Rasûlullah Efendimiz Nebîlik =>Cesed-i Muâllâlarına aittir. Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur. Evveli de “O” dur sonu da.
Rasûl =>ALLAH’ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi Cesedlerinden Rûh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik =>Vilâyet Makamı ile kalır.
Vilâyet Makamı =>Nebîlikten yüksektir.
Bu Vilâyet Makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu “Velî” denilen şey.
Bu Vilâyet Makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir “Gavs” bulunur her devirde.
Gavs!..
Gavs demek. Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, ALLAH’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
ALLAH’ın Nazarı. Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon Adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır. Belli değil..
Yalnız bu ZÂT =>Kürre-yi Şimâlindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir..
Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında meselâ şimdi.
Sol tarafında, Nazarı ->Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdu’l-Melik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdu’l-Melik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdu’r-Rab denilen nazarı ->Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır. Abdu’r-Rab o da.
Nazarı Âlem-i Mülke olan Abdu’l-Melik ->Abdu’r-Rab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.
(M.D.Hocama bir hanım sormakta).: “Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?.”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavs’un yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu Makam =>bâzen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
=>Bâzen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimâl de ->Abdulmelik,
Cenubde ->Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta ->Abdulhayy,
Garbde ->Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara “Evtad” denilir. Dörtler-Direkler.
Bu Evtad’ların yerleri mâlumdur, bâzen yerleri değişir.
Rûhen =>Kâbe’de dâimâ müctemi’dirler.
Bâzen de ceseden toplanırlar.
Her asırda bir GAVS vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin NÂİBi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu DÖRTLER her zaman Mekke’de mânen toplanırlar.
Bâzen de Cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların EMİRlerini Kırklar ->Mülk Âleminde görürler.
KIRKLARın müşkülleri olursa, YEDİLER hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır..
Birde ÜÇLER vardır.
Bunlar ÜMMÎdirler.
Manevî Ziynet gibidirler.
HAKk’ın onlara teberrüken dâimâ ->Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmazlar..
ÜÇYÜZLER vardır, seyyar-gezerler.
ÜÇBİNLER vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve Ubidiyetlerinin mükafâtı olarak =>VELÎ Makamındadırlar. Yâni meselâ burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefâreti yoktur.
Teberrüken Fillandiya Sefâreti gibi o makama otururlar orada.
Bir de “Meczûb Mecnûnlar” vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyilmez,
Sohbet de edilmez..
Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın Rûhanîyetinin Velî’ye etmişlerdir.
Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, Efendim maddî!...
Kim verdi bu Emri?. Göster O Emrin yerini.
Maddî-Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idâre ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..
VELÎLER vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l- ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı Vâsi ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin Himâyesi.
Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek tâze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veyâ hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise, sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne ALLAH’ın belâsı şey!.”i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya Hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ ALLAH her yerde hazır ve nazırdır. Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar Tabîi Olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veyâ umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir sûretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâimâ uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veyâ bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâimâ güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz!
Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir. Mekandan sıyrılır gideriz lâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz. Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır. O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri Maddî Sıhhat, diğeri Mânevî Sevgi ve Ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde davranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...
Muâllâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek. Vilâyet.: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet. Gavs.: Çağırma. Nidâ. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb) Teveccüh.: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka. Makam.: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab Müteveccih.: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifât üzere olmak. * Pir-i fâni olmak. Kürre-yi Şimâl.: Kuzey yarım küre. Müstakil.: Kendini idâre edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız. Meleküt.: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı. Efdal.: (Fazl. c.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler. Evtad.: (Veted. c.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim. Müctemi.: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi. Nâib.: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen. Ümmî.: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.) Alâkadâr.: Alâkalı, münâsebetdar. Tâat.: İbadet etmek. ALLAH'ın (celle celâlihu) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek. Ubidiyyet.: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip ALLAH'a itaat etmek. ALLAH'a teslim olup, Kur'ÂN ve Peygamber (aleyhisselâm) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak Teberrüken.: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek. İnd-i İlahî.: ALLAH'ın indinde. ALLAH'ın nazarında. Vasi.: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH celle celâlihu.. Arz-ı vasi.: Genişçe yer. Kabz.: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk. Âye.: Avuç içi. Muzır.: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan. Suâl.: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik. Gıbta.: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme. Muamele.: (c.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş. Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış. Lâ-mekan.: Mekansız. Nisab.: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had. Tekâmül.: Kemâl bulma. Olgunlaşma.
Bu gelişimde Ankara'da kendi varlıklarını lâikiyle bilmemişler gördüm.
Suâl soruyor da..
Belki anlayamayacaksınız bazı yerlerini çünkü onun suâline...
İrşad Makamına daha ayak basmâmış, kendilerine Meşâyih süsü vererek etrafına mürid toplamış, İrşâd Dâvasında bulunurlar.
Müridleri vardır.
Bir diğerine.: "Sultanım!.” veyâ “Efendi Hazretleri!" hitâbıyla kendilerini Dünya Halkına VeLî tanıtırlar. "Biz Mârifet EhLiyiz!." derler!.
Evliyâ Sözlerini, Tasavvufî Cümleleri satan Tellâllara rastladık.
"Sin", "Lâm" yazın. "Tın" yazın. "Elif" yazın. "Nun" yazın!. Bunu okuyun.
"SuLTÂN" değil mi?.
Bu "Sîn"in mukabili =>"Yâ-Sîn" dir. "Yâ! Sîn!" dir.
Ondan sonra "Lâm" geliyor. =>"Elif Lâm."
Tı =>"Tâ-Hâ" ve "Ta", "Mim", "Sin.."
Aynı zamanda Nun =>Nûr Sûresi anlaşıldı mı?
Onlar SuLTÂNın mânâsını verirler.
Arapça da SuLTÂN =>Kur'ÂN Dilinde "BurhÂN" demektir. "Delil" mânâsı demektir.
Bir diğerine: "SuLTÂNım!" veyâ "Efendi Hazretleri!" hitâbıyla kendilerini dünya halkına VeLî tanıtırlar.
"Biz Mârifet Ehliyiz!." derler. Evliyâ Sözlerini ve Tasavvufî Cümleleri satan Tellâllara rastladık.
Mârifet =>İlimdir. Bu ilimle =>RABBı'yla arasındaki perdeyi kaldırmaya yarar.
Mârifet Sâhibi her şeyin sıfatını görür. =>Hakikatini göremez.
Sıfatların Tevhidi =>Mârifettir.
Bu Tevhidi bilmekle VeLî olmuş olmazsın. =>Hakikati göremezsin.
Eğer Eşyânın Zâhirini gören “VeLî” olsaydı, hiç kimse azâba müstahak olmazdı.
Mârifet Sâhibi bile =>Hayır Sâhibi değildir!.
Herifi uçuyor görürsün ilâ-nihaye!..
Hatta Yediler, Yediler başka..
Kırklar, Üçyüzler =>Vilâyet Sâhibi değildir. Vilâyet Sâhibi değildir.
Bu Mürşidler Vilâyet Makamına ayak basmış olsaydı =>İrşâd Da’vâsında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında azîz bilip ve HAKk Katından uzak olmazlardı.
Kendilerini “VeLî” tanırlar bunlar. Rasûlullah, âhrete intikal eder etmez Nübüvvet =>ALLAH'ın İzniyle Vilâyete tebeddül olundu.
Nübüvetün Hükmü tamam oldu. =>Vilâyet Devri ortaya çıktı. Rasûlullah Efendimizin RÛHÎ KUDRETİ =>Evliyâda zâhir oldu. Evliyâ =>Öyle kimselerdir ki bütün Âleme ve her şeye gizlidir. Her ilmi bilirler.
Dünya Halkı tasarrufun kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı Evliyâ, zamanında bilinmez.
Zâhirî Varlığı her ne kadar gizli değilse de =>Hakikî SIRRı gizlidir.
Bu gün Vilâyet Devri olduğu için Kudret Makamı =>Evliyânındır. Evliyâya sürülen =>Rasûlullah'ın Nübüvetidir.
Bugün bir bu VeLî'nin =>Bundan üç yüz sene evvel üç bin kilo yükü varsa bu gün otuz bin kilodur.
Çünkü âhrete, Kıyamete yakın ALLAH'ın sevmediği işler o kadar çok olacak ki Cenâb-ı ALLAH gazâb vermesin diye =>Rasûlullah'ın Ruhanîyeti müteessir olmasın diye =>VeLîler omuzlarının üzerine almışlardır.
Eskiden bir VeLî'yi kızdırmak için on sene uğraşacaksak bu gün üç yüz sene beklememiz lâzım. ALLAH bu derece Es-Sabûr Esmâsıyla tecellî ediyor.
Kavm-ü Lût iki mahalle idi, l500 kişi idi. Nûh'un Kavmi 2000 kişi idi. Musâ'nın 1200 kişi idi.
Bir anda Cenâb-ı ALLAH onları =>Hâk ile yeksân etti.
Kavm-i Lût'un otuz sene de yaptığını bu gün yarım saatte yapıyor Beşerîyyet. Adamlar!...
Çünkü =>Rahmetenlilâlemindir. Rahmet şu demektir.:
Şu elimize be her santimetrun murabba sahayı havanın bir kilo otuzüç gram te'sir eder.
Bir puan tuttuğumuz zaman nasıl şişer. Havayı ref' edin!.
Mizânda tutulur. Rahmette böyledir. Rasûlullah Efendimizin Cesed-i Mübarekleri Arzda iken RAHMETi hâlâ devam ediyor.
Âhirete yakın Kıyamete yakın.. hadis bu.
En son Mekke'de kopacak Kıyamet.
Beş dakika sonra da Medine'de. Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil Aleyhisselâm inecekler. Cesed-i Rasûlullah'ı aşağıya inip koparacaklar. O =>Onun şiddeti görmesin diye. Korkmasın diye.
Onun için Rasûlullah müteessir olmasın diye yukarı böyledir.
Dünya halkı da:
(Bir Hanım sormakta:) "Efendim ama bu dünyadan hayatından başka, başka bir dünya daha olabilir mi? Başka bir Âlem daha olabilir mi?"
Halkın arasında gizli yürüyenler vardır. HAKk'tan başka onları kimse bilmez.
Bunlara =>Eşyânın Sıfatları da perde olmaz.
Onlar gizli bir şey =>onlara gizli bir şey yoktur.
Dilerlerse bir anda =>Şarktan garba varırlar.
Bunlara "EHLULLAH" derler. "Benim Ümmetimin Âlimleri Ben-i İsrail peygamberleri gibidir." Hadis-i Şerîf.
Buradaki Âlimlerden maksad =>Evliyâlardır. Nübüvvet Makamına =>Bu dünyada Evliyâdan başkasının erişmesine imkan yoktur.
Hatta Vilâyet ve Nübüvvetin ikisi de bir NÛRdur.
O NÛRun, VeLînin varlığından vücudundan doğup çıkınca buna =>"VİLÂYET" denir. Nebînin Varlığından çıkarsa buna da =>"NÜBÜVVET" denir.
Bu NÛRun açıklanması =>Enbiyâya farzdır. Peygamberlere. Evliyâ'ya men' edilmiştir. Çünkü Nübüvvetlik-Peygamberlik iddia etmiş olur.
Onun için yasaktır. Derhal kâfir olur.
Her hâlin kendine has "ÖZü" ve "SÖZü" vardır. Konuşması belki birden bire anlaşılamaz.
Fakat konuşmalarında bir "HEYBET" sezilir.
Her VeLînin Kelâmı başkadır. Her biri Kendi MAKAMına göre konuşur.
İrşad ederler, ilme bürünmüştürler.
Affederler. Halkın ayıbını örterler.
Cefâya da bicamildirler.
Aslında ALLAH'tan gelen fakat zâhirde kullardan görünen hallere razı olurlar.
Bunlar aşikâr olsalardı.
Halka da eziyet addetmiş olsalardı hakkında çekişmeye ve muharabeye girişmiş olurlardı.
Onların bu gizlenmesi HAKk Tarafından halka bir merhamettir.
Halka belli olan bir VeLî ancak zâhirdeki ilmiyle belli olur. Vilâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Her VeLîyi gizleyen bir çok perdeler vardır. Perdeler çeşitlidir.
Herkes VeLîyi anlayamaz. Birçokları inanmaz, mu'teriz kalır.
Bu da bir =>SIRRdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi.
Yalan isnad edenlere de karşı sabır halinden alacağı ecri bulamayacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zamanda HAKk'a şükredemeyecekti.
Onun için İMÂN iki türlüdür.:
=>Birisi SABIR.
=>Bir diğeri ŞÜKÜR.
Bu günün Ulemâ ve Mürşidlerinin ağzında bir TASAVVUF Kelimesi gidip durur.
Tasavvufun Özü vardır, Hakikati vardır. Fakat ağızda dolaşan ismi yoktur.
Bu gün ise, yalnız sadece ismi var. Özü kalmadı, Hakikati de yoktur.
Tasavvuf Yazıları, Kitapları =>O VeLînin yaşadığı HÂLdir.
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise,
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise onun adına "VELÎ" derler. Bu kadar!...
İçi dışı aynı olursa ona da "ÂLİM" derler.
Bir kimsenin dışı içinden kıymetli olursa ona da "CÂHİL" Tabakası derler.
Sana dâima, size dâima söyledik, yazdık, imâ ettik.
Fakat sen bildiğin gibi gidersin, her şeyin dibini öğrenmek sevdâsındasın. Yoksa bir lâhzada iş biter!
Fakat aslında kaybettiğini söyleyip, başka bir kağıda yazılmış yazanın el yazısı bile, değil. O'nun =>Ricâ ve Selâmını aldık O'nun hatırı içindir.
Hatırı zamanında neredeyse akıp gidiyor. Her şeyin sonu vardır.
Onun için bedâstan laflarından uzaklaş oğlum! "Maddî Planda çalışanlar, Mânâ Makamlarının sözlerine ve adamlarına da muhtaçtır."
Bu son cümleyi yurdumuz kaybettiğinden bu günkü duruma düştük.
Gördüğüne, işittiğine inan!. Hükmünü sonra kendin bil ve de bul!.
Sofrada kalktıktan sonra dökülen ekmek parçalarını, düşen pirinç tanelerini yiyenin gözü açılır.
Bu laf =>On ciltlik Kitâbın ÖZÜdür.
Böyle olursan gezdiğin yerlerdeki ağaçlar, kurtlar, taşlar ve hayvanlar seninle konuşup söyleşirler.
Bu sözleri söyleyecek kimse kalmadı. Yerlerini de dolduracak da yok.
Kütüphaneler kırk senedir kapalı. Kitapları okuyacak da yok.
Başka yazı, başka lisân, başka zihniyet.
Daha seninle bile mektubu bile yazamıyoruz birbirimize eski Türkçe.
Ben sağdan yazarım. =>Sen soldan başlarsın. "Muhterem Efendim!"
"Sayın, Bay, Good!"
Memleketimizde elli, kırk senelik nesil =>Bit Pazarından toplanmış uydurma kelimelerle Câhiliyet Lisanı kuruldu.
Amma bir bakıma iyi oldu. Belli olacaklar ortaya bütün üryânlığıyla çıktı!.
Akşemseddin Hazretlerinin Babası =>Şeyh Hamza adında kerâmetleri olan bir zâttır.
Şeyh Hamza, Akşemseddin yedi yaşında iken ALLAH'ın Emri ile Amasya'ya gelip yerleşti.
Kavak Mahallesinde. Hâlen kabirleri ordadır.
Şeyhü'l Hamza âhirete intikal edip kabre konduğu gece Sırtan Kurdu adındaki bir canavar kabrini açar. Cesedini yemek ister.
Şeyh elini çıkartır. O canavarın boğazından sıkar öldürür.
Ertesi sabah halk ziyârete geldiğinde merhumun elini dışarıda görürler. Herkes hayret içindedir.
O anda kalb gözüaçık olan Ârif bir Zât da orada bulunur.
Zikredilen Zât.: "Kurdu tuttuğundan meyyitin elinin yıkanması gerekir!." der.
Ve yıkarlar. Hakikaten de eli içine çekilir.
O zamandan beri Merhuma =>"Kurtboğan Şeyh" derler.
Şimdi o diyârda bu adla anılır. Şeyh Hamza'yı tanımazlar.
Bu hikayede ne var? Ara bul!..
İşte bu günün Menkibesi.
Elinin yıkanması gerektiğini bilecek, o kadar Ulemânın, Mürşidlerin arasında bir tek gölge bile yok maalesef.
Kiminle konuştu isen, hepsi kendi büyüklüğünü izhâr ve kabul ettirmek sevdâ ve gafletindedir.
Nakşibend Şeyhleri, Rifaî Halifeleri, bunların Müridleri, Mürşid diye bize tanıttırılan bey-namazlar. "Alevîyim!." diye geçinen, pos bıyıklı güsulsüz câhiller. "Ehl-i Beyti seviyorum!." diye Ehl-i Beyti rencide edip ALLAH'ın Rasûlu'nun Rûhunu ta'zib eden, dindâr görünen yerine göre kendine makam veren münâfıklar gördüm.
Aralarında Menfaat Kisvesine bürünerek onlara bilmeden tâ'zim ve hürmet eden, aklı ermediğinden küfr içerisinde olan, tamamıyla şirke düşmüş insanlar gördük.
Tantanalı laflarına kapılıp onların peşinde koşan temiz gençleri gördük.
Bir diyârda Mânevî Kalb hışır olur, küfür olur, münafık çoğalırsa o diyârın Zâhirî, Maddî, İradî Nizamı da düşmüştür.
Her türlü iş ehlinin gayrına tevdi' edilirse, Kıyamete intizâr edilmiş bir süre beklenip durmaktadır.
Kıyamet Âlâmetlerini saymaya hâcet yok!. Ne soruyorsun?. "Şu oldu, şöyle olacak!" diye laf etmeye de lüzum yok.
Bütün insanların kendileri teker teker bir nev'i Kıyamet Alâmetidir.
Artık maddeten ruhlara, bu âlemin alâmetleri intikal etmiştir.
İrşad.: Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veyâ sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'ÂNîye yolunda selâmetle devam ettirmek. ALLAH'a ibadet ve itaata kavuşturmak. VeLî bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. Ist.: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veyâ sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak.: Mürşid) Mürid: İrade eden, istiyen. Tarikata girmiş olan. Şeyhin veyâ mürşidin şakirdi, talebesi. Meşâyih.: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar. Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı. Burhan.: Bürhan. Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man.: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet. Tellâl: Dellâl. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Davet eden. İlâ nihaye.: Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder. Tebeddül.: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak.: Hudus) Nübüvet.: (Nebî. den) Peygamberlik, Nebî olmak, Nebîlik. ALLAH celle celâlihu'ın Emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak Müteessir.: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü. Sabûr.: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden. Tecellî.: Görünme. Bilinme. Kader. ALLAH celle celâlihu'ın Lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi. Hâk.: f. Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.
Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir..) Yeksan.: Beraber. Bir. Düz. Her zaman. Beşeriyet.: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Santimetrun murabba.: Santimete kare. Cm2 Te’sir.: Bir şeyde eser ve nişane bırakma. Vasıfları ve halleri değiştirme. İşleme, dokuma, iz bırakma. İçe işleme. Ref’.: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma. Mizan.: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. Fık.: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. Mat.: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama. Şark.: Doğu. Güneşin doğduğu taraf. Garb.: (c.: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı. Ben-i İsrail.: İsrâil oğulları. Yahudiler. Yahudi. HEYBET.: Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet. Âşikâr.: f. Belli, meydanda, açık. Bedihi. Addetmek.: Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek. Muharabe.: (c.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal. Mu’teriz.: İ’tiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden. İsnad.: Bir söz veyâ haberi birisine nisbet etmek. Peygamberimiz aleyhisselâm'in Sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. Bir nesneye, bir şeye dayanmak. Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek. İmâ.: İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret. Bedâstan.: f. Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı. Zihniyet.: Düşünce. Düşünce yolu. Anlayış. Kafa Üryân.: Çıplak. İntikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veyâ neticeyi anlamak. Meyyit.: (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş. Menkibe.: Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe. İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek Rencide.: f. İncinmiş, kırılmış. Ta’zib.: Azâb verme. Eziyet etme. Men eylemek. Kisve.: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet. Şirk.: En büyük günah olan ALLAH celle celâlihu'a ortak kabul etmek. ALLAH celle celâlihu'tan ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm) Tantana.: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı. İradî.: İrade ile alâkalı, iradeye dâir. Tevdi.: Emânet vermek, bırakmak. Misafirin vedâ etmesi. Giderken kalanlara.: "ALLAH'a ısmârladık" gibi vedâ etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi. Mutlaka terkedip bırakmak. İntizar.: (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek. Hâcet.: (c.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık. Nev’i.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı. Alâmet.: İz, nişân, işâret. İntikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veyâ neticeyi anlamak. Es Sabûru celle celâlihu.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mal çoğalıp, kapıdan taşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O derecede ki: Bir adam malının zekâtını çıkaracak, fakat onu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak. Hatta Arap toprağı / Arap yarımadası (ziraat, mera, bağ-bahçe ile) ırmakların aktığı yemyeşil bir hale dönmedikçe kıyamet kopmaz.” buyurdu. (Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den; Müslim, Zekât, 60; Ahmed b. Hanbel, 2/370, 417; Mecmau’z-Zevaid, 7/331)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN’ı öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. Ferâiz ilmini öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelmesi yakındır ki, iki kişi ferâize dâir bir mesele üzerinde tartışırlar da aralarında hüküm verip meseleyi hâlledecek bir ÂLiMi bulamazlar!.”buyurmuştur. (Heysemî, IV, 223).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Elbisenin nakışı silinip gittiği gibi İslâm da silinip gider. Hattâ oruç nedir, namaz nedir, hac ve umre nedir, sadaka nedir bilinmez. ALLAH TeÂLÂ’nın KİTÂBI (Kur’ÂN-ı Kerîm) bir gecede kaldırılıp götürülür, yeryüzünde ondan tek bir âyet bile kalmaz. Birtakım çok yaşlı erkekler ve kadınlar kalır ve.:
“Biz atalarımıza yetiştik, onlar.: “Lâ İlâhe İLLâ ALLAH” Cümlesini söylüyorlardı, biz de onu söylüyoruz!” diyecekler.”buyurmuştur. (Kütüb-i sitte 7185 nolu hadis).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in İfâdesiyle.: “Merkebler gibi herkesin gözü önünde zinâ etmek isteyen”/color]..ler.. günleri.. (Müslim, Fiten, 110. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 59; İbn-i Mâce, Fiten, 33.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu’ın Sâlih Kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersiz kimseler kalır. ALLAH TeÂLÂ da onlara hiç ehemmiyet vermez!.”buyurmuştur. (Buhârî, Rikāk, 9; Ayrıca bkz. Dârimî, Rikāk, 11.).
Ebû Hüreyre radıyallâhu anhu.:"Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bir yerde sahâbîleriyle konuşurken bir Bedevî çıkageldi ve.: “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler.
Bunun üzerine sahâbîlerden biri.: “Bedevî'nin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi.
Bir başkası da.: “Hayır, soruyu duymadı.” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz konuşmalarını bitirince.: “Kıyâmet hakkında soru soran nerede?” buyurdu. Bedevî.: “Buradayım, yâ Rasûlallah!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Emânet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdu. Bedevî.: “Emânet nasıl zâyî olacak?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de.: “Emânet ehil olmayan kimseye verildiği zaman Kıyâmeti bekle!” buyurdu. (Buhârî, İlim 2, Rikāk 35; Ayrıca bkz. Ahmed, II, 361.)
جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Cealallâhul ka’bete’l- beyte’l- harâme kıyâmen lin nâsi veş şehra’l- harâme ve’l- hedye ve’l- kalâid (kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fi’s- semâvâti ve ma fî’l- ardı ve ennellâhe bikulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, Beyt-i Haram olan Kâbe'yi, Haram Ayını, hac kurbanını ve gerdanlıklı (boynuna kurban nişanesi asılı) kurbanlıkları, insanların yaşamlarını ayakta tutmak için yaptı (sebeb kıldı). İşte bu, “ALLAH'ın, göklerde ve yerlerde olanı bildiğini ve ALLAH'ın herşeyi en iyi bilen olduğunu” bilmeniz içindir.”(Mâide 5/97)
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ “Yes’elûneke ani’s- sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ inde rabbî, lâ yucellîhâ li vaktihâ illâ huv (huve), sekulet fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ te’tîkum illâ bagtete (bagteten), yes’elûneke ke enneke hafiyyun anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Sana saati (kıyâmet) ne zaman olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak RABBimin Katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır geldi, o size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez). Sen sanki ondan haberdarmışsın gibi soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca ALLAH'ın Katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.”(A‘râf 7/187)
يَسْأَلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَرِيبًا “Yes’eluken nâsu ani’s- sâah (sâati), kul innemâ ilmuhâ indallâh (indallâhi), ve mâ yudrîke lealle’s- sâate tekûnu karîbâ (karîben).: İnsanlar sana o saati (kıyâmeti) soruyorlar. De ki.: "Onun ilmi sadece ALLAH'ın İndindedir." Ve sana bildirilmedi. Belki de o saat yaklaşmış olabilir.”(Ahzâb 33/63)
وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve tebârekellezî lehu mulku’s- semâvâti vel’ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmu’s- sâah (sâati), ve ileyhi turceûn (turceûne).: O, öyle yüce ve mübarektir ki, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü O'nundur. O saatin (kıyâmet vaktinin) ilmi, O'nun indindedir. Ve O'na döndürüleceksiniz.”(Zuhruf 43/85)
فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ “Fe hel yenzurûne ille’s- sâate en te’tiyehum bagteh (bagteten), fe kad câe eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum.: Öyleyse “o saatin” gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Halbuki onun alâmetleri (işaretleri) gelmiştir. Fakat (o saat) kendilerine geldiği zaman, onlara hatırlatmanın ne (faydası) olur ki?”(MuhaMMed 47/18)
KURTBOĞAN ŞEYH.. Kurtboğan Türbesi, Amasya..
Türbe, Erken Osmanlı Dönemi eseri olup, baldaken tarzda inşaa edilmiştir. 4 büyük taş üzerine pişiş tuğla geçgileriyle örülen türbeyi yine üzeri kurşun kaplı tuğla örgülü kubbe sarar. Anadolu’da ki en büyük baldaken türbelerden birisidir. 2 farklı döneme ait mezar şâhideleri Amasya Arkeoloji ve Mumya Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Kurtboğan, Fatih Sultan Mehmet’in de Hocası olan meşhur ulu âlim Amasyalı Akşemseddin’in babasıdır. Asıl adı Şerafeddin-i Hamza Şami bin Mehmet olan Şeyh Şerafettin Hamza‘nın 1383’te Horasan’dan gelerek Amasya’da Kavak(şimdiki Tren Garı binası mevkii) bölgesinde yer tuttuğu birçok kaynakta sabittir. En önemlilerinden birisi Feridüddin-i Attar’ın ”Tezkiretü-Evliya” adlı eseridir. Bir tasavvuf klasiği olan Avârifü’l-maârif adlı eserin sahibi Şehâbeddin Sühreverdi’nin torunlarından Şeyh Hamza’nın silsilesinin Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anhu)’e kadar dayandığı biliniyor. Onun Amasya’ya gelmiş olduğu dönemde Pir Şücaeddin İlyas el-Amasî ile tanıştığı biliniyor. 1402-1406 arasındaki yıllarda Şirvan’da bulunmuş olan Şücaeddin İlyas-el Amasî’nin dönüşüyle Anadolu’da ilk Amasya’ya Halvetî Tarikatını getirdiği görülecektir. Onun önce en yakın müridi sonra da ilk halifesi olan Şerafeddin Hamza’nın 1415’te vefât ettiği kayda düşüyor. Kurtboğan lâkabı; Şeyhin vefât ettiği günün gecesi bir kurt gelip kabrini açar. Yeni mezarları bularak ölüyü kabrinden çıkarıp parçalayan bu kurt, bölgeye musallat olmuştur. Ertesi gün kabri ziyârete gelenler kurdun ölüsü ile karşılaşır. Şeyh Hamza Hazretlerinin eli de mezarın dışındadır. Hâl Sâhibi bir Zât şunları söyler.: “Kurt değdiği için elin yıkanması gerekir!.”
El derhal yıkanır ve kabirden içeri çekildiği görülür. Bu hadise birkaç kez tekrarlanınca, bu inanılmaz olaydan sonra Şeyh Hamza Hazretleri “Kurtboğan” lâkabıyla insanların muhayyilesinde yerini alır. Kıbrıs Barış Harekatı’na katıldığı yönündeki yaşanmış olaylar hâlâ canlı olarak karşımızda durmaktadır. Şimdilerde Kıbrıs Gazi’si ve Harekat Askeri olarak yaşayan eli öpülesi askerler, Kurtboğanın harekat günlerinde asker olarak yardıma geldiğini ve bazı askerler üniformalı bu askerin künyesini bilmedikleri için kendisine sorduklarında her sorana “…beni Amasya’da Kurtboğan diye sorarsanız herkes size yerimi gösterir.” şeklinde cevap verdiklerini dile getiriyorlar. Harekat sonrası kendisini Amasya’da bulmaya ziyâret etmeye gelen askerler gözleri yaşlı kalpleri hüzünle sevincin harmanlandığı bir mutlulukla kabrini ziyâret eder dururlar. Hâlâ yaşı kaç olursa olsun bu hadiseyi yaşayan askerler Amasya’ya geldiklerinde gözleri yaşlı ve mutlu şekilde bu olayı idrak etmektedirler…
Unutmayalım ki istiridye, deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti' kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur. HAKk'ın emirlerine boyun eğerse, HAKk onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız! İNCİ taşımak sıhattır. HAKk'a şükürdür. Bir nevi gizli sırrîyeden ibârettir. İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır.
Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez. İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür.
Sarhoşluk veren içkiler şarab ve bütün içinde hamır bulunan içkiler. İstisnâsı yoktur.
Besmelesiz kesilen hayvanlar.
Besmelesiz yapılan evlerde, avlarda, eti yenen hayvanlar.
Besmelesiz tutulan balıklar.
Bunlar yenmez. Acı olur.
Çocuğa.: "Üç gün ac duracaksın!. Sokağa bir daha çıkmayacaksın!." dedi.
Sokağın kabahati yok bunda.
Besmelesiz kesildi diye.. hayvan pis olmaz. HAKk'ı anmadın diye yenmesi sana yasak edilmiştir.
Başkasına ait olup, gasB edip, çalınarak zorunan alınan gıdalar, hayvanlar, mallar her türlü şey, temiz oldukları halde bunlar ne kullanılır ne de yenir.
Burada; HAKk'ın verdiği rızka kanaatsızlık vardır, İsyan vardır. Rıza göstermemek vardır.
Ondan dolayı sarıkın eli kesilir. ALLAH korusun!. Şiddetli cezâ!..
İslâm olmayanın yaptığı yemekler, kestiği hayvanlar her türlü şey. Bu asırda bunları tatbik etmemek de imkanı yoktur.
Daha söylersem açlıktan ölür gidersiniz hepiniz.
Bundan dolayı şu hadis buyrulmuştur.: "Kâfirler diyârında rızık aramayınız!"
Onun için bunların önüne geçemiyoruz.
Hiç olmazsa ALLAH'ın kat'iyetle yasak ettiği şeyleri yapmayalım! Emrettiği şeyleri bütün imkanılarımızla yapmaya çalışalım!
O zaman ALLAH Gafûru'r- Rahîminden HAKk bize fazla azâb vermez. Bu günkü asırdakiler azâbdan kat'iyyen kurtulamayacaklardır.
Hiç olmazsa bunu hafifletmek imkanları mevcut, onları sayım.
Bu asırda.: "Ben cenneti garanti ettim, azâb görmüyeceğim!" diye hiç ümit etmesin!.
Bu imkanlar nelerdir?
Bu asırda gökte, insanda olan o lem'ayı ortaya çıkarmak için yoldur.
Farzlar mecburî değildir. Mecburî olsa ALLAH onu biz istesek de istemesek de yaptırır.
İnsan serbest bırakılmıştır. Bu serbestiyyet HAKk'ın Sırlarına büyük bir perdedir. HAKk, inananlara da inanmayanlara da Âdil olduğundan aynı rızkı vermesi, nefesi de veriyor.
Unutmayalım ki istiridye deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti' kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur. HAKk'ın emirlerine boyun eğerse, HAKk onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız. İNCİ taşımak sıhattır. HAKk'a şükürdür. Bir nevi gizli Sırrîyeden ibârettir. İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır. Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez. İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür.
Bundan bir nebze bildiğim kadarıynan söylersem, ve ilân etsek bütün malınızı İNCİ almak için sarf edersiniz.
Belki dünya hayatınızda değişiklik olur elde edemeyince de hüsrana düşer, şeytana uyarsınız.
Sövenlerin yanında olursunuz.
Sordunuz, sordular da biraz İNCİ den konuştuk.
Bu kadar bilmek kafidir. Fazlası doğru olmaz. Âyet-i Kerime de bile "Yahrucu minhumellu'lu velmercanu. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani." "Siz bunu da mı yalan zannediyorsunuz."
Cümle bitmiştir.
Bunun için SIRRı da gizlemiştir Cenâb-ı ALLAH.
İki denizi serbest akmak, birbirine kavuşmak üzere bıraktı.
İkisinin arasında geçemedikleri bir engel vardır.
O iki denizde küçük-büyük İNCİ ler çıkar. ALLAHın hangi ni'metlerini yalan sayıyorsunuz.
Onun için içinizdeki Katrâ-yi lü'lü/İNCİDAMLASIna hürmet ediniz.
Mercan, bunun hakkında söz söylememe Rahmetullahi Hocam kat'iyyen müsaade etmemiştir.
Kokular: GüL, GüL Kokusunda bir SIRR gizlidir.
Diğer kokular bu SIRRı gizlemek içindir. Reyhan gizleyicilerin reisidir.
Sümbül, bunun yaratılması da büyük bir hikmet taşır. SIRR dır.
Misk, bir nev'i geyikden elde edilir.
Amber, taşolat denilen memeli bir balıktan elde edilir.
