyaşlarımızı dahi seher dualarına sarar da semâya savururuz...
Tevbe, tesbih, tenzih, tehlil hepsini de aynı yolla salarız...
Somutla soyutun ara kesitidir dua...
Canla cananın "cim"i dua...
Eşyâ ile hakikatı arasındaki şey dua...

Resim--- "Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder. O'nu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların bu tesbihini anlamazsınız. O hâlimdir, bağışlayıcıdır." (İsrâ 17/44)

Sonsuz zerrenin sırr-ı sıfır tesbihini derunî duyuş ve döngüsüne uyuştur dua...
Yüzün, öz'e dönüşüdür dua...
Yâr'e yöneliştir dua...
Kulun fıtrî fazîletidir dua...
Kulun şikâyet ve şükrünü sardığı sırdır dua...
RABB'ımızın değer verdiği tek değerimiz dua...

Resim--- "De ki:"Duanız olmasa RABB'im size ne kıymet verir?"demek ki, yalanladılar! O hâlde yarın cezâ (yakalarına) yapışacak" (Furkân 25/77)

Eserlerini sûret ve sîretlerimizde taşıdığımız Esmâü'l-Hüsnâ ile "bilelik"dediğimiz dua...
Nefsin sükûn ve sükût durağı dua...
Nefsin hüşû' haykırışı, hüzû' huzuru dua...
Dervişin tevekkül tekkesi dua...
Sözle okunan, özle kokunan ve binbir çileyle dokunan dua...
Olmuşa tevbe, dua; olana rıza, dua; olacağa, dua, dua...
Beden terbiyesi dua, nefsin tezkiyesi dua, kalbin tasfiyesi dua, ruhun tecliyesi dua... Sırrın seciyesi dua...
Buzun su olma arzusu, suyun buhar umudu, buharın "bile" bulutu dua...
Akıl tırtılının kıyam duruşu ve aşk kelebeğinin kanat vuruşu dua...
ALLAH Dostlarının kalbinden geçen ve ALLAH (celle celâluhu)'ya giden yoldur dua... İlm-ü-edebin erdemi dua...
İrfanın erkânı dua...
Dervişin; boynunu bükerek, gözyaşını dökerek derdini ve dileğini derunî dille deyişi dua...
Mübârek İsa (aleyhi's-selâm), genellikle Lübnan Dağlarında ve civarında, dağlarda dolaşır pişmemiş dağ mahsülü ot v.s. yerdi.
Çölden geçerken çok yaşlı bir kişi bir gölgeliği barınak edinmiş görünce selâm veriyor ve ilgileniyor...
"Bir istediğin var mı ben İsa'yım!" diyor.
O kimse de organlarım bitti göz görmüyor kulak sağır, diz taşımıyorsa da bunlar önemli değil.
Ricâm şu, RABB'ıma sor ki: "Bana âhirette ne yapacakmış?" diyor. İsa (Aleyhi's-Selâm), tekrar dönüşünde, vereceği cehennem cevâbı hoş değil diye uzak geçmek isteyince:
"Yâ Nebîyallah RABB'ım ne buyurdu? Gitme söyle!" deyince İsa (Aleyhi's-Selâm):
"RABBımız buyurdu ki: "O kuluma söyle ki...." derken:
"Yeter yâ Nebîyallah, yeter! "kulum" dedi ise gerisi O'na kalmıştır. Kulum demesini bekliyordum!"

İşte bu sonsuz sahranın sınırındaki sırdır dua...
Teslimiyet düzeni, istikamet dengesidir dua...
Tevhidin terazi dili dua...
"Hiç"in "Hep"e "Huu!"sudur dua...
Vahdet-i Mevcûd dua...
Vahdet-i Vücûd dua,
Vahdet-i Şuhûd dua,
Vahdet-i Sücûd dua,
Vahdet-i Ühud dua...

Kul için, bu böyledir.
Zâten mahlûkatın, EL Halik (celle celâluhu)'ya hâlini arzı ve rızasını ricâdır dua...
Elbette Vahdet-i Mevcûdu, Vahdet-i Vücûd zannedersen pek çokları gibi kısır döngüye düşersin...
Tavuk-yumurta hesabı...
Kur'ân-ı Kerîm'de ikiyüz küsür dua âyeti vardır.
Şu gözlerimi acı yaşlarla dolduran ise çilenin çiçek açtığı yerde Ya'kub (aleyhi's-selâm)'ın:

Resim--- "İnnemâ eşkû bessî ve hüznî ilallahi!" (Yûsuf 12/86)
"Ben her hücremdeki ve letâiflerimdeki dolgunluğu mu, gamımı, kederimi, hüzünümü ve şikâyetimi ancak ve ancak ALLAH'a arz ederim!"
İşte Ya'kubî dua...
Eyyubî'si, İbrahimî'si ve diğerleri...
Muhammedî dualar da var...


Duanın açmayacağı kapı ALLAH(c.c)'ın izniyle yoktur...

Gıyabî ve derunî dualarda dirilmemizi Rabbü'l-âlemin'den dilerim.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e Salât-ü-selâm ederim...
Âl'ine, Ehl-i Beytine ve ashabına da salât-ü-selâm olsun!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »



7. Bölüm: KULLUK SIFATLARI

7.1.4. Ârif ve Dua


Ehl-i tasavvuf, tevhidin tekemmül sanâtkârı ise; sanâtı ve eseri de duasıdır. Böylesine ulvî bir sanatı ise Sanâtkâr-ı-Samedî olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den öğrenmeliyiz:

ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e tâbi' olmanın şartı, Resûli ve Habibi Muhammed (aleyhi's-selâm)'a tâbi' olmak şartına bağlanmıştır. Aklı olan herkesin aklı kadarlık, dinini ve gereklerini bilmek sorumluluğu vardır. Bilginin ana kaynağı Kur'ân-ı Kerîm ve sahih hadislerdir. İnsanoğlunun önüne konulan mühteşem, mübârek, mükerrem, mükemmel ve muazzam örnek ise şeksiz şüphesiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.

Her müslüman mü'min olmaya ve neticede Muhammedî oluş şuûruna erip hesabını bu âlemde Muhammedî mahşerde görüp; yaramazına tevbe, yararına hamd-ü-şükür ile son sözünün; ârif, kâmil ve âşık bir Muhammedî olarak, halisen, muhlisen "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Abdühû ve Resûlühû" olması hem Emrullahdır hem de Muradullahdır.

Kelimeleri Arabça yazar da seyredersen: Ârif; indekini, özündekini, enfüsindekini yâni Emânetullahı, yâni Ahdullahı (fi), gören (rüyet) dir. Hem de en tahkik anlamda (baştaki Elif ya da Ayn) görendir.

Başka bir ifâde tarzıyla özdekini basîret ve basarla gören ve tüm letâifleri mutmaîn olan kişidir. Ondandır ki: "Ârifin bir saat uykusu câhilin yetmiş yıl nâfile ibâdetinden hayırlıdır." anlamında hadis-i şerîfler vardır. Her insan aklı ve kaderi kadar ârif olmaya layıktır. Ve âriflik kimsenin inhisarında (tekelinde) değildir.Ümmet-i Muhammedden birisinin ârif olması için hasbî hizmet etmek,gerçek Muhammedî şuûra ermiş rüşd sahibi Ülü'l-Elbâb ve rabbanî bir âşık için şereflerin en yücesidir. Çünkü MUHAMMEDÎ şuûr tevhidi ve işareti; kişinin, tüm kâinâtın ve her canlının şehâdeti ile HAKK'a muhabbet ve hürmet ve halkına karşı merhamet ve hasbî hizmet ehli olmasıdır. Muhammedîci, Muhammedîlik v.s. gibi ayırımcı bir durum anlaşılmasın diye direkt Muhammedî bir kimse diyemiyorum. Çünkü her insanoğlu fıtreten, ezelen ve aslen "Muhammedî"dir. Ne var ki bu âlemde yarım nefeslik imkan bulunca Benlik Krallığını ilân edip ihtilal yaparsa ve inkâr ederse, bunun hesabı ve sonucu sonsuz acılar ve ateştir.

Muhammedî bir müslümanın kendi hesabına sadece hata, noksan, yanlış ve kötülükleri yazılır. Hayr-ü-hasenâtını işler, emri yerine getirir ve sevâblarını can-ü-gönülden Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hakk ve hayr huzuruna gözyaşlarıyla akıtır.. Nefsine de, "Sevâbı unut ve güvenme! Sen günâh ve kötülüklerinin bağışlanması için seherlerde Rabbü'l-âlemin'e arz-ı hâlini seccadelere kapanıp gözyaşınla yaz, başıyın çâresine bak!" der

Kelimeleri söyleyip duruyoruz. Bildiğimizi ve anladığımızı anlatmak sorumluluğumuz vardır. Ola ki bir insanoğlu, bir müslüman ayıkır, uyanır Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i duyar ve RABB'ımız (celle celâluhu)'nun emirlerine uyarsa ne mutlu bize... Bendeniz ki beni bilenler bilir; RABB'ımızın azameti karşısında âciz, fakîr, zelil, âlîl ve mahviyette kün fe yekûn kervanının kıtmiri Âşık Kul İhvânî; her zerresi (somut) ve her düşüncesi (soyut) ile kesin, tahkik ve mutlaka Muhammedî oluş şuûruna ulaşmaya ve yaşarken şâhid olmaya azmi olan, gerisini El LÂTİFU'l-VEDÛD olan Er RAHMÂNU'R RAHÎM (celle celâluhu)'yu vekil edinmiştir. Belki insanlar yadırgayacaklar ki çoğu yadırgadı: "Sır saklamak v.s yokmu?"diye. Muhammedî metod tektir. Hakk'a imân ve hayra amelde, bâtıla red ve şere karşı oluşta milyarlarca Muhammedî bir tek vücuttur. Zâten âhir zamanda müslümanları; gaflet uykusu, cehâlet çılgınlığı, dalâlet bataklığı ve en acısı, ucundan kenarından, aleni ve açıkça küfür özgürlüğü yutup gidiyor...

Beni lûtfen bağışlayınız. Akılları; ayıktırmalıyız, uyandırmalıyız...
Muhammedî söz, fiil, ahlâk ve hâlleri bizzât Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Muhammedîyyet, Hamîdiyyet, Ahmedîyyet ve Habibîyyet bağ-ü-bahçelerinden kabımız kadar toplayıp, ALLAH (celle celâluhu) ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) rızasına ve aşkına Ümmet-i Muhammed'e el birliğiyle ve gönül birliğiyle sunmalıyız ki yüce RABB'ımız (celle celâluhu)'nun lûtf-ü-ikrâm ve ihsânına nâil olabilelim. Her birisi bir kitab olacak konuların yeri geldikçe ve becerebildiğim, bilebildiğim, anlayabildiğim ve görebildiğim kadarıyla, nefsimden katmadan, karıştırmadan, arı, duru ve çırılçıplak arz etmeye Sevgili Sahibim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in rızası için azmim var...
Anlamak ve anlatmak...
Yaşamak ve yaşatmak...

Ârif,irfân ve mârifet...
Ârif kıymetlidir.
Ârif; kul iken sultân edilendir.
Ârif hakkı ve hayrı anlayandır.
Emrullah'ı ve Muradullah'ı yaşayandır.
Arafat Sûresi ârifler sûresidir. Dikkat et ve uyan!

"Ve burada (bu âlemde) a'mâ olan kimse âhirette de a'mâdır, üstelik iyice yolunu saptırıp şaşırmıştır." (İsrâ 17/72)

A'mâ: kör olan, hakkı ve bâtılı, hayrı ve şerri dalaletin zifiri karanlığında göremeyendir. Korkunç bir cehâlet, hayal, rüyâ ve kabuslar içinde yiyip, içip tepinmektedir. Alışkanlık hâline getirdiği içi boş ve kıblesi meçhûl ibâdetleri ise şeytânın; ALLAH korusun, ALLAH (celle celâluhu) ile o insanı aldatmasıdır. Muhammedî şuûrla son nefese kadar İnşâallah sürecek duamız ve çağrımız; bu zâlim zulümâttan kurtarmak için nefsimle beraber Ümmet-i Muhammed'e olup Kur'ân-ı Kerîm güneşine çıkmaya ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın hakk ve hayr olan Kevser Havuzuna akmayadır.




YÂ MUHAMMED (sav)

Önce kuludur
RABB'la doludur
Aşkın yoludur
İzi MUHAMMED (sav)...


Kalem yazalı
Gönül güzeli
Sevdi ezeli
Bizi MUHAMMED (sav)...


Sevdâ sabahı
Şe'en-i şahı
DOSD'un dergâhı
Dizi MUHAMMED (sav)...


TEVHİD Bayrağı
Birliğin bağı
AŞK'ın kaynağı
Özü MUHAMMED (sav)...


Sırrı saf-duru
Âlemler nuru
Gönül süruru
Gözü MUHAMMED (sav)...


Kavseyn'in gülü
Yanan bülbülü
Dumanı külü
Közü MUHAMMED (sav)...


SÎRET bekası
SÛRET fenâsı
CEMÂL aynası
Yüzü MUHAMMED (sav)


Yâd'a bakıtmaz
Ağyâr okutmaz
Aşkı kokutmaz
Tuzu MUHAMMED (sav)...


Hırka bürütür
ARŞ'a yürütür
AŞK'la eritir
Buzu MUHAMMED (sav)...


Şe'enin şavkı
Âşıklar şevki
Söz, sohbet zevki
Hazz-ı MUHAMMED (sav)...


Av-avcı yemde
âşıklar demde
Cümlesi cemde
Sazı MUHAMMED (sav)...


İHVÂNİ'm O'nda
Yaşar cihânda
"Diri KUR'ÂN"da
Yazı MUHAMMED (sav)
...



Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz insanlar arasında hayrın anahtarları, şerrin kilitleri olan kişiler vardır. İnsanlar arasında şerrin anahtarları, hayrın kilidleri olanlar da mevcûddur. Fe Tûba! (Ne mutlu!) o kimseye ki ALLAH (cc) eline hayr anahtarları vermiştir! Ve veylûn (yazıklar olsun) o kimseye ki ALLAH (cc) eline şer anahtarları vermiştir." buyurmuştur.

