CÂN<=>CÂNÂN=>CENNEt BAHÇEsi=->YEDi MEVSiM GÜL-ÇİÇEKkte,
====>TEKMİL-i TEVHiD TERASı====>CUMÂ CEM’i=->TEKe TEKkte,
===>LÂ=>İLÂHe=>İLLâ=>HUu,
BİZ BİR-İZ DOSt SIRR-ı NAHNu,
HeR YeR HeR ÂN HeR HÂLde HAYy>HeR NEFEste TEKk GERÇEKkte!.
İHVÂNİm->GAFLEtten SAKıN,
HAKkı HAYR Etmek ÇABAmız!.
ŞAHDAMARımızdan da YAKıN,
RABBu’L-ÂLeM=>AKRABAmız!.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ “Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve BİZ =>O’na şah damarından daha yakınız./AKRABız.”(Kâf 50/16)
RABBın MESLEkTAşı TABîB,
İŞi=>CÂNdır!. CÂNa SÂHîB,
==>GÜNEŞLe<=>IŞIĞI GiBi, RABBıyLa BİLEyse->HABîB!.
HER ŞEYy’i YARATAN=>ALLAH,
BiR ŞEYy OLMayan =>KENDİsi!.
->KELÂMuLLAH->RESÛLuLLAH,
=>DUYup<=>UYan=>EFENDİsi!.
KuL İHVÂNİ’m=>İNŞÂe ALLAH,
->SEBîLİLLAH->Lî-VECHİLLAH!.
ŞUÛR.:ANLAyış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir.. SANAL.: Gerçekte yeri olmayan, gerçekte var olmayan, ancak zihinde tasarlanan.. HABîB.: (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost.. KELÂMuLLAH.:Kur'ÂN-ı Kerîm.. SEBîLİLLAH.:ALLAH celle celâlihu’ya götüren YOL.. Lî-VECHİLLAH.:ALLAH celle celâlihu VECHi-RIZAsı-BİZ BİR-İZ OLuş..
[/size]c-)Kur’ÂN-ı Kerîm=>TüM İNSÂNLaRa =>SIDKı/DOĞRULUĞU EMReder.:
[/b]
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!. Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”(Hûd 11/112)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Beni, Hûd Sûresi ve Kardeşleri ihtiyarlattı.”buyurmuştur. (Aclûnî, Ebu’l-fida İsmail b.Muhammed, Keşfu’l-Hafa, Beyrut 1351, II, 20; Ateş, age., IV, 342.)
فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ “Fe li zâlike fed’u vestekım kemâ umirt (umirte), ve lâ tettebi’ ehvâehum, ve kul âmentu bi mâ enzelallâhu min kitâb (kitâbin), ve umirtu li a’dile beynekum, allâhu RABBunâ ve RABBukum, lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum, lâ huccete beynenâ ve beynekum, allâhu yecmeubeynenâ, ve ileyhi’l- masîr (masîru).: İşte onun için sen (tevhide) dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben ALLAH'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda ADALETi gerçekleştirmekle emrolundum. ALLAH bizim de RABBimiz, sizin de RABBinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. ALLAH hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır. (Âyette, Hz. Peygamber'in insanları davet edeceği prensipler açıklanırken, uyacağı esaslar da beyân edilmiştir. Buna göre davete devam edilecek, inanmayanların teklif ve ısrarları dinlenmeyecektir.)”(Şûrâ 42/15)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا
يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا “Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ (sedîden). Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ (azîmen).: Ey imân edenler! ALLAH'a karşı Takvâ Sâhibi olun ve sedîd (DOĞRU) söz söyleyin! (Böylece) sizin için amellerinizi ıslâh etsin (salih amele çevirsin). Günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve kim, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, o takdirde fevzü’l- azîm (en büyük mükâfat) ile kurtulmuş olur.”(Ahzâb 33/70-71)
KUR'ÂN-ı KERÎM’i târif için=> Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH’ın kitabı olan Kur’ÂN’da sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O, doğruyu eğriden ayıran kitaptır. O, hiçbir zaman anlamsız konuşmaz. O, ALLAH’ın SAĞLAM İPİdir. O, Zikr-i Hâkimdir. O, Dosdoğru YoLdur. Kötü arzular asla O’nu hedefinden saptıramaz. Diller O’nu karıştırıp bozamaz. Âlimler O’na doyamaz. Müttakîler O’ndan usanmaz. O tekrar tekrar okunmakla eskimez. O, cinlerin işitir işitmez: “Biz acayip bir Kur’ÂN işittik ki, doğruya iletir. Derhal ona inandık.” dedikleri kitaptır. O’nun ölçülerine göre konuşan doğruyu söyler. O’na göre davranan sevap kazanır. O’nunla hükmeden âdil olur. O’na çağıran doğru yola çağırmış olur.”buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an,14; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’an,1.)
Ebû Ümâme radıyallahu anh.: “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i.:“Kur’ÂN okuyunuz. Çünkü Kur’ÂN, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçı olarak gelecektir” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Müsâfirîn 252.)
İbni Mes’ûd radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Kim Kur’ÂN-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevâbı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevâbdır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” buyurdu. demiştir.
(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 16)
Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anhu.: şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kıyamet Gününde Kur’ÂN ve dünyadaki hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’ÂN Ehli kimseler mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’ÂN’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân Sûreleri vardır. Her ikisi de kendilerini okuyanları müdafaa için birbiriyle yarışırlar” buyururken işittim. demiştir.
(Müslim, Müsâfirîn 253)
Osmân İbni Affân radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Sizin en hayırlılarınız, Kur’ÂN’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” buyurdu. demiştir.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 21)
Âişe radıyallahu anhâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kur’ÂN’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr Meleklerle beraberdir. Kur’ÂN’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevâb vardır." buyurdu. demiştir.
(Buhârî, Tevhîd 52)
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH şu Kur’ÂN’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” buyurdu. demiştir.
(Müslim, Müsâfirîn 269)
İbni Ömer radıyallahu anhümâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Sadece şu iki kimseye gıbta edilir: Biri ALLAH’ın kendisine Kur’ÂN verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri ALLAH’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.” buyurdu. demiştir.
(Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)
İbni Abbâs radıyallahu anhümâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kalbinde Kur’ÂN’dan bir miktar bulunmayan kimse harab ev gibidir.” buyurdu. demiştir.
(Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ÂN 18)
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her zaman Kur’ÂN okuyan kimseye şöyle denecektir.: “Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun Âyetin son noktasındadır.” buyurdu. demiştir.
(Ebû Dâvûd, Vitr 20)
Ebû Mûsa radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şu Kur’ÂN’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. MuhaMMed’in Canını Kudretiyle Elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki Kur’ÂN’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.” buyurdu. demiştir.
(Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ÂN 23)
İbni Ömer radıyallahu anhümâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN hâfızı, bağlı devenin sâhibine benzer. Deve sâhibi devesini sürekli gözetirse elinde tutar. Eğer onunla ilgilenmezse kaçıp gider.” buyurdu. demiştir.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 23)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, güzel sesli bir Peygamberin, Kur’ÂN’ı tegannî ile yüksek sesle okumasından hoşnut olduğu kadar hiçbir şeyden hoşnut olmamıştır” buyururken işittim, demiştir.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 19; Tevhîd 32)
Teganni.: Sünnet olan teganni, tecvide uyarak okumaktır. .
Tecvid.: (Cevdet. den) Bir şeyi güzel yapma. Süsleme. * Kur'ÂN-ı Kerim'i usulüne uygun olarak okuma ilmi ve buna dair yazılan kitab..
Ebû Hüreyre radıyallahu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir cemaat Allah’ın Evlerinden bir evde toplanır, ALLAH’ın KİTABInı okur ve aralarında müzâkere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları RAHMEt kaplar ve Melekler etraflarını kuşatır. ALLAH TeALÂ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.” buyurdu. demiştir.
(Müslim, Zikr 38)
Ebû Zerr radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Yâ Rasûlallah! Bana nasihatte bulun!” dediğimde,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN okumaya ve ALLAH’ı Zikretmeye bak, çünkü Kur’ÂN Yeryüzünde senin için bir NÛR, gökyüzünde de bir AZIKtır.” buyurdu. demiştir.
(İbn-i Hibbân, II, 78)
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız İki Mühim Emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da ALLAH’ın Kitâbı’dır! Kur’ÂN, Semâdan Yeryüzüne uzatılmış SAĞLAM BİR İP gibidir. Diğer Emânet de âilem, “Ehl-i Beyt”imdir. Kur’ÂN ve Ehl-i Beyt’im CeNNette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!” buyurmuştur.
(Tirmizî, Menâkıb, 31/3788)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden birisi RABBi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse Huzûr-u Halb ile Kur’ÂN okusun!.” buyurmuştur.
(Suyûtî, I, 13/360)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim Kur’ÂN-ı Kerîm’i okur ve O’nunla AMEL EDERse, kıyâmet günü Ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ÂN-ı Kerîm ile bizzât amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Her ziyâfet çeken, ziyâfetine (insanların) gelmesini ister ve bundan memnun olur. Kur’ÂN da ALLAH’ın Ziyâfetidir. O’ndan uzak durmayınız.” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1)
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Şüphesiz insanlardan ALLAH’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.
Ashâb-ı kirâm.: “Yâ Rasûlullâh!. Onlar kimlerdir?” diye sorunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Onlar, Kur’ÂN Ehli, ALLAH Ehli ve ALLAH’ın Has Kullarıdır!” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Kim Kur’ÂN’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, ALLAH bu sâyede o kimseyi CeNNetine koyar. Âilesinden hepsi Cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ÂN, 13/2905; Ahmed, I, 148)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN okuyunuz... Çünkü ALLAH, içinde Kur’ÂN bulunan bir Kalbe azâb etmez...” buyurmuştur.
(Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ÂN, 1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimin en şereflileri, Kur’ÂN-ı Kerîm’i ezberleyen hâfızlar ve gecelerini ihyâ edenlerdir.” buyurmuştur.
(Suyûtî, I, 36/1063)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN bir zenginliktir ki ondan sonra fâkirlik olmaz (yâni ona sâhib olan en muazzam bir hazîneye sâhib olmuştur) ve ondan başka zenginlik de yoktur (yâni o İlâhî Hazîne hiçbir Maddî Zenginlikle kıyas edilemez)!.” buyurmuştur.
(Heysemî, VII, 158)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Azîz ve Celîl olan ALLAH TeALÂ.: “Kur’ÂN-ı Kerîm okumak ve BEN’im Zikrim, her kimi, BEN’den bir şey istemekten meşgul eder, geri bırakırsa, BEN o’na, isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm.” buyurdu." buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ÂN, 25/2926)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH, geceleyin iki rekat namaz kılan (ve Kur’ÂN okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. ALLAH’ın RAHMEti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ÂN’la hemhâl oldukları ÂNdaki kadar hiçbir zaman ALLAH’a yaklaşmış olamazlar!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ÂN, 17/2911)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ÂN kıraati… Çünkü Hamele-i Kur’ÂN (yâni Kur’ÂN Hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyâmet Gününde Peygamberler ve Asfiyâ (yâni Safâya Ermiş olan ALLAH Dostları) ile birlikte ARŞ’ın Gölgesindedir.” buyurmuştur.
(Münâvî, I, 226)
Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem.: “Kim Kur’ÂN’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ÂN onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ÂN’ın feyziyle nûrlanır.)!.” buyurmuştur.
(Ali el-Müttakî, I, 532)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Kıyamet Günü kabir yarılıp Kur’ÂN’ı okuyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ÂN o’nu rengi solmuş bir adam gibi karşılar.: “Beni tanıyor musun?»” diye sorar.
Mü’min.: “Tanıyamadım!.” der.
