Rasûlullah Efendimiz Nebîlik =>Cesed-i Muâllâlarına aittir. Nübüvvet vardır biliyorsunuz.
Rasûlluk bir tek Rasûldur. Evveli de “O” dur sonu da.
Rasûl =>ALLAH’ın doğrudan doğruya elçisidir.
Kendi Cesedlerinden Rûh-u Muâllâları ayrıldığı zaman Nebîlik =>Vilâyet Makamı ile kalır.
Vilâyet Makamı =>Nebîlikten yüksektir.
Bu Vilâyet Makamı doğrudan doğruya zâten Rasûlullah Efendimizden evvel yoktu “Velî” denilen şey.
Bu Vilâyet Makamı devam eder gider.
Bu Vilâyet Makamında bir “Gavs” bulunur her devirde.
Gavs!..
Gavs demek. Her türlü şeyde teveccüh edilip onun vasıtasıyla Rasûlullah’ın şefâatından, ALLAH’ın yardımından meded umulacak kanal, MAKAM demektir.
Türkçesi yoktur. İzâhı bu.
Gavs, bulunduğu yerde Nazar-ı İlâhi oraya müteveccihdir.
ALLAH’ın Nazarı. Nerdedir bu?
Bilenler vardır yerini.
Belki Salamon Adalarındadır.
Belki İngiltere dedir.
Belki Kutuptadır. Belli değil..
Yalnız bu ZÂT =>Kürre-yi Şimâlindedir.
Ekvatordan aşağı değildir.
Ekvatordan aşağı hiçbir müstakil İslâm Devleti de yoktur.
Bu da bir hikmettir..
Yeri mâlum değildir Gavs’un.
Bunun sol tarafında meselâ şimdi.
Sol tarafında, Nazarı ->Dünya Âlemine, Mülk Âlemine nazır Abdu’l-Melik Makamında.. İsim adamın ismi değil, Abdu’l-Melik Makamında bir Zât vardır.
Sağ tarafında Abdu’r-Rab denilen nazarı ->Âlemi Meleküte, semâvâta nazır bir Zât vardır. Abdu’r-Rab o da.
Nazarı Âlem-i Mülke olan Abdu’l-Melik ->Abdu’r-Rab’dan efdaldır.
Bir de Abdullah Makamı vardır burda.
(M.D.Hocama bir hanım sormakta).: “Efendim yani şunu bir özetleyelim diye. Yani dünyaya bakan tarafı?.”
Evet daha efdaldır!
Bir de Gavs’un yanında yani onun önünde şöyle Abdullah Makamı vardır.
Bu Makam =>bâzen Hilâfet-i Mânevîye şeklinde tecellî eder.
=>Bâzen de Hilâfet-i Vücûdiye, cesediyle.
Bunlardan başka Gavsa bağlı;
Şimâl de ->Abdulmelik,
Cenubde ->Abdulkâdir.
Makam bunlar, isim değil!
Şarkta ->Abdulhayy,
Garbde ->Abdulalîm denilen dört kişi vardır.
Bunlara “Evtad” denilir. Dörtler-Direkler.
Bu Evtad’ların yerleri mâlumdur, bâzen yerleri değişir.
Rûhen =>Kâbe’de dâimâ müctemi’dirler.
Bâzen de ceseden toplanırlar.
Her asırda bir GAVS vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin NÂİBi bu.
Resûl-i Ekrem tarafından İzn-i İlâhi ile seçilir.
Bu DÖRTLER her zaman Mekke’de mânen toplanırlar.
Bâzen de Cesedleriyle birlikte toplanırlar.
Bunların EMİRlerini Kırklar ->Mülk Âleminde görürler.
KIRKLARın müşkülleri olursa, YEDİLER hallederler bunları.
Bir de Yediler vardır..
Birde ÜÇLER vardır.
Bunlar ÜMMÎdirler.
Manevî Ziynet gibidirler.
HAKk’ın onlara teberrüken dâimâ ->Abdurrabba nazar eder ve niyâz eder onlar.
Hiç kimseyle alâkadâr olmazlar..
ÜÇYÜZLER vardır, seyyar-gezerler.
ÜÇBİNLER vardır.
Kendi hallerinden niyâz ve tâaddadırlar.
Bunların bazıları irşâd ile meşguldürler.
Bazıları kendi içlerine çekilmiştir.
Tâad ve Ubidiyetlerinin mükafâtı olarak =>VELÎ Makamındadırlar. Yâni meselâ burada bir adam bakarsınız. Fillandiya’nın sefâreti yoktur.
Teberrüken Fillandiya Sefâreti gibi o makama otururlar orada.
Bir de “Meczûb Mecnûnlar” vardır.
Bunlar CEZBe içindedirler.
Yollarını, tahammül edemediklerinde, şaşırmışlar hataya düşmüşlerdir.
Bunlar fakat İnd-i İlahî’de mağfurdurlar.
Bunlarla yemek yenmez,
Elbiseleri giyilmez,
Sohbet de edilmez..
Bu Cenâb-ı Peygamberden sonra, Rasûlullah’ın Rûhanîyetinin Velî’ye etmişlerdir.
Bütün Ruhanî Kanunlar ne kadarsa, Efendim maddî!...
Kim verdi bu Emri?. Göster O Emrin yerini.
Maddî-Ruhanî bu.
İkisi de DEVLETtir.
Ruhanî Kanunları bunları idâre ederler.
Ne Levh-i Mahfuzda lâzımsa onlar senindir.
Bunlar bambaşka!..
VELÎLER vardır.
Doğrudan doğruya Vilâyet-i Rasûlullah’a hâkim Velîler vardır. “Evliyâ-yi tahtet gubabi’l- ayaneküm gayri.”
Onun içün:
Arz-ı Vâsi ister isen gir Velînin Kabzı’na,
Arz ü Kürsî’den geniştir bir Velînin Himâyesi.
Bunlar tamamiyle bilinmezler.
Bu dediklerim gelir siz Velîsiniz, sizi bile tanıyamaz.
O kadar gizlenmiştir bu.
Bunları seçmek güçtür.
Şimdi bu kitâbı okumada aşağıdaki öğütleri düşünerek okuyun.
Bu öğütler sizi sarsıyor.
Ve bunları yapmaktan sakınacaksanız!
Sayfaları okumaya devam ediniz!
Samimi olarak size te’sir etmiyorsa okumamanızı rica ederiz! Yaprak, çiçek koparmayınız!
Yaş ağaç kesmeyiniz!
Dal kırmayınız!
Yaprak çiçek çiğnemeyiniz!
Meyve kabuklarını yaş, yaprak, çiçek tâze dal, ateşe atmayınız!
Bunlara dikkat ederseniz şu hadisin müjdesine kavuşursunuz. Nebatata kadar merhamet gösteriniz!
Bunda şefâati müjdedir de görürsün.
Kuşları kafeslere hapsetmeyiniz!
Kuşlara hayvanlara taş atmayınız!
Avcılıktan çok uzak durunuz!
Hayvan öldürmeyiniz!
Her ne türlü olursa olsun zararlı ve fâideli, yenir ve yenmez balık avına gitmeyiniz!
Balıkçıların, avcıların, ağaç kesenlerin, hayvanlara eziyet edenlerin sonları karanlıktır, hüsrandır.
Zengin veyâ hükümdâr olsak.
Tarlalara zarar veriyor diye köstebekleri, fâreleri, muzır dediğimiz kuşları öldürmeyiniz!
Bütün tarlanı yemezler.
İçinde haram var ise, sen de haram peşinde koşuyorsan, içine karışmış haramları, onları temizlerler.
Hiç bir nebata, hayvana küfretmeyiniz!
“Ne ALLAH’ın belâsı şey!.”i katiyen söylemeyiniz!
Dilimizi bir gün yakacak bir hadisenin muhakkak geleceğini unutmayınız!
Her şeyi tatlı bir sabırla hiddet etmeden karşılayınız!
Dünya Hayatının gözle görülemeyecek kadar ince suâllerle dolu bir İmtihan-ı İlâhiyye olduğunu unutmayınız!
Kalabalıkta yapmaktan çekindiğiniz hareket ve işleri yalnızken yapmayınız!
Bunu bir huy ve karakter olarak kabul ediniz!
Zirâ ALLAH her yerde hazır ve nazırdır. Görür ve Görücüdür.
Sıcak ve soğuktan katiyen şikâyet etmeyin!
Bunlar Tabîi Olaylardır.
İsteseniz de istemeseniz de olacaktır.
Evinizi, elbiselerinizi, eşyalarınızı, muhitinizi son derece bir dikkatle temiz tutunuz!
Her biriniz şahsî veyâ umumî hareketlerinizi, gayrı sakin, düşünerek doğru ve en iyi bir sûretle yapınız!
Katiyyen küfür ve yemin etmeyiniz!
Yalan, dedikodu, arkadan söylemek, gammazlık, hased, gıbta, hor görmek gibi hareketlerden dâimâ uzak durunuz!
İnsanlığınızı zedelemeyiniz!
Hiç kimse hakkında fenâ düşünmeyiniz!
İnsanları, hayvanları, nebatları, her şeyi seviniz!
En çirkin görünen şeylerde ve hareketlerde bile bir güzellik vardır.
Veyâ bir hikmet bir Ders-i İbret gizlidir. Onu görmeye gayret ediniz!
Evinizi, ailenizi, yavrularınızı seviniz!
Onlara dâimâ güzel yüzlü, sevgi dolu hareketlerle muamele ediniz!
Kâinâtta her şeyin bir başlangıcı vardır.
Mekansızlıktan mekana geldik, görünür, yer kaplar, büyür, muayyen bir müddet bâki kalır.
Sonra yavaş yavaş erir. Mekandan sıyrılır gideriz lâ-mekana.
Bazılarının bu hâli uzun sürdüğü için biz onları bâki zannederiz.
Bir kısmı tekrar doğar.
Bir kısmı tekrar doğmaz. Kaybolur giderler.
İnsanlıkta SEVGİ gizlidir.
Vücûd yüzenler bile yek diğerini sevdikleri için bile bir nisabı içinde tekâmül ederler.
Hemen hududdadır. O hali bozulursa insan hem ceseden hem duygularıyla bambaşka olur.
O nisabın iki ismi vardır biri Maddî Sıhhat, diğeri Mânevî Sevgi ve Ahlâktır.
Sevmekte ve ahlâkta dürüstlükteyiz.
Fenâ, çirkin, bozuk bir şey yoktur.
Padişah olsun.
Aksinde davranan, düzensiz, ahlâksızlık işlenir.
Gerçeği seyreden ADAM doğrudur.
Hakiki DOĞRU ADAM bütünüyle SEVGİdir...
Muâllâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek. Vilâyet.: Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet. Gavs.: Çağırma. Nidâ. Medet istemek. * Yardım edici. Medet verici. * Kurtuluş. (Bak: Aktâb) Teveccüh.: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka. Makam.: Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab Müteveccih.: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. * Birisine karşı iyi düşünce ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifât üzere olmak. * Pir-i fâni olmak. Kürre-yi Şimâl.: Kuzey yarım küre. Müstakil.: Kendini idâre edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız. Meleküt.: (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı. Efdal.: (Fazl. c.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler. Evtad.: (Veted. c.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim. Müctemi.: Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi. Nâib.: (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen. Ümmî.: Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.) Alâkadâr.: Alâkalı, münâsebetdar. Tâat.: İbadet etmek. ALLAH'ın (celle celâlihu) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek. Ubidiyyet.: Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip ALLAH'a itaat etmek. ALLAH'a teslim olup, Kur'ÂN ve Peygamber (aleyhisselâm) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak Teberrüken.: Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu ederek. İnd-i İlahî.: ALLAH'ın indinde. ALLAH'ın nazarında. Vasi.: (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. * Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH celle celâlihu.. Arz-ı vasi.: Genişçe yer. Kabz.: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk. Âye.: Avuç içi. Muzır.: (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan. Suâl.: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik. Gıbta.: İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme. Muamele.: (c.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş. Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış. Lâ-mekan.: Mekansız. Nisab.: Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had. Tekâmül.: Kemâl bulma. Olgunlaşma.
Bu gelişimde Ankara'da kendi varlıklarını lâikiyle bilmemişler gördüm.
Suâl soruyor da..
Belki anlayamayacaksınız bazı yerlerini çünkü onun suâline...
İrşad Makamına daha ayak basmâmış, kendilerine Meşâyih süsü vererek etrafına mürid toplamış, İrşâd Dâvasında bulunurlar.
Müridleri vardır.
Bir diğerine.: "Sultanım!.” veyâ “Efendi Hazretleri!" hitâbıyla kendilerini Dünya Halkına VeLî tanıtırlar. "Biz Mârifet EhLiyiz!." derler!.