(Enes (ra) dan; İbni Mâce, Taylasî, Hâkim, Deylemî, Beyhâki-Şüabû'l-Îmân'da)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ TASAVVUF


Resim

7. BÖLÜM: KULLUK SIFATLARI

Latif YILDIZ

7.2. KÂMİL ÂRİF VE KEMÂLÂT

Bu âcizâne arzımızdan sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyuruğu: "Kulluğun bel kemiği duadır" diyoruz.
Bizim ezel ve ebed, zâhir, bâtın duacımız ise ALLAH Tealâ, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ALLAH dostlarıdır.

Azîz kardeşim,
Ârif dediğimiz kişi, kendini ve RABB'ini bilen aklen, naklen anlayandır.
Ârif anlayışında tekemmül edince (kemâlât) kemâl (olgunluk) bulur ve Kâmil olur.
Âşık ise inancını dört dörtlük yaşayan Kâmil Âriftir.

Eskiden dergâhlarda yıllarca süren seyr-ü-sülûk kemâlâtı için çile çekilirdi.
Bugün ise kulluk kemâlâtının seyr-ü-sülûku bizzât hayatın içinde yaşanmaktadır.
İlâhî izzetin nurları nefes nefes şe'ende...
Kaderin kaza adımları alıp-verdiğimiz nefeslerimiz...
Her nefes bir emânettir, görev ve hakları vardır.
Nefsin kendi hevâ ve hevesine uyması ise nefesini isrâf ve haramdır.
Kişi (kul) ya nefsinin şaşkın-taşkın şehvetlerine ve şeytâna razı olup ona uyarak eşkiyâ yolunu seçer, kalbi nifâk ve cehâlet yuvası olur.
Ya da itiraz edip muhalefet ederek Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in i’tidali üzere evliyâ yolunu seçer, kalbi imân ve kemâlât yuvası olur.
Muradullah, kulun kemâli (kemâlâtı) dir.
Emrullah ise kemâl kurallarıdır.
Mürîd olan sanatlardan sanatkâra SILA eder ki bunun ismi seyr-ü-sülûktür.
Murad olan ise HAKK'ta, HAKK'tan, HAKK'a HAKK'la salâtta;
salâvât sılasının sırrını Sahibimiz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de biliş, buluş ve oluştur...
Mürşid-i Mutlak Muhammed Aleyhisselâm'ın mutlak imâmlığında elân ikâme edilmekte olan kulluk salâtına İlim, İrade ve İdrakle İştirak et de ismine ne dersen de...
Aşk-ü-Cezbe,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-u-Huşû',
Havf-ü-recâ,
Üns-ü-Heybet...

Kulun kemâlâtı, Rahmetenlilâlemin olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile bilelik ve BİZliktir...
Et-tırnak gibi oluş onurudur.

Kemâlât: HAKK'ı bilmek (ilim),HAKK'a gelmek (irade), HAKK'la olmak (idrak) ve HAKK'ta ölmek (iştirak) tir...

Kemâlât: aklın yarattığına değil de aklı yaratana tapmakta İlâhî,Kur'ânî ve Muhammedî naklî yolu bilmek,bulmak ve yaşamaktır.

Tevhidî kemâlât:
Zâhirdeki, VAHİDî binbir parça aynada (mevcûdda) HAKK'ı görmekle,
Bâtındaki AHADî tek aynada (vücûdda) HAKK'ı görmek arasında fark kalmamasıdır.
Hazır-nâzır HAKK'ın gerçek (ressam), aynalardaki görüntülerin hayalî (resim,işaret,delil) olduğunu anlamak ise Muhammedî Sırr’dır.
Ve unutma ki hayal, hakikatın elbisesidir...

Kemâlât: sûret perdesindeki sîret (ibret-hikmet) oyunundaki kulluk rolünü Muhammedî edeble oynamaktır...

Kemâlât: cûd, vücûd, icâd ve mevcûdu İlâhî İlim ve Muhammedî Edeble bilmek, anlamak ve yaşamaktır.
Cûd: Karşılıksız, mutlak veriş ve cömertliktir.

Kemâlât: incir çekirdeğinden çıkan incir ağacı olup çiçeksiz meyvesinde binlerce çekirdek olmaktır.

Kemâlât: tevhidî tecellî denklemini Muhammedî metodla çözebilme mutluluğudur...

Resim

Cemâl : cim-mim-lâm: Muhammedî lütûf tecellîsi cem' i.
Celâl : cim-lâm-lâm: İlâhî lütûf veya lânet tecellîsi cem' i…

Kulun hakkı ve hayrı tercihinde Muhammedî lütûf tecellîsi,
Kulun bâtılı ve şerri tercihinde ise İblisî (şeytânî) lânet tecellîsi zuhûr eder.
Celâl tecellîsi; zıdların zuhûr âlemindeki şe'en "kûn fe yekûnü" olup "ân" içindeki; kevn-ü-fesad, icâd-idam, bekâ-fenâ ve varoluş-yokoluşun nabız atışıdır.
Ne var ki bu işlem çok hızlı olduğundan zaman ve mekan içinde insan gözüne sürekli gözükmektedir.
Alternatif akım gibi "var ol!-yok ol!" kevn-ü-fesadıyla gelen İlâhî Tecellî (celâl-cemâl);
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) redresöründen (ayarlayıcı doğrultucu) geçip fenânın yaramaz dalgaları emilerek, doğru akım olarak Vedûdî ve Muhammedî voltajla insanoğluna ulaşırsa, muradedilen ve emredilen kulluk görevlerini işler ve cennetleri hakeder.
İnsan için fenâ: fe-nun: içindeki sabit nokta (nun) da yok oluştur.
İnsan için bekâ: be-kef: kevnî bilelikte oluştur.
Tüm resimlerde Ressam’ı buluştur.

İşin aslı ve astarı budur.
Yoksa, akıl ve mantığının kulu nice din profesörleri gibi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in; İlâhî, Kur'ânî ve Muhammedî kadir ve kıymetini bilmeyip, delicesine ve direkt olarak İlâhî alternatif akımdan elektirik (Nurullah) almaya kalkarsa dininde, dünyasında ve âhiretinde hüsranla çarpılır.
Hüsran ise kârı bırak anayı da yemektir.

Tevhidî kemâlât:
"Lâ ilâhe" İlmi,
"illâ ALLAH" İradesi,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i İdrak ve
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e İştiraktir.

"Lâ ilâhe illâ ALLAH" i'tikad ve
"Muhammede'r Resûlullah" sâlih amel tatbikatıdır.

Resim--- "İnanıp iyi işler yapanları da içinde ebedîyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız." (Nisâ 4/57)

Cennet: cim-nun-nun: Nurullah (imânı) ve Nur-u Muhammed (uygulama) in canda cem' idir.
Düşündüğünde göreceksin ki can denilen İlâhî Hayy cereyanı (Rahmânî Nefes) ve onun Muhammedî kullanılış edebi KEMÂLÂTtır.
Bizimkisi tefsir değil zevktir.
Zâten, zevkine erilmeyen zuhûrat da sırtta yüktür.
Özde zevk ise zuhûrda huzura ermektir.
Onun içindir ki Muhammedî Tasavvuf İlmi ve Edebi ancak ve ancak yaşanarak öğrenilir ve yaşatılarak öğretilir ve eğitilir.

Muhammedî kemâlât: EL HALİK (cc)'nun sıfatlarını bilmek ve yarattığı kul olarak;
Acziyet,
Fakriyet,
Zillet ve
İllet içinde;
İlâhî Hükümle mâhkum,
İLÂHÎ Emirle me'mur,
İLÂHÎ Emirden mes'ul ve
İlâhî İhsâna muhtac oluşunu İlim, İrade, İdrak ve İştirak yaşayışıdır.

Kemâlât: HAKK'ı bilmek (İlmel Yâkîn),
HAKK'ı tanımak-bulmak (Aynel Yâkîn) ve
HAKK'ı yaşamak-olmak (Hakkel Yâkîn) dir.
Bu ise; tarlaya buğday ektim, ekin oldu, hasat ettim ve buğdayı un ettim demek İlmel Yâkîn;
Hamur edip fırına sürüp pişmesini beklemek ve ekmeği çıkarıp eline almak Aynel Yâkîn;
Ekmeği afiyetle yiyip, ekmek sen, sen de ekmek olmak ise Hakkel Yâkîndir...

Muhammedî Tasavvufta;
İlmel Yâkîn ve aynel Yâkîn, basar-basîret TESLİMİYET seyri,
Hakkel Yâkîn ise İSTİKAMET sülûküdür.
Seyr-ü-sülûkün sonunda ise Muhammedî Yâkînü'l-Yâkîn vardır ki, izâhında işler karışır...

Kemâlât: kendini bilmek-RABB'ini bilmektir.
Kendini ve RABB'ini bilmeyen, câhile kâinât leş ve talibi (isteklisi) köpeklerdir...
Kendini ve RABB'ini bilen kâmil'e ise kâinâtın nuru ALLAH Celle Celâluhu'dur:

Resim--- "ALLAH, göklerin ve yerin nurudur...." (Nur 24/35)

Resim


Muhammedîler bilir, inanır ve yaşarlar ki Sahibimiz ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın mi'râcında, Mescidü'l-Haram'dan (enfüs) Mescidü'l-Aksa'ya (âfâk) varışı da vardır...
Nun tecellîsi Nurullah, mim tecellîsi Nur-u Muhammed, lâm tecellîsi kuldur (isti'dâd, akıldır).
Zâten her zerre Ahadiyyet denizinde yüzen Ahmedî esmâlardır...
Muhammedî kâinât (mâsivâ) kürresinde aynı ilâhi kuralla yüzmekte tesbih ve salât etmektedir...
Zerrede de kürrede de...

Bu sırra ulaşım saâdeti için ise kula düşen iş;
Merkezde (içte) yalansız,
Muhitte (dışta) haramsız hayatı tercih edip, cüz'i iradesi ile herkese ve herşeye Muhammedî muhabbet ve merhametle muamele ve hasbî hizmettir.
Asr-ı saâdeti, şu an yaşamak şerefi de budur...

Resim

Nun Noktasının üç hâle harekesi ile harf (mânâ), hece, kelime, cümle ve sonuçta nakl doğar.
Nun Noktasının üç yöne hareketi ile doğru, düzlem, hacim ve sonuçta şekil doğar.
Şeklin ve naklin hakikatini anlayan ise akl-ı selimdir.
Nun noktası boyutsuzdur.

Hayrân hâli HAKK (cc) tır (asl).
Cevlân hâli Muhammed Aleyhisselâmdır (vekl).
Seyrân hâli insandır.
Devrân hâli kâinâttır.

Nun noktasının Sırât-ı müstakîm üzere yedi adımı; "Elif"i ve "Bir 1"i doğurur.
Üstüste konulan yedi noktanın hat üzerindeki dizilimi insanı (beden, nefs, kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ), harf olarak elifi ve adet olarak biri doğurur.

Noktanın İlâhî düzen, Âdetullah ve Sünnetullah üzere hareketinden; harfler (mânâ), hatlar (madde, şekiller) ve hesab adetleri (rakamlar) doğar.
Elif ile arzetmeye çalıştığım bu husus, insanın özel ve güzel olan kıyamıdır.
Onun için Elif harfi hiçbir harfle soldan birleşmez de sağdan gelenle BİLE olur.
Tıpkı Muhammedî Mü'min gibi...
Elif, Uluhîyyet harfidir...
Bu bilelik rû-be-rû: bakan ile aynadaki görüntünün birbirine vech-veche, öz-öze ve yüz-yüze bileliği gibidir.
İç içe yapıştırdığımızda ellerimiz gibi..
Aynaya burnumuzu dayadığımızda göz göze bakan gözerimiz gibi antipot…

Azîz kardeşim, aslında insanoğlunda asl olan cehâlettir:

Resim--- "Siz hiçbir şey bilmez iken ALLAH sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi." (Nahl 16/78)

İnsan;
Fizyolojik olarak bedenen,
Akıl ve fikirle nefsen ve
İlm-ü-irfânla kalben, terakki (ilerleme) ve tekemmül (olgunlaşma) eder ki insanın kemâlâtı budur.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu : "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" (Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II/343 (2532)
Hadis-i şerîfi tasavvufun temelidir.

KUL: Ubûdiyyetin vasıflarını (Acziyet, Fakriyet, Zillet, İllet v.d.) iyice bilip, anlayıp, kabul edip ve kesin olarak hayatında tatbike başlarsa...
Rübûbiyyetin vasıfları olan Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu)'nun vasıflarını (Azameti, Kudreti, Ganî oluşu, Azîz ve Hayyu'l-Kayyum oluşu v.d.) iyice bilip, anlayıp, kendi nefsine yakıştırmadan inanıp ve kendi kulluk makamında görev ve haklarına saygılı olursa; buna kulun kemâlâtı denilir.
Rübûbiyyeti, ciddîyetle ve sıdk ile anlayan kimse; aşk ile bağlanır, havf ile takvâ sahibi olur ve Heybetullah karşısında iliklerine kadar korkar, titrer. (En'âm 6/155; Hucurât 49/10; Hadid 17/28 bkz.)
Ubûdiyyetini, samimîyetle hayat sahnesine süren kimse; huşû', huzû', cezbe, zûhd, recâ ve üns ehli olur canla başla RABB'ısına kulluğunu arzeder ve imkanla olan imtihanını başarıp mahşere, hesaba ve cennete gider...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Yâ Rabbenâ! Lebbeyke! Saadeyke! Ve'l-hayrun kullû hu fi yedeyke!: emret ey RABB'ımız! Saâdetle, can-ü gönülle, baş üstüne! Ve bütün hayr senin elindedir!"
Diye ARZ'ından ARŞ'ına inler ve rahmet diler!
(A'râf 7/205 bkz.)

Kâbe'nin dört yüzüne çıkan yollar gibi mezheb ve meşrebine göre:
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü hüşû,
Havf-u Recâ,
Aşk-ü Cezbe!..
Tavanından ise göklere Üns-ü Heybet... Zevk edebiliriz.