O şahıs (Kur’ÂN).: “Ben Öğle Sıcağında seni SUsuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ÂN’ım. Her Tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticâretin peşinde olacaksın!.” der. Hemen sağ eline Saltanat, sol eline Ebedîyyet verilir, başına Vakar Tâcı konur, Anne-Babasına hulleler giydirilir ki Dünya Ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.
Onlar.: “Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?” diye sorarlar.
“Çocuğunuzun Kur’ÂN’ı eline alması sebebiyle” denir.
Sonra Kur’ÂN okuyan kişiye.: “Oku ve CeNNetin Dereceleri ve Odaları arasında yüksel!.» denir.
O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun okumaya devâm ettiği müddetçe yükselmeye devâm eder!.” buyurmuştur.
(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ÂN, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)
Ebû Saîd Râfi‘ İbni Muallâ radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana.: “Mescidden çıkmazdan önce Sana Kur’ÂN’daki En Büyük Sûreyi öğreteyim mi?” buyurdu ve elimi tuttu.
Çıkmak istediğimizde Ben.: “Yâ Resûlallah! Bana.: “Kur’ÂN’daki En Büyük Sûreyi Sana öğreteyim mi demiştiniz?” dedim.
Bunun üzerine.: “Elhamdülillâhi RABBi’l-âlemîn’dir. O, Seb’ul-Mesânîdir; Bana verilen Kur’ÂN-ı Azîmdir” buyurdu.
(Buhârî, Tefsîr 1; Fezâilü’l-Kur’ÂN 9.)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kul hüvallahü ahad” Sûresi hakkında.: “Canımı, Gücü ve Kuvvetiyle Elinde tutan ALLAH’a yemin ederim ki, Bu Sûre =>Kur’ÂN’ın üçte birine denktir.”
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden biriniz bir gecede Kur’ÂN’ın üçte birini okumaktan âciz mi kalıyor?” buyurunca bu onlara gerçekten zor geldi ve.: “Buna hangimizin gücü yeter ki yâ Resûlallah!.” dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kul hüvellahu ahad ALLAHü’s-samed =>Kur’ÂN’ın üçte biridir” buyurdu.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu.: “Bir Adam başka bir Adamın “Kul hüvellahü ahad”’ı tekrar tekrar okuduğunu duydu. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip bu durumu anlattı. Adamın kendisi bunu azımsıyordu.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Canımı Gücü ve Kudretiyle Elinde bulunduran ALLAH’a yemin ederim ki, o Sûre =>Kur’ÂN’ın üçte birine denktir” buyurdu.
(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ÂN 13)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bu gece indirilen âyetleri görmedin mi? Onların benzerleri asla görülmemiştir =>Kul eûzü biRABBi’l-felak ve kul eûzü biRABBi’n-nâs.” buyurmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn 264)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve göz değmesinden ALLAH’a sığınırdı. Nihayet Muavvizeteyn (Kul eûzü biRABBi’l-felak ve kul eûzü biRABBi’n-nâs) nâzil oldu. Ondan sonra Muavvizeteyn ile ALLAH’a sığınmaya başladı ve diğer duaları bıraktı.” dedi.
(Tirmizî, Tıb 16)
Ebû Hüreyre radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kur’ÂN’da otuz ayetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre =>Tebârekellezî biyedihi’l-mülk’dür.” buyurdu." demiştir.
(Ebû Dâvud, Salât 327)
Übey İbni Kâ’b radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ey Ebü’l-Münzir! ALLAH’ın Kitabından ezberinde bulunan Âyetlerden hangisinin Daha Büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu.
Ben.: “ALLAHü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyu’l-kayyûm!.” dedim.
Bu cevâbım üzerine elini göğsüme vurdu ve.: “İlim sana mübârek olsun, ey Ebü’l-Münzir” buyurdu. demiştir.
(Müslim, Müsâfirîn 258)
Ebü’d-Derdâ radıyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Kehf Sûresinin başından On Âyet ezberleyen kimse Deccâlden korunmuş olur.” buyurdu. demiştir.
Bir rivayette.: “Kehf Sûresinin sonundan” buyurulmuştur.
(Müslim, Müsâfirîn, 257)
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا
“Ve kâle’r- resûlu yâ RABBi inne kavmîttehazû hâze’l- Kur’ÂNe mehcûrâ (mehcûran).: Ve Resûl.: “Ey RABBim! Muhakkak ki Benim Kavmim, bu Kur’ÂN'dan ayrıldı (Kur’ÂN'ı terketti).” dedi.” (Furkân 25/30)
طس تِلْكَ آيَاتُ الْقُرْآنِ وَكِتَابٍ مُّبِينٍ
“Tâ sîn, tilke âyâtu’l- Kur’ÂNi ve kitâbin mubîn (mubînin).: Tâ, Sîn. Bunlar, APAÇIK BİR KİTAP olan Kur’ÂN'ın Âyetleri'dir.” (Neml 27/1)
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
“Ve inneke le tulekka’l- Kur’ÂNe minledun hakîmin alîm (alîmin).: Muhakkak ki, (Bu) Kur’ÂN, sana mutlaka Hakîm (hüküm ve Hikmet Sâhibi) ve Alîm Olan'ın katından (gizli ilminden) ilkâ’ ediliyor (ulaştırılıyor).” (Neml 27/6)
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ الْمُنذِرِينَ
“Ve en etluve’l- Kur’ÂN (Kur’ÂNe), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih (nefsihî), ve men dalle fe kul innemâ ene mine’l- munzirîn (munzirîne).: Ve "Kur’ÂN'ı okumakla (emrolundum). Kim hidâyete ererse, o takdirde sadece kendi nefsi için hidâyete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım)." de.” (Neml 27/92)
كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“Kitâbun fussilet âyâtuhu Kur’ÂNen arabiyyen li kavmin ya’lemûn (ya’lemûne).: (O), bilen bir kavim için, âyetleri tafsil edilmiş (fasıl fasıl açıklanmış) bir Kitab olan Arapça Kur’ÂN'dır.” (Fussilet 41/3)
وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Ve’l- kitâbi’l- mubîni. İnnâ cealnâhu Kur’ÂNen arabiyyen leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: “Kitab-ı Mübin (Apaçık Kitab)'e andolsun ki! Muhakkak ki BİZ, O'nu Arapça Kur’ÂN kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.” (Zuhruf 43/2-3)
“E fe lâ yetedebberûne’l- Kur’ÂNe em alâ kulûbin akfâluhâ.: Hâlâ Kur’ÂN'ı tefekkür etmezler mi? Yoksa kalbler üzerinde kilitleri mi var?” (MuhaMMed 47/24)
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
“Ve lekad yesserne’l- Kur’ÂNe liz zikri fe hel min muddekir (muddekirin).: Ve andolsun ki BİZ, Kur’ÂN'ı zikir için kolaylaştırdık. Buna rağmen tezekkür eden (ibret alan) var mı?” (Kamer 54/40)
عَلَّمَ الْقُرْآنَ
“Alleme’l- Kur’ÂN (Kur’ÂNe).: Kur’ÂN'ı, O öğretti.” (Rahmân 55/2)
إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ
“İnnehu le Kur’ÂNun kerîm (kerîmun).: Muhakkak ki O, gerçekten Kerim olan Kur’ÂN'dır (Kur’ÂN-ı Kerim'dir).” (Vâkı’a 56/77)
“Lev enzelnâ hâze’l- Kur’ÂNe alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Eğer BİZ, bu Kur’ÂN'ı, dağa indirseydik, O'nu mutlaka, ALLAH'ın Korkusundan huşû ile boynunu bükmüş, parça parça olmuş görürdün. Ve insanlar için bu misalleri veriyoruz. Umulur ki, böylece onlar tefekkür ederler.” (Haşr 59/21)
CUMÂ Namazı =>Öğle Namazı vaktinde cemaatle kılınan ve Müslüman, akıl baliğ, hür olan her erkeğe Farz Namazdır.
Yıl içinde Ramazan Ayı, geceler içinde Kadir Gecesi ne kadar önemli ise, günler içinde CUMÂ Günü de o kadar önemlidir. Çünkü CUMÂ Günü Müslümanların bir araya geldikleri ve cemaatle haftalık ibâdetlerini ifâ ettikleri önemli bir gündür. CUMÂ Günü Müslümanların en önemli görevi haftalık ibâdet olan CUMÂ Namazını kılmalarıdır. CUMÂ Sûresinde ALLAHu zü’L- CeLÂL bütün mü’minlere şöyle seslenmektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ “Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ nûdiye li’s- salâti min yevmi’l- cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerû’l- bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ey imân edenler! CUMÂ Günü namaza nidâ olunduğu zaman (çağrıldığınız zaman) hemen ALLAH'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. İşte bu, sizin için daha hayırlıdır, keşke bilseniz.”(CUMÂ 62/9)
CUMÂNIN ANLAMI NEDİR?.:
Âyette geçen “el-cumu‘ati” kelimesi, “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen “cem‘” kökünden türetilmiş bir isimdir. Müslümanlar öğle saatinde câmide toplanıp birlikte CUMÂ Namazı kıldıkları için Arapların daha önce “arube” dedikleri haftanın bu gününe “CUMÂ Günü” denilmiştir.
HAFTANIN EN HAYIRLI GÜNÜ.:
Haftanın en değerli günü CUMÂ Günüdür. Peygamberimiz sallâllahu aleyhi ve sellem CUMÂ Gününün faziletini şöyle etmiştir.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün CUMÂ Günüdür; Âdem o gün yaratılmış, o gün CeNNete girmiş ve o gün CeNNetten çıkarılmıştır. Kıyamet de CUMÂ Günü kopacaktır.”buyurmuştur. (Müslim, CUMÂ, 18)
CUMÂYA HAZIRLIK.: CUMÂ, Müslümanların Haftalık Bayramıdır. Bu i’tibarla Müslümanlar, perşembe günü akşamdan bu güne hazırlanırlar. CUMÂya hazırlık için boy abdesti alırlar, temiz elbise giyerler, güzel koku sürünürler. Bunu Peygamberimizin sallâllahu aleyhi ve sellem bir tavsiyesi olarak yerine getirirler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CUMÂya gelmek isteyen kimse boy abdesti alsın!.”buyurmuştur. (Müslim, CUMÂ, 2)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ergen olan her kişinin CUMÂ Günü gusletmesi, ağız ve diş temizliği yapması ve yeteri kadar güzel koku sürünmesi gerekir!.”buyurmuştur. (Müslim, CUMÂ, 7)
CUMÂ GÜNÜ NE YAPILIR?.:
Müslümanlar, CUMÂ Günü Kur’ÂN okumak, zikir ve tefekkür etmek, Peygamberimize sallâllahu aleyhi ve sellemsalât ve selâm getirmek, tövbe ve istiğfar etmek, câmiye gidip vaaz ve hutbe dinlemek sûretiyle böyle değerli ve önemli bir günün manevî feyzinden yararlanmaya çalışırlar. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın SÖZÜne UYarak DUÂ ve NİYAZda BULunurlar.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CUMÂ Gününde bir saat vardır ki Müslüman, bu saate isâbet ederek hayırlı bir şey isterse ALLAH ona istediğini verir.”buyurmuştur. (Müslim, CUMÂ, 15)
İLK CUMÂ NAMAZI NE ZAMAN VE NEREDE KILINDI?.: Peygamberimiz sallâllahu aleyhi ve sellem,Medine'ye gelmeden ve CUMÂÂyeti nâzil olmadan Medine'de Es'ad b. Zürare, istişâre ile kırk Müslümana, Mus’ab b, Umeyr,Hz. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Emri ile 12 Müslümana iki rekât CUMÂ Namazı kıldırmıştır. (Yazır, ilgili âyet)Peygamberimiz sallâllahu aleyhi ve sellem ise, ilk CUMÂ Namazını Mekke’den Medine’ye hicret esnâsında Medine yakınlarında Rânûna Vâdisinde Sâlim b. Avf Kabilesinin Yurdunda kıldırmıştır. (İbn Hişâm, I, 496)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Kim tembellik ederek üç CUMÂ Namazını terk ederse ALLAH o kimsenin kalbini mühürler.”buyurmuştur. (Tirmizî, CUMÂ, 354)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu sözleriyle CUMÂ Namazını mazeretsiz kılmayanların akıbetini bildirmiş, CUMÂ Namazının faziletini şöyle beyân etmiştir.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bir kimse güzelce abdest alır sonra mescide gelir, susup okunacak hutbeyi dinlerse, gelecek CUMÂya kadar ve ondan sonraki üç gün içinde işleyeceği (küçük) günahları affedilir!.”buyurmuştur. (Müslim, CUMÂ, 24)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Beş Vakit Namaz ve CUMÂ Namazı diğer CUMÂ Namazına kadar -büyük günahları işlemediğin sürece- aralarında işlenen (küçük) günahlara kefarettir!.”buyurmuştur. (Müslim, Tahâre, 14-15)
CUMÂ NAMAZI KONUSUNDA İHTİLAF VAR MI?.: CUMÂ Namazı, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Döneminden =>Günümüze kadar bütün Müslümanlarca kılınmış ve bunun fARZ olduğu konusunda herhangi bir ihtilâfa düşülmemiştir..