Evliyâ Sözlerini, Tasavvufî Cümleleri satan Tellâllara rastladık.
"Sin", "Lâm" yazın. "Tın" yazın. "Elif" yazın. "Nun" yazın!. Bunu okuyun.
"SuLTÂN" değil mi?.
Bu "Sîn"in mukabili =>"Yâ-Sîn" dir. "Yâ! Sîn!" dir.
Ondan sonra "Lâm" geliyor. =>"Elif Lâm."
Tı =>"Tâ-Hâ" ve "Ta", "Mim", "Sin.."
Aynı zamanda Nun =>Nûr Sûresi anlaşıldı mı?
Onlar SuLTÂNın mânâsını verirler.
Arapça da SuLTÂN =>Kur'ÂN Dilinde "BurhÂN" demektir. "Delil" mânâsı demektir.
Bir diğerine: "SuLTÂNım!" veyâ "Efendi Hazretleri!" hitâbıyla kendilerini dünya halkına VeLî tanıtırlar.
"Biz Mârifet Ehliyiz!." derler. Evliyâ Sözlerini ve Tasavvufî Cümleleri satan Tellâllara rastladık.
Mârifet =>İlimdir. Bu ilimle =>RABBı'yla arasındaki perdeyi kaldırmaya yarar.
Mârifet Sâhibi her şeyin sıfatını görür. =>Hakikatini göremez.
Sıfatların Tevhidi =>Mârifettir.
Bu Tevhidi bilmekle VeLî olmuş olmazsın. =>Hakikati göremezsin.
Eğer Eşyânın Zâhirini gören “VeLî” olsaydı, hiç kimse azâba müstahak olmazdı.
Mârifet Sâhibi bile =>Hayır Sâhibi değildir!.
Herifi uçuyor görürsün ilâ-nihaye!..
Hatta Yediler, Yediler başka..
Kırklar, Üçyüzler =>Vilâyet Sâhibi değildir. Vilâyet Sâhibi değildir.
Bu Mürşidler Vilâyet Makamına ayak basmış olsaydı =>İrşâd Da’vâsında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında azîz bilip ve HAKk Katından uzak olmazlardı.
Kendilerini “VeLî” tanırlar bunlar. Rasûlullah, âhrete intikal eder etmez Nübüvvet =>ALLAH'ın İzniyle Vilâyete tebeddül olundu.
Nübüvetün Hükmü tamam oldu. =>Vilâyet Devri ortaya çıktı. Rasûlullah Efendimizin RÛHÎ KUDRETİ =>Evliyâda zâhir oldu. Evliyâ =>Öyle kimselerdir ki bütün Âleme ve her şeye gizlidir. Her ilmi bilirler.
Dünya Halkı tasarrufun kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı Evliyâ, zamanında bilinmez.
Zâhirî Varlığı her ne kadar gizli değilse de =>Hakikî SIRRı gizlidir.
Bu gün Vilâyet Devri olduğu için Kudret Makamı =>Evliyânındır. Evliyâya sürülen =>Rasûlullah'ın Nübüvetidir.
Bugün bir bu VeLî'nin =>Bundan üç yüz sene evvel üç bin kilo yükü varsa bu gün otuz bin kilodur.
Çünkü âhrete, Kıyamete yakın ALLAH'ın sevmediği işler o kadar çok olacak ki Cenâb-ı ALLAH gazâb vermesin diye =>Rasûlullah'ın Ruhanîyeti müteessir olmasın diye =>VeLîler omuzlarının üzerine almışlardır.
Eskiden bir VeLî'yi kızdırmak için on sene uğraşacaksak bu gün üç yüz sene beklememiz lâzım. ALLAH bu derece Es-Sabûr Esmâsıyla tecellî ediyor.
Kavm-ü Lût iki mahalle idi, l500 kişi idi. Nûh'un Kavmi 2000 kişi idi. Musâ'nın 1200 kişi idi.
Bir anda Cenâb-ı ALLAH onları =>Hâk ile yeksân etti.
Kavm-i Lût'un otuz sene de yaptığını bu gün yarım saatte yapıyor Beşerîyyet. Adamlar!...
Çünkü =>Rahmetenlilâlemindir. Rahmet şu demektir.:
Şu elimize be her santimetrun murabba sahayı havanın bir kilo otuzüç gram te'sir eder.
Bir puan tuttuğumuz zaman nasıl şişer. Havayı ref' edin!.
Mizânda tutulur. Rahmette böyledir. Rasûlullah Efendimizin Cesed-i Mübarekleri Arzda iken RAHMETi hâlâ devam ediyor.
Âhirete yakın Kıyamete yakın.. hadis bu.
En son Mekke'de kopacak Kıyamet.
Beş dakika sonra da Medine'de. Cebrâil, Mikâil, İsrâfil, Azrâil Aleyhisselâm inecekler. Cesed-i Rasûlullah'ı aşağıya inip koparacaklar. O =>Onun şiddeti görmesin diye. Korkmasın diye.
Onun için Rasûlullah müteessir olmasın diye yukarı böyledir.
Dünya halkı da:
(Bir Hanım sormakta:) "Efendim ama bu dünyadan hayatından başka, başka bir dünya daha olabilir mi? Başka bir Âlem daha olabilir mi?"
Halkın arasında gizli yürüyenler vardır. HAKk'tan başka onları kimse bilmez.
Bunlara =>Eşyânın Sıfatları da perde olmaz.
Onlar gizli bir şey =>onlara gizli bir şey yoktur.
Dilerlerse bir anda =>Şarktan garba varırlar.
Bunlara "EHLULLAH" derler. "Benim Ümmetimin Âlimleri Ben-i İsrail peygamberleri gibidir." Hadis-i Şerîf.
Buradaki Âlimlerden maksad =>Evliyâlardır. Nübüvvet Makamına =>Bu dünyada Evliyâdan başkasının erişmesine imkan yoktur.
Hatta Vilâyet ve Nübüvvetin ikisi de bir NÛRdur.
O NÛRun, VeLînin varlığından vücudundan doğup çıkınca buna =>"VİLÂYET" denir. Nebînin Varlığından çıkarsa buna da =>"NÜBÜVVET" denir.
Bu NÛRun açıklanması =>Enbiyâya farzdır. Peygamberlere. Evliyâ'ya men' edilmiştir. Çünkü Nübüvvetlik-Peygamberlik iddia etmiş olur.
Onun için yasaktır. Derhal kâfir olur.
Her hâlin kendine has "ÖZü" ve "SÖZü" vardır. Konuşması belki birden bire anlaşılamaz.
Fakat konuşmalarında bir "HEYBET" sezilir.
Her VeLînin Kelâmı başkadır. Her biri Kendi MAKAMına göre konuşur.
İrşad ederler, ilme bürünmüştürler.
Affederler. Halkın ayıbını örterler.
Cefâya da bicamildirler.
Aslında ALLAH'tan gelen fakat zâhirde kullardan görünen hallere razı olurlar.
Bunlar aşikâr olsalardı.
Halka da eziyet addetmiş olsalardı hakkında çekişmeye ve muharabeye girişmiş olurlardı.
Onların bu gizlenmesi HAKk Tarafından halka bir merhamettir.
Halka belli olan bir VeLî ancak zâhirdeki ilmiyle belli olur. Vilâyet Sırrını kimseye göstermezler.
Her VeLîyi gizleyen bir çok perdeler vardır. Perdeler çeşitlidir.
Herkes VeLîyi anlayamaz. Birçokları inanmaz, mu'teriz kalır.
Bu da bir =>SIRRdır.
Eğer halkın hepsi onun büyüklüğünü kabul etseydi.
Yalan isnad edenlere de karşı sabır halinden alacağı ecri bulamayacaktı.
Şâyet hepsi yalancılık isnad etseydi o zamanda HAKk'a şükredemeyecekti.
Onun için İMÂN iki türlüdür.:
=>Birisi SABIR.
=>Bir diğeri ŞÜKÜR.
Bu günün Ulemâ ve Mürşidlerinin ağzında bir TASAVVUF Kelimesi gidip durur.
Tasavvufun Özü vardır, Hakikati vardır. Fakat ağızda dolaşan ismi yoktur.
Bu gün ise, yalnız sadece ismi var. Özü kalmadı, Hakikati de yoktur.
Tasavvuf Yazıları, Kitapları =>O VeLînin yaşadığı HÂLdir.
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise,
Bir kimsenin içi dışından daha değerli ise onun adına "VELÎ" derler. Bu kadar!...
İçi dışı aynı olursa ona da "ÂLİM" derler.
Bir kimsenin dışı içinden kıymetli olursa ona da "CÂHİL" Tabakası derler.
Sana dâima, size dâima söyledik, yazdık, imâ ettik.
Fakat sen bildiğin gibi gidersin, her şeyin dibini öğrenmek sevdâsındasın. Yoksa bir lâhzada iş biter!
Fakat aslında kaybettiğini söyleyip, başka bir kağıda yazılmış yazanın el yazısı bile, değil. O'nun =>Ricâ ve Selâmını aldık O'nun hatırı içindir.
Hatırı zamanında neredeyse akıp gidiyor. Her şeyin sonu vardır.
Onun için bedâstan laflarından uzaklaş oğlum! "Maddî Planda çalışanlar, Mânâ Makamlarının sözlerine ve adamlarına da muhtaçtır."
Bu son cümleyi yurdumuz kaybettiğinden bu günkü duruma düştük.
Gördüğüne, işittiğine inan!. Hükmünü sonra kendin bil ve de bul!.
Sofrada kalktıktan sonra dökülen ekmek parçalarını, düşen pirinç tanelerini yiyenin gözü açılır.
Bu laf =>On ciltlik Kitâbın ÖZÜdür.
Böyle olursan gezdiğin yerlerdeki ağaçlar, kurtlar, taşlar ve hayvanlar seninle konuşup söyleşirler.
Bu sözleri söyleyecek kimse kalmadı. Yerlerini de dolduracak da yok.
Kütüphaneler kırk senedir kapalı. Kitapları okuyacak da yok.
Başka yazı, başka lisân, başka zihniyet.
Daha seninle bile mektubu bile yazamıyoruz birbirimize eski Türkçe.
Ben sağdan yazarım. =>Sen soldan başlarsın. "Muhterem Efendim!"
"Sayın, Bay, Good!"
Memleketimizde elli, kırk senelik nesil =>Bit Pazarından toplanmış uydurma kelimelerle Câhiliyet Lisanı kuruldu.
Amma bir bakıma iyi oldu. Belli olacaklar ortaya bütün üryânlığıyla çıktı!.
Akşemseddin Hazretlerinin Babası =>Şeyh Hamza adında kerâmetleri olan bir zâttır.
Şeyh Hamza, Akşemseddin yedi yaşında iken ALLAH'ın Emri ile Amasya'ya gelip yerleşti.
Kavak Mahallesinde. Hâlen kabirleri ordadır.
Şeyhü'l Hamza âhirete intikal edip kabre konduğu gece Sırtan Kurdu adındaki bir canavar kabrini açar. Cesedini yemek ister.
Şeyh elini çıkartır. O canavarın boğazından sıkar öldürür.
Ertesi sabah halk ziyârete geldiğinde merhumun elini dışarıda görürler. Herkes hayret içindedir.
O anda kalb gözüaçık olan Ârif bir Zât da orada bulunur.
Zikredilen Zât.: "Kurdu tuttuğundan meyyitin elinin yıkanması gerekir!." der.
Ve yıkarlar. Hakikaten de eli içine çekilir.
O zamandan beri Merhuma =>"Kurtboğan Şeyh" derler.
Şimdi o diyârda bu adla anılır. Şeyh Hamza'yı tanımazlar.
Bu hikayede ne var? Ara bul!..
İşte bu günün Menkibesi.
Elinin yıkanması gerektiğini bilecek, o kadar Ulemânın, Mürşidlerin arasında bir tek gölge bile yok maalesef.
Kiminle konuştu isen, hepsi kendi büyüklüğünü izhâr ve kabul ettirmek sevdâ ve gafletindedir.
Nakşibend Şeyhleri, Rifaî Halifeleri, bunların Müridleri, Mürşid diye bize tanıttırılan bey-namazlar. "Alevîyim!." diye geçinen, pos bıyıklı güsulsüz câhiller. "Ehl-i Beyti seviyorum!." diye Ehl-i Beyti rencide edip ALLAH'ın Rasûlu'nun Rûhunu ta'zib eden, dindâr görünen yerine göre kendine makam veren münâfıklar gördüm.
Aralarında Menfaat Kisvesine bürünerek onlara bilmeden tâ'zim ve hürmet eden, aklı ermediğinden küfr içerisinde olan, tamamıyla şirke düşmüş insanlar gördük.