Korku niye?
Çünkü: İlk söz verildi, sözün isbatı; imtihana ve son söze bağlı, sonuç belirsiz...
Kulluk görevi ve ödevleri eksik, sınırsız ni'mete şükür noksan ve âhir vakitte zemin kaygan, yerler yağlı...
Deli de, Velî kayabiliyor...
İşte bunca âhir zaman fitne fırtınaları içinde derunî duamız: ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in rahmetini dilemektir.
Neden rahmeti dileyiş?
Çünkü, bunca Ni'metullah içinde insan nefsi gözünü ve gönlünü geri çekip de doğru dürüst kulluk yapamamaktadır.
Bu mâsivâda mahviyet içinden ise Rahmetullahı dilemek duası çıkış yolu olmaktadır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bile: "Cennete Rahmetullah ile girilir." buyuruğunda;
"Ben isem de!.." buyurarak en dış hattı belirlemiş, tüm insanlar hâliyle Merhametullahı huşû' ve huzû' ile recâ edip dilemek durumunda kalmıştır.
Sünnetullah böyledir.
Kelâmullah'ta böyle buyurur.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de böyle duyurur.
Kul için kemâlâtın mükemmel ve mükerrem muallimi Muhammed (aleyhi's-selâm) ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi bir tekemmülle şerîat, tarikat, mârifet ve hakikat tevhidini;
Kavlen, Fiilen, Ahlâken ve Hâlen tebliğ buyurup bizzât yaşayarak özel örnek olmuştur.

Kemâlât-ı Muhammedî kaynağı Kur'ân-ı Kerîmdir:

Resim--- "Ey İnsanlar! Size RABB'inizden bir mev'izâ (öğüt), sadırlardakine bir şifâ ve mü'minler için bir hidâyet ve rahmet gelmiştir.De ki: ALLAH'ın fazlı ve rahmetiyle işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır." (Yûnus 10/57-58)

1- Kur'ân-ı Kerîm bir mev'izâ olarak: Va'az-ü-nasihat zâhiri temizlik.
Şerîatın bedenen emredildiği gibi yaşanmasını içerir ki dış terbiyesidir.

2- Kur'ân-ı Kerîm sadırlardaki nefslere şifâ: Sadrlar, nefsin yuvası ve asıl vatanıdır.
Tefsirlerimizde sadr, kalb, fuad için hepsine de kalb deniliyorsa da bizim âcizâne anlayışımız her kelime elbette farklı anlam ve mânâ yüklü ki gerektiği yerde Kelâmullahda yer almıştır.
Sadırlardaki nefislere şifâ, bâtınî iç tezkiyesidir.

3- Hakka ve Hayra hidâyet rehberi oluşuyla Kur'ân-ı Kerîm: Niyyet ve imânî merkez olan kalbin tasfiyesi (aratılması) nı temin edici rehberdir.

4- Mü'minler için Rahmet Kur'ân-ı Kerîm:
Diğer mahlûk âlemler ve bizim bu âlemimiz de dahil tümü için rahmet; Rahmetenlilâlemin olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) dir.
Özü, sözü, fiili, ahlâkı ve hâllerinin tümü Kur'ânîdir.

İşte Kur'ân-ı Kerîm'in buyruğu ile mü'minlere rahmet olan Kur'ân'ı bize aktaran, anlatan, inandırıp yaşatan Rahmet Nuru, Nur-u Muhammed'dir.
"Nur-u Mim"de diyoruz, Nur-u Mim'in Hamîdî ve Ahmedî yönü de vardır...

Toparlarsak;
Nurullahın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kalbinde zuhûrü hakikattir.
Bizlere ulaşan ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in nübüvvet hakikatindan aynamızın kabiliyet, istiddad, nâsib ve kısmetince abdiyet hakikatı, rahmeti ve nurudur.
İşte kul, bu Nur-u Muhammed'e kavuştu mu elektrik bağlanmış fabrikaya benzer.
Tüm makinalar çalışmaya başlar.
Göz, kulak, kalb v.s. Tıpkı buzdolabı, fırın, tv, elektrik süpürgesi v.s. gibi...
Çünkü kemâlât kemâl bulmuştur.
İhsân için kemâl; bir bütün parçalarının tam ve yerli yerinde olması, yâni lâzım ve lâyıkıdır.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Pek çok erkek kemâla erdiği hâlde kadınlardan ancak Meryem ile Asiye'nin kemâla erdiğini" buyurmuştur. (Buhârî, Enbiyâ 32; Müslim, Fezailü's Sahabe 79; İbni Mâce, Et-ime 14)

Bu husus, Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulan Salah yurdunda hâin oluş ile çekilmez çile içinde kemâl buluş anlatılmaktadır..

Resim--- “Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.” (Tahrîm 66/10)

Resim--- “Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.” (Tahrîm 66/11)

Resim--- “İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrîm 66/10)

Biz âcizâne; "Kemâl"i kullukla yükümlü insanoğlu için, "kusursuz kul ve noksansızlık."olarak anlamıyoruz.
Kusursuz olan EL SUBHÂN ve noksansız olan EL KUDDÛS ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'dir.
İnsanoğlunun kemâl sahibi olmak arzusu hakkıdır.
Ancak kullukta kemâl: Acziyet, Fakriyet, Zillet ve İllet sıfatları içinde mahviyetle, teslimiyet ve istikametin tahakkuku ve tevhidin tahkikî için ömrü boyunca İlim, İrade, İdrak, İştirak içinde ve sırat-ı müstakîm olan Şerat-ı Muhammedîyye yolunda kemâldir. Muradullah ve Emrullah bu olup, Kelâmullah olan Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Kavli, Ameli, Ahlâkı ve Hâli ile sınırlı ve sorumludur.
İ'tidal üzere kemâl budur.
Bu hâle ulaşımda bilinmesi lâzım ve lâyık olan İlim, Edeb, İrfân ve Erkânın adresi yine Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. İlimsiz irfânın ne olduğunu, irfânsız kemâlin mümkün olmadığını aklı olan bilir zâten...
Herşey'in kemâli vardır.
İlâhî tecellînin kemâli, insan; insanın kemâli, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ki Halifetullahtır.
Biz ise Muhammed (Aleyhi's-Selâm)'ı kulluk konusunda, emredildiği üzere ve ısrarla i'tidal üzere izleriz.
Şahsî ve nefsî kemâli ancak ve ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ulaşım aracı biliriz.
Kanatlanan kuş misâli...
Ancak hedef, Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.

İnandığımız ve yaşamaya canla başla azmettiğimiz kemâlât, İsti'dâd, kabiliyet, akıl, vicdan ve tüm imkanlarımızın elverdiğince kavlen (i'tikad), fiilen, ahlâken ve hâlen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e ümmet olarak teslim ve tâbi' olup onun imâmlığında ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'e istikamet ve tâbi' olmaktır. Kemâlâtın yolları çoktur.
Hele bir seyr-ü-sülûk yolu vardır ki binbir hâle sokulmuştur, başına gelmedik kalmamış ve istismâr edilmiştir.
Seyr-ü-sülûk, sünnet-i seniyye içinde hârikadır.
İnsanların mânevî, (mezhebî, meşrebî) yapısına göre ehlince bilinen;
Seyr-ü-Sülûk,
Zühd-ü-Takvâ,
Sıdk-ü-Huşû',
Havf-ü-Recâ,
Aşk-ü-Cezbe,
Üns-ü-Heybet,
Lûtf-ü-İhsân bu yolun içinde yollar ve hâllerdir.
Kemâlâttan âcizâne anladığımın kısacası budur benim...

Hakkı ve hayrı anlayıp nefsini ve RABB'ini bilen kâmil ârifler, kul iken sultân olan Rabbanî ve Muhammedî âşıklardır.
Onun için Arafat sûresi ârifler sûresi dedik.
Arefe: idrâkle bilmek ve tanımaktır.
Arafat: tanışma mahali.
Âraf: yükünü bilen nefistir.
Ârif ise: yükünü bilen, nefsini ve RABB'ini bilen Azîz kişidir.

Bilirsiniz ki insanlar, sistemin Sahibi Subhan ALLAH Tealâ'ya karşı dört tavır içindedirler:

1- İsyân eden, inkâr eden, bâtılı ve şerri tercih edip sapıkça yaşayanlar.
2- Ne isyânı ne de itâatı olan nötr hâlde ahmak ve gâfil fâsıklar.
3- Kesinlikle itâat eden müslüman ve mü'minler.
4- İbadeti ihlâsla ve itâati ittikâ ile olan, RABB'ısına râm olup boyun eğen ârif, kâmil ve âşıklar.

Gaflet bir perdedir ki gılâf: Emr-i İlâhîde sabit olan şeyi, hâlihazır idrakten kalbi setreden (örten,göstermeyen) perdedir.
Hâlbuki dinimiz Hanîf dinidir.
Kulun kendisini,RABB'isini bilmesi ve kulluk yapmasını engelleyen perdelerin kalkması ve tevhid ehli olması gerekir.

Hanîf: şirkten kendi kasdi ve azmiyle uzaklaşan, şirki basîretle terkeden, bütünüyle HAKK'a yönelen, hiçbir şeyin onu HAKK'tan çevirip engellemeyemediği mutmaîn nefs sahibi ârif, kâmil ve âşık kişidir.
Hanîf dediğimiz zıdları câmi' olan tevhiddir.
Tevhid, şartsız şarttır.
İslâma giriş için tevhid şarttır.
Ancak, tevhid için şart yoktur.
Kâmil mü'min; her yerde, herzaman ve her hâlde tevhid ehlidir.
Müslim, mü'min, ârif, kâmil, âşık v.s. sıralamamız, askerlikte olduğu gibi onbaşı, çavuş, teğmen, yüzbaşı v.s. gibi sıralama olmayıp; insanoğlunun imkanla imtihan olurken ilâhî, fıtrî ve kaderî kulluk tekemülünün emredilen ve murad edilen gelişimleridir.
Bir bebeğin gelişip çok değerli kâmil bir insan olması, bir fidanın gelişip meyve vermesi gibidir.
Aşamalarda insan aynı insandır.
Ancak Söz, Fiil, Ahlâk ve Hâlleri hâliyle geliştikçe Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e daha çok benzeyip muhteşem bir Muhammedî Mü'min olacaktır.

Mutlak Kemâl: Kemâl sıfatlarıyla mevsuf (sıfatlanmış) olan lûtfiyyet (Er Rahmânü-r Rahîm) ve kahhariyet (ALLAHu Rabbü'l-âlemin) sahibi olan EL AHADÛ's- SÂMED (celle celâluhu)'nun dur. Bu yüce sıfatların mahlûkattaki tek mazharı (zuhûr, tecellî yeri) MUHAMMED (aleyhi's-selâm)'dır.
Mutlak Kemâl; kayıdsız, hududsuz, şartsız, şey’sizdir.
Mahlûkata akseden, yansıyan İzâfî Kemâl ise kayıdlı, hududlu, sınırlı, sorumlu, şartlı ve şey’lidir.
Onun için kâmil; emeline ulaşan, Muhammed (aleyhi's-selâm)'a lûtfedilen ikrâm ve ihsândan kevn âleminde nâsibi olan ve nâsibinin kısmeti olması için de;
İlm-ü- Edeble Âlim,
İrfân-ü-Erkânla Ârif,
Îkan-ü-İzânla Kâmil,
İhsân-ü'l-İhsân olan Rıza ile Âşık olan zât-ı şerîftir.

Emrullah açık ve nettir ki: Teslim ol!
Bu bir Muhammedî kul için lâzımdır.



Muradullah da açık ve nettir ki: İstikamet bul!
Bu da bir Muhammedî kul için lâyıktır.
Bu lâzım ve lâyıkın TEVHİDi ise KEMÂLÂTtır.


Azîz kardeşim!
İşlerin şer oluşu ve görünüşü nefsimizden ve İlm-ü-İrâde gafletidir.
İşlerin hayr oluşu ise ALLAH Tealâ'dan olup İdrâk ve İştirâk şerefidir.
Onun için Âşık; şirkten en uzak, şek nedir unutan ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in MUHAMMEDÎ şerefini yaşayan muhteşem şahsiyettir.

İyi de şimdi nefsime soru sormanın yeri ve zamanı geldi:
Peki Kul İhvânî, sen de:
"Âşığım! diyorsun ya... Bu nasıl oluyor?"
Gerçek cevâbımız şu ki:
Muhammedî oluş şuûru;
Alın yazımız,
Parmak izimiz ve
Ezel-ebed özümüz,
İlk ve son sözümüz gibi şeksiz, şüphesiz hakktır Elhamdülillah.
Ne var ki hani bir babanın iki oğlu olur, ikisi de kendi oğulları... Birisi iyice, yarar iken diğeri biraz yaramaz veya hiç yaramaz...
Hâl-i durumları bu iken ikisi de yine oğludur.
Birine sevinirken, diğerinin islâhı ve iflâhı için gece gündüz dua eder.
Âcizâne bendeniz gerçekten ikinci kümedeyim...
İnşâallah azmim var, yüzümü ve özümü yıkamaya ve arzum var sizlerin gıyâbî dualarınıza...
Hele hele sahibimiz, Efendimiz ve herşeyimiz olan Azîz Ahmedullah (aleyhi's-selâm)'ın duasına, şefâatına ve şifâsına:
Buyurduğu ve istediği gibi:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Allahümme islâh ümmet-i Muhammedîn, Allahümme an ferece ümmet-i Muhammedîn, Allahümmeirham ümmet-i Muhammedîn ammeten...: ALLAHIM! Ümmet-i MUHAMMED'i islâh et, ferec (çıkış yolu) ver ve umûmen (hepsine) rahmet et!"

Hadis-i şerîfi içimize sürûr ve nur veriyor Elhamdülillahi Rabbü'l-âlemin.

Bize düşen kulluk görevi imtihanında Muhammedî şuûra ulaşıp gayretini göstermektir .
Akıl, zaman, sıhhat vs. gibi kudsî nimetleri çarçur etmeden bocalayıp paniklemeden yolu yolunca ve yoldaşlarıyla yürümeliyiz.
Unutmamalıyız ki;
Ahmak, aradığına "acaba?" ile;
Âlim, ilme çaba ile;
Ârif, irfâna çile ile ulaşırken;
Kâmil Âşık, HAKK'a "bile" ile nâil olur..

Muhammedi muhabbetle…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


http://www.muhammedinur.com/modules.php ... e&pid=1068

7.3. HİKMET


Tasavvuf, keşif ve ilhâm ilmi olup mâiyyet-i ilâhî sayesinde (ilâhî bilelik gölgesi altında) sürekli yaşamaktır. İftikâr (hâcetini HAKK (celle celâluhu)'ya arz) ıyla, iftihar eden Muhammedî; iki elini bomboş semâya açarken, kalbini de bomboş Mevlâ (celle celâluhu)'ya açar ki bu hikmettir.
Hikmet zâten irade bilgisidir.
İlim bilgisi, âyet; irade bilgisi, hikmet; idrak bilgisi, kudret; iştirak bilgisi, vahdettir...