Muhtelif kokular yek diğerine karıştırılırsa bir çok kokular ortaya çıkar.
Bütün kokular burun ile hissedilir ve alınır.
İyi kokulara hiç kimse fenâ demez. Fakat muhtelif kokuyu tercih ve sevmek ayrılır.
Hangi kokuyu severse ona göre o kimsenin tabiyâtı ve mânevî cephesi az çok ortaya çıkar.
Fakat, aslında fenâ koku yoktur. Tezâhurları öyledir.
Bir de koku kadrosuna sokulmayacak kokular vardır. Hiçbir kokuya sığdıramazsınız.
Her mahlukun kendisine has kokusu olduğu gibi her insanın da kendisine has bir kokusu vardır.
Fakat o kokuyu insan kendi alamaz. Alırsa çıldırır.
Bazı kokular, bazı kokuları örter.
Bazı gıdalar da mahlukattaki esas kokuları gizler.
Renkler:
Beyaz, siyah, yeşil, kırmızı, mavi, sarı, kahverengi.
Yeşil.: açık, grisi, koyu, ela türden.
Kırmızı.: açık, koyu, nar, bembe, al, bej, şarabî, erguvan.
Mavi.: açık, koyu, lacivert, mor, dumanî, kurşunî, pus.
Sarı.: açık, koyu, krem.
Kahverengi.: açık, koyu, kestane..
Yine renklerin birbirine karışmasından başka bir çok renkler de ortaya çıkar.
Bütün renkler gündüz tam olarak seçilir.
Gece bazı renkler seçilemez.
Zulmî ziyâda da bazı renkler seçilemez.
Bütün renklerin menşe'i siyahîdir.
Sarı gece seçilmez.
Zulmî ziyâda, kumaşçıda kumaş baktığınız zaman topu kapının önüne getirir kumaşçı bilirsiniz.
Hepisi buradan doğar.
Bu renkler tekrar siyaha dönecekler. Döndükleri vakit beyaza doğru gider kaybolurlar.
Ondan sonra "RENKSİZ" ismini veririz. Bu da siyahta kaybolur!..[/color]
İstisnâ.: Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. Gasb.: Başkasına âit bir şeyi zorla, rızası olmadan almak. Zorla almak. * Zorla alınan şey. Sârik.: (Sârıka) Çalan, hırsızlık yapan. Hırsız. Lem'a.: (c.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. * El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek. Farz.: Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'ÂN-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenâb-ı HAKk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi... Mecburî.: Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde. Muti'.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat. Sırr.: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. * İnsanın aklının ermediği şey. ALLAH'ın Hikmeti.
(Sırrını kimseye fâş etme =>Sırrın fâş olur.
Sen kendi sırrını saklayamazsan =>El sana nasıl sırdâş olur.) İfşâ.: (c.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak. Kat'iyyen.: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman. Zulmî.: Karanlık. Ziyâ:. Işık, aydınlık, Nûr. Ruşenlik. Tezâhur.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek. * Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek. Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.[/color]
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Artık hicret yoktur, mümin dininden dolayı zulme maruz kalmaktan korktuğu için ALLAH’a ve Resûlü’ne kaçıyordu. Bugün ise ALLAH İslâm’ı üstün kılmıştır, mümin dilediği yerde RABBine ibâdet edebilir”buyurmuştur. (Aişe radiyallahu anha’den; Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 44.)
يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ “Yahrucu min hume’l- lûluu ve’l- mercân (mercânu)..: İkisinden de inci ve mercan çıkar.”(Rahmân 55/22)
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân (tukezzibâni)..: Şimdi RABBinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”(Rahmân 55/23)
(Münir Derman ks. Hocam, Almanya'da bir papazla olan konuşmasını anlatmakta)
"Nazar denilen bir şey vardır. Sizde sizin dile tercüme edilmez.
Senin kafanı ezsem, öğütsem. Tekrar yapsam yine girmez kafana! Şimdi dinle beni!. Bizim Peygamberimizin bir sözü vardır!." dedim "Nazar=>İnsanı mezara, deveyi =>kazana götürür!."
Çocuğa kızarsın, kızılır.
Bir şey görürsün korkarsın.
İşte bazı gözler vardır ki konsantre olur onu çeker!
Nazarın fennî, ilmî hatta fiziksel olarak izâhı vardır.
Bu başka hikaye..
"Onun için bunu anam koydu bana!" dedim. "Benim nazar alacak bir yerim yok!" dedim. "Yalınız eskiden bizim memlekette" dedim "Eşşeklere takardılar bunu!.
Eşeklerin buralarında var idi!." dedim. "Hoca ayıb ediyorsun!." "Şimdi gel senen!. Burda eşşek var mı, Gidip konuşalım!." dedim. "Felân köyde var!"
Bindik arabaya gittik. "Sen dur şurda! Ben soracağım!" dedim "Bu eşşek Almanca bilmez!" dedim Papaza.
Eşşeğe sordum.
Dedim.: "Sen yalnız saman, arpa, ot mu yersin?" "Evet!" dedi. "Diğer binlerce çeşit yiyecek var niçin yemezsin onlardan?"
Papaz bakıyor öyle!..
(Bir hanım sormakta:.) "Almanca mı soruyorsunuz?"
M.D.: "Eşşeknen konuştum da, o'na Almanca tercüme ediyorum bunu.."
(Bir hanım sormakta:) "Eşekle Türkçe mi?"
M.D.: "Heee!."
(Bir hanım sormakta:) "Siz Türkçe mi konuştunuz Eşekle?"
(Bir hanım sormakta:) "Eşşekçe konuştum!."
(gülüşmeler..)
(Bir hanım sormakta:) "Cidden mi konuştunuz hakikaten?"
M.D.: "Canım bana onu sorma!."
(Bir hanım sormakta:) "Mânâda mı?"
M.D.: "Canım bırak ben öyle de konuşurum. Sen bul bana en azgın köpeği konuşuyum onunlan!"
Şimdi burada, Hanımnan Kızım Gül'üm müsaade etti Frankfurta aslanlan konuştuk.
Onu da okuyacağım size.
Orda nasıl konuştuğumu söyleyeceğim.
Eşek dedi ki.: "Bana şimdiye kadar böyle suâl soran olmadı. Madem ki sordun söyleyeyim." dedi. "Efendi dedi niye saman yiyorum biliyor musun?
Bu asırda Eşekliğimi muhafaza ve devam ettirmek için.
Çünkü bu devirde yaşamak için başka çâre yok.
Sana bir şey söyleyeceğim!" dedi Eşek. "Ben gece anırırım. ALLAH'a sığının haaa!. Çünkü şeytanı gördüğüm de anırırım!." dedi. "Ben onu biliyorum!" dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadisinde söylüyor. "Ben de bilirim onu!" dedi Eşek. "Peki gündüz niçin anırırsınız?" dedim ona. "Haaa!" dedi. "Orda bir sır vardır Efendim ama söylemem!
Yalnız şu kadarını söyleyebilirim. O da eşşeklik icabıdır!."
Bir aralık Eşek boynumdaki mavi boncuğu gördüüüüüüü!
Papaz Efendi gibi. Sırıttı.
Hemen.: "Niçin takıyorum biliyor musun?" dedim. "Nasıl bilmem Efendim?" dedi Eşek. "Eskiden bize nazar almayalım diye takarlardı inanmış insanlar. Şimdikiler bizi anlayamıyorlar!" "Boncuğu nereden anlayacaklar beyim kaçıncı asırdayız!" dedi. "Şimdi böyle böyle mavi boncuk takan da yok!" dedim. "Hele Almanya da hiç yok! Zâten şimdi bu günkü asırda bize o kadar işte kalmadı.
Onun için nazar hikayesi de mevzubahis olmaz. Her şey makine ile yapılıyor.
Yalnız biz Eşeklerin bir korkusu var. Bir pastırmacının eline düşmek. ALLAH korusun bizi!." "Amma sizdeki boncuğu çok sevdim Vallaaa! Hem de çok fâidelilir bu!" dedi Eşek! "Sus sus faidesini söyleyeceğim ben!" dedi. "Bu devirde tepen katırlar çok. Dünya tepen katırlarla dolu.
Boynundaki boncuk mâlum, Eşşek Boncuğu.
Katırın babası da biziz. Bu boncuğu gördüler mi hürmeten seni tepmezler!" dedi Eşek!..
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar. Mevzubahis.: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim hoşuna giden bir şey görür de; “Mâşâallah lâ kuvvete illâ billâh.: (ALLAH’ın dilediği olur. Ondan başka kuvvet ve Kudret Sâhibi yoktur.” derse, ona hiçbir şey zarar vermez.”buyurmuştur. (Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, VI, 213)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ın Kitabında nazara karşı sekiz âyet vardır. Birisi yedi âyetli Fatiha, diğeri de Âyet-ül kürsî’dir.”buyurmuştur. (C. Sağir: 5956)
Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh.:“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve insanın göz değmesinden çeşitli DUÂlar okuyarak ALLAH’a sığınırdı. Muavvizeteyn (Felâk ve Nâs sûreleri) nâzil olunca bu iki Sûreyi esas aldı, diğerlerini terketti.” buyurmuştur. (Tirmizi: 2059)
İbn Abbâs radiyallahu anhu.:“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hasan ile Hüseyin (aleyhumusselâm.) için DUÂ ederek şu sözlerle ALLAH’a sığınırdı:. “Eûzü bikelimâti’llâhi’t-tâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.: Her tür şeytandan, haşereden, kem nazardan ALLAH’ın Tam Kelimelerine —sonsuz iradesine ve hükmüne— sığınırım.”
Sonra da.: “Atanız İbrâhim de bu DUÂ yı =>Oğulları İsmâil ile İshak için yapardı.” buyurmuştur..
(Buhârî, Enbiyâ, 10)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim akşam olunca Ha-mim el-Mü’min süresini baştan, 3. (dahil) ayetine kadar ve ayete’l-Kürsiyi okuyacak olursa bu iki Kur’an kıraati sayesinde sabaha kadar muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sayesinde akşama kadar muhafaza edilirler.”buyurmuştur. (Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den; Tirmizi, Sevabu’l-Kur’ÂN 2, (2882).)
وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ “Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîû’z- zikra ve yekûlûne innehu le mecnun (mecnûnun).: Ve inkâr edenler, zikri (Kur'ÂN'ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve.: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.”(Kalem 68/51)
وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ “Ve mâ huve illâ zikrun li’l- âlemin (âlemîne).: Ve O (Kur'ÂN), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.” (Kalem 68/52)
اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ “ALLAHu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyul kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: ALLAH, O'ndan başka tanrı yoktur; O, HAYydir, KAYyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun Katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, YÜCEdir, büyüktür.”(Kalem 68/51) (Bakara 2/255)
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ “Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).: De ki: "Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,”[/color] (Felâk 113/1)
مِن شَرِّ مَا خَلَقَ “Min şerri mâ halak(halaka).: Yarattığı şeylerin şerrinden,”(Felâk 113/2)
وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ “Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).: Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,”(Felâk 113/3)
وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ “Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).: Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden,”(Felâk 113/4)
وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ “Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).: Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden.”(Felâk 113/5)
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ “Kul eûzu bi RABBin nâs(nâsi).: De ki: Sığınırım ben insanların RABBine,”(Nâs 114/1)
مَلِكِ النَّاسِ “Melikin nâs(nâsi).: İnsanların sâhibine.”Nâs 114/2)
إِلَهِ النَّاسِ “İlâhi’n- nâs(nâsi).: İnsanların İlâhına.”(Nâs 114/3)
مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ “Min şerri’l- vesvâsi’l- hannâs(hannâsi).: O sinsi vesvesenin şerrinden,”(Nâs 114/4)
الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ “Ellezî yuvesvisu fî sudûri’n- nâs(nâsi).: O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.”(Nâs 114/5)
مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ "Mine’l- cinneti ve’n- nâs.: Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden) Allah'a sığınırım!”(Nâs 114/6)
KEDİ!.
HIR =>KEDİ
HIRE =>Dişi KEDİ
HÜREYRE =>Küçük KEDİ Kur’ÂN-ı Kerim'de: At. Aslan. Deve. Karga. Kırlangıç. Yılan. Karınca. Yûnus Balığı. Köpek. Fil gibi bir çok hayvanların isimleri geçmektedir.
Bazıları methedilir. Bazıları misâl olarak gösterilir.
Bazıları da vakıa icâbı isim hâlinde geçer. KEDİ, Kur’ÂN-ı Kerim'de geçmez.
Fakat Kur’ÂN’da geçenler hakkında bazı hadisler söylenmiş, fakat bunlar misal ve târif olarak...
“KEDİ” hakkında hadis meşhurdur.
Bir vakıa üzerine bu hadîs söylenmiştir.
Sahabe'den bir zât daimâ Resûl-ü Ekrem’in yanında bulunur, söze karışmaz daima dinlermiş, munis, orta boylu, siyah saçlı, siyah gözlü, zayıf bünyeli fâkir bir zâttı. Eshab-ı Sofa ile yemek yer çok konuşmaz.
Gözleri yaşlıdır. İyiliği sever. Resûl-ü Ekrem de kendisine hoş nazarla bakar, kendisini severmiş. Ara sıra kendisi ile görüşürmüş ve bazı görüşmelerde tebessüm ederlermiş...
Küçük bir kulübe gibi evde otururmuş.
Sokakta kalmış KEDİleri götürür onları yedirir severmiş. Resûl-ü Ekrem'in bundan haberi yokmuş.
Sahabeler birgün Resûl-ü Ekrem'e söylemişler. "Pis KEDİleri toplayıp kulübesinde bakıyor!" demişler. Resûl-ü Ekrem birşey söylememiş..
Bir gün sokakta görmüş, bu Zât bir KEDİ yavrusu bulmuş. Resûl-ü Ekrem’e sahabelerin söylediğini, kendisi de bildiği için Resûl-ü Ekrem birşey söyler diye, KEDİyi hemen hırkasının içine saklamış. Resûl-ü Ekrem kendisine.: “Hırkanın altında ne sakladın?” demiş. Hırkayı açmış küçük bir KEDİ yavrusu. Resûl-ü Ekrem yavruyu sevmiş, okşamış, ve o Zâta.: "Ebu Hureyre =>Sen KEDİ babasısın!" demiş.
İsmi artık böyle kalmış.
Biz de Resûl-ü Ekrem’in koyduğu isme hürmet için o Zâtın İsmini söylemiyoruz..
Bir gün bir sohbetde Resûlullah Efendimiz: "Hubbü'l- hırratı mine'l- imân" buyurmuş. "KEDİyi sevmek imandandır." "Niçin?" diye sormuşlar. "Ebu Hureyre bilir!" demiş başka bir şey söylememişlerdir.
Ve Eba Hureyre'ye bir çok daha Ledunnî Sırlar söylemiş.
Ona söylediği sırları Eba Bekir, Ömer, Osman, Ali bile bilmezdi. Eba Hureyre'den beş hadis rivâyet edilmiştir.
Fazla değil.
Kendisine: "Bize de söyle Resûl'un sana söylediklerini" "Söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz!" demişlerdir.
Eba Hureyre'nin bildiğini hiç kimse bilmez.
Resûlü Ekrem’in Eba Hureyre'ye Ledunnî Sırlardan söylemesi ne sebeptendir? Ve niçin Eba Hureyre'yi seçmiştir?
Bu da sır değildir amma ne faydası var, onun gibi olamadıktan sonra.
Merak etmek, birşeyi öğrenmek bazen insanı küfre götürür.
Tehlike ile karşılaşmamış olan insan, cesaret hakkındaki sorulara cevap veremez.
Meçhul, Sır kelimeleri insanın akıl hududunun ötesine habersiz hürmetin gizlendiği kelimelerdir. KEDİ'de =>Büyük bir SıRR vardır. KEDİ=>Nankör değildir. KEDİ=>Hürriyetine çok düşkündür. KEDİ=>Kulaklarıyla de görür. Radarı vardır. KEDİ=>Çok sabırlıdır. KEDİ=>Abdest edeceği zaman yeri kazar, yapar ve örter.
Niçin. Sebep...
İnsan da dahil hiç bir hayvan yoktur. Böyle hareket eden. KEDİye sordum.: "Sana insanlar nankör diyorlar, ne dersin?" KEDİ geldi ayaklarıma başını sürdü.: "Nankör olmadığımı bilirsin..." dedi.
"Öyle bilsinler. Daha iyidir. Ne olur Sırrımı kimseye söyleme!"
“Peki dedim sana bir sual daha soracağım.”
"Buyur!" dedi.
"Sen bazen sâhibinin elinin parmağına tırnağını batırırsın!" dedim.
"Bende kabahat yok. Bunu bir bilseler. Tırnağımı eline batırdığım adam bile tövbe ederdi."
Sordum.: "Benim bir siyah KEDİm vardı. Böyle yaptığını hiç görmedin."
"O adamını biliyordu efendim."
"Peki! Bir sual daha" dedim.
"Siz nereden düşerseniz hep ayaklarınızın üzerine düşersiniz. Bu nedir?" dedim.
"Efendim o da bizim yaratılış sırrımız, ama ben de bilmiyorum" dedi.
"Siz sebebini bilirsiniz. Bunda büyük bir SıRR gizlidir diye dedelerimizden kalma bir sözdür bu" dedi
Tekrar elimi yaladı.: "Aman Efendim sırrımı kimseye söyleme!" dedi çekildi, sıçrayarak dama çıktı. Güneş var. Damda uyumak çok güzel...
KEDİ ayaklarının üzerine düşer.
Fizyolojik sebebini ilim bir türlü söyleyemez.
Bunu bilirsen niçin düşmediğini o zaman fizik olarak da anlarsın. Söyleyemem dedim ya.
Huzurun kaçar.: “Keşke söylemeye idim!.” diye sızlanırsın.
Yalnız size birşey söyleyeyim: KEDİye eziyet etmeyiniz! KEDİ öldürenin sonu hüsrandır. Evlâdlarına bile intikal eder. KEDİlere iyilik eden onları besleyen insanlara gıpta ederim. KEDİ edeb ve sabır timsâlidir. KEDİye HAKk'ın bir mahlûku olarak bakarsanız, onun nankör olmadığını anlar, çok şeyler öğrenirsiniz.
KEDİ abdest edeceği zaman toprağı gelip koklar.
Sağ ayağı ile toprağı eşer. Koklar.
Aksi istikâmete dönerek abdest eder. Tekrar koklar.
Sol ayagı ile toprağı örter.
Sıçrar bir iki adım sonra durur titrer arkasına bakar ve gider..
Son fennî müşâhedelere göre;
"Können Katzen mitden augen hören"
“KEDİde radar teşkilâtı vardır.”
Göz sinirlerinde işitme lifleri de mevcuttur.
Geniş bir sahadaki sesleri işittiği gibi aynı zamanda da görür.
Göz bebekleri bu işitme olayını ayarlar.
Hem kulaklarıyla da, hem gözüyle de ses alır.
Ve her ikisi ile de görür.
Kavga eden KEDİler, başka tarafa baktıkları hâlde yekdiğerini arkaları dönük olduğu hâlde görürler.
Ziyâ ve ses Computerleri ile yani elekronik dalgaları alır ve tesbit ederler..
Diğer hayvanların kulak sinirlerinde görme sinirleri yoktur.
Göz sinirlerinde işitme sinirleri bulunmuştur.
Bu bakımdan KEDİ müstesnâ bir hayvan olarak halk edilmiştir.
Bunda sebebi hikmet nedir?
Ashâb-ı Suffa.: Suffa Ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (aleyhisselâm) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (aleyhisselâm) yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsi menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Nankör.: f. Gördüğü iyiliği unutan, ni'meti inkâr eden. Ni'metin şükrünü eda etmeyen, gafil. Abdest edeceği.: Dışkı çıkaracağı zaman. Hüsran.: Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp Ledünnî.: Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait. İlm-i Ledünnî.: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimizdir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (aleyhisselâm) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir. Timsâl.: Resim, sûret, sembol, nümune. Tasvir. Bir şeyi başka bir şeye benzetmek Müşâhede.: Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.. Müstesnâ.: İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan..
Sahâbeler içinde en fazla (5374 adet) hadis rivâyet eden Abdurrahman bin Sahr ed-Devsî‘ye, KEDİlere düşkünlüğü sebebiyle Peygamberimiz (KEDİcik babası anlamına gelen) Ebû Hureyre lakâbını vermişti..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bir insan, eve hapsettiği bir KEDİ yüzünden cehenneme gitti. KEDİye yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.”buyurmuştur. (Buharî, Hadis No.: 1977)
Sahabeden Kâb kızı Kebşe isimli bir hanım.: ''Eshab-ı kiramdan Kayınpederim Ebu Katade'nin abdest alması için bir kaba su koymuştum. KEDİ gelip bu kaptan su içiverince Ebu Katâde biraz daha su içmesi için, kabı KEDİnin önüne uzattı.
Benim kendisine hayretle baktığımı görünce.: "Niye hayret ettin ey Kardeşimin Kızı, Resulullah Efendimiz.:"KEDİ pis değildir, etrafınızda (evinizde) serbest dolaşsın!." buyurdu. Kendisi de abdest almıştı, ben de sünnet eylemekteyim!." dedi. (İmam Mâlik, Muvatta, Taharet; Ebu Davûd, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, 1/69; Nesaî, Taharet, 1/54; İbn Mâce.Taharet, 1/32; Şeybanî, 90.)
Dâvud bin Salih bin Diner el Tîmar’ın Annesinden rivâyet edildiğine göre.: “Bir gün eski Hanımefendim benimle Hz. Aişe’ye biraz herse gönderdi. Hz. Aişe’yi namazda buldum. “Elinde bulunanı koy!.” diye bana işâret etti, (ben de koydum) bir KEDİ gelip o, herseden yedi. Aişe radıyallahu anha namazı bitirince KEDİnin yediği yerden, o da yedi ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.:“KEDİ necis değildir. Çünkü o, aranızda dolaşanlardandır” buyurdu. Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i KEDİnin artığı ile abdest alırken de gördüm” dedi. (Ebû Dâvûd, Taharet, 38/76)
HAKKINI HELÂL ET ! İnsanlar yek diğerine.: “Hakkını helâl et!” derler. Bu ne demektir? Ne hakkıdır?.
Burada“helâl olsun" veyaharam olsun”demek ne demektir?.
Kul hakkı.:“Kul hakkı ile gelmeyin!” Hayvan hakkı.:“Hayvan hakkını verin!” Komşu hakkı.:“Unutmayın!”Bunlar âyetdir.
Analar hakkı.:Âyetlerdeki haklar müfret olarak bildirilmiştir. Her şahsa ayn ayrıdır demektir..
Analar hakkı.:“Bütün analar demektir”
“Eşiniz sizin ziynetinizdir.” Erkeğe hitaptır. “Eşinizi memnun ediniz.”Kadına hitapdır. “Cennet anaların ayağı altındadır.”Tefrik yok. Bütün analar ...
Kadına eziyetin sonu hüsrandır.
İffetli kadın cennetdedir...
“Evlâtlarınızı hoş tutun!”Erkeklere hitapdır.
Onlara beyhude yere beddua misüllü söz söylemeyin. Bedduanız size çevrilir.
Zira beddua etmekALLAHindinde men’ edilmiştir.
Bu daEs-SABÛRismine isyan sayılır.
Hakkın, helâl veya haram olduğu insanın değil,ALLAH’ın takdirine mahsusdur. Küfre girmeyin!.
Helâl.:ALLAH’ın ni’metidir her hususta.. Haram.:ALLAH’ın sevmediği ve men’ ettiği her husustur..
Birşey için birine.:“helâl olsun!”demek büyük meseledir. ALLAHnamına söylediğini unutma, hatırından çıkarma!..
Haram olsun demek o bambaşkadır. Bu hususda çok dikkatli ol!..
Bu lâfları düşünmeden bol bol söylemek doğru değildir. ALLAHnâmına konuştuğunun farkında mısın?
Birçok büyük ve hürmete lâyık bilinen insanların bu yüzden hapishânelerde işkencelere hatta öldürülmelerine sebep olduğunu bilmek, anlamak herkesin kârı değildir.
Sabır en büyük İlâhî haslettir..
Uhud Harbinde, Hz. Hamza’nın ciğerleri çıkarıldı. Gözleri oyuldu. Dili kesildi. Paramparça edildi. Rasûlu Ekrem bu manzara karşısında ağladı ve“musile”yapmak istedi.
Fakat o hengâmede yaradılış, insanlık ve Rahmet Dini İslâmda böyle bir şeye müsade edilmeyecekti.
Bu yasağa dair İlâhî Beyân, en te'sirli olacağı bir anda gönderiliverdi. Kur’ânın gelişinde izlenen İlâhî Tavır zâten bu idi.
Her emir ve yasak kendini bir hatıraya bağlayan bir hadise üzerine gelirdi. “Adaleti icra için bir cezâ ile mukabele edecek olursanız, bunu size revâ görülen cezâ ve azâb miktarınca yapın fazlasını değil.”...“Yapın!.","Yapınız!."değil, müfret olarak emirdir ve Rasûl'un şahıslarına emirdir. “Fakat sabreder o kadarını terk ederseniz, yemin olsun ki sabredenler için daha iyidir”.Nahl Sûresi 126, âyet..
Bu,ALLAH’ın Kânûnu değişmez. O kanuna tecâvüz edersen kanun cezâsını verir.Zü’l- İNTİKÂMbudur.. ALLAHintikam alıcı değildir.RAHMÂNveRAHÎMdir.
Kanuna dokunulduğu için o kanun cezâyı alır. DUÂ =>SüNNetuLLAH dışında ve insanın tasarruf hududu dahilinde olanlarda yapılır. “Hak”meselesi de bunun içindedir.
SüNNetuLLAHda câri kanunlar değişmez. Onları değiştirmeye ma’tuf DUÂ, onların değişmez olduğundan şüphe etmektir. Değişmez, zirâ içinde aksak bir şey yoktur. “Yâ Habîbim bak!. Hiç bir yerinde kusur bulamazsın!.” Âyet.
Fakat bu kanunların altında perdelenmiş, insanın tasarrufuna girebilecek şeyler de, hadiseler de çoktur.
Normalin üstünde kuraklık, sıcaklık ve birçok şeyler de bu perdelenen hadiselerin içindedir. Kuraklık, şüphe ve itimatzsızlığın,HAKk’a bağlılığın rencide olduğu zamanlarda zuhur eder.
Medine’de yağmur yağmamış. Resûl-ü Ekrem’e sahabeler rica etmiş, Rasûlu Ekrem’de göğe değil de yere bakarak, ellerini semâya kaldırmaya DUÂyı isteyenler nâmına hicâb ederek kaldırmamış.: “Yâ İlahî!.”Burada“Yâ RABB!.”dememiştir. Bu çok mühimdir!. “Bu halk Senin El REZZÂK olduğunu, her şeyi hakkı ile takdir ettiğini unuttular, şüpheye düştüler.
Onların inançları ve tövbeye girmelerini, bu düşünceleri sarsılmışlara yardım et!.”demişler.
Yağmur yağmaya başlamış..
Bu hadiseyi DUÂ nevi derece ve kuvvetinle tahlil etmeye çalış.
Olgun kimseler vardır. Onların himmetlerine sığın!.
Kibirli olma!.El-MUTEKEBBİR ALLAH’a mahsustur.
O’nu“RABB”hudûdu içinde düşünme!.
Kayarsın, içine düşersin. Bundan da haberin olmaz!.
Bu, yalnız sana olmaz. Diğer birçok ma’sum ve iyi boynu bükük kullara da tesir eder. Zâlim kadrosuna yanaşmış olursun.
Bunu Cenâb-ı ALLAH.: “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z- zâlimîn”ile bildirmiştir.
Yavan insanlardan olma!..
03.07.1986
Tavır.: (Tavr) Sûret. Hareket, hal, vaziyet. Bir kerre, bir defa. İki şey arasındaki had ve fasıla. Kader. Miktar.. Tefrik.: Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırd etmek, ayrı kılmak. Korkutmak. İffet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men’ etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak. Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat. Müsile.: Savaşta yapılana karşılık ölenin kulak, burun vs azalarını kesmek.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindâr kadındır.”buyurmuştur. (Müslim, Radâ, 64; Ayrıca bkz: Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ ---“Ve in akabtum fe akibu bi misli ma ukibtum bih ve lein sabertum le huve hayru'l-li's-sâbirîn.: Eğer cezâ verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle cezâ verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.”(Nahl 16/126)
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ ---“Ellezî haleka seb'a semâvâtin tibâkan mâ terâ fî halki'r-rahmâni min tefâvutin ferci'il-basare hel terâ min futurin.:O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. RAHMÂN olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 67/3)
وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ ---“Ve ze'n-nûni iz zehebe muğadiben fe zanne en len nakdira aleyhi fe nâdâ fi'z-zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z-zâlimin.: Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir hâlde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!» diye niyaz etti. (Enbiyâ 21/87)
ESİRASLAN Alaksandra, Monika arabalarına aldılar.
Bizi Frankfurta götürdüler. Orda Hayvanat Bahçesini gezdik.
Üç saat hepisini göremedik. Yer, Deniz Hayvanları hepisi.
Filhakika dünyanın her yerinden getirmişler.
Mesela bakıyorsunuz bu oda kadar üç misli bir akvaryum.
Atmış derece soğukluk var içinde. Penguenler geziyor içinde. Dalgalar var.
Hep klimasına göre. Oranın nebatatına göre şeyy edilmiş.
Bahçeye çıktım. Şunun kadar, bu oda kadar kafesler. Fakat yerden şu kadar beton üzerine kurulmuş.
Sizin kafes orda başlıyorsa bu arada şöyle birer adım fasıla ile demir parmaklık var oraya gelip de seyrediyorsun.
Bu tarafta da havuzda Yunus Balıkları sıçrıyor.
Tiyatrolar falan. Kalabalık..
Ben bunun altından girmişim oraya.
Ordada zâten..: "Yanaşmak yasaktır, tehlikelidir!" diye yazıyormuş. Ben kendimde değilim, geçmişim.
Eğildim.: "Yâ Esad!" dedim.
Aslan geldi. Elimi soktum içeri.
Başını böyle burnuna. Hani kediyi okşarsın ya böyle başladı hayvan yapmağa. Bunları görüyorum.
Kedi gibi sevmeye başladım.
Birden bire arkadan birisi yüksek sesle. "Herr çruuk çruuk!." diye
"Geri gel Efendi!" diye birisi bağırdı.
Ben döndüm baktım ki Polis Memuru.
"Ne yapıyorsun?" dedi. "Sen çıldırdın mı?" dedi.
Polisin bu hareketi, o sırada aslan ağzını açtı parmaklıkları tırmaladı, bağırdı.
Herkes irkildi bir kere o aslan kolay kolay bağırmaz.
Ben de.: "Bilmiyordum yasak olduğunu!" dedim. "Gördün ya okşadım. Hayvan bir şey yapmadı. Git sen okşasana!." dedim.
Polis..: "Ben deli değilim!" dedi.
"O halde aslan delileri ısırmıyor gördün ya!." dedim.
Herif iyice şaşırdı, afalladı. Herkes dönmüş de bize bakıyordu.
Ayrıldım ordan. Biraz sonra tekrar döndük.
Kadın erkek hep toplanmışlar oraya.
Beyaz saçlarımdan tanıdılar beni.
Hep Birbirine.: "Çocuklar şimdi geçiyor!."
Tekrar aslana baktım. Yine parmaklığın önüne geldi. İtişe kakışa birbirimize bakıştık.
Etrafımızdaki bu hayvanları izlemeye gelen bu garip mahlukları aslanla beraber biz seyrediyorduk.
Kafesteki aslana çok üzüldüm.
Aslan farkına vardı. Bana.:
"Üzülme HAKk'ın kaderi bu. Bize de dünyada imtihan var. Benimde işim var.
Bu HAKk'tan uzak insanlar içinde aslanlığımı bir zerre kaybetmedim kafesin içinde.
Görmüyor musun?. Parmaklığın yanına bile korkudan sokulamıyorlar.
Ben ALLAH'ın bir mahlukuyum. Benim gibi milyonlarca halk etti.
Benim yanıma yanaşmak cesareti olmayan bu zavallılar yarın HAKk'ın Huzuruna hiç çıkamazlar!." dedi.
"Hele bak Efendim! Nasıl korkacaklar birden bire!" dedi.
Direndi, birden bire bütün gücüyle aslanca kükredi.
Herkes birden irkildi ordan. Diğer tarafta olan ağaçlardaki kuşlar uçuştular.
Hepisi taş kesildi orda. Hepimiz kaldık orada. Öyle bir bağırma ki.
Derken iki polis tekrar yanıma geldi benim.
"Affedersiniz!" dediler. "Siz necisiniz?" dediler. "Sihirbaz mısınız?" dediler.
"Hayır değilim! Doktorum!." dedim.
"Eee Nedir bu?" dediler.
"Hayvan lisânını anlarım!" dedim. "Biraz aslanla konuştum o kadar!" dedim.
Herifler iyice şaşırdılar. Biraz korkuyla karışık güldüler. Alay ettiğimi zannettiler.
"Bu sözümle alay etmiyorum!" dedim. "Üç saattir hayvanat bahçesindeyim, birazda hayvan lisânından öğrendiğim için, bildiğim için bunlarla buluştum!" dedim.
Aslana döndüm selâmlaştım. Oradan ayrıldık. Herkes bize bakıyordu.
Bu bahçede insanlar hayvanları seyrediyor gibi görünüyor güyâ. Halbuki hayvanlar seyrediyor.
Hayvanat Bahçeleri kurulalı hayvanlar insanları daha iyi zâhiren tanıyor.
Hayvanat Bahçeleri kurmak, onların yurtlarından getirip kafeslerde beslemek, İslâmın kat'iyyen yasakladığı şeydir!..
Esad.:Esed. Arslan, şir. Zâhiren.:Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi. Kat'iyyen:Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman
KURU KÜTÜK.. Kur’ÂN-ı Kerim'de bir Âyet-i Kerime varıdı. "Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân"
NECM, Arapçada YILDIZ demek. Cem'i, Nücum demek.
Fakat Kur’ÂN Dilinden Cenâb-ı ALLAH kesretle tezâhür ettiği için yıldız mânâsının Cem’i olarak NUCÛM kullanılır. Kur’ÂN Dilinde Necm, ÇEMEN demektir. Münferiddir.