Tantanalı laflarına kapılıp onların peşinde koşan temiz gençleri gördük.
Bir diyârda Mânevî Kalb hışır olur, küfür olur, münafık çoğalırsa o diyârın Zâhirî, Maddî, İradî Nizamı da düşmüştür.
Her türlü iş ehlinin gayrına tevdi' edilirse, Kıyamete intizâr edilmiş bir süre beklenip durmaktadır.
Kıyamet Âlâmetlerini saymaya hâcet yok!. Ne soruyorsun?. "Şu oldu, şöyle olacak!" diye laf etmeye de lüzum yok.
Bütün insanların kendileri teker teker bir nev'i Kıyamet Alâmetidir.
Artık maddeten ruhlara, bu âlemin alâmetleri intikal etmiştir.
İrşad.: Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veyâ sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'ÂNîye yolunda selâmetle devam ettirmek. ALLAH'a ibadet ve itaata kavuşturmak. VeLî bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. Ist.: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veyâ sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak.: Mürşid) Mürid: İrade eden, istiyen. Tarikata girmiş olan. Şeyhin veyâ mürşidin şakirdi, talebesi. Meşâyih.: Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar. Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı. Burhan.: Bürhan. Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man.: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet. Tellâl: Dellâl. İlân edici. Yüksek sesle bildiren. Müşterileri çeken. Davet eden. İlâ nihaye.: Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder. Tebeddül.: Başkalaşmak. Değişmek. Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak.: Hudus) Nübüvet.: (Nebî. den) Peygamberlik, Nebî olmak, Nebîlik. ALLAH celle celâlihu'ın Emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak Müteessir.: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. Üzüntülü. Sabûr.: f. Çok sabır gösteren, çok sabreden. Tecellî.: Görünme. Bilinme. Kader. ALLAH celle celâlihu'ın Lütfuna uğrama. İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi. Hâk.: f. Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.
Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir..) Yeksan.: Beraber. Bir. Düz. Her zaman. Beşeriyet.: İnsanın tab' ve hilkati ve fıtrî halleri. İnsanlık.
Santimetrun murabba.: Santimete kare. Cm2 Te’sir.: Bir şeyde eser ve nişane bırakma. Vasıfları ve halleri değiştirme. İşleme, dokuma, iz bırakma. İçe işleme. Ref’.: Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. Lağvetme, hükümsüz bırakma. Mizan.: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. Fık.: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. Mat.: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama. Şark.: Doğu. Güneşin doğduğu taraf. Garb.: (c.: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı. Ben-i İsrail.: İsrâil oğulları. Yahudiler. Yahudi. HEYBET.: Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet. Âşikâr.: f. Belli, meydanda, açık. Bedihi. Addetmek.: Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek. Muharabe.: (c.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal. Mu’teriz.: İ’tiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden. İsnad.: Bir söz veyâ haberi birisine nisbet etmek. Peygamberimiz aleyhisselâm'in Sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. Bir nesneye, bir şeye dayanmak. Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek. İmâ.: İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret. Bedâstan.: f. Değerli, kıymetli kumaşlar, silâhlar ve mücevherler vs. alış-verişine mahsus üstü örtülü ve mahfuz çarşı. Zihniyet.: Düşünce. Düşünce yolu. Anlayış. Kafa Üryân.: Çıplak. İntikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veyâ neticeyi anlamak. Meyyit.: (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş. Menkibe.: Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe. İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek Rencide.: f. İncinmiş, kırılmış. Ta’zib.: Azâb verme. Eziyet etme. Men eylemek. Kisve.: Elbise. Kılık. Hususi kıyafet. Küsve. Kisbet. Şirk.: En büyük günah olan ALLAH celle celâlihu'a ortak kabul etmek. ALLAH celle celâlihu'tan ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm) Tantana.: Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı. İradî.: İrade ile alâkalı, iradeye dâir. Tevdi.: Emânet vermek, bırakmak. Misafirin vedâ etmesi. Giderken kalanlara.: "ALLAH'a ısmârladık" gibi vedâ etmesi, bolluk hoşluk duasıyla bırakıp gitmesi. Mutlaka terkedip bırakmak. İntizar.: (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek. Hâcet.: (c.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık. Nev’i.: Nev'e ait, çeşit ile alâkalı. Alâmet.: İz, nişân, işâret. İntikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. Göçmek, geçmek. Sirâyet. Bulaşmak. Bir şeyin miras olarak kalması. Bir mes'eleden diğer bir hususu veyâ neticeyi anlamak. Es Sabûru celle celâlihu.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mal çoğalıp, kapıdan taşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. O derecede ki: Bir adam malının zekâtını çıkaracak, fakat onu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak. Hatta Arap toprağı / Arap yarımadası (ziraat, mera, bağ-bahçe ile) ırmakların aktığı yemyeşil bir hale dönmedikçe kıyamet kopmaz.” buyurdu. (Ebu Hureyre radiyallahu anhu’den; Müslim, Zekât, 60; Ahmed b. Hanbel, 2/370, 417; Mecmau’z-Zevaid, 7/331)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kur’ÂN’ı öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. Ferâiz ilmini öğreniniz ve onu insanlara öğretiniz. İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelmesi yakındır ki, iki kişi ferâize dâir bir mesele üzerinde tartışırlar da aralarında hüküm verip meseleyi hâlledecek bir ÂLiMi bulamazlar!.”buyurmuştur. (Heysemî, IV, 223).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Elbisenin nakışı silinip gittiği gibi İslâm da silinip gider. Hattâ oruç nedir, namaz nedir, hac ve umre nedir, sadaka nedir bilinmez. ALLAH TeÂLÂ’nın KİTÂBI (Kur’ÂN-ı Kerîm) bir gecede kaldırılıp götürülür, yeryüzünde ondan tek bir âyet bile kalmaz. Birtakım çok yaşlı erkekler ve kadınlar kalır ve.:
“Biz atalarımıza yetiştik, onlar.: “Lâ İlâhe İLLâ ALLAH” Cümlesini söylüyorlardı, biz de onu söylüyoruz!” diyecekler.”buyurmuştur. (Kütüb-i sitte 7185 nolu hadis).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in İfâdesiyle.: “Merkebler gibi herkesin gözü önünde zinâ etmek isteyen”/color]..ler.. günleri.. (Müslim, Fiten, 110. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 59; İbn-i Mâce, Fiten, 33.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu’ın Sâlih Kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersiz kimseler kalır. ALLAH TeÂLÂ da onlara hiç ehemmiyet vermez!.”buyurmuştur. (Buhârî, Rikāk, 9; Ayrıca bkz. Dârimî, Rikāk, 11.).
Ebû Hüreyre radıyallâhu anhu.:"Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bir yerde sahâbîleriyle konuşurken bir Bedevî çıkageldi ve.: “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler.
Bunun üzerine sahâbîlerden biri.: “Bedevî'nin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi.
Bir başkası da.: “Hayır, soruyu duymadı.” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz konuşmalarını bitirince.: “Kıyâmet hakkında soru soran nerede?” buyurdu. Bedevî.: “Buradayım, yâ Rasûlallah!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Emânet zâyî edildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurdu. Bedevî.: “Emânet nasıl zâyî olacak?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de.: “Emânet ehil olmayan kimseye verildiği zaman Kıyâmeti bekle!” buyurdu. (Buhârî, İlim 2, Rikāk 35; Ayrıca bkz. Ahmed, II, 361.)
جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Cealallâhul ka’bete’l- beyte’l- harâme kıyâmen lin nâsi veş şehra’l- harâme ve’l- hedye ve’l- kalâid (kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fi’s- semâvâti ve ma fî’l- ardı ve ennellâhe bikulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, Beyt-i Haram olan Kâbe'yi, Haram Ayını, hac kurbanını ve gerdanlıklı (boynuna kurban nişanesi asılı) kurbanlıkları, insanların yaşamlarını ayakta tutmak için yaptı (sebeb kıldı). İşte bu, “ALLAH'ın, göklerde ve yerlerde olanı bildiğini ve ALLAH'ın herşeyi en iyi bilen olduğunu” bilmeniz içindir.”(Mâide 5/97)
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ “Yes’elûneke ani’s- sâ’ati eyyâne mursâhâ, kul innemâ ilmuhâ inde rabbî, lâ yucellîhâ li vaktihâ illâ huv (huve), sekulet fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), lâ te’tîkum illâ bagtete (bagteten), yes’elûneke ke enneke hafiyyun anhâ, kul innemâ ilmuhâ indallâhi ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Sana saati (kıyâmet) ne zaman olacağını (karar kılındığını) soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak RABBimin Katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. Yerlere ve göklere ağır geldi, o size ansızın gelir (ansızın olmaktan başka bir şekilde gelmez). Sen sanki ondan haberdarmışsın gibi soruyorlar. “Onun ilmi yalnızca ALLAH'ın Katındadır.” de. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.”(A‘râf 7/187)
يَسْأَلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِ قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللَّهِ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَرِيبًا “Yes’eluken nâsu ani’s- sâah (sâati), kul innemâ ilmuhâ indallâh (indallâhi), ve mâ yudrîke lealle’s- sâate tekûnu karîbâ (karîben).: İnsanlar sana o saati (kıyâmeti) soruyorlar. De ki.: "Onun ilmi sadece ALLAH'ın İndindedir." Ve sana bildirilmedi. Belki de o saat yaklaşmış olabilir.”(Ahzâb 33/63)
وَتَبَارَكَ الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَعِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Ve tebârekellezî lehu mulku’s- semâvâti vel’ardı ve mâ beynehumâ, ve indehu ilmu’s- sâah (sâati), ve ileyhi turceûn (turceûne).: O, öyle yüce ve mübarektir ki, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü O'nundur. O saatin (kıyâmet vaktinin) ilmi, O'nun indindedir. Ve O'na döndürüleceksiniz.”(Zuhruf 43/85)
فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَن تَأْتِيَهُم بَغْتَةً فَقَدْ جَاء أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءتْهُمْ ذِكْرَاهُمْ “Fe hel yenzurûne ille’s- sâate en te’tiyehum bagteh (bagteten), fe kad câe eşrâtuhâ, fe ennâ lehum izâ câethum zikrâhum.: Öyleyse “o saatin” gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Halbuki onun alâmetleri (işaretleri) gelmiştir. Fakat (o saat) kendilerine geldiği zaman, onlara hatırlatmanın ne (faydası) olur ki?”(MuhaMMed 47/18)
KURTBOĞAN ŞEYH.. Kurtboğan Türbesi, Amasya..
Türbe, Erken Osmanlı Dönemi eseri olup, baldaken tarzda inşaa edilmiştir. 4 büyük taş üzerine pişiş tuğla geçgileriyle örülen türbeyi yine üzeri kurşun kaplı tuğla örgülü kubbe sarar. Anadolu’da ki en büyük baldaken türbelerden birisidir. 2 farklı döneme ait mezar şâhideleri Amasya Arkeoloji ve Mumya Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Kurtboğan, Fatih Sultan Mehmet’in de Hocası olan meşhur ulu âlim Amasyalı Akşemseddin’in babasıdır. Asıl adı Şerafeddin-i Hamza Şami bin Mehmet olan Şeyh Şerafettin Hamza‘nın 1383’te Horasan’dan gelerek Amasya’da Kavak(şimdiki Tren Garı binası mevkii) bölgesinde yer tuttuğu birçok kaynakta sabittir. En önemlilerinden birisi Feridüddin-i Attar’ın ”Tezkiretü-Evliya” adlı eseridir. Bir tasavvuf klasiği olan Avârifü’l-maârif adlı eserin sahibi Şehâbeddin Sühreverdi’nin torunlarından Şeyh Hamza’nın silsilesinin Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anhu)’e kadar dayandığı biliniyor. Onun Amasya’ya gelmiş olduğu dönemde Pir Şücaeddin İlyas el-Amasî ile tanıştığı biliniyor. 1402-1406 arasındaki yıllarda Şirvan’da bulunmuş olan Şücaeddin İlyas-el Amasî’nin dönüşüyle Anadolu’da ilk Amasya’ya Halvetî Tarikatını getirdiği görülecektir. Onun önce en yakın müridi sonra da ilk halifesi olan Şerafeddin Hamza’nın 1415’te vefât ettiği kayda düşüyor. Kurtboğan lâkabı; Şeyhin vefât ettiği günün gecesi bir kurt gelip kabrini açar. Yeni mezarları bularak ölüyü kabrinden çıkarıp parçalayan bu kurt, bölgeye musallat olmuştur. Ertesi gün kabri ziyârete gelenler kurdun ölüsü ile karşılaşır. Şeyh Hamza Hazretlerinin eli de mezarın dışındadır. Hâl Sâhibi bir Zât şunları söyler.: “Kurt değdiği için elin yıkanması gerekir!.”