Bu samimî ve derunî duygularla ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL-ü-Tebarekte ve Tealâ'ya dua elini açan dünya ve âhiret dizini çöken çilekeş derviş, her muradına ermiş olarak kalkar iki âleme de...
Fakr kulluğun dört temelinden birisidir:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ
''Ya eyyuhen nasu entumul fukarau ilellah, vallahu huvel ğaniyyul hamîd.''
"Ey insanlar, sizsiniz hep ALLAH'a muhtaç fakîrler. ALLAH ise, zengin ve hamd ile övülecek O'dur ancak." (Fâtır 35/15)


Tebâreke: bereketi, ezelî-ebedî hayrı ve birr-ü-ihsânı bol ve sonsuz ve bu şanı yüce olandır.
Tasavvuf; sıfır ve sonsuzun, duadakı Tevhidî ilmidir. Büyük Ârif ve Âşık Semnûn (kaddasallahu sırrıhu): "Tasavvuf; senin, mâsivâ (ALLAH (celle celâluhu)'dan gayrisi)'ya, mâsivânın da sana mâlik (sahib) olmamasıdır." sözü gerçek, saf ve samimî Sûfîyi ne de güzel târif etmektedir.

Sûfîler: HAKK (celle celâluhu)'yu tercih edenler ve de HAKK (celle celâluhu)'nun tercih ettikleridir. Uydur-kaydır konuşmamalıyız ve mutlaka sağlam bir mesnedi olmalıdır.



لِلْفُقَرَاءِ الَّذٖينَ اُحْصِرُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَطٖيعُونَ ضَرْبًا فِى الْاَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَاءَ مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُمْ بِسٖيمٰیهُمْ لَا يَسْپَلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلٖيمٌ

"Li'l-fukarai'llezine uhsiru fî sebilillah....:Kendilerini ALLAH yoluna hasr eden fakîrler (hasredenler, vakfedenler, tahsis edenler, zamanlarını o yola harcayanlar) için...." (Bakara 2/273)



Ve onlar ömürlerini acz, fakr, zillet ve illet ile ALLAH (celle celâluhu) ve Resûlune adamış, cehâletten kemâlâta, bâtıldan hakka, şerden hayra hicret eden ahyâr ve ahrâr muhacir Sûfîlerdir.

لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرٖينَ الَّذٖينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ اُولٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
''Lilfukarailmuhacirîn ellezîne uhricu min diyarihim ve emvalihim yebteğune fadlem minallahi ve ridvanev ve yensurunallahe ve resuleh, ulaike humussadikûn.''
"Bir de (o gelirler) yoksul muhacirler içindir ki yurtlarından ve mallarından (uzaklaştırıp) çıkarıldılar. ALLAH'tan bir lütuf ve hoşnutluk (Fazl-ü-rıza) ararlar, ALLAH'a ve Peygamberine hizmet ederler. İşte onlardır doğru olanlar!" (Haşr 59/8)



Tasavvuf: gözbebekleriyin sahibi'nin gözdesi (sevgilisi) olma mesleğidir.

Tasavvuf: Mârifet-i Muhammedîyye'ye ilim, irade ve idrakle iştiraktir.
Gerçek Mârifetullah'a ise asla yol yoktur. Mutlak mârifet ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in ve gerçek kemâlâtta, mutlak kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan RABB'ımızın Zâtına aittir.



مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْرًا
''Men a'rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kiyameti vizra.''
"O, onların geleceklerini de bilir geçmişlerini de. Fakat onların bilgisi O'nu kapsayamaz!" (Tâ Hâ 20/100)



اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَیُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذٖى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِهٖ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحٖيطُونَ بِشَیْءٍ مِنْ عِلْمِهٖ اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظٖيمُ
''Allahu la ilahe illa huvel hayyul kayyum, la te'huzuhu sinetuv vela nevm, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih, ya'lemu ma beyne eydihim ve ma halfehum, ve la yuhitune bi şey'im min ilmihi illa bi ma şa', vesia kursiyyuhus semavati vel ard, ve la yeuduhu hifzuhuma, ve huvel aliyyul azîm. ''
"ALLAH'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, dâima yaşayan, dâima duran bütün varlıkları ayakta tutandır. O'nu ne gaflet basar ne de uyur. Göklerdeki ve yerdeki herşey O'nundur. O'nun izni olmadan huzurundan şefâat etmek kimin haddine! Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilimden hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun hükümdarlığı, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini gözetmek, O'na bir ağırlık da vermez. O, çok ulu ve çok büyüktür." (Bakara 2/255)



Âyetü'l-Kursî ilmi alan, Muhammedî edebi huyu kılan âlim, ârif, kâmil ve âşık SÛFÎ... Sûfî; ilimle teslimiyet, edeble istikamet, irfânla mârifet ve îkanla rızaya sürekli koşan maraton koşucusudur.


Mârifetten anladığımız: Hilkat (yaratılmışlık) vâsıflarından beri' olan EL HALİK (celle celâluhu)'yu tanımaktır. HAKK (celle celâluhu)'nun rızasına ulaşım yollarını bilebilmek sanatıdır.


Ârif ise; Muhammedî mârifet edebini koruyabilen mü'mindir.

Mâ'rifet: EL HAK (celle celâluhu)'nun Esmâ-i Hüsnâsının ve sıfatlarının kemâliyeti ile Zât'ının Vahdaniyetinin kalbî isbatıdır.

Fark şu ki: mü'min; Hakk-ı Zât (ZÂT'ın Hakkı) ile meşgul iken, ârif; Zât-ı HAKK (celle celâluhu) ile (HAKK (celle celâluhu)'nun Zâtı) ile meşguldur. "Bile"dir, Hazır-Nazır ve Murakıb bilip heran huzurda olduğunu asla unutmamaya azmeden muhteşem ve mübârek bir Muhammedî mü'mindir. Dolayısıyla mârifet; ârifin Zât-ı HAKK (celle celâluhu)'ya tâ'zim (ululama, yüceltme, saygı) duygusudur.

Âşık ise; dinmeyen ve her yönden yağan bir çile yağmuru altında; içi, dışı ve ıslanmadık hiçbir yeri ve şeyi (zerresi ve hücresi) kalmayan kâmil ârifin şeksiz şüphesiz hâli ve adıdır. Çünkü; muhabbet muhatabını tâbi' kılar... Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın merhamet ve muhabbetinden habersiz bir müslümanın Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e tâbi' oluşta gevşek kalışı bundandır...

İnsan yapısında gizli olan ve mânevîyatını çökerten:
1- Cismanî lezzetler
2- Hayvanî fiiller
3- Cânî sıfatlar
4- Ahlâkî rezaletlerdir.


Bunun için ayık ve uyanık olan Muhammedî, dâima teyakkuz (gözü açık, tetikte) halindedir. Rahat aramadığı için rahattır ve inandığı için emindir... Dünya derdini, tekemmülü için çile bilen Sûfî; SEYRÂN'da DEVRÂN'ı seyreder.

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "Lâ rahate fi'd- dünya!: dünyada rahat yoktur!" kuralını hiç unutmaz.


Eşsiz âşık, azîz ârif, kullî kâmil ve İmâmü'l-Mü'minin Alî (keremullahi veche): "Dünyası kendisine geniş ve müsaîd gösterilip de onunla mekr (hile, düzen, tuzak) ve imhâl (muhlet verme) edildiğini bilmeyen kimse aklından aldanmıştır." (Müfredât-ı Râgıb'dan).

Ne dersin kardeşim, bu buyruğa?
Özümüzdeki Muhammedî merkezde merhamet, muhabbet, hürmet ve hasbî hizmet vardır. Onun için Muhammedî oluş şuûruna senin de ulaşman için hepimiz hasbî hizmetindeyiz ki hasbî hizmet servisinin kaynağı, herşeyin de kaynağı olan EL HAKKU'l-Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu) dur. Sonra en üstün hasbî hizmetini esirgemeyen Zât-ı Şerîf; ömrü boyunca: "Ümmeti! Ümmeti!: Ümmetim! Ümmetim!" diye inleyen Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir. Sonra ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in dosdları seferberdirler.
Tüm kâinâtın var oluş sebebi de senin bu şuûra ulaşman içindir.
Kısacası hepimiz hasbî hizmetindeyiz...
Karınca Kaderince...
Herkes hünerini gösterecek...
Senden gayret!
Erenlerden himmet...
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şefâat,
RABB'ımız (celle celâluhu)'dan hidâyet...


Hizmet: HAKK (celle celâluhu)'nun halkına hizmet Hakk'a hizmettir.




Hikmet: Aklın İlmullah ve Edeb-i Resûlullah ile gerçeği (hakk, soyut, öz söz) bilmesi bulması ve hayrı (somut fiil) yaşamasıdır. Edebsiz ilm ise İblisi hidâyetten çıkarıp lânete ve cehenneme çekmiştir. Hakkın anlaşılıp inanılması ile hayrın bilinip işlenmesi ise ilim, irade, idrak ve iştirak bütünlüğü ve kemâlât ile mümkündür ve hikmettir.

Hikmet: Fıtrî verilen ni'metlerin, fâzilette ve hidâyette kullanıp emânet olan Ahdullah'a sadakat anlayışıdır.

Hikmet: İlmullahla ilgili ilâhî ilhâm ve ledûnnî bir lûtfü-ü-ikrâm ve ihsândır.

Hikmet: Tevhidî teslimiyetle Muhammedî oluş şuûrunun nur ışığı olup ilâhî istikâmette sırât-ı müstakîmi aydınlatır, canlara can katar.

Hikmet: İnsanın ilâhî iletişim (rücû-ürûc, geliş-gidiş) hattı ve nakle teslim olan aklın ilâhî istikamet yürüyüşündeki Kur'ânî ışıktır...

Hikmet: Geçene tevbe fikrinin, gelene dua zikrinin ve şu anda olan (hükm-ü hakk) a rıza şükür ya da sabrının sentezinde Kudretullah katalizörü olan ilâhî bir naz-niyâz nurudur.

Hikmet: Eşyâ aynasının ardındaki sırrın sebebini, Sahibini ve sistemini seziş, biliş,buluş ve oluştur...

Hikmet: İnsanın kabiliyet ve kisbince (çalışma) ilmin (asl) hakikatini ilim, irade, idrak ve iştiraktir.

Hikmet: Merkezdeki vücûdun ve muhitteki mevcûdun i'tidal üzere Muhammedî görüşle izlenmesidir...

Hikmet: Aklı kemâlât bulup ilâhî aşka dönüşen âlim, ârif, âşık ve kâmil olan insanın kendi özündeki., merkezindeki sabit (devrânsız) Muhammedî mesned ve kudsî nur prizi olan Akdes Noktasından Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e teslimiyet edebi ile İlmullah'dan kabiliyet ve isti'dâdınca alması ve özündeki (a'yân-ı sabitesindeki) Muhammedî hakikatı hayata geçirip hakkı, hayr kılma içgüdüsüdür.

Hikmet: Hakkı ve hayrı derunî dileyiş duası ve devâsıdır...

Hikmet: Subhanî seyr-ü-sülûk olan insanın imkanla imtihanında; bedenin terbiyesi, nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi ve ruhun tecliyesi hünerinde gerekli ilm-ü-edeb ve irfân-ü-erkânın sağlandığı Habibî hattır...

Hikmet: Soyut ve mânevî hakk i'tikadının, somut ve maddî hayra ve ameli sâlihe dönüşümünü sağlayan ilim, irade, idrak ve iştirakin bilişim ve bileliğinin birlik bütünüdür.

Hikmet: Nakldeki vahyî İlmullahın, Muhammedî Edebî meleke ile aklın anlayabileceği, Vuslât Vâdisindeki tenezzül ve tevâzu' udur.

Hikmet: Ahmedî Ahyârların yaşanınca anlaşılan ilâhî aşklarının adıdır. Ahyârlar en hayırlılardır.


Resim "ALLAH hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse ona pek çok hayr verilmiş demektir. Ancak Ülü'l-Elbâb (temiz ve ince akıl sahibleri) ibret alırlar (anlarlar)." (Bakara 2/269)
"Ahmedî Ahyârlar"sözümüz ise haktır:

Resim "Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten ve size bilmediğiniz şeyleri öğreten bir Resûl gönderdik." (Bakara 2/151; Âl-i İmrân 3/164)

Hikmet:Hâl-i Hazır Şe'enullah'da: Habibullah Havuzundan akmakta ve şifâ ışığı olan Nur-u Nebîyullah'dan insanların fıtrî isti'dâd ve kabiliyet kabı kadarınca ve kaderince alabildiği hikmet bâliga nâsibi ve kısmetidir.

Resim "Bir hikmet-i bâliga (hedefe ulaşmanın en yüksek derecesine ermiş bir hikmet), fakat uyarılar fayda vermiyor." (Kamer 54/5)

Hikmet: Kapağı şifreyle kilitli şehâdet şişesini açma usûlü ve balını yeme sanatıdır. Şişeyi dıştan dişleme değil!..

Hikmet: Âyetlerin içeriğinin (İlmullah) Muhammedî Edeble (metod) ve lisan ile insanın anlayış seviyesine indirgenmesi neş'esidir.

Hikmet: Kulun ilâhî, Kur'ânî ve Muhammedî Nur nâsibini bilebilme, bulabilme, alabilme ve kullanabilmesi için basarı ile basîretini birleştiren (isale eden) iletken izâh zevkidir...


Hikmet: İhkam kökünden olup hüküm, hükümet,sağlamlaştırma anlamında olup masdarının içeriği kötülüklerin terki, iyiliklerin teminidir.

Hikmet: İlim (bilgi), fıkıh (bilgiyi anlama) ve fiilde doğruyu bilmek, anlamak ve yaşamaktır.

Hikmet:
Eşyânın hakikatına erip öz varlık mânâlarını anlayış neş'esidir.

Hikmet: Herşeyi bilen ve hâkimiyet tek zâtına ait olan ALLAH Tealâ'nın sistemin sahibi ve ustası olduğunu ve ilk sebep ve son sonucu icâd edişinde Sünnetullahın denge ve düzenini düşünüştür.

Hikmet: Abdullah'ın, Ahdullah ve Sünnetullahı, Muhammedî anlayışı ve yaşayışıdır.