Bu cem'-i sâlimdir. Cem’-i sâlim ne demek?
Meselâ şimdi sürü dersek bir sürü aklımıza gelir.
Çemen dediğimiz zaman çemenler, bütün çemenler. "Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar." Âyet-i Kerime sarih. "El necmu ve’l- seceru yestican" deseydi.
Onlarda ediyorlar. O muhakkak fizikman doğrudur evet.
Ve Vel Arapçada.
Bir sabah vaktıydı. Mevsim yaz.
Yemyeşil çemenlerle dolu bir ormanda dolaşıyordum. Rahmân Sûresini çok yavaş sesle okuyordum.
Birden bire yağmur çiseler gibi oldu. Çemenler ıslandı.
Herhalde yaz yağmuru.
Hallab veya Hellabe denilen yaz yağmuruydu.
Bir türlü kestiremedim. Zirâ havada bulut yoktu.
Çemenler ve yeşil ağaçlar hem görülüyorlar.
Canlılık ve renkleriyle.
Fakat garib olan şimdi ağlıyorlardı.
Âdeta bunu lisânen söylüyorlardı
Bu sestir. Fakat kulakla duyulmaz. Bu nasıl lakırtı!.
Evet öyledir. Hakiki laf da budur.
Şu âyete inanmıyor musunuz? "Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân"
"Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar."
“Yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- AZÎZu’l- HAKÎM.”
"Bütün semâvât ve arzda ne varsa hepsi ALLAH’ı tesbih ve zikrediyorlar."
Fakat siz bunları görüp duyamıyorsunuz.
Yeşil ağaçlara sordum.: "Niçin ağlıyorsunuz siz? Hem de memnunsunuz!" "Memnunuuuuuz zirâ dâima HAKk'a şükür ve niyâz içinde olmamızı bize nâsib etmiş ezelden beri ALLAH!
Niçin ağladığımızı merak ettiniz.
Yaş yalnız bu gözden gelmez.
Öyle gözler vardır ki kupkurudur.
Göz yaşı HAKk'ın Er-Rahîm Esmâsından nâsib alandan gelir.
Bundan dolayı ALLAH’ın indinde, gözyaşından makbul ve temiz bir şey yoktur.
Zira göz yaşı HAKk'ın Er-Rahîm Kanalından süzüldüğü için içinde hile ve yalan da yoktur.
Tam hakiki, şirksiz HAKk'ı bilmek gizlidir.
Niçin ağladığımızı söyleyemeyiz.
Şu karşıda kurumuş yerde yatan arkadaşımızdan sorun!" dediler. "Bu Kuru bir küçük ağaç! Evvelce kesilmiş!" dedim. "Evet doğrudur!
Fakat ÖLÜ-ler vardır, dâima onlar DİRİdir.
DİRİ görünenler vardır, onlar hakiki ÖLÜdürler.
Sen git-sor, görürsün!.” dediler.
Kütüğün yanına çömeldim.: "Bunlar niçin ağlıyorlar? HAKk'ın mahluklarından olan kardeşim!.” dedim.
Kütük.: "Beni gördüler de belki bizim sonumuz da böyle olursa diye ağlıyorlar!." dedi. "Halbuki ben ölü, kurumuş görünüyorum. Ben ölmedim.
Kalıp değiştirdim. Daha bir çok kalıplara gireceğim!" dedi. "Niçin ağladıklarını biraz sonra söyleyeceğim dinle!" dedi.
Kuru Kütük söylüyor.: "Yaşlar niye ağlıyor!"
Diz çöktüm.. "Bana yaslan memnun olurum!" dedi.
Yaslandım kütüğe.. “Bir gün ben bu yeşil ormanda uyurken beni balta ile söktüler!" "Söktüler mi?" "Söktüler!..
Dallarımı kırdılar. Yapraklarımı sıyırdılar.
Adıma “ODUN” ismini verdiler.
Dedelerimizi toprak altından çıkardılar. KÖMÜR dediler.
Beni yaktılar. Adıma ATEŞ dediler.
Halbuki yaş ağaç kesmek. Ateşe atmak.
Yaprakları ve çiçekleri çiğnemek.
Ne kadar büyük zulümdür. Rasûlullah'ın hadisiynen sabittir. ALLAHzâlimleri sevmez.
Zira Kendisi zâlim değildir RAHÎM ve RAÛFtur!
İnsanların, hiç bilmedikleri fâidelerimiz vardır insanlara. Cenâb-ı HAKk bizim hürmetimize gökten yağmur indirir.
Ciğerlerinize giren havayı biz dâima temizleriz. HAKk Kelâmında tesbih ve devamlı zikrimizi ilân ediyor.
Bunu bilmezsiniz.
Bizim hakikatimizi bilebilseniz.
Ve SECDElerimizi görebilseniz. Çıldırırsınız!
Böyle olmamıza rağmen bütün işkencelere ses çıkarmayız. BedDUÂ da etmeyiz.
Bizi çiğnerler. Baltalarlar. Yakarlar. Ne sesimizi çıkarırız.
Bizim kadar HAKk'a muti' hiçbir yaratık yoktur.
Bizim bu hududsuz SABRımızı bilmezler.
Bu sessizliğimize karşı bizi kendi aralarında Tahkir Makamında kullanılırlar. “ODUN gibi Adam!
Hissiz Adam!
Kaba Adam!
Vurdum duymaz Adam!.” Mânâsına kullanırlar.
Amma bu lâkabda kendi hallerine aittir. Biz ait değildir.
Bâzen insanların içine giriyoruz.
Bundan dolayı ismimize ÂDEM diyorlar.
İşte aha bu garip şeye ağlıyorlar arkadaşlar. HAKk'a en çok nazı geçen yaratık “SU”dur.
Çünkü Cenâb-ı HAKk “SU”dan her şeyi halketti.
Amma SU'yu neden halk ettiğini bildirmedi.
Sırrı ifşâ etmeyelim diye de bizim lisânımızı size öğretmedi dediler.
Fakat biz sizleri, ne lisân konuşursanız konuşun, anlarız.
Zira biz ALLAH Lisânı biliriz. “Yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard.” Âyet-i Kerimesi’nde arz ve semâvâtta ne varsa ALLAHı tenzih ve tesbih ediyor. Bunların lisânı işte budur.
Ağaç onun için HAKk'ı tesbih edenin lisânını biz sessiz, sözsüz de anlarız.
Sen herkes gibi değilsin anlıyoruz.
Ağaç kesmezsin.
Dal koparmazsın.
Çiçek koparmazsın.
Yaş hiçbir şeyi ateşe atmazsın.
Nasıl biliyoruz gördün mü?.."
Doğruldum. Biraz yürüdüm. Er-Rahmân Sûresi'ni okumam bitmek üzereydi.
Sesli okuyordum.
HAKk’a kasem ederim ki başım döndü. Düşecektim!
Oradaki ağaçların SECDE ettiklerini, KIBLEye doğru, gördüm.
Bana rüyâ değil. Siz buna rüyâ diyebilirsiniz.
Amma ben gördüm, tekrar ALLAH’a kasem ederim ki gördüm!
Ben Velî değilim! Velînin ayağının altını öperim!
Amma ben de bir KULum
Nâsib etti, gördüm işte!
Bir şey iddiâ etmiyorum!
Fakat gördüğüm şey buydu. Elhamdulillah. ALLAH en doğrusunu bilir!
Ağacın, ALLAH'a, kasem ederim ki secde ettiğini görebilirsiniz.
Biz birbirimizin SECDE ettiğini görebiliyorsak ağacınkini de..
Nücum.: (Necm. c.) Yıldızlar. ÇEMEN.: Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot. Muti'.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat. Tenzih.: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı HAKk'ı (celle celâlihu) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. Tesbih.: SübhânALLAH demek. Cenâb-ı HAKk'ı (celle celâlihu) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)[/i] Kesret.: Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.. Tezâhur.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak.. Müfterid.: (Münferit) Tek başına, tek, yalnız, kendi başına. * Hapishânede tek kişilik hücre..
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem, Mekke-i Mükerreme’nin yanında Medîne-i Münevvere ve Tâif bölgelerini de harem ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi, bitki örtüsünü tahrip etmeyi, avlanmayı yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Menâsık, 96.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH Rasûlü’nün korusu içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulmaz ve onlar kesilmez. Fakat zarûret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.”buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hârise Oğulları kabilesinin otlak yeri için.: “Kim buradan bir ağaç keserse mutlaka onun yerine bir ağaç diksin!”buyurmuştur. (Belazurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 17; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 85.)
Ebû Du’şum el-Cühenî’nin Dedesi şöyle anlatır.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir Bedevîyi görmüştü. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere.: “O Bedevîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!” buyurdu.
Bedevî yanına geldiğinde.: “Ey Bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!” buyurdu.
Bedevînin başı üzerindeki yaprakları hâlâ görür gibiyim.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VI, 351)
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... ALLAH dilediğini yaratır; şüphesiz ALLAH her şeye KADÎRdir.”(Nûr 24/45)
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ “Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân (yescudâni).: Yıldızlar, bitkiler ve ağaçlar, Rahmet Sâhibi RAHMÂN olan ALLAH’a boyun eğerek secde ederler.”(Rahmân 55/6)
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Huvallâhul hâlikul bâriû’l- musavviru lehu’l- esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- AZÎZu’l- HAKÎM (hakîmu).: O ALLAH ki; Yaratan'dır, BÂRİ'dir (yokken var eden), MUSAVVİR'dir (şekil verendir), güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih eder. Ve O; AZÎZ'dir (yücedir), HAKÎM'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir).”(Haşr 59/24)
Şimdi, biliyorsunuz Kur'ÂN-ı Kerim’de her cümlenin bir i’cazı vardır.
Yedi türlü mânâsı vardır.
Bir mânâlar vardır. Doğrudan doğruya =>İskelet Mânâsıdır.
Bir mânâlar vardır =>Batınî Mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır =>Zevkî Mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır =>Sırrı Mânâsıdır.
SıRR =>Zâten insanın tahammül hududuna inmemiş şeylerdir.
Şeriat =>İnsanın tahammül hududundan hariç olan şeylere karışmaması için kurulmuş zincirdir zâten.
Karıştırmayacaksın onları.
Yani Cenâb-ı ALLAH bir nevi insanları şey ediyor.
Meselâ, Mansur.:"Ene'l- HAKk!" demiş değil mi?
Evet!..
Astıkları zaman ilk defa ayaklarını kesiyorlar. Kollarını, dilini, milini.
Ayakları kesidiği zaman diyor ki.: "Era kademî.: Ayaklarımı görüyorum!." "Era ve demmî.: Ayaklarımdan kana bulandım!." "Heyhat edemmî.: Yazık oldu kanıma! Yazık oldu kendi mi anlatamadım!."
O zaman başını vuruyorlar. Son sözü bu olmuştur..
Şimdi ben bu sözü Mansur'dan daha açık konuşurum. Nasıl?
Bana benden yakın Cenâb-ı ALLAH."Lâ İlâhe illâ ALLAH!"
Artık Esrâr Örtüsünü karıştırma!. Daha açıktır.
Yâni Bir Hazret derki.: "Cenâbı ALLAH insanı deriden yarattı, giydir üstünü!." der. Daha açık olur bu iş.
Onun için ilmin bazı usulleri var.
Mesela şimdi İslam Âlemini kurtarmak gayet kolay.
Yalnız Gayretullah’a biraz, İç Âlemine biraz açmak lâzım orayı. Nasıl mı?
Ankara Radyosunda bir ay evvelden başlarsın.
Felan günü, felan Cuma Namazından sonra.
Biraz evvelden söyleyecek. Her zaman söyleyecek.
Felan Cumanın felan günü bütün Türkiye'deki İslamlar abdest alacaklar.
Cuma Namazından sonra sokağa çıkacaklar.
Bir yaz gününe tesadüf ettilerelim.
Kapısının önüne belediye hoporlörünü koyacaklar.
Radyodan bir emir gelecek. Bi bir on dakika konuşacak.
Şu hareketi yapacaksınız.
Bir Tekbir alınacak.: "Allaaaahuekber!."
Herkes sokakta. Hayvan pisliği de olsa ne de olsa başını secdeye koyacak.
Orada iki kelime söyleyecek.
Bu otuz milyonun içinde dört milyonu yapsa bunu hepsi tamam.
Buna Mübâye DUÂsı derler. Doğrudan doğruya Merkezî..
Mesela ben buradan İstanbul'u isterim. Saatlerce...
Vekil var, Baş vekil.: "İstanbulu bağlayın!." der. Hemen Verirler..
Yazdım kendi evimde.
İstirahat ettiğim odanın duvarında.: "Bir insan ALLAH'ı bulamayacağını hissettiği acz, acz içinde kaldığı dakikada ALLAH'ını bulmuştur."
Ondan sonra ayrıldık oradan, ellerinden öptük ayrıldık.
Ben bir Sılaya geldim. O zaman sağdı. Rametli ağabeyim de geldi..
Ben Fransa'ya gittim. Kerl Karla Lisesi'nde bir ay kaldım.
Lyon'a gittim. Fakülteye yazıldım.
Bin dokuz yüz yirmiyedi buçuk sene. 1927,5 sene.
Bidmeleste Patronaj var. Talebe yurdu. 7 kat orda kalıyorum.
İşte buradan biraz daha büyük odam. Karyolam var orda.
Ben zaten orayı yıkadım kendi elimnen.
Kapıda ayakkabılarımı çıkarırım.
Oraya böyle büyük bir muşamba gibi bir şey serdim.
Şöyle küçük bir şey, tabure gibi bi şey ayakkabılarımı oraya.
Akşam dersden geldikten sonra şeye giderdim. Bu Japon klubüne judoya..
Geldim kitaplarım koltuğumda, şeye bıraktım.
Ayakkabıları içeride sağ tarafta.. Sol tarafta da kapının şeyi varıdı..
Gittiğimin altıncı ayı idi..
Gece içerde üç kişi. Siyah sarıklı üç kişi. Ben afalladım kaldım. "Korkma oğlum!" dediler.
Ben kapıyı kapadım. Yanaştım yanlarına musafaa için omuzumu öptüler.
Birisi çıkarmış şöyle bir kağıt. "Bunu dedi Hocan gönderdi" dedi. "Bunu al Oğlum!" dedi. "Dersine devam et!" dedi.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
Ondan sonra duvardan yüzüp gittiler herifler!.
İster buna hayal de. İster ne dersen de. Bu kağıt hâlâ bendedir.
(Birisi soruyor).: "Bu kağıtta ne yazılı Efendim?."
Dur, sıraynan.. Muska halinde içerdedir.
Elli dokuzda Sılaya geldim.
Gittim Memlekete. Ağabeyim de gelmiş.
Hocanın Elini öptük, felan ettik.
Ağabeyim Rahmetliğe dedim ki.: "Ağabey dedim. Hoca dedim bir kağıt" derken,
Abim.: "Şiit!." dedi. Abim.: "Şiit!." dedi.
İkimizdik hee Hocanın yanında. Şey baktı.
O ân kulağıma bi şey söyledi.
Ben kulağına bişey söyledim. "Onları iyi saklayın!." dedi.
Ağabeyime de göndermiş.
Nasıl geldi, nasıl etti işte o kağıt hâlâ bendedir.
Bunlar akıl labaratuvarında eritilip tahlil edilecek işler değildir.
Akla vurduğunuz zaman tımarhânelik olur insan. Nadas kesilir..
Bu sırların çoğuuu Velî İNSANa aittir. İş O'nun kokusunu alıp yanına yanaşa bilmekte.
Bazıları şekil değiştirirler. Bakarsın herif Velî gibi görünür.
Birden bir iş çevirir sonra.: "Zındıktı!." dersin.
Onlar bulutludur, kaparlar kendini.
Yağma yok. Yakala kendin ye. "Kopar ye!" yok öyle iş!.
Salak gibi görürsün!. Bâzen dünyanın hali bu.
Deliye sormuşlar aşk nedir diye de?
Deli demiş ki.: "Ben neden bu hale geldim?." demiş.
Beşyüz kırk kumandanlarından Sebuk Tekin biliyorsunuz.
Beyazidi Bestamî'nin kabrine gitmiş. Ziyâret etmiş.
Bestam'dadır Beyazidi Bestamî zâten. Bir Derviş oturmuş.
Bir hadisi var orada.: "Beni ve Benim Velîlerimi ziyâret eden CeNNetliktir!" diyor.
Ordaki dervişe Sebuk Tekin.: "Bu doğru lakırtı değildir!" demiş.
Sultan zikrinde Derviş.
Derviş’e soruyor Sebuk Tekin meşhurdur bu. "Ebu Cehil de, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i gördü!. Konuştu Onunan. Cehenneme gitti." demiş. Derviş ne cevap verdi biliyor musunuz!.
Hemen Derviş’in elini öpmüş. Derviş.: "İyi amma, o Peygamberi Ebu Tâlib'in yetimi olarak gördü." demiş. "Eğer peygamber olarak göreydi o da CeNNete giderdi." demiş.
Onun için hiç kimseyi..
Karınca hikayesini unutmayın. Anlattım size!.
Hanım deyü kimseyi dahl etme sen!
Defter-i divâne sığmaz söz gelir divân eder!.
Divâne sandığın birisi bir lakırtı söyler.
Hiçbir yere sokamazsın söz allak bullak olur.
Bacağını araba kesmiş köpek gibi bağıra bağıra kaçarsın.
Kazalarını bitireceksiniz. Namazı bırakmayacaksınız.
Onlar bir nevi' yolculuğa çıkan insanın eksikliklerini. Meselâ Efendim. Cebinde konserve açacağı olmazsa da elinen de konserveyi açamazsın birâder.
Keserinen de açılmaz bu.
Tertibli gitmek lazım!.
Onun için mesela Hz. Ali için Cenâb-ı Peygamber'in bir hadisi vardır.: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ene Medinetü Ali babihâ.: Ben Medineyim, Ali'de onun kapısıdır." demiş.
Ne demek bu?
Aha bu hadisi, anlamamazlıktan;
Alevîlik çıkmış. Bilmem Kızılbaşlık çıkmış. O çıkmış, bu çıkmış.
Birbirine girmiştir millet!.
Halbuki hepsi bu hadisi anlamamaktan...
Sonra Mevsuk hadis derler bilirsiniz.
Mesela mevsuk hadis şöyle.
"İza tayyiatül bil umur esteinu bi nefte'l gubur.: Çok müşkil zamânâ kaldığınız zaman kabirlerden istiâne ediniz!." Buna Hocalar mevsuk hadis derler.
Halbuki Velîyullahlar indinde mevsuk hadis diye bir şey yoktur. Hep Cenâbı Peygamberdendir.
Mahaller değiştirdiği için anlayamazlar.
Çünki Peygamberimizin Hadisleri doğrudan doğruya Hıfz-ı İlâhîyenin altındadır. Kimse değiştiremez onu..
Bütün kelimeler değişir. Kelimeler doğrumu. Kelimeler türer.
Şimdi; Kadınlardan Hz. Hatice Vâlidemiz, erkeklerden Eba Bekir, kölelerden onlar da bir Hizmet-i İlahîyeye mahrum olarak olmuştur.
Kadın, kadın iffetini muhafaza eder de beş vakit namazını kılarsa erkekten erken ermek..
Yâni Velî olmak imkanları yedi kat fazladır kadında.
İffet; yüzü, müzü kapamak, Onun gibi olmak değildir oğlum!
Onlar cesedî şeyler. Hiç! Hiç! Hiç!..
İ’caz: (İycâz) Edb.: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir. İ’cazî.: İ’caza dair, i’caza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda. Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak. Kadem.: Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. * Uğur. Dem.: Kan. Gayret.: Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imâna, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Biat.: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek. Mübaaye.: Biat bildirme. Sıla.: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye Musafaa.: Birbirinin boynuna sarılma. Nadas.: Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama. Zındık.: Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.) Dahl.: Karışma, girme. * Nüfuz, te'sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta'riz. * Ayıp, töhmet. Divâne.: f. Deli. Aklı başında olmayan. Tertib.: (c.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma. Mevsuk.: Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat. İnd.: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir. Cesed.: Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ben Medineyim =>Ali de onun kapısıdır.”buyurmuştur. (el- Cami’u’s-Sağir 1/415, Sevâiku'l-Muhrika 73; Tehzibu't-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Enâ medinetü’l-ilmu =>ALî->Bâbihâ.. Femen erâde’l-ilmu feliye’ti’l-bâb.: Ben ilim şehriyim. Ali de onun kapısıdır. İlim isteyen kapıya gelsin!" buyurmuştur. (Ukaylî, Taberanî, İbn Adîyy ve Hâkim.)
Hocamızın eşi Câhide Anne.:“Münir, kandil gecesi bir şey yazmıştınız onu okur musunuz bana?” “Ne yapacaksın onu?”
“İstiyorsan!”
“Peki okuyum!.”
Birisi mektub yazdı bana da“Kandil Gecesi nedir?”diye soruyordu ona yazdım da sonra onu tamamlamıştım okuyum peki!
Kandil denilen mübarek gecelerde isterse erişir kul, ARŞ'a kadar.
Üçler, Yediler, Kırklar gelir etrafına birden, DeYYÂN ile sessiz-sözsüz sohbet olur!.
Şaşırıp kalma eğer böyle bir geceye kavuşursan, sanman bizi kim bizleri divÂNa edip, görüp görerek bunları hep dertlerimde gurbetteydik.. Gurbette olan Hızır ile sohbet olur..
İster isen her Gecenin Kandil olmasını, az buyur, yeme çok hırsa kapılma rızk bitmeden ölmez insan korkma sakın!.
Kâfir, Fâsık, Münkir Mü’min demedenHazretiALLAHverir insanlara ReZZâk ile rızkını her gün, boşluklarınıALLAHuzülcelâlile doldurur.
Süsleniver Resûl'ü anarak hergün, misk kokusu yayılır senden etrafına senden her gün, o zaman anlayamazsın ne olduğunu sen.
Amma bunlar çok kadar kolaydır zannetme sakın!
Çileden derde, dertten çileye yuvarlanarak şikâyetsiz sen bıkma nedir bilmeyeceksin her şeyini bırakmak gerekir sabr ile HAKk'a.
Beş vakit alnını secdeye aman ihmal etme sakın, güler yüzlü ol dert etme sakın!.
Kanaat Zırhına bürünmek gerekir bu zamanda hırsa kapılma dünya kalmayacak hiç kimseye.. sanma!.
Dâima abdestli bulun! Her ayda 3 gün oruç tut HAKk için!.
Ganî ol zikretmiş olursunel GanîyyüEsmâsını sen kaldırırlar üzerindekin..
Kandil Gecesi o zaman göreceksin hakiki Kandil ne imiş!,
Doğdum doğalı yalınız yaşadım, kimseye olmadım derdim için yük!.
Ne yoksulluklara katlandım senelerce açmadım derdimi kimseye istemem ortak!.
Sabrımın sonu yoktur diyemem ben, buna sabır isyan edemem HAKk'ın Emrine bir lokma için.
Ben öleli oldu en aşağı 58 yıl hangi ölümü bekleyeceğim!.
Artık korkmam ben, senelerdir tartıya gelmez bir yük altında ezildim, o kadar ağırdır ki bu yük ezdi beni, yeni çıktım şimdi kırkın üstüne ben, kalmadı ezilecek yer artık cesedimde!.
Kırklardan idim senelerden beridir, şimdi artık yedilerden oldum ben!.
Bir Kandil Gecesiydi götürüldüm Gavs’a kadar! Artık söyleyemem bee!.
Benim Sırrımdır bu kadar!..
Hocamızın eşi Câhide Anne.:“Peki! Pekii!.”
Fısk.: Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak. * Fık.: ALLAH'ın Emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir. Münkir.: (Nekr. den) İnkâr eden, kabul etmiyen, hakikatı tasdik etmiyen, dinsiz. Gavs.:Suya dalmak. Dalgıçlık. * Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek. * İyi anlamak. * Maslahata gayret ile girmek.. Gavsu’l- Azam.: Abdülkadir-i Geylanî kaddesallahu sırrahu Hazretlerinin Nâmı. En büyük Gavs. Evliyâullahın büyüğü. Gavs-i Ekber de denir. Es Settâr.:Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten ALLAH celle celâluhu.. El DeyyÂN.:Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. HAKk Teâla. Kahhâr. Hâsib. Hâkim. Kadîr. Râi.Cenâb-ı HAKk ALLAH celle celâluhu.
El DeyyÂN.:
El Ganîyyü.:
Er Rezzâku.:
[/b]هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm: O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”(Hadîd 57/3)
Şimdi size dâima “HÂLvet” diye bir husustan bahserderdim.
Biraz HÂLvetten konuşacağım! HÂLvet nedir? HÂLvet, “insanı İNSAN İNSAN yapar!”
İşte hakiki İNSAN olmağa çalışan ve namzed olan bir insanı hakiki bir Mürşidin ceseden elinden tutup, ruhu ile birlikte maddî bir yere girmek demektir.
Bu maddî yerde, maddî bir takım riyazât ve çileler vardır.
Bunu hepisine birden “HÂLvet” derler. Hem-BEZM olmağa derler…
HÂLvete girmeden evvel, bir çok hususların tamamlanması gerekir. HÂLvetin birinden diğerine geçilir, 7 odası vardır.
İlk odanın kapısının önünde ayakkabı çıkarılacak yerdeki sözlerden biraz mikroskobik olarak bahsedeceğim, fakat uzun olmayacak!
BU kapıda ilk evvel bir ses duyulur amma bu kulak ile değil çünkü o gizli bir âlemden gelen bir sestir.
Nasıl ki rızk, cana rûh hatırı için verilmiştir, rızık bitmeden can çıkmaz!
Rızık bitti mi ruhu kabz için melek gelir. Melek, ruha iltifat ve refakat için teşrif eder.
Ruh bu hadiseden korktuğu için iltifat olsun diye ölüm zamanını HAKk kuldan gizlemiştir. Bu söylediğim Hadis-i Kudsîdir.
“Herkes ölümü tadacak! Küllü nefsin zâikatul mevt.” demek "bu güzel ANı yaşayacak!”demektir.
Zâika tadmak mânâsınadır. Bilirsiniz dil, en güzel şeyleri alır ve tadar.
Onun için Zâika-tadma lafzı âyet-i kerimede buyurulmuştur.
Hastalıklar dâima âlet bozukluklarıdır, bu kapıda duyulan ses de bunun gibidir..
Bir nevi HÂLvete girmek için refakat sesidir..
Şimdi buyurun bu seslerden bazılarını söyleyeceğim dinleyin!
1 -► bütün mahluklara karşı devamlı sonu gelmez bir şefkat içinde bulun! Bir gün gelir sizde bulunan ve HAKk tarafından kula bahşedilen Rahîm Esmânız er RAHÎM ile kopmaz bir irtibat temin eder. Bu arada merhamet hamuleniz dâima nöbette bulunsun, bir su deposu gibi, lüzumunda derhal musluğunu açabilesiniz! O zaman er RAHÎM ile kopmaz bir bağ temin etmiş olursunuz.
2-► Tevazu'uyu vücudunuzun en mühim bir parçası olarak biliniz! El Mütekebbir Esmasına büyük hürmet etmiş olursunuz, HAKkın sevgisini kazanırsınız.
3 -► İsminiz bedeninizle birlikte sabır olsun! ALLAH’ın en büyük Esmalarından biri olan es Sabır ile zırh giymiş olursunuz. Sabır zâten büyük bir zaferdir. Sabrın sonunda bir şey beklemeyin ki Sabrınız devamlı olsun! “Sabrettim sonunda kavuşacağım, şu derde sabredeyim iyi olurum!”gibi mülahazalarla izah edilemeyen Sabır anladığımız Sabır değildir. Onu insanlar icâdetmişlerdir.
4 -►ALLAH’tan dâima korkun emirlerini yapın! Nehiylerinden süret-i katiyyede kaçının! ALLAH’tan korkmak demek bu korkunun altında ALLAH’ın sevgisi gizlidir. ALLAH’ı tesbih vardır ki, bu en büyük zikirdir: “ve le zikrullâhi ekber!”
Velîlik hududuna bu kapıdan geçilebilinir. Cesedî olarak başlayan ALLAH korkusu dâima teslim olmaktır.
Gusul icabettiği zaman kelâm etmeden, mideye bir şey göndermeden evvel gusletmek, ağzı dâima temiz tutmak, Cesedî korkudur altında bu korkunun yine ALLAH sevgisi gizlidir. HAKk Settar olduğu için sen korku ile ALLAH sevgisini örtüyorsun dikkat et gafil olma! “Settar İsmini tesbih etmiş olursun” demektir. Resul-i Ekreme misvak kullanmak farzdı biliyorsunuz.
5 -► Dâima fakirliği tercih et! Kanaatkâr ol! Dâima boynun bükük olsun! Hiddetten, korkudan, sabırdan, isyandan çekinmek için değiiiil huzurdaymış gibi ol, bu halinle dâima namazdasın demektir. Cesedini aç bırak bu Er Rezzâk ile verilen rızka karşı bir şükür ve kanaatkâr olmak demektir. Sedef aza kanaat ederek SU altında beklediği için ALLAH içini inci ile doldurdu ve süsledi.. “lûluu vel mercân” düşün biraz hem!.
6 -► Çok uyumaktan kaç! Resûle gece namazı farzdır, bize bir şey değildir. Gece, DeyyÂN ile sohbet edenleri görür duyarsın!
7 -► Gözün dâima yaşlı olacak! ALLAH’ın en çok sevdiği şey Göz yaşıdır bunu unutma!.
8 -►Resul-i Ekremin İsmi söylendiği zaman, işittiğin anda “sallallahu aleyhi ve sellem” söyle! Salavat-ı şerife işittiğin zamanda bunu söyleyi unutmaaa! Bunda HAKkın Evvel ve âhir olan Resûlüne desdek gizlidir! ALLAH’ı tesbih etmiş ve hamd etmiş olursun! Ve kendinde gizli Resle karşı da ta’zim yapmış olursun! Ama bunlar dâima abdest iken yapılır!
9 -► Öfke, hiddet, hırs, sabırsızlık İslamın malı değildir! Dedikodu, münakaşa, gıybet, tamahkârlık, kibir, yalan, iftira münafıklıktır! Sonunda küfre gider ALLAH’ın Gazabına uğrarsın! Gazab, şiddeti değildir haaa! ALLAH’ın sevgisini kendi kendine tepmektir. Ateş mukaddestir yakmaz, sen temiz olarak ateşin yanına yanaşmadığın için yanmak hassası olan bir nesne oldu demektir. Ateşe yanacak madde olarak girersen yanarsın! Yanmayacak halde temiz olursan sana gül bahçesi olur ateş!
Amyant diye bir maden vardır bilirsiniz yanmaz, hatta Ateşte soğuk durur bu neyi anlatıyor! “Efendim ben üniversitede Amyant böyledir!” Evet öyledir de!.
Bu da korku değil! Gazab-ı İlahî dediğimiz de politiktir.
Bu da korku gibidir altında ALLAH’ın sevgisi gizlidir..
“ALLAH’ın rahmeti gazabına galibdir” âyettir.
Hüsniyye bunları tefrik eden tarafından bahşedilmiştir. “ALLAH kulun tahammülünden fazla yük vermez.” Âyeti ALLAH sevgisini gizli bir sırr olarak belirtir: “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ”
Hayâ ar utanma insanın elinde olmayan bir İlahî haslettir. Bu hasleti muhafaza etmek için HAKkın emirleri vardır. Bu derce derecedir bu hiss ortadan kalktığı zaman o kimse veya kadın HAKkın sevgisini tepmiş demektir!
Bu hiss, insanlardan kalktı mı ALLAHa kasem ederim ki, o ALLAH’ı da Resûlü de tanımıyor, vüs’anın çukuruna düşmüştür.
Eski devirlerde gençlerimiz; nur yüzlü, terbiyeli, mütevazi’, basit ve temiz bir elbise, HAKkın emirlerine mutî, baba ve anaya hürmet edenler çoklukta idiler.
Bu gün hokkabaz kılıklılar, köpek tâbiatlı, iğrenç, ne İslam, ne hrıstiyan ne Yahudi ne olduğu meçhul bir mahlukturlar!
Kızlar; mahçup, temiz yüzlü kadınlığa yakışır ilerle meşğül.. nûr gibi idiler.
Şimdikileri, târif mümkün değildir.
Yaşlı erkekler; mütevazi’, olgun, nur yüzlü idiler.
Şimdikiler; ne olduğu meçhul, münafık kılıklı, kara yüzlü, yobaz gibi saldırgan mahluk haline gelmişlerdir.
Ninelerimiz seccade üstünde bembeyaz yaşmaklı gül kokan cennetlik annelerdi!.
Şimdikiler; sinirli, dedikodu kaynağı, utanmaz, acuze yüzlü dişiler haline gelmişlerdir.
Bütün eskilerin işleri, ALLAH ve Resûlüne dopdolu idi.
Şimdikilerin işleri; muzib, dedikodu, isyan, mideleri haramla dolu, zikirleri şarkı, hareketleri tepinmek, Kavm-i Lûtun torunları halindedirler.
Küfür işelemeye ilericilik medeniyet diyorlar!
Zikir işlemeye de gericilik simini vererek, bu iki grup bilmeden inanmadan yekdiğerine saldırıp durmaktadırlar.
Gerici diye ilericilik diye bir şey yoktur. Bunlar muhtelif karekterde güyâ dindârız diyenle kindârın münakaşası ve kavgasıdır. Her ikisi de cehennemliktir. İlahî Sevgiyi kaybettiklerinden hüsranlarının farkında olmadan derdin nereden geldiğini bilmeyen, kendi kendine hakaret eden kitleler halindedir.
Bu gün bir çok İslam diye geçinenler İslam olmayanlar..
Hakiki, ALLAHa ve Resûle bağlı olanlar dışlarını gösterir, içlerini kimseye göstermezler, gösteremezler. Çünki HAKk onlara kendiliğinden izhar etmiştir.
Bu gün dindâr görünen topluluklarda munafık ve kendikendine mertebe verip ağzından büyük laflar çıkaran yalancı kâzib mürşidlerle doludur cemiyet. “Aman Efendim siz bilmiyorsunuz kerametini gördük, bildiğin gibi değil, toplanıyoruz ziyaretine gidiyoruz, yardım ediyoruz bir görsen!” “Peki ne gördün anlat bakalım! İçindeki mezbeleyi gördün mü?”