El derhal yıkanır ve kabirden içeri çekildiği görülür. Bu hadise birkaç kez tekrarlanınca, bu inanılmaz olaydan sonra Şeyh Hamza Hazretleri “Kurtboğan” lâkabıyla insanların muhayyilesinde yerini alır. Kıbrıs Barış Harekatı’na katıldığı yönündeki yaşanmış olaylar hâlâ canlı olarak karşımızda durmaktadır. Şimdilerde Kıbrıs Gazi’si ve Harekat Askeri olarak yaşayan eli öpülesi askerler, Kurtboğanın harekat günlerinde asker olarak yardıma geldiğini ve bazı askerler üniformalı bu askerin künyesini bilmedikleri için kendisine sorduklarında her sorana “…beni Amasya’da Kurtboğan diye sorarsanız herkes size yerimi gösterir.” şeklinde cevap verdiklerini dile getiriyorlar. Harekat sonrası kendisini Amasya’da bulmaya ziyâret etmeye gelen askerler gözleri yaşlı kalpleri hüzünle sevincin harmanlandığı bir mutlulukla kabrini ziyâret eder dururlar. Hâlâ yaşı kaç olursa olsun bu hadiseyi yaşayan askerler Amasya’ya geldiklerinde gözleri yaşlı ve mutlu şekilde bu olayı idrak etmektedirler…
Unutmayalım ki istiridye, deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti' kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur. HAKk'ın emirlerine boyun eğerse, HAKk onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız! İNCİ taşımak sıhattır. HAKk'a şükürdür. Bir nevi gizli sırrîyeden ibârettir. İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır.
Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez. İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür.
Sarhoşluk veren içkiler şarab ve bütün içinde hamır bulunan içkiler. İstisnâsı yoktur.
Besmelesiz kesilen hayvanlar.
Besmelesiz yapılan evlerde, avlarda, eti yenen hayvanlar.
Besmelesiz tutulan balıklar.
Bunlar yenmez. Acı olur.
Çocuğa.: "Üç gün ac duracaksın!. Sokağa bir daha çıkmayacaksın!." dedi.
Sokağın kabahati yok bunda.
Besmelesiz kesildi diye.. hayvan pis olmaz. HAKk'ı anmadın diye yenmesi sana yasak edilmiştir.
Başkasına ait olup, gasB edip, çalınarak zorunan alınan gıdalar, hayvanlar, mallar her türlü şey, temiz oldukları halde bunlar ne kullanılır ne de yenir.
Burada; HAKk'ın verdiği rızka kanaatsızlık vardır, İsyan vardır. Rıza göstermemek vardır.
Ondan dolayı sarıkın eli kesilir. ALLAH korusun!. Şiddetli cezâ!..
İslâm olmayanın yaptığı yemekler, kestiği hayvanlar her türlü şey. Bu asırda bunları tatbik etmemek de imkanı yoktur.
Daha söylersem açlıktan ölür gidersiniz hepiniz.
Bundan dolayı şu hadis buyrulmuştur.: "Kâfirler diyârında rızık aramayınız!"
Onun için bunların önüne geçemiyoruz.
Hiç olmazsa ALLAH'ın kat'iyetle yasak ettiği şeyleri yapmayalım! Emrettiği şeyleri bütün imkanılarımızla yapmaya çalışalım!
O zaman ALLAH Gafûru'r- Rahîminden HAKk bize fazla azâb vermez. Bu günkü asırdakiler azâbdan kat'iyyen kurtulamayacaklardır.
Hiç olmazsa bunu hafifletmek imkanları mevcut, onları sayım.
Bu asırda.: "Ben cenneti garanti ettim, azâb görmüyeceğim!" diye hiç ümit etmesin!.
Bu imkanlar nelerdir?
Bu asırda gökte, insanda olan o lem'ayı ortaya çıkarmak için yoldur.
Farzlar mecburî değildir. Mecburî olsa ALLAH onu biz istesek de istemesek de yaptırır.
İnsan serbest bırakılmıştır. Bu serbestiyyet HAKk'ın Sırlarına büyük bir perdedir. HAKk, inananlara da inanmayanlara da Âdil olduğundan aynı rızkı vermesi, nefesi de veriyor.
Unutmayalım ki istiridye deniz dibinde sabır kanaatla, hırsla ve itirazdan, isyandan uzak, aza tahammül ettiği için ALLAH içini İNCİ ile doldurmuştur.
Bunlara muti' kalan insan aza kanaat, sabır, tahammül, isyan bilmez itiraz tanımaz temiz ve ahlâklı olur. HAKk'ın emirlerine boyun eğerse, HAKk onun içindekiyle o kimseyi İNCİ haline getirir.
Evinizde veya birinizde İNCİ bulundurmayı unutmayınız. İNCİ taşımak sıhattır. HAKk'a şükürdür. Bir nevi gizli Sırrîyeden ibârettir. İNCİ hakkında söylenecek çok söz vardır. Çok sır var amma bir türlü ifşâ edilemez. İNCİnin taşıdığı SIRR çok büyüktür.
Bundan bir nebze bildiğim kadarıynan söylersem, ve ilân etsek bütün malınızı İNCİ almak için sarf edersiniz.
Belki dünya hayatınızda değişiklik olur elde edemeyince de hüsrana düşer, şeytana uyarsınız.
Sövenlerin yanında olursunuz.
Sordunuz, sordular da biraz İNCİ den konuştuk.
Bu kadar bilmek kafidir. Fazlası doğru olmaz. Âyet-i Kerime de bile "Yahrucu minhumellu'lu velmercanu. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani." "Siz bunu da mı yalan zannediyorsunuz."
Cümle bitmiştir.
Bunun için SIRRı da gizlemiştir Cenâb-ı ALLAH.
İki denizi serbest akmak, birbirine kavuşmak üzere bıraktı.
İkisinin arasında geçemedikleri bir engel vardır.
O iki denizde küçük-büyük İNCİ ler çıkar. ALLAHın hangi ni'metlerini yalan sayıyorsunuz.
Onun için içinizdeki Katrâ-yi lü'lü/İNCİDAMLASIna hürmet ediniz.
Mercan, bunun hakkında söz söylememe Rahmetullahi Hocam kat'iyyen müsaade etmemiştir.
Kokular: GüL, GüL Kokusunda bir SIRR gizlidir.
Diğer kokular bu SIRRı gizlemek içindir. Reyhan gizleyicilerin reisidir.
Sümbül, bunun yaratılması da büyük bir hikmet taşır. SIRR dır.
Misk, bir nev'i geyikden elde edilir.
Amber, taşolat denilen memeli bir balıktan elde edilir.
Muhtelif kokular yek diğerine karıştırılırsa bir çok kokular ortaya çıkar.
Bütün kokular burun ile hissedilir ve alınır.
İyi kokulara hiç kimse fenâ demez. Fakat muhtelif kokuyu tercih ve sevmek ayrılır.
Hangi kokuyu severse ona göre o kimsenin tabiyâtı ve mânevî cephesi az çok ortaya çıkar.
Fakat, aslında fenâ koku yoktur. Tezâhurları öyledir.
Bir de koku kadrosuna sokulmayacak kokular vardır. Hiçbir kokuya sığdıramazsınız.
Her mahlukun kendisine has kokusu olduğu gibi her insanın da kendisine has bir kokusu vardır.
Fakat o kokuyu insan kendi alamaz. Alırsa çıldırır.
Bazı kokular, bazı kokuları örter.
Bazı gıdalar da mahlukattaki esas kokuları gizler.
Renkler:
Beyaz, siyah, yeşil, kırmızı, mavi, sarı, kahverengi.
Yeşil.: açık, grisi, koyu, ela türden.
Kırmızı.: açık, koyu, nar, bembe, al, bej, şarabî, erguvan.
Mavi.: açık, koyu, lacivert, mor, dumanî, kurşunî, pus.
Sarı.: açık, koyu, krem.
Kahverengi.: açık, koyu, kestane..
Yine renklerin birbirine karışmasından başka bir çok renkler de ortaya çıkar.
Bütün renkler gündüz tam olarak seçilir.
Gece bazı renkler seçilemez.
Zulmî ziyâda da bazı renkler seçilemez.
Bütün renklerin menşe'i siyahîdir.
Sarı gece seçilmez.
Zulmî ziyâda, kumaşçıda kumaş baktığınız zaman topu kapının önüne getirir kumaşçı bilirsiniz.
Hepisi buradan doğar.
Bu renkler tekrar siyaha dönecekler. Döndükleri vakit beyaza doğru gider kaybolurlar.
Ondan sonra "RENKSİZ" ismini veririz. Bu da siyahta kaybolur!..[/color]
İstisnâ.: Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. Gasb.: Başkasına âit bir şeyi zorla, rızası olmadan almak. Zorla almak. * Zorla alınan şey. Sârik.: (Sârıka) Çalan, hırsızlık yapan. Hırsız. Lem'a.: (c.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. * El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek. Farz.: Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'ÂN-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenâb-ı HAKk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi... Mecburî.: Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde. Muti'.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat. Sırr.: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. * İnsanın aklının ermediği şey. ALLAH'ın Hikmeti.
(Sırrını kimseye fâş etme =>Sırrın fâş olur.
Sen kendi sırrını saklayamazsan =>El sana nasıl sırdâş olur.) İfşâ.: (c.: İfşâât) Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak. Kat'iyyen.: Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman. Zulmî.: Karanlık. Ziyâ:. Işık, aydınlık, Nûr. Ruşenlik. Tezâhur.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek. * Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek. Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.[/color]
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Artık hicret yoktur, mümin dininden dolayı zulme maruz kalmaktan korktuğu için ALLAH’a ve Resûlü’ne kaçıyordu. Bugün ise ALLAH İslâm’ı üstün kılmıştır, mümin dilediği yerde RABBine ibâdet edebilir”buyurmuştur. (Aişe radiyallahu anha’den; Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 44.)
يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ “Yahrucu min hume’l- lûluu ve’l- mercân (mercânu)..: İkisinden de inci ve mercan çıkar.”(Rahmân 55/22)
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân (tukezzibâni)..: Şimdi RABBinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”(Rahmân 55/23)
(Münir Derman ks. Hocam, Almanya'da bir papazla olan konuşmasını anlatmakta)
"Nazar denilen bir şey vardır. Sizde sizin dile tercüme edilmez.
Senin kafanı ezsem, öğütsem. Tekrar yapsam yine girmez kafana! Şimdi dinle beni!. Bizim Peygamberimizin bir sözü vardır!." dedim "Nazar=>İnsanı mezara, deveyi =>kazana götürür!."
Çocuğa kızarsın, kızılır.
Bir şey görürsün korkarsın.
İşte bazı gözler vardır ki konsantre olur onu çeker!
Nazarın fennî, ilmî hatta fiziksel olarak izâhı vardır.
Bu başka hikaye..
"Onun için bunu anam koydu bana!" dedim. "Benim nazar alacak bir yerim yok!" dedim. "Yalınız eskiden bizim memlekette" dedim "Eşşeklere takardılar bunu!.
Eşeklerin buralarında var idi!." dedim. "Hoca ayıb ediyorsun!." "Şimdi gel senen!. Burda eşşek var mı, Gidip konuşalım!." dedim. "Felân köyde var!"
Bindik arabaya gittik. "Sen dur şurda! Ben soracağım!" dedim "Bu eşşek Almanca bilmez!" dedim Papaza.
Eşşeğe sordum.
Dedim.: "Sen yalnız saman, arpa, ot mu yersin?" "Evet!" dedi. "Diğer binlerce çeşit yiyecek var niçin yemezsin onlardan?"
Papaz bakıyor öyle!..
(Bir hanım sormakta:.) "Almanca mı soruyorsunuz?"
M.D.: "Eşşeknen konuştum da, o'na Almanca tercüme ediyorum bunu.."
(Bir hanım sormakta:) "Eşekle Türkçe mi?"
M.D.: "Heee!."
(Bir hanım sormakta:) "Siz Türkçe mi konuştunuz Eşekle?"
(Bir hanım sormakta:) "Eşşekçe konuştum!."
(gülüşmeler..)
(Bir hanım sormakta:) "Cidden mi konuştunuz hakikaten?"
M.D.: "Canım bana onu sorma!."
(Bir hanım sormakta:) "Mânâda mı?"
M.D.: "Canım bırak ben öyle de konuşurum. Sen bul bana en azgın köpeği konuşuyum onunlan!"
Şimdi burada, Hanımnan Kızım Gül'üm müsaade etti Frankfurta aslanlan konuştuk.
Onu da okuyacağım size.
Orda nasıl konuştuğumu söyleyeceğim.