CUMÂ GÜNÜ ÖĞLE NAMAZI KILINIR MI?.: CUMÂ Namazı, CUMÂ Günü Öğle Namazının vaktinde cemaatle kılınan iki rekâtlı FARZ-ı AYIN bir Namazdır. CUMÂ Namazı kılınınca ayrıca o gün Öğle Namazı kılınmaz. Hutbeden önce dört rekât, farzdan sonra da İmam Ebû Hanife’ye göre dört rekât, İmam Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre biri dört diğeri iki olmak üzere toplam altı rekât sünnet kılınır..
CUMÂ NAMAZININ BİREYSEL VE TOPLUMSAL FAYDALARI.: CUMÂ Namazı; sosyal dayanışma ve kaynaşmaya, birlik ve beraberliğe, İslâmî Bilgilenme ve Bilinçlenmeye vesile olan bir ibâdettir. Tahlil ettiğimiz âyette CUMÂ Namazının sâdece CUMÂ Günü, Ezân okununca kılınacağı bildirilmekte, nasıl kılınacağı beyân edilmemektedir. Âyette kadın-erkek, mukim-misâfir, sağlıklı-hasta ayrımı yapılmaksızın bütün mü’minlere hitab edilmektedir. Bu hitabdan kadın-erkek herkesin CUMÂ Namazını kılması gerektiği anlaşılmakta ise de Peygamberimizin Hadisleri ve tarihi süreçteki uygulamalardan CUMÂ Namazının herkese değil belirli şartları taşıyan Müslümanlara farz olduğu bilinmektedir..
CUMÂ NAMAZI KILMANIN ŞARTLARI.:
Bir kimsenin CUMÂ Namazı kılmakla yükümlü olabilmesi için ŞU ŞARTLarRın bulunması gerekir: 1-)Müslüman, akıllı ve bulûğ çağına gelmiş olmak. 2-)Sağlıklı olmak.:CUMÂ Namazına gidemeyecek kadar kötürüm, felçli, engelli, özürlü ve hasta kimseler ile bunlara zorunlu olarak bakmak durumda olanlar, CUMÂ Namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkanlar, yürüyemeyecek derecede yaşlı kimseler CUMÂ Namazı kılmakla yükümlü değillerdir. Görme engelliler câmiye gelebiliyorlarsa veya kendilerini câmiye götürebilecek refakatçileri varsa CUMÂ Namazı kılmakla yükümlüdürler. (bk. Müslim, Mesâcid, 255; Ebu Dâvûd, Salât, 46.) 3-)Mukim olmak.: Bir insana CUMÂ Namazının farz olabilmesi için, CUMÂ Namazı kılınan yerde ikâmet ediyor olması gerekir. Dolayısıyla dinen yolcu sayılan kimselere (seferî) CUMÂ Namazı farz değildir. Bir insanın dinen misâfir sayılabilmesi için Hanefî Bilginlere göre 90 km. uzaklıkta bir yere 15 günden az kalmak üzere gitmesi gerekir. Şafiîlere göre giriş ve çıkış günleri hariç üç gün kalmak üzere 90 km uzaklıkta bir yere giden kimse misâfir sayılır.. 4-) Erkek olmak.: “CUMÂ Namazı kılmak, her Müslümana farzdır. Ancak dört grup insana; köle, kadın, çocuk ve hastaya farz değildir.” (Ebu Dâvûd, Salât, 215)
Anlamındaki hadis, CUMÂ Namazı kılmakla kimlerin yükümlü olduğunu ifâde etmektedir. CUMÂ Namazının farz kılındığı zamandan günümüze kadar uygulama bu şekilde olmuştur.
KADINLAR CUMÂ NAMAZINA GİDEBİLİR Mİ?.:
Müçtehid İmamlar ve daha sonraki Bilginler dahil bütün Müslümanlar, CUMÂ Namazının erkeklere farz olup kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte kadınlar, câmiye gelip CUMÂ Namazı kılabilirler. CUMÂ Namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir. Ancak günümüzde kadınların CUMÂ Günü câmiye gitmeleri, yapılan vaazı ve okunan hutbeyi dinlemeleri ve CUMÂ Namazı kılmaları daha isâbetli olur. Nitekim; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Câmiye gitmek istediklerinde kadınlarınıza engel olmayın.”buyurmuştur. (Müslim, Mesâcid, 135-36)
Peygamberimiz ve Sahabe zamanında hanımlar, CUMÂ Namazına ve Günlük Namazlara katılıyorlardı..
KİMLER CUMÂ NAMAZI KILMAZ?.:
Esâret altında bulunanlar, tutuklular ve mahkûmlar da CUMÂ Namazı kılmakla yükümlü değildirler. Ancak bulundukları yerde mescid bulunması halinde mahpuslar CUMÂ Namazı kılarlar. Kendilerine CUMÂ Namazı farz olmayan kimseler, CUMÂ Namazı kılarlarsa namazları sahih olur ve artık o gün ayrıca Öğle Namazı kılmazlar..
CUMÂ NAMAZINA GİTMEMENİN MAZERETLERİ.:
Bazı mazeretler, kendilerine CUMÂ Namazı farz olan kimselerin CUMÂ Namazına gitmemelerini mubah kılar. CUMÂ Namazına gitmemeyi mubah kılan belli başlı mazeretler şunlardır.: 1-)CUMÂ Namazına gittiği takdirde kişinin önemli bir zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak derecede şiddetli yağmur yağması, 2-) Havanın çok soğuk veya çok sıcak olması, 3-) Yolun aşırı çamurlu olması, 4-)CUMÂ Namazına gittiği takdirde malı, canı veya namusunun tehlikeye gireceğine dâir endişeler taşıması. 5-) Hasta olmamak veya bazı özürler bulunmamak: Namaza gidince hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere CUMÂ farz olmaz..
Yine =>Hasta bakıcı, Âciz ihtiyar, Gözü görmeyen, Ayaksız, Kötürüm ve Müslümanlar CUMÂ’yı kılarken onların güvenliğini sağlamakla görevli olan Emniyet Nöbetçisi gibi özrü bulunanlar, vakit bulunca Öğle Namazı kılmakla yetinirler..
Ancak bu kimseler cemaatle CUMÂ Namazına katılırlarsa yeterli olur ..(es-Serahsî, II, 22, 23; İbnü`l-Humam, Fethu`l-Kadir, I, 417)
CUMÂ NAMAZININ ŞARTLARI.:
Kendisine CUMÂ Namazı farz olan kimsenin CUMÂ Namazı kılabilmesi için şu şartların bulunması gerekir.:
Vakit.: CUMÂ Namazı, CUMÂ Günü Öğle Namazı Vaktinde kılınır. (bk. Müslim, CUMÂ, 28-29) Öğle Namazının Vaktinden önce veya sonra kılınırsa CUMÂ Namazı geçerli olmaz. Cemaat.: CUMÂ Namazı cemaatle kılınır, tek başına kılınmaz. CUMÂ Namazı kılabilmek için İmam Ebu Yusuf’un ictihadına göre imam dahil üç cemaatin, Ebu Hanife ve Muhammed’in ictihadlarına göre imam hariç üç cemaatin bulunması şarttır. Bunlar yolcu veya hasta da olsalar bu şart yerine gelmiş sayılır..
MELÂMî OLuŞ=>BİZ BİR-İZ-Lik,
GÜNEŞ<=>IŞIKk GiBi=>BİZ-Lik,
=>DAMLA’da GİZLi=>DENİZ-Lik, KUL İHVÂNİm>HİÇç>SESSİZ-Lik!.
KEŞiŞ DAĞı.: 1926 Yılına kadar ULU DAĞın eski adı. Kerem İle ASLI’da, Karacaoğlan’da da geçer.. EZÂN.: Namaza dâvet ve Vahdanîyet-i İlâhiyyeyi ve Hakaik-ı İslâmiyyeyi âleme, kâinata ilân etmek için minâre ve emsâli mahallerde edilen nidâ. Kâmet getirmek. * Bildirmek.. MİZÂN.: Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakîki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.. İZ’ÂN.: Basiret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek.. TAHKîK.: Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.. SÂLiH.: (Salâh. dan) İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikatlı, dindâr, dinî emirlere uyan. * Faziletli, ehl-i takvâ olan..
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Men arefe nefsehu =>fekad arefe RABBehu.: Nefsini/Kendini TANıyan/BİLen =>RABB’ini TANır/BİLir.” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ, II, 236.).
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mutü kable en temutu: ÖLmeden önce ÖLünüz!.” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kişi yaşadığı hâl üzere ÖLür ve ÖLdüğü HâL üzere haşrolunur.” buyurmuştur. (Münâvî, Feyzü‟l-Kadîr Şerhu‟l-Câmii‟s-Sağîr, V, 663).
RahmetLi Necip Fâzıl‟ın dediği gibi.:
O DEM’de ki ->Perdeler kalkar ->Perdeler iner,
Azrâil‟e->“hoş geldin!” =>Diyebilmekte hüner!.