“Nereden göreyim Efendim!” Yaa göremezsin onu görenler bu Kubbenin altında binlerce vardır, onların listesinde bu adamların biraz zordur... “Efendim Mekke’ye gitti geldi!”
“Ama neyle?”
“teyyareyle!”
Teyyaresiz gidenleri sen bir görsen kafan boynunla birlikte yerinden çıkar, çıldırırsın! Timarhâne bile seni almaz!
O halde sukutî ve sakin ol, ALLAH her yerde hazır ve nazırdır. Kelâmı Kitabı halinde elinde, Resûlün Ruhaniyyeti her an tecellî halindedir, bunlar yetmiyor mu sana da başka tarafta yer arıyorsun!
Evinin temiz, sade, mütevâzi bir köşesinde, basit bir seccade üzerinde hepsini bulman mümkün! Ne tepinip duruyorsun hadi git işine!
Halbuki daha ayakkabı çıkarılan yerdeki sözler bunlar.
Hep Serlevhalar gibi.. Söylediğim bu maddelerin uzun sayfalarca izahı vardır.
Bundan sonra öteki 7 tane o da içeri girmeye dair.. çok güç, çok naif.. Çünkü çetin olay!. YOLun AÇık OLsun!.
HÂLvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik. Namzed.: (Nâm-zed) f. İsteyen veya istenilen kimse. * Sözlü. Nişanlı. * Bir vazifeye tayin edilmesini isteyen veya istenilen kişi. Aday Riyazât.: (Riyazet. C.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak. BEZM.: f. Sohbet meclisi. Muhabbet yeri. Yiyip içme, îş u nûş. Meclis. Hem-BEZM.: her husuta bir olmak, BİZ BİR-İzlik. Refakat.: Arkadaşlık, beraberlik. Gusul.: Gusl.Gusül. Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir. Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat. Mütevazi’.: Gururlu olmayan, alçak gönüllü, kendi fakrını bilen. * Gösterişsiz. Acuze.: Saçı ağarmış kocakarı. Mezbele.: Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri. Serlevha.: f. Yazıda başlık. Lût aleyhi's-selâm.: Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lût aleyhi's-selâm onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lût, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve çok nasihat etti, kabul etmediler. Cenab-ı Hak da onların başına taş yağdırdı ve zelzele ile köylerinin altını üstüne getirdi. Cümlesi helâk oldu. Yalnız Lût aleyhi's-selâm ehl-i beytiyle geceleyin içlerinden çıkıp kurtuldu. Es Settâr.: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten ALLAH celle celâluhu . El DeyyÂN:. Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. Cenâb-ı HAKk ALLAH celle celâluhu.
El DeyyÂN:
Er RahîM:
El Mütekebbiru:
Es Sabûru :
Er Rezzâku :
''nefsin zâikatul mevt.”:
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ ---“Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri): Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)
''ve le zikrullâhi ekber!”:
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ---“Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne): (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
“lûluu vel mercân”:
يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ ---“Yahrucu min humel lûluu vel mercân(mercânu):İkisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahmân 55/22)
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ”:
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne): Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kilâr. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara 2/286)
İnsan vücudunda; saç, sakal, bıyık, kıl, tırnaklar vardır.
Bunlar hakkında biraz İslamî bakımdan durmamı istediniz!
Bilgi hududum dâhilinde biraz bunlar hakkında söyleyeceğim.
Bu kılların bir kısmı muayyen bir yaşta çıkmağa başlar.
Bazıları da bazı insanlarda dökülür veya çıkmaz, fazlalıklar hariçtir.
Erkeklerde saç, vücudunda kıllar, sakallar, bıyık vardır. Kulaklarda kıllar yaşlandıkça çıkmağa başlar.
Kadınlarda kıl çok az bulunmakla beraber, vücudunda kıl olmayan yerler de ekseriyeti teşkil eder.
Birçok erkeklerde; göğüs, kol, karın, sırt, omuz, el ve ayak üstlerinde parmaklarda kıllar yoktur.
Bir kısmındaysa göğüs, kollar, sırt, bacaklar, el üstleri, ayaküstleri, parmak üstlerinde kıllar mevcuddur.
Çok ender olarak bazı erkeklerin ayak parmaklarında ve el parmaklarının ikinci boğumunda bile kıl mevcuddur.
Bunlar çok enderdir. Üçüncü boğumunda kıl olanlar yoktur.
Fakat binde bir parmak ikinci boğumunda kıllı olanlara tesadüf edilir.
Bu gibilerde bir hususiyet vardır, hususiyetin biri söylenir biri söylenemez. Söylenemez bizim için söylenemez, bilenlerden bunu söylemeğe izinli olanlardan öğrenebilirsiniz.
Bizde bu hususiyet yok ki söyleyemeyiz! Hocamız bize söylemeyin diye bildirmişti, onun emrinden çıkmak doğru olmaz, onun için bağışlayın!
Söylenecek kısım şu; parmakların ikinci boğumunda dedik. İkinci boğumunda kıl olanlara da tesadüf edilir. Bu gibilerde birinci hususiyet çok merhametli olurlar, aynı zmanada ruhani tarafları maddî taraflarına galibdir. Fakat bu kati değildir amma el ve ayak parmaklarının bir kısmında kıl olanlar vardır, bunlar bambaşkadır işte aha bunlar söylenemez.
Kıllar; sakal, bıyık bazilârında gürdür bazılarında seyrektir. Bazıları da kösedir.
Kılların renkleri muhteliftir, şekilleri de aynı zamanda. Kıvırcık siyah, düz siyah, Kıvırcık sarı, kıvırcık sarı düz olanlar vardır.
Bunlarda büyük bir hikmet gizlidir.
Bazısı siyah, bazısı kıvırcık, bazısı düz, bir İlim-i Simya denilen bir ilim vardır, bu ilim bunlarla biraz meşgul olmuştur. Ama yalnız madde olarak mütalâsı çoktur.
Kıllarda mikrokobik olarak sinir mevcuddur, fakat kesildiği zaman duygu yoktur.
Tırnaklarda da aynı sinir mevcuddur, kesildiği zaman duygu yoktur.
Kıllar saçlar vücuddan ayrıldıktan sonra ömürleri hududsuzdur, dâima bozulmadan kalırlar. “Kılların renkleri sarı siyahtır” dedik umumiyyetle yaşlandıkça beyazlaşırlar, bazılarında da beyazlaşmaz.
Kulaklarda yaşlandıkça kıl çıkmağa başlar.
Kılların saç ve sakalların beyazlaşması İlahî bir Hikmete tâbidir.
İnsanlar arasında saçların beyazlaşması ihtiyarlık âlameti telakki edilirse de bu bir üzüntünün veya belirsiz bir korkunun ismidir. Hakikattaysa bambaşka büyük bir …… işaretidir.
Onun için İslamda erkeklerde saç boyamak yasaktır hatta büyük günahtır!
Kadınlarda kına koymak sünnettir. Kına bilirsiniz bir ağaçtır nebattır bundan yapilân kına toz halindedir kızıl bir rengi vardır. Aynı zamanda tıbbî bakımından bir çok hastalığa da.. Kınanın mevcudiyyeti …. hor görülmemesi için Cenâb-ı Allah kına ağacını yaratmıştır.
Beyazlaşmada en geç beyazlaşan, bâzen de diğerleri beyazlaşdığı halde beyazlaşmayan kaşlardır. Kirpikler hiç beyazlaşmaz bu şayan-ı dikkattir niçin beyazlaşmaz? “Efendim ben birini gördüm kirpikleri de beyazlaşmıştı!”Olabilir, ama cevabımızı mazur görün sen İNSAN görmedin o halde, israr ediyorsan o halde sen de İNSAN değilsin! Cevabım budur!.
Bilmediğin veya bilemeyeceğin işlere karşı kendi kendine çifte atma!
Başında tümen tümen saçlar var daha onların ne olduğunu bilmiyorsun!
Bir de söylenip duruyorsun!
Bütün hayatı boyunca büyüyen, vücuda iki unsur vardır. Kıllar, saçlar, sakallar ve iki tırnaklardır.
Ölümü müteakib tırnaklar bir saatin içinde büyürler.
Saç, sakal, tırnak, kıl traşlardan evvel ve sonra dâima abdest al! Yemekten evvel yemekten sonra dâima abdest al! “Ben abdestliyim!” deme! Zâten devamlı abdestli bulunuyorsun, bu abdest başka bir şey içindir. Namaz için değil, vücuddan ayrılacak kısımlara hürmettir. Rızka hürmettir. Sana senden yakîn olan Allaha tesbih gizlidir bu abdestte.
İnsanda bulunan her türlü esmaya karşı kulun tesbihi ve ta’zimidir gizlidir bu hareketlerde unutma bunu!
Cünüb iken saç, sakal, tırnak kesmek insanı süründürür aha bunu da unutma!
saç, sakal, kıl, tırnak kesmeden abdestli bulun bunlar vücuddan ayrılırken senin abdestli olduğuna şehadet ederler.
saç, sakal, tırnak ateşe atmak günahdır haramdır bak âyet vardır bunu da unutma!
Çünkü ölümden sonra saçlar ve tırnakların uzun ömürleri olduğunu söyledik. Tırnak büyütmek insanı sonunda zelil eyler.
Saç büyütmek sünnettir, temiz tutmak şartıyla. “Saçlarınıza ikram ediniz” hadisi vardır. “Efendim bizim kadınlar tırnaklarını uzatıyorlar, manikür yapıyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar!” diyeceksiniz. “Bunlar ne olur?”
Buna cevab verilmez amma ben vereyim.
Ama bir süal soracağım.: “Namaz kılıyorlar mı? ALLAH’ın Emirlerini yapıyorlar m?” “Evet!”ise haramdır. “Hayır!” ise bir şey değildir, devam etsinler! Cevab budur!..
Ben 5 vakit namazını kılanlardan bahsediyorum.
Hakiki İslamın süslerini söylüyorum! Süslerini lekeleyecek şeyleri anlatıyorum! Yollarını şaşmış olanlara ne lânet edebilirim ne beddua! İslamda bunlar yasaktır! DUÂ ederim HAKk doğru yola girmelerine yardımcı olsun o kadar!
Baştaki saçlar, kaşlar erkeklerde sakal, bıyık, bazı vücudlarda kıllar, kualaklarda kıllar, burun içinde kıllar, koltuk altında kıllar, edeb yerlerinde kıllar, kirpikler bunların mevcudiyeti, adem-i mevcudiyeti, tıbbî ve sıhhî bir çok faideleri kati’ olarak mevcuddur.
Bir de niçinleri vardır. Bunlar niçin insan vücudunda vardır?
Bu mesele büyük bir hikmettir. Hocam bana uzunuzadıya rahmetullahi aleyh izah etmişti, ben söyleyemem, çünkü büyük bir hataya hatta günaha girerim!
Bunların hikmetini Anladın mı İNSAN olursun. İnsanlar yekdiğerine güler, yahut yaptıkları hataları tam anlayarak kafalarını taşa vura vura hayatlarına son verirler!
Onun için saç boyamak, kaş çekmek, edeb yeri hariç bunu da bir sebebi vardır hariç olmasının sebebi.. kol, bacak, sırt kıllarını düşürmek islamda yasaktır.
Vücuduna döğme yaptırmak, nedir resim yaparlar, kıl hakkı için yasaktır resim olduğundan değil..
Tırnaklar saç, sakal, bıyıklar dâima büyürler.. “Ölümle birlikte tırnaklar birden büyürler”dedik daha önce.. çıkan bir tırnağın yatağı vardır ifrası’s- sıfır denir buna, burası yumuşaktır, tekrar tırnağı doğurur ve tırnak yavaş yavaş büyür. Bu yatakta öyle büyük bir hassa vardır ki vücuddaki tırnak tekibinde bulunan maddeleri kendinden süzerek adeta tırnağı yeniden imal eder ve dokur. Tırnakların büyümesi vücudu büyük bir tehlikeden kurtarır. Tırnaklarını kesmeyenlerde büyük ve kendisinin hissedemeyeceği tedrici hastalık ve dertler husule gelir. Aynı zamanda da insana verilen menevi kıymetine de hakaret olur. Tırnaklardan bir çok hastalıkların teşhisi anlaşılır. Ruhî hastalıkların bir çok sebebleri tırnak kesmeyenlerde görülür.
Tırnaklar rontgen şua’ını aksettirirler, karanlıkta tırnak kesmek doğru değildir. Hatta peygamber men’ etmiştir.
Tırnaklar gece başka, gündüz başka, uyurken başka terkibdedir.
Akciğer sirozu, karaciğer sirozu, doğmalık kalb hastalıkları, lösemi denilen kan kanserinde Tırnakların şekli ve rengi değişir.
Bazı insanlarda geç büyür, bazılarında çabuk büyür, bu da büyür bir hikmete tâbidir.
Hatta eskiler der: “Tırnak cefâdan saç sefâdan büyür!”
Bunu altında da bir şey gizli ama onu bilmiyorum!
Tırnak hakkında bilgim bu kadar..
Saç ve sakal, bıyık, kıllar hakkında da söyleyeceğim bundan ibârettir.
Daha ileri gidersek kaşımla saçımızı yolmağa başlarız!
Onun için bu kadar kafi!
Benden selâm olsun size! DUÂ ederim, sizler de bana edin!..
Ekseriyet.: (Ekseriyyet) En büyük kısım, çokluk.* Bir topluluk ve hey'etin yarısından fazlası. * Bir mecliste üyelerin verdikleri rey'lerin büyük kısmı ve bunların üstünlüğü. Nebat.: (c: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. * Yemen diyarında bir kabile adı. Müteakib.: Sıra ile, birbiri arkasından gelen. Adem.: Yokluk, olmama, bulunmama. Adem-i mevcudiyet.: Mevcud olmayışı, o şeyin yokluğu.
Saçlarınıza ikram ediniz:
ـ1ـ عن أبى قتادة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قُلْتُ يَا رسولَ اللَّهِ: إن لِى جُمَّةً أفَأُرَجِّلُهَا؟ قالَ: نَعَمْ وَأكْرِمْهَا، فكَانَ أبُو قَتَادَةَ رُبَّمَا دَهَنَها في الْيَوْمِ مَرَّتَيْنِ مِنْ قَوْلِهِ #: نَعَمْ وَأكْرِمْهَا[. أخرجه مالك والنسائى.»التَّرْجِيلُ« تسريح الشعر ---Ebû Katâde radıyallâhu anh’dan; anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, benim omuzlarıma kadar dökülen (gür) saçlarım var, tarayıp tanzîm edeyim mi?"
"Evet dedi, ona ikramda bulun."
Râvi der ki: "Ebû Katâde, "Evet, ona ikramda bulun!" sözü sebebiyle, günde iki sefer (bakım yapar ve) saçlarını yağlardı." (Ebû Katâde radıyallâhu anh’dan; Muvatta, Şa'ar 6, (2, 949); Nesâî, Zînet 60, (9 183)
ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قالَ رَسولُ اللَّهِ #: مَنْ كانَ لَهُ شَعْرٌ فَلْيُكْرِمْهُ[. أخرجه أبو داود ---. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kimin saçı varsa, ona ikram etsin!" buyurdu." (Ebû Dâvud, Tereccül 3, (4163)
ـ3ـ وعن عطاء بن يسار رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]أتَى رَجُلٌ النَّبىَّ # ثَائِرَ الرَّأسِ وَالِّحْيَةِ، فَأشَارَ إلَيْهِ #: كَأنَّهُ يَأمُرُهُ بِإصَْحِ شَعَرِهِ، فَفَعَلَ ثُمَّ رَجَعَ، فقَالَ #: ألَيْسَ هذَا خَيْراً مِنْ أنْ يَأتِى أحَدُكُمْ ثَائِرَ الرَّأسِ كَأنَّهُ شَيْطَانٌ[. أخرجه مالك.»ثَائِرَ الرَّأسِ« أى شعث الرأس بعيد العهد بالدهن والترجيل ---Atâ İbnu Yesâr (rahimehullah anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a saçı sakalı karmakarışık bir adam gelmişti. Efendimiz, ona (eliyle) işaret buyurarak, sanki saçını ıslâh etmesini emretmişti. Adam bunu yapıp sonra tekrar geri geldi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Şu hal, sizden birinizin tıpkı bir şeytan gibi başı(ndaki saçlar) karmakarışık vaziyette gelmesinden daha hayırlı değil mi?" buyurdular." (Muvatta, Şa'ar 7, (2, 949)
هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---“Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm: Odur, evvel-ü âhir ve zâhir-ü bâtın, hem o her şey'e alîmdir. ” (Hadîd 57/3)
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ ---“Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne): (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)
يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ ---“Yahrucu min humel lûluu vel mercân(mercânu): İkisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahmân 55/22)
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ ---“Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri): Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ---“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne): ALLAH her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kilâr. Herkesin kazandığı (hayır) kendine, yapacağı (şer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” (Bakara 2/286)
“Genç bir insan şeklinde gördüm..” diyor.
Topraktan, toprak nerden alındı. SUyunan karışımından. Ondan sonra Büyük insan deriz.
Bu Dünya da iken Âdemiyet Hamulesi ile görünmek hünerine sırrına ermiştir.
Onun için burada elmas çelik, ikincisi işlenmesi görürüz biz insanoğlunu, cesed başka, insan başka.
Namaz, mi’racta emrolunmuştur, doğrudan doğruya, arada Cebrâil yoktur ondan sonra Rasûlullah nâibdir.
Geçen günüde biraz iş karışıyor, tanıdıklarımdan.. (Sesim o kadar benim siz biraz kulağınızı daha şey edin!)
Gittik oturuyoruz orada Sabri Bey var, şu var bu var daha tanıdıklarım var eskiden oturuyoruz böyle.
Birisi geldi, Reislerden birisi herkes ayağa kalktı, bizde kalktık. “Sabri Bey!.” dedi nerden malumatı varsa bunun. “Ben dedi felan yerde apartumanda oturuyorum, ikinci katta dairede benimdir o kat”dedi. “Karşımda da bir mütekaid oturuyor” dedi.
“Cuma günü akşamı bizim eve geldi” dedi. “Bizim hanım da onlara gitti” dedi. Orada tek tek bir hanım varmış.
“Oturduk koşuyorken, o gün kü Vaiz Efendi...”
Kurtuluş neresi bilmiyorum, o Câmide demiş ki: “Namaz kılmayan kâfirdir!''
“Bu yobaz herif dedi nasıl söyler, bunu böyle şey olur mu?” dedi, bu Reis, bilmem kaçıncı daire Reisi oluyor.
Sabri Bey dedi ki: “Burda bir Hocamız var dedi ona soralım” dedi, beni gösterdi. “Bu yobazlık değil mi Beyefendi?” dedi. “Değil sil!.” dedim. “Efendi yetiş!.” dedi.
Dedim.: “Anlamadınız.”
Eskiden Efendi varıdı. Abdulmecid Efendi varıdı Abdulmecid Bey!.
“Peygamber Efendimiz!.” der ”Peygamber Bey!” demez. “Efendilik gitti şimdi kapıcıda” dedim “can çekişiyor.” “Ahmed Ağa Ahmed Efendi şurdan şeyi al!.”
Hatta Ahmed Efendiye, Kapıcı Ahmed Bey demeğe utanırmış. “Yok, efendim o vaizin elinde bir defter vardır, bir yazı vardır, bir şeyden okumuştur, Diyânet İşleri vermiştir." dedim Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin Efendimiz söylemiştir. Hadisi vardır.
Birisi.: “men tereke’s- salate mutaammiden fekad kefere” hadisi vardır. "Kim ki namazı terk etti mi, küfürdedir."
Müşriklerde yani inkarda şirkte olanlarla, İslamlar arasındaki perde namazdır. Bu hadislere göre şey etmiştir. Onun için denilecek bir şey. “İyi dedi ben onu sormuyorum, namaz kılmak, kılmayan kâfir midir?” dedi.
Ben de insanım benim de bir sinir sistemin var değil mi? “Efendim kızacak bir şey yok. Zât-i Âliniz namaz kılar mısınız?” dedim. “Hayır!” dedi. “Namaz kılmayan kâfir değildir!” dedim. “Kâfirler, namaz kılmaz!” dedim.
Dedi ki.: “Benim yukarıda imzam var!” ..Kızdı o tarafa gitti..
Onun için Oğlum, din bahsini bilmem neyi zırıltı mırıltı edenlere cevab.: “Sen haklısın Beyim!” diyorsun.
Ama varyozunu biliyorsan.“Dur orada.” İnsan başka Âdem başka...
Şimdi buradan okuyalım da işimize bakalım.
İzmir de bir müsabaka açılmış. Eskiyi ve Yeniyi anlatmak için. Ahmed geldi dedi: “Hocam bir şey yaz da dedi gönderelim” dedi.
Ben de şeylerimde varıdı anamla konuşurken yazdığım bazı şeyler vardı.
Dedem varıdı benim, Dedemiz vardı sizin de vardır sizin Dedeleriniz vardı hepimizin. Nûr yüzlü Melekler kadar temiz. Gül kokan Nineleri vardı hepimizin. Bizden uzaklaştı gittiler. Niçin?
Onlar Efendi ve Hatun oldular. Efendi ve Hatun nasıl olunur?
Onlar, Efendiliklerini geride bırakmayarak göçüp gittiler Rabbülâlemine biliyorlardı ki bir gün istihza duyacaklar.
Artık söz bağlıdır. Söz sizin ne diyeceksiniz, bir şey söyleyecek halde değilsiniz değil mi? Evet.
O halde içinizi yoklayın, birazcık hürmet ve gözlerinizde yaş belirdiyse bu kitabı okuyun. Yoksa bu kitabı lekelemekte hiç olmazsa ..
İmza, namsız nişansız biri.
“O ne demek efendim?”
Kul nedir? “Kulum!” der Cenâb-ı ALLAH bu “söylemek” kelimesinden gelir ALLAH Namına konuşmaktan. Konuştuklarınızın hepsi vahyin devâmıdır. Resûlullah’ın hadisleri hep var, o halde ALLAH Namına konuşunuz.
Nasıl haramı sokarsın, insan vücuduna elini değdiği zaman..
Hepimizin aklı başında daha niçin akıl etmiyoruz?.
Ben iki KuL hatırlıyorum.
Birinci dünya savaşı başlamak üzereydi, bu hakikattir.
Bir gün hava birden kararmıştı, doğuda gök kıpkırmızı oldu.
Büyük bir kuyruklu yıldız görülmüştü.
Onu, herkes dünyaya bir felâket gelecek diye yorumlamıştı.
Bu yazı o zamanın çocuk zihninde kalmış bir hakikatı kısa olarak anlatacağım.
Ninem vardı benim, halı döşeli, sedirli, raflı, duvarında yeşil kadife kılıf içinde Kur’AN’ı asılı odasında, seccadesinde dâima, yeşil gözlü, beyaz pembe ciltli, başında kar gibi beyaz yaşmağı.
Dâima güzel gözleri yaşlı dua eder, dudakları ötelere bir şey fısıldar.
Ruhunun güzelliği yüzüne şekilleşmiş temiz yüzünün altında hiçbir günah izlerine rastlanmazdı.
Gözleri çevrili NÛR dolu kalbine, kalbini ise HAKk’a doğru çevirmiş.
Hepimizin ninesi, benim ninem, ama sizin de nineniz sayılır elbette.
Çünkü yalınız benim ninem olsaydı, ben bunu utanırdım yazmaya.
Kanaat sabır, merhamet, hoş görme, güzel yüz timsalı Pembe Ninem, ismi Pembeydi.
Anasının ismi Gül Hatun veya Evliya Kadın derdiler.
Eski Gümüşhâne’nin Hedre Köyünde türbesi vardır hâlâ.
Hedre Köyü o zamanlar 40 hâneliydi, bir kış o Köyde kalmıştık, sonra da oradan muhacır çıktık, Rus gelince... O günden bu güne uzun yıllar geçti.
..Yorulduğunuz zaman söyleyin… “Yok HocamALLAH razı olsun!”
Köyü ceseden ziyâret mümkün ve nasib olmadı.
Muhacır çıktık, kâfile halinde yürüyerek Hedre’den, nerelerden geçtik nerelerde konakladık Ankara’ya kadar geldik. Pempe Ninem Ankara’da HAKk’a göçtü. Bend Deresi denilen semtte küçük bir evde oturuyorduk, buldum orayı. Hacı Bayramı Velinin Türbesi yanındaki mezarlığa defnettik.
Sonra o mezarlıktan rahmetli dayım, Ninemin kabrini toprak ve kemikleriyle aldı, Hedre Köyüne götürerek büyük Ninesi Evliya Kadın kabri üstüne koydu. Benim çocuk hatıramda kalan bu kadar...
Rahmetli Anam anlatırdı, Hedre Köyünde 7 Mehmet varıdı o zamanlar.
Yaşları 20 nin üstünde idi, ben kendilerini gördüm.
Ama çok küçüktüm simâları hafızamda buğulu bir hayal âleminde kalmış, zorla hatırlıyorum onları.
Anam söyledi ve sözlerle resimlerini şöyle çizerdi Mehmetlerin.
Bu 7 Mehmet’in boyları boy boy, elleri el el, hep aynı makinadan çıkmış aslan gibi. Yüzleri Analarının sabrı kadar ak.
Siyah gözler, siyah saçlar, beyaz tenli evliyalar kadar temiz yürekli, burada anamın gözlerinden yaşlar gelmeğe başladı. “Noldu Ana niçin ağlıyorsun?." “Hiç oğlum! Bazı yaşlar vardır sebebi bilinmez.”
Yaşları sessiz devâm ediyordu, içini çekiyordu. Ben biliyordum, harb bitmişti. Dal Mehmet, İnce Mehmet, Deli Mehmet, Çakır Mehmet, Koca Uzun Mehmet, Hafız Mehmet bu Mehmetlerden bir manga olurdu.
Gün doğmamıştı bunların üzerine.
Sabah namazlarını Hedre’nin tahtadan yapılmış câmisinde dâima bir saf halinde kılarlardı. Bu 7 Mehmet’in kursaklarına haram girmemiş,
analarından abdestli olarak helâl süt emmişlerdi.
Vücudlarında, gözlerinde, seslerinde tavırlarında temkinli bir sevgi görülürdü.
Dertlerini söyleyemezler de ALLAH’a dönüp dua ederlerdi.
Bunlar her tohumun içinde bir orman gizlendiğini bilirler amma, ormana baltayla girenlerden dâima kaçarlardı.
Yalan bilmezlerdi. Gözleri dâima yere bakar, yalnız birbirlerinin yüzlerine bakarlardı.
Ana ve babalarının yüzlerine da âdeta utanarak nazar eder.
Gözleri çevrili idi kalblerine. Kalbleri ise HAKk’a doğru çevrili onların. Anam durmadan anam anlatıyordu.
Henüz içlerinde Uzun Mehmet çok doğruydu. Aynaya bile bakmaktan utanırdı. Resûlullah Sallallahu aleyhi veselleminin hadisi var “Geceleri aynaya bakmayınız!”
Şimdi ben niye bakmayınız diye anlatırsam bu kitab İslamın dışına çıkar. Zâten bize İslamı anlatmamışlar. İlmihalde okuttular.
Bunların hakikatı anlatılsa bilinilir bunlar oğlum. Secdeden başımızı kaldıramazsınız burda var Anamın sözleri.
Hepisinin ayrı ayrı mânevî bir hüner ve HAKkVergisi birbirinden üstün şahıslarınan Hass Meziyyetleri vardı ki, bu meziyyetlerine ayrı ayrı büyük hürmet ve ta’zim gösterirlerdi birbirlerine karşı.
Herkes söylerdi bunlar için.: "Evliyâ DUÂsı almışlar!" derlerdi.
Büyüklerden derin bir himmet aldıkları hareketlerinde ve yüzlerinde âdeta sessiz sözsüz okunurdu. Anamın sesin de: “oğlum muhacır çıktık, köyde kimse kalmadı, hayvanlarımızı, tavuklarımızı bile yanımıza aldık.
Hatırlar mısın bir gün senin bir kedin, siyah bir horozun vardı onları da baban almıştı kediyi bir torbaya, horuzu bir kafese koymuştu.
Sen ağlamıştın “bunları da alalım” diye!. “Ana, hatırlayamıyorum!” dedim.
“Hatırlamadığın iyi oğlum. O dertlere tahammül edecek a’za insan vücudunda yok.
Yalınız 7 Mehmet köyü terk etmediler, niçinini de kimse bilmiyor..
Onlar bir defa cihada gitmesinler, aklın derir görünmeyen melekler hep bunlar anamın sözleri oğlum. Anam çok güzel anlatırdı, aklın derir görünmeyen Meleklerdir.
Evliyâlar fırlardı kabirlerinden.
Bu bir manga teşkil eden 7 Mehmet’in vücudlarında gözlerinde, narelerinde, saldırışlarında, secdadelerden dua eden gül kokan yaşmaklı ninelerin duaları arşta kabul olunmuş diye..
Anam sustu, gözlerinden sessiz yaşlar süzüldü. “Ana niçin ağlıyorsun?” dedim.
“Oğul! Nur yüzlü oğlum! Bu bir insanın diğerine öğreteceği, anlatacağı şeyler değil. Öğretmek çok güç. Anlatılmasına da söz yok bulunmaz, dil yetmez. Ağlayan bile anlayamaz niçin ağladığını. Bu soruları çok az kişi sorar, söylemediyse bile cevabını çok az kişi bilir.
Bana sordun kulağında kalsın “Bu ANA GÖZYAŞIdır”Büyük Nenemiz Gül Hatun’a sormuşlar da o böyle cevab vermiş ben de onun sözünü söylüyorum. ANA GÖZYAŞIdır, onu ancak ALLAH bilir!”
“AnA” dedim “Resûlullah’ın bir hadisi var.: “Bir kimse anasının ayağını öpürse cennetin eşini öpmüş olur.”
Diğer bir hadiste “cennet anaların ayağı altındadır” buyuruluyor.
"Bu ne demek?” diye sordum anama. İyi de anam onların birisini kitabta görmedi, ben 3 tâne fakülte bitirdim. “Ah oğul, onun ne olduğunu bir bilseler insanlar, sana bir iki söz söyleyeyim onlarla bunu çözmeye çalış ben sana izahını beceremem.
Kadınlara Cuma Namazı farz değildir. Cuma Namazı vakıtla FARZDIR.
Bu farz, haftada 1 gün muayyen bir vakıtta edâ olunur. O vakit, o dakika girmeden de farz olmaz. Kadınlardan imam olmaz, sebebi büyüktür. Hayzlı kadınlara namaz bağışlanır, kaza edilmez. Bunların niçinleri vardır. Bu mertebe, makam meselesi değildir. “Kadın erkekten küçük, erkek ondan büyüktür!” deyip hataya girersiniz. Hatta oğlum, küfre girersiniz. Hayyın Tezgâhı olan kadınlar, hayzdan kesildikten sonra çocuk dahi yapamazlar. Hayy Tezgâhı artık onlardan alınmıştır. “Onun hikmeti nedir?”
“Onun ne olduğunu kadınlar bilseler, secdeden başlarını kaldırmazlardı. Onun hikmetini erkekler bilselerdi, böyle kadınların ayaklarının altını öperlerdi.
Onun için ALLAH cenneti anaların ayağının altına sermiştir. Âdem topraktan halk edildi. Havva Âdem’in eğe kemiğinden. Havva’yı, Âdem gibi yaratmaması HAKk’ın bir sırrı. Böyle olmasaydı HAKk, analarının ayağının altına cenneti seremezdi, sermezdi değil. “HAKk’ın Şa’nı ne?”
Bir müddet Anam sustu.
Bana: “Kalk oğul imam ol sen akşam namazı kılalım birlikte.” dedi kıldık. Ana kokan küçük odasında, küçük tenceresinde pişirdiği yemeği beraber yedik, kahvesini yanında da beraber içtik. “Ana daha anlatmayacak mısın?” “Olurr oğul!.”
Anam çok güzel konuşurdu, eski şeyleri anlatırken öyle basit cümlelerle söylerdi ki, sanki o anda o geçmişi yaşıyor gibi olursun.
Uzun yıllar geçti anam göçeli, hâlâ kokusu yanımdadır.
Anam 27 yaşında dul kaldı, ömrünü, ağabeyimle bizi vermişti 86 yaşında göçtü gitti. Ağabeyim anamdan 10 sene evvel HAKk’a yürüdü.
Bir akşam namazından sonra benimle helâllaştı.: “Korkma ağlama oğul, HAKk sana Ana Hakkı sormasın!” diye DUÂ etti
Yassı namazı okunduktan sonra mezara anamı ben kendim indirdim, NûR içinde yatsın!.
Anam.: “Oğul dedi Koca Uzun Mehmet var ya onun anası Emine Hatun uzun boylu heybetli bir kadındı.
Siyah saçlı, beyaz tenli gözleri dâima yaşlı. Bizim eve çok gelirmiş.
Anam kendisine çok hürmet ederdi. Anamın elini üç defa öperdi Emine Hatun. Koca Uzun Mehmet’ten küçük bir oğlu daha vardı Hasan.
Babasız büyüdükleri için Hasan abisini, baba gibi sayar herkes bu hale şaşardı.
Hasan Gümüşhâne’de gurut denilen topraktan çömlek, güveç yapan yerler vardı “gurut” derlerdi.
Bunların ustaları Ermenilerdi. Hasan bunların yanında çalışırdı.
Her gün Mehmet ve Hasan öğleleri eve yemeğe gelirdi.
Emine Hatunun pişirdiği ne varsa onları yerlerdi. Dışardan katiyyen yemezlerdi. Koca Mehmet’in evin arkasında 1 dönümde tarlası vardı.
Dâima orada çalışır biber, tomates, maydanoz, nâne yetiştirir, onları mevsiminde taze, nâneyi yalınız kurutarak satardı.
Bahçe o kadar temizdi ki, o bütün köy halkı şaşardı bu bahçenin temizliğine. Bahçede vişne, kızılcık ağaçları ve armut.