Eşek dedi ki.: "Bana şimdiye kadar böyle suâl soran olmadı. Madem ki sordun söyleyeyim." dedi. "Efendi dedi niye saman yiyorum biliyor musun?
Bu asırda Eşekliğimi muhafaza ve devam ettirmek için.
Çünkü bu devirde yaşamak için başka çâre yok.
Sana bir şey söyleyeceğim!" dedi Eşek. "Ben gece anırırım. ALLAH'a sığının haaa!. Çünkü şeytanı gördüğüm de anırırım!." dedi. "Ben onu biliyorum!" dedim. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadisinde söylüyor. "Ben de bilirim onu!" dedi Eşek. "Peki gündüz niçin anırırsınız?" dedim ona. "Haaa!" dedi. "Orda bir sır vardır Efendim ama söylemem!
Yalnız şu kadarını söyleyebilirim. O da eşşeklik icabıdır!."
Bir aralık Eşek boynumdaki mavi boncuğu gördüüüüüüü!
Papaz Efendi gibi. Sırıttı.
Hemen.: "Niçin takıyorum biliyor musun?" dedim. "Nasıl bilmem Efendim?" dedi Eşek. "Eskiden bize nazar almayalım diye takarlardı inanmış insanlar. Şimdikiler bizi anlayamıyorlar!" "Boncuğu nereden anlayacaklar beyim kaçıncı asırdayız!" dedi. "Şimdi böyle böyle mavi boncuk takan da yok!" dedim. "Hele Almanya da hiç yok! Zâten şimdi bu günkü asırda bize o kadar işte kalmadı.
Onun için nazar hikayesi de mevzubahis olmaz. Her şey makine ile yapılıyor.
Yalnız biz Eşeklerin bir korkusu var. Bir pastırmacının eline düşmek. ALLAH korusun bizi!." "Amma sizdeki boncuğu çok sevdim Vallaaa! Hem de çok fâidelilir bu!" dedi Eşek! "Sus sus faidesini söyleyeceğim ben!" dedi. "Bu devirde tepen katırlar çok. Dünya tepen katırlarla dolu.
Boynundaki boncuk mâlum, Eşşek Boncuğu.
Katırın babası da biziz. Bu boncuğu gördüler mi hürmeten seni tepmezler!" dedi Eşek!..
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar. Mevzubahis.: Kendisinden bahsedilen. Bahis konusu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim hoşuna giden bir şey görür de; “Mâşâallah lâ kuvvete illâ billâh.: (ALLAH’ın dilediği olur. Ondan başka kuvvet ve Kudret Sâhibi yoktur.” derse, ona hiçbir şey zarar vermez.”buyurmuştur. (Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, VI, 213)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ın Kitabında nazara karşı sekiz âyet vardır. Birisi yedi âyetli Fatiha, diğeri de Âyet-ül kürsî’dir.”buyurmuştur. (C. Sağir: 5956)
Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh.:“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem cinlerden ve insanın göz değmesinden çeşitli DUÂlar okuyarak ALLAH’a sığınırdı. Muavvizeteyn (Felâk ve Nâs sûreleri) nâzil olunca bu iki Sûreyi esas aldı, diğerlerini terketti.” buyurmuştur. (Tirmizi: 2059)
İbn Abbâs radiyallahu anhu.:“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hasan ile Hüseyin (aleyhumusselâm.) için DUÂ ederek şu sözlerle ALLAH’a sığınırdı:. “Eûzü bikelimâti’llâhi’t-tâmmeti min külli şeytânin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.: Her tür şeytandan, haşereden, kem nazardan ALLAH’ın Tam Kelimelerine —sonsuz iradesine ve hükmüne— sığınırım.”
Sonra da.: “Atanız İbrâhim de bu DUÂ yı =>Oğulları İsmâil ile İshak için yapardı.” buyurmuştur..
(Buhârî, Enbiyâ, 10)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her kim akşam olunca Ha-mim el-Mü’min süresini baştan, 3. (dahil) ayetine kadar ve ayete’l-Kürsiyi okuyacak olursa bu iki Kur’an kıraati sayesinde sabaha kadar muhafaza olunur. Kim de aynı şeyleri sabahleyin okursa onlar sayesinde akşama kadar muhafaza edilirler.”buyurmuştur. (Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den; Tirmizi, Sevabu’l-Kur’ÂN 2, (2882).)
وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ “Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîû’z- zikra ve yekûlûne innehu le mecnun (mecnûnun).: Ve inkâr edenler, zikri (Kur'ÂN'ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. Ve.: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (delidir).” derler.”(Kalem 68/51)
وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ “Ve mâ huve illâ zikrun li’l- âlemin (âlemîne).: Ve O (Kur'ÂN), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.” (Kalem 68/52)
اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ “ALLAHu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyul kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: ALLAH, O'ndan başka tanrı yoktur; O, HAYydir, KAYyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun Katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, YÜCEdir, büyüktür.”(Kalem 68/51) (Bakara 2/255)
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ “Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).: De ki: "Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,”[/color] (Felâk 113/1)
مِن شَرِّ مَا خَلَقَ “Min şerri mâ halak(halaka).: Yarattığı şeylerin şerrinden,”(Felâk 113/2)
وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ “Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).: Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,”(Felâk 113/3)
وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ “Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).: Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden,”(Felâk 113/4)
وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ “Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).: Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden.”(Felâk 113/5)
قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ “Kul eûzu bi RABBin nâs(nâsi).: De ki: Sığınırım ben insanların RABBine,”(Nâs 114/1)
مَلِكِ النَّاسِ “Melikin nâs(nâsi).: İnsanların sâhibine.”Nâs 114/2)
إِلَهِ النَّاسِ “İlâhi’n- nâs(nâsi).: İnsanların İlâhına.”(Nâs 114/3)
مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ “Min şerri’l- vesvâsi’l- hannâs(hannâsi).: O sinsi vesvesenin şerrinden,”(Nâs 114/4)
الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ “Ellezî yuvesvisu fî sudûri’n- nâs(nâsi).: O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.”(Nâs 114/5)
مِنَ الْجِنَّةِ وَ النَّاسِ "Mine’l- cinneti ve’n- nâs.: Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden) Allah'a sığınırım!”(Nâs 114/6)
KEDİ!.
HIR =>KEDİ
HIRE =>Dişi KEDİ
HÜREYRE =>Küçük KEDİ Kur’ÂN-ı Kerim'de: At. Aslan. Deve. Karga. Kırlangıç. Yılan. Karınca. Yûnus Balığı. Köpek. Fil gibi bir çok hayvanların isimleri geçmektedir.
Bazıları methedilir. Bazıları misâl olarak gösterilir.
Bazıları da vakıa icâbı isim hâlinde geçer. KEDİ, Kur’ÂN-ı Kerim'de geçmez.
Fakat Kur’ÂN’da geçenler hakkında bazı hadisler söylenmiş, fakat bunlar misal ve târif olarak...
“KEDİ” hakkında hadis meşhurdur.
Bir vakıa üzerine bu hadîs söylenmiştir.
Sahabe'den bir zât daimâ Resûl-ü Ekrem’in yanında bulunur, söze karışmaz daima dinlermiş, munis, orta boylu, siyah saçlı, siyah gözlü, zayıf bünyeli fâkir bir zâttı. Eshab-ı Sofa ile yemek yer çok konuşmaz.
Gözleri yaşlıdır. İyiliği sever. Resûl-ü Ekrem de kendisine hoş nazarla bakar, kendisini severmiş. Ara sıra kendisi ile görüşürmüş ve bazı görüşmelerde tebessüm ederlermiş...
Küçük bir kulübe gibi evde otururmuş.
Sokakta kalmış KEDİleri götürür onları yedirir severmiş. Resûl-ü Ekrem'in bundan haberi yokmuş.
Sahabeler birgün Resûl-ü Ekrem'e söylemişler. "Pis KEDİleri toplayıp kulübesinde bakıyor!" demişler. Resûl-ü Ekrem birşey söylememiş..
Bir gün sokakta görmüş, bu Zât bir KEDİ yavrusu bulmuş. Resûl-ü Ekrem’e sahabelerin söylediğini, kendisi de bildiği için Resûl-ü Ekrem birşey söyler diye, KEDİyi hemen hırkasının içine saklamış. Resûl-ü Ekrem kendisine.: “Hırkanın altında ne sakladın?” demiş. Hırkayı açmış küçük bir KEDİ yavrusu. Resûl-ü Ekrem yavruyu sevmiş, okşamış, ve o Zâta.: "Ebu Hureyre =>Sen KEDİ babasısın!" demiş.
İsmi artık böyle kalmış.
Biz de Resûl-ü Ekrem’in koyduğu isme hürmet için o Zâtın İsmini söylemiyoruz..
Bir gün bir sohbetde Resûlullah Efendimiz: "Hubbü'l- hırratı mine'l- imân" buyurmuş. "KEDİyi sevmek imandandır." "Niçin?" diye sormuşlar. "Ebu Hureyre bilir!" demiş başka bir şey söylememişlerdir.
Ve Eba Hureyre'ye bir çok daha Ledunnî Sırlar söylemiş.
Ona söylediği sırları Eba Bekir, Ömer, Osman, Ali bile bilmezdi. Eba Hureyre'den beş hadis rivâyet edilmiştir.
Fazla değil.
Kendisine: "Bize de söyle Resûl'un sana söylediklerini" "Söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz!" demişlerdir.
Eba Hureyre'nin bildiğini hiç kimse bilmez.
Resûlü Ekrem’in Eba Hureyre'ye Ledunnî Sırlardan söylemesi ne sebeptendir? Ve niçin Eba Hureyre'yi seçmiştir?
Bu da sır değildir amma ne faydası var, onun gibi olamadıktan sonra.
Merak etmek, birşeyi öğrenmek bazen insanı küfre götürür.
Tehlike ile karşılaşmamış olan insan, cesaret hakkındaki sorulara cevap veremez.
Meçhul, Sır kelimeleri insanın akıl hududunun ötesine habersiz hürmetin gizlendiği kelimelerdir. KEDİ'de =>Büyük bir SıRR vardır. KEDİ=>Nankör değildir. KEDİ=>Hürriyetine çok düşkündür. KEDİ=>Kulaklarıyla de görür. Radarı vardır. KEDİ=>Çok sabırlıdır. KEDİ=>Abdest edeceği zaman yeri kazar, yapar ve örter.
Niçin. Sebep...
İnsan da dahil hiç bir hayvan yoktur. Böyle hareket eden. KEDİye sordum.: "Sana insanlar nankör diyorlar, ne dersin?" KEDİ geldi ayaklarıma başını sürdü.: "Nankör olmadığımı bilirsin..." dedi.
"Öyle bilsinler. Daha iyidir. Ne olur Sırrımı kimseye söyleme!"
“Peki dedim sana bir sual daha soracağım.”
"Buyur!" dedi.
"Sen bazen sâhibinin elinin parmağına tırnağını batırırsın!" dedim.
"Bende kabahat yok. Bunu bir bilseler. Tırnağımı eline batırdığım adam bile tövbe ederdi."
Sordum.: "Benim bir siyah KEDİm vardı. Böyle yaptığını hiç görmedin."
"O adamını biliyordu efendim."
"Peki! Bir sual daha" dedim.
"Siz nereden düşerseniz hep ayaklarınızın üzerine düşersiniz. Bu nedir?" dedim.
"Efendim o da bizim yaratılış sırrımız, ama ben de bilmiyorum" dedi.
"Siz sebebini bilirsiniz. Bunda büyük bir SıRR gizlidir diye dedelerimizden kalma bir sözdür bu" dedi
Tekrar elimi yaladı.: "Aman Efendim sırrımı kimseye söyleme!" dedi çekildi, sıçrayarak dama çıktı. Güneş var. Damda uyumak çok güzel...
KEDİ ayaklarının üzerine düşer.
Fizyolojik sebebini ilim bir türlü söyleyemez.
Bunu bilirsen niçin düşmediğini o zaman fizik olarak da anlarsın. Söyleyemem dedim ya.
Huzurun kaçar.: “Keşke söylemeye idim!.” diye sızlanırsın.
Yalnız size birşey söyleyeyim: KEDİye eziyet etmeyiniz! KEDİ öldürenin sonu hüsrandır. Evlâdlarına bile intikal eder. KEDİlere iyilik eden onları besleyen insanlara gıpta ederim. KEDİ edeb ve sabır timsâlidir. KEDİye HAKk'ın bir mahlûku olarak bakarsanız, onun nankör olmadığını anlar, çok şeyler öğrenirsiniz.
KEDİ abdest edeceği zaman toprağı gelip koklar.
Sağ ayağı ile toprağı eşer. Koklar.
Aksi istikâmete dönerek abdest eder. Tekrar koklar.