وَالْعَصْرِ
إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ
إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ “Ve’l- asr (asri). İnne’l- insâne le fî husr (husrin). İllellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti ve tevâsav bi’l- hakkı ve tevâsav bi’s- sabr (sabrı).: Asra yemin olsun. Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrândadır. Bundan ancak imân edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine HAKkı tavsiye edenler ve SABRı tavsiye edenler müstesnâdır.”(Asr 103/1-3)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ “Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış En Hayırlı Bir Ümmet OLdunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve Hayrı) emredip yürütecek, münkeri (Bâtıl ve Şerri-Zulmü ve Kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve ALLAH’a (tam) imân edip (bağlanırsınız). Şayet Kitab Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) imân edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”(Âl-i İmrân 3/110)
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ “Ud’u ilâ sebîli RABBike bi’l- hikmeti ve’l- mev’ızati’l- haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen (ahsenu), inne RABBeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bi’l- muhtedîn (muhtedîne).: RABBinin yoluna (ALLAH'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin RABBin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidâyete erenleri bilir.”(Nahl 16/125)
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا “Kul mâ ya’beu bikum RABBî lev lâ DUÂ ukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ (lizâmen).: (Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve DUÂ nız) yalvarmanız olmasa, RABBim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Resûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azâb yakanızı bırakmayacaktır!”(Furkân 25/77)
MuHiT =>FıRRu.. =>“Fe Firru!” ALLAH-a KAÇ-mak.:
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ "Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).:(Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azâb ile) korkutan açık bir peygamberim."(Zâriyât 51/50)
وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
“Ve huvellezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu ale’l- mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’di’l- mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).: “Hanginiz en güzel ameli yapacak?” diye sizi imtihan etmek için 6 günde (6 yevmde) semaları ve yeryüzünü yaratan O'dur. Ve O'nun ARŞı =>SU üzerinde idi. Eğer Sen.: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan(inkâr eden, örten) kimseler mutlaka (şöyle) derler.: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” (Hûd 11/7)
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: O (ALLAH), bir şey (yaratmak) irâde ettiği (dilediği) zaman O'nun Emri, sâdece ona.: "OL!" demektir. O, hemen OLur!.” (Yâsîn 36/ 82)
خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ
يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ
“Hulika min mâin dâfik (dâfikın). Yahrucu min beyni’s- sulbi vet terâib (terâibi).: Kuvvetle atılan bir SU/Sıvıdan yaratıldı. (O SU/sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından (orada bulunan iki sinir merkezinin organize çalışması sonucu) çıkar.” (Târık 86/6-7)
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
“İnnâ halakne’l- insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ (basîren).: Muhakkak İZ, insanı (iki hücrenin) birleşimi olan bir NUTFEden (erkek ve kadının dölünden) yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeble o’nu işiten, gören (bir varlık) kıldık.” (İnsan 76/2)
إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ ---“İzâ câe nasrullâhi ve’l- feth (fethu).: ALLAH'ın Yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 110/1)
وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا ---“Ve reeyte’n- nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ (efvâcen).: Ve insanların dalga dalga/grup grup ALLAH'ın Dîni’ne girdiğini gördüğün (zaman).”(Nasr 110/2)
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ---“Fe sebbih bi hamdi RABBike VESTAGFİRH (vestagfirhu), innehu kâne TEVVÂBâ (tevvâben).: O zaman RABB’ini hamd ile tesbih et. Ve O'ndan MAĞFİRET dile. Muhakkak ki O, TÖVBEleri kabul edendir.”(Nasr 110/3)
وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme VECHULLÂH (vechullâhi) innALLAHe VÂSİun ALÎM (alîmun).: Ve doğu da ALLAH'ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, ALLAH'ın Vechi (ZÂT'ı) işte oradadır. Muhakkak ki ALLAH VÂSİ'dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).”(Bakara 2/115)
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ "E lem neşrah leke sadrek (sadreke).: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?”(İnşirâh 94/1)
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ "Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke).: Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).”(İnşirâh 94/2)
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ "Ellezî enkada zahrek (zahreke).: Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.”(İnşirâh 94/3)
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ "Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke).: Ve senin için, zikrini yükselttik.”(İnşirâh 94/4)
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا "Fe inne maal usri yusra (yusren).: Demek ki zorlukla berâber bir kolaylık var.”(İnşirâh 94/5)
إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا "İnne maal usri yusrâ (yusren).: Muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.”(İnşirâh 94/6)
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ "Fe izâ feragte fensab.: Öyleyse boş kaldığın zaman hemen intisab et/durmaksızın (DUÂ ve ibâdetle) yorulmaya devam et..”(İnşirâh 94/7)
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ "Ve ilâ RABBike fergab.: Ve öyleyse RABBine rağbet et (O’nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).”(İnşirâh 94/8)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ "Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- veridi.: Andolsun, insÂNı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız/AKRABayız.”(Kaf 50/16)
MÂSiVÂ.: Ondan gayrısı. (ALLAH'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler..
LÂYIK.: (Liyâkat. den) Yakışır ve yaraşır. Uygun, münâsib ve muvafık..
LÂZıM.: Lüzumlu, gerekli. * Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey..
DEHR.: Zaman, çok uzun zaman, ebedî..
VAKkt.: (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim..
ÂN.: En kısa bir zaman. Lahzâ. Dem. Cüz'i bir zaman.
ŞE’ÂN.: ŞE’N.. Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürü, neticesi ve eseri. ALLAH celle celâlihu’nun Her ÂN yeniden Yaratışı..
ŞÂN.: (c.: Şuun) Şeref. * Nam, şöhret, şan, ün. * Mahiyet. * Gösteriş, çalım. * Tabiat, huy, âdet. * Hâl, keyfîyyet..
EMEL.: Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak. * Gâye
ECEL.: Her mahlukun ve canlının ALLAH Tarafından takdir edilen Ölüm Vakti. Âhirete göç etmek. * İleride olacağı şüphesiz olan. * ALLAH'ın takdir ettiği ömür..
TAKDiM.: (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak.Öne almak..
TE’HiR.: Geciktirme. Sonraya bırakma..
ESMÂ.: ALLAH'ın İsimleri. Cenâb-ı HAKk'ın Güzel İsim ve Sıfatları..
ZÂT=>SIFAt=>ESMÂ=>EŞYÂ..
İbni Ömer radıyallahu anhümâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, benim iki omuzumu tuttu ve.: “Dünyada sanki bir garib veyâ bir yolcu gibi ol” buyurdu.
(Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3)
İbni Ömer radıyallahu anhümâ.: “Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı ÂNlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al!.” derdi.
(Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3)
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş her ÂN YENiden Yarataış) üzerindedir.” (Rahm3an 55/29)
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَّا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَآبَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
“Ve lev yuâhızullâhu’n- nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ (musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn (yestakdimûne).: Ve eğer ALLAH, insanları zulümleri sebebiyle sorgulayıp (derhal) cezâlandırsaydı, onun (yeryüzünün) üzerinde yürüyen canlılardan bir canlı bırakmazdı. Ve fakat onları, belirli bir zamana kadar TE’HİR eder (erteler). Artık onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat TE’HİR edilir (ertelenir) ne de (bir saat) evvele alınır (TAKDiM edilir.).” (Nahl 16/61)
GEÇENe=->NASuH TÖVBEsi,
=>ŞU ÂN’a->ŞÜKÜR NEFEsi,
=>BEZM-i ELEStü->BESTEsi,
=>GEÇENe==->DUÂ NEŞEsi, KUL İHVÂNİm->SIRRın SESi!. ALLAHu zü’L- CELÂL;
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ ---“Ve kâle RABBukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn (dâhırîne).: Ve RABBimiz, şöyle buyurdu.: "BANA DUÂ ediniz ki size icâbet edeyim. Bana kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hâkir ve zelîl olarak cehenneme girecekler." (Mü'min 40/60)
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ---“Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb (karîbun) ucîbu da’vete’d- dâi izâ deâni, fe’l- yestecîbû lî ve’l- yu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).: (Ey Rasûlüm) Ve kullarım sana, BENden sorduğu zaman, muhakkak ki BEN, (onlara) yakınım. BANA DUÂ edilince, DUÂ edenin DUÂsına (dâvetine) icâbet ederim. O halde onlar da BANA (BENİM dâvetime) icâbet etsinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).” (Bakara 2/186)
إِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّهِ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السُّوَءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِن قَرِيبٍ فَأُوْلَئِكَ يَتُوبُ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً ---“İnnemât tevbetu alâllâhi lillezîne ya’melûne’s- sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim. Ve kânallâhu alîmen hakîmâ (hakîmen).: Fakat ALLAH'ın kabul edeceği TÖVBE, cahillik ile bir kötülük yapıp sonra, hemen TÖVBE edenler içindir ki, işte onlar, ALLAH'ın, TÖVBElerini kabul ettiği kimselerdir. Ve ALLAH ALÎM'dir, HAKÎM'dir.” (Nisâ 4/17)
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ ---“Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk'ul yakîne, ALLAH'a KuL olmaya ulaşıncaya) kadar RABBine kul ol!” (Hicr 15/99)
وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ---“Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, ve’l- yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi’t- tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evi’t- tıflillezîne lem yazharû alâ avrâti’n- nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhe’l- mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zâhir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (câriyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz ALLAH'a TÖVBE edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe ve’l- tenzur nefsun mâ kad demet ligad (ligadin), vettekûllah (vettekûllahe), innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun! Ve her nefs, yarın için ne takdim ettiğine baksın! Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Haşr 59/18)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Âdemoğullarının hepsi hata yapar; hata yapanların en hayırlısı ise hatasına TÖVBE edendir.”buyurmuştur.. (İbn Mâce Zühd, 30)
---İmam Ali kerremallahu vechehu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Ed DUÂ silahu’l- mü’mini ve imâdu’d- DÎNi ve NÛru’s- Sermâvâti ve’l- ARZi.: DUÂ mü'minin silâhı, DÎNin direği, Göklerin ve Yerin NÛRudur." buyurdu. (Hâkim, Müstedrek, II, 692; Suyutî, Camiu’s-sağir - 4258)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Sizden her kime DUÂ kapısı açılmış ise ona Rahmet Kapıları açılmıştır. ALLAH 'tan istenilen şeyler arasında O'na en sevimli geleni, âfiyettir.” buyurduktan sonra.: “DUÂ, başa gelen ve henüz gelmeyen belâya karşı fayda sağlar. Ey ALLAH 'ın kulları, DUÂ ya sarılın!.”buyurmuştur.. (Tirmizî, Deavât, 101.)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:"ALLAH'a kabul edileceğine gerçekten inanarak DUÂ ediniz. Biliniz ki ALLAH, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalb ile yapılan DUÂları kabul etmez."buyurmuştur.. (Tirmizî, Deavât, 65) YÂHAYyu’L- HUuu!. ALLAH celle celâlihu!.
GEçEN GEÇti->TÖVBE GEREKk,
==>LÂZIMdır==->GELeNe DUÂ!.
Şu ÂN’a=>RIZA TEKk GERÇEKk,
===>KENDİni BİLeNE===>DUÂ!.
KUL İHVÂNİ’me==->TEKe TEKk!.
=>Ey bütün günahları YARLIGAyan ALLAHımız!.
[/b]
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ “De ki: "Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! ALLAH'ın RAHMEtinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki ALLAH, günahların hepsini MAĞFİREt eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; GAFÛR'dur (mağfiret eden), RAHÎM'dir (RAHMEt NÛRu gönderen)."(Zümer 39/53)
Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
“Ey falân! Yatağına yattığında şöyle DUÂ et.:
ALLAH’ım! Kendimi SANA teslim ettim. Yüzümü SANA çevirdim. İşimi SANA ısmarladım, işimde SANA güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından) korkarak sırtımı SANA dayadım, SANA sığındım. SANA karşı yine SENden başka sığınak yoktur. İndirdiğin KİTÂBa ve gönderdiğin PEYGAMBERe inandım.
Eğer bu DUÂyı yapıp yattığın gece ölürsen, imân üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun!.” buyurdu.