Bir de iki tâne kütükten yapılmış kovan arı beslerlerdi. Anam.: “Hey gidi oğlum hey. Bu küçük basit gibi görünen yaşamayı hayal bile edemiyoruz. Ne güzel günlerdi onlar, gitti bir daha gelmeyecek. Fakat sana vasiyetim olsun, benden gördüğün aza kanaat et! Sadelikten ayrılma! Açta kalsan, mânevî gururunu kaybetme! Başka kapı çalma, HAKk Kapısı dururken. Bir yoksula imkan bulup da yardım edeceksen o yoksulun gururunu okşa! Zedelemeyeceğini anladığın zaman yardım et! Başa kalkarsan verdiğin her türlü yardım ne sana helâl olur ne arkana. Bu sözüm çok ince bir hikmettir. HAKk’ın Rezzâk-ı Âlem olduğunu bu hareketinle tesbih et. Cömerd ol, Hâsid olma!. Cömerd olursan el Ganiyy Esmâsı seni zırh gibi içine alır.
Oğul, bir gün öğle üstü Hasan eve geldi, yemek yedi, odada öğle namazı kıldı. O sırada Koca Mehmet geldi: “Ana şehre ineceğim bana bir parça ekmek veya bazlama ver hemen gideceğim!” dedi. Koca Mehmet Anasının pişirdiği ve yaptığı yemek ve ekmekten başka kimseden yemek yemezdi. “Ana Hasan gelmedi mi?” “Geldi oğlum içerde öğle namazı kılıyor. Kılmamış onu kılıyor." Mehmet odanın kapısını araladı Hasan’a baktı, Hasan namaz kılıyor. Mehmet kapıdan baktı, içini çekti: “Hayy kardeş hayy!” dedi kapıyı çekti. Anasının elini öptü, gitti. Mehmet gittikten sonra Hasan namazı bitirdi. Geldi anasının elini öptü gidiyor. Birden geri döndü: “Ana kapıyı açan Ağam mıydı? “Evet oğlum Koca Mehmet idi!” “Niye güldü ağam, benimle alay mı etti?”
Emine Hatun.: “Yok oğlum sen çıldırdın mı, Ağan hiç seninle alay eder mi? O hiç kimseyle alay etmez, bilmez, ben size bunları öğretmedim. O halde, yavrum seni namazda gördü kardeşin Mehmet gülerek farkında değil, yanındaki seninle namaz kılan melekleri gördü de ondan sevindi, ondan dolayı güldü!" “Görülür mü?” "Görülür oğlum!. Aha bunu göremezsin, onu görürsün. bir yere sür elini gel o vakit dolu mikrobu görürsünn. Elini yere sürüp de ağzına götürmüyorsun, mikroskop arıyorsun. Hep mikroskopu da sen buldun, senin gözünde onun için, biraz aç gözünü. Hepimize söylüyorum, ben 70 yaşındayım oğlum." “Peki Ana, ben niçin göremiyorum da ağam melekleri görüyor?." "…. Niçin ana?” “Oğul sana bir gün çok ağlıyordun, namaz abdestsiz mememden süt verdimde ben, ondan beni bağışla oğul. Bunu sana söylemezdim. HAKk ile aramda SIRR idi.” demiş Emine Hatun!
Benim gözlerim dolmağa başladı. Anamın gözleri de doldu.
Geldi Anam.:“Oğlum niye dolsun gözlerin, ben ne sana ne rahmetli ağabeyine namaz abdestsiz süt vermezdim."
Büyük Nenemiz söylerdi.: “Sütün abdestle süslenmesi lâzımdır!”
Abdestiz ne babana, ne size ne de hizmetçiye yemek pişirmedim!” dedi.
Kalktım Anamın ellerine sarıldımç: “HAKk senden razı olsun ana!”dedim.
“Oğul bu benim vazifemdir. Analık kolay şey değil zor oğlum, anladın mı sen söyledin.“HAKk cenneti ayağının altına sermiş.” Analar bu HAKk’ın verdiği kıymetini nasıl ödeyebilir. Sütün musluğu memedir amma oğlum, o çok uzak pınarlardan gelen ALLAH’ın büyük bir lütfudur.. Analar! Gül Hatun Ninemizin sözüdür bu… Hele bil sen sen bile…”
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü Mütekaid.: Tekaüd olan. Emekli.Yobaz: Dinde bağnazlığıaşırılığa vardıran, başkalarına baskıyapmaya yönelen (kimse). Bir düşünceye, bir inanca aşırıölçüde bağlıolan (kimse). Kaba saba, inceliksiz (kimse). İstihza.: Alay etmek, birisi ile eğlenmek. Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek. Vahy.: Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin ALLAH (c.c.) tarafından Peygambere bildirilmesi. Muhacır.: Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen. Mc: ALLAH'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.
Ceseden: Bedenen. Defn.: Gömmek, gömülmek. Cenazenin mezara gömülmesi. Hass.: (c.: Havass) Hususî. Hâlis. Meziyyet.: (Meziyyet. c.) Meziyyatlar. Üstünlük vasıfları. Ta’zim.: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek sûrette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak. Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. ALLAH indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. Tabiî şevk ve meyil ve heves. Lütuf, yardım. Aklın derir.: aklını derer-toplar götürür. Manga.: Ask. Tek bir kumandanın kolaylıkla sevk ve idare edebileceği kadar erden kurulu küçük askerî birlik. Edâ:. Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. Mertebe.: Derece. Basamak. Rütbe. Pâye. Hayz.: (c.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.) Tezgâh.: f. Dokuma âleti. Ticaret masası. İş yeri. Heybet.: Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet. Rezzâk.: Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (ALLAH). Hâsid.: Hased eden, kıskanan. Kerrü vakit.: Bir vakit. Ganîyy.: Ganî, Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol. El Ganîyy.: (Gani-yi ale-l ıtlak) Cenab-ı HAkk. Her şeye sahib ve hiç kimseye hiçbir cihetle ihtiyacı olmayan gani. Varyoz.: Balyoz, Taşlarıkırmak, kazık çakmak gibi işlerde kullanılan, çok iri ve ağır çekiç, varyos.
Er Rezzâku :
El Ganiyyü :
---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin : "Men tereke’s- salate mutaammiden fekad kefere.: Kim namazı terkederse "kâfir" olur"dedi. (İbnu Mes'ud (ra)'dan; Taberâni Kebir de (8939) ve Âcurri Şeria da (133) sahih olarak)
---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin.:"Şübhesiz ki, kişi ile "şirk ve küfür" arasındaki şey sâdece namazı terketmektir." (Câbir (ra)'dan; Müslim (82) Ebû Davut (4678) Tirmizî (2619) Nesei (465) ve ibnu Mâce (1078)
---Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin.: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir."(Ali İbnu Ebi Talib (Ali kerremullahi veche)den; MuhaMMed İbnu Nasr Kitabus-Salat'ta Acurri Şeria'da İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10485) ve İman'da (126) Beyhaki Şuabul' İman'da (41) ve Buhâri Tarihul' Kebir'de sahih olarak rivâyet etmişlerdir.)
---Muâviye İbn Câhime’nin anlattığına göre; Câhime radıyallahu anh Peygamber aleyhissalâtu vesselâma gelir ve.: “Yâ Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin.: "Ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişare etmeye geldim” der. Resûlullah SallALLAHu aleyhi vesellemin.:“Annen var mı?”diye sorar. ''Evet” deyince, '"Öyleyse ondan ayrılma, zira cennet onun ayağının altındadır."' buyurur. (Nesâî, Cihâd, 12)
Bir gün Bizans elçisi Medine’ye gelmiş Hazreti Ömer zamanında. Bir kadın geçiyormuş sokaktan.
Arapça olarak kadına söylemiş: “Sizin hükümdarın kasrı nerededir?” demiş. Ümmü Semiyye isminde bir kadın.
Derhal tutunmadan bastığı gibi cevab vermiş: “Onun sarayı kendi nurlu gönlündedir, kasrı yoktur!” demiş. “Şu hurma ağacının gölgesinde uyuyor” demiş. ALLAH’ın Gölgesi, bu hurma ağacının gölgesinde uyuyordu.
Elçi bu heybetten titredi, Halife uyandığı zaman elçinin dili tutuldu.
Olduğun gibi görün! Göründüğün gibi ol!.
Gösterişten tiksin, sâdelikten güç al! Yamalı elbiseyle dolaşmaktan çekinme!
Yalnız buraları ben Türkçe gibi bilirim Almancayı, Hocayım orda çünkü.
Buraları tercüme ederken bazı güçlüklere uğradık. Çünkü İslam Dininde bazı kelimeler var ki başka dile çevrilemez. Elhamdulillâh “Hamd” kelimesi yoktur.
Şükür kelimesi yoktur, “ALLAH” kelimesi yoktur. “Good” değildir, “Diyo” değildir, “Tanrı” da değildir. Böyle bir çok bunları…
Öldürmek, insana şeref kazandırmaz mukadder uğraşmaktır. Öldürmek cesaret işi değildir, korkakların işidir.
Her şeye karşı iyi davranmanız, ancak size şeref kazandırır. Eğer şerefin hakiki mahiyet ve mânâsını öğrenmiş iseniz.
Savaş harb, işlenen cinâyetlerin günahını örten bir kelimedir lugatta.
Kin, insanın acısını azaltmaz. İntikam, başka birinin acısını çoğaltır. Ondan sonra tekrar kin doğar, bu sürer gider. Nefret, tuzlu SUiçmek gibidir içtikçe susuzluğun artar.
Dünya olaylarla doludur, kitleden aileye, aileden ferde kadar. Bu olaylarda kafa ile hareket edilecekler vardır.
Yürekle hareket edilecekler vardır. Gönülle hareket edilecekler vardır. Bunları bilmek gerek. Bunu tefrik edemeyenler çoktur.
Bakarsınız büyük bir adam, bunu tefrik edemez küçülür, küçük biri tefrik eder büyür.
Hunharca kandıran, kandıramazsan haklı bir meselede zorbalık görünen bir hadise yaratırsın.
Burada hadiseye sebeb olanları suçlamamak lâzım, geldiği haller olabilir. Bâzen bıçaklanmak, kaçmaktan hayırlı olur.
Bu gibi olaylara katılmakta kendinde şart aramaz insan. Bu gibi hadiselerde şartlar, korkakların işi olur.
Bâzen savaşmak, zorbalarla tartışmaktan daha iyidir.
Bunu bir Papaz geldi, okumuş kitabı bana geldi, sonra bu cümleyi sordu. “Bu gibi hadiselerde şartlar, korkakların işi olur. Bâzen savaşmak zorbalarla tartışmaktan daha iyidir”ne demektir?”
“Papaz Efendi” dedim. “Biri benim yanımda” dedim. “Cenâb-ı ALLAH’a küfretse dedim sesimi çıkarmam, kaçar giderim” dedim.
“Fakat ALLAH’ı bize tanıtan Resûlullah’a küçük bir ta’anda bulunsa dedim, Azrâil de orda olsa, ondan evvel canını alırım onun!”dedim.
Aynısını dedim. “Afedersiniz!” dedi korktu ki, döveceğim o herifi diye.
O geldi hatırıma da...
Bazı hadiselerde insanlar aynı çukurun insanıdır.
Aynı çamurdan oyuncakları yapmağa savaşırlar, böylelikle kendilerini rezil ederler.
İnsan yuvarlak bir taşa basarsa düşer, suç taşta değildir. Fakat taş orada olmasa insan düşmeye de bilir.
Bazı şeyleri önlemek gücümüzün dışında kalır, o zaman alışılmışın dışına çıkmak lâzım. Hatalar bâzen bağışlanacak hududun dışında kalır.
Zaferi kavgada mı aramalı, yoksa kavga etmeme de mi aramalı, bu çok uzun bir iş!
Ölüm insanı tedirgin etmez, insanı tedirgin eden, ölüm korkusu. Onun altında bir şey gizlidir.
Rüyadan uyanmadıkça rüyanın rüya olduğunu anlamadığımız gibi, ölümünde sırr olduğunu anlayamaz ölmeden evvel, rüyada resim çekmek mümkün olmadığı gibi.
Vücudun değil, ruhun tehlikeye girmeden mücadele etme.
Ruh tehlikeye girerse, o zaman ruh savaşçıdır ruh öyle olursa o ruha melekler yardım eder.
Her insan, ölümü kendi aynasında görür. Gözünün gördüğü, gözünü kapadığın zaman uçar, gider.
Ruhun ışık olmadığı zamanda görür. Rüyada hani, ziya yok nasıl görüyorsun.
Ateş buzla savaşırsa kim galib gelir. Buz erir SU olur. SU da ateşi söndürür. Hangi ateş var ki SUya sonunda mağlup olmasın.
Bir ağaç ormanda devrilirse, gök gürültüsü gibi ses çıkarır. Ormanda kimse yoksa, sesi kimse duymaz. Amma yine ağaç devrilmiştir.
EREN-lerin İZ-ini takip edip yürüyen kişi, noksana ermez.
Gönlü yücelir hiç kimsenin, kâinâttaki bütün sesler, renkler ve kokular bizim fark edemeyeceğimiz iklimlerden ona haber verirler.
Ağaçlar insana bir şey fısıldar. Bunu çok az kimse anlar. Anlayan kimse, ormana baltayla girmez, giremez.
Sâkin bir asâlet, engin bir vakar içinde senelerce oldukları yerde topraktan kuvvet ve kudret alıp HAKk’a doğru büyürler. Asâletlerini devâm ettirirler ağaçlar.
Sabır kelimesinin ifade edemediği ilahî bir sabırla, insanlar onları seyrederler.
İhtiyarlarlar, nesiller söner, fakat onlar ömürlerini devâm ettirirler.
İnsanlara hürmeten onlar da solarlar, yapraklarını dökerler, uyurlar fakat tekrar canlanırlar. Bazıları da dâima yeşil kalır. Bunlarla bir şeyi ifade ederler, insanlar farkında değildir bu işin.
Birini küçülterek birini büyütmek doğru değildir.
Bir kayığın küreği ne kadar sert olursa olsun SUyu asla kesemez.
Örümcek ağı bir nefeste yok olacağı inceliktedir, amma örümcek için yine emniyetlidir.
Dünyada nice kardeşlerin vardır, onları senin anan doğurmamıştır.
Kışın geyiklere yardım etmek gerek, onlar yiyecek saklamasını bilmezler.
Cesedinle dünyada, gönlünle sonsuzlukta ol!
Günahkar, iddiacıdan daha hayırlıdır. Çünkü birincisi tövbe kapısını çalarken, ikincisi de iddianın tuzağında mahvolur.
Kızıldereli dilinde kızıldereliler var ya, onların dilinde kahramanlık ifade eden bir kelime yoktur.
Onun yerine ne vardır bilir misin? “Görünmeyen İnsan” vardır.
Elimizde olmayan bir şey var, KADER. Onunla mücadele edemeyiz.
İki üç sayfalık bu sözler, HAKk’ın âyeti ve Resûlu Ekreminhadislerinin Hakiki İnsan ruhunda akseden âdeta tercümeleridir söylediklerimiz. Bu malzemeyle HAKk’ın Takdiri anlatılacaktır.
Resûlullah bir hadisinde.: “Şeytan Ömer’in girdiği sokağın ucundan kaçar!” “Her ümmette “Milhumun” denilen ilhama mazhar olan zâtlar vardır. Benim ümmetimden de Ömer ondandır. Eğer benden sonra nübüvvet devâm etmiş olsaydı Ömer muhakkak nebî olurdu!”
Halife olduğu zaman Ömer şöyle DUÂ etti: “Yâ Rabbi sertim, bana biraz rıfk u mülayimiyet ver. Çok zayıfım bana kuvvet ihsan et! Yâ Rabbi idaresini üzerime aldığım bu milleti doğru yola ihsan için bana kudret bahşeyle! ALLAH’ım ben ihtiyarladım, uğrunda arzunca çalışamaz hale geldim, artık bu dünyadan beni al!”
Yürek kınından sıyrılan bu yalçın dilek; yerine ulaştı, kabul olundu ve şehid edildi.
Hemde en büyük mertebede ve mekanda, Hattaboğlu Ömer. Sabah namazı, namazına kalktı o günde.
Sırtında yamalı maşlah, boynunda dedin bârekALLAH, belinde kalın bir kuşak, arasında kocaman kapalı hançer. İşte Hattaboğlu Ömer.
Keskin bakış, değirmi sakal, burun kartal, çekik vahidün bir çehre. Geniş alın, mâbed.
İçi dışı Kur’ÂN, Tâ-Hâ, Ezan,MuhaMMed.Tâ-Hâ Sûresini biliyorsunuz söylemişim.
Gövde yapısı HAKk’ın Tasdikli Tapusu. Granit bir Adâlet Kapısı.
Gün doğmamış daha, Çoban Yıldızı. Vedduha âyetindeki Mücevher yıldız. HAKk’ın her şeyi yarattığı mübârek “SU” yla aldı abdest, yavaş yavaş çıktı evinden.
Vardı mescide: “ALLAHuekber! ALLAHuekber!” haykırıyordu âdeta Bilalin Sesi Medine Semâlarında. Bilal yoktu bu sefer. Resûlullahtan sonra terk etmişti biliyorsunuz.
Tanrı huzuruna saf olmuşlar bekliyorlardı Emire’l- Mü’mini Resûlun sahabeleri mü’minler. İmam Halife Ömer, yine kılınıyor namaz. Havayı doldurmuş ilahî bir haz.
Sanki mescide kimse yokmuş gibi amma, sonsuzlukla dopdolu duyan için.
Bu ne demek ağızlara HAKk Rızası için kapalı, sahabelerin hali.
İçleri ALLAH ile dolu, vücudları Resûlullah’ın Ruhaniyetiyle okşanıyor, yetmez mi bu? Hepisi dolmuş, bir dokun hele bak!
Gözleri HAKk’ın sevdiği sessiz yaşlarla dolu, top yekün Mi’racta, Buraklarda, HAKk’ın Huzurunda hepisi.
Hepisi MuhaMMedîn nazar ettiği kalmış ulu kimseler.
“Kendi kazancımı bile vücudum kabul etmiyor” diyen yıldız sahabeler.
Nerede kaldı başkasının kazancında gözü olsun. HAKk’ın verdiği rızkı bile ince imbikten geçtikten sonra alıyor.
Hakikatı görmeyenlerin gözlerinde ancak mahal sayılacak, akılla varılamayacak bu haldir. Aralarında sanki İslamiyet-i Âlem Resûl-i Ekrem.
Ön safta sinsi bir Acem, 45-50 yaşlarında, Firuz İbni Sersem.
Sıkmış avucunda mendilinde, Cebriyeci, ha kıydı ha kıyacak! Yer yüzünün Hayırlı İnsanına.
Yanpırı yanpırı sokuldu yanına. Şurası, böğrü, işte deşilecek yeri Ömer’in!
Nasıl çekti göstermeden indiriverdi. Gizli ve hırsızca, Tanrı Evinde ma’suma!
Al, bir daha, dişleri gıcır gıcır! “Al, Yerin dibine gir!”Ömer’e diyor!
İki büklüm oldu hemen: “Ah bu muydu mükafatım heyhat!”
Herkes her şeyden habersiz; ne bir evliya kerâmeti, ne bir murakebe, ne bir rüya, sezemedi kimse bu denaeti!
Önünde inen âyetler, gövdesine olmamışlardı siper!
Alın yazısı felan, faydasız teselli var. Daha yaşayabilir, çalışabilirdi daha uzun yıllar ALLAH’a.
yavaş yavaş akınca sıcak sıcak kanı, mosmor kesildi eydikçe. Yan dönüverdi şöyle bir doğruldu yarım.
Davrandılar sağdan soldan koşup yakaladılar herifi. Çıpır gözlü mendeburun biri.
Kıvırdılar bileğini, kastılar kollarını bir kez daha saplamadan: “Bre imansız bre lâin, nedir ettiğin kıyamete kadar lânet olsun sana!”
Çiğnediler onu o anda ve kucakladılar Ömer’i, al al ıslak harmânesi, taşıdılar iki sokak ötedeki evine. Kime ne ne denir, takdirdir.
Geldi dördü beşi birden Medine Cerrahları. Esmer derisinde korkunç bir yarık.
Bakıştılar, şaştılar ve sonra fısıldaştılar: “Anlaşıldı, ümit yok artık ne çâre!”
Kırkı mitil bir yatakta uzanmış bütün ömrünce, kurtulmamış fakirlikten, sahib idiyse de iktidara.
Gece gündüz aç, oruç, kıt kanaat aylık yetenek. Gırtlağına kadar borçlu, Koca Halife!
Benzi kül, yaralar vahîm. Fakat ne ki gönlü tok! Gözlerinde şikâyetten eser yok!
Soğumuş yara. Paslı dil su ister aralıksız. İçer güç belâ.
Su neylesin o dudaklar olmuş Kerbala. Gözlerinde nem, boğazında hıçkırık.
Sordular o halde iken: “Ölürsen eğer Yâ Emire’l- Mü’minin Ömer, yeri ne oğlunu yapmak istiyoruz?” Koca Hattaboğlu Ömer.: “Sakın haaa, sakın aman asla razı değilim!” der. ''Bir evden bir kurban yeter!”
“ALLAHuekber!” diyerek mübârek ruhunu teslim eder.
Kasr: Köşk. Yüksek ve ferah bina. Taştan veya kârgir küçük saray. Sâde: f. Basit, karışık olmayan, katıksız. * Saf, gösterişsiz, lüzumsuz bulunmayan. * Tek katlı. * Ancak, yalnız. * Süssüz. * Derin düşünemiyen, saf adam Mukadder: Tâyin olunmuş. * Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan. * Kazâ. * Kıymeti biçilmiş. * Beğenilmiş. * Yazılmış olan Tefrik: Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırdetmek, ayrı kılmak. * Korkutmak. Hunhar: f. Kan içici. Zâlim. Kan akıtan. Öldüren, öldürücü. Ta’an: (Ta'n. dan) Çok zemmedip yeren. Çekiştiren. Ziya: Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik. Bahş: f. Bağış. Verme. İhsan. Asâlet: Temiz soyluluk. Soy sop temizliği. Köklülük. * Rüsuh. * Metânet. Necabet. Zâdegânlık. * Kendi işi için bizzât ve kendisi nâmına hareket. * Edb: Yazıda veya sözde bayağı tâbirlerin bulunmaması. Mülayim: Yumuşak. Yavaş. Uygun. Yumuşak huylu. İmbik: İnbik. Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet. Cebriye: Cüz'i irâdeyi inkâr edenlerin bâtıl mezhebi Ma’sum: Günahsız, suçsuz. Murakebe: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak. Denaet: Alçaklık, çok fenâ hareket. Zillet, kötü mizac. * Asılsızlık, aslı olmamak Mendebur: Uğursuz ölüyüzlü. Vahîm: Ağır. * Sonu tehlikeli. Çok korkulu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ömer Müslüman olduktan sonra, şeytan her görüşte mutlaka yüz üstü düşmüştür” buyurmuştur. (Taberanî)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Gökte hiç bir melek yoktur ki, Ömer’i sevip hürmet etmesin. Yer yüzünde de hiç bir şeytan yok ki ondan kaçmasın”buyurmuştur. (İbni Asakir, İbni Adiyy, İbni Cevzî)
Sonsuz semâları masmâvi bir NûR ile dolduranALLAH’a hamd ederim!. Sabahın bu vaktında yataklarından kalkıpHuzûr-u RABBâniye duran NûR yüzlü İslâm'lara salât u selâm ederim!.
Aziz cemâat, sesim biraz kesik onun için herhalde duyurmağa çalışacağım sesimi size.
Bu gün biliyorsunuz gök aylarının yaniCenâb-ı ALLAH’ın gökte seyreden ayına göreZilhicceAyıdır.ZilhicceAyının onuncu günü Hacılar Bayramı yahut Kurban Bayramı'dır. Bensize:“Kurban şöyle kesilir,kurban böyledir”bunları anlatacak değilim. Hepiniz İslâm'sınız, kurbanın ne olduğunu bilirsiniz.
İmâmı Yusuf, İmâmı MuhaMMed, İmâmı Şâfiî, İmâmı Ahmed’e göre Sünnet-i Müekkededir. YâniResûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin terk etmediği bir âdettir kurban. Diğer imamlara göre vâcibdir. İster vâcib olsun ister şey, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimizyapmış mı bunu? Keseceksin!.. “Efendim fakire et mi vereceğiz?.” Etin de değil oğlum, bir parça etnen insan doymaz.
Bu gün üçyüz dörtyüz bin koyun kesilecek Hac'da, bu gün bu gün.
Oralara gidenler bilir, hepisi kumda karışır gider bunların yiyen yok, eden yok. Kesilmede iş!. Kan akma da!. “Kan akarsa ne olur?” Onu söylerse insan, hepimiz çıldırırız.
Kes!.Resûllullahkesti, kes sen bakma!. Kanı akması lâzımdırALLAH için.
Kestikten sonra istersen sucuk yap, kavurma yap. Ne yaparsan yap!.
Eh işte ha sen fâkire verirsin. Asıl kan akmalıdırALLAH için, kan akmalı, kan akmalı!. Dağıtmak müstehabtır iyidir dağıtırsınız.
Besmelesiz kesilen koyun da haramdır haaa!. Koyuna bir şey olmaz, Cebrâîl kucaklamıştır, senin edebsizliğindir, ALLAH’ın ismini anmadığın için:“Yeme bunu!” emri çıkar. Pislik sende, mübârek hayvana kabahat bulma!.
Namaz için haram gün yoktur oğlum. İstediğin zaman kıl!. Bâzı ibâdetler için vardır.
Meselâ bu Bayramın dört günü oruç tutamazsın. Niçin tutamazsın? “Efendin hayvan gibi et mi yiyeceksin?”Yok oğlum yok!. Onların hikmeti hep söylenmez, çıldırır insan. ALLAHöyle kazıklar koymuş ki, mânevî kazıklar:“Onların etrâfına tutunun!” diye hepiniz aha şuna!.
Şimdi milletin çoğu uyuyor oğlum, uyuyor!.ALLAHrahatlık versin!. Şöyle yanına şeyinden. “Efendim adam Ramazan da geliyor namaza bi de Bayramdan Bayrama.” Gelsin oğlum kafasını secdeye koyuyor mu, içinde NûR var mı bunun. Kınama onu kınama!.
Ya hiç kılmayan ya“Lâ ilâhe illâllah!”demeyen ne olacak. “Elhamdulullah!Elhamdulillâh!”ki başınızı şuraya koymak için geldiniz. Ne mutlu size!.
Kurban kelimesi ağam, Arapça bir lakırtıdır. Cem’i,“Karabi” cem’i ne lüzum var der“kurbanlar”deriz geçeriz.
Mânâsı“Etekarrebu bihi ilALLAH”ALLAH’a yanaşmak usûlu bu. Yakınlık, "kurbet" kelimesinden müştaktır.
Mânâsı =>Rahîm cihetiyle, Hilmiyyet cihetiyleALLAH’a yanaşmak. Bunlar yapılmadan sonra yanaşamazsınALLAH’a.
Abdest almadan câminin içine giremiyorsun.
Daha câminin içi, girdikten sonraALLAH’a yanaşmak. Neler olacak?.
E lem neşrah leke sadrek.. Biz onun göğsünü yardık. “Efendim nasıl,mânen?”Mânen değil mânen değil!. Bıçaknan yardılar!. “Nasıl bıçak?” Bıçaklannn bıçak!. Konuşmaaa! Konuşmaaa!
Makine yatağının arasına kum koymağa benzer. Ben burdan kitabtan okumuyorum.
Kafamın arasına koydu mu, durur kafam. Zâten o kadar akıl yok. İşte durdu iki saat. E lem neşrah leke sadrek..O’nun göğsünü yardık. Bıçaknan yardıCebrâîlAleyhisselâm. Ben kulum ben ameliyat yapıyorum da, Cebrâîl nasıl yapmaz? “Efendim?” Efendimi yok. İslâm'da Efendim yok,"Eğer"kelimesi İslâm'da yasaktır. Cenâb-ı Peygamber Efendimizbuyurmuştur:"Eğer kelimesini kullanan münâfıktır”demiştir. Hadis-i peygamberi. “Eğer şöyle olursa,eğer böyle olursa” Eğer yok, kasıt gibi lakırtı var. ALLAH’ın kaderi, evet böyle yarılmış:“E lem neşrah leke sadrek. Ve vedagnâ anke vizrek. Ellezî enkada zahrek.Ve refa’nâ leke zikrek..” Anlatıyor anlatıyor da bunlar yapıldıktan sonra“Ve ilâ rabbike fergab..” Ondan sonraALLAH’a yanaş!.
İşte bu koyunu kesmek deALLAH’a yanaşmanın bir yönüdür. O halde dinde mânâsı nedir kurbanın?.
Dinde Mânâsı =>İbâdet niyyetiyle, fakire yardım niyyetiyle değil, kavurma niyyetiyle değil. “Efendim Eskişehir'deki fakirler biraz et yesin!”diye değil.
Et yer hepisi ishal olurlar, bırak sen onu!. İbâdet niyyetiyleeee. Cenâb-ı ALLAH,“Resûli Ekrem Efendimiz,“Ve ilâ rabbike fergab”ALLAH’a nasıl yanaştı,nasıl etti, o usul üzere ibâdet niyyetiyle vakt-ı mahsûsunda,muayyen hayvanı kesip kanını akıtmaktır.”
("Senvakitgeldimibanahaberveroğlum!.")
Kendisine fitre vâcib olan herkese kurban vâcibdir. Bu vâcib şahsa aiddir, bizim ev halkına değil. “Efendim param yok!.”Kesme!. “Param var!” Kes!.. “Efendim kaç tâne keseyim?.” Ne kadar kesebilirsen kes!. Resûllullah kesmiş mi? Kes!. O halde vâcibdir. Vâcib neymiş?
Vâcib, farz gibi açık ve kat’î bir delile dayanmayıp, farz gibi her halda olması lâzım olan şeye derler vâcib. “Vâcibi işlemeyenler ne oldu?.Ben yapmayacağım vâcibi.” Azâba dûçar olurlar.
Sigaranı yakacaksın da maşan yok. “Maşasız al!” diyecekler sana maşasız. Azab olur. Kıyma yapılmazsın korkma,ALLAH Rahîmdir.“Edebsizlik yaptın orda ateşi maşasız al!”diyecekler, Azâba duçâr olanlara.
İnkâr edenler, inkâr edenler büyük günah işlemiş olurlar fakat dinden çıkmazlar haaa!. Dinden öyle kolay kolay çıkmaz. “Dinde vâcib yoktur dersin!.” O zaman tamam işte. O zaman tam mareşal oldun, küfür mareşalı. Gittin!. “Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen bizim câmimize yaklaşmasın!” diyor sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz.
Şimdi bize bu kadar yeter kurbanda. Ohooo onlar kurbanlar gider.
Bir zaman namazlar nasıl kılınır onu anlatacağım.
Şimdi Aziz Müslümanlar!.
Lafı kes de beni dinle!. Sesim kesildi!.
O da Anamı 3 gün evvel gömdüm. Gömdüm Anamı rahmetli oldu.
Herhalde sesim ondan kısıldı. Ağlamadım! Neye ağlayacağımALLAH’ın Emri.
Hepimiz öleceğiz. Her nefis şeyi tadacaktır ölümü, âyet var.:“Küllü nefsin zâikatu'l-mevt.”
Yavv bu en büyük teselli daha ne ağlayacaksın. Ağladın mı ALLAH’a isyan olur!.
86 yaşında gömdüm anamı. Üzüntü oluyor insanda. Üzüntü şu, 40 senedir hizmetinde sabahtan namaza kalktığı zaman hepinize nâsib olsun. SUyunu döker ayağını yıkardım işte başını tarardım, şunu ederdim! Yaşlandıkça yemeğini yedirir her gün bu devâm ederdi.
Şimdi o işten aylak kaldım, emekliye ayrıldım, üzüntüsü orada Oğlum üzüntüsü orada.
Onun için sesim kesildi, ama açılır yahutta açılmaz onun bileceği ALLAH. “Efendim ilaç al!.”.Kes ilacı!. İlaçlı iş değil bu. Ağam bakarım.:“ne vuruyor şeye?.” Bir odun, odun!. Odunu oyarlar. Şöyle makinaynan. Ondan sonra üzerine de kurumuş bir sinir, et siniri gererler, tel yaparlar ondan. Ne diyorlar buna saz oluyor, saz, ondan tatlı sesler çıkıyor..
Bir kamışı oyuyorlar, içine üflüyorlar, kamış âdeta konuşuyor..
İnsanda gönül olduğu için gönül. Gönül =>ALLAH’ın sevgili mahlûkudur.
Kâinat da insan için yaratıldı,ALLAH'da insan gönlünde,ALLAH'da insan gönlünde ses şeklinde tecellî ediyor.
O halde bu vücuuuud =>Mukaddeslerin mukaddesiiii İlâhî bir Lem’â, bir NûR var içinde.
Vücud, bu NûRun muhafazası içindir. O vücûdu, nasıl temiz tutmazsın. Nasıl onu fenâ tutarsın oğlum bunu düşünürsen?.
Ama düşünmezsen o NûR gine ordadır, sabırlı olduğu için seni patlatmaz.ALLAH,Es SaBûRdur. “Felancıya efendim edebsizlik yaptı yaptı yaptı bir şey vermedi.” O senin sabrın tükendi de kızdın,ALLAH’ın Sabrı karşısında hiçbir şeydir o..
Kulaaak =>Kirli sözlere, dedi kodulara açılırsa, içeri kir dolar.
Göz =>İğrenç manzaralara dönerse, gördüklerinin içindeki güzellikler çıkar ortadan.
Burun =>Güzel kokulardan ayrılırsa vücud taaffün eder, kokar.
Dil =>ALLAH’ı ve onun güzelliklerini övmezse, güzellikten nasîbi kesilir, hiçbir şey göremez.
Dilinen acıları yemesini bilmezsen lezzeti bilemezsin, dâima tatlı yiyen bir şey anlamaz.
Dilin paslı olduğu zaman suyun tadını bile alamazsın hasta oldun du, mübârek SUyun tadı değişir.
Dudak =>ALLAH’ı eksik edersen dudaktan, nereden gelip nereye gittiğini bilemezsin haaa!.
Dudağında uçuk olursa, hanı bazen uçuk olur; Ananın elini anacağının, sevgilinin yüzünü, çocuğunun yanağını öperken hiçbir şey duymazsın. Bir uçuk sana her şeyi...