Sol ayagı ile toprağı örter.
Sıçrar bir iki adım sonra durur titrer arkasına bakar ve gider..
Son fennî müşâhedelere göre;
"Können Katzen mitden augen hören"
“KEDİde radar teşkilâtı vardır.”
Göz sinirlerinde işitme lifleri de mevcuttur.
Geniş bir sahadaki sesleri işittiği gibi aynı zamanda da görür.
Göz bebekleri bu işitme olayını ayarlar.
Hem kulaklarıyla da, hem gözüyle de ses alır.
Ve her ikisi ile de görür.
Kavga eden KEDİler, başka tarafa baktıkları hâlde yekdiğerini arkaları dönük olduğu hâlde görürler.
Ziyâ ve ses Computerleri ile yani elekronik dalgaları alır ve tesbit ederler..
Diğer hayvanların kulak sinirlerinde görme sinirleri yoktur.
Göz sinirlerinde işitme sinirleri bulunmuştur.
Bu bakımdan KEDİ müstesnâ bir hayvan olarak halk edilmiştir.
Bunda sebebi hikmet nedir?
Ashâb-ı Suffa.: Suffa Ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (aleyhisselâm) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (aleyhisselâm) yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsi menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Nankör.: f. Gördüğü iyiliği unutan, ni'meti inkâr eden. Ni'metin şükrünü eda etmeyen, gafil. Abdest edeceği.: Dışkı çıkaracağı zaman. Hüsran.: Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp Ledünnî.: Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait. İlm-i Ledünnî.: (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimizdir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (aleyhisselâm) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir. Timsâl.: Resim, sûret, sembol, nümune. Tasvir. Bir şeyi başka bir şeye benzetmek Müşâhede.: Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol.. Müstesnâ.: İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan..
Sahâbeler içinde en fazla (5374 adet) hadis rivâyet eden Abdurrahman bin Sahr ed-Devsî‘ye, KEDİlere düşkünlüğü sebebiyle Peygamberimiz (KEDİcik babası anlamına gelen) Ebû Hureyre lakâbını vermişti..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bir insan, eve hapsettiği bir KEDİ yüzünden cehenneme gitti. KEDİye yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.”buyurmuştur. (Buharî, Hadis No.: 1977)
Sahabeden Kâb kızı Kebşe isimli bir hanım.: ''Eshab-ı kiramdan Kayınpederim Ebu Katade'nin abdest alması için bir kaba su koymuştum. KEDİ gelip bu kaptan su içiverince Ebu Katâde biraz daha su içmesi için, kabı KEDİnin önüne uzattı.
Benim kendisine hayretle baktığımı görünce.: "Niye hayret ettin ey Kardeşimin Kızı, Resulullah Efendimiz.:"KEDİ pis değildir, etrafınızda (evinizde) serbest dolaşsın!." buyurdu. Kendisi de abdest almıştı, ben de sünnet eylemekteyim!." dedi. (İmam Mâlik, Muvatta, Taharet; Ebu Davûd, Taharet, 1/38; Tirmizî, Taharet, 1/69; Nesaî, Taharet, 1/54; İbn Mâce.Taharet, 1/32; Şeybanî, 90.)
Dâvud bin Salih bin Diner el Tîmar’ın Annesinden rivâyet edildiğine göre.: “Bir gün eski Hanımefendim benimle Hz. Aişe’ye biraz herse gönderdi. Hz. Aişe’yi namazda buldum. “Elinde bulunanı koy!.” diye bana işâret etti, (ben de koydum) bir KEDİ gelip o, herseden yedi. Aişe radıyallahu anha namazı bitirince KEDİnin yediği yerden, o da yedi ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.:“KEDİ necis değildir. Çünkü o, aranızda dolaşanlardandır” buyurdu. Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i KEDİnin artığı ile abdest alırken de gördüm” dedi. (Ebû Dâvûd, Taharet, 38/76)
HAKKINI HELÂL ET ! İnsanlar yek diğerine.: “Hakkını helâl et!” derler. Bu ne demektir? Ne hakkıdır?.
Burada“helâl olsun" veyaharam olsun”demek ne demektir?.
Kul hakkı.:“Kul hakkı ile gelmeyin!” Hayvan hakkı.:“Hayvan hakkını verin!” Komşu hakkı.:“Unutmayın!”Bunlar âyetdir.
Analar hakkı.:Âyetlerdeki haklar müfret olarak bildirilmiştir. Her şahsa ayn ayrıdır demektir..
Analar hakkı.:“Bütün analar demektir”
“Eşiniz sizin ziynetinizdir.” Erkeğe hitaptır. “Eşinizi memnun ediniz.”Kadına hitapdır. “Cennet anaların ayağı altındadır.”Tefrik yok. Bütün analar ...
Kadına eziyetin sonu hüsrandır.
İffetli kadın cennetdedir...
“Evlâtlarınızı hoş tutun!”Erkeklere hitapdır.
Onlara beyhude yere beddua misüllü söz söylemeyin. Bedduanız size çevrilir.
Zira beddua etmekALLAHindinde men’ edilmiştir.
Bu daEs-SABÛRismine isyan sayılır.
Hakkın, helâl veya haram olduğu insanın değil,ALLAH’ın takdirine mahsusdur. Küfre girmeyin!.
Helâl.:ALLAH’ın ni’metidir her hususta.. Haram.:ALLAH’ın sevmediği ve men’ ettiği her husustur..
Birşey için birine.:“helâl olsun!”demek büyük meseledir. ALLAHnamına söylediğini unutma, hatırından çıkarma!..
Haram olsun demek o bambaşkadır. Bu hususda çok dikkatli ol!..
Bu lâfları düşünmeden bol bol söylemek doğru değildir. ALLAHnâmına konuştuğunun farkında mısın?
Birçok büyük ve hürmete lâyık bilinen insanların bu yüzden hapishânelerde işkencelere hatta öldürülmelerine sebep olduğunu bilmek, anlamak herkesin kârı değildir.
Sabır en büyük İlâhî haslettir..
Uhud Harbinde, Hz. Hamza’nın ciğerleri çıkarıldı. Gözleri oyuldu. Dili kesildi. Paramparça edildi. Rasûlu Ekrem bu manzara karşısında ağladı ve“musile”yapmak istedi.
Fakat o hengâmede yaradılış, insanlık ve Rahmet Dini İslâmda böyle bir şeye müsade edilmeyecekti.
Bu yasağa dair İlâhî Beyân, en te'sirli olacağı bir anda gönderiliverdi. Kur’ânın gelişinde izlenen İlâhî Tavır zâten bu idi.
Her emir ve yasak kendini bir hatıraya bağlayan bir hadise üzerine gelirdi. “Adaleti icra için bir cezâ ile mukabele edecek olursanız, bunu size revâ görülen cezâ ve azâb miktarınca yapın fazlasını değil.”...“Yapın!.","Yapınız!."değil, müfret olarak emirdir ve Rasûl'un şahıslarına emirdir. “Fakat sabreder o kadarını terk ederseniz, yemin olsun ki sabredenler için daha iyidir”.Nahl Sûresi 126, âyet..
Bu,ALLAH’ın Kânûnu değişmez. O kanuna tecâvüz edersen kanun cezâsını verir.Zü’l- İNTİKÂMbudur.. ALLAHintikam alıcı değildir.RAHMÂNveRAHÎMdir.
Kanuna dokunulduğu için o kanun cezâyı alır. DUÂ =>SüNNetuLLAH dışında ve insanın tasarruf hududu dahilinde olanlarda yapılır. “Hak”meselesi de bunun içindedir.
SüNNetuLLAHda câri kanunlar değişmez. Onları değiştirmeye ma’tuf DUÂ, onların değişmez olduğundan şüphe etmektir. Değişmez, zirâ içinde aksak bir şey yoktur. “Yâ Habîbim bak!. Hiç bir yerinde kusur bulamazsın!.” Âyet.
Fakat bu kanunların altında perdelenmiş, insanın tasarrufuna girebilecek şeyler de, hadiseler de çoktur.
Normalin üstünde kuraklık, sıcaklık ve birçok şeyler de bu perdelenen hadiselerin içindedir. Kuraklık, şüphe ve itimatzsızlığın,HAKk’a bağlılığın rencide olduğu zamanlarda zuhur eder.
Medine’de yağmur yağmamış. Resûl-ü Ekrem’e sahabeler rica etmiş, Rasûlu Ekrem’de göğe değil de yere bakarak, ellerini semâya kaldırmaya DUÂyı isteyenler nâmına hicâb ederek kaldırmamış.: “Yâ İlahî!.”Burada“Yâ RABB!.”dememiştir. Bu çok mühimdir!. “Bu halk Senin El REZZÂK olduğunu, her şeyi hakkı ile takdir ettiğini unuttular, şüpheye düştüler.
Onların inançları ve tövbeye girmelerini, bu düşünceleri sarsılmışlara yardım et!.”demişler.
Yağmur yağmaya başlamış..
Bu hadiseyi DUÂ nevi derece ve kuvvetinle tahlil etmeye çalış.
Olgun kimseler vardır. Onların himmetlerine sığın!.
Kibirli olma!.El-MUTEKEBBİR ALLAH’a mahsustur.
O’nu“RABB”hudûdu içinde düşünme!.
Kayarsın, içine düşersin. Bundan da haberin olmaz!.
Bu, yalnız sana olmaz. Diğer birçok ma’sum ve iyi boynu bükük kullara da tesir eder. Zâlim kadrosuna yanaşmış olursun.
Bunu Cenâb-ı ALLAH.: “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z- zâlimîn”ile bildirmiştir.
Yavan insanlardan olma!..
03.07.1986
Tavır.: (Tavr) Sûret. Hareket, hal, vaziyet. Bir kerre, bir defa. İki şey arasındaki had ve fasıla. Kader. Miktar.. Tefrik.: Birbirinden ayırmak, seçmek, ayırd etmek, ayrı kılmak. Korkutmak. İffet.: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men’ etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak. Haslet.: Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat. Müsile.: Savaşta yapılana karşılık ölenin kulak, burun vs azalarını kesmek.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı dindâr kadındır.”buyurmuştur. (Müslim, Radâ, 64; Ayrıca bkz: Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ ---“Ve in akabtum fe akibu bi misli ma ukibtum bih ve lein sabertum le huve hayru'l-li's-sâbirîn.: Eğer cezâ verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle cezâ verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.”(Nahl 16/126)
الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ ---“Ellezî haleka seb'a semâvâtin tibâkan mâ terâ fî halki'r-rahmâni min tefâvutin ferci'il-basare hel terâ min futurin.:O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. RAHMÂN olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 67/3)
وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ ---“Ve ze'n-nûni iz zehebe muğadiben fe zanne en len nakdira aleyhi fe nâdâ fi'z-zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine'z-zâlimin.: Zünnûn'u da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir hâlde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum!» diye niyaz etti. (Enbiyâ 21/87)
ESİRASLAN Alaksandra, Monika arabalarına aldılar.
Bizi Frankfurta götürdüler. Orda Hayvanat Bahçesini gezdik.
Üç saat hepisini göremedik. Yer, Deniz Hayvanları hepisi.
Filhakika dünyanın her yerinden getirmişler.
Mesela bakıyorsunuz bu oda kadar üç misli bir akvaryum.
Atmış derece soğukluk var içinde. Penguenler geziyor içinde. Dalgalar var.
Hep klimasına göre. Oranın nebatatına göre şeyy edilmiş.
Bahçeye çıktım. Şunun kadar, bu oda kadar kafesler. Fakat yerden şu kadar beton üzerine kurulmuş.
Sizin kafes orda başlıyorsa bu arada şöyle birer adım fasıla ile demir parmaklık var oraya gelip de seyrediyorsun.
Bu tarafta da havuzda Yunus Balıkları sıçrıyor.
Tiyatrolar falan. Kalabalık..
Ben bunun altından girmişim oraya.
Ordada zâten..: "Yanaşmak yasaktır, tehlikelidir!" diye yazıyormuş. Ben kendimde değilim, geçmişim.
Eğildim.: "Yâ Esad!" dedim.
Aslan geldi. Elimi soktum içeri.
Başını böyle burnuna. Hani kediyi okşarsın ya böyle başladı hayvan yapmağa. Bunları görüyorum.
Kedi gibi sevmeye başladım.
Birden bire arkadan birisi yüksek sesle. "Herr çruuk çruuk!." diye
"Geri gel Efendi!" diye birisi bağırdı.
Ben döndüm baktım ki Polis Memuru.
"Ne yapıyorsun?" dedi. "Sen çıldırdın mı?" dedi.
Polisin bu hareketi, o sırada aslan ağzını açtı parmaklıkları tırmaladı, bağırdı.
