GÖNÜL GÖZÜ

Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

ULU ZÂT

Aklım erdi ereli duyup, dinlemiş ve merak etmiştim. Bir “ULu ZÂT" VARmış, çölde bir vâhâda yaşarmış. Vâhâ bir CeNNet gibiymiş, sular akar, yeşillikler mis kokulu çiçeklerle her yanı kaplarmış ve bu vâhânın tek sahibi işte OULu ZÂT" imiş…
Yok yok imiş yâni her bir şey var imiş bu vâhâda, olan biten her şey ise “ULu ZÂT “istediği içinmiş, “OL!” dediği o anda OLurmuş…
Öyle şeyler anlatırlar ki bu “ULu ZÂT” hakkında İnsânın havsalası almaz; zamana bağlı olmadan her mekȃnda bulunabilir, sonsuz evrende veyâ görülemeyen ȃlemlerde her
ÂNda her İŞte ve OLUŞtaymış… Türlü çeşitli görüntülerde hep o varmış ama gören görür göremiyen bilemez imiş…
İsterse yeryüzünde istediği yerde istediği bitkileri istediği kadar üretir, gerekli olan yağmurları yağdırır güneşle ısıtırmış toprağı… Envaî çeşit bitkiyle ve kendi cinsleriyle beslenen hayvan türleri yaratır, çoğaltır ve yeryüzüne salarmış…
Nedendir bilinmez bu “ULu ZÂT” var ettiği nesneleri zaman zaman değişik vesile ve vasıtalarla yok edermiş… Yaptığı işler hiç durmadan devam ederken nedenini niçinini kendi bilirmiş, yâni irade hep O’nunmuş…
Bütün bunlardan ayrı yetkin ve yetkili kıldığı bazı İnsânları görevli kılar bizleri uyarırmış… Bu kişilerden bazıları özel izinle mu’cizeler gösterirler ve “ULu ZÂT”ın isteklerini biz İnsânlara anlatırlarmış… Bu söylentilerden bazılarını akla sığmaz şeyler olarak anlatmışlardı; bir denizi iki yana ayırıp ortasından geçici bir süre için yol açılması, bir ölünün diriltilmesi ve gökteki ayın bir komutla iki şak olarak ayrılıp sonraki komutla birleşmesi gibi…