Yaa yaa!. Kalbindeki mânevî uçuk olursa, ne olacaksın?. Serseri bile olamazsın. Serserilikde bir hünerdir.
Hepisinden ayrı ayrı tad vardır onlarda, böylelikle bütün yolların gittiği ana yol, gönlün bomboş kalır.“Nasıl kalır?” Adana’dan Ceyhan’ı, Seyhan Nehrini, Mezopotamya’dan Fırat-Dicle’yi, Mısır’dan Nil’i kaldırınız, Anadolu Yaylalarından pınarları kaldırınız, bir gözünüzü yumunuz, çorak olur çoraaak!..
İnsanın içinden bu mânevî ALLAHSevgisini,PeygamberNûRunu kaldırın atın, insan bomboş çuval bile olamaz!. Çuvalı 5 liraya veriyorlar şimdi, çuval bile olamaz.
Kafanın içindeki kandil, NûR söner, gönül yurdu virâneye döner.
Kötülüklerin, fenâlıkların günahların bir değeri yok mudur? Vardır, nasıl yok dur?.
Çirkinlik, gurûru yener, böylelikle güzellerin başına gelen dertlerden uzak kalır.
Bir ağaç kışın kurur bahar geldiği zaman tekrar filiz vermeğe başlar.
Yapraklarını göğe kaldırır, bilir ki ışık ve rızık gökten gelir.
Ne diyor “size rızık gökten gelir”âyet-i kerimesi...
Gaybe inanan, RûHunun derinliğinde yanan kudsî ateşi yakabilirse herkesin harukulade nazarıyla baktığı hadisenin altında velilerin gösterdiği kerâmetlerin altında bir sebebler zinciri olduğunu anlar.
Büyük yangınlar ve infilaklar olur, bilirsiniz.
Bir kıvılcım yakar bunu, koskoca barut mahsenine bir kıvılcım düştü mü ve bu allak bulluk eder. Bir saniyede ve bir ANda.
Zâten onun tutuşturduğu saha alev almağa hazırlanmıştır.
Barut olmasa orda kıvılcım bir şey yapmaz.
İşte sen kendini hazırlarsan, MÜRŞİD bir kıvılcımdır.
Bir gün sana bir lakırtı söyler içinde bir infilak seni tutuşturur, tutuşturur.
Ama sen kendini o tutuşturacak azayı hazırlamak lâzım.
Bunlar izah edilemez, işte bu kadar anlatırız. “İzaha kalk!” Henüz görülmeyen bir rüyayı tâbire kalkmak gibidir oğlum. Anlatılmaz öyle.
Mutlak olarak gaybe inananın gönlünde fikrinde bir çok hazine kapıları, bir çok teleskoplar, bir çok dürbünler husule gelir. Gayb Âleminin suları burdaki dediğimiz sulara benzemez.
O zaman başka tarafı başka türlü görmeğe çalışırsınız. Onun için, o taraf bildiğimiz gibi değildir. Cenâb-ı Resûlullah’ın bize giydirmeğe, bütün beşeriyete giydirmeğe çalıştığı Atlas Elbiseyi kirletmeyiniz oğlum! Bu sözleri bir yerde bulamazsınız.
Cenâb-ı ALLAH rahmetinin azizliğine hepimizi iliştirsin! Bunun için secdeden başınızı eksik etmeyin...
Bak yarın bir iki gün sonra bayram geliyor.
Bu seferki Kurban Bayramı ki haaaaa bildiğin kurban bayramlarından değil. “Ne olmuş?”Cumaya tesadüf ediyor. Cumâ'ya tesadüf ediyor. Haccu’l-Ekber.“Haccu’l- Ekber ne?” Büyük Hacc! “Yaaaa, ötekiler Küçük Hacc mı?.” Yooo. “Ne olur bu Haccta?” Onlara dil yetmez ki söylensin.
Oğlum Hacc günü, Cuma’ya tesadüf ederseHaccu’l-Ekber ismini alır.
O gün canı gönülden namazda Kâbe’ye teveccüh eden insan.
Nasıl kiResûlullah SallALLAHu aleyhi vessellem Efendimizi rüyasında gören sahabe olur, Mantikî Sahabe olur, hacı olursun hacı hacııı.
Bu sefer hacıya gidenler zındıka hacı da olsa, günahları affedilir. İşte tesüdüf ettiler oraya.
İçinizde hacılar varALLAHhacılığını devâm ettirsin.
Bu Kurban Bayrımının birinci günü akşamı bilhassa dönsün Kâbe’ye sabaha kadar.
OrayaRahmet-i İlahîyeye iniyor“faşırfaşırfaşır”iniyor. Senin RûHuna da iner.
Gözünde hatırla Arafat’ı, hatırla Kâbe-yi Muazzamayı, oo basit basit iki üç taş parçası.
Ona kıymet verme oralarda Cebrâil, âyet-i kerimeleri indirdi. Resûlullah’ı havadan nefes aldı, mübârek ayaklarını oraya bastı. Dünyaya orada teşrif etti.
Bu Resûlullah hürmetine,ALLAH’ın Kâbe’si hürmetine yoksa taşında toprağında değiliz biz. Resûlullah oralara bastığı için hürmet ediyoruz biz. Onun için dönüyoruz.
Onun için Bayram yanaşıyor Tövbe!“ALLAHuekber!”çekin!ALLAH’ı tesbih edin! Gece Namazı kılın!
Çok değil iki dakikacık gitte ondan sonra yat yine. Abdestli gezin! Bu günler Mübârek Günlerdir.
Elimizden tutup birbirimize maddî yardım yapamıyorsak bir hepimiz aynı tarafa dönersek, RûHen yine birbirimize:“ALLAH Ümmeti MuhaMMedî doğru yoldan ayırmasın!”desen bile kâfidir.
Onun için dünya güneşin etrafında dönüyor, bir de kendi etrafında dönüyor.
Her an her saniye dünyada Kâbe-yi Mazama’ya dönüp başını secdeye koyan muhakkak bir kul vardır. Her an namaz vardır.
Tasavvur edin ki biz de dünyanan beraber dönüyoruz. Bir yerde dursaydık başımızı secdeden kaldıramayacaktık. 5 vakit namaza şükret oğlum. 500 vakit olunca yandın oğlum.
Sonra kaçırdığın zaman şeyi de var kazada yapmıyon bu ne kolay.ALLAHcümlemizi islah etsin!.
Yâ İlahî bize giyindirdiğin MuhaMMedî Kumaşın kıymetini bize takdir eyle Yâ Rabbi!
Bize azizliğini eriştir Yâ Rabbi!
Ahrete intikalımizde Resûli Kibriyânın yüzünü görmek, elinden öpmek nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Bütün ev halkımızı, bütün Ümmet-i Muhammedin midesine girecek lokmaları helâl tarafından nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbi!
Memleketimize her türlü afat-ı semâviye, afaz-ı araziye, afaz-ı belâiyeden zelzele, sel su yangın afetlerinden sen masun kıl Yâ Rabbi!
Ordumuzu icab ettiği zamanlarda Mansur u müzaffer eyle Yâ Rabbi! Sırat-ı müstakîmden bizi ayırma Yâ Rabbi!
Evimize helâl lokma sok Yâ Rabbi!
Sıhhat, afiyet, dirilik ver Yâ Rabbi!
Kabre intikal ettiğimizde kabir meleklerinen bize iltifat nasib eyle Yâ Rabbi!
Son nefesimizde ki buyurun:“EşhedüenlâilâheillâllahveEşhedüenneMuhaMMedenAbduhuveResuluhu”kelime-yi tayyibesinnenRûHumuzu Azrâil’e vermek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbi! Lillâhi’l-Fâtiha!
Es Sabûru celle celâlihu.:
Hâlisen.: Hâlis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak. Fî Sebîlillah.:ALLAH celle celâluhu Yolunda. Mânen:Mânâca. Mânâ cihetiyle. RûHca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından. Şirk-i hafî.:Gizli şirk. Hafî.:Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. Ref'.:Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma. Def'.:Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. Himâye etmek. Reff'-i def' olur.:Kalkar gider, kaybolur. Târumâr.:f. Dağınık, karmakarışık, perîşan. Tafsil.:Etraflı olarak bildirmek. Açıklamak, şerh ve beyan etmek. Îzah etmek. SADR.:Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Kalb, göğüs, ön. Meclisin önü ve en mûteber yeri. Reisin oturduğu yer. Vâcib.:(Vücub. dan) (c.: Vâcibât) Lüzumlu, mecbûrî olan. Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAH'ın Emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) İlm-i Kelâm'da: Varlığı zarûri olup, olmaması imkânsız bulunan. Müstehab.:Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan. Fık: Peygamber efendimizin (A.S.M.) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vâcibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nâfile, mendub, fazîlet, tatavvu, edeb namları da verilir. Müştakk.:(Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş. İştikak etmiş, aralarında mânâ ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugayeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime. Kat'î.:Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz. Teveccüh.:Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Aid olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka. Tâbir.:(Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim. * Terim. * Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak. İntikal.:Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlama İltifat:Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina Mansur.:Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur) Masun.:Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam
Es Sabûru.:
---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.:"Maldan bir genişlik bulup da Kurban kesmeyen bizim câmimize yaklaşmasın!." (İmam Ahmed ve İbnü Mâce)
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:“Kuvvetli (iman, azim, teşebbüs kabiliyeti bakımından güçlü) mümin, zayıf müminden ALLAH’a daha sevimlidir. Her birinde hayır vardır. Senin için (her iki dünyada) faydalı olan şeylere rağbet et; Allah’tan yardım iste, âcizlik/tembellik gösterme! Şayet başına bir musibet gelirse.: “Eğer şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu (veya; keşke şöyle yapsaydım, o zaman şöyle şöyle olurdu)” şeklinde bir şey söyleme! Bilakis şöyle de; “Bu ALLAH’ın Takdiridir, o neyi isterse onu yapar.” Çünkü.: “LEV” (eğer, şayet, keşke) kelimesi şeytanın işine yarar/iş yapmasına kapı açar.” buyurdu. (Ebu Hüreyre’den; Müslim, kader, 34; İbn Mace, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, 2/366, 370)
Abdullah İbni Mesud radiyallahu anhu: “Olan bir işe keşke olmasa idi, olmayan bir işe keşke olsaydı demektense, ağzıma ateş almayı, kor yemeyi tercih ederim!.” buyurmuştur.
---" Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumu'l- alevne in kuntum muminîn(mu'minîne).:Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(Âl-i İmrân 3/139)
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ---“E lem neşrah leke sadrek:Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?”(İnşirah 94/1)
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ "Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).: Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”(Enbiyâ 21/35)
وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ ---"Vahtilâfi'l-leyli ve'n-nehâri ve mâ enzelallâhu mine's-semâi min rızkın fe ahyâ bihi'l-'arda bade mevtihâ ve tasrîfi'r-rîyâhı âyâtun li kavmin yakılûn(yakılûne).:Gecenin ve gündüzün değişmesinde, ALLAH'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır.”(Câsiye 45/5)
“size rızık gökten gelir”:
وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ---“Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn: Ve semada sizin rızkınız ve va'ad olunduğunuz şeyler vardır.” (Zâriyât 51/22)
Vâ’ad (olumlu) Vâid (Olumsuz) VA’dedilenler konusunda;
İnsanlar için göklerde birçok imkân ve nimet bulunduğu bir gerçektir ki, rüzgarların sürüklediği BULutlar dolusu RAHMetler-cAN Suyumuz.. ve GÜNEŞin her AN Maadî Rızkın GIDAnın ASLı ve ANAsı Olan Işık, Isı ve DİRİlik İksiri Fışkırıp durması..
Sonucuna götürür; ikinci izah ise nimet ve rızkın yanında birçok cezanın da göklerden geldiğini ve gelebileceğini gösterir. Bu ifade "cennet ve cehennem", "hayır ve şer" ve "kıyametin kopması" gibi mânalarla da açıklanmıştır.(Taberî, XXVI, 205-206; İbn Atıyye, V, 176; İbn Âşûr, XXVI, 354-355; bu konudaki âyetlere toplu bir bakış için bk. Celâl Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, İstanbul 1995,406-416) (bk. Diyanet
Tefsiri, Kur’an Yolu:V/75.)
ALLAH celle celâlihu, başını koyan kula, ara sıra eziyet yapar oğlum eziyet!.
Sevgiliye cefâaa olmazsa tadı olmaz!. ALLAH gelir seni ağlatır, merhâmet onun, senin içinde ağlıyor.
Başkasına acır seni ağlatır, hoşuna gider ötekine yardım eder.
Bir tiyatro oynuyor oğlum, kimse farkında değil!.
Onun için kendini dâimâ ALLAH’ın Rızâsına bak!. Ne durumda olursan ol ALLAH’tan ayrılma!. “Nasıl ayrılınmaz ALLAH’tan. Üzerinde muska mı, Kur'ÂN mı?.”
Yok oğlum, fazîletten ayrılma, yalan söyleme, şunu yapma, bunu yapma!.
İşte ALLAH o zaman senin içinde. Kaçar ondan sonra kaçar!. “Efendim ben 80 gün oruç tuttum. 3 yıl!” Onlar riyâzât değil Oğlum!.
Riyâzât, fazîletten ayrılmama kaygusu, sabırdan ayrılmamak kaygusu.
Yalan söylememek, kimseyi gıybet etmemek bunda müstakarr olmak şey bu, riyâzât budur.
Her işinde ALLAH’ı bil, ALLAH’ın Adını an!. O işinde ALLAH’tan daha iyi yardımcı tanıma!.
Kıyâmet Gününde yüzünü utanç ve pişmanlıktan kızartacak bir şey yapma!. İyi öğüt dinle, iyilikten sana bir kötülük gelmez oğlum.
Gelirse benim yakama yapış.: “Hayvan oğlu hayvan!" de, "bana zarar geldi kötülükten!.” de. Gel benim yakama yapış!
İyilikten ayrılma bir şey gelmez insana. Çok uzun yaşamayı arzu ediyorsan, insanların gönlünü kırma!. İki lakırtıdır amma 3 senede öğrenilir oğlum.
Bir civataynan da tutmaz bu insanda. 35 tâne cıvata yapacaksın, gönül kırmamak için.
Sabır Dizginlerini çekeceksin!. El Frenlerini çekeceksin!. Lastikleri söndüreceksin!. İstop edeceksin ondan sonra olur! Lakırtıynan olmaz!. “Eeee!” Yok öyle yok! Kolay değil!.
Kimseyi incitmeyen kırmayan dâima uzun ömürlü olur. Hadis var ben söylemiyorum.
Varlıklı olan bir kimseyi kıskanma, bu sana üzüntü verir ona da sevinç.
Güler yüzlü bir adamdan zarar geleceğini sanma!.
Güler yüzlü bir kimse cennet ehlindendir. Vallâhi de billâhi de!. Resûl-i Ekrem haber veriyor.
Akraban da olsa bilgisizlikten eteğini çek!. Çünkü vereceği sıkıntı sağlayacağı huzurdan daha beterdir. Cennet Kapısının anahtarının ismi TAHAMMÜL dür oğlum, tahammül anahtarı.
Merhâmet ve lütuf ile gönülleri kendine bağla!. Kimseyi elinle, dilinle incitme!.
İhtiyarlıklarında anana banana hürmet et!. Bezdiğin zaman bile onları azarlama!. Ömrün olursa sen de ihtiyarlayacaksın. Annen seni kucağında büyüttü, baban yıllarca yetiştirdi.
Güzel yüzlülük ve tatlılıkla onların kalblerini kazanmağa bak. İşte iyi huylu olmak budur.
Öğrenici olmaktan zevk al, kibir duyma!. “Ben şunu okudum, ben bunu okudum!.”
Anlamadığını bilene sor!. Sora sora insan öğretmen olur oğlum.
Süpürgeci, gül suyu satan da insandır. “Efendim belediye süpürgecisi, heeeeheeee heheeee!.” “Heheeee ehheeee!” si yok o da insandır!.
Ama birisi gül kokar, birisi ceseden bilmem ne kokar. Onlara aldırma!.
Vücûdunun içine düşman şeyi sokma!. Düşman bir vücûda girdi mi bir samanla bir dağ!..
İyi kullar bir harâbede gömülü bulunan bir hazîneye benzer.
O gizli hazîneleri ara!. Dolu memlekette nasıl yok yavvv!. Sen dünyâyı boş mu zannediyorsun?.
Senin gözün kör diye herkesi de mi kör zannediyorsun?. Dolu, dolu!..
Ne kadar çok cimri vardır ki sağlığında pâdişahlar gibi yaşamıştır. Fakat öldükten sonra çocukları dilencilik etmiştir.
Kıtlığı düşünmeyecek olursa, kimse köylünün değerini kavrayamaz. Köylü deyip geçme köylüler Hazreti Âdem’den kalma yâdigardırlar.
Üzerinden geçilen köprüye ev yapılmaz!.
İster sevinçli, ister kederli ol bu ömür dâima bir rüzgâr gibi gelip geçecektir. Bu iğreti saray kimseye kalmaz oğlum!. Herkes ondan eteğini çeker bir gün, hepimiz bir gün gideceğiz.
“Hâfız daha var mı çok. Ne kadar var, haaa?.”
“Daha zaman var Efendim!”
Aziz Cemâat,
İnsan ALLAH’ın bir mekânıdır, mekân, mekân. Aslı ise insanın “Lâ mekân” dır. Bu dükkânı kapa, öteki dükkânı aç!
Selâmsız sabahsız çağrılmadan kimsenin yemeğine koşma!.
Bilirsin, deniz kenarına gidenleriniz varısa ama gitti de böyle denize baktıysa yooo!.
Benim dediğim gibi bakmadıysan, gine git bak!.
Deniz köpüklenir, örtülür böyle, köpüğü ileri sürer dalga, sonra köpüğü çeker açılır kendini gösterir.
Deniz kenarına git de bunu seyret et, bunda çok işler var. “Efendim birine sorarım!.” Aslan gibi avını kendin ara kendin, başkasına ısmarlama!..
Biz burda her zaman bir şeyler mırıldanıyoruz şurada, aklımızın erdiği kadar, dedikoduyu bırak, dedikoduyu bırak!.
Herkes eline bir asâ alır, herkesin eline bir asâ alır, baston bilmem ne alır ama. Mûsâ da alır eline, senin elin nerede Mûsâ'nın eli nerede?.
Pâdişah sabaha kadar mûsikî faslı yaptırır, işr ü nişret, içkiler kıyâmet eder.
Sarayın önünden geçenin, derenin içindeki kurbağaların sesinden haberi yoktur.
Sözlerimizden mânâ çıkar, onu deş deş!. Dedikodu için değil, gönlün için lakırtı söylüyoruz biz!.
Az, çoğa.. bir yudum su, göl.. bir avuç tâne, büyük bir harmana delâlettir.
Yağmur çemenlere ne yaparsa aha ben aha bu kısık nefesimnen de senelerdir onu yapmak istiyorum Mü’minlere. Sözlerimiz kaybolmaz oğlum, Bu cihan biz dağdır.
Bizim yaptıklarımızın hepsi sestir, seslerin aksi yine bizim tarafımıza gelir, KULAK bulamazsa!.
İki tâne kamış da aynı sulak yerde yetişti. Birisinin içi bomboş, kaval oldu. Ötekinin içi şekerle dolu, şeker fabrikasında.
Geceleyin zindandakilerin zindandan haberi yoktur, gece olduğu için.
Kuş havada uçar, gölgesi de yerde uçar. Anlarsan anla, anlamazsan ne yapayım ben?..
Her SIRR çözülür, her SIRR!. “SIRR vardır!” derler. “Felan SIRR, felan SIRR!" 70.000 perde, 80.000 perde!” Hep söyleriz: “ALLAH perdelerin arkasında gizlidir!”
Her SIRR çözülür oğlum SIRR. SIRR, zâten tahammül hudûduna henüz girmeyen şeydir. Ona tahammül, onu alabilmek temizliğine kavuşmak gerek. O zaman SIRRlar çözülür. “Fe ilâ RABBike ferğab.”
Sen o temizliğe gel, sen temizlendikçe perdeler açılır.
O kez diyor ki.: “Gelsin perdeci açsın bilinci mi!.”
Ulan perde yok, perde yok, temizlik var!. Yara bile olmadan deşilmez.
Gider.: “Daha olmadı siyah merhem koy, bıçak vuracağım!.”
Taze fidan git gide çürür!..
Bunlar silah zoruyla öğrenilmez oğlum. Kulluk yap, saçma sapan söyleme!. “Eğer illetine de, kapılma!” dedim haaa!. “Şöyle olacak, böyle olacak!” Kes at bunu!.
Hırsın, tamahın, gıybetin, dedikodun kalkmazsa, SIRRı öğrenemezsin.
Hastalığın iyi olmazsa, dilinin tadı gelmez zâten.
Zâten.: “Âdem oğlu dilinin altında gizlidir!” demiştir (İmam Ali keremullahi veche)
Dil, can kapusuna benzemez. “Efendim şöyleyim!..”
Oğlum koçun gölgesi kurban olmaz.
Güneş var, komşunun koçunun kelle şeyini (gölgesini) vur!.
Yok öyle şey yok!.
Dünyâ da bir çok faydalı şey var, bir çok da faydasız şeyler var.
Mesela şehidlik; Mü’min için hayat, münâfık için ölüm ölüm, çürüme!.
Sizin için ölüm, ALLAH’ın Huzûruna görerek gitmek. Şimdi de huzûrundayız amma görmüyoruz.
Başkası için.: “Heeheeee çürüdü!.”
Zâten çürümüşsün sen, zâten gübresin!.
Şekeri öküzün önüne koy!. Al Bal koy Şeker cisinden, envâ’i çeşit, çikolatalı filan. Öküz bakar ona, döner bu tarafa bakar.
Öküznen eşşek şekerden ne anlar?. Her canın başka gıdâsı vardır. “Onlar rızıklanırlar” âyeti var hanı, onlar şehidler içindir.
O gıdâ, ağızla alâkası yok. Tabak mabak yok orda. Başka gıdâ o!.
Girer bazı Müslümanlar salakça olur: “Eheeee yemek ye!”
Ulan yemek yok orada yemek yok!. Öyle çatalnan yenecek yemek yok!. Öyle çatalnan yenecek yemek yok!. Başka türlü yemek! “Elini attı mı hazır dağda kızarmış köfte hazır!” Yok öyle şey!.
Gönül; her DOSTtan bir gıdâ alır, her iyilikten bir lezzet alır.
Bütün varlıklar bu bahçede yayılırlar.
Burak olsun, arap atı olsun, eşşek olsun hepisi buradadır.
Fakat bu hareketlerin bir temizleme olduğunu görmeyen her an bir mihrâba, her an şeyhe çevrilir. “Şurda bir adam varıdı aman efendim, heee elini öpeyim!.”
Ulan ondan geç! Haydi öteye! Bunlar münâfıktır oğlum!.
Tuttu mu öküz gibi bir yere git oğlum. Sen devâm edersen o adam bile öküz olsa, senin devâmından ALLAH onu deve yapar yahuu!.
Nerede bir çıplak sefil görürseniz düşmüş bir adam, muhakkak bir KÂMİL insandan kaçmıştır, bunu unutmayın haaa!..
Nerede bir sefil düşkün, tereddüt içinde bir insan görürseniz, muhakkak bir KÂMİLe tesâdüf etmiştir, ondan haberi yokken kaçmıştır.
Buğday ekersen buğdaynan saman alırsın.
Saman ekersen, ne buğday alırsın, ne de saman oğlum!.
Öyle insanlar kendiliğini delilik süsüne verdi mi, imkânı yok onu melek bile göremez!.
Rüzgâr esti mi toz karışır gider. Rüzgârı göremezsin rüzgâr, tozu kendine perde yapmıştır.
**
Herif demiş ki: “Halkın şerrinden bir bucağa sığındık.
Akıllılardan utandık da divâne olduk!.” demiş.
Köpeğe insan huyu geçerse; köpek, çoban olur sürüyü korur. Ârif huyu geçerse, Ashâb-ı Kehf’ten olur.
Hanı yaprak üstüne, bayrak üstüne işlenmiş aslanlar vardır, aslan resimleri. Hareketleri, rüzgârdandır onun!. Nakış, Nakkaşla hiç boy ölçüştürebilir mi oğlum?.
Hintli’nin birisine ayna vermişler bakmış.: “Bu ayna siyah gösteriyor insanı, kara gösteriyor!” demiş, atmış yakmış aynayı!.
Ayna şâhiddir burada, şâhidi zindana atmak nerede görülmüştür hangi kanunda?..
Oğlum, en netîcesi bunun su ile yağı karıştırırsan kandil ışık vermez.
Irmak içinde kuru kerpiç arayanlardan değilim ben haaa!. Lakırtıya dikkat et!. “Su ile yağı karışırsa kandil ışık vermez!.” Öyle böyle şeeey yok yok yok!. “Hikmet Mü’minin kaybolmuş malı” olduğundan kimden duyarsa inanır. Her ümmetin gönlünde HAKK’tan bir tad vardır. Peygamberler dıştan seslendi mi, ümmetin içinden bu canı “BİZ”e eder.
Çünkü, Can Kulağı âlemde hiçbir kimseden böyle bir ses işitmemiştir.
Eserin hepsi ölçeğe benzer, ölçek ölçek, kile âleti..
Mânâ içindeki harf, dânelerdir a oğlum!.
Kileyi havaya vermezler. Akıllı kişi dâneyi alır. Ölçek var mı yok mu ona bakmaz!.
Körlerin zâten taşlık yerde düşmeleri gâyet tabiîdir.
Şu secdeye kapananları var ya hepimiz, gönlümüz, ALLAH’ın ucunu tuttuğu bir merdivendir oğlum.
Ve her basamağında bir Resûl bulunur. İşte o basamakları çıkmak lâzımdır.
Bak cübbe siyah, şey siyah, KÂBE örtüsü siyah, Gece siyah.
Siyah deyip de geçme siyah ırk da var. Siyah, ALLAH’ın imzâ mürekkebidir oğlum, imzâ mürekkebidir!.
Hakiki mâbed, insan şekline girdi “takkk! takkk!.”
Bak saçları ağarıyor insanın. Bu ağarmak.: “İmza siliniyooor, kendine geeeel! İçindeki evrakı oku!” demektir. “Ama bazısının da saçı hiç beyazlamaz!.”
Bir gün beyazlar oğlum. Beyazlamayanın saçı siyah olur. Bu böyle, ister inan ister inanma!. “Kılıç kesmekten utanç duymaz!” Ben söylerim oğlum!.
Bir adam, senin baban olur: “Babamdır!” dersin.
Amma baban amma oğlum, başka birisinin de oğludur unutma!. “Ahh!” deyin, Ahh ahh!..
Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz zamânında Sahâbeden En Genç birisi, Mescidden çıkıyormuşlar.
25 yaşlarında, hep koşarmış Medîne sokaklarında, mübârek çocuk, namaza hep çabuk erişir!. Câmiye herkesten evvel girer, herkesten evvel çıkarmış.
Bir gün sabah namazına gidiyorlar. Namaz kılınmış hemen herkesten evvel çıkmış. Sahâbelerden yaşlı bir Zât da geliyor, bunu görmüş. Ebu Humeyr ismi bu çocuğun, SahâbeALLAH şefaatına nâil eylesin!. “Yâ Humeyr demiş namaz kılındı mı?” demiş.
Demiş “emmi!” demiş. “Namız kılındı. Resûllullah selâm verdi. DUÂ etti. Çıkıyoruz Câmiden!” demiş.
O yaşlı sahâbe.: “Vaaaaaaaah!." ağzından bir duman... “Duman çıkar mı?”
Ulan çıkar niye çıkmasın. Soğukta “Huhhh!.” ediyoruz.
At bile çıkarıyor niye çıkmasın?. Hemen itiraz.: “Duman çıkar mı?”
Çıkar!. Gaz da çıkar, duman da çıkar, oksijende, karbondioksit de çıkar, göremediğin şeyler de çıkar!. Yılan çıkar, neler çıkar. Her şey çıkar. ALLAH’ın Mâbedi burası, neler diyorsun sen. “Emmi demiş o kadar üzülme!” “Vaaaayy!” demiş ihtiyar adam kan kokusu gelmeğe başlamış. Ebu Humeyr acımış adamcağıza.: “Amuca demiş o kadar üzülme!” demiş. “Şu aaahınan vaaahını ver bana, ben namazı verdim sana!” demiş.
Çok dikkat edin aziz cemâat!. “Verdim gitti!.” demiş ihtiyar.
Vermiş, İhtiyar rahat etmiş namazını... Eskiden namazları da birbirine verebilirlerdi. Şimdi hiçbir şey verdikleri yok, çünkü verecek bir şeyisi yok ne versinler.
O gece rüyâsında görmüş kendisini.
Demişler.: “Bak şurası Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem’in Sidre-i A'lâ daki köşkü” demişler. “Ne köşkü?” Ulan köşk be, bildiğin köşk, saray. “Nasıl?” Yarın görürsün. Acele eden varısa namazdan sonra ölsün, gine görür.
Birisi dedi ki.: “Ben acele edeceğim!” “Geber de gör!.” dedim.
Birisi.: “Ben biran evvel görmek istiyorum!” dedi fî târihinde.
Anlattık anlattık da büyük Câmi de ashâbımı bozdu.: “Geber de gör be!” dedim ben. “Mahşer dedi ama gebirirsem!.” dedi gine itiraz ediyor. “Geberirsem mahşer olur!” "Geberenlere hemen gösterirler, İslâm'lara mahşerde görükür!” dedim. Sustu.
Rüyâsında görmüş ki yanında köşkü. Ebu Humeyr uyanmış sabahtan.
Namazdan sonra Resûllullah’ın yanına gidiyor. Soracak. Resûllullah.: “Taal, Yâ Humeyr demiş. Gel Humeyr. Sen demiş şu aah vaaahı aldın ya” demiş “aaahın hürmetine Cenâb-ı ALLAH sana o köşkü verdi!” demiş..
Halvanî Hazretleri bir gün uyuya kalmış.
Ezan okunuyor gelmiş birisi.: “Yâ Halvanî, Yâ Halvanî!" demiş. "Ezan okunuyor namaza kaldırıdım seni!” demiş. “Teşekkür ederim!” demiş. Bi de bakmış ki gelen İblis, Şeytan!. “Şeytan görülür mü?” Görülür ya. “Sen gördün mü?” Gördüm, gel ben her gün göstereyim Şeytanı. “Yavv sen bu iyiliği yapmazsın bana!” demiş. “Yok demiş geçiyordum burda mışıl mışıl uyuyordun!” demiş. “Seni zâten kandırmağa imkan yok. Onun için kaldırdım seni” demiş. “Hele hele” demiş “senin bunda bir iş var.”
Olur du olmaz dı demiş: “ALLAH Aşkına söyle be!” demiş. Şeytanın da ALLAH'ı ALLAHı var, vazîfesi başka.
Demiş.: “Yâ Halvani!." demiş "Sen namazı kaçırsaydın bir aaah çekecektin ya demiş o aaah bu namazdan daha kıymetli olduğu için kıskandım da seni namaza kaldırdım!” demiş.
O aaah yok mu oğlum.: “Aaah Yâ RABBi!." Bir de gözyaşı geldi mi..
Amaaa, hem pencereden bak.: “Aaaah!." Yok öyle değil öyle pencereynen değil bu iş.
Hem DUÂ ediyor hem de: “Mehmet kapıyı ört!. ALLAHumme salli ala MuhaMMedin seyyidinâ MuhaMMed!. Mehmet kapıyı ört. Soğuk geliyor!"
Ulan o DUÂ değil, o soytarılık!..
Her an Cenâb-ı Peygamber bu işin farkındadır.
“Hâfız ne kadar var oğlum, vakıt geliyor mu?.”
“Az kaldı kalmadı vakıt!”
“Ağalar şimdiden sonra kurban kesin!” demiştim. Kurban çok büyük iş.
Bundan 500-600 sene evvel. Molla Câmî Hazretlerinin Nefâhât-ul-Üns’ün son kısımlarında yazar. Molla Câmî bu zâta yetişmiş.
Zamânında Fıdda isminde bir mübârek kadın var. Fıdda, Fıdda, gümüş demek Arapça Fıdda.
3 tâne çocuğu var bir de kocası var. Bir kulubeleri var bunların altında hasır bile yok.
Zencinin biri bir kuzu hediye etmiş. Bunlarda büyütmüşler bunu.
Onun yünü gâyet güzelmiş hayvanın bu yünü satarmışlar sene de 2 kile bu yünnen arpa alırmışlar.
Her gün de sütü verirmiş. Birer fincan çocukları içermiş bundan da birer parça yermişler.
Bir gün böyle Kurban Bayramı, Ârife günü. Fıddanın Kocası demiş ki.: “Yâ Fıdda” demiş “biz ALLAH’a namazdan başka bir şey yapamıyoruz!” demiş. “Borcumuz. Hediye gönderemiyoruz!” demiş.
Kurban hediyedir ibâdetten ziyâde. İbâdet ama hediye. “Gel şu demiş hayvanı keselim!” demiş. “Efendi demiş ALLAH biliyor ya bizim kurban kesecek durumumuz yok. Çocuklar ağlar. Bunnan geçiniyoruz. Ayağını öpeyim Efendi demiş kesmeyelim!” demiş.
Bir de şimdi karılar: “Efendim hıııır hıııır hııır!" herif.: "yok! yok! yok!."
Bak mübârek kadına bak: “Kesmeyelim ayağını öpeyim!” demiş. “Peki Fıdda kesmeyelim canım!” demiş. Akşam üzeri bir sâil gelmiş eve.
Sâil.: “Fe emmel yetîme fe lâ takher. Ve emmes sâile fe lâ tenher.” Var ya ordaki sâil, dilenci değil oğlum, dilenci değil!.
Böyle burdaki dilenciler.: “Fe emmel yetîme fe lâ takher. Ve emmes sâile fe lâ tenher.” âyetini alıp da ağzına almasınlar!.
O bildiğin sâil değildir: “ALLAH celle celâlihu’dan başkasına ölse bile, yüzünü elini çevirmeyen adam” demektir sâil. Böyle bir adam gelmiş oraya.
Demiş ki: “3 gündür kızım, acım demiş. ALLAH rızâsı için bana bir şey verin!” demiş. Almışlar içeriye, yok bir şey.