Herkes irkildi bir kere o aslan kolay kolay bağırmaz.
Ben de.: "Bilmiyordum yasak olduğunu!" dedim. "Gördün ya okşadım. Hayvan bir şey yapmadı. Git sen okşasana!." dedim.
Polis..: "Ben deli değilim!" dedi.
"O halde aslan delileri ısırmıyor gördün ya!." dedim.
Herif iyice şaşırdı, afalladı. Herkes dönmüş de bize bakıyordu.
Ayrıldım ordan. Biraz sonra tekrar döndük.
Kadın erkek hep toplanmışlar oraya.
Beyaz saçlarımdan tanıdılar beni.
Hep Birbirine.: "Çocuklar şimdi geçiyor!."
Tekrar aslana baktım. Yine parmaklığın önüne geldi. İtişe kakışa birbirimize bakıştık.
Etrafımızdaki bu hayvanları izlemeye gelen bu garip mahlukları aslanla beraber biz seyrediyorduk.
Kafesteki aslana çok üzüldüm.
Aslan farkına vardı. Bana.:
"Üzülme HAKk'ın kaderi bu. Bize de dünyada imtihan var. Benimde işim var.
Bu HAKk'tan uzak insanlar içinde aslanlığımı bir zerre kaybetmedim kafesin içinde.
Görmüyor musun?. Parmaklığın yanına bile korkudan sokulamıyorlar.
Ben ALLAH'ın bir mahlukuyum. Benim gibi milyonlarca halk etti.
Benim yanıma yanaşmak cesareti olmayan bu zavallılar yarın HAKk'ın Huzuruna hiç çıkamazlar!." dedi.
"Hele bak Efendim! Nasıl korkacaklar birden bire!" dedi.
Direndi, birden bire bütün gücüyle aslanca kükredi.
Herkes birden irkildi ordan. Diğer tarafta olan ağaçlardaki kuşlar uçuştular.
Hepisi taş kesildi orda. Hepimiz kaldık orada. Öyle bir bağırma ki.
Derken iki polis tekrar yanıma geldi benim.
"Affedersiniz!" dediler. "Siz necisiniz?" dediler. "Sihirbaz mısınız?" dediler.
"Hayır değilim! Doktorum!." dedim.
"Eee Nedir bu?" dediler.
"Hayvan lisânını anlarım!" dedim. "Biraz aslanla konuştum o kadar!" dedim.
Herifler iyice şaşırdılar. Biraz korkuyla karışık güldüler. Alay ettiğimi zannettiler.
"Bu sözümle alay etmiyorum!" dedim. "Üç saattir hayvanat bahçesindeyim, birazda hayvan lisânından öğrendiğim için, bildiğim için bunlarla buluştum!" dedim.
Aslana döndüm selâmlaştım. Oradan ayrıldık. Herkes bize bakıyordu.
Bu bahçede insanlar hayvanları seyrediyor gibi görünüyor güyâ. Halbuki hayvanlar seyrediyor.
Hayvanat Bahçeleri kurulalı hayvanlar insanları daha iyi zâhiren tanıyor.
Hayvanat Bahçeleri kurmak, onların yurtlarından getirip kafeslerde beslemek, İslâmın kat'iyyen yasakladığı şeydir!..
Esad.:Esed. Arslan, şir. Zâhiren.:Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi. Kat'iyyen:Kat'i ve kesin olarak. * Aslâ, hiçbir zaman
KURU KÜTÜK.. Kur’ÂN-ı Kerim'de bir Âyet-i Kerime varıdı. "Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân"
NECM, Arapçada YILDIZ demek. Cem'i, Nücum demek.
Fakat Kur’ÂN Dilinden Cenâb-ı ALLAH kesretle tezâhür ettiği için yıldız mânâsının Cem’i olarak NUCÛM kullanılır. Kur’ÂN Dilinde Necm, ÇEMEN demektir. Münferiddir.
Bu cem'-i sâlimdir. Cem’-i sâlim ne demek?
Meselâ şimdi sürü dersek bir sürü aklımıza gelir.
Çemen dediğimiz zaman çemenler, bütün çemenler. "Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar." Âyet-i Kerime sarih. "El necmu ve’l- seceru yestican" deseydi.
Onlarda ediyorlar. O muhakkak fizikman doğrudur evet.
Ve Vel Arapçada.
Bir sabah vaktıydı. Mevsim yaz.
Yemyeşil çemenlerle dolu bir ormanda dolaşıyordum. Rahmân Sûresini çok yavaş sesle okuyordum.
Birden bire yağmur çiseler gibi oldu. Çemenler ıslandı.
Herhalde yaz yağmuru.
Hallab veya Hellabe denilen yaz yağmuruydu.
Bir türlü kestiremedim. Zirâ havada bulut yoktu.
Çemenler ve yeşil ağaçlar hem görülüyorlar.
Canlılık ve renkleriyle.
Fakat garib olan şimdi ağlıyorlardı.
Âdeta bunu lisânen söylüyorlardı
Bu sestir. Fakat kulakla duyulmaz. Bu nasıl lakırtı!.
Evet öyledir. Hakiki laf da budur.
Şu âyete inanmıyor musunuz? "Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân"
"Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar."
“Yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- AZÎZu’l- HAKÎM.”
"Bütün semâvât ve arzda ne varsa hepsi ALLAH’ı tesbih ve zikrediyorlar."
Fakat siz bunları görüp duyamıyorsunuz.
Yeşil ağaçlara sordum.: "Niçin ağlıyorsunuz siz? Hem de memnunsunuz!" "Memnunuuuuuz zirâ dâima HAKk'a şükür ve niyâz içinde olmamızı bize nâsib etmiş ezelden beri ALLAH!
Niçin ağladığımızı merak ettiniz.
Yaş yalnız bu gözden gelmez.
Öyle gözler vardır ki kupkurudur.
Göz yaşı HAKk'ın Er-Rahîm Esmâsından nâsib alandan gelir.
Bundan dolayı ALLAH’ın indinde, gözyaşından makbul ve temiz bir şey yoktur.
Zira göz yaşı HAKk'ın Er-Rahîm Kanalından süzüldüğü için içinde hile ve yalan da yoktur.
Tam hakiki, şirksiz HAKk'ı bilmek gizlidir.
Niçin ağladığımızı söyleyemeyiz.
Şu karşıda kurumuş yerde yatan arkadaşımızdan sorun!" dediler. "Bu Kuru bir küçük ağaç! Evvelce kesilmiş!" dedim. "Evet doğrudur!
Fakat ÖLÜ-ler vardır, dâima onlar DİRİdir.
DİRİ görünenler vardır, onlar hakiki ÖLÜdürler.
Sen git-sor, görürsün!.” dediler.
Kütüğün yanına çömeldim.: "Bunlar niçin ağlıyorlar? HAKk'ın mahluklarından olan kardeşim!.” dedim.
Kütük.: "Beni gördüler de belki bizim sonumuz da böyle olursa diye ağlıyorlar!." dedi. "Halbuki ben ölü, kurumuş görünüyorum. Ben ölmedim.
Kalıp değiştirdim. Daha bir çok kalıplara gireceğim!" dedi. "Niçin ağladıklarını biraz sonra söyleyeceğim dinle!" dedi.
Kuru Kütük söylüyor.: "Yaşlar niye ağlıyor!"
Diz çöktüm.. "Bana yaslan memnun olurum!" dedi.
Yaslandım kütüğe.. “Bir gün ben bu yeşil ormanda uyurken beni balta ile söktüler!" "Söktüler mi?" "Söktüler!..
Dallarımı kırdılar. Yapraklarımı sıyırdılar.
Adıma “ODUN” ismini verdiler.
Dedelerimizi toprak altından çıkardılar. KÖMÜR dediler.
Beni yaktılar. Adıma ATEŞ dediler.
Halbuki yaş ağaç kesmek. Ateşe atmak.
Yaprakları ve çiçekleri çiğnemek.
Ne kadar büyük zulümdür. Rasûlullah'ın hadisiynen sabittir. ALLAHzâlimleri sevmez.
Zira Kendisi zâlim değildir RAHÎM ve RAÛFtur!
İnsanların, hiç bilmedikleri fâidelerimiz vardır insanlara. Cenâb-ı HAKk bizim hürmetimize gökten yağmur indirir.
Ciğerlerinize giren havayı biz dâima temizleriz. HAKk Kelâmında tesbih ve devamlı zikrimizi ilân ediyor.
Bunu bilmezsiniz.
Bizim hakikatimizi bilebilseniz.
Ve SECDElerimizi görebilseniz. Çıldırırsınız!
Böyle olmamıza rağmen bütün işkencelere ses çıkarmayız. BedDUÂ da etmeyiz.
Bizi çiğnerler. Baltalarlar. Yakarlar. Ne sesimizi çıkarırız.
Bizim kadar HAKk'a muti' hiçbir yaratık yoktur.
Bizim bu hududsuz SABRımızı bilmezler.
Bu sessizliğimize karşı bizi kendi aralarında Tahkir Makamında kullanılırlar. “ODUN gibi Adam!
Hissiz Adam!
Kaba Adam!
Vurdum duymaz Adam!.” Mânâsına kullanırlar.
Amma bu lâkabda kendi hallerine aittir. Biz ait değildir.
Bâzen insanların içine giriyoruz.
Bundan dolayı ismimize ÂDEM diyorlar.
İşte aha bu garip şeye ağlıyorlar arkadaşlar. HAKk'a en çok nazı geçen yaratık “SU”dur.
Çünkü Cenâb-ı HAKk “SU”dan her şeyi halketti.
Amma SU'yu neden halk ettiğini bildirmedi.
Sırrı ifşâ etmeyelim diye de bizim lisânımızı size öğretmedi dediler.
Fakat biz sizleri, ne lisân konuşursanız konuşun, anlarız.
Zira biz ALLAH Lisânı biliriz. “Yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard.” Âyet-i Kerimesi’nde arz ve semâvâtta ne varsa ALLAHı tenzih ve tesbih ediyor. Bunların lisânı işte budur.
Ağaç onun için HAKk'ı tesbih edenin lisânını biz sessiz, sözsüz de anlarız.
Sen herkes gibi değilsin anlıyoruz.
Ağaç kesmezsin.
Dal koparmazsın.
Çiçek koparmazsın.
Yaş hiçbir şeyi ateşe atmazsın.
Nasıl biliyoruz gördün mü?.."
Doğruldum. Biraz yürüdüm. Er-Rahmân Sûresi'ni okumam bitmek üzereydi.
Sesli okuyordum.
HAKk’a kasem ederim ki başım döndü. Düşecektim!
Oradaki ağaçların SECDE ettiklerini, KIBLEye doğru, gördüm.
Bana rüyâ değil. Siz buna rüyâ diyebilirsiniz.
Amma ben gördüm, tekrar ALLAH’a kasem ederim ki gördüm!
Ben Velî değilim! Velînin ayağının altını öperim!
Amma ben de bir KULum
Nâsib etti, gördüm işte!
Bir şey iddiâ etmiyorum!
Fakat gördüğüm şey buydu. Elhamdulillah. ALLAH en doğrusunu bilir!
Ağacın, ALLAH'a, kasem ederim ki secde ettiğini görebilirsiniz.
Biz birbirimizin SECDE ettiğini görebiliyorsak ağacınkini de..
Nücum.: (Necm. c.) Yıldızlar. ÇEMEN.: Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot. Muti'.: İtaatli. Terbiyeli. İsyan etmeyen. * Rahat. Tenzih.: Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı HAKk'ı (celle celâlihu) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek. * Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek. Tesbih.: SübhânALLAH demek. Cenâb-ı HAKk'ı (celle celâlihu) şânına lâyık ifadelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın zâtında, sıfâtında ve ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifade etmektir. (Bak: Sübhan)[/i] Kesret.: Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.. Tezâhur.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak.. Müfterid.: (Münferit) Tek başına, tek, yalnız, kendi başına. * Hapishânede tek kişilik hücre..
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem, Mekke-i Mükerreme’nin yanında Medîne-i Münevvere ve Tâif bölgelerini de harem ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi, bitki örtüsünü tahrip etmeyi, avlanmayı yasaklamıştır. (Ebû Dâvûd, Menâsık, 96.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH Rasûlü’nün korusu içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulmaz ve onlar kesilmez. Fakat zarûret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.”buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hârise Oğulları kabilesinin otlak yeri için.: “Kim buradan bir ağaç keserse mutlaka onun yerine bir ağaç diksin!”buyurmuştur. (Belazurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 17; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 85.)
Ebû Du’şum el-Cühenî’nin Dedesi şöyle anlatır.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir Bedevîyi görmüştü. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere.: “O Bedevîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!” buyurdu.
Bedevî yanına geldiğinde.: “Ey Bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!” buyurdu.
Bedevînin başı üzerindeki yaprakları hâlâ görür gibiyim.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VI, 351)
وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... ALLAH dilediğini yaratır; şüphesiz ALLAH her şeye KADÎRdir.”(Nûr 24/45)
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ “Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudân (yescudâni).: Yıldızlar, bitkiler ve ağaçlar, Rahmet Sâhibi RAHMÂN olan ALLAH’a boyun eğerek secde ederler.”(Rahmân 55/6)
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Huvallâhul hâlikul bâriû’l- musavviru lehu’l- esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- AZÎZu’l- HAKÎM (hakîmu).: O ALLAH ki; Yaratan'dır, BÂRİ'dir (yokken var eden), MUSAVVİR'dir (şekil verendir), güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih eder. Ve O; AZÎZ'dir (yücedir), HAKÎM'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir).”(Haşr 59/24)
Şimdi, biliyorsunuz Kur'ÂN-ı Kerim’de her cümlenin bir i’cazı vardır.
Yedi türlü mânâsı vardır.
Bir mânâlar vardır. Doğrudan doğruya =>İskelet Mânâsıdır.
Bir mânâlar vardır =>Batınî Mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır =>Zevkî Mânâsıdır.
Bir mânâsı vardır =>Sırrı Mânâsıdır.
SıRR =>Zâten insanın tahammül hududuna inmemiş şeylerdir.
Şeriat =>İnsanın tahammül hududundan hariç olan şeylere karışmaması için kurulmuş zincirdir zâten.
Karıştırmayacaksın onları.
Yani Cenâb-ı ALLAH bir nevi insanları şey ediyor.
Meselâ, Mansur.:"Ene'l- HAKk!" demiş değil mi?
Evet!..
Astıkları zaman ilk defa ayaklarını kesiyorlar. Kollarını, dilini, milini.
Ayakları kesidiği zaman diyor ki.: "Era kademî.: Ayaklarımı görüyorum!." "Era ve demmî.: Ayaklarımdan kana bulandım!." "Heyhat edemmî.: Yazık oldu kanıma! Yazık oldu kendi mi anlatamadım!."
O zaman başını vuruyorlar. Son sözü bu olmuştur..
Şimdi ben bu sözü Mansur'dan daha açık konuşurum. Nasıl?
Bana benden yakın Cenâb-ı ALLAH."Lâ İlâhe illâ ALLAH!"
Artık Esrâr Örtüsünü karıştırma!. Daha açıktır.
Yâni Bir Hazret derki.: "Cenâbı ALLAH insanı deriden yarattı, giydir üstünü!." der. Daha açık olur bu iş.
Onun için ilmin bazı usulleri var.
Mesela şimdi İslam Âlemini kurtarmak gayet kolay.
Yalnız Gayretullah’a biraz, İç Âlemine biraz açmak lâzım orayı. Nasıl mı?
Ankara Radyosunda bir ay evvelden başlarsın.
Felan günü, felan Cuma Namazından sonra.
Biraz evvelden söyleyecek. Her zaman söyleyecek.
Felan Cumanın felan günü bütün Türkiye'deki İslamlar abdest alacaklar.
Cuma Namazından sonra sokağa çıkacaklar.
Bir yaz gününe tesadüf ettilerelim.
Kapısının önüne belediye hoporlörünü koyacaklar.
Radyodan bir emir gelecek. Bi bir on dakika konuşacak.
Şu hareketi yapacaksınız.
Bir Tekbir alınacak.: "Allaaaahuekber!."
Herkes sokakta. Hayvan pisliği de olsa ne de olsa başını secdeye koyacak.
Orada iki kelime söyleyecek.
Bu otuz milyonun içinde dört milyonu yapsa bunu hepsi tamam.
Buna Mübâye DUÂsı derler. Doğrudan doğruya Merkezî..
Mesela ben buradan İstanbul'u isterim. Saatlerce...
Vekil var, Baş vekil.: "İstanbulu bağlayın!." der. Hemen Verirler..
Yazdım kendi evimde.
İstirahat ettiğim odanın duvarında.: "Bir insan ALLAH'ı bulamayacağını hissettiği acz, acz içinde kaldığı dakikada ALLAH'ını bulmuştur."
Ondan sonra ayrıldık oradan, ellerinden öptük ayrıldık.
Ben bir Sılaya geldim. O zaman sağdı. Rametli ağabeyim de geldi..
Ben Fransa'ya gittim. Kerl Karla Lisesi'nde bir ay kaldım.
Lyon'a gittim. Fakülteye yazıldım.
Bin dokuz yüz yirmiyedi buçuk sene. 1927,5 sene.
Bidmeleste Patronaj var. Talebe yurdu. 7 kat orda kalıyorum.
İşte buradan biraz daha büyük odam. Karyolam var orda.
Ben zaten orayı yıkadım kendi elimnen.
Kapıda ayakkabılarımı çıkarırım.
Oraya böyle büyük bir muşamba gibi bir şey serdim.
Şöyle küçük bir şey, tabure gibi bi şey ayakkabılarımı oraya.
Akşam dersden geldikten sonra şeye giderdim. Bu Japon klubüne judoya..
Geldim kitaplarım koltuğumda, şeye bıraktım.
Ayakkabıları içeride sağ tarafta.. Sol tarafta da kapının şeyi varıdı..
Gittiğimin altıncı ayı idi..
Gece içerde üç kişi. Siyah sarıklı üç kişi. Ben afalladım kaldım. "Korkma oğlum!" dediler.
Ben kapıyı kapadım. Yanaştım yanlarına musafaa için omuzumu öptüler.
Birisi çıkarmış şöyle bir kağıt. "Bunu dedi Hocan gönderdi" dedi. "Bunu al Oğlum!" dedi. "Dersine devam et!" dedi.
Bu kağıt hâlâ bendedir.
Ondan sonra duvardan yüzüp gittiler herifler!.
İster buna hayal de. İster ne dersen de. Bu kağıt hâlâ bendedir.
(Birisi soruyor).: "Bu kağıtta ne yazılı Efendim?."
Dur, sıraynan.. Muska halinde içerdedir.
Elli dokuzda Sılaya geldim.
Gittim Memlekete. Ağabeyim de gelmiş.
Hocanın Elini öptük, felan ettik.
Ağabeyim Rahmetliğe dedim ki.: "Ağabey dedim. Hoca dedim bir kağıt" derken,
Abim.: "Şiit!." dedi. Abim.: "Şiit!." dedi.
İkimizdik hee Hocanın yanında. Şey baktı.
O ân kulağıma bi şey söyledi.
Ben kulağına bişey söyledim. "Onları iyi saklayın!." dedi.
Ağabeyime de göndermiş.
Nasıl geldi, nasıl etti işte o kağıt hâlâ bendedir.
Bunlar akıl labaratuvarında eritilip tahlil edilecek işler değildir.
Akla vurduğunuz zaman tımarhânelik olur insan. Nadas kesilir..
Bu sırların çoğuuu Velî İNSANa aittir. İş O'nun kokusunu alıp yanına yanaşa bilmekte.
Bazıları şekil değiştirirler. Bakarsın herif Velî gibi görünür.
Birden bir iş çevirir sonra.: "Zındıktı!." dersin.
Onlar bulutludur, kaparlar kendini.
Yağma yok. Yakala kendin ye. "Kopar ye!" yok öyle iş!.
Salak gibi görürsün!. Bâzen dünyanın hali bu.
Deliye sormuşlar aşk nedir diye de?
Deli demiş ki.: "Ben neden bu hale geldim?." demiş.
Beşyüz kırk kumandanlarından Sebuk Tekin biliyorsunuz.
Beyazidi Bestamî'nin kabrine gitmiş. Ziyâret etmiş.
Bestam'dadır Beyazidi Bestamî zâten. Bir Derviş oturmuş.
Bir hadisi var orada.: "Beni ve Benim Velîlerimi ziyâret eden CeNNetliktir!" diyor.
Ordaki dervişe Sebuk Tekin.: "Bu doğru lakırtı değildir!" demiş.
Sultan zikrinde Derviş.
Derviş’e soruyor Sebuk Tekin meşhurdur bu. "Ebu Cehil de, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i gördü!. Konuştu Onunan. Cehenneme gitti." demiş. Derviş ne cevap verdi biliyor musunuz!.
Hemen Derviş’in elini öpmüş. Derviş.: "İyi amma, o Peygamberi Ebu Tâlib'in yetimi olarak gördü." demiş. "Eğer peygamber olarak göreydi o da CeNNete giderdi." demiş.
Onun için hiç kimseyi..
Karınca hikayesini unutmayın. Anlattım size!.
Hanım deyü kimseyi dahl etme sen!
Defter-i divâne sığmaz söz gelir divân eder!.
Divâne sandığın birisi bir lakırtı söyler.
Hiçbir yere sokamazsın söz allak bullak olur.
Bacağını araba kesmiş köpek gibi bağıra bağıra kaçarsın.
Kazalarını bitireceksiniz. Namazı bırakmayacaksınız.
Onlar bir nevi' yolculuğa çıkan insanın eksikliklerini. Meselâ Efendim. Cebinde konserve açacağı olmazsa da elinen de konserveyi açamazsın birâder.
Keserinen de açılmaz bu.
Tertibli gitmek lazım!.
Onun için mesela Hz. Ali için Cenâb-ı Peygamber'in bir hadisi vardır.: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ene Medinetü Ali babihâ.: Ben Medineyim, Ali'de onun kapısıdır." demiş.
Ne demek bu?
Aha bu hadisi, anlamamazlıktan;
Alevîlik çıkmış. Bilmem Kızılbaşlık çıkmış. O çıkmış, bu çıkmış.
Birbirine girmiştir millet!.
Halbuki hepsi bu hadisi anlamamaktan...
Sonra Mevsuk hadis derler bilirsiniz.
Mesela mevsuk hadis şöyle.
"İza tayyiatül bil umur esteinu bi nefte'l gubur.: Çok müşkil zamânâ kaldığınız zaman kabirlerden istiâne ediniz!." Buna Hocalar mevsuk hadis derler.
Halbuki Velîyullahlar indinde mevsuk hadis diye bir şey yoktur. Hep Cenâbı Peygamberdendir.
Mahaller değiştirdiği için anlayamazlar.
Çünki Peygamberimizin Hadisleri doğrudan doğruya Hıfz-ı İlâhîyenin altındadır. Kimse değiştiremez onu..
Bütün kelimeler değişir. Kelimeler doğrumu. Kelimeler türer.
Şimdi; Kadınlardan Hz. Hatice Vâlidemiz, erkeklerden Eba Bekir, kölelerden onlar da bir Hizmet-i İlahîyeye mahrum olarak olmuştur.
Kadın, kadın iffetini muhafaza eder de beş vakit namazını kılarsa erkekten erken ermek..
Yâni Velî olmak imkanları yedi kat fazladır kadında.
İffet; yüzü, müzü kapamak, Onun gibi olmak değildir oğlum!
Onlar cesedî şeyler. Hiç! Hiç! Hiç!..
İ’caz: (İycâz) Edb.: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir. İ’cazî.: İ’caza dair, i’caza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda. Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak. Kadem.: Ayak. Adım. Metrenin üçte biri kadar olan uzunluk. Oniki parmak uzunluğu, yarım arşın. * Uğur. Dem.: Kan. Gayret.: Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imâna, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
Biat.: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek. * Rey vermek. Mübaaye.: Biat bildirme. Sıla.: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye Musafaa.: Birbirinin boynuna sarılma. Nadas.: Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama. Zındık.: Kâfirlik, dinsizlik. (Zendeka sâhibine zındık denir. Bazılarınca zındık; hem dinsiz, hem emvâl ve ezvacın iştirakine ve dehrin bekasına kail olan kimsedir.) Dahl.: Karışma, girme. * Nüfuz, te'sir. * Vâridat. * İrâd. İtiraz, ta'riz. * Ayıp, töhmet. Divâne.: f. Deli. Aklı başında olmayan. Tertib.: (c.: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak. * Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak. * Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak. * Mertebelere göre davranmak. * Hile ile aldatma. Mevsuk.: Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat. İnd.: Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir. Cesed.: Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ben Medineyim =>Ali de onun kapısıdır.”buyurmuştur. (el- Cami’u’s-Sağir 1/415, Sevâiku'l-Muhrika 73; Tehzibu't-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Enâ medinetü’l-ilmu =>ALî->Bâbihâ.. Femen erâde’l-ilmu feliye’ti’l-bâb.: Ben ilim şehriyim. Ali de onun kapısıdır. İlim isteyen kapıya gelsin!" buyurmuştur. (Ukaylî, Taberanî, İbn Adîyy ve Hâkim.)