Daha neler neler dinlemiştim de bu “ULu ZÂT"ı pek çok merak eder olmuştum. O’nu GÖRmek TANImak istiyordum. O’na nasıl ulaşabileceğimi merakla araştırıyordum. Sorup soruştururken O’nu görenlerin olduğunu öğrendim. O’nu TANImış olanlar gerçekte çok az sayıdaki şanslı kişilerdi ve benim gibi meraklı olanlara rehberlik ediyorlardı… Bu kişiler sadece vâhâya giden tur otobüsleri işletiyor ve yolcularını “ULu ZÂT”a ulaştırıyorlardı… Doğrusu heyecânla bu firmaları araştırmaya başladım ve sonunda bir firmayı belirledim, biletimi aldım…
Otobüse bindiğimde kalbim merakla küt küt atıyordu. Bu özel tasarlanmış bir otobüstü. İçi genişti ve her oturanın yüzü diğerlerini görecek şekilde koltuklar kenarlarda bir bir dizilmiş orta alan boş bırakılmıştı. İlginç olan sürücü koltuğu da önde ve içeri bakıyordu. Ancak sürücünün dışarıyı görmesi için bazı özel AYNAları ve otobüsü kullanması için bir takım âletleri sürücü koltuğunun ön ve yanına yerleştirilmişti…
Merakla izliyordum. Her gelen yolcu büyük bir SAYgı ve SEVgi ile içeridekileri selâmlıyor ve yerine oturuyordu. Sürücü geldiğinde yolcular onu ayakta SAYgıyla karşıladılar, öyle ya hepimizi hedefe götürecek yetkin kişi o idi… Otobüsün hareket ettiğini Sürücünün davranışlarından anlamıştım. İçerdeki yolcular Sürücünün hareket ve sözlerini takip ediyor onunla bir şeyler mırıldanıyordu… Benim görebildiğim herkesin yüzünde büyük bir mutluluk ve huzur vardı… Dışarıyı görememiştim zirâ bulunduğum kısımda perdeler kapalıydı…
Ne kadar zaman geçti bilemiyorum, otobüs durdu ve yolcular neşe içinde indiler… Ben en sona kalmıştım. İlginç bir yolculuktu benim için. İndiğimde şaşkınlığım daha da arttı, âdeta şok oldum… Otobüs hiç gitmemişti ve biz başlangıç noktasında idik…
koştum.:
-“Hani bizi vâhâya götürecektiniz?” dedim. GüLümsedi.:
- “Dostum vâhâ burası!” dedi.
- “Baksana etrafına işte her taraf CeNNetten bir köşe sanki…"dedi.
- “Peki, “ULu ZÂT nerede ben onu görmeye gidiyordum?" dedim.
- “Anlaşılan senin AYNAn yok Dostum!” dedi.
Anlamsız bakışlarla ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.
- “Bak yol arkadaşların “ULu ZÂT”la birlikteler!” dedi.
Etraftaki yolcu arkadaşlara dönüp baktığım da bir kere daha şaşırdım, her biri elindeki küçük el AYNAlarına bakıp tebessüm ediyorlardı…
- “Nasıl olur, ben O’muyum yâni?
- “Herkes ne kadar O ise sen de o kadar Osun!” dedi.
- “O halde O’ndan ayrı yok!” desene dedim.
- “Evet, Her gördüğün O’ndandır, O başlangıcı ve sonu olmayan hem görünen hem görünmeyen tek VARLıktır…” dedi.
Bir şeyleri anlar gibi olmuştum… O =>her YERde idi, her OLUŞta her İŞte yapan çatan hep O idi… Her gördüğümüz, duyup, etkilendiğimiz Sıfatlar O’nundu… Yâni tek O vardı ve varlık hep O’nun Kudreti ile kâimdi… O =>GÖRen GÖZLerin önünde, burada =>AÇıkta idi… Göremeyenler O’nu çölde vâhâda yaşar sanıyorlardı ve O’nu görebilmek için de bâzen göklere bakıyorlardı… Oysa “ULu ZÂT” hep bizimleydi…
Yepyeni bir mutluluk kaplamıştı üzerimi ve etrafıma başka nazarlarla bakar olmuştum… Yan tarafta iki kişinin konuşması ister istemez ilgimi çekmişti. Bir ŞİİR fısıldıyordu biri, kulak kesildim, dinledikçe titredim...


Resim

Dermân arardım derdime Derdim bana dermân imiş,
Bürhân arardım Aslıma, Aslım bana bürhân imiş..

Sağu solu gözler idim, Dost Yüzünü görsem deyû,
Ben taşrada arar idim, ol cân içinde cân imiş..

Öyle sanırdım ayrıyam Dost gayrıdır ben gayrıyam,
Benden görüp işiteni bildim ki ol CÂNÂN imiş..

Savm-u salâtu hac ile sanma ki biter zâhid işin,
İnsân-ı Kâmil olmağa lâzım olan irfân imiş

Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş..

Mürşid gerektir bildire HAKk’ı sana HAKk’a’l-Yakîn,
Mürşîdi olmayanların bildikleri gümân imiş..

Her mürşîde dil verme kim yolunu sarpa uğradır,
Mürşîdi Kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş..

Anla hemen bir sözdürür yokuş değil düzdürür,
Ȃlem kamu bir yüzdürür gören onu hayrân imiş..

İşit Niyâzi’nin sözün bir nesne örtmez HAKk Yüzün,
HAKk’tan âyân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş..
Resim
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