(Buhârî, Vudû 75, Daavât 6; Müslim, Zikr 56-58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 98.)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ “Yâ eyyuhâllezîne âmenûdhulû fî’s- silmi kâffeh(kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâti’ş- şeytân (şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Ey iman edenler! Hepiniz silm'e dahil olun (ALLAH'a teslim olun)! Ve şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki o, size apaçık düşmandır.”(Bakara 2/208)
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ “İnne'd- dîne indâllâhi’l- İSLÂM (islâmu), ve mahtelefellezîne ûtû’l- kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîu'l- hısâb (hısâbı).: Hiç şüphesiz, ALLAH Katında (tek ve gerçek) DİN İSLÂM’dır. Kitab verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, ancak aralarındaki "kıskançlık, azgınlık ve aşırılık" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim ALLAH’ın âyetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten ALLAH, hesabı pek çabuk gören (ve karşılığını verendir).”(Âl-i İmrân 3/19)
أَفَغَيْرَ دِينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ أَسْلَمَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَإِلَيْهِ يُرْجَعُونَ “E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fî’s- semâvâti ve’l- ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn (yurceûne).: Onlar, hâlâ ALLAH'ın DİNinden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi tav'an ve kerhen (isteyerek ve istemeyerek) O'na teslim oldular ve onlar, O'na (ALLAH'a), geri döndürülecekler.”(Âl-i İmrân 3/83)
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Ve men yebtegi gayre’l-İSLÂMi dînen fe len yukbele minh (minhu), ve huve fî’l- âhireti mine’l- hâsirîn (hâsirîne).: Ve kim İSLÂM'dan başka bir DÎN ararsa, o takdirde kendisinden asla kabul edilmez ve o, âhirette "hüsranda olanlar"dan olur.”(Âl-i İmrân 3/85)
فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ “Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li’l- İSLÂM (islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’a’l- sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî’s- semâi, kezâlike yec’alûllâhu’r- ricse alâllezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Öyleyse ALLAH kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (ALLAH'a) teslime (İSLÂM'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semâda yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece ALLAH, mü'min olmayanların üzerine azâb verir.”(En'âm 6/125)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ “Ve mâ kâne rabbuke li yuhlike’l- kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn (muslihûne).: Ve senin RABBin, halkı ıslâh edici olan beldeleri zulüm ile helâk edici olmadı.” (Hûd 11/117)
إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ “İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn (fa’budûni).: Muhakkak ki bu sizin Ümmetiniz (topluluğunuz, DÎNiniz), tek bir Ümmettir (DÎNdir). Ve Ben, sizin RABBinizim. Öyleyse BANA kul olun!”(Enbiyâ 21/92)
وَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ كُلٌّ إِلَيْنَا رَاجِعُونَ “Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn (râciûne).: Ve emirlerini (uygulamalarını), kendi aralarında böldüler (fırkalara ayrıldılar). Hepsi BİZE dönecek olanlardır.”(Âl-i İmrân 3/19)
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî mine’l- muslimîn (muslimîne).: ALLAH'a çağıran, imânın gereğini uygulayan ve.: "Muhakkak ki ben mutlak teslimîyyeti yaşayanlardanım!" diyenden daha güzel sözlü kimdir?”(Fussilet 41/33)
لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).: ALLAH, Senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana ni'metini tamamlasın ve Seni Sırat-ı Mustakîm'e ulaştırsın diye.”(Fetih 48/2)
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ “Huvellezî ersele resûlehu bi’l- hudâ ve dîni’l- hakkı li yuzhirehu ale’d- dîni kullihî ve lev kerihe’l- muşrikû (muşrikûne).:RESÛLü’nü hidâyet ile ve (esasları unutulmuş olan) DÎNlerin hepsinin üzerine, izhâr etmek (açıklayıp doğrusunu isbat etmek) için, HAKK DÎN (ALLAH'ın ezelî ve ebedî olan DÎNi) ile gönderen O'dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.”(Saff 61/9)
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ “Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehu’d- dîne hunefâe ve yukîmû’s- salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînu’l- kayyimeh (kayyimeti).: Ve onlar, ALLAH için HANİFLER olarak DÎNde hâlis kullar olmaktan (nefslerini hâlis kılmaktan) ve namazı ikâme etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte Kayyum DÎN (kıyâmete kadar devam edecek DÎN) budur.”(Beyyine 98/5)
إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا “İzâ câe nasrullâhi ve’l- feth (fethu). Ve reeyte’n- nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ (efvâcen). Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh (vestagfirhu), innehu kâne tevvâbâ (tevvâben).:ALLAH'ın yardımı ve fetih geldiği zaman. Ve insanların grup grup ALLAH'ın DÎNİne girdiğini gördüğün (zaman). O zaman RABBini hamd ile tesbih et. Ve O'ndan mağfiret dile. Muhakkak ki O, tövbeleri kabul edendir!.”(Nasr 110/1-3)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Şüphesiz her Ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de MALdır.”buyurmuştur. (Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh’dan;Tirmizî, Zühd 26)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün hutbesinde.: “Bilin ki RABBim, bana öğrettiklerinden sizin bilmediklerinizi bugün size öğretmemi emretti. (ALLAH celle celâlihu).: “Bir kula verdiğim her mal helâldir. Şüphesiz ben kullarımın hepsini hanîf olarak yarattım...” buyurdu.”buyurmuştur. (İyâz b. Hımâr el-Mücâşiî radıyallahu anh’dan;Müslim, Cennet, 63)
İbn Abbâs radıyallahu anhu.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “ALLAHu zü’L-CeLÂL’in en çok sevdiği DİN hangisidir?” diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.:“Kolay olan HANÎFLik DİNİdir.” buyurdu. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 108; İbn Hanbel, I, 236)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“DİN kolaylıktır. Bir kişi takatinin üstünde ibâdete kalkışırsa DİN karşısında âciz kalır. Bunun için aşırıya kaçmayın, dosdoğru yolu tutun ve (sâlih amellerden alacağınız mükâfattan ötürü) SEVinin. Sabah, akşam ve gecenin bir kısmında (dinç olduğunuz vakitlerden) yararlanın (ki taat ve ibâdetinize devâm edin)!.” buyurmuştur. (Ebû Hüreyre radıyallahu anh’dan;Buhârî, Îmân, 29)
Temîm ed-Dârî radiyallahu anhu.:"Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “DİN samimîyettir.” buyurdu.
Biz.: “Kime karşı?” diye sorduk. Bunun üzerine o, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH’a, Kitabına, Resûlü’ne, Müslümanların İdârecilerine ve bütün Müslümanlara (karşı samimî olmaktır).” buyurdu. (Müslim, Îmân, 95; Ebû Dâvûd, Edeb, 59)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Vedâ Haccı’nda.: “Bu DİN kendisine düşmanlık besleyenlere üstün olmaya devâm edecektir. DİNe karşı duranlar ve onu terk edenler ise ona zarar veremezler.”buyurmuştur. (Câbir b. Semüre es-Süvâî radıyallahu anh’dan; İbn Hanbel, V, 100)
HeR YeRde HAYy===>İNŞÂe ALLAH,
=>HeR ÂN’da HAYy==->SEBîLİLLAH,
HeR HÂL’de->HAYy->Lî-VECHiLLAH,
=>EL HAYyu’L-HAKk=>ŞE’ÂNULLAH,
HeR NEFEs’te->HAYy=>Bî-İZNiLLAH!.
İNŞÂe ALLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in=>ŞE’ÂN’da HeR ÂN YARAtış TeCELLîsi.. SEBîLİLLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in=>RIZa EBEDî<=>EZELİ YOLu.. Lî-VECHiLLAH.: YALNıZca ALLAHu zü’L- CELÂL’in=>VECHi/CEMÂLi.. ŞE’ÂNULLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in=>Şu ÂN<=>Her ÂN =>yENidEN YaRatış TECELLîsi.. Bî-İZNiLLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in=>RIZa İZNiyLe..
CÂNda=>NAHNU=->CÂNÂN.: NÛRundan YARAtılmakta OLduğumuz RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem İLE/SELL<=>RABBu’L-ÂLEMîN ALLAH celle celâlihu BİLe/SALL OLUŞumuz!. Her Yerde HeR ÂNda HeR HÂLde Her NEFESte=>GÜNEŞLe-IŞIğı GiBi OLmakta OLUŞumuz!. YEDULLAH.: Cenâb-ı HAKk'ın Bâtında Kudret, Zâhirde AZÂMet ELLeri..
KABZA.: YEDULLAH..Tutulacak yer, sap, tutak. Dört parmak boyundaki eski bir uzunluk ölçüsü.. SEDEF.: ÖZündeki DÜRR-i YEKtâ/TEKKLik İNCİsini SAKLayan BEDEN.. midye, istiridye gibi deniz hayvanlarının kabuğunda bulunan ve sedefçilikte kullanılan, gökkuşağı parıltılı, beyaz ve sert bir madde.. ŞAHDAMAR.: SIRR-ı RUBUBÎyyet İNCİsini GİZleyen SıRR-ı RUSÛLİYyet SEDEfi.. ÂN.: SONsuz zamÂN GELiş VAKTinin=>NEFES AL!ıp<->VER!işi ARAsındaki AKLın SıNıR ALGısı.. VAKT.: HeR İŞin OLuŞş/TECELLÎ ÂNı..
EBDâL: (Bedil veyâ Bedel. c.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış Evliyâ zümresinden bir cemâat. Mâsivâ alâkasından mücerred, Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve EN müstağrak olan zâtlar. EBRâR.: (Berr. c.) Özü sözü EN doğru olanlar, hamiyetliler. EN Sâdıklar. EN İyiler. AHYâR.: EN Hayırlılar. Dostlar. İyilik sevenler. (Eşrar'ın zıddı) AHRâR.: (Hür. c.) EN Hürler. Esir veyâ köle olmayan kimseler. Silsilesinde esir veyâ köle bulunmayanlar. Hürriyetçiler..
“EL =>EL’e =>EL=>YEDULLAH'a” إِن شَاء اللَّهُ
EL HAYy’ın>BAĞIdır HAYyat, CÂN ÇİLLe ÇAĞIdır->HAYyat, EL->EL’e->EL->YEDULLAH’a, SEVgi YUMAĞIdır=->HAYyat!.
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ ۚ فَمَنْ نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْكُثُ عَلَىٰ نَفْسِهِ ۖ وَمَنْ أَوْفَىٰ بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ---“İnne-lleżîne yubâyi’ûneke innemâ yubâyi’ûna(A)llâhe yedu(A)llâhi fevka eydîhim(c) femen nekeśe fe-innemâ yenkuśu ‘alâ nefsih(i)(s) vemen evfâ bimâ ‘âhede ‘aleyhu(A)llâhe feseyu/tîhi ecran ‘azîmâ(n): Şüphesiz sana biat edenler, ancak ALLAH'a biat etmişlerdir. ALLAH'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim ALLAH'a verdiği ahdine vefâ gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.”(Fetih 48/10)
BURSACEM’ EZÂNIn DİNLe, SÖZün SÂHiBi==->SENiNLe,
YANma=>DÜNYÂ ATEŞİ’ne, ŞEHÂDEt GETiR=>SERİNLe!.
ZEVK 11.050
TERTEMiZ SÂLiM AKILLa=>TESLiM OL=->RASÛLULLAH’a,
HeR YeRde HeR ÂN HeR HÂL'de=>İSTİKÂMEtin ALLAH’a,
ECEL=>SENden IRAk DEĞiL,
NEFSİNi BiL=>RABBini BiL,
==>“VAKT”in=>“ÂN”ında==>ŞEHÂDEt=->ŞE’ÂNULLAH’a!.
KALBin=->SUBHÂNın SARAYı,
TEMiZ TUT GÖR MANZARAYı,
=>EN KİRLi KAĞIt=->PARAyı,
=>PUT EDİP BOZMA->ARAyı!.
TEk GELiR TEk GİDeR HERKEs, TOPRAk OLuR=->KANLı KAFEs,
GAFLEttEN UYAN=->İHVÂNİ’m,
==>TEZ BİTeR=->SAYILı NEFEs!.