Hikmet: ALLAH Tealâ'nın kulları yararına olan ikrâmlarını, Habibî Hasbî Hizmet elleriyle HAKK'ın kullarına infâk etmek inceliğidir.

Hikmet: Herşey,herzaman,her yer ve her hâlde, lâzım ve lâyık olduğu şekilde, kul oluş şuûrunu İlâhî sıfat ve esmâ sistemi içinde anlayış zevki ve Şe'enullahta yaşayış hazzıdır.

Hikmet: HAKK'a inanış, doğruya-güzele-iyiye yönelişve hayrı işleyiş tercih ve iradesidir.

Hikmet: Çile çobanlığı emânetine, İlâhî ilim ve Resûlî edeble sadakat, kâinât nimetine muamelede adâlet üzere olmayı anlayış ve yaşayış gücüdür.



Resim Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Küllukûm raîn, küllukûm mes'ulün an raîyetihi: hepiniz çobansınız ve her çoban sürüsünden sorumludur." buyurmuştur. (Buhârî, Cuma 11; Müslim, İmaret 20; Ebu Dâvud,İmaret 1,13; Tirmizî, Cihâd 27)

Hikmet: Muhammedî oluş şuûruna ulaşan kulun Rabbanî ve Kur'ânî yaşayış ve sılasına vuslat çilesi ve çabasıdır.

Hikmet: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "ALLAH'ın ahlâkı ile ahlâklanınız!" emrini duyuş ve: "Sıbgatullah (ALLAH boyası) ile boyanınız" hükmüne uyuş inceliğinin bu hayatta birebir tevhidi ve tatbikatıdır.

Hikmet: Rabbü'l-âlemin'in Resûlünün "Rahmetenlilâlemin" oluşu sırrı sıfır lûtfundan, EL LÂTÎFÜ'l-HABÎR (cc) nun hidâyeti ve EL MUHAMMEDÜ'l-EMİN (sav) şefâatıyla haberdâr olan lübbü'l-lüb (özün özü) ehli erdemine erme evrenselliğidir.

Hikmet: Kulun imân ve sözünde sağlamlık, amel ve fiilinde isabet için şart olan şefâat şerefidir.

Hikmet: Kulu, sonucunda hakka ve hayra kavuşturan ilim, edeb, imân ve amel anlayışını anlatış keremidir.

Hikmet: Naklî ve ilmî anlayışla kulluk kişilik kimliğinin Rabbü'l-âlemin'e bağlı ve ait oluşuyla parmak izi gibi tek kulu olduğu şuûrunu duyuşun (Muradullah) imân onuru...

Hikmet: Aklî ve edebî görüşle, ezel-ebed arasında şu andaki eşyâ zincirinin iki ucunda sahibi ve ustasını bulup emredilen sâlih ameli işleyiş ve Emrullah'a uyuş şerefidir. Ve bu iki insanî anlayış hikmeti; salâvat ve salât sılasına vuslat sağlayınca, kul kâmil olur ve hâkimdir. Bu hâkimliğini ise, EL HAKÎMÜ'l-HAKÎM (cc) hâkimler hakîminin hükmü altında ve Muhammedî mezheb ve meşreb üzere HAKK'ın kullarına hasbî hizmette İlâhî aşkın ve hikmetin fışkırdığı pınar bilir... Kurda da koyuna da Sebilillahtır... Can suyudur damlaları, özü HAKK'ta gözü halkta, ALLAH aşkına akar da akar...



İbrâhim (as) diliyle:

".... Rabbiyellezî yuhyî ve yumuîtû....: RABBim dirilten ve öldürendir...." (Bakara 2/258)

Nemrud diliyle:

"..... En Ûhyî ve ûmîtû....: ben diriltir ve ben öldürürüm......" (Bakara 2/258)

İbrahimîler ise:
tüm nemrudların da islâh ve iflâhı için durmadan dua ederler...

Hikmet: Kulun, naklin kaynağı kalb kazanı (vehbî,imânî,tercih) ile aklın kaynağı kafatasının (kesbî, amelî, irade) RABB'ısının ihsânı olduğu Muhammedî şuûruna ulaşım aşkıdır.


Hikmet: Hakkı ve hayrı biliş, buluş ve oluşta Hâkimiyet-i İlâhî hibesidir.

Hikmet: Hidâyetullaha, Şefâat-i Resûlullaha ve Himmet-i Ehlullaha ulaşımda (sıla) kulun, sınırlı sorumlu akıl, tercih ve iradesinin gönüllü gayretidir.

Hikmet: Kulun, Rahmânî ve şeytânî telkin (çağrı) tarlasından geçerken teyakkuz (dâima uyanıklık, hazırlıklı olma) melekesi ve huyudur.

Hikmet: Hikmetin hatîbi (hitab eden), hitabı ve kitabı olan Kelâmullahı duyuş, anlayış ve uyuş uyanıklığıdır.

Hikmet: İlim-edeb-irfân-erkân-din-ibâdet-şehâdet-âhiret-cennet zincirini zevk edebilme hazzıdır.

Hikmet: Her kulun Nur-u Muhammed'den parmak izi gibi şahsî, ferdî, fıtrî, veysî, vehbî nâsibinin, kısmeti olabilmesi için lâzım ve lâyık olan imân ve ameli anlayış nuru ve yaşayış onurudur...

Hikmet: EL LÂTIFÜ'l-KERÎMÜ'l-RAHÎMÜ'l-VEDÛD (cc) nun sebebsiz ve şartsız olan İzzet-i İlâhî işaretidir.

Hikmet: Kulun; dininde, dünyasında ve âhiretinde Muhammedî denge ve düzeni kurabilme keyfiyeti ve kemâlâtıdır.

Hikmet: EL GAFFÂRÜ'l-KAHHAR (cc) yu heran, her yer ve her hâlde hazır-nazır ve murakıb (gözetici) bilme, bulma ve yaşama şuûrudur.

Hikmet: Âşıkların gönüllerinden kaynayıp çile çeşmelerinden fışkıran İlâhî İlhâm Lûtfudur...

Hikmet: Ravza rızasına sıla edenlere ikrâm edilen Resûlullah Rahmeti ve feyz fazîletidir...

Hikmet: Kulluk Kâbesi olan kalbin dört yüzüne: "Aşk-ü-cezbe, zühd-ü-takvâ, sıdk-u-huşû', havf-ü-recâ" yazısını yazmak yaşamının sırrıdır.

Hikmet: Aklın; nakli anlayışının adı ve nakli yaşayışının tadıdır...

Hikmet: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şu uyarılarını duyuş, uyanış ve gereğine uyuş anlayışının adıdır




Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "En nâsü niyamün fizâ mâtû intebahu: insanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar" buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ II/414 (2795)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Lezzetlerin yıkıcısı ölümü çokça anın!" buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet 26;İbn Mâce Zühd 31; Nesâî, Cenâiz)


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Men istevâ yevmehu fehüve magbunun: iki günü eşit olan ziyandadır." buyurmuştur. (Deylemî, FirdevsIII-611 (5910)


Azîz kardeşim,
İslâmın ruhuna, Muhammedî oluş şuûruyla ulaşılır, ilmi ve hikmeti anlaşılır ve fikrî, ahlâkî, hukukî ve medenî metodları yaşanır. İslâm sistemi budur. İslâm Dinin gözettiği gaye hikmet-i teşrîdir: Şer'î hüküm ve amellerin hikmeti, içeriği, gayesi ve sırları... Şerîat-ı Garra'nın ruhu, hikmet sırları ve Muhammedî şuûr nurudur...

İlmi zâhiren gören birisi, içeriği olan hikmeti göremeyebilir:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sizden birinizin cinsî ihtiyacını tatmîn etmesinde de bir sadaka vardır." buyurunca dediler ki: "Yâ Resûlullah! Birimiz cinsî ihtiyacını gideriyor ve bu ona sevâb oluyor öyle mi?" Resûlullah (sav): "Ne dersiniz? Olmuyor muydu? İşte böyle, helâl yoldan gidermesinde de onun için bir sevâb vardır!" buyurmuştur. (Muslim, Zekât 52; Ebu Dâvud, Tatavvu' 12; İmâm Ahmed, Müsned V-167)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de öldürülen de ateştedir!" buyurunca ashab: "Bu öldürenin durumu açık, öldürülenin durumu niye öyle?" diye sordular. Resûlullah (sav): "O da adamını öldürmeye karşı son derece hırslıydı!" buyurmuştur. (Nesâî, Tahrîm 29; İbni Mâce, Fitem 11)


Hikmet: Bâtınî bir güneştir ki diri kalbleri aydınlatır, ölü kalbleri karartır. Zâhirî güneş ise tersine çamaşırcıyı karartır da çamaşırı ağartır...


Son iki hadisin bildirdiği zâhirî ilim içindeki hikmeti anlamamız gerekir...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kırk gün süreyle ALLAH'a ihlâs ile amel edenin hikmet pınarları kalbinden lisânına akar" buyurmuştur. (Abdullah İbn Abbas (ra) dan; Ebu Nuaym, Hilye V-189; Deylemi, Firdevs IV-213/6179; İbnu'l-Esir Câmi'ul Usûl XI-557/9166)

İslâm dininde hikmeti gizlemek büyük suçtur:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kime bir ilim sorulur da onu gizlerse kıyâmet gününde ALLAH ona ateşten bir gem vurur" buyurmuştur. (Ebu Dâvud, İlim 9; Tirmizî, İlim 3)


Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »



7.4. TASAVVUF VE SÛFÎ

Ebu Alî Rüzbârı (kaddasallahu sırrıhu): "Tasavvuf ibâre (cümle, parağraf) ilmi değil, işaret ilmidir" derken tasavvufî kitab okumak v.s. mesele değildir.
İşaret ibârenin içindeki sözün özündekidir...
Tasavvuf: mâsivâ mes'uliyetine düşmemek için insaf ve edeb ilmidir.

Cüneyd (kaddasallahu sırrıhu): "Dildeki sözün, kalbdeki özünü aşmasın!.. Kâal (söz) hâli geçmesin!" dediğinde "Hâl nedir?" diye sorana ise Cüneyd (kaddasallahu sırrıhu): "Lâ havle vela kuvvete illâ billahi'l-aliyyü'l-âzim. Hasbunallah ve ni'mel vekil" buyuruyor. Çünkü, hâli; HAKK (celle celâluhu)'nun Hazır ve Nazır olması, güç ve kuvvetin O'nda olduğu ve vekil edinilmesinin şart olduğu şeklinde idrak edip anlıyor ve yaşıyor.
Kur'ân harfleriyle ALLAHÛEKBER yazıyorsun, bu ibâredir.
İşaret ise Elif, Azametullah; Lâm, Heybetullah; He, Kurbullah ve özümde de sözümde de ekber olan ALLAH (celle celâluhu)... görüşüdür.

Onun için:

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İftitah tekbirinde: "ALLAHÛEKBER Zü'l-Melekûti ve'l-Ceberûti ve'l-Kibriyâyi ve'l-Azamet!" buyuruyordu.

ALLAHÛEKBER! ibâresinin işaret ettiği ise: Zâhirî sanatın ve saltanatın, bâtınî İlâhî kuvvet ve kudretin, ezelî kibriyânın ve ebedî azametin Mutlak Sahibi ALLAH(c.c) en büyüktür.
Çünkü Azemetullah irfânından huşû', Kudretullah irfânından huzû' doğar...
İRFAN'ın hakikatı ise; Hakk-ı ZÂT'ı ve ZÂT-İ HAKK (celle celâluhu)'yu bilmektir.
HAKK (celle celâluhu)'nun Zâtını ve Zâtının kulu üzerindeki haklarını bilmektir.

Harisi Muhasibî (kaddasallahu sırrıhu): İlmiyle âmil olanı âlim, hakikatle hâmil (yüklü) olanı ârif diye nitelemiştir.

Onun için tasavvuf, tahalluk (öğretim, eğitim, terbiye, ahlâklanma) ilmi ve tahakkuk (ilmin, bilgi irfânına dönüşü olan mârifet) irfânıdır.

Ârif: İlâhî aşkın ulvî gerçeğini bilen ve bilgisi hakikî zevk olan kâmildir.
İnsan-ı Kâmil ise, sürekli ve sonsuz olan ilâhî varlık akımını; yâni şimdi-şu anda; Şe'enullahtaki "kün-fe yekûn!.." akışını seyreden, tecellî tezgâhının şıkırtısını duyabilen ve Muhammedî muhabbet, merhamet, hasbî hizmet ve hakikate mazhar olandır.
Ârif isen sen de HAKK (celle celâluhu)'ya dön, halkı ölü gör ve dört tekbir getir...
Ârif o kimsedir ki nefsi üzerindeki hâkimiyet ve himmeti ALLAHÜZÜ'l-CELÂL'in rızasıdır...
Ârif için nefs, HAKK Tealâ yolunun bineğidir.
Nefsi bezdirmeden ve azdırmadan kullanabilmek mârifet hüneri ister...
Elbette selin taşkınlığı hasretten, deryanın durgunluğu DOST'dandır.
Çile rüzgarlarının dalgalandırması ise ayrıca bir zevktir.
Aslında âşıklar için çoşmalar, taşmalar, hayrette kalıp şaşmalar hepsi "Ayna"nın önündedir ve aynanın ardında (sırr'ın arkasındaki a'mâ'da) sükûn, sükût, huzûr ve heybet vardır...
Tıpkı yüzü dalgalarla coşan denizin özünün (içinin) dinginliği gibi... Onun için bu yolda iki ata binilemez ve emel eli (mâsivâ) olana eren eli (Mevlâ) olamaz (uzatılamaz)...

İyi dinle ve iyi anla ki ârif olan âşık; altı yüzü (dört duvar, tavan,taban) ayna olan bir oda (İNSAN) içinde iken; öz ve göz yaşıyla can camını delip arkasındaki sırrı silen ve sonsuzu seyredendir...
Şeffaf vücûdunun içi dışında, dışı içinde ve çırılçıplaktır...
Bu letâif lâtifesinin lâtifliğini anlamak da hikmettir...
Ahmak olan âlim ise altı yüzlü bu dünyanın esiridir...
Sağı-solu-önü-arkası- altı-üstü vardır; ancak özü (içi) donmuştur ve kördür... Yedinci yönden yoksundur...