Bu sefer Fıdda kocasına demiş ki: “Bu adam geldi, koyunu kes!” demiş.
Kadına bakın!.. Yarım saat evvel: “Kesme!” diyor, şimdi?.
Adam almış: “Yalınız çitin arkasında kes demiş. Çocuklar görüp de ağlaşmasınlar!."
Adam bıçaknan almış şeyin arkasına giderken,
Bu taraftan çitten aynı koyun “hooop!” atladığı gibi, Fıdda’nın yanına gelmiş. Elini yalıyor. Koyun yalar...
Fıdda demiş ki.: “Herhalde demiş kaçtı heriften!” demiş.
Dönmüş çitin arkasına bakmış ki herif çoktan koyunu kesmiş, yüzüyor. Molla Câmi der ki.: “Ben bu koyunu gördüm!” der. Bu koyun 22 sene muammer olmuş, bu ikinci gelen koyun. Biri gitti ALLAH birini gönderdi. “Bu koyunu gördüm!” dedi “22 sene muammer oldu günün her saatinde ALLAH’a kasem ederim ki istediği zaman süt verirdi!.” diyor. “Bunun sütünden ben de içtim. ALLAH’a kasem ederim ki sütü bal tadında idi!” diyor. Aha buyur!.. O halde kes sesini!...
ALLAH cümlemizi bu günlere nâsib-i müyesser eyleye!.
Hâlisen.: Hâlis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak. Fî Sebîlillâh.:ALLAH celle celâlihu Yolunda. Mânen.: Mânâca. Mânâ cihetiyle. Ruhca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından. Şirk-i hafî.: Gizli şirk. Hafî.: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. Ref’.: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma. Def’.: Ortadan kaldırmak, Öteye itmek. Mâni' olmak. Savmak. Savunmak. Himâye etmek. Reff-i def’ olur.: Kalkar gider, kaybolur. Târumâr.: f. Dağınık, karmakarışık, perîşan. Tafsil.: Etraflı olarak bildirmek. Açıklamak, şerh ve beyan etmek. Îzah etmek. SADR.: Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Kalb, göğüs, ön. Meclisin önü ve en mûteber yeri. Reisin oturduğu yer. Vâcib.: (Vücub. dan) (c.: Vâcibât) Lüzumlu, mecbûrî olan. Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan ALLAH'ın Emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit olmamakla beraber, her halde pek kuvvetli bir delil ile sâbit bulunan şeydir. (Vitir ve Bayram namazları gibi.) İlm-i Kelâm'da: Varlığı zarûri olup, olmaması imkânsız bulunan. Müstehab.: Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan. Fık: Peygamber efendimizin (aleyhisselâm) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vâcibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nâfile, mendub, fazîlet, tatavvu, edeb namları da verilir. Müştakk.: (Müştak) (Şakk. dan) Gr: Başka kelimeden ayrılmış, başka kelimeden çıkmış, türemiş. İştikak etmiş, aralarında mânâ ve terkib ciheti ile münâsebet; siga ciheti ile mugayeret olmak üzere diğer kelimeden ihraç olunmuş kelime. Kat’î.: Mutlak. şüphesiz. Tereddütsüz. Riyâzât.: (Riyâzet. c.) Nefsi terbiye maksadıyla az gıda ile geçinmek, nefsini hevesattan men' ile faydalı fikir ve işle meşgul olmak. Müstakar.: (Karar. dan) Karar bulan, bir yerde sâbit ve sâkin olan. Kararlı. Karargâh. Durulan yer. Hazîne.: Defîne. Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer. Harâbe.: Harab yer. Şehir veya ev yıkıntısı. Perişan yerler. Yâdigar.: Hâtıra. Bir kimseyi veya bir şeyi hatırlatan. Mekân.: (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hâne, mesken. Mahal. Âsâ.: A'sa, (Asâ. c.) Değnekler, sopalar, bastonlar. Fasl.: Aynı makamda çalınan şarkı. İşr ü nüşret.: İşret ü nüşret İçki. Alkollü meşrubat. İçki içme. Alkollü içki kullanma. Çemen.: Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. Pastırmaya konulan bir çeşit ot. SIRR.: Gizli hakîkat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. İnsanın aklının ermediği şey. ALLAH'ın Hikmeti. "SIRRnı kimseye fâş etme SIRRın fâş olur.
Sen kendi SIRRını saklayamazsan El sana nasıl SIRRdâş olur." Tesâdüf.: Rastgelme. Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. Hikmet.: İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik.: Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. Nefehât-ul-Üns.: Molla Câmînin manzûm ve mensûr pekçok eseri vardır. Bunlardan birisi de Nefehât-ül-Üns min Hadarât-il-Kuds.: Bu eserini, Abdullah-ı Ensârînin Tabakât-ı Sûfiyye adlı kitabına ilâveler yapmak sûretiyle meydana getirmiştir. Farsça olan eserde, altı yüz dört velînin hayâtı ve menkıbeleri anlatılmaktadır. Fıdda.: Gümüş. âbed.: (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi). Sâil.: (Sual. den) Dilenci. Fakir. Soran. İsteyen. Akan, seyelan eden. Nasib.: Pay, hisse, kısmet. Bir kimsenin elde edebildiği şey. Müyesser.: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib
Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor.: "Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.: “Kuvvetli (iman, azim, teşebbüs kabiliyeti bakımından güçlü) mümin, zayıf müminden ALLAH’a daha sevimlidir. Her birinde hayır vardır. Senin için (her iki dünyada) faydalı olan şeylere rağbet et; ALLAH’tan yardım iste, âcizlik/tembellik gösterme! Şayet başına bir musibet gelirse; “eğer şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu (veya; keşke şöyle yapsaydım, o zaman şöyle şöyle olurdu)” şeklinde bir şey söyleme! Bilakis şöyle de; “Bu ALLAH’ın takdiridir, o neyi isterse onu yapar.” Çünkü, “LEV” (eğer, şayet, keşke) kelimesi şeytanın işine yarar/iş yapmasına kapı açar.” (Müslim, kader, 34; İbn Mace, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, 2/366, 370)
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.: "Maldan bir genişlik bulup da Kurban kesmeyen bizim câmimize yaklaşmasın." buyurmuştur. (İmam Ahmed ve İbnü Mâce)
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.: "Şüphesiz Ruhü'l-Kudüs (Melek Cebrail) şu sözü kalbime nefh etti: Hiçbir can, bütün rızkını tamam olarak almadıkça ölmez. O halde ALLAH'tan korkup sakının da rızkınızı güzel meşru ve helâl yoldan arayınız." buyurmuştur. (İbn Mâce, ticarat : 2)
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.: "İnsanlara güler yüzle selam vermek sadakadır.” buyurmuştur. (Beyhakî)
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.: "Hikmet, Mü’minin kaybolmuş, yitik malı gibidir. Onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir." buyurmuştur. (Aclûni, Keşfu'l Hafa, c.1/363.h.n 1159, c.2/68 h.no: 1766)
Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem.: "İlim, bilgi Çin'de dahi olsa gidiniz, alınız, öğreniniz." buyurmuştur. (Aclûni, Keşfu'l Hafa, C.2/44 H.No, 1665)
Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem.: “Hikmetin başı ALLAH korkusudur.” buyurmuştur. (Münâvî, III, 574. Münâvî hadisin sahih olduğunu belirtmektedir.)
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn.: Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”(Âl-i İmrân 3/139)
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ”E lem neşrah leke sadrek (sadreke).: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?”(İnşirâh 94/1)
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ ”Ve vedagnâ anke vizrek (vizreke).: Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).”(İnşirâh 94/2)
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ ”Ellezî enkada zahrek (zahreke).: Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.”(İnşirâh 94/3)
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ ”Ve refa’nâ leke zikrek (zikreke).: Ve senin için, zikrini yükselttik.”(İnşirâh 94/4)
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ”Fe inne maal usri yusra(yusren).: Demek ki zorlukla berâber bir kolaylık var.” (İnşirâh 94/5)
إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ”İnne maal usri yusrâ (yusren).: Muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.”(İnşirâh 94/6) ”Fe izâ feragte fensab.: Öyleyse boş kaldığın zaman hemen intisab et/ durmaksızın (DU ve ibâdetle) yorulmaya devam et..”(İnşirâh 94/7)
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ ”Ve ilâ RABBike fergab.: Ve öyleyse RABBine rağbet et (O’nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).”(İnşirâh 94/8)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ "Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- veridi.: Andolsun, insÂNı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.”(Kaf 50/16))
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ "Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn (turceûne).: Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”(Enbiyâ 21/35)
وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ “Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn.: Gökte rızkınız vardır ve size va'dolunmakta olan da.”(Zâriyât 51/22)
وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاء مِن رِّزْقٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ آيَاتٌ لِّقَوْمٍ "Vahtilâfi'l-leyli ve'n-nehâri ve mâ enzelâllâhu mine's-semâi min rızkın fe ahyâ bihi'l-'arda ba’de mevtihâ ve tasrîfi'r-rîyâhı âyâtun li kavmin ya'kılûn(ya'kılûne).: Gecenin ve gündüzün değişmesinde, ALLAH'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır.”(ÂCâsiye 45/5)
وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ "Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde RABBihim yurzekûn(yurzekûne).: ALLAH yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; RABBleri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”(Âl-i İmrân 3/169)
فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ "Fe emmel yetîme fe lâ takher.: Öyle ise amma yetîme kahretme”(Duhâ 93/9)
وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ “Ve emmes sâile fe lâ tenher.: ve amma sâili azarlama”(Duhâ 93/10)
Aziz Cemâat Kur’ân-ı Kerim'de Cenâb-ı HAKK bir âyet-i kerîmede:“Ve vucûhun yevme izin bâsırah. İlâ rabbihâ nâzırah (nâziratun).” buyurmuştur. “vucûhun yevme izin bâsırah” alnı nâsiyesi temiz olanlar, “İlâ rabbihâ nâzırah (nâzıratun)” ALLAH’ını göreceklerdir.
Cennetten görülecek Cenâb-ı ALLAH
Peki bize bizden yakîn olan “Habli’l- verîd” den daha yakîn olan ALLAH’ı sinemâ perdesi gibi başka yerde mi seyredeceğiz? “Bu âyet-i kerime nedir?” Çok dikkatli olun. Bunları bir yerde dinleyemezsiniz!.
Siz nûrlu insanlar da radyo iyi, benim piller iyi alıyor da size söyleye biliyom benim de bildiğim yok, ALLAH bize bizden yakın “Ve vucûhun yevme izin bâsırah. İlâ rabbihâ nâzırah” Cennetten görülecek. Cennette değil!. Cennet dedi mi cennette mekân veririz O’na. “Bu ne demek. Nasıl olur bu şey? Bi öyle diyor, bi böyle diyor. İnsan çıldırır!”
Çıldırmaz Mü’min. Çıldırma diye bir şey yoktur. Vücûdunda bozukluk olan akıl çıldırır. Burda şimdi biraz durun!. Cenâb-ı ALLAH celle celâlihu; çocuk, ana rahmine düşüp de doğacağı zaman ALLAH herkese kendi ayn sıfatından, ilim sıfatından, akıl sıfatından bir avuç verir.
Diyelim bunu 1 okka. Çocukta 1 okka akıl var. Ömrünün sonuna kadar bir okkadır o.
Çok dikkat buyurun Aziz Cemâat!. ALLAH Rızâsı için çok dikkat buyurun!. Anlatırken çok güçlük çekiyorum çünkü.
O 1 okka akıl ölümüne kadar devâm eder insanın. Ne 1 gram eksilir, ne 1 gram fazlalaşır.
Şimdi aklımıza diyeceksiniz ki.: “Bâzısı salak oluyor. Bâzısı deli oluyor. Bâzısı çok akıllı oluyor!”
Onları sormayın kendi kendinize. Ben anlatayım onlar uçup gidecek kafanızdan.
Vücud büyümeye başladı mı akıl ve fikir, vücûdundan büyüme çağı teşekkül etti mi, fışkırmağa başlar.
Bir goncanın içinde, gülün içinde koku var her şey var. Fakat gonca tamâmıyla olmadan açılmaz, açılmaz.
Şurada bir radyo makinemiz var iki dalgalı 2 tâne ampülü var.
Ankara’yı dinliyoruz Eskişehir’i.. 5-6 tâne onun ampûlu olacak ki Amerika’yı da dinleyelim.
O halde o aklın işlemesi için vücûdun büyümesi tekâmül etmesi lâzımdır.
Küçücük bir delikli süzgeçten fışkıracak suyla, daha büyük şeyden fışkıracak su arasında fark vardır.
Vücud tekâmül ettikçe akıl da artık o vücûdun içinde kendi güzelliklerini göstermeğe başlayacak.
Onun için çocuğa mükellefiyet yoktur. Çünkü, aklını zorlasa da yapacak hareketi yok. Çocuk o noktayı kaldıramaz. Sen kaldırırsın.
Onun için, Hakiki Müslüman, mübârek yüzlü Müslümanlar, ömrünün sonuna kadar eğer Resûlullah’ın dediği sıhhî kaideleri, Cenâb-ı ALLAH’ın buyurduğu işleri yaparsa ölünceye kadar hastalık çekmez. Hastalık diye bir şey bilmez. “Ama efendim hastalık var. Âyet-i kerime tedâvi olunuz diyor?”
Evet ben de biliyorum, sen de biliyorsun.
Vücûdun böyle tam güzel hâle gelmesi için evdeki gülle, yabanî gül arasında fark vardır.
Altını temizlersin sularsın, güneşe korsun, soğuk havada dışarı alırsın.
İşte vücûdu da, ALLAH’ın Makarrı vücud. Bu şahdamarımızdan daha yakın. Bunu güzel muhafaza edebilmek için, elinde tabancası olan ayda bir defa onu siler yağlar.
Ampûlleri hanımler evde temizlerler. Bilmem bayram geldi diye yerleri şey ederler.
Vücûdunu Peygamber Efendimizin buyurduğu şekilde hazırlayacaksın.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, o mübârek âyetleri alıncaya kadar ne bir kaç tâne ameliyat geçirdi.
Efendim "Elem neşrah leke!” Evet evet. Yatırdılar da bıçaknan açtılar onu. “Efendim öyle!.” Bıçaknan açtılar. Ben açıyorum insanın göğsünü.: “Tık!." Felek nasıl açamaz.
Biz inanırız ama inanmayan onlar serseridir. Bunlara bakma sen!.
Bu tam tekâmül etmesi için Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemi göndermiş Cenâb-ı ALLAH. “Mekârim-i ahlâkı tamamlamaya geldim!”demiş. “Mekârim-i ahlâk ne?"
Önünü iliklemek değil ağam!. Önünü iliklemek değil!.
Vücûdun ALLAH’ın Muhafazası. Mahfazası. O Mahfaza nasıl tekâmül ettirilir onu öğrenmek için. Sakal-ı Şerîfi nasıl temiz bir yerde, Kur’ÂN-ı Kerim nasıl bir yüksekte saklıyorsak.
Haaa bunu saklamak için Oğlum ne yapacaksın?.
Bir, maddî elle tutulur, tartılır, gözle görülür kısmını temiz tutacaksın.
Heee abdesti var, şunu var bunu var işte şu var bu var mesela.
İkincisi Ruhî kısmını.
Evin burası temiz. Ev ama ev çıplak olmaz, masa olacak, koltuk olacak, halı olacak, rafı olacak, kütüphânesi olacak.
Vücûda ALLAH’ı sokuyoruz. Onun o mobilyası da ne biliyor musunuz?
Fazilet, gıybet etmemek, yalan söylememek, dedikodu etmemek.
Bunların neşv u nemâsı için de mîdeye haram sokmamaaaak!.
Haram sokmayacaksın. Sokmadı mı, vücud mükemmelen tekâmül eder. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buyurduğu şekilde devâm edersen ömründe hasta olmazsın. “Efendim ama bazen hasta oluyoruz.”
Ya rûhumuz hasta olur ya cesedimiz hasta olur.
Rûhun nasıl hasta olur?.
Bir edebsizlik yaparsın, uyuyamazsın “ben niye uyuyamıyorum!” diye.
Yâhut bir dalaveren var, acaba polis beni tutacak mı, şunun bilmem nesini yap, dalavere ruhî hastalık, karasevda hastalığı.. “Efendim bende sinir var.” Ne siniri var be hayvan herif! Sinir minir diye bir şey yoktur, hiddet yok!.
Maddî hastalık, nezle oldun, düştün kırıldın. Kalb Hastalığı oldun, şeker hastalığı oldun, tansiyon şu bu muhakkak maddî bakımdan cezâ defterine İlahî cezâ defterine geçmeyen bir edebsizlik yapmışsındır.
Onu mahfazayı temizlemek için Cenâb-ı ALLAH veriyor.
Rûhun da da bir edebsizlik yapmışsındır. Yaptı mı bunlar birikir.
Onun için bir hadis-i kudsî de.:“El emrâzı hedâyâ-yı min Azze ve Celle li’l-abîd.: Hastalıklar maddî mânevî olsun ALLAH tarafından kuluna verilen bir hediyedir.”Hediye cezâ değildir, onu temizlememiz içindir.
Kedinin mîdesi bozulur gider bir ot yer. Koklar koklar o bulur otu, bunun gibi.
Haaa şimdi maddî mânevî temizliği yaptı mı? “Vucûhun yevme izin nâdırah (nâdıratun)” olur Oğlum, alnın temizlenmeğe başlar. “Efendim yaşlandı adam, bunadı. Akıl bunadı.”
Muhakkak kafasındaki dimâğda telâfif ve tehâric vardır, Arapça girinti çıkıntılar. Yani kulak zarın olmazsa duymazsın, onun gibi.
Aklını kullanacak madde bozuldu, madde. Bozulduğu için adam bunamağa başladı. Yoksa hani hepimiz bunasak, bunadı mı âhirete gitti mi? Bunağa aklı yoksa, sual sormazlar Oğlum. “Hani, bunama nerde?” Bunama cesedin bozuldu, radyon çalmıyor. Makinanın civatası bozuk.
Bir koskoca motorda bir cıvata gevşedi mi motor “pam!” yapmağa başlar.
Onun için Hakîki Müslüman hasta olmaz oğlum.
Güneş doğmadan kalkacaksın. Az yiyeceksin!. Hiddet etmeyeceksin!. Şunu yapmayacaksın!. Bunu yapmayacaksın!. “Vucûhun yevme izin nâdırah(nâdıratun)”alnın temizlenir. Nâsiyenizi, içinizi dışı temiz olanlar demek. “Ve vucûhun yevme izin bâsirah(bâsiratun)” Nâsiyesi içi dışı temiz olanlar.. Fazilet doğruluk hasretleriyle vücûdunun bütün kötülüklerini iknâ edip tamâmen huzûra kabûle şâyan temizliğe varanlar. Şah damarından insana yakîn olan ve Nûr-u Resûlullah penceresinden ancak mâhiyeti anlaşılabilen HAKh’ı göreceklerdir!” diyor.
Vücûhun kalbinin içinde Nûr-u Resûlullah’ın penceresi var.
O pencereye yanaşabilmek için.: “Ve vucûhun yevme izin bâsirah”Olmak lâzım. Bu dediğim temizlikleri yapacaksın. Câmiye bile girerken ayaklarımızı yıkıyoruz temizliyoruz. Evine bile girerken ayakkabını çıkarıyorsun.
Heeee o pencere buğulandı mı, gel aç haa dışarıda soytarı seyredeceksin.
Ahaaa bu gözlük buğulandı mı mendillen yapıyorum da.
Sen Nûr-u MuhaMMedinin sallallâhu aleyhi ve sellem penceresinden böyle.: “Ben göreceğim!.”
Gözünü yum, Fâreyi bile göremezsin. Bâzı soytarı şeyler vardır Şeyhlik yapar.
Murâkabeye dalar.: “Haaa görüyorum!.” Hiçbir şey göremez o. Burnunun deliğini bile göremez.
Madden nasıl yüzlerce amâliyelerden geçtikten sonra aziz cemâat içinde bulunan altın cevheri elle tutulur, gözle görülür hâle gelir. Yakarsın onu, altını göremezsin mâdende. Gözle görebilmek için 80 türlü ameliyeden geçer.
Bize bizden yakîn olan HAKk’ı o zaman anlayacaksın.
O zaman müşâhede imkânına mâlik olabileceğiz, bu temizliği yaparsak. “Bana şahdamarımdan daha yakın!” Haaa yakın tut yakın!. Ohooooo kolay değil.
Gözün çapaklanıyor da şöyle göremiyorsun, ahaaa ben gözlüğü çıkardım mı hepinizi bulut karanlık görüyorum.
Hayır kolay mı o pencereden bakmak, en basiti Oğlum.
Şu pencerenin camı olmasın, önünde de şeyi olmasın seni şuraya çıkarayım. Şöyle tutarsın yanına aşağıya bakarsın.
Ahaaa.: “Ben şunun üzerine çıkar tek ayak dururum!” der.
Onu 15.000 metre yukarıya çıkarır. İnsan yere bile bakamaz.
İşte o pencere de öyledir Oğlum. O pencerede öyledir. Yanaşıyorsun senden sana yakîn olana yanaşıyorsun.
Bu cesed perde olduğundan, nasıl ki altına karışmış; toprak, altının görünmesine mâni ise ceseddeki pislikler de o pencerenin görünmesine mânidir. Onu idrak ve görmeğe vücud müsâid değildir.
Göz güneşe bakamadığı gibi vücud ile olduğumuz da HAKk’ı görmeğe tahammülümüz yoktur. “Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk” Beni göremezsin Yâ Mûsâ.“ve lâkininzur ile'l-cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî” Bak Cebele, Cebel yerinde durursa görürsün. “fe lemmâ tecellâ rabbuhu li'l-cebeli cealehu dekan”Ve ALLAH NÛRUndan bir huzmeti şey etti, cebel eriyiveriş, Mûsâ da hemen düşmüş bayılmış.
O pencereden seyretmek oğlum insanı çıldırttırır şey eder, yakar. Yakmamak için oğlum maşası var. “Maşa ne?” Temizlik! Bak şunun aha şu insan yaptı bunu.
Şunun ben arasına bir küçücük sigara kağıdı koysan cereyan geçmez, işlemez? İçimizden ne kadar pislikler var. “Efendim ben temizim!"
Hepimiz temiziz ALLAH’a şükür. Ama bilmeden yaptığımız hatâlar var.
Bu günkü dünyâda ne kadar şey edersen et. Akşama 75 kuruşa aldığımız ekmeğin içinde kim bilir ne kadar haram var. Öküzünün hakkını verdi mi, değirmenci aldığı adama hakkını verdi mi? Herif abdestli mi yoğurdu...
Bu gün bir avuç ekmek bir öğünde yemek yemek helâl bakımından buradan Çukurhisar’a kadar yer altından tünel açmak kadar güçtür oğlum!.
Cenâb-ı Peygamber buyuruyor bir hadisinde buyuruyor ki: “Kıtlık oldu mu?” diyor. “Kıtlık nasıl?” Eski kıtlıklar olmaz oğlum. Hani peksimet yerdik. Harb-i Umûmî de ekmek.
Kıtlık şudur; 100 paraya aldığımız ekmek 75 kuruş.
10 paraya aldığımız yumurta uzak bir şey değil. 55 kuruş. Süt öyle. İşte daha kıtlık.
Senin var da alıyorsun benim yok alamıyorum. 13 lira et vereceğe, nasıl alacaksın? İşte kıtlık bu. ALLAH’a kazancının zekâtı verilmedi mi Cenâb-ı Peygamber diyor kıtlık başlar.
Hastalık veba, tâun, vebâ tâun yok ama tansiyon illeti var, kanser var, sinir hastalığı var, şeker hastalığı var, tâun gibi.
Zîna fazlalaştı mı dünyâda, Cenâb-ı ALLAH’ın illetleri, tâun, vebâ hastalıklar demektedir aha ortada. Gel de helâl lokma ye ağam hadi, hadi bakıyım!.
Amaaaa, çamurlu suyu filitre eden âletler vardır oğlum haaa. Çamurlu suyu koyarsın altından gözyaşı gibi çıkar. Haram olduğunu bildiğin hâlde değil de bilmediğin hâlde gelen harama secdeye başını koyanlarda bir filitre vardır.
O kadar korkmayın o temizler, temizler, o filitre temizler. “Ama o filitre nedir?”
Yağma yok söylemem onu!. “Biliyon mu?”
Vallâhi biliyorum billâhi biliyorum. Ama söylemem, söyledim mi, o filitre vardır diye gel haram ye!. Ondan sonra benim başıma belâ ol, yok öyle iş. Neyse filitren var!.
O halde bizimleeee, Cenâb-ı ALLAH arasında bize bizden yakîn olan ALLAH’ı göremiyoruz!
Eee Arasında bir şey var, bir şey var arasında o hâlde. Aha buna göre elini yum koy gözüne göremiyorsun beni. Çünkü gözünen benim arasında elin var.
O hâlde bize bizden yakîn olan çok dikkat edin aziz cemâat lakırtıya sığmıyor. Bize bizden yakîn olan Cenâb-ı ALLAH’ı göremiyoruz.
“Ve vucûhun yevme izin bâsırah (bâsiratun). İlâ rabbihâ nâzırah (nâziretun)” “Arada ne var?”
Arada Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem var. MuhaMMed Aleyhissalâtu vesselâm var.
O halde MuhaMMed sallallâhu aleyhi ve sellem’i memnun edeceksin.
Resmî geçitte, önde uzun uzun adamlar var. Sen de kısa boylusun göremiyorsun. “Ulan çekil bu tarafa!” dersen yumruğu yersin!. “Azıcık bu tarafa gelde bende bakıyım!” dersen: “Haaa buyur!” der de koltuğundan bakarsın.
Bâzı serseriler var. Çölde bir Mehmet isminde biri gelmiş, milleti toplamış.
Pâdişahların bile altınlardan paralardan isimleri kazılır oğlum. 1300 küsür senedir kazıyabilen var mı ismini?..
Kenedi'yi öldürdüler Amerika'da ne oldu? Herkes gine oyununda, zımbırtısında şurada burada.
Gine evvelki sene Hindistan’da Tac Mahal Câmisinde Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sakalından bir kıl kayboldu diye 90 milyon kişi birbirine girdi. Kim bunu zorluyor. Kânun mu var bunun içinde?
Aha burası! Onun için ağam, göbek atın göbek!. Bu devirde ki namaz kılabiliyorsunuz zilli zurnalı göbek oynayın, korkmayın!.
O hâlde Resûlullah’ta erimek, akmak erimeye, müşâhade etmeye, idrâk etmeye yol Resûlullah'da erimek lâzımdır. Resûlu anlamaya da vücûdun şâibesi mâni’dir. “Nedir?” ..
Edebsizlik etmek!.
Emr-i Resûlun yerine getirilmesi, ancak Resûlu azıcık anlamağa vesîle olur. Onu da hakîkaten anlayamazsın.
Vazifemiz bizim “yu’minûne bil gaybi”halkasına şeksiz şüphesiz girebilmek kahramanlığını kendimizde bulup ortaya çıkmamız en büyük hünerimizdir.
Ahhhha, kim sana hangi kânun diyor ki.: "Çık namaz kıl!." Vergi mi alıyorlar.
Aha işte o kahramansınız hepiniz!. Korkacak hiçbir şey yok!.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz hadisinde buyuruyor ki:“Ben'den sonraki ümmetler ve ümmetim, mesuddurlar"diyor. Kâfir olsun dinsiz olsun, bilmem ne olsun.
Çünkü Benden evvel ki ümmetlere Cenâb-ı ALLAH’ın gazâbı; Lut Peygamberi, ne yaptı yerinen bir etti. Mûsâ, Bahr-i Ahmer’e Mûsâ’nın Ümmetine cadde oldu, Firavun’a mezâr oldu. Nuh peygamber öyle.
O belâları Cenâb-ı ALLAH vermiyor benim ümmetime, benden sonra vermeyecektir! buyuruyor.
Halbuki bu gün Lût Peygamberin Sodom Gomore, Ad Kavminin yaptığı edebsizlikler, şimdiki edebsizliklerin yanında devenin kuyruğunu kaldırmasına benzer. Bu hakîkat maalesef. “Niye vermiyor?."
Vermiyor!. Her Peygamber Resûlluk tebliğe geldiği zaman Cebrâil AleyhisselâmALLAH ile Resûl arasındaki postacı Cebrâil Aleyhisselâm.. ALLAH’ın Matbaasında basılmış murassa’ altın bir mektup, bir zarfa konmuş, bütün Peygamberlere getirirler. Âdem’e getirdiler, Nûh’a getirdiler, hepisine. Hepisi çok sıkıştığı zaman, Nûh çıkardı cebinden.
O bir satırı okudu: “Yâ RABBi bu DUÂ hürmetine tûfanı ver!”dedi.“KûN!”Emri çıktı, bitti. Tufan oldu. Hazreti Mûsâ, Bahr-i Ahmer'i yardı. Îsâ şöyle. Lût mahvetti ortalığı. ÂD, Semûd Kavimleri hepisi mahvoldular. Resûl, hepisi DUÂsını kullandı. Sallallâhu aleyhi ve sellem EfendimizDUÂsını içini açmadan mübârek sağ cebine koymuştur. “Ceyb-i Resûlu eymen"e koymuştur.
Ceyb, cep demektir. Resûl, Resûl. Eymen sağ cebine koymuştur. Onnan âhirete teşrif etmiştirler. “Unuttu mu Resûlullah bunu?” Hâşââa!. “Kendisine unutturuldu mu?” Sümme sümme hâşâaa. “Niye götürdü?.”Rahmetenli’l- âlemîn!.. Mûsâ, Rahmetenli’l- âlemîn değil, ÎsâRahmetenli’l- âlemîn değil NûhRahmetenli’l- âlemîn değil, İbrahîm, Rahmetenli’l- âlemîn değil, Âdem, Rahmetenli’l- âlemîn değil. Bütün PeygamberlerRahmetenli’l- âlemîn değil Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Rahmetenli’l- Âlemîndir.
Yarın orada, bütün milletler perîşan milletler.
Dinsizler, îmansızlar, günahkârlar hepisi, o alevler içinde Resûlullah’ın Mübârek Kalbi hiç hiddet eder, hiç kin arar mı.
Mübârek gözlerinden, iki âlemi gören gözlerinden yaş gelip de "Yâ RABBi Sen bana şöyle bir mektup vermiştin. Bunu şimdi DUÂ edeceğim. Bütün insanları affeyle, mağfiret eyle. Cehennemi kurut!”demeyeceğini kim iddia edebilir. Öyle bir Peygamberin Ümmetisin ne korkuyorsun!.
Abdulkadir Geylanî Hazretleri buyurmuş demiş ki. Abdulkadir Geylanî, Resûlullah’ın karşısında halının üstündeki bir toz olmaz. Biz de, Abdulkadir Geylanî Hazretlerinin yanında öyle olamayız.
Vaazında diyor ki: “Lev şefaatu ceddu MuhaMMedun letefeyte bi'n-nâri cehennemi tefleti.: Benim ceddim Resûlullah’ın Şefaatı olmasa, ona kıymet vermesem, ben şöyle “letefeyte bi'n-nari cehennemi tefleti” şöyle dilinmen parmağımı ıslatır cehennemi söndürürüm!”diyor.
Evet Ahaaa o Ümmetiz. Ne korkuyorsun azîzim! Ağla, başını secdeye koy. Sen büyüksün. “Görünmede hüner yok!” demişler haaa. “Görünmeyeni görmeden evvel görmede hüner vardır.”
Aha“yu’minûne bil gaybi”bu. “Cehenneme inanıyor mu?” İnanıyoruz yaa!. “Cennete?” Ona da!. Bitti oğlum!..
Öldükten sonra ölme zâten yoktur. Hanı karabatak gibi dalar biraz sonra çıkarız.
İşlem tahte’l- bâhirdir oğlum!. Toprağa dalar öteden çıkarız.
Bu sapık insanlar “ÖLdü” derler insana, kalıp değiştiririz.
İnanıyor muyuz “yu’minûne bil gaybi.” gayba inananlar. “Yâ habibim sana bakıyorlar fakat seni göremiyorlar”âyet-i kerîmesi budur işte.
Sırrların Kapısı aralığından sana bir anahtar vereyim.
Bu söyleyeceğimi sor, çabala, zorla bulmağa çalış!. Bulamazsan bir şey sezmeğe gayret et!. HAKk’ın konuşan dili, gören gözü “Resûlullah” tır, bunu bil!. “takkk! takkk!”
Haaa, ondan da sende parça var, sende ALLAH için konuşuyorsun, ALLAH konuşturuyor seni.
O halde bir hakîkat olarak bir şeyi yalan söylersen sana senden yakîn olan ALLAH’a töhmet bulmuş olursun.
Aha küfür bu!. Yalan söylemek, yalan yok, Gıybet yok!. Onu çözmeğe savaş. Peki bu bir harbdır değil mi? “Resûlullah’ı ama nasıl bulacağız?” Ahaaa bu bir harb bu harba girebilmek için. Harb meydanına gideceksin. Harb Meydanına gitmeden evvel ikmâlini yapacaksın Oğlum.
Hazırlan gidelim, silahını şöyle, o nasıl işte onu hazırlayalım.
Harb meydanına gitmeden evvel ikmâlini yapacaksın oğlum. Hazırlayacaksın. Silahını şöyle, o nasıl işte onu hazırlayalım. İyi dikkat edin. Kafanıza sokun.
Şu silahları yanına al. Doğruluk çizmesini ayağına giyin ağam doğruluk çizmesini. Çaktır ayağına. Terlese bile çıkarma ayağından. Adâlet patikasında yürü, keçi yolu bile olsa. Fazîletle sabır, sabrı kendine en mahrem arkadaş yap. En gizli arkadaş.
Heybende helâl lokma azığından başka bulundurma dost bile olsa.
Yerine taş koy. Nüfus kağıdında, hani insan evlenir nüfus kağıdına geçer. Hapishâne de yatar, Müddei-yi Umûmilik oraya beş sene üç sene şundan yatmıştır der.
Nüfus kağıdında küfür, hatâ, hak yeme, yalan, yetimi hor görme, gıybet dedi-kodu kayıtları yazılmış olmasın!.
Ne demek istediğimi çok iyi anlayın.