HüLâsa-yı KeLâm;
اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ “ALLAHu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl (vekîlun).: ALLAH, herşeyin Yaratıcısı'dır ve O, herşeye VEKîLdir.”(Zümer 39/62)
هُوَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ فَإِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ “Huvellezî yuhyî ve yumît (yumîtu), fe izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu KÛN fe yeKÛN (yekûnu).: Hayat veren de öldüren de O'dur. O, bir işe hükmettiği (karar verdiği) zaman ona sadece "OL!" der. Ve o, hemen OLuR!.”(Mü’min 40/68)
مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
“Mâ yelfızu min kavlin illâ ledeyhi rakîbun atîdun.: İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 50/18)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Muâz b. Cebel radiyallahu anhu’e.: “Sana dinini kemâle erdiren ve onu tamamlayan şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi?” buyurdu. Sonra da mübarek dilini eliyle tutup.: “İşte şuna sahib çık.” dedi. Bunun üzerine Muâz.: “Yâ Resûlallah! Biz söylediğimiz sözler sebebiyle de hesaba çekilecek miyiz?” diye sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hepimizi yakından ilgilendiren şu cevâbı verdi: “İnsanları cehenneme sürükleyen, DİLLeriyle kazandıkları değil midir?” buyurmuştur.
(1Tirmizî, Îmân, 8.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey ALLAH’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’ın din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl değildir.” buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb, 62)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim bir hayra delâlet ederse, onu yapan kadar sevâb kazanır." buyurmuştur.
(Müslim, İmare, 1893)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Her kul öldüğü hâl üzere dirilir." buyurmuştur.
(Müslim, Cennet 2878)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mü’min kimseye lânet etmek, onu öldürmek gibidir. Her kim, mü’min bir kimseyi küfürle itham ederse, onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini herhangi bir şeyle keserse, kıyamet gününde, o şeyle kesilir." buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb 44, 73; Müslim, İman 177 (110))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim hakkı olmadığı halde başkasına ait bir toprak parçasını gasb ederse kıyamet günü o yerin yedi kat toprağı o kişinin sırtına yüklenir." buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim, B.13, Bedü'l- Halk, B.2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 99))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Bir adam ALLAH Rızası için ailesinin nafakasını temin ederse, onun için sadaka olur." buyurmuştur.
(Buhârî , Kitabu'l İman, 9/437)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İyilik güzel ahlaktır; günah da içinde tereddüt uyandıran ve halkın bilmesini istemediğin şeydir." buyurmuştur.
(Müslim, el-Birrü ve's Sıle, 2553)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Gücünüzün yettiği ibâdeti yapın. Zirâ siz usanmadıkça ALLAH usanmaz." buyurmuştur.
(Buhârî Teheccüd 3/31; Müslim Müsafirin, 785)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ölüyü üç şey takib eder: Ailesi, Malı ve Ameli. İkisi geri döner; biri kalır: Ailesi ve Malı geri döner; Ameli ise kalır." buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak, 11/315)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Münâfığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman üzerinde durmaz, bir şey emânet edilirse hıyânet eder." buyurmuştur.
(Buhârî, İman, 59)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Yedi tehlikeli günahtan sakının. ALLAH'a şirk koşmak, büyü yapmak, ALLAH'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak ve namuslu, bir şeyden haberi olmayan Mü'min kadınlara iftira etmek." buyurmuştur.
(Buhârî, Kitabu'l-Vasaya, 5/294, Müslim Kitabu'l İman, 89)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hasedden uzak durun; zira ateş nasıl odunu/ kuru otu yakar bitirirse, hased de iyilikleri öylece yakar bitirir." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud,Edeb, 4903)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân, 93)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “...ALLAH, affeden bir kulunun ancak şerefini artırır...” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 69)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından birini giderirse, ALLAH da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, ALLAH da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, ALLAH da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kişi, kardeşinin yardımında olduğu sürece, ALLAH da onun yardımcısı olur.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 60)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “RABBini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misâli gibidir.” buyurmuştur.
(Buhârî, Deavât, 66)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH sizin görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, ancak kalblerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 34)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım! Beni amellerin ve ahlâkın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlâktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.” buyurmuştur.
(Nesâî, İftitâh, 16)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sözlerin en doğrusu ALLAH’ın Kitabı’dır. Yolların en iyisi Muhammed’in yoludur...” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, III, 310)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kul, bir hata işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Şayet o, günahtan vazgeçip tövbe ederse kalbi parlatılır. Eğer bunları yapmaz, günah ve hataya devam ederse siyah nokta büyür ve neticede bütün kalbini kaplar...” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım! Huşû duymayan kalpten, kabul edilmeyen duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 68)
HERKEs ki=>ALLAH’ın NÛRu,
KİRLEtmek->KULun KUSURu,
=>YAPtığı İŞ=->HIRSıZ EDEN,
YÜCELtENse>HAKk HUZURu!.
==>KİMi ŞUcu=->KİMi BUcu,
ÜSt=>ÜSte=->SÖMÜRü UCu,
ALt=>ALta==>AYAk ALtında,
HALKın SIRTında=>SONUCu!.
=>ÇIRILÇIPLAksa=>HeR BİRi,
ŞEREf-NAMUs-HAYÂ ÇÖKmüş!.
KOPMUş=>NESİLLeR ZİNCİRi,
SÜt NE YAPsın MAYA ÇÖKmüş!.
=>ADALEtsiz=>DEVLEt OLdu,
MERHAMEtsiz=>MİLLet OLdu,
==>YALANcı SİYÂSEt OLuNca,
===>HARAMcı TİCÂREt OLdu!.
SEYReYLe=>SEKSeN YAŞında,
SON NOKta->MEZÂR TAŞında,
SEN DERt Etme KuL İHVÂNim,
==>ALLAH=->İŞİ-nin BAŞında!.
KELÂMULLAH’ta ADALEt.:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bi’l- kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm (elîmin).: Muhakkak ki, ALLAH'ın âyetlerini inkâr edenleri, Peygamberleri haksız yere öldürenleri, insanlardan ADALEt ile emredenleri öldürenleri artık "elîm azâb" ile müjdele.” (Âl-i İmrân 3/21)
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
“İnnallâhe ye’murukum en tueddû’l- emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beyne’n- nâsi en tahkumû bi’l- adl (adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ (basîran).: ALLAH size, emânetleri EHLİne vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman ADALEtle hükmetmenizi emrediyor. ALLAH, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki ALLAH her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Nisâ 4/58)
قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ
“Kul emere RABBî bi’l- kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), kemâ bedeekum teûdûn (teûdûne).: De ki.: “RABBim, ADALEtle davranmanızı ve bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza ikâme etmenizi emretti. Ve dînde ihlâsla O'na (ALLAH'a) DUÂ edin. Sizi yarattığı gibi (O'na) dönersiniz.” (A'râf 7/29)
وَمِمَّنْ خَلَقْنَا أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
“Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bi’l- hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).: Yine BİZİM yarattığımız insanlardan öyle bir ÜMMet var ki, onlar hakka yol gösterirler ve o hak ile ADALEti yerine getirirler.” (A'râf 7/181)
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zî’l- kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri ve’l- bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki ALLAH, ADALETLi olmayı ve ihsânı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (ALLAH'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecâvüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)
KELÂMULLAH’ta MERHAMEt.:
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve atîûllâhe ve’r- resûle leallekum turhamûn (turhamûne).: Ve ALLAH'a ve Resûl'e itaat edin, umulur ki böylece siz RAHMEt olunursunuz.( ALLAH’ın MERHAMEtine mazhar olasınız.)” (Âl-i İmrân 3/132)
وَمَن يَعْمَلْ سُوءًا أَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّهَ يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ (rahîmen).: Kim bilinçli olarak bir kusur işler, yahut kendine haksızlık eder, sonra ALLAH’tan bağışlanma dilerse, ALLAH’ı, çok bağışlayıcı, çok MERHAMEtli bulur.” (Nisâ 4/110)
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“Kâle RABBıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamur râhımîn (râhımîne).: Mûsâ.: “RABBim, Beni ve Kardeşimi koruma kalkanına al, bağışla. Bizi RAHMEtine, ni’metlerine ve ikramına mazhar et. Sen MERHAMEtlilerin en MERHAMEtlisisin” dedi.” (A'râf 7/151)
وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَّمْ تَكُونُواْ بَالِغِيهِ إِلاَّ بِشِقِّ الأَنفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkı’l- enfus (enfusi), inne RABBekum le raûfun rahîm (rahîmun).: Bu hayvanlar, ancak güçlükle, meşakkatle varabileceğiniz uzak memleketlere, ağır yüklerinizi taşır. RABBiniz çok şefkatli, engin MERHAMEt Sâhibidir.” (Nahl 16/7)
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا
“Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli mine’r- rahmeti ve kul RABBirhamhumâ kemâ RABBeyânî sagîrâ (sagîren).: İkisine de, şefkatle, tevazu’ ile kol kanat ger.: “RABBim, onların, beni, küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de, onlara MERHAMEtinle muamele et!” de.” (İsrâ 17/24)
رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ إِن يَشَأْ يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِن يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً
“RABBukum a’lemu bikum, in yeşa’ yerhamkum ev in yeşa’ yuazzibkum, ve mâ erselnâke aleyhim vekîlâ (vekîlen).: (Onlara söyliyeceğiniz en güzel kelime şudur).: “- RABBiniz, sizi, çok daha iyi bilir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size MERHAMEt eder, yahut dilerse (küfür üzere ölmekle) size azâb eder”. Seni de (ey Rasûlüm kendilerini imana zorlamak için) üzerlerine bir vekîl göndermedik. (Bu âyetin hükmü kıtal âyeti ile nesh edilmiştir.)” (İsrâ 17/54)
وَحَنَانًا مِّن لَّدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ تَقِيًّا
“Ve hanânen min ledunnâ ve zekâh (zekâten), ve kâne tekıyyâ (tekıyyen).: Ona Yüce Katımızdan sevgi ve MERHAMEt, RûH temizliği verdik. O takvâ sahibi, itaatkâr, samimî, günahlardan arınan, azâbdan korunan, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sâhib çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan biri idi.” (Meryem 19/13)
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِم مِّن ضُرٍّ لَّلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
“Ve lev rahımnâhum ve keşefnâ mâ bihim min durrin le leccû fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Eğer BİZ, onlara (Mekke halkına) MERHAMEt edip sıkıntılarını (uğradıkları kıtlığı) açıversek, mutlaka körükörüne giderek, yine azgınlıklarında inad edip dururlardı.” (Mü'minûn 23/75)
وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ
“Ve inne RABBeke le huve’l- azîzu’r- rahîm (rahîme).: Şüphesiz, senin RABBin, gerçekten O, üstün ve güçlüdür, MERHAMEt Sâhibidir.” (Şu’arâ 26/9)
ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
“Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bi’l- merham e(MERHAMEti).: Bir de, imân edenlerden, birbirlerine sabrı, sabırla mücâdeleye devamı tavsiye edenlerden, birbirlerine MERHAMEtli davranmayı öğütleyenlerden olmaktır.” (Beled 90/17)
RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’de ADALEt ve MERHAMEt.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “(Herhangi bir konuda) hakemlik yaptığınız zaman ÂDiL OLun.” buyurmuştur.
(Taberanî, el-Mu’cemu’l-evsat, IV, 40-41)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Devlet Otoritesi en büyük hâmidir(koruyucudur). Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yâni hukuk yoluyla) mücâdele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şâyet bu otoriteyi kullananlar, ALLAH’tan sakınmayı emreder ve ADALETle hükmederlerse bu yaptıklarından sevâb kazanırlar.Bunun aksine davranırlarsa (vebâlini) çekerler.” buyurmuştur.
(Müslim, İmâre,43)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yönettikleri insanlara, âilelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı ADALETli davrananlar, ALLAH Katında, RAHMÂN’ın Yanında NÛRdan Minberler üzerinde ağırlanacaklardır!.” buyurmuştur.
(Nesaî, Adabu'l-kudat, 1)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Verdiği hükümlerde, Âilesinin ve Halkın Yönetiminde ADALETli davranan Yöneticiler, Kıyamet Gününde ALLAH TeALÂ’nın Yanında NÛRdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar!.” buyurmuştur.