Muhammedî merhameti, muhabbeti, hasbî hizmeti ve hakikati binbir yönden işlemeye azm ediyoruz.
Çünkü İrfana, âriflerin izindeki işâretleri takip ederek ulaşabiliriz. Dosta giden yol, DOST'un Dostlarının dilleridir.
ALLAH (celle celâluhu)'ya giden yol ALLAH(c.c) Dostlarının kalbinden geçer. Onun için biz; HAKK'a giden yolda; halkı, ma'zûr (özürlü, uyandırılmaya muhtaç) görür ve dikkat ederiz.
HAKK (celle celâluhu)'nun halkına, halk gözüyle bakıp nefret etmeyiz de HAKK özüyle bakıp merhamet ederiz.
İnsanın bâtını tekemmül kaynağı Kur'ân-ı Kerîm ile zâhiri tekemmül meydanı olan bu âlem arasında;
Makam-ı Mahmud'da oturan Muhammed (aleyhi's-selâm), yüzdeki kesretle özdeki vahdeti, tevhid terazisinde tahkik tekemmüle dönüştürüp ümmetine ikrâm etmektedir.
İlim vasıtalı iken, irfân vasıtasız, ilhâmî ve vehbî dir.
RABB (celle celâluhu) ile kulu arasındaki tek engel davadır. dava etmekten RABB'imiz (celle celâluhu)'ya sığınırız.

Mânâyı zevk ediyoruz.

Biz âcizâne arz ettiklerimizi; Muhammedî Nesl-i cedidi, bâtıl ve şerrin uşaklarından korumak ve uyarı hasbî hizmeti için yapmaktayız...
Onun içindir ki ikide bir ya Kur'ân-ı Kerîm ya da Hadis-i Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e başvuruyoruz.
Sırât-ı müstakîm (istikamet üzere olan sırat: yol) gerçekten kıldan ince, kılıçtan keskin ve gerili bir tel gibidir.
Solunda tefrit uçurumu ve sağında ifrat uçurumu vardır.
Ayağını bastığın kopmaz ve tek ip (Hable'l-Verid) ise Şerîatı Garra olup i'tidal üzeredir.
Böylesine iki cehennem (dondurucu zemherira tefrit cehennemi ile yandırıcı cahîm ifrat cehennemi) üzerine gerilmiş bir telin (imkanla imtihan olan SIRAT KÖPRÜSÜ) üzerinde yürüyecek nefs canbazının uyur, uyurgezer, sarhoş, kaypak, kalleş, dönek v.s. olmasını nasıl düşünebiliriz ALLAH(c.c) aşkına...
Nefsimize; Hakkı-bâtılı, hayrı-şerri ilimle iyice öğretip, edeble eğitip, terbiye edip ve irfânla antrenman yaptırıp, îkan (kani, tatmîn olmuş, emin, kendine ve RABB'ine güvenen bir nefs olarak) ve besmele ile yola çıkarıp dua etmeliyiz!..
İşin başı bu ve sonra seyr-ü-sülûk...

Tasavvuf"Tek gerçek"i bilme, anlama ve yaşama hazzıdır.
Tek gerçekse; bu âlemde, TEVHİDULLAH'a şehâdettir.
İnsan nefsi öyle muhteşem ve mükerrem dekâik (incelikler) ve hakaik (hakikatler) ile mücehhezdir ki formüle edilip, işleme geçirildiğinde; can bazarındaki tevhid telini (sırat köprüsü) Biiznillahi Tealâ geçer ve"son uç"ta ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL'in:

"Ey Mutmaîn (kesin inanmış, kani'olmuş, tatmîn olmuş) nefs! RABB'ine dön! Razıyeten (O'ndan razı olmuş bir kul olarak) ve Merzîyyeten (kendisinden razı olunmuş bir kul olarak) ! Kullarımın (Muhammedî oluş şuûruna nâil olan) içine gir (katıl) ! Ve cennetime (Darü's-Selâm'a, selâmet yurduna, Cemâl âlemine) gir (buyur) !" (Fecr 89/27-30)

İlâhî hitabı ile karşılanır...
Bu âlemde insanın (nefsin) ömür boyunca süren bu sırât-ı müstakîm yolculuğunun başlangıcı Emrullah'a seyr-ü-sülûk (imkanla imtihan), sonucu ise nefse va'dedilen Muradullah'tır. ALLAHÜ ZÜ'l-CELÂL ise va'dinde sadıktır:

Resim--- "RABB'ımız! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan Sensin. ALLAH asla va'dinden (sözünden) hulfetmez (caymaz)." (Âl-i İmrân 3/9)

Sıddık Sûfî, kâmil ârif, ilâhî aşık olan Muhammedî mü'min; hayal ile değil hakikatle, tasavvur ile değil; Muhammedî Tasavvuf vuslatı ile muradı olan Muradullah'a nâil olur.
Murad, Muradullah olur.
Onun için Ebu Bekir Sıddık (radiyallahu anhu): "Benim imânım Cebrail (aleyhi's-selâm)'ın imânı gibidir."
İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Görmediğime ibâdet etmem." ve
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "RABB'imi RABB'imle buldum." buyuruyorlar...

Unutma ve aklından hiç çıkarma...
Seni dünya hayatı aldatmasın: (Casiye 45/35 bkz.),
İçinde iki kalb yok (Ahzâb 33/4 bkz.), ALLAHU Tealâ'nın ni'metlerini hatırla: (Ahzâb 33/8 bkz.),
Ahde sadık ol: (Ahzâb 33/23 bkz.),
RABB'ımız (celle celâluhu) bizimledir: (Muhammed 47/35; Sebe' 34/50; Tâ Hâ 20/46; Tevbe 9/40 bkz.)
Ve Muhammed (aleyhi's-selâm) bizim tek özel ve güzel örneğimizdir: (Ahzâb 33/21).
Ancak, yan gelip yatmayız ve tevhidimizi riske atamayız!..
İlâhî kuralları kesindir.
Biliyorsun, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sabah namazına kalkamadılar sanıpta Alî (keremullahi veche) ile Fatımatü'z-Zehra validemiz'in başucuna oturup ve iki parmağı ile işaret ederek: "Ey Fatıma! İki rekat sabah namazını kılmadın ise vallahi baban Muhammed (sav)'e güvenme.!" buyuruyor...

Ve yine:

Resim--- Ebu Hureyre (radiyallahu anhu): "(Önce) en yakın akrabanı uyar!"(Şuarâ 26/214) âyeti celilesi inince Resûlullah (sav) Kureyş'i dâvet etti ve (konuşmasının bir yerinde): "Yâ Fatmâ! Nefsini ateşten kurtar! Ben sizin için ALLAH yanında hiçbir şeye sahib değilim!" buyurmuştur. (Müslim, Îmân 348)

Elbette uçalım, kaçalım demiyoruz!.
Ancak düşmeden ve sapmadan Muhammedî iz üzere yürüyelim, yapmamız şart olanı yapalım...
Ki Berru'r Rahîm olan RABB'ımız lûtfü ikrâm ve ihsân eylesin...

Resim--- "Evet Biz bundan önce O'na dua ediyor, korumasını istiyorduk. Gerçekten O, EL BERRÜ'R-RAHÎM (iyiliği bol, merhameti çok) olandır." (Tûr 52/28)

Ne varki hiçbir zaman unutmamamız gereken şey; nefsi, bâtıl ve şerre çeken dünya sevgisi olup kulun imkanla imtihan âleminde dâima uyanık ve ayık bulunması gerekmektedir:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hubbu'd-dünya re'sü küllî hatieti ve hubbüke'ş-şey'e yu'mi ve yusimmü: dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar" buyurmuştur.
(Enes (ra) dan; Kütüb-i Sitte Rezin ilâvesi; Beyhâkî, Şu'abü'l-imân; Hadisin ikinci yarısı Ebu Dâvud, Edeb 125-5150'de tahric edilmiştir.)

Azîz kardeşim,
Şu anda, ne halde ve kim olduğunu "düz ayna"da seyret.
Doğru ve herşey olduğu gibi i'tidal üzere optimum gösteren Muhammedî aynada...
İfrat, maksimum ve aşırılık olan "iç bükey" aynada dev gibi görürsün kendini!..
Tefrit, minimum ve aşağılayıcı "dış bükey" aynada ise cüce sanırsın kendini!..
Onun için önce Sırât-ı müstakîm üzere ilâhî aşk aynasına bak...
Aklın var ise vicdanındaki (merkezde) düz ayna emrine âmâde (hazır) demektir.
Şeffaf cam ve sırsız ayna ise fetih ve keşif ile ilerideki tekemmül işleridir. tevhidin tecellî temâşâsı...
Biz; birbirimizin duacısı, hasbî hizmetçisi ve hürmetçisiyiz...
Çünkü Muhammedîyiz...
Muhabbete, merhamete ve hasbî hizmete mecbur ve me'muruz. Hakikat-ı Muhammedîye'ye ise muhtacız...
Bu âlemde hâşâ noksan aramaya değil, mükemmeli seyredip yaşamaya ve şâhid olmaya geldik.
Lâf yakıştırıp, söz tokuşturmuyoruz... Biz; bir babanın özden de öz, evlâdlarıyız...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ben size, babanız makamındayım." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Tahere 4)

Âcizâne KUL İHVÂNÎ mahlasım (bâtınî ismim) İmâm-ı Alî (keremullahi veche)'den yâdigâr olup "Ruh kardeşi olan kul" demektir ki bizler RUH KARDEŞİyiz. MUHAMMEDÎyiz...
Bizim kimseyle uğraşacak zamanımız ve alıp satacak bir şeyimiz yoktur. Biz nefsimizin başı derdine düşmüş dervişleriz...
Mutlak Mürşimidimiz ve İmâmız Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'i tanıyıp, tâbi' ve teslim olup RABB'ımız (celle celâluhu)'ya tâbi' olup istikamet etmeye azm ile çabalıyoruz.

Resim--- Hazreti Hasan, dayısı olan Hind b. Ebi Hale'ye Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hilyesini (Güzel sıfatlarını) sorarken diyor ki: "O'nun özelliklerini dikkate alıp kalbî bir bağ kurmak için O'nu bana tasvir etmeni istiyorum!"
(Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Cihâd 105)

Halka karşı çıkıp; tasavvufla ilgili kelimelerin içini boşaltıp, takıp takıştırıp, bazı isimler yakıştırıp, övünmek ve övülmek, eskiden beri süregelen salak ve asalakların alışkanlıklarıdır.
Fıtrî Muhammedî oluş şuûrunda i'tidal mutlaka (olmazsa olmaz şartı) dır.
Amel ise emredileni iyi niyet, samimîyyet, ciddîyetle ve var gücümüzle yapabildiğimizdir.
Yolumuz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izidir.
İzi ise ortada duran sırât-ı müstakîmolup her aklı olan müslümanın ortak mîrâsıdır.
Amel çokluğu mesele değil, kime ve niçin yapıldığı önemlidir...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Karibu ve seddidu: (Ey mü'minler) ibâdetlerinizden ifrata kaçıp onlardan soğumayınız, i'tidal üzere ihlâsla gereği gibi ve kadarını yapınız. Çünkü hiç birinizin ameli kurtarıcı değildir!" buyurunca sahabiler: "Sende mi? Yâ Resûlullah!" dediler. Resûlullah (sav): "Evet, beni de (kurtaramaz) ancak; ALLAH (cc)'ın rahmeti ve fazlı bürümedikçe!" buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen-Zühd 4201; Buhârî, Rikak kitabında rivâyet ettiler)

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Rahmânü'r Rahîm olan Rabbü'l-âlemin'in merhametine sığınmamızı emir buyuruyor.
Elbette Emrullah olan amelleri işlemeye azmimiz var hamdolsun.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Her mü'minin mutlaka iki kapısı vardır. Bir kapısından onun ameli yükselip çıkar. Öbür kapısından da rızkı (maddî, mânevî) iner. Artık o, ölünce bu iki kapı o kimseye ağlar." buyurup "Sonuçta ne gök ağladı üzerlerine, ne yer ne de kendilerine bir muhlet verildi" (Duhân 44/29) âyet-i celilesini okumuştur. (Enes (ra) dan; Tirmiizi)

İ'tidal üzere ve imkanla imtihana geldik biz...
Halkı ifrat ve tefrite sürüklemeye değil.
Ne var ki i'tidal yolu Ehl-i Beyt (aleyhi's-selâm)'ın, Nebîlerin ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çile yoludur.
Unutma ki çiğ süt emmiş nefs, ancak ve ancak çile ateşiyle Muhammedî ocakta pişer...
Dünya ateşinin tiryâkilerini boşver sen...
Dünyacı olan onlar, deniz suyu içer gibi içtikçe yanıyorlar ve susuyorlar, susadıkça yine içiyorlar...
Bir kısır döngüde dolap beygiri gibi dönüp duruyorlar...

"Dünya nedir Yâ İmâm?"diyen birisine İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Dünya, seni Mevlâ (cc) dan alıkoyan herşey!"buyuruyor. Takvâyı (ALLAH korkusunu) sorana ise İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Takvâ, mâ'siyette (yasaklanan kötülük, günâh v.s.) ısrarı ve taâtte (emredilen iyilik, güzellik v.s.) gurûru (riyâyı) terketmektir. İnsan cehennemden onunla (takvâyla) korunur, cennete ve cemâle de onunla kavuşur."buyuruyor...
Buyuruğu ile ibâdet ve itâatin kemâl (oluşum) derecesi olan takvâyı ne hârika târif buyuruyor!..

Gelmiş geçmiş ALLAH DOSTlarının (Velîyullah, Ehlillah, Ebdâl, Ebrâr v.s.) izleri mutlaka ve mecburen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e çıkar...
Ne var kı cennet-i alâ da bile Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in izini izlemek bizim için farz-ı ayndır.
İzinde; ilim, irade, idrakle ve iştirakle i'tidal üzere, temiz i'tikad, sâlih amel, güzel ahlâk ve huy ile yürümeye, birbirimize gözkulak olmaya, koltuğuna girmeye ve emredileni yapmaya çalışıp çabalıyoruz...
Biz böyle biliyoruz ve böyle anlayıp yaşıyoruz. Kimselere de bir dediğimiz yok...
Ne müfettiş ne de müftiyiz...