Gözlerin aha bu Mubârek Adam gibi dâima yaşlı olsun oğlum. Ne kadar yaşlı olursa gözün, başkası.: “Bunun gözü akıyor, başkası bu mutemâdiyen ağlıyor!” desinler. ALLAH’a yanaşmanın yoludur o. “Eddemu’l-ayni la yA’rifu ille’l-ârif”Yaşın kıymetini mâhiyetini “eddemu’l-ayni la yA’rifu ille’l-ârif” Ancak Ârif Adam bilir, ALLAH’a yakîn adam bilir gözün yaşın kıymetini. ALLAH’ın Emirlerini mümkün olduğun kadar kudretin tahammül derecesinde yerine getirmeye savaş.
Dişlerini dâima temiz tut haaa,ister takma olsun ister benim gibi tabii olsun. İster 2-3 tâne olsun. Temiz tut.
Abdestli gez. Gece namazı kıl. Her ay üç gün oruç tut. Sabah namazını kaçırma. Hastalık derecesinde merhâmetli ol. Dâima şükret, tevbe et.
Resûle salavat getir. Dâima ALLAH’ı dilinden, gönlünden bırakma.
Bu şu demektir bunların hepsi, “Sana senden evvel yakîn olduğunu unutmamak edebi içinde olursun” demektir. ALLAH’ı dâima ağzında bulunan “ALLAH! ALLAH!” diyen bir adam sana senden yakîn olan ALLAH’ı benden yakındır aman haaa edebli oluyorum demektir. Yoksa zindana girdikten sonra “ALLAH!” demek, bâzılarının zindandır mâbedi haa.
Bâzıları zengin oldu mu yok. İflasa düştü mü.: “Aman Yâ RABBi!” onunda iflas edebsizliktir mâbedi oğlum.
Kimsenin ayıbını diline dolama!. Hakîkî Mü’min, kardeşinden şüphe etmez!. Kâbe’yi bir an yok farz edersen “bütün Mü’minler birbirlerine secde ediyor” demektir.
Sana senden yakîn olan birbirimize secde ediyoruz gibidir.
Nasıl sen ona gıybet edersin Mü’min arkadaşım.
Aman aman aman aman en mukaddes mâbed “insan” dır. Onun için secde edilmiştir insana.
Her insanda bir güzellik vardır aziz cemâat, onu görmeye çalışın. “Ayıp görme! gıybet etme!” bunları kolay gibi görünür amma evet çok kolaydır. Güç görürsen çok güçtür. Resûlullah’a güven güven güven 1.000 defa güven. Büyüklerden, velîlerden Resûlullah’ın verâsetine sâhip mubârek insanlardan, hiMMet dâima insan ister bilirsiniz. HiMMet ister. HiMMet alacak duruma gel, onların sana himmet etmesi farz olur onlara. “Efendim bana bir şey ver, bana bir şey ver!”
Oğlum o raddeye gel de ondan sonra. Sana küçük çocuğun, 5 yaşında çocuğun: “Baba bana tabanca al!”
Gidersin uydurma tabancalardan alırsın. Hakîkî tabanca verilir mi?
Sen ona gel o sana verir. Sen o devre gel. 5 yaşındaki çocuğunu, 10 yaşındaki çocuğunu şûbe alıyor mu askere yoooook.
Askerlik çağı geldi mi nereye gitse çağırırlar onu.
Sen o çağa gel. Seni bulur. Askerlik çağı tamam.
Bu işlerde acele etmek yok. Bu lafları kulağına, gönlüne kazı!.
Ondan sonra savaş meydanına git.
Demin ki ALLAH’a kasem ederim ki, ALLAH şu kürsüden beni indirmesin ki, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz o zaman seni bekler karşında.
Yap bunları sallallâhu aleyhi ve sellem neredeyse mübârek, cesedi mubârekleriynen gece gelir Odun Pazarındaki evine girer. Senin ruyâna girer.
Bu edebe, büyük edebe bakın. Milyarlarca insanın içinde felan mahalleden felan kişi böyle yaptı: “Ben onun bu gece rûyâsına gireceğim o sahâbem olacaktır” demiştir.
Yaaaaa bunlar saçma lakırtılar değil. HAKk Kokusunu gaybdan duyan, sendeki bâtıl kokusunu nasıl duymaz oğlum!.
Duyar duyar amma yüzüne söylemez insanın, örter.
İyi koku göklere çıktığı gibi, pis koku da göklere çıkar. Hırs, şehvet, kibir kokusunu, söz söyler iken karşındakinin mânevî burnu var ise, soğan kokusu gibi alır onu. “Sizi topraktan yarattık”duymadın mı? Âyet-i kerimeyi. Seni tekrar toprağa alacağız!.
Ham meyve, Reis-i Cumhura ham meyveyi götürmezler oğlum.
Olmuş meyveyi saraya gider. Oldu mu dalda da durmaz düşer aşağıya.
Ananın karnındayken kan emdin kan kan!.
Daha söylenecek daha bir şey daha var amma ben söyleyemeyeceğim onu. Sen kendi kulağına bir boru tak söyle kendi kendine.
Çarşıdan nar alacaksan ağam nar, nar, nar mevsimi gelir.
Gülen narı ararlar. Gülmek çatlamış narı değil mi?
İçini kendini gösteren narı ararlar. Onun gülmesi sana içindeki tânesi olduğunu söyler.
O ne mübârek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi ağzından gösterir Müslüman.
Böyle bir girer rûhunun bütün temizliği dışarı çıkar.
Taş bile olsan, gönül sâhibine erişirsin cevher olursun oğlum.
Öküzün rengini dışından, insanın rengini de içinden ara!. Âyet-i kerîme vardır.“Sıbgatullah” ALLAH boyası. İşte bu hepimizde vardır.
Bir taş parçasını atarsın bir testiyi kırarsın. Kırılır testi ama pınar suyu gine vardır oğlum.
Çukura su doldur, 15 gün sakla kokar. Fakat çukur dipten kaynarsa koku olmaz.
Nefsen yediğin aldığın gıdan, mıdan hepisi helâl olsun ona bak.
Onun için Aziz Cemâat şekli yok, kendisi var bir cihandan bahsediyoruz. “Yu’minîne bil gayb.” O sâhiden var ise sebatsız şekilden ibârettir. Senin cihan dediğin aha bu dünya.
Onun uçun demin dedim ki ağlayın. ağlayan göz ne mubârektir.
Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.
Akar su nereye akarsa orası yeşerir.
Gözünden gözyaşı varsa oraya rahmet nazil olur. Şüphe etme bu sözden.
Ateş ateşe tapana bile lütfetmez. Ateşe tapanlar bile ateşe girse yakar ateş. Ateş yine o ateştir. İçine gir de gör yakar. Ateşin tabiatı değişmez, unsuru da. O ALLAH’ın kılıcıdır, izinle keser, izinle yıkar.
Yörüğün çadırına misâfir gittiği zaman yörüğün çadırının etrafındaki iri köpekler kuyruk sallar. Ama yalınız giderse hırlar parçalarlar insanı.
Kullukta, köpekten aşağımıdır insan oğlu?.
Misâfire gidiyor yörüğün şeyine. “Bu yörüğün benim Efendimin misâfiridir” diye kuyruk sallıyor köpek.
Sen ALLAH’a kulluk edersen ateş nasıl yakar seni. Nasıl yakar ateş!.
Kelimeleri iyi kafanıza kaydedin!. Ateş İbrahîm'e diş geçiremedi, geçirebildi mi diş.
Şeybân-ı Râi Hazretleri, ümmî bir adam.
Ama dediğim gibi Cuma Namazına giderken koyunlarının etrâfına çoban bir çızgı çızarmış.
Ne koyunlar çızgıdan dışarı çıkar, ne kurtta çızgıdan içeri girermiş.
Niye? hürmetten hürmetten!.
Kaza ve Kaderle pençeleşmek mücâhade sayılmaz oğlum. Çünkü bizi pençeleştiren savaştıran da kazâ kaderdir. HAKk’ın arıya öğrettiğini aslan bilemez oğlum.
İpek böceğine öğrettiği o, iplik yapmağı da fil bilemez.
Bunları anlamak için insanda iki kulak vardır biri eşşek kulağı, eşşek kulağını kapa başka bir kulak al. Bu sözümü de eşşek kulağı anlayamaz haaa şöyle dedi böyle dedi der.
ALLAH’a yanaştı mı insan her şeyi yapar Oğlum =>Velî olur.
Bundan şüphe etme. Bundan şüphe eden adam şakkul-kamer hadisesinden de şüphe ediyor demektir.
Şakadan katiyyen hastalanmayın.
Hanı kadınlar saçlar başını sararlar, başım ağrıyor, bir şeysi yok. Hadisi Peygamberî diyor ki.: “şakadan hastalanış gerçekten hastalık getirir” Kötü iti, deri örter oğlum deri. İyi iti gayb âlemi örter yaaa arada bu fark var.
Paralardan padişahların, reis-i cumhurların ismini kazırlar, değiştikçe kazırlar. AHMED’in adını kimse kazıyamadı şimdiye kadar demin dediğim. Çünkü, o adı ALLAH yazdı.
Gönül kendine sırr vereni, ok kendini uzağa atanı görmedikçe bu iş böyle devâm eder.
Her göz açıp kapatmada ölüyor ve diriliyoruz oğlum. “E fe ayînâ bi'l- halkı'l- evvel, bel hum fî lebsin min halkın cedîd”
Her dakika ölüyor her dakika canlanıyoruz.
Şöyle bir deyneğin ucuna ateş alsan öyle çevirdiğin zaman onu görürsün değil mi?
Bu bak, sâniye de 60 defa yanıp sönüyor biz onu.
İnsanlarda böyle mütemâdiyen ölüp ve diriliyoruz. O kadar çabuk ölüp diriliyoruz ki biz farkında değiliz.
Onun için her an Lâ ilâhe illâllah deee!. Öyle ölüp dirilme anında bi de gidiverirsin “güp!”
“Dünyâ bir andan ibârettir”buyurmuştur hadisî Peygamberi Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz. Şöyle ateşi çevirirsin sanki devâmlı.
Bu ömrün uzunluğu Tanrı’nın ters halk etmesindendir. Öldürür dirilir biz yaşadıkça diriliriz. ALLAH’ın yediden yediye ve süratla halk etmesi ömrü öyle uzun ve dâimi gösterir bize.
Bu sırrı insan kendiliğinden bilemez. Âlim olsa da fâzıl olsa da ona öğretilir oğlum.
Hani hiMMet var ya dedim sen o, askerlik şûbesine askere kaydedildin evvelden amma yaşın gelmedi. Yaşın gelsin öğretirler sana. “Sen öğrendin mi Hoca Efendi?” diyeceksin bana.
Bilmesem bu tehlikeli kürsüden herhalde mırıldanmam oğlum.
Irmakla deniz bir çöpü başının üstünde taşır.
Deniz bu kereminden dolayı eksilmez oğlum. Leş atsan üzerine çıkarır, çöp at üstüne çıkarır, başında tutar.
Bu lakırtıyı muhakkak anlamadınız. “Yavvv ne demek bu çöp möp!”
Kaza gelince bilgi uykuya dalar oğlum. Ay kararıııır, gün tutulur. “Gaflete geldim” der herif “nasıl oldu bilmiyorum!.”
Kaza ve kaderi inkâr edenin inkârı bile bil ki kaza ve kaderdir.
Bir zengin adamın bir Sungur isminde bir kölesi varımış. Hazreti Mevlânâ Mesnevide anlatır.
Bir sabah: “Oğlum kalk” demiş “peştemâlı, havluyu mavluyu hazırla. Hamama gidelim.” Çok da severmiş kölesini. “Baş üstüne” demiş hazırlanmışlar evden çıkmışlar.
Derken sabah namazı okunmuş, Sungur demiş ki “Efendi” demiş. Çok da severmiş. “Bana müsaade etsen kerem sâhibisin şu namazı kılıvereyim.” “Hay hay Sungur demiş sen kıl demiş ben şurda ki kahvede oturayım” sabahçı kahvesi.
Sungur girmiş namazı kılmış. Herkes çıkmış Sungur çıkmıyor câmiden.
Beş on dakika. Ordan bağırmış.
Bu Arabistan’daki Câmilerde pencere mencere var amma cam yok. “Heeey Sungur demiş. Hadi oğlum.” “Efendi” demiş “bir 5 dakika müsaade et bırakmıyorlar” demiş.
Beş dakika, beş dakika, On dakika on dakika. “Sunguuuuuuuur!.” “Bırakmıyorlar efendi” demiş.
Gelmiş câminin penceresine.: “Oğlum demiş içerde kimse yok. Kim bırakmıyor.” “Seni içeri sokmayan bırakmıyor” demiş. Aha bu işte!.
İnsan sıhhatta mıdır. Zıtların sulhu var, uyuşması var demektir.
Aralarında savaşın başlaması da hastalık, ölümdür.
İki parmağını iki gözünün üzerine koy. Bir şey görebiliyor musun?.
İnsaf et artık yav. Şöyle gözünü kapadığın zaman bir şey göremiyorsun. Görebiliyor musun?
Yok göremiyorsun. Eeee insaf et artık.
Ben bana yakın olan şeyi göreceğim. Eee tüh beee.
biraz temizlen oğlum.. Sen göremezsin de dünyâ yok değil ya.
Kusur ancak şom nefsin, parmağındır. Gözde, göz İslamda göz nedir?
Dostu gören göze derler ağam. Öyle bilmem sinemâyı seyreden.
Şurada yazı var. Mehmet Beyi gibi yok öyle efendi. Aha burada içerdekini göremedin.
Hazreti Ömer Hurma dibinde uyuyormuş. Sormuşlar Emire’l-Mü’minin nerde demiş. “Hurma ağacın dibinde halktan ayrılmış, yapayalnız gölgelikte uyuyan tanrı gölgesidir” demişler, yaa.. vahiy Peygambere..
Vahiy zâhiri duygudan gizli söze derler onun için.
Bir ayıp işlersen, edebe riâyet ederek onu ALLAH’a isnad etme. Her şey ALLAH’tandır. Hazreti Âdem’i cennete koydu. Sonra şeytana dedi ki git onu ona bir şeyler yedir de kovacağım onu dedi. Değil mi? ALLAH’ın Emri olmadan şeytan cennete girebilir mi?
Nasıl girer oğlum? Git kandır dedi ona. Hep ALLAH’ın bir oyunu. Âdem bu işi yaptı kovdular cennetten. Dikkat buyurun. Burası çok ince noktadır. Âdem ne dedi. Biliyordu bunu yapıldığını böyle. Bizim aklımız kesiyor da Âdem Peygamberin nasıl aklı kesmez. Şeytanın ona ALLAH gönderdiğini, “Kandır bunu” demesini. “Yâ RABBi ben kendi nefsime zulmettim” dedi. ALLAH’a isnad etmedi. Kendi üzerine aldı suçu.
Aldığı için Cenâb-ı ALLAH da affetti. Nerden bu ALLAH’ta bunu verdi başıma. Aman deme, aman demeeee. Şimdi anladın mı. "El-emrâzı hedayâyı min azze ve celle min âbid.: Ben kuluma hastalıkları hediye için veririm." diyor.
Kabahatı kendinde bul da bana yükleme. “Hayrihi ve şerrihi min ALLAHu Teâlâ.”
Ama sen öyle kabul etmeyeceksin diyor, edebe gireceksin. Nedir murat? Âhirette öğrenirsin.
Yakın da biz de ölürüz 10 gün içinde belki yâhut üç ay sonra öğreniriz hepimiz, ölür ölmez öğreniriz.
Suçu kendine atfettiği için "zallemnâ enfusinâ.: Ben nefsime zulmettim Yâ RABBi!" dedi. Affoldu.
Onun için ilim hikmet hepisi helâl lokmadan doğar. Helâl lokma ye, yedikçe bunları anlarsın.
Yağmur vardır oğlum, âlemi beslemek için yağar. Yağmur vardır âlemi perîşan etmek için yağar. Yağmur vardır. Görünmez yağar.
Bir gün sallallâhu aleyhi vessellem efendimiz şeye gitmiş, kabristana. dışarı çıkmış, yağmur başlamış, başlamamış yağmur. Hazreti Âişe Vâlidemiz demiş ki “Nereye gitti Resûlullah peşinden gideceğim.” Kapıdan çıkmış. Çıkacak başım açık diye Resûlullah’ın ridâsı var.
Yani başına örttüğü şey var, almış başına onu, başına almış Hazreti Âişe Vâlidemiz.
Gitmiş mezarlığa yağmur müthiş bir yağmur ıslanmış dönmüş gerisin geri.
O sıra da Resûlullah Efendimiz gelmiş. Resûlullah Efendimize böyle yapmış, Âişe Vâlidemizi de çok severmiş sallallâhu aleyhi ve sellem. Resûlullah Efendimizin böyle üstüne elini sürmeye başlamış. “Yâ Âişe ne oluyorsun?” demiş. “Yâ Resûlullah senin üstünde ıslaklık yok demiş. Biraz evvel ben senin geldiğin tarafa geldim. Sağnak halinde yağmur yağıyordu.” “Yâ Âişe o senin bildiğin yağmur değil” demiş. “Başında ne vardı?” demiş. “Yâ Resûlullah başım açık çıkmayayım diye Senin ridânı örttüm başıma.” O rahmeti İlahîyyedir demiş. Benim ridâmı örttünde sen öyle yağmur diye gördün onu" demiş.
Bir de böyle yağmur vardır Oğlum..
“Efendim göremiyorum!.”
Ulan göremezsin, ağam göremezsin, ağam şekerim, ne diyeyim.
Şöyle şuranın içinde dönmeğe başlar.
Etraf dönmeğe, direkler soba hepimiz dönmeğe başlarız.
Ulan ağam biz dönmüyoruz, sen dönüyorsun, ev dönmüyor.
Bak afatı şeyden afallıyor insan neresi olduğunu.
Trene bin. Bir tren geldi durdu. Sende o trendeki arkadaşınnan konuşurken trenin bir tânesi kalktı hangisi kalktığının farkında değilsin. O kalkar sen gidiyormuş gibi gelir. Ulan bir metre içindesin bee.
Ondan sonra bana benden yakın bilmem neyi görüyüm, görürsün ağam inşeALLAH.
Soğuk su kar, olmuş üzüme dokunmaz ağam.
Fakat koruk mevsiminde kar yağarsa korukların hepsi donar.
Çünkü koruk daha kemâla gelmemiştir. Ağlamakla kemâle getirilir.
Bir yerde yoksul, muhtaç, perişan bir insan mı gördünüz.
Hırsızdır, bilmem nedir, eşkiyâdır. Sarhoştur yahut dalaverecidir.
Ben çok öyle şeyler biliyorum İslâmi bazı etiketler var onları koymak istemiyorum üzerine.
Hacı var dalavereci. “Efendim Hacıyı mı görüyorsun?"
Ben ötekilerini gördüğüm için Hacı böyle yaparsa boğarım onu, çünkü Mü’min arkadaşım.
Muhakkak böyle düzgün insanlar var ise bu yoksulun haberi olmadan bir suç işlemiş, bir kemâl sahibinden kaçmıştır. Askerlik çağına gelir herif.
Ben efendim “Eve gelirse bu Adana’ya gitti de.”
Şube Adana’ya gönderir. “Adana’da böyle bir şey yoktur”, gelir. “Efendim ordan Ankara’ya geçti.” Herif 2 sene izini kaybettirir. Aha böyle bu.
Yoksula bağırmayın!. Ve’d-duhâ sûresinde Cenâb-ı Peygamber bir yoksula bağırdı da Yâ “Habibim bağırma!” dedi ona.
Herkes doğru söyleyemez oğlum kudreti yoktur. Doğru söylemekte bir kahramanlıktır.
Her kuş bir inciri bütün olarak yutamaz. İnciri niçin seçtin.
Hatırıma incir geldi. Bir kuş bir inciri yutamaz. “Niye inciri seçtin? Elma diyebilirdin, üzüm diyebilirdin.” “Ve’t-tîni vez-zeytun”kelimesini unutma.
Hikmetini sen ara bul. Söylemem onları ara da bul.
Hırsızlık edeceksen, ekmek, armut, şu bunu çalma. İnci çal oğlum inci!
Bu garib gibi görünen lakırtılarımız bulutlu havalarda kıbleyi bulmak içindir.
Bulutlu havada kıble ne taraftır güneşi görmediğin için ararsın.
Bu lakırtıları söylüyorum ki bulutlu havada kıblemizi bulalım. Bize bizden yakîn olan ALLAH’ı bulalım. vucûhun yevme izin nâziratun ilâ rabbiha nazira.
Ölümden herkes korkuyor bilirsin aman ölüm. Öyle insanlar vardır ki ölüme bıyık altından gülerler oğlum. Hepimiz öyle olmalıyız. Onların kalblerine kimse dokunamaz.
Sadef kırılabilir fakat içindeki inciye bir şey olmaz.
İslâm için ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir.
Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım câmiyi çıkalım dışarı.
Bize sual yok bir şey yok ne yapalım.
İslâm için ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir.
Ölümün içi de ölüm olsa bırakalım câmiyi çıkalım dışarı.
Bize sual yok bir şey yok ne yapalım.
Yağmurun yağmadığını gördüğünüz dakîkada, hani yağmur DUÂsına çıkıyorsunuz hadistir bu.
Bilin ki o mıntıkanın halkı zekâtını vermemiştir.
Onun için zekâtı eskiden sopaynan alırdılar, deyneknen.
Vereceksin senin yüzünden ben kıtlık çekemem haaa. Lût Kavminin başına gelenleri bilmiyor musun. Nûh’un tûfanı nedir? Mûsâ Firavun’a ne yaptı? Ad Kavmi ne oldu?
Görülmüş bir şeyi görülmemiş sananlar, meydanda olanları da göremezler. “Efendim felanca namaz kılmıyor.”
Bahsetme oğlum anlamazlar onlar, hiç yorma kendini.
Onların meydanda olanları göremezler onlar âyet-i kerîme öyle diyor. “Ölüm yüzlerini adam akıllı açacak onların”âyet-i kerîme.
Hanı pislik böcekleri vardır. Şöyle pisliklerde gezerler.
O gül kokusundan ne anlar oğlum. Ahaaa bu secdeden de ne anlarlar işte. Peygamberler gizli şeyi bilip bize haber veren insanlardır.
O cihan halkının görmediği şeyleri görmüştür Resûlullah. vucûhun yevme izin nazîratun ilâ rabbiha”da budur haaa.
Eskiden kille yıkanırdılar. Kil kil. Şimdi de var köylerde ama.
Şimdikiler eskisi gibi kokulu değil ağam. Bakkalda satardılar şöyle parçalı masmâvi. O zamânın insanın killeri öyle idi kokulu idi.
Hâfızı Şirâzi vardır, Dîvânı vardır, Evliyâullah’tan bir insan. Bir gün o kendisi şeyinde yazar kitabında.
Hamama gitmiş. Yıkanıyor yalınızmış. Kil kokuyor. Alıyor böyle ıslatıp kokluyor. Şiiri de var bunun. “Ne güzel kokun var be mubârek diyor nerden aldın bu kokuyu” diyor.
Kil dile geliyor. “Gelir mi?” Gelir yaaa. Taşnan maşnan konuşur insan. “Ama biz konuşamıyoruz?” Ulan biz birbirimiznen konuşamıyoruz, taşnan nasıl konuşacağız. Birbirimizi yemeğe savaşıyoruz.
Temiz şey edelim birbirimiznen konuşacak mevzuu olmadı mı döneriz taşnan konuşuruz, köpeknen konuşuruz.
Nasıl hannâne ağacı konuştu, Resûlullaha ağladı, Vedâ Hutbesinde.
Minberde ağaç ağladı, ağaç “ııııın” inledi herkes, sahâbe duydu bunu. “Nerden aldın bu güzel kokuyu” demiş. Kil de konuşmuş onnan. “Ağam bende koku yok demiş. Ben bir taşım demiş. Vaktiyle demiş gül ile üç dört yıl arkadaşlık yaptım da demiş. O koku bana ondan sindi” demiş.
Aziz Cemâat, GÜL gibi insanlar dünyâda eksik değil. Gül gibi insanlarla siz de konuşursanız güller gibi kokarsınız. ALLAH cümlemizi Resûlullah’tan memnun eden Ümmetinden eyleye!.
Âmin!.
ALLAHummesallialâMuhaMMedinvealâEhl-iBeytaleyhumu's-selâm-ibeytihiMuhaMMed. Subhâneke Yâ allâm, tealeyke Yâ selâm ecirnâ min en-nâr ve bi affike Yâ mucir.
Allâhumme ente'l-Mennân bediu's-semâvâti ve’l-ardı zul-celâli ve’l-îkram!
Yâ Hayyu Yâ Kayyum Yâ ALLÂHu Celle celâlihu!.
Yâ RABBi Elimizden geldiği kadar Emirlerini ve Resûlullah’ın mubârek yüzünü güldürmek için sünneti seniyyesini yerine getirmeye savaşıyoruz. Sen bize kudret, dirilik, sağlık ihsân eyle Yâ RABBi!
Yarın sana intikal edeceğimiz zaman bizi tevbih ve ayıplamamak için ne yapmak mümkünse bizim kaderimizin çizgisine onu serp Yâ RABBi!
Bizi sapıtma Yâ RABBi!
Evimize, çoluğumuza, çocuğumuza hepimize helâl lokma nasîbi müyesser eyle Yâ Yâ RABBi!
Memleketimize her türlü âfâtı semâiye, âfâtı ârâziye, âfâtı belâiyeden, düşman ve sel, su yangın âfâtından sen muhafaza buyur Yâ Yâ RABBi!
Îcap ettiği zaman ordumuzu mansûru muzaffer eyle Yâ Yâ RABBi!
Hükümet büyüklerimize izan, kuvvet himmet eyle Yâ RABBi!
Yarın ahrete intikal ettiğimiz zaman Resûlullah’ın Huzurunda Livâ-i MuhaMMedi’nin altında toplanmak ve Resûl-i Erkem’in mubârek elinden öpmek nasibi müyesser eyle Yâ RABBi!
Sana intikal edeceğimiz zaman bizden“eşheduenlâilâheillâllahveEşheduenneabduhuveResûluhu”Kelime-i Tayyibesini bizden esirgeme Yâ RABBi! Lillâhi’l- Fâtiha!
Nâsiye.:Çehrenin gösterişi, alın, yüz. Şâyan.:f. Münâsib, lâyık, yaraşır. Murâkabe.:Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. Hıfz etmek. Beklemek. İntizar. Dalarak kendinden geçmek. Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak. Ameliye.:Ameller. işler. Bir bilginin iş olarak tatbiki. Tıb: Operatörlük. Cerrahlık. Cebel.:Dağ, yüksek tepe. Harb-i umûmî.:Cihan Savaşı. Taun.:Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri. Müşâhade.:Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. Muâyene, kontrol. Şâibe.: Leke, kir. Süprüntü. Pislik. Kusur. Noksan. Hata. Eksiklik. Şekk.:Şüphe. Sodom ve Gomore: "Lût ve İbrâhim devrinde, filistin diyârının türlü ahlâk bozukluklarıyla tanrı'nın gazâbına uğramış iki büyük şehirdir.. Murassa.:Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı. Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş. Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kâfiyede olan söz veya beyit. Bir nevi yazı. Okka.: t. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz dirhem ağırlık. Okkiye. (Bak: Direm) Mükellefiyet.: Mecbûriyyet. Bir işi yapmağa vazîfeli oluş. Bir işi terk edememek hâli. Mükellef oluş. Makarr.:(Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht. Tekâmül.:Kemâl bulma. Olgunlaşma. Mekârim-i ahlâk.:Hazreti MuhaMMed'in (aleyhisselâm) ahlâkına ve onun sünnet-i seniyesine ittiba ve imtisâl edenlerin ahlâkı. Mahfaza.:(Hıfz. dan) Küçük kutu, kap. Zarf. Telâfif ve tehâric.:girinti çıkıntılar Telâfif.:Birbirine sarmaşmış bölük bölük nebatlar. Büklümler, kıvrımlar. Birbirine girmiş ve sarmaşmış vaziyette olma. Lif lif olma. Mâhiyet.: Bir şeyin içyüzü, aslı, esâsı. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esâsı, hakîkatı. (Mâhiyet, hakîkatten daha umûmidir. Hakîkat, mevcûdatta, mâhiyet ise, hem mevcûdât hem ma'dûmatta müsta'meldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tâyin eden, mâhiyetidir. Mâhiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.) Murâkabe.:Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. Hıfz etmek. Beklemek. İntizar. Dalarak kendinden geçmek. Tas: Kendisini tamâmen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak. Kıtlık.: Kaht. Kıtlık. Kuraklık. Kuraklıktan dolayı mahsulün yetişmemesi. Teşrif.: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. Bir yere buyurmak. Gayb.: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. Bahr-i Ahmer.:Kızıl Deniz. İkmâl.: Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek. Müddei-yi umumî.: Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet me’muru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı. Tevbih.:Azarlama. Levm etme.
---İbnu Ömer radıyALLAHu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:"Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme mesafesini doldururlar.
Cennetliklerin ALLAH nezdinde en kıymetli olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar ederler." Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti okudu. (Meâlen):"Yüzler vardır, o gün ter ü tâzedir, Rablerini görecektir" (Kıyamet 22-23). (Tirmizî, Cennet 17, (2556), Tefsir, Kıyamet (3327)
zekâtı verilmedi mi Cenâb-ı Peygamber diyor kıtlık başlar:
Abdullah b. Ömer'den -ALLAH ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: (( أَقْبَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : يَا مَعْشَرَ الْمُهَاجِرِينَ! خَمْسٌ إِذَا ابْتُلِيتُمْ بِهِنَّ وَأَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ تُدْرِكُوهُنَّ:
لَمْ تَظْهَرِ الْفَاحِشَةُ فِي قَوْمٍ قَطُّ حَتَّى يُعْلِنُوا بِهَا إِلاَّ فَشَا فِيهِمُ الطَّاعُونُ، وَالأَوْجَاعُ الَّتِي لَمْ تَكُنْ مَضَتْ فِي أَسْلاَفِهِمُ الَّذِينَ مَضَوْا، وَلَمْ يَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِلاَّ أُخِذُوا بِالسِّنِينَ وَشِدَّةِ الْمَؤُنَةِ وَجَوْرِ السُّلْطَانِ عَلَيْهِمْ، وَلَمْ يَمْنَعُوا زَكَاةَ أَمْوَالِهِمْ إِلاَّ مُنِعُوا الْقَطْرَ مِنَ السَّمَاءِ، وَلَوْلاَ الْبَهَائِمُ لَمْ يُمْطَرُوا، وَلَمْ يَنْقُضُوا عَهْدَ اللَّهِ وَعَهْدَ رَسُولِهِ إِلاَّ سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ عَدُوًّا مِنْ غَيْرِهِمْ فَأَخَذُوا بَعْضَ مَا فِي أَيْدِيهِمْ، وَمَا لَمْ تَحْكُمْ أَئِمَّتُهُمْ بِكِتَابِ اللَّهِ وَيَتَخَيَّرُوا مِمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ إِلاَّ جَعَلَ اللَّهُ بَأْسَهُمْ بَيْنَهُمْ.)) [ رواه ابن ماجه، وحسَّنه الألباني في صحيح ابن ماجه ] ---"Ey Muhâcirler topluluğu! Beş şey vardır ki, onlarla imtihan olunduğunuzda (o toplumda hiçbir hayır kalmamış demektir.) Siz hayatta iken onların ortaya çıkmasından ALLAH'a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:) 1. Zina:Bir toplumda zina ortaya çıkar ve açıktan işlenecek bir hale gelirse, o toplumda mutlaka vebâ ve onlardan önce gelmiş-geçmiş hiçbir millette görülmeyen hastalıklar yayılır. 2. Ölçü ve tartıda hile:Bir toplum, ölçü ve tartıyı eksik yaparsa, o toplum mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın (yöneticinin) zulmüne uğrar. 3. Zekat vermemek:Bir toplum, mallarının zekâtını vermezse, mutlaka gökten yağmur kesilir. Şayet hayvanlar da olmasaydı, tek damla yağmur bile yağmazdı. 4. Ahdin bozulması:Bir toplum, ALLAH ve Rasülünün ahdini bozarsa, (düşmanla yaptığı anlaşmayı ihlal ederse) ALLAH Teâlâ, kendilerinden olmayan bir düşmanı o topluma musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlardan alırlar. 5. ALLAH'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terketmek:Bir toplumun liderleri (yöneticileri), ALLAH'ın kitabı Kur'an ile hükmetmeyi terk edip ALLAH'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, ALLAH Teâlâ onları kendi aralarında savaştırır (onları birbirine düşürür)." (İbn-i Mâce; hadis no: 4155. Elbânî, "Sahih-i İbn-i Mâce"de 'hadis, hasendir' demiştir.)
---Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:“Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurdu. (Ebu Hüreyre (radiyALLAHu anhu)dan, Ramuz el-ehâdis, 245.7)
---Resûlullah sallallâhu aleyhi vessellem:“El emrâzı hedâyâ-yı min Azze ve Celle li’l-abîd: Hastalıkların hepsi Azîz ve Celîl olan ALLAH’ın kula verdiği hediyeleridir.” buyurdu.
---Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem: “Hasta gözükmeyin hasta olursunuz.” buyurdu. (Deylemî)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ
إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ ---"Vucûhun yevme izin nâdırah(nâdıretun). İlâ rabbihâ nâzırah(nâziratun). Ve vucûhun yevme izin bâsirah(bâsiratun): Nice yüzler o gün ışılar, parlar, RABBlerine bakarlar! Nice yüzler de o gün ekşir pusarır.”(Kıyamet 75/22-24)
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ---"Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûne's-salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne):Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan ALLAH yolunda harcarlar.”(Bakara 2/3)
وَإِن تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَئِذَا كُنَّا تُرَابًا أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ الأَغْلاَلُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدونَ “Ve in ta’ceb fe acebun kavluhum e izâ kunnâ turâben e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), ulâikellezîne keferû bi rabbihim, ve ulâikel aglâlu fî a’nâkıhim, ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn: Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”(Ra’d 13/5)
أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ ---“E fe ayînâ bil halkıl evvel(evveli), bel hum fî lebsin min halkın cedîd:Ya, biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler.” (Kaf 50/15)