ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA – 1987



Resim



Mukaddime!

Hocamın senelerce evvel yazılmış ve neşredilmemiş eserlerinden rica ederek küçük bir tomarını aldık.
"Hocam, bunları biz neşredeceğiz!." dediğimizde, boynunu bükerek.:
"Siz bilirsiniz!." dedi.
Biz de bunu izin bilerek, faydalı olur ümüdiyle, gönül gözü açık olanlara hediye ediyoruz.

Hazırlayanlar..




BAŞLARKEN...

Resim


Biz bu yazıları çok zahmetle topladık:
Hocamız'dan da şeceresi hakkında mâlumat niyaz ettik.
Dertlerini ve içini bir türlü dışarı vurmayan yüzü biraz başkalaştı buyurdu ki.:
"Ne şeceresi istiyorsunuz?
Şecere ağaç demektir.
Tohum ağaç olduktan sonra kaybolur.
Yukarı çıkar gölge verir, meyve verir, devâ olur.
Keserler, bir çok işlerde kullanırlar.
Yakarlar, ısınırlar birçok şeyler alırlar ondan insanlar.

Gizlenir toprak altına, ismine kök derler.
Gizli rızkını alır.
Su alır topraktan büyür gider.
Bir gün ömür bitti mi kurur, yıkılır gider, tekrar görünmez kaybolur.
Şeceremi istiyorsunuz.
Bu arzunuz görünüşte bana iltifat ve kıymet vermek demektir.
Halbuki benim için öyle değildir...
Şecerem herkesin olduğu gibi bir anne, bir babadan.
Hakk onlardan razı olsun, bizde insanlar arasına girdik.
Şeceremi ben unuttum.
Belki insanlar arasında bana kibir süsü verecek hâllere sebep olur.
Ben utanırım HAKktan...
Şecere ile medhedilmeyi veya zem' edilmesini!..
Anamın ismi, Şehvâr Hatun.
Babamın ismi, Ahmet Rasim Efendi.
Anamın anası, Pembe Hatun.
Anamın babası, Uzun Mehmet Efendi.
Babamın anası, Cevâhir Hatun. "Kafkasya'dan"
Babamın babası, Hacı Ali "Buhara'dan".
Anamın doğum yeri, Gümüşhane.
Babamın doğum yeri, Vakfıkebir.
Anamın ana tarafından büyük annesi, Gül Hatun veya halk arasındaki ismi "Evliya Kadın"
Türbesi Gümüşhane'nin Hedre Köyü'ndedir.

Netice: Rasim Efendi oğlu Şehvar Hatun'dan doğup, süt emen Hüseyin Münir işte şecerem bu...
Kur'ÂN öğreten.: Hâfız Nigar Hatun.
Hocam.: Ömer İnan Efendi Rahmetullahi Aleyh.
Vaaz ve Nasihatçım.: Annem Şehvâr Hatun.
Hepsinden HAKk razı olsun.
Nazım ve Nuriye isminde iki kardeşim küçükken, ben doğmadan ölmüşler.
Ağabeyim Hasan Kazım o da kırk yedi yaşında HAKk'a kavuştu.
En küçük evlâdları benim.
Hepsinden çok dünyada kalan da benim.
Annem seksenaltı, babam ellidört yaşında HAKk'a vardılar.

Netice.: ALLAH'ın kulu olmaya, Resûl'ün görünmeyen gölgesini takip etmeye ve ümmeti olmaya çabalayan biriyim!..
"

HAZIRLAYANLAR..
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12913
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA 1987



"YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKÎ
YAZILACAK SIRLARIN SONU.."

Bu risâlede yazılı olanlar, bir insanın diğerine öğreteceği şey değil...
Bu soruları az kişi sorar.
Cevabını da çok az kişi dinler.
Mukaddeme önsözümüz yoktur.
Kendisinde önsöz olanlara hitaptır.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın aklında.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini.
O perdelerin arkasından geldik arz üzerine.
Seyretmek için kendi kendimizi...