(Müslim, İmâre 18)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CeNNetlikler üç gruptur. Bunlar.:
1-) ÂDİL ve başarılı Devlet Başkanı,
2-) Yakınlarına ve Müslümanlara karşı MERHAMETli ve yufka yürekli olan Kişi,
3-) Âilesi kalabalık olduğu halde HARAM kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen Adamdır.” buyurmuştur.
(Müslim, Cennet 63)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, gündüzleri oruç tutup geceyi ibâdetle ihyâya çalışan -bu sebeb Abdullah b. Amr'a.:
“Abdullah! Duyduğuma göre gündüz oruç tutup gece ibâdet ediyormuşsun. Böyle yapma!, Bedeninin, Gözlerinin ve HANIMının senin üzerinde HAKLarı vardır. Oruç tutabilirsin, ama bâzen de oruç tutma! Her aydan üç gün tutarsan hep oruç tutmuş gibi olursun!.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, XI, 448; Müslim, Sahih, II, 817.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Serçe ve daha küçük şeyleri boş yere öldürenler mutlaka bunun hesabını ALLAH’a verecekler.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd et-Tayalisî, Müsned, IV, 37; Abdurrezzâk, Musannef, IV, 450; Nesaî, Sünen, VII, 206.)
İmâm Ali kerremallahu vechehu.:“Size Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den bir hadîs, bir söz ve bir durum rivâyet edildiğinde, ALLAH Rasûlü’nün Hidâyet, Salâh ve Takvâ itibârıyla bundan daha üstün ve daha ötede olduğunu bilin!.”buyurmuştur. (İ. Ahmed, Müsned, I, 122)
HeR YeR HeR ÂN HeR HÂLde HUu!
=>SIRR-ı SAVM'ım->KEMÂLde HUu!
=>TÛBÂ=>TEVHiD->KuL İHVÂNİ’m,
CÂNda=>CÂNÂN=->CEMÂLde HUu!.
VAKt.: (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. * Boş zaman. * Geçim. * Fırsat. * Muayyen, belli bir zaman.. NAKt.: (c: Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek.. AKt.: Anlaşma. Sözleşme. * Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.. SAVM.:ORUC. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.. İFTAR.:ORUC açmak. ORUC açılırken yenen yemek.. SAHuR.: Temcid yemeği. Ramazan'da şafaktan önce yenen yemek.. İMSAk.: Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * ORUCa başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen şeylerden (ORUCu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.. Lî-VECHİLLAH.: Sâdece ALLAH celle celâlihu Rızası için İŞ YAPmak.. Mİ’RÂC.: Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenâb-ı HAKk'ın Huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.. RUCÛ.: Geri dönme, vazgeçme, cayma. Sözünden dönme.. ÜRUC.: Yukarı çıkmak. Yükselmek. KIRBA.: (c.: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı..
أَيَّامًا مَّعْدُودَاتٍ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ وَأَن تَصُومُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ “Eyyâmen ma’dûdât (ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskin (miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh (lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: (Farz kılınan ORUC) sayılı günlerdir. Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o takdirde (tutamadığı günlerin sayısı), diğer (başka) günlerden (ORUC tutarak) tamamlanır. (İhtiyarlıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (ORUÇ tutmaya) güç yetiremeyenlerin, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye vermesi (gerekir). Artık kim isteyerek (gönülden) bir hayır yaparsa (ORUCunu veya fidyeyi artırırsa),işte o, kendisi için bir hayırdır. ORUC tutmak sizi için daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz.”(Bakara 2/184)
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Şehru ramadânellezî unzile fîhil’- Kur’ÂNu huden li’n- nâsi ve beyyinâtin minel’- hudâ vel’- furkân (furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel’- yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumul’- yusra ve lâ yurîdu bikumul’- usra, ve li tukmilûl’- iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ramazan Ayı ki, insanlar için hidâyete erdirici (hidâyete erme, ALLAH'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ÂN, Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, ORUC tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o takdirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (ORUC tutarak) tamamlanır. ALLAH sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidâyet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) ALLAH'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.”(Bakara 2/185)
أُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ إِلَى نِسَآئِكُمْ هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ لَّهُنَّ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ كُنتُمْ تَخْتانُونَ أَنفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنكُمْ فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُواْ مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ وَكُلُواْ وَاشْرَبُواْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الأَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ أَتِمُّواْ الصِّيَامَ إِلَى الَّليْلِ وَلاَ تُبَاشِرُوهُنَّ وَأَنتُمْ عَاكِفُونَ فِي الْمَسَاجِدِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Uhılle lekum leylete’s- SIYÂMir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun (lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel’- âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul’- haytul’- ebyadu minel’- haytıl’- esvedi minel’- fecri, summe etimmus SIYÂMe ilel’- leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl’- mesâcid (mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî li’n- nâsi leallehum yettekûn (yettekûne).:ORUC gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz. ALLAH, sizin nefslerinize ihanet ettiğinizi bildi. Bunun üzerine tövbelerinizi kabul etti ve sizi affetti. Şimdi artık onlara (eşlerinize) yaklaşın ve ALLAH'ın sizin için yazdığı (takdir ettiği) şeyleri isteyin. Fecr vaktinde beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye (size belli oluncaya, gündüzün aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yeyin ve için. Sonra ORUCu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikâfta iseniz onlarla (kadınlarınızla) mübaşeret etmeyin. Bu ALLAH'ın Hudududur (yasaklarıdır). Artık ona (yasaklara) yaklaşmayın. ALLAH, Âyetlerini insanlara işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece onlar takvâ sâhibi olurlar.”(Bakara 2/187)
وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Ve etimmûl’- hacce vel’- umrete lillâh (lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera minel’- hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yeblugal’- hedyu mahilleh (mahillehu), fe men kâne minkum marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min SIYÂMin ev sadakatin ev nusuk (nusukin) fe izâ emintum, fe men temettea bil’- umreti ilel’- haccı fe mesteysera minel’- hedyi, fe men lem yecid fe SIYÂMu selâseti eyyâmin fîl’- haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh(kâmiletun), zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırıl’- mescidil’- harâm (harâmi), vettekûllâhe va’lemû ennellâhe şedîdul’- ikâb (ikâbi).: Hac ve Umreyi ALLAH için tamamlayın. Fakat eğer (elde olmayan bir nedenle) alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen kurbandan (gönderin). Kurban (kesim) yerine ulaşıncaya kadar da başlarınızı traş etmeyin. Fakat sizden hasta olan veya başından bir ezâsı olan (ve bundan dolayı kurban yerine varmadan önce traı olmak zorunda kalan) kimsenin bu durumda, ORUCtan, sadakadan veya kurbandan (biriyle) fidye vermesi(gerekir). Artık emîn olduğunuzda (güvene kavuştuğunuzda) o zaman kim, hac (zamanına) kadar umreden faydalanırsa, o takdirde kolayına gelen kurbandan (keser). Fakat kim bunu bulamazsa, o zaman üç gün hacta, (evinize) döndüğünüz zaman da yedi (gün) ORUC tutması gerekir ki bunların tamamı on (gündür). Bu, ailesi Mescid-i Haram'da hazır olmayan (oturmayan) kimseler içindir.Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun.Ve ALLAH'ın ikabının (cezâsının) şiddetli olduğunu bilin!”(Bakara 2/196)
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلاَّ خَطَئًا وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَئًا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا “Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ (hataen), ve men katele mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû. Fe in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin). Ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh (mu’minetin), fe men lem yecid fe SIYÂMu şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh (minallâhi). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ (hakîmen).: Ve bir mü'minin, bir mü'mini öldürmesi, “hata ile olması hariç” olamaz (caiz değildir) ve kim bir mü'mini bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü'min köle azâd etmesi ve ölenin ailesine bir diyet teslim edilmiş olması gerekir, ancak onların, (o diyeti) sadaka olarak bağışlamaları hariç. Fakat o (hata ile öldüren) eğer, size düşman bir kavimden olup ve o mü'minse, o takdirde, bir mü'min köle azâd etmesi gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir kavimden ise o zaman ölenin âilesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü'min köle azad etmesi gerekir. Fakat (bunları) yapmaya imkân bulamayan kimse ise, o takdirde tövbesinin ALLAH tarafından kabulu için, ardarda iki ay ORUC tutsun .Ve ALLAH, en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.”(Nisâ 4/92)
لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Lâ yuâhizukumullâhu bil’- lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul’- eymân (eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh (rakabetin) fe men lem yecid fe SIYÂMu selâseti eyyâm (eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn (teşkurûne).: ALLAH sizi, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat, akid yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Artık onun kefâreti (cezâsı), ev halkınıza yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu yedirmeniz veya onları giydirmeniz ya da bir köle azad etmenizdir. Fakat kim bunları bulamazsa, o takdirde üç gün ORUC tutsun.İşte bu, yeminlerinizi bozduğunuz zaman onların (yeminlerinizin) kefâretidir. Ve yeminlerinizi koruyun (onları bozmaktan sakının). ALLAH, âyetlerini size işte böyle açıklıyor, umulur ki böylece siz şükredersiniz.”(Mâide 5/89)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum hûrûm (hûrûmun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele min en neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâligal’- ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike SİYÂMen li yezûka vebâle emrih (emrihî) afâllâhu amma selef (selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minh (minhu) vallâhu azîzun zûntikâm (zûntikâmin).: Ey îmân edenler! Siz ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. Ve sizden kim kasten (bilerek) onu öldürürse, o zaman kendisine öldürdüğünün dengi bir hayvanın cezâsı vardır ki, (bunun öldürülen hayvanın dengi olduğuna dair) içinizden, âdil iki kimse takdir edip karar verir. Kâbe'ye ulaşacak (Kâbe'ye götürülüp orada kesilecek) bir kurban veya yoksulları yedirme şeklinde bir kefâret, ya da buna denk bir ORUCtur ki bu, böylece o yaptığı işin vebalini tatması içindir. ALLAH, geçmiştekileri (işlenen bu tür cürümleri) bağışladı. Kim dönüp de (bir daha) böyle yaparsa, o takdirde ALLAH ondan intikam alır. ALLAH Azîz'dir, İntikam Sâhibidir.”(Mâide 5/95)
التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدونَ الآمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّهِ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ “Et tâibûnel’- âbidûnel’- hâmidûne’s- sâihûne’r- râkiûnes sâcidûnel’- âmirûne bil’- ma’rûfi ven nâhûne anil’- munkeri vel’- hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril’- mu’minîn (mu’minîne).: Tövbe edenleri, (ALLAH'a) kul olanları, hamdedenleri, ORUC tutanları veya seyahat edenleri (ALLAH yolunda hicret edenleri, savaşmak için veya ALLAH'ın adını yüceltmek, dînini kuvvetlendirmek için, ALLAH YoLunda hizmet için, ilim tahsil etmek için yurtlarından çıkanları, ALLAH'a ulaştırmak için ruhlarını yola çıkaranları, yeryüzünde ibretle gezip tefekkür edenleri); rükû ve secde edenleri, ma'rufla emredenleri, münkerden nehyedenleri (yasaklayanları), ALLAH'ın hudutlarını muhafaza edenleri ve mü'minleri müjdele!”(Tevbe 9/112)
فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا “Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne minel’- beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni SAVMen fe len ukellimel’- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, RAHMÂN'a (konuşmama) ORUCu nezrettim (adadım). Bu sebeble bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”(Meryem 19/26)
إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا “İnnel’- muslimîne vel’- muslimâti vel’- mu’minîne vel’- mu’minâti vel’- kânitîne vel’- kânitâti ve’s- sâdikîne ve’s- sâdikâti ve’s- sâbirîne ve’s- sâbirâti vel’- hâşiîne vel’- hâşiâti vel’- mutesaddikîne vel’- mutesaddikâti ve’s- SÂİMîne ve’s- SÂİMâti vel’- hâfızîne furûcehum vel’- hâfızâti ve’z- zâkirînallâhe kesîren ve’z- zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ (azîmen).: Gerçekten İslâm olan (ALLAH'a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, ORUC tutan erkekler ve ORUC tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve ALLAH'ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! ALLAH, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.”(Ahzâb 33/35)
فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِن قَبْلِ أَن يَتَمَاسَّا فَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Fe men lem yecid fe SİYÂMu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ (miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih (resûlihî), ve tilke hudûdullâh (hudûdullâhi), ve lil’- kâfirîne azâbun elîm (elîmun).: Artık kim (azâd edecek köle veya câriye) bulamazsa, o takdirde (eşlerine) temas etmeden önce iki ay devamlı (ardarda) ORUC tutsun. Fakat kimin (ORUCa) gücü yetmezse, o zaman altmış miskini (çalışmaktan aciz, yaşlı kimseyi) doyursun. İşte bu, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne îmân ettiğiniz içindir. Ve bu, ALLAH'ın Hudududur ve kâfirler için elîm azap vardır.”(Mücâdele 58/4)
عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهُ أَزْوَاجًا خَيْرًا مِّنكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَارًا “Asâ rabbuhû in tallakakunne en yubdilehû ezvâcen hayren min kunne muslimâtin mû’minâtin kânitâtin tâibâtin âbidâtin SÂİHÂtin seyyibâtin ve ebkârâ (ebkâren).: Eğer (o) sizi boşarsa, onun RABBinin, onun için sizin yerinize, sizden daha hayırlı olan müslüman (ALLAH'a teslim olmuş) kadınlar, mü'min kadınlar, kanitin olan kadınlar, tövbe eden kadınlar, kul olan kadınlar, ORUC tutan kadınlar, dul ve bakire olan kadınlardan zevceler (eşler) ile değiştirmesi umulur.”(Tahrîm 66/5)
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ “İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l- kadr (kadri). Ve mâ edrâke mâ leyletu’l- kadr (kadri). Leyletu’l- kadri hayrun min elfi şehr (şehrin). Tenezzelul’- melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin. Selâmun, hiye hattâ matlaıl’- fecr (fecri)..: Muhakkak ki BİZ, O'nu (KUR’ÂN'ı) Kadir Gecesi'nde BİZ indirdik. Ve Kadir Gece'sinin ne olduğunu Sana bildiren nedir? Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve RûH, onda (o gecede) RABB'lerinin İzniyle herbir emir için inerler. O (gece), fecrin doğuşuna kadar selâmdır (selâmettir).”(Kadr 97/1-5)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ORUClunun rahatlayacağı iki SEVinç ÂNı vardır =>Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de =>ORUCunun sevâbıyla RABBi’ne kavuştuğu ÂNdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163.).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH Rızâsı için bir gün ORUC tutan kimseyi ALLAH TeÂLÂ, bu bir günlük ORUC sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” buyurmuştur. (Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168.).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hiçbiriniz, ORUClu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa.: “Ben ORUCluyum!.” desin.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 9).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını ALLAH’tan bekleyerek Ramazan ORUCunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 28, Savm 6).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terketmezse, ALLAH o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına kıymet vermez.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 8, Edeb 51).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden biriniz bir-iki gün öncesinden ORUC tutarak Ramazan’ı karşılamaya kalkmasın. Ancak belli günlerde ORUC tutmayı âdet edinmiş olan kimse, o gün ORUCunu tutsun.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 5, 14; Müslim, Sıyâm 21).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nice ORUC tutanlar vardır ki, ORUCundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar vardır ki, namazlarından kendilerine kalan yalnız uykusuzluktur.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ramazan hilâlini görünce ORUC tutunuz. Şevvâl Hilâlini görünce de ORUCa son veriniz. Ramazan’ın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa, Şâban’ı otuza tamamlayınız.” buyurmuştur. (Buhârî, Savm 11).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ORUC tutunuz ki, (madden ve mânen) sıhhat bulasınız!” buyurmuştur. (Heysemî, 203 III, 179).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min öldüğü zaman, namazı baş ucunda, zekâtı sağında, ORUCu solunda bulur.” buyurmuştur. (Heysemî, III, 51).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAHumme leke sumtu ve bike amentu ve aleyke tevekkeltu veala rizkuke eftertu.:ALLAH’ım!. SENİN rızân için ORUC tuttum. SANA inandım. SANA güvendim. SENİN rızkınla ORUCumu açıyorum.”buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Savm, 22)
Abdullah İbni Ömer Radiyallahu anhu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in iftar ettikten sonra şöyle dediğini haber vermektedir.: “Susuzluk gitti, damarlar serinledi ve inşallah sevâb da gerçekleşti. ALLAHIm! Sadece SENİN rızan için ORUCtuttum ve SENİN verdiğin rızıkla ORUCumu açtım. ”buyurmuştur. (Ebû Dâvud, Savm, 22)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ORUClu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse onun yemesini içmesini terk etmesine ALLAH’ın hiçbir ihtiyacı yoktur.”buyurmuştur. (Buharî, Savm, 8.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ramazan Ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. ”buyurmuştur. (Müslim, Sıyam 2, (1079))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHım Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle bizi Ramazana ulaştır. ”buyurmuştur. (Taberanî, el Mu’cemul Evsat, IV, 189)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mübarek Ramazan Ayı size geldi. Yüce ALLAH’ta bu ayda size ORUC tutmayı FARZ kıldı. Bu ayda semâ(cennet) kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.”buyurmuştur. (Nesaî, Sıyam,5)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim inanarak ve sevâbını ALLAHtan umarak Ramazan ORUCunu tutarsa geçmiş günahları affolunur.”buyurmuştur. (Buharî, İman, 28)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile Cuma, bir sonraki cumaya kadar ve Ramazan diğer Ramazan’a kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”buyurmuştur. (Müslim, Taharet, 16)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “"Kim bir ORUCluya iftar ettirirse, kendisine onun sevâbı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple ORUClunun sevâbından hiçbir eksilme olmaz.”buyurmuştur. (Tirmizî, Savm, 82)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına ALLAH’ın ihtiyacı yoktur.”buyurmuştur. (Buharî, Savm, 8.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ORUC bir kalkandır. ORUClu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkarsa, iki defa, ‘ben ORUCuyum’ desin.”buyurmuştur. (Buharî, Savm, 2)
[/b]
وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ “Ve lev besetallâhu’r- rızka li ibâdihî le begav fî’l- ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr (basîrun).: ALLAH kullara rızkı ve serveti bol bol verseydi, kesinlikle yeryüzünde AZARLardı, kural tanımamaya, haksızlığa başlarlardı. Fakat O, rızkı, bir hesap, bir plan dahilinde, SüNNetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olduğu ölçüde düzenli olarak indiriyor. O kullarının gizli açık her halinden haberdârdır, onları biliyor, görüyor.”(Şûrâ 42/27)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Yâ eyyuhe’n- nâsu entumu’l- fukarâu ilâllâhi, vallâhu huve’l- ganiyyu’l- hamîd (hamîdu).: Ey insanlar! Sizler, ALLAH'a muhtaç fâkirlersiniz. Ve ALLAH ki, O; GANÎ'dir (zengin, ihtiyacı olmayan), HAMÎD'dir (hamdedilen).”(Fâtır 35/15)
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ “Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn (dâhırîne).: Ve RABBimiz, şöyle buyurdu: "Bana DUÂ ediniz ki size icabet edeyim. BANA kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelîl olarak CeheNNeme girecekler."(Mü’min 40/60)
هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Huve’l- hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehu’d- dîn (dîne), el hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: O, HAYy'dır (hayatta olan). O'ndan başka İLÂH yoktur. Öyleyse dîni O'na hâlis kılarak (ALLAH'a) DUÂ edin. Hamd =>Âlemlerin RABBi ALLAH'a mahsustur.”(Hümeze 104/1-3) (Mü’min 40/65)
كَلَّا إِنَّ الْإِنسَانَ لَيَطْغَى
أَن رَّآهُ اسْتَغْنَى “Kellâ inne’l- insâne le yatgâ. En reâhustagnâ.: Hayır, muhakkak ki insan gerçekten AZGINLık yapar. Kendini müstağni görmesi (ALLAH'a ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanması) sebebiyle.” (Alâk 96/6-7)
وَيْلٌ لِّكُلِّ هُمَزَةٍ لُّمَزَةٍ
الَّذِي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ
يَحْسَبُ أَنَّ مَالَهُ أَخْلَدَهُ “Veylun li kulli humezetin lumezeh (lumezetin). Ellezî cemea mâlen ve addedeh (addedehu). Yahsebu enne mâlehû ahledeh (ahledehu).: Arkadan çekiştirmeyi ve kaş-gözle alay etmeyi alışkanlık haline getirenlerin hepsinin vay haline! O ki, malı toplardı ve onu, tekrar tekrar sayardı. Malının kendisini ebedî yaşatacağını, ebedileştirdiğini sananların vay hâline!”(Hümeze 104/1-3)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kabul edileceğine inanarak ALLAH’a DUÂ ediniz. Şunu bilin ki ALLAH, gafil bir kalble yapılan DUÂyı kabul etmez.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 65.)
“KULLuk OYUNU”na İNANmak,
ACı GERÇEk->GERÇEk SANmak, HAKk’a İMÂN==>AKıLCENNEti, AKıLCEHEHENNEMi= >YANmak!.
FİYAt bAŞKa=>DEĞER bAŞKa,
MİLLEt==>DEĞER YARGISıdır!. İHVÂNİm=->DÜŞMEden AŞKa,
BOŞ LAF==>AKıL SARGISIdıR!.
İmâm ALi kerremallahu vechehu.:“İnsÂNı =>Şeref ve İzzet Sâhibi yapan üç şey vardır. Bunlar =>AKIL, DİN ve İLİMdir.”buyurmuştur. (Maverdî, Edebü’d-Din ve’d-Dünyâ, s. 4, 11)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Kişiyi ayakta tutan aklıdır. AKLı olmayanın dini de yoktur.”buyurmuştur. (Câmiü’s-Sağir, 4: 528 (H. No:6159)
وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ “Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev nA'KILu mâ kunnâ fî ashâbi’s saîr (saîri).: Ve: “Eğer biz işitmiş veya AKIL etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.”dediler.”(Mülk 67/10)
“KULLuk OYUNU”na İNANmak,
ACı GERÇEk->GERÇEk SANmak, HAKk’a İMÂN==>AKıLCENNEti, AKıLCEHEHENNEMi= >YANmak!.
FİYAt bAŞKa=>DEĞER bAŞKa,
MİLLEt==>DEĞER YARGISıdır!. İHVÂNİm=->DÜŞMEden AŞKa,
BOŞ LAF==>AKıL SARGISIdıR!.
İmâm ALi kerremallahu vechehu.:“İnsÂNı =>Şeref ve İzzet Sâhibi yapan üç şey vardır. Bunlar =>AKIL, DİN ve İLİMdir.”buyurmuştur. (Maverdî, Edebü’d-Din ve’d-Dünyâ, s. 4, 11)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Kişiyi ayakta tutan aklıdır. AKLı olmayanın dini de yoktur.”buyurmuştur. (Câmiü’s-Sağir, 4: 528 (H. No:6159)
وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ “Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev nA'KILu mâ kunnâ fî ashâbi’s saîr (saîri).: Ve: “Eğer biz işitmiş veya AKIL etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.”dediler.”(Mülk 67/10)