SEN’sin…

SEN’sin, Evvel, Âhir, Tek olan…
SEN’sin, Zȃhir, Bȃtın, Var olan…
SEN’sin, ȃlemleri yaratan, SEN’sin yokluktan varlık yapan…
Yoktu bir şey Evvel’de, tek SEN vardın o yerde, elan yine öyledir, görünensin her yerde…
SEN yarattın her şeyi, KENDİNe ettin AYNA
Bizi yarattın burda, böyle fȃni boyutta, ayrı ayrı sıfatta, işlersin her mahlȗkta…
SEN’sin CeMȃL SEVgiLim, SEN’sin CeLȃL BİLdiğim…
Kimini “şâki ” yapan, kimini “sâid ” kılan, ayrı kaderler yazan, SEN’sin Yüce Yaratan
Dünyâyı yarattın ki İnsâna beşik olsun, İnsân-ı Kȃmillerin sana Halife olsun…
Dünyâ ni’metlerini İnsâna SEN verirsin, İnsânoğlu ne yapsa rızkı verecek SENsin…
Kimine çok verirsin, kimine hiç vermezsin, şüphesiz ki REZZÂK’sın hikmeti SEN bilirsin…
SEN’sin kararı veren, aldanır “ben, ben!.” diyen…
SEN’sin bizden işleyen fiilleri var eden, sıfatı bize veren…
Akıl, mantık biliyor, gönül gözü görüyor, vücȗd SEN’den geliyor…
SEN’sin her ÂN TEK OLan, “mevcûdum!.” demek yalan…

Resim

Fâil SEN’sin, fiil SENden, vasıtan çok biri BİZiz,
Mevsuf SEN’sin, sıfat SEN’den, görünen çok biri BİZiz,
Mevcȗd SEN’sin, vücȗd SEN’den, tecellîn çok biri BİZiz..

Fâil, Mevsuf, Mevcȗd SEN’sin, gayrı yoktur SEN’den Mutlak,
Kesretteki Vâhid SEN’sin, enfüs, ȃfȃk olmuş hep SEN,
Görünensin, gören SEN’sin, görünene gönülden bak..

Bȃtın’daki MEVLÂ SEN’sin, halk görünüp Zȃhir’desin,
Hem işiten hem konuşan SEN Kendinden Kendinesin,
Vahdet iken Kesrettesin Mevcȗd SEN’sin yine SEN’sin..

Cem’ etmişsen her bir Cem’i, SEN’sin Vahdet, SEN’sin Kesret,
Evvel, Âhir, Bȃtın, Zȃhir gördün bildin HAKk
’a şükret,
Menba’ıdır tüm Esmânın, tek HAKk vardır dâim zikret..

Kayıd kalktı mukayyedden, intikali MuhaMMed’den,
HAKk’a’l-Yakîn olan kim ki? ALLAH işler Habîbi’nden,
Her şey gider BİR şey kalır, EZELinden =>EBEDinden…


Resim

Nice şükür edelim, hamdimizi bilelim, Güzel MEVLÂ’yı burada gönlümüzde görelim…
Enfüste ve Afȃkta ALLAH tektir varlık TEK, TEVHİDi YAŞAyalım “ben”liği edelim terk…
OLalım gerçek MÜ’MİN hem gönlümüz mutmâin..
Elhamdü lillâhi RABBil ȃlemin Ȃmin


28 / 01 / 2011

Şâki.: (Şekavet. den) Haydut. Yol kesen. Haylaz. * Her çeşit günahı işleyebilen..
Sâid.: (Sa'd. dan) Saadetli. ALLAH celle celâlihu kendisini sevmiş. O'nun rızasına ermiş olan. Ahireti için çalışan kimse. Mes'ud. Mübârek. Bahtiyâr..
Fâil.: İşi yapan. Fiili işleyen. * Gr: Masdarın mânasını meydana getirene denir..
Mevsuf.: Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan..
Mevcȗd.: Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat..
Mutlak.: Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek. Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest. * Kat'i. Şüphesiz. * Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek..
Kesret.: Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk.
Vahdet.: Birlik. Yalnızlık. Teklik..
Tecelli.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH celle celâlihu'ın lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi..
Cem’.: Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma..
Menba’.:Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar.
Kayd.: Kelepçe, bağ. * Bağlamak. * Bir şeyi bir yere yazmak. * Deftere geçirmek. * Sınırlamak. * Şart.
Mukayyed.: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış..
HAKk.: (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'ÂN. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. * Musibet…
HAKk’a’l-Yakîn.: (Hakk-al yakîn) Mârifet Mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi. (Hakk-al yakîn) Mârifet Mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi..



ALLAH celle celâlihu.:
Resim

El Hakku:
http://www.muhammedinur.com/photos/uplo ... 7c9ea3.jpg

El Mevlâ: Resim

Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü celle celâlihu.:
Resim

El Celâlü celle celâlihu.:
Resim

Er Rezzâku celle celâlihu.:
Resim

El Evvelü celle celâlihu.:
Resim

EL Âhiru celle celâlihu.:
Resim

Ez Zâhiru celle celâlihu.:
Resim

El Bâtinu celle celâlihu.:
Resim

El Vâhidu celle celâlihu.:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

GAZETE..

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
“Lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu).: Göklerde ve yerde olan her şey, O'nundur. Ve O, ÂLİ'dir (Yüce), AZÎM'dir (Büyük).” (Şûrâ 42/4)

***

Uyanmak üzereydim ama hȃlȃ gözlerim kapalı, yakaza gibi.. Bir gazete elimde sayfalarını çeviriyorum okumak için, fakat bu gazetede her gün okuduğum şekilde bir dolu yazılar, resimler görülmüyor… İlk sayfadan i’tibaren sayfalar boş.. Boş derken her sayfada sadece bir kaç sözcük var… Bu nasıl gazete diyorum şaşkınlıkla ve diğer sayfayı çeviriyor ve bekliyorum ki alıştığım gazete düzenini göreyim ama nâfile, sayfalar birbirine benziyor, çevirdikçe gazetenin kalınlığı yâni sayfa sayısı azalacağına artıyor…

***

İlk sayfa ve takip eden sayfalarda sayfanın üst yarısında kocaman ve kalın olarak “O” yazılmış ve alt kısımda her sayfada değişik bir veyâ birkaç sözcük yine tırnak içinde yazılmış… Sırasıyla aklımda kalanlar şöyle;
“ALLAH”, “Rahmân”, “Rahîm”, “Melik”, “Kuddûs”, “Es-Selȃm “, “Mü’min, Müheymin”, “Azîz, Cebbâr, Mütekebbir”, “El-Hȃlik, El-Bâri”, “Musavvir”, “Gaffâr”………“Evvel”, “Âhir”, “Zȃhir”, “Bȃtın” …… “Bȃki”, “Mâşuk”, “Âşık” ve ilh….

***

Uyanmak üzereyim artık, içimde bir boşluk ve büyük bir hazla bir hoşluk duyumsuyorum… Gönlüme bu güzelliği verene şükürle kalkıyorum, gözüm boşlukta hȃlȃ, teferruat kaybolmuş, her şey “O” olmuş, her yerde tek “O” var, gönül O’nunla dolmuş, fikirde “O” var, kalb dile gelmiş zikirde tek “O” var…



Resim

O

Zikir ettim fikir ettim dün gece,
Her şey gitti kalan kimdi? O’dur O,
Var olan O, Bir olan O ne şüphe,
Her şey fȃni, O’dur Bȃki, O’dur O..

Her bir şeyi yaratan kim, O’dur O,
Her bir şeyi yaşatan kim, O’dur O,
Her bir şeyi kuşatan kim, O’dur O,
Ezel, Ebed hüküm süren O’dur O,

Gördüğümün târifi yok bir zevkti,
Duyduklarım emsalsiz bir müzikti,
Varlık BİR’di o da ZÂT’a aitti,
Hakikat bu tek İLÂHım O’dur O..

Dost Emin’im sırra girdin EyvALLAH,
O’nu duydun O’nu bildin EyvALLAH,
Anlatılmaz zevke erdin EyvALLAH,
HȂLİK O’dur YÜCE ALLAH, O’dur O..
Resim
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

PIRILTILAR -VIII-

- Namazgȃh her yerdedir, kıble her yönde… Lȃ- mekȃndır O, arama gökte… Niyetin kulluksa eğer, ALLAH her an her yerde…
- Arı, çiçek, çiçek dolaşır, peteğine gelir balı doldurur. Sen de değerli bilgilerin içine dal, tefekkürle zihninde fikir balını oluştur…
- İlim kapısından geçmeden ilim şehrine girilmez, Ali’nin Vechini görmeden =>MuhaMMed’in NÛRu bilinmez… Ali’dir =>Seni NÛRa götüren, MuhaMMed’dir AŞkı verdiren, Velî olan anlar bunları Şah-ı Velâyet’tir seni yola götüren…
- Gazâbın içinde gizli bir rahmet vardır ki ârif olanlar anlar…
- Hayvan hayvanlığını, İnsân İnsânlığını yapar, İnsân kılığındaki hayvan nefs-i emmâresine tapar…
- Hayat bir tiyatro, bizler birer oyuncu, rollerimiz ayrı ayrı… Sahne, dekor, ışık, efekt gibi mekȃnsal oluşumları ve oyunun akışını düzenleyen yönetmen, aynı zamanda figürandan baş role kadar oyuncularını da seçip oyunu yönetmekte… Oyuncular istidatlarına göre sıralanmışlar rollerini oynuyorlar… Sen de içindesin, dikkat et; figüranlıkta kalma başrollere çıkmaya çalış, Yönetmenin dediğini yap, gözüne gir, yüksel… Başrole yaklaşınca göreceksin ki, yönetilen de Yöneten de aynı imiş…
- Mikroskopla araştırsan, teleskopla göğe baksan, kullansan da çeşit çeşit merceği; gözlerinde perde varsa göremezsin gerçeği…
- Nefsin =>Yezid’dir ki, nice güzelim Hüseyin’leri şehit eder…
- Nefsinin çektiği fiziki mekȃnlarda huzuru bulamazsın ama mânevî iklimlerin içinde bulabilirsin…
- Her âile çocuk ister. Çocuk gelir eksileri artı eder, çocuk gelir, artıları eksi eder… Hikmetini ALLAH (celle celâlihu) bilir…
- Dâim zikir eyleyen tekke dergȃh istemez, dâim vuslâtta olan “Şeb-i Aruz” beklemez…
- Bazıları ALLAH’ın Varlık ve Büyüklüğünü geçmişten gelen eski masallar, efsâneler, menkıbeler ile duyumsayarak
“ALLAHu Ekber!.” der.
Çağdaş eğitimli İnsân ise bilimsel bilgi ve güncel bulguların ışığında fizik, kimya, biyoloji, astronomi vd. dallarda en son bilişlerin, buluşların akıl almaz sonuçlarını yâni “El Âlim”in ilmini gördükçe şaşırır, titrer, ve yüce yaratanın büyüklüğü karşısında bütün içtenliğiyle “ALLAHu Ekber!.” der…
Bazıları da târifsiz bir haz içinde yok olur da varlığı bulur ve nurlara gark olur; “Lâ Mevcûde illâLLAH!” der…
- Kur'ÂN’daki Âyetler indiği dönemde ve o coğrafyada yaşayanlara olduğu kadar günümüz İnsânlarına da prensipler ve modeller ortaya koymaktadır. O dönemden bu döneme doğru nitelik ve nicelikleri değişen objeleri benzeşim yönüyle düşünüp işlevleri günümüze uyarlamalıyız…
- Hz. Adem’den beri değişmeyen tek kavram “AŞk” dır…
- Ben beni SEViyordum, sonra SENi gördüm ve ben SENİ SEVdim, anladım ki SEN de beni SEViyordun, ama o da ne, gördüm ki SEN ->SENİ SEViyorsun… Âşık, Mâşuk olur Mâşuk ise Âşık… Bu AŞK nasıl bir şey ki ezel ebed vardır. O, tekdir O
- “OL!.” demişse Yüce MEVLÂ =>olmaz ->olmaz!.
- ALLAH, çok para verip azdırmasın, çok bilgi verip tozdurmasın!.
Resim
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

MAHBȖB-i HUDȂ..

ALLAH (celle celâlihu) “En-NûR” İsmi ile Hz. MuhaMMed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizde zuhur edip MuhaMMed’in NûRu ile tüm kȃinatı teçhiz etti, yarattı… Hiç bir mahlȗk o NûRdan ayrı olmadığına göre sende de var bende de var…
MuhaMMed’in NûRuyla yaratılmış, donatılmış güzel mü’min kardeşim, senden yansıyan da benden yansıyan da MuhaMMed’den bize intikal eden yüce ALLAH’ın NûRu değil mi?.
Ben ALLAH’ı SEVersem MuhaMMed’i, MuhaMMed’i SEVersem seni, seni SEVersem ALLAH’ı SEVmiş olmuyor muyum?.
Hadis-i şerifte ne diyor.: “Mü’min olmadıkça CeNNete giremezsiniz, birbirinizi SEVmedikçe de mü’min olamazsınız...”
Yâni ben mü’min isem mü’min kardeşimi SEVerim ki onda =>“MuhaMMed-i NûR” vardır, onda Yüce RABBimizin zuhuru söz konusudur…
Bu vesileyle ünlü Divân Şairimiz Nȃbi’nin bir beyiti aklıma düştü de anlatayım dedim;
Nabi hacca gittiği zaman Medine’ye yakın bir noktada mola veriliyor ve “Mescid-i Nebî” ye yaklaştığı için heyecânlanıyor, kalbindeki MuhaMMed-i NûR, kalemini aydınlatıyor ve Ravzaya yönelip şöylece başlayan bir nȃt yazıyor:

Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hudâ'dır bu!.
Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ'dır bu!.


(Sabah namazı için câmiye yöneldiklerinde müezzinin aynen bu beyti okuduğunu duyarak irkiliyor ve gidip soruyorlar. Müezzin.: “Gece rüyâmda Resûlullah’ı gördüm ve bana bunu okumamı söyledi” diyor…)
SEVgili mü’min kardeşim, Nȃbi Ravza-i Mutahhara’ya yaklaştığında ne gördü bilemem ama ben sende “Mahbȗb-î Hudȃ" yı görüyorum, “Nazargȃh-ı İlâhî” ye bakıyorum…

Sende parlayân “MuhaMMed-i NûR” gözlerimi kamaştırıyor…
Ben SENi SEViyorum, “Mahbȗb-i Hudȃ” yı SEViyorum..
Ben SENde MuhaMMed’i SEViyorum, “Mahbȗb-i Hudȃ”yı SEViyorum..
Ben MuhaMMed’de YÜCE ALLAH’ı SEViyorum…
“EDEB YA HU"
“Lȃ mevcûde illâ HU”


Resim

ELEST!.

Cenȃb-ı HAKk, ruhları yarattığı zaman, “e lestü bi-RABBiküm” buyurdu. Ruhlar da “belâ” diye cevap verdiler.
Elestü bi-RABBiküm, “Ben sizin RABBiniz değil miyim?” demektir. “Kalu Belâ” ise, “Evet [Sen bizim RABBimizsin] dediler” demektir. ( Türkçe olarak “Belâ” yerine “Belî” de denmektedir.)

Elimde okuduğum kitapta şöyle diyor : .. bütün ruhlar, “Elestü bi-RABBiküm” Makamından sonra, Kıyamet Gününe kadar, kendi kalıplarında raks ederler.: “Yüce RABBimi gördüm!” derler… (Muhyiddin İbn Arabi, Gavsiye Risâlesi.)

MuhaMMed Nuru’l- Arabî ise, bu bölümün şerhini şöyle yapıyor : .. Yâni “Elestü bi-RABBiküm” hitâbından duydukları haz ile bir an durmaksızın cümle ervȃh raks ederler. Bu hitâbın lezzetinden kendinden geçip yanarlar ki bu AŞk Ateşinin yakması dâimidir. Gördükleri, işittikleri güzellikler onları mest eder, neşelendirir, gönüllerinin ferahlanmasına yol açar ..

Aşağıda sunduğum şiiri tam anlayamamıştım, şimdi biraz anladım gibi…


Resim

GÖNLÜN FERAH EYLEMİŞ!.

Ulu RABBim semâdan NûRlar saçmış cihana,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..
Yüce Tanrım Dünyâda kulum demiş İnsâna,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..

Halife yapmış seni bu Dünyâya göndermiş,
BANA ibâdet eyle görevin budur demiş,
Akıl ile irade bir de AŞkını vermiş,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..

Aklını kullanarak doğru yolu bulursun,
Şeytâna uymaz isen iradeli olursun,
Hele AŞka düşersen yanarsın tutuşursun,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..

Zȃhirde bir kulsun sen niye Dünyâya geldin,
Bȃtında bir ruhsun sen beden elbise giydin,
AŞk için yaratıldın Âşık oldun titredin,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..

Sen kimsin ki “O” da kim aynada görünensin,
Zȃhirdeki HAKk’sın sen halk diye bilinensin,
Mâşuk kendine Âşık, Âşık denilen sensin,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..

Dost Emin'in kalbine nice güzellik vermiş,
Bir GüLünü buraya ödül diye göndermiş,
GüListâna gir, sen de, kokla GüLleri demiş,
İçin dışın NûRlanmış gönlün ferah eylemiş..


Bu Dünyâya gönderildiğimde benimle birlikte özümde o hitâb ile geldim ; “Elestü bi-RABBiküm? ”
Gözüm görmeye başladığında doğanın güzelliklerinde El- Musavvir’e hayran oldum, bitkileri, çiçekleri SEViyorken, kokluyorken, hayvanları okşuyorken, gözlüyorken, Ahsen-i takvîm olan İnsânları izliyorken hep içimdeydi o hitâb =>“E lestü bi-RABBiküm?”
Ya işittiklerim, o sesler, tizden pese her bestede değişik şekilde aynı terennüm değil miydi? Her ses, her müzik ruhumda o hitâbı titreştirip beni târifsiz hazlara ulaştırıyordu; Yine duyuyordum derinden =>“Elestü bi-RABBiküm?”
Yerden kaldırıp başımı gökyüzüne baktığımda o ihtişam neler fısıldıyor kulağıma, yine o hitâb değil mi =>“Elestü bi-RABBiküm?”
Ezelden beri içimi titreten RABBimin Sesini çeşitli boyutlarda işittim, içimi ferah eyledi buradaki güzellikler…
Benim gibi nice cânlı, cânsız tüm mahlȗkat tesbih eder, zikir eder ve kendi dillerince cevap verir =>“Beli” Sultânım =>RABBimizsin der…

Ezelde vurgun yiyen firak içinde inler,
Her an her yerde duyar RABBin Hitâbın dinler..


Yaşamak, hissetmek, duymaktır o Ezeli Sesi
Hatırla, dinle, duyacaksın RABBin ne dedi : =>“Elestü bi-RABBiküm?”
... Ve yanıtla kalbinden =>“Beli “ de hemen…


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Canım Kudret Elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki sizler imân etmedikçe =>CeNNete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de imân etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi SEVeceğiniz bir şey söyleyeyim mi? =>Aranızda SELÂMı yayınız!” buyurmuştur.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den; Müslim, Îmân 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mâce, Mukaddime 9, Edeb 11.)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
"Ve iz ehaze rabbüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin.: Kıyâmet Gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem Oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki.: “BEN sizin RABBiniz değil miyim?” (Onlar da), “Bilâkis/Evet” (buna) şâhid olduk, dediler.(A’râf 7/172)


Resim

ELEST..

Sanma ezelde, “Elest” ÂNdadır,
Senle birlikte, RABBin cÂN’dadır,
Uzakta bilme, yakınındadır,
“Beli” de hemen RABBin cÂN’dadır..

“Elest Bezmi” de şimdi burdadır,
Bunu bilmeyen aldanmadadır,
“Beli” demeyen yanar, nârdadır,
“Beli” de hemen RABBin cÂN’dadır..

RABBini bil sen, O cânındadır,
Zikret ve fikret, O yanındadır,
Dost Emin’im der “Elest” burdadır,
“Beli” de hemen RABBin cÂN’dadır..


ALLAH celle celâlihu.:
Resim

er RABB celle celâlihu.:
Resim

El Musavviru celle celâlihu.:
Resim

En Nûr celle celâlihu.:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
dostemin
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 573
Kayıt: 19 May 2007, 02:00

Re: GÖNÜL GÖZÜ

Mesaj gönderen dostemin »

Resim

PIRILTILARIX-

- Rüyâ güzelse nefis der ki hiç bitmesin, uyanma,
Dünyâ hoştur nefsin için, aldanırsın sakın kanma,
Hakikati görmek için uyan dostum aldanma,
Hakiki güzellik senin içinde, rüyâlarda görülür sanma…

- Her şey güzel her şey hoştur o didârı gören için,
Mȃsivâyı SEVmek boştur o Cemȃl’i SEVen için…

- İdrȃk arttıkça Yaratan büyür, büyür ve her yeri, her şeyi, her zerreyi kaplar ve sonunda her şey gider “Bir” şey kalır ki işte O, O’dur… İdrȃk eden edilenin içinde yok olur…

- Biyolojik yapıdaki DNA Zincirine benzer şekilde İnsânın mânevî yapısını da “esmâ” ların değişik birleşimleri oluşturuyor ve cüz’i irade ile DUÂlar mutasyon işlevi görüp kişiyi kemȃlȃta doğru ilerletiyor diye düşündüm, en doğrusunu ALLAH bilir…

- Şeytân bizi kandırmasın / Bir’i iki sandırmasın…
- Nefs-i Mutmâin olduysan eğer / Şerler dahi hayra döner…
- İnsân kendisinin eksik, noksan, muhtaç olduğunu gördükçe ALLAH’a yaklaşır. O'na bir adım giderse O ona on adım gelir. Onun için eksiğimizi bilelim ve muhtaç olduğumuz RABBimize DUÂ ile ibâdetle birer adım yaklaşalım…

- Fâtiha Sûresinin üstün özelliklerini târife hacet yok mȃlumunuzdur. Fâtiha’da kul olarak yalvarıp ALLAH’tan bizi “Sırat-ı Müstakim” e ulaştırmasını niyaz ediyoruz. “Sırat-ı Müstakim” öyle bir kavramdır veyâ ifâdedir ki, pek çok özelliği
ortaya koyuyor. Yâni “Sırat-ı Müstakim” ifâdesi içinde; sağlıklı bir ömür, helâl rızık, hastalığa şifâ, dertlere deva, borçlara edâ, güç ve kuvvet, sağlam hakiki imân, mânevî mertebeler, ALLAH’ın Rızası, Peygamberden şefâat ve hayırlı sona ulaşma ile v.b. olumlu şeyleri isteyebiliyoruz… Fâtiha her derde deva…

- Andolsun ki, cinlerden ve İnsânlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir. (7/179)
..Siz ve ALLAH'ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. (21/98)

Yukarıdaki âyetlerde cehennem için yaratılmış İnsânların olduğu açıkça belirtiliyor. Cehennem, İnsânın ceza olarak acı ve ızdırap çektiği ortamın adlandırmasıdır. Bu ortam Dünyâda da yaşanabilmekte olup, bize acı çektiren oluşumlarda etkin olan kötü İnsânlar bu görev için yaratılmışlar. ALLAH bizi doğru yoldan ayırmasın ve onları çevremizden uzak etsin, ȃmin…
(Aşağıda bu konuya ilişkin bir şiirim )

Kork İnsânın hayvanından, hayvan bile korkar ondan,
Vahşi odur vahşet ondan, kork İnsânın hayvanından..

İnsân sanma sen onu kılığı İnsân gibi,
Sûretine bakma sen sîreti hayvan gibi..

Zâlim odur zulüm ondan, yakar yıkar utanmadan,
Cehenneme yakıt ondan, kork İnsânın hayvanından…


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l- cinni ve’l- insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l- en’âmi BELHUM eDALLUn ulâike humu’l- gâfilûn (gâfilûne): Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalbleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. ONLAR HAYVANLAR GİBİDİR. HATTA DAHA ÇOK DALÂLETTE-dirler-Sapıktırlar.. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A’râf 7/179)

إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
Resim---“İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem (cehenneme), entum lehâ vâridûn (vâridûne).: Muhakkak ki siz ve sizin ALLAH'tan başka taptıklarınız, cehennem yakıtısınız (odunusunuz). Siz, ona girecek olanlarsınız.”(Enbiyâ 21/98)
Resim
Cevapla

“Dost Emin” sayfasına dön