Bir gün gelecek, delip perdeyi arkasındakini görmek için...
"ER RASİHUNE Fİ'L- İLM"
Biz insanlara misaller söylüyoruz.
"Onları ilimde rasih olanlar anlar." "ÂYET".
Kur'ÂN'ın üç vârisi vardır.
Fâtır Sûresinde buyurulur.
Bu üç vâris kimdir?
Her önüne gelen Kur'ÂN vârisi değildir.
Hazreti Mûsâ Peygamber olduğu halde Hızır'dan ilm-i ledünn öğrendi. Kur'ÂN Âyetlerinin bir kısmı : Mecâzîdir. Temsilidir.
Enfüsî olanı vardır, Afakî olanı vardır.
Te'vile muhtaç olanı vardır.
Musa - Hızır hikâyesi, iki deniz ne demektir ?
Hızır kimdir.
İlm-i Ledünn ne demektir?
Kurumuş balığın dirilip suya atılması ne demektir?
Mi'râc nedir?
Kâbe Kavseyn nedir?
Namaz mü'minin mi'racıdır ne demektir?
Tevhid nedir?
Bunları milyonlarca müslümanlardan çok azı anlar.
ALLAH'ın İPİ'ne sarılınız. (3/103)
"VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİÂ" bu İP nedir?
Bunları Velâyet Sâhibi olanlar ciltlerle yazmışlardır.
Perdeli olarak...
Bugün bu kitaplardan uzaklaştık.
Kütüphânelerde güvelerle arkadaş, kendilerini kaybetmeye çalışıyorlar.
Bu hâl niçin böyledir.
Bu ne demektir?.
Zâhirî emirleri yapan Müslümandır.
Kemalât ->Tevhid ile olur.
"LÂ İLÂHE İLLALLAH" demek kolaydır.
"ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH" demek İrfÂN işidir.

Kur'ÂN-ı Kerîm'de insanın yaradılışı hakkında bir çok haberler olduğu gibi.
Terkib ve yaradılış malzemesi olarak da malûmat mevcuttur.
Bu âyet-i kerîmelerde üç esasın tecellîsi gizlidir :
1- ALLAH'ın Murad ve Arzusu.
2- ALLAH'ın Bildirdikleri.
3- ALLAH'ın Kudreti. Gücü.

Yaradılışta, mekânda bulunan malzeme olarak bildirilenler Şunlardır:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur. "Lav"
2-) Salsal.: Ateşte yoğrulmuş gibi sıcak kuru çamur.
Ateşte yoğrulmuş yani yanmış kızgın ve yek diğerine yapışmış kuru "maden kömürü yandıktan sonra yekdiğerine yapışmış gibi."
Lavın soğuması, suyunu kaybettikten sonra âdeta sünger manzarası almış gibi.
3-) Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4-) Turâb.: Bugünkü toprak.
Yani yukarda zikredilen safhaların sonunda zamanla intikale uğramış.
Münbit hâle gelmiş toprak...

Bu duruma göre bu devirde canlı ve nebâtat var demektir.

Bunlardan başka da şunlardan bahsedilmektedir.:
1-) Nutfe = Meni.
2-) Alaka = Pıhtılaşmış Kan. Burası çok mühimdir.
3-) Su = Min Maa.
4-) Tek Bir Can. MÎN NEFSİN VAHİDETÎN.
5-) Müsbet. Menfi. Dişi. Erkek "Zevceyn"

Şimdi bunların genişletilmesine geçelim.:

1-) "İZ KALE RABBÜKE Lİ'L- MELAİKETÎ İNNÎ HALİKUN BEŞEREN MİN TIYN"

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle buyurmuşlardı: "Gerçekten BEN, (süzme-özeme) çamurdan bir beşer yaratacağım." (Sâd 38/71)

"Cenâb-ı HAKk Meleklerine söyledi. Ben sıcak çamurdan insan yaratacağım!".
"ALLAH'ın Murad ve Arzusu." "İstikbâlde"
Burada "Tıyn" sıcak çamur.
Arz teşekkül ettiği zaman sıcaktı.
"Tıyn" Burada "Lav"'dır.
Bu âyette Murad vardır.
İstikbalde yaratacağım.
"Tıyn" de evvelden yaratılmış mânâsı vardır.
Tıyn mevcuttur.HAKk'ın KÛN Emriyle yoktan var olan Kâinâtta...
Aradan uzun yıllar geçti.
Tıyn değişti. Soğudu.
Arzın kabuğu husül buldu.
"Kant-Laplace" Nazâriyesi.
Mekânsızlıktaki oluşları, mekândaki zaman ölçüsüne vurduğumuz zaman, milyarlarca yıllar ortaya çıkar...
En basit olarak, elektrik ve ziyânın saniyedeki sürati üçyüzbin kilometredir.
Bunu mekânda zaman ölçüsü olarak bir an olan saniye ile ölçmek aczi derecesine düştüğümüzün, kimse farkında değildir.
Mekânda herşeyin, her varlığın, her maddenin bir oluş müddeti vardır. Dünyada her şey bu müddet ile mütalâa hududuna girer.

2-) "VE LAKAD HALAK NE'L- İNSANE MİN SALSALİN MİN HAME İN MESNÛN."
"İnsan Salsal'den halk "Edildi"
Neden halk edildiği bildiriliyor.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve le kad halakne’l- insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: Andolsun BİZ insanı balçıktan, şekil verilmiş öz çamurdan yarattık. (Topraktan süzülen gıdalardan oluşan meniyi insan vücudunun tohumu kıldık.)” (Hicir 15/26)

"HALAKA'L- İNSANE MİN SALSALİN KE'L- FEHHAR"
"Yaratacağım" Murad ve arzusunun haberi.

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“Halaka’l- insâne min salsâlin kel fehhâr (fehhâri).: (ALLAH) İnsanı (Hz. Âdem aleyhisselâm’ı, pişmiş çini ve çömlek hamuru gibi) süzme bir çamurdan yaratmıştır.” (Rahmân 55/14)

İnsanı ateşle yoğrulmuş gibi kuru çamurdan "Yarattı".
Çamuru halk etti ondan sonra yarattı.
Malzeme bildiriliyor. "Kudret"
Burada "Salsal" sıcak kuru çamur, "soğumuş lav".

3-) "HAME" biçim verilmiş, sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun karabalçıktan "Yarattık" "Kudret".

"MİN HAMEİN MESNÛN"
Arz teşekkül etmiş.
Her şeyin olabileceği bir kıvama gelmiştir.
İlk evvel bu devirde:
"HALAKA'L CANNE MİN MARİCİN MİN NÂR".

وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ
“Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin). Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin).: Cann’ı (cinnleri) de ’yalın-dumansız bir ateşten’ (enerji-elektrik cinsinden) yaratmıştır.” (Rahmân 55/15)

"Cini hâlis alevden yarattı"
Cinler insandan evvel halkedilmiştir.
İlk devrin iklimine uygun arzda, insan yaratıldığı zaman iklim değişmişti.
"HAME" teşekkül etti.
O zaman cinler görülmez oldu.
Buharın soğukta görünür, sıcakta görünmez olduğu gibi; vasat değiştiği için "NÂR" dan yaratılan görünmez oldu.

4-) KEMESELÎ ÂDEME HALAKAHÜ MÎN TÜRÂBIN.
Âdemi topraktan "Yarattığı" gibi.
"TURÂB" toprak.
Bugünkü toprak:..

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Şüphesiz, ALLAH katında İsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Ki onu topraktan yarattı, sonra ona "OL!" demesiyle o da hemen (ortaya çıkıp) meydana geldi. (Hz. İâa da ALLAH’ın dilemesiyle babasız oluşuverdi.)” (Âl-i İmrân 3/59)

Hülasa olarak:

1-) Tıyn.: Sıcak çamur “Lav”.
2-) Salsal.: Kum çamur. Kelfehhar : "Soğumuş Lav".
3-) Hame.: Karabalçık. Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara toprak.
4-) Turâb.: Toprak. Bugünkü toprak.
Bunlardan başka yaratılış malzemesinin cinsleri bildirildikten sonra harcı, içine giren diğer nesneler geliyor.

5-) SU.: Min mâ .
"VALLAHÜ HALAKA KÜLLE DÂBBETİN MİN MÂ "

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı (yürüyen, yüzen, sürünen bütün hayvanları) bir (damla) SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde hareket etmektedir. ALLAH, dilediğini (ve dilediği şekilde ve en uygun biçimde) yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.” (Nûr 24/45)

Her yaşayan mahlûku SUdan halk "Ettik". "Kudret"
Burada canlılık ifâde edilmektedir.

6- MİN NEFSİN VAHÎDETÎN.
Tek bir candan "Yarattı".

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Hz. Âdem’den) yaratan, ondan (onun vücudundan ve onu tamamlayan olarak) da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan RABBinizden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının. Ve (yine) Kendi (adı hürmetine), birbirinizle (ihtiyaçlarınızı) isteyip dilekleştiğiniz (ALLAH’tan) ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)

Eşini de ondan yaratmıştır.
Tek candan yarattı.
Ondan da eşini yarattı.
"Havva"yı demek isteniyor.
Eğe kemiği nazariyedir.
Kur'ÂNda "eğe kemiği" diye bir haber yoktur.
Bunun da sebebi vardır.
Ulemânın böyle demesinde de bir sırrı belki gizlemek içindir. Veyahut doğrudan doğruya doğru olmayan bir rivâyettir.
Hiç bir kıymeti de yoktur.

7-) Zevceyn.: Müsbet, Menfi. Dişi, Erkek.
"MİN KÜLLİ ŞEYİN HALAKNA ZEVCEYN"

وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ve BİZ, (insanlar dahil) her şeyi (dişili erkekli) iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz (diye bu bir ibret ve hikmettir.)” (Zâriyât 51/49)

Her şey çift yaratıldı.
Bütün bu âyetlerde HAKk'ın Murad ve arzusunun Kudretiyle her şeye kadir olduğu ifade edilmiştir.
Bütün bunlar HAKk'ın Güç ve Kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bütün bunlar da HAKk'ın görünüşüdür.
- Yaratacağım.
- Halk edildi.
- Yarattığı gibi.
- Şundan yarattı.

Bu lafızlara dikkat edilirse "İstikbalde"...
Malzeme yaratıldıktan sonra, ondan yarattı.
Nasıl ki şunlardan yarattığı gibi.
Onu da şundan yarattı...
Dünyanın birçok devirler geçirdiği hakikati bu âyetlerde gizlenmiştir.
Kün! emri ile esası yaratıldı.
Tekâmül etti.
O malzemeye teker teker şartlara bağlı "Kûn!" emirleri kendilerine verildi.
Bir "tohum" bütün bunları hâvi.
Malzemesi, cevheri her şeyi içinde gizli.
Kün emri de verilmiş.
"Şart, toprak, SU, hararet, bakım emre itaat."
"Emri hazırdır" yavaş yavaş o tohumda gizli "Kün Emrinin Muradı" ne ise ortaya çıkar.
Bir orman olur bakarsınız...
Her şey böyle, bir ahenk içinde kâinâtta...

Yarattığı şeyin devamı için onda bulunan cevherleri de.:

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.: (Oysa) Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) yapıldı, derken (ALLAH, onu) yarattı ve bir ’düzen içinde biçim verdi.” (Kıyâmet 75/37-38)

1-) Nütfe.: Meni. "ELEM YEKÜ NUTFETEN MlN MENİYYİN YÜMNA" (75/37)

2-) ALAKA .: Pıhtılaşmış Kan. "SÜMME KANE ALAKATEN FEHALAKA FESEVVA." (75/38)
İnsanın kendisi meni parçası değilmi idi? Sonra kan pıhtısı oldu. O da onu yarattı. Ondan erkek, dişi çiftler çıkar.
Müteakib yaratıya yardım mahlûklara yükletiliyor çok dikkat...

"HALAKA'L- İNSANE MiN ALÂK"
İnsanı kan pıhtısından yarattı. (96/2)

[/b]
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Halakal insâne min alak(alakın).: (Ki) O (Rabbin), insanı (ana rahmine yapışıp asılı duran bir hücre topluluğu olan embriyodan) alak’tan yaratandır.” (Alak 96/2)

Nutfe alaka'dan insanın türediği, bu âyetlere göre Âdem yaratıldıktan sonra insan neslinin nasıl teşekkül ettiği ifade edilmektedir.
Yani yaratma kudretinin kadın erkek perdesi altında mekânda zuhuru edilmiştir.
HAKk'ın kudretinin hudutsuz ve milyarlarca çeşitli olduğu tecellîleri gösterilmektedir.
HAKk'ın "Kün!" ol emri ile kâinât yoktan var olmuş felek nizama girmiş

SUda balıklar, karada ağaçlar, hayvanlar, havada kuşlar yaratılarak binlerce yıllarda süslendi her yer...
Melekler halkedildi...
Bugünkü ölçümüze sığmayan yıllar geçti...
Rakamlara vurulamayacak kadar yıllar...
Mekan düşüncesine göre.
HAKk'ın muradı böyle...

1- Tıyn.: Sıcak çamur "Lav"
2- Salsal.: Soğumuş kuru çamur. Kelfehhar Soğumuş "Lav".
3- Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4- Turab.: Bugünkü toprak.
5- Serâ.: Nemli Toprak...

Bu beş safhadan geçmiş binlerce sene sonra "Serâ" olan nemli toprakta her şey oldu.
Büyük ormanlar, çimenler, çiçekler, hayvanlar, kuşlar.
SUlarda binlerce çeşit balıklar, süslendi her yer...
İnsandan başkasının neden halk edildiği bildirilmemiştir.
"Yâni diğer mahlukların"
Burası çok mühimdir.
Melekler nurdan, cinnîler dumansız ateşten...

HAKk Cebraile bildirir :
Arz üzerinde " ... " Yerinin gölgesi olan falan noktadan bir avuç toprak al...
Cebrailin avucu nasıldır bilmiyoruz.
Yahut söyliyemiyoruz.
Cebrailin elinde toprak...
Arşımdan iki avuç SU al...
Arş neresi, nedir?
Bilinmez.
Söylenmez.
Belki söze gelmez de ondan söylenemez.
Cebrâilin elinde SU ile toprak yoğruluyor"İlâhî harç"
Cebraile emir çıkar :
«At "Serâ" yı!»
Parça parça çamurlar düşer...
Nereye ?
Söylenmesi yasak bir yere mekânda...
HAKk'ın esmâları, kudreti, güçleri tecellî eder.
Her bir parçada...
Bunlara.: «Toplan!» emri çıkar.
Toplanırlar parçalar bir anda...
İnsan şekli, insan mankeni teşekkül eder çamurdan...
Birden bire çamur değişir...
Milyonlarca hücre...
Milyonlarca doku.
HAKk'ın muradı ne ise öylece organlar, uzuvlar teşekkül eder biranda...
Bu parçaların toplanışı insan şeklinde olur.
Ondan dolayı.: "Ben insanı kendi sûretimde yarattım" buyrulur.
Esmâların toplanışı, muradın tecellîsi bu şekilde, insan şeklinde vücud bulur.
Kemikler, etler, sinirler, kan insanda ne varsa her şey...
Hay verilir.
Can gelir!.
Hücreler başlar çalışmağa.
HAKk'ın makinası!..

Kalkar bu manken insan ayakları üzerine...
HAKk'ın bu hünerinin sırrı ayaklarda tecellî eder.
Ayaklar, Allahın yaratma kudretinin en çok tecellî etliği uzuvlardır.
Ayak altı, Allahın insan vücudunda yarattığı en büyük sırrı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücuddaki her organın ayak altında bir merkezi vardır.
Ayaklarda sağ ve solda vücudun bütün uzuvlarının merkezleri vardır.
Bir çok hastalıklar ayak altından belli olur.
Eğer bilirsen...
Birden ruh nefhedilir.
İnsan Âdem olur.
O anda...
Nefhetmek : Üflemek mânâsına gelirse de değildir.
Nefh, işgal etmek, şûlelendirmek demektir.

Rûh Allahın, cesedde yaktığı bir şûledir.
Allah'tan parça değildir.
Allahın yaktığı şûle veya şemâ değildir. Olmaz.
Bu cümlede yanlış yoktur.
Çok düşün!
Tahlil et!
Allahın emriyle ruhun cesedde yaktığı şûledir.
Lemâ'dır.
Ruhu bilemeyiz.
Silkinir, Aksırır...
Vücudundan çamur parçaları dökülür.
Onlarda bir anda toplanırlar...
Yeşil renk alır.
Yakut olur...
Sonra bu da düşer arza...
Toprağın alındığı yere...
Artan toprak bu...
Bu ilâhî olay bir Cumâ günü olur.
Cumâ toplanma mânâsınadır.
Nuh zamanında bu yakut siyahlaşır.
Niçin?..
Onu bilsemde söylemem...
Hacerü’l- Esved işte bu...
Söz bu kadar...
O da insan gibi fânidir.
Bu laf üzerinde tefekkür et!..
O da bir gün insan gibi fâni olacak...
Bitecek, aşına aşına...
O zaman işte birazda sen düşün ne olacak.
Bittiği tükendiği zaman.
En son kalıntıyı Cebrail alacak...
Bu büyük İlâhî hâdise Âdemin yaradılışı Cumâ günü oldu dedik...
Bunun için Cumâ namazı erkeklere yalnız emrolunmuştur.
Daha çok ilâhî hâdiseler oldu ama...
Bilemeyiz. Söyliyemeyiz...
Âdeme secde ediliyor.
Tahiyyat secdesi tâzim için...
HAKk'ın kendi sûretindeki yani esmâlariyle süslü Âdemde tecellî eden HAKk'ın kudretlerine secde...
Bu secdenin mukabili de Cumâ günü Cumâ namazı işte...
Cemâatle kılınır.
Yalnız kılınmaz.
Tâzime mugayirdir.
Onun için Cumâ namazını özürsüz terk doğru değildir. Sebebini söylemiyorum.
İslâma, bilene hakaret etmiş olurum.
Kendinde tanımadığın çok ulvî kudsî bir dost taşıyorsun... Allah insanın “Görünmeyen kudret ve güçleriyle” içinde Âdemiyet Hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır.
Azdan da daha az...

Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Güçleriyle hazır ve nazırdır.
Bütün yaratıklar Allah'ın güçlerinin görünüşüdür.
Güçlerde HAKk'ın görünüşüdür.
Aslı her şey Allah'ta hazır ve nazırdır.
Allah'ın Arşını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Cebrailin bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuz'a dayalı bir bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullahın bilgisi gibi değildir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkan bulabilirler.
Levh-i Mahfuz nedir?
O uzun bir bahistir.
Onu da siz öğrenin, kütübhânelerde bunun hakkında binlerce kitab vardır…


KELİMELER :

Mukaddeme.: İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
Rasih.: (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
İlm-i ledünn.: İlm-i ledünn, garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Mecâzî.: Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
Murad.: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Lav.: Fr. Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
Salsal.: Kuru balçık. Kumla karışıp kurumuş olan balçık.
Tîn.: (C.: Etyân) Balçık.
Hame.: Uzun müddet SUile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.
Turab.: Toprak, toz.
Nutfe.: Duru ve sâfi SU. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş SU.
Meni.: Erkek veya dişinin bel SUyu. Döl SUyu. Nutfe. Sperma.
Alaka.: Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Zevceyn.: Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
İstikbal.: Ati, gelecek zaman.
Nazariye.: (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Cinnî.: Cinn taifesinden olan.
Manken.: Fr. Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
Uzuv.: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Nefh.: Üflemek, şişmek, üfürük.
Şûle.: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
Şemâ.: Işık, çıra. Nur.
Hacerü'