Herkes yoluna gitsin ve gider de zâten:

Resim--- ALLAHU Tealâ: "De ki: Herkes kendi şâkilesi (mizacı, meşrebi, tıyneti, tercihi) üzere iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol (hidâyet) tuttuğunu RABB'iniz en iyi bilendir." (İsrâ 17/84)

Hâl bu ise, neden birşeyler söyleyip zülf-ü yâre dokunuyoruz? Şundan efendim; Ümmet-i Muhammed yorgun ve mânen hasta oldu ve âhir zaman fitneleri çökertti...
Meydan çakallara kalınca yağmaya, talana ve telefe gidiyor...
Devlette adâlet ve millette merhamet azalınca çoluk çocuk, okumuş okumamış, vakti var veya yok, geçim derdine düşmüş nice nice insanımız yangından kurtulmak için su gölü diye asit gölüne atlıyor...
Biz ise; "Bize gelin!" demiyoruz hâşâ!
"Ey Ümmet-i Muhammed! Kıbleye dön! Ve Muhammed (aleyhi's-selâm)'ın Kevser Havuzuna atla! Uyuma uyan ve ayık! Şucu-bucu olmayı bırak da özünde ve parmak izin gibi fıtraten senin olan Muhammedî oldununun şuûruna er!" diyoruz.
Kula kulluk yoktur ve bilerek yapılması ve yaptırılması Maâzallah şirktir!
Çâresi ne?
Çâre ortada ve elimizde olan Kur'ân-ı Kerîm, sahih hadisler, Sünnet-i seniyye...
Peki sana başka ne gerek?
Evet, bir de sana:

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in buyurduğu: "RABB olarak (ALLAH)'tan, din olarak İslâmdan ve peygamber olarak Muhammed (sav)'den razı olan kimse, imânın tadını tatmış demektir." (Müslim, Îmân 56; İmâm Ahmed, Müsned I-208)

Bu hadis-i şerîfin şerefini, şuûr ve onurla taşıyan, halis mühlis Muhammedî merhamet, muhabbet, hürmet ve hasbî hizmet ehli olan bir kardeş; hem lâzım hem de lâyık, azîz kardeşim...
İşte bu Rabbanî ve Muhammedî inancı yaşadığın ve yaşadığım sürüce Muhammedî kardeşimsin ve kardeşinim.
Görüşemez isek gam değil, bize cennet va'dedildi. Sûk-î cennette (cennetin sohbet çarşısında) görüşürüz...
Tevbemiz bir, duamız bir ve rızamız yâni şükrümüz ve sabrımız bir...
RABB'ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, tevhidimiz bir ve i'tikad inancımız bir...
Biz vahdet ehliyiz...
İkilik İblisin işidir...
Biz ise Muhammedîyiz...
İşte gecenin bu saatinde şiir yazar gibi çalakalem irticâlen ALLAH rızasına hasbî hizmet olsun ricâsı ile arzediyorum.
Yoksa ben kim, yazar çizerlik kim...
ALLAH için severiz ya da sevmeyiz...
Sevmeyişimiz nefretten değil hâşâ...
Biz insanları değil kötü tercihlerini (i'tikadı, ameli, ahlâkı) sevmiyoruz.
Yoksa keşke uyandırabilsek de bu hizmetimiz yüzünden RABB'ımız (celle celâluhu)'dan ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den rıza iltifatı şerefine kavuşabilsek...
Yolumuzun esası, merhamet ve muhabettir...
Biz beşeriz, yemek tabakları gibi her öğünde kirleniriz ve onun için muhabbet çeşmesinde sık sık yıkanmalıyız...
Çünkü: "Abd" ile "EL RABB (cc) "arasındaki kulluk ilişkisinde Muradullah olan (neticede olması istenen) maksat, muhabbettir (Muhabbetullah).
Bunun imkanla imtihan âlemi olan bu dünyada gerçekleşip ısbatlanması ve şâhid olunması için akıl ve cüz'i irade (sınırlı-sorumlu irade) ve eşyâ (beden, kâinât,şeyler) verilip;
Hak, hayr ve sonucunda mükâfâtı belirlenip,
Kitab olan Kur'ân ile emredilip ve,
Önder olarak özel ve güzel örnek İmâm-ı Mutlak Muhammed (aleyhi's-selâm) bizim gibi bir beşer olarak gönderiliyor.

Bâtıl-şer ve sonunda azabı, belirlenip Kur'ân-ı Kerîm ile yasaklanıp, lânetlenmiş lideri İblis tanıtılıyor ve şiddetle tuzağına düşmememiz emrediliyor...
Görüyoruz ki binbir dille ve misâllerle bir çocuğa anlatırcasına açık ve net olan emirler ve yasakların sonucu ve temel gayesi Merhametullahtır.
Rabbü'l-âlemin, hâşâ kendi yarattığı kullarına azab çektirmek için beklemiyor...
Bu işin (kulluğun) başı muhabbet sonu merhamet...
Muradullah, Muhabbetullahtan ibârettir.
Emrullah ise Merhametullahdan ibârettir...

ALLAHU Tealâ kulunu öylesine tek, özgür ve kendisi ile başbaşa yaratıyor ki dünyada hiç kimse o kulun yerine bir nefes alamıyor, bir lokma yiyemiyor, içemiyor ve artanını çıkaramıyor...
Âhirette ise asla kimse kimsenin hesabını veremiyor...
Peki Habibullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in fonksiyonu, işlevi, halkediliş, Resûl seçiliş ve gönderiliş sebebi nedir?
Dolayısıyla biz Muhammedîlerin birbirimizle olan ilişkilerimizin dünyada âhirette açık ve net kuralı nedir?
Muhammed (aleyhi's-selâm), Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); olarak tevhid tebliği olan inzâr, tebşir ve şâhid olma görevini yerine getirip kendisine indirilenKur'ân-ı Kerîm'i okutmuş, anlatmış ve yaşamıştır.
Açıklayarak sahih hadis-i şerîfleri ile boşluk bırakmamıştır.
Ve bir ömür yaşayarak, Şerîat-ı Garra-i Mustafaiyyesini sünnet-i seniye olarak mirâs bırakıp ümmetine emânet etmiştir...

Abdullah olan Muhammed (aleyhi's-selâm) ise bizim eşsiz örneğimiz olarak Muhammedî muhabbet, merhamet, hürmet ve hasbî hizmet mirâsını ümmeti olarak bize emânet etmiştir.
Biz bunlara mecbur (cebredilmiş), me'mur (emredilmiş), mahkûm (hükmedilmiş) ve muhtacız (muhtaç kılınmışız)...
İblis ise hakk olan tevhid tebliğini bâtıl kılmak ve insanlara şerri yaşatmak ve şerre şâhid olmak için halkedilmiş.
Şeytânlarıyla ise nefret, merhametsizlik, hürmetsizlik ve zulüm yaptırmak için işlerinin başında ve aramızda dolaşmaktadırlar...
İşte kulları, işte kuralları ve işte meydan
...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

7.5. MUHABBET

Hürmet ve Muhabbetün Fillâh:
Bizim Muhammedî teslimiyet ve ilâhî istikamette yolumuz sırât-ı müstakîm, ahlâkımız ve hâlimiz de Muhammedî olarak; HAKK (celle celâluhu)'ya ve halkına muhabbet mecburiyetimiz var.
Hakkı ve hayrı ALLAH(c.c) için severiz!
Bâtılı ve şerri, işlendiğinden dolayı, ALLAH(c.c) için sevmeyiz!
Hakta ve sabırda ALLAH(c.c) için vasiyetleşiyorum seninle...
Hukuk ve sorumluluk âleminde yaşıyoruz!
Hakk (celle celâluhu)'ya ve mahlûkatına karşı hududlar âleminde Muhammedî şuûra ulaşanlar olarak birbirimize hasbî hizmet, hürmet, merhamet ve muhabbetle emrolunduk ve mecbur kılındık...
Ne yiyip ne içiyor, nasıl yaşıyor ve nasıl ibâdet ediyorsun bilmiyorum ve bana gerekmiyor da, sana ait hususî saha...
Ancak, muhabbet ve dua umumî (genel) dir. ALLAH(c.c) için islâhımıza ve iflâhımıza dua edip birbirimizi seversek, sevenleri ALLAH (cc) ayırmaz ve müşterek muhabbet kaynağımız Muhammed (aleyhi's-selâm)'la evvel-âhir-zâhir-bâtın "bile" kılar.

Hürmet: Halkına hürmet Hakk'a hürmettir.
Hürmet, haram'dandır.
Haram ise sınırları şerîatın sahibince çizilen "Yap!" emri veya "Yapma!" yasağı ile belirlenmiş olandır.
Kadına "Haram" denmesi: kadının fıtrî ve kevnî özellik ve güzelliklerine saygı duyulmasının şart oluşundandır.
Kâbetullah'a "Haram"denmesi de büyük saygı ve hürmek gerektirdiği içindir.
Hürmet göstermek emr olup saygısızlık yasaktır.
İnsanoğlunun ise "Kanı (canı), ırzı, malı ve hakkında kötü zann" haramdır.
Kısacası hürmet; ilim ve edeb içinde şuûrlu bir saygıdır.

Muhabbet: Sevgilinin Sıdk-ü-Adl yasasını unutmamaktır. (En'âm 6/115 bkz.) Ve sevgilinin Sıbgatullah boyasıyla boyanmaktır.
Onun için:

Resim--- Hadis-i Kudsî de ALLAHU Tealâ: "Ben onu (kulu) sevince; gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum." buyurmuştur.
(Buhârî-Rikak 38)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH Tealâ kıyâmet günü şöyle buyuracak: "Nerede benim celâlim için birbirleri ile sevişenler? Arşımın gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan bu günde onları kendi (arşımın gölgesinde) gölgemle gölgelendireceğim." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, İmâm Ahmed, İbn Hibban)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH için birbirini sevenler, ALLAH (cc)'ın Arş'ının gölgesinden başka gölge bulunmadığı günde, ALLAH (cc)'ın Arş'ının gölgesinde olacaklar. Herkes korku içinde olacak fakat onlar korkmayacaklar, herkes endişe ve merâk içinde kıvranacak, fakat onlarda hiçbir dert ve endişe (ürküntü ve panik içinde meded dileme) olmayacak." buyurmuştur.
(Muaz (ra) dan;, Tabârânî Kebîrinde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH için sevişenlere öyle yüce mertebeler verilir ki Nebîler ve şehîdler bile onlara imrenirler." Buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd 53)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH için sevişenler, kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı o gün, ALLAH (cc)'ın Arş'ının gölgesinde olacaklardır. Onlara nurdan bir kursi konacaktır. ALLAH'a öylesine yakın olacaklar ki (RABB'lerinden olan meclislerinden dolayı) nebîler, sıddîkiler ve şehîdler bile onlara gıbta edecekler..." buyurmuştur. " buyurmuştur.
(Muaz İbn Cebel (ra) dan; İmâm Ahmed, Ebu Yâ'lâ, İbn Hibban, Hâkim)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ALLAH Azze ve Celle buyurdu ki: "Benim celâlîm uğrunda sevişenlere, nebîlerin ve şehîdlerin bile gıbta edecekleri nurdan minberler bahşedeceğim." buyurmuştur.
(Muaz (ra) dan; hasen ve sahih olarak Tirmizî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): ALLAH Tebâreke ve Tealâ buyurdu ki: "Benim için birbirini sevenlere muhabbetim hakk oldu (sabit olmuştur.), Benim için birbirlerini ziyâret eden (sila eden vasıl olan) lere muhabbetim hak olmuştur. Benim için birbirlerine öğüt veren (nasihat eden) lere muhabbetim hakk olmuştur. Benim için mallarını bezl (bol bol veren) edenlere muhabbetim hak olmuştur. Benim için birbirlerini sevenler (sevişenler) öyle bir nurdan minberler üzerinde olacaklar ki onların mekanlarını (makamlarını) peygamberler, sıddıklar ve şehîdler bile gıbta edecekler!" buyurmuştur.
(Muaz (ra) dan; İmâm Ahmed, Teyâlisî, İbn Hibban, Hâkim-Müstedrekte, Tabarâni- Kebîrinde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH yolunda sevişen (birleşen, olan) iki insanı, onlardan birisinin işyeleceği günâhtan başka birşey ayıramaz." buyurmuştur. (Enes (ra) dan; Buhârî, Edeb'de)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bir kulunu sevdimi onu kendi yolunda kılar (kendisi için kani'kılar) Ne hanımla, ne de çocukla onu meşgul etmez. (bu imkanı ve fırsatı vermez)." buyurmuştur.
(İbn Mes'ud (ra) dan; Ebu Nuaym,Ve'd-Deylemi)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (celle celâluhu) bir kulu sevdimi, yapmadığı yedi sınıf hayr ile onu övdürür (senâ ettirir); bir kula da buğz etti mi (hoşlanmayıp memnun olmadımı), yapmadığı yedi sınıf şer ile onun aleyhinde konuşturur." buyurmuştur.
(Eba Saîd (ra) dan; Beyhâki, Sünen'inde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc) bir kulunu sevdimi,onu dünya dan (sevgisi ve aldatıcı hususlarından) tıpkı sizin birinizin istiska' (lüzûmünden fazla ve şiddetle su isteyen susuzluk) hastanızı sudan koruduğunuz gibi korur (himâye eder). buyurmuştur.
(Katâde İbni'n- Numan (ra) dan; Hâkim, Tabârâni, Tirmizî, İbn Hibban ve İbn Lebid'den Tirmizî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc) bir kulu sevdi mi, ona dünya işlerini ve âhiret işlerini açar." buyurmuştur.
(Enes (ra) dan;, Deylemi)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc) bir kulu sevdi mi onun sevgisini meleklerin kalblerine atar. Bir kula buğz etti mi, onun buğzunu meleklerin kalblerine, sonra da insanların kalblerine (buğz ve nefretini) koyar (atar.) " buyurmuştur. (Enes (ra) dan; Ebu Nuaym)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH bir kavmi sevdi mi onları mübtelâ (belâ ile imtihan) eder, kim sabrederse sabrı kendi lehine (mükâfât), kim de (sabredemeyip telaşa kapılıp umutsuzluğa düşüp) yakınırsa onun içinde (aleyhine cezâ olarak) yakınması vardır." buyurmuştur.(Mahmud İbn Lebid'den İbn Hibban)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc) bir kulunu sevdi mi, Cebrail (as)'e buyurur ki "Ben filânı sevdim, sende sev!" Bunun üzerine Cebrail (as) de onu sever ve semâvât ehline: "ALLAH (cc) filânı sevmiştir, sizde sevin!" diye nidâ eder. Artık, göktekiler de onu sever. Sonra onun için yer yüzünde dahi bir sevgi yerleşmiş olur." buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre (ra) dan;; Buhârî ve Müslim)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Biriniz kardeşini sevdi mi, onu sevdiğini ona bildirsin!" buyurmuştur.
(Mikdad (ra) dan; Buhârî, Ebed'de; İmâm Ahmed, Tirmizî, Ebu Dâvud ve Enes (ra) dan; Buhârî ve İbn Hibban)

İşte muhabbet budur...
Nefret ve sevgi, inkâr ve ikrâr, kara ve ak...

Zıdların zevki ise tevhid...
ilâhe illâ ALLAH!

Genç melâmî bir kız kardeşimiz vardı bir zamanlar.
Bir sohbette: "Efendim! Sevgi, muhabbet, tevhid diyorsunuz, biz de evet doğrudur diyoruz! Ancak, sizin tâbirinizle cevr-i cihân, çark-ı çile canımıza okur iken bu söyledikleriniz bu âlemde derdimize devâ olmayacak mı?" diye arzuhâl eyledi...
Âcizâne: "Bak kardeşim, kendi nefsin, eşinle-sen, insanlar, kâinât ve RABB'ine (celle celâluhu) kulluk için geçerli olan tevhidin hikmeti: "Üzme-Üzülme-Sev-Sevil!" olmalı...
Hiçbir canı asla üzme, üzülmek için sudan bahâneler arayıp durma, mutlaka sev ve sevilmenin yollarını ara bul!"demiştim de bulmuştu...

Azîz kardeşim,
Emin ol ki kırk yıldan fazladır benim nefsim bu sözlerin ve tasavvuf denizinin içinde yüzüp durmaktadır.
Ancak şu satırları karalarken birçok şeyi nefsimin yeni yeni anladığına şâhid oluyorum.
Bir konunun üzerinde çok durduğumu sanmasın nefsin...
Nefs, yapısı itibariyle fıtraten bâtıla ve şerre (dünya ve dünyadakilerin sevgisine) meyyâldır (meyilli, eğilimli). Hakkı ve hayrı ise "anladım"diyerek geçiştirir...
Kani' ve mutmaîn olması için her yolu denemeliyiz...
Kur'ân-ı Kerîm, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ALLAH Dostları ve Ehlullah (kaddasallahu sırrıhu) hep bu husus için buyurmuşlardır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12889
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Mesaj gönderen kulihvani »

7.6. MERHAMET

Muhabbet, merhamet, hürmet, hasbî hizmet ehli olmalıyız diyoruz. Muhabbete bir göz attık. Merhamete de bakalım:
Merhamet "rahm" dendir: Şefkât gösterme, acıma ve esirgemeyi içerir.
Rabbü'l-âlemin (celle celâluhu)'nun Rahmetiyyeti, Rahmâniyyeti ve Rahîmiyyeti ma'lûmdur.
Biz ise HAKK (celle celâluhu)'nun halkına merhamete me'mur oluşumuzu, merhamet göstermekle emredilmiş olduğumuzu anlamaya ve anlatmaya azmediyoruz.
Rahmetenli'l-âlemin olan Muhammed (aleyhi's-selâm) merhametin yâni rahmetin ta kendisidir.
Muhammedî olarak biz ise; onun izinde, sözünde, fiilinde, ahlâkında ve halinde ileyiz, bileyiz ve vârisiyiz...

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Merhamet etmeyene merhamet edilmez." buyurmuştur. (Buhârî, Edeb 18)

Rahmâniyyeti ile kâfir olsun müslim olsun tüm insanları ve mevcûdâtı merhameten "var" eden EL HALİK (celle celâluhu) olan RABB'ımızın insan ve mahlûkatına lâzım ve lâyık olan merhameti göstermek Muhammedî kulluğun gereğidir.
Merhamet; sadece beşeri acıma hissi olmayıp; Rahmâniyyet ve Rahîmiyyet tecellîlerine mazhar olan mü'minin bu özellik ve güzelliklerinin güneş (ışık - ısı) gibi kâinâtın her zerresine ulaştırma zevkidir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "İnsanlara merhamet etmeyene ALLAH Tealâ merhamet etmez." buyurmuştur.
(Ebi Saîd El Hudri (ra) dan; Tirmizî, Birr 16-1923; Cerir (ra) dan; Buhârî, Edeb 27; Müslim, Fezâil 66-2319)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH Tealâ merhametli olanlara rahmetle muamele eder! Öyleyse sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki semâda bulunanlarda size rahmet etsinler. Rahîm (akrabalık bağı) RAHMÂN (celle celâluhu)'dan bir bağdır. Kim bu bağı korursa ALLAH onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa ALLAH (cc) da ondan (rahmet bağını) koparır." buyurmuştur.
(Abdullah ibn Amr İbni'l-As (ra) dan; Tirmizî, Birr 16; Ebu Dâvud, Edeb 66-4941)

Dikkatinizi çekerim ki ayırım ve tahsis yok, tüm mahlûkata merhamet istenmektedir.

Resim--- İbni Mes'ud dan gelen rivâyette ise: "Merhametli olmadıkça inanmış sayılmazsınız!" ihtarı karşısında Ashab-ı Güzin (ra): "Yâ Resûlullah, hepimiz merhametliyiz" dediklerinde Resûlullah (sav): "Birbirinizin arkadaşına karşı gösterdiği merhamet kasdedilmiyor, insanlara ve hayvanlara karşı merhamet kasdediliyor!" buyurmuştur.
(Abdullah ibn Amr İbni'l-As (ra) dan; Tirmizî, Birr 16; Ebu Dâvud, Edeb 66-4941)

Elbette "Bâtıla ve şerre merhamet edin"demek değildir bu. Çünkü merhamet de kitab ve sünnetle sınırlı ve kayıdlıdır. Kasden adam öldüreni öldürmek gibi... Yanlışlıla öldürene ise merhamet etmek gibi...

Resim--- Ebu Hureyre (ra) dan: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hasan İbni Alî (Radi-allahu anhu) öpmüş idi bu sırada yanında bulunan Akra'ib Hâbis (tuhaf görüp): "Benim on tane çocuğum var fakat onlardan hiçbirini öpmedim" dedi. Resûlullah (sav) ona bakarak: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezail 65-2318; Tirmizî, Birr 12-912; Ebu Dâvud, Edeb 156-5218)

Resim---Rezinin ilavesi ve Buhârî ve Müslim'de de olan ilave rivâyette: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH sizden (kalbinizden) merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?" buyurmuştur.

Resim--- Câbir İbn Semure (radiyallahu anhu)'dan: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte bir namaz kıldım. Sonra Aleyhi's-salâtü ve's-selâm ehline gitti. Onunla ben de çıktım. Onu bir kısım çocuklar karşıladı. Derken onların yanaklarını bir bir okşamaya başladı. Benim yanağımı da okşadı elinde bir serinlik ve hoş bir koku hissettim. Eli sanki attar (güzel koku satan) havanından çıkmış gibiydi." buyurmuştur.
(Müslim, Fezail (aleyhi's-selâm) -2329)


Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "ALLAH (cc) mahlûkatın olmasına hükmettiği zaman (Müslim rivâyetinde "ALLAH (cc) yarattığı zaman") yanında bulunan Arşın üstündeki bir kitaba şunu yazdı: "Muhakkak ki rahmetim gazabımı galebe çalmıştır"
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 14-2751; Tirmizî, Da'avât 109-3537)

Bir rivâyetinde ise
"Rahmetim gazabımı geçti" buyurmuştur.

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir adam yolda yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı içine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine "Bu köpek benim gibi susamış" deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. ALLAH Tealâ onun bu davranışından memnun kaldı ve günâhlarını affetti" buyurunca yanındakilerden bazıları: "Yâ Resûlullah! Yâni bize hayvanlar (a hizmet) içinde ücret mi var?" dediler. Resûlullah (sav): "Evet! Her yaş ciğer (sahibi) için bir ücret vardır." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Edeb 27; Müslim, Selâm 153-2244; Ebu Dâvud cihâd 47-2550)

Resim--- Başka bir rivâyette ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Fâhişe bir kadın sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü. Susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini (pabucunu) çıkararak (onunla su çekip) köpeği suladı. Bu sebeble kadın mağfiret olundu." buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe 155-2245)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Bir kadın, eve hapsettiği kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı" buyurmuştur.
(İbn Ömer (ra) dan; Buhârî, Şirb 9; Müslim, Birr 151-2242)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakak ki tek başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için ALLAH onları sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse ihtiyaçlarınızı (duran hayvanın sırtında değil) Arz üzerinde görün." buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; Ebu Dâvud, Cihâd 61-2567)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hummara Kuşunun yavrularını yakalayan sahabilere: "Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin!" buyuruyor. Ateşe verilen bir karınca yuvası içinse: "Ateşle azab vermek sadece RABB'ime hastır" buyurmuştur.
(Abdullah, babası Abdurrahmân (ra) dan; Ebu Davu, Edeb 176-5263)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Peygamberlerden birini karınca ısırdı. O da karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. ALLAH Tealâ Ona şöyle vahyetti: "Seni bir (tek) karınca ısırmış iken, sen tesbih eden bir ümmeti yaktın" buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Buhârî, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Selâm 148-2241;Nesâî, Sayd 38-7)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kim rıfktan mahrumsa hayrın tamamından mahrumdur." buyurmuştur.
(Câbir (ra) dan; Müslim, Birr 75-2592)
Rıfk: nezâket, letâfet, yumuşaklık, tatlı dillilikten merhamet gibidir.

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir işe birini tâyin edince, tembihi: "Müjdeleyin (sevindirin), nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın." buyururdu. (Ebu Musa El Eş'âri (ra) dan; Müslim, Cihâd 6-1737; Ebu Dâvud, Edeb 20-4835)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH (cc) her işte rıfk ile muamele etmeyi sever." buyurmuştur.
(Aişe (ra) dan; Buhârîdeki bir hadisin içinden)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki ALLAH (cc) rıfkı sever ve rızası onadır, şiddete (sertlik, kabalık, katılık) karşı yapmadığı yardımı ona yapar." buyurmuştur. (Ebi Emame (ra) dan; Tabârani,Kebîrinde)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz (var olundunuz). Zorlaştırıcılar olarak değil..." buyurmuştur. (Enes (ra) dan; Müslim; Ebu Hureyre (ra) dan; Tirmizî ve Nesâî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Şüphesiz ki İnsanlardan, yumuşak, sâde, yakın, kolaylaştırıcı olanların (kimselerin) tümüne ateş haram olmuştur." buyurmuştur. (İbn Mes'ud (ra) dan; İbn Hibban)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kalbinin yumuşamasından hoşlanırsan (sürûr duyarsan), yetimin başını okşa ve yoksulu doyur" buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; İmâm Ahmed, Beyhakî, Haraitî)

Resim--- Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Teskin edin, nefret ettirmeyin." buyurmuştur.

Resim--- "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); insanlara namaz kıldırırken pek hafif kıldırırdı. Yalnız kılarken en uzun namaz kılardı." (Ebu Vakid (ra) dan; İmâm Ahmed ve Ebu Yâ'lâ)

Resim--- "Ahlâkı Kur'ân idi"
(Aişe (ra) dan; İmâm Ahmed, Müslim, Deylemi)

Resim--- "Sükûtu uzun, gülmesi azdı."
(Câbir İbn Semire'den, İmâm Ahmed)
Resim
Kullanıcı avatarı
sev-guzel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 609
Kayıt: 15 Mar 2008, 02:00

Mesaj gönderen sev-guzel »

kulihvani yazdı:...

Resim--- "Doğrusu insanın çalıştığından başkası kendinin değildir." (Necm 53/39)

Kuralına inanır, kimseye maddî-mânevî külfet olmayıp, herkese hasbî hizmeti rahmet bilir, zahmet bilmeyiz.
Akıl-fikir ermez işleri işlerken, düşünde darı görenlerden de değiliz. Biz, bizim peygamberimiz Muhammed (Aleyhi's-Selâm)'ın izini izleriz.

Resim--- "RABB'lerinden korkan takvâ sahibleri ise, bölük bölük (zümre zümre) cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: "Selâm size!..Tertemiz (ayıplarından arınmış) ne hoşsunuz. Haydi girin oraya sonsuza dek (ebedî) kalmak üzlere!" diye selâma duracaklar (dururlar.)" (Zümer 39/73)

İşte RABB'ımız (celle celâluhu)'nun kulları için âhiret âlemindeki muradı (Muradullah) budur.
Bu âlemdeki tüm emir ve yasakları da (Emrullah) bunun içindir. Çünkü ERRAHMÂNÜR'R RAHÎM (celle celâluhu) dur.
El HALİMU'l-VEDÛD (celle celâluhu) dur.
Bizler ise Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in dâvetine ve Muhammedî ummana elsiz ayaksız akan damlalarız.
Gözyaşı gibi isimsiz, resimsiz, çırılçıplak ve saf olarak...
Sen, ben, o, biz: "Biz"Muhammedîyiz.
Gözlerimiz farklı, gözyaşımız bile...
Dünyalarımız ayrı, âhiretimiz (sonumuz) beraber.
Ağızlarımız farklı, tevbemiz ve duamız birlikte.
Kalblerimiz farklı şehâdetimiz BİR..
Kaderlerimiz farklı, rızamız tek...
Geçmiş için Muhammedi Tevbe BİZliğimzi de BİRiz
Gelecek için Muhammedi Dua BİZliğimzi de BİRiz
Şu an için Muhammedi Rıza BİZliğimzi de BİRiz
Son nefes için Muhammedi Şehâdet BİZliğimzi de BİRiz…

RABB'ımız (celle celâluhu), Resûlullahımız (sallallahu aleyhi ve sellem), dinimiz, kitabımız, tevhdimiz hülasa herşeyimiz tektir.
Ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'de buluşuruz...
İNŞAALLAH... İNŞAALLAH... İNŞAALLAH...
AMİN YA KERİM, YA RAHİM, YA RAHMAN, YA HANNAN, YA MENNAN, YA DEYYAN, YA FURKAN, YA SULTAN, YA ALLAH CELLE CELALİHU...

ALLAH CELLE CELALİHU RAZI OLSUN LATİF HOCAM...
MUHAMMEDİ SEVGİ VE MUHABBETLERİMİZLE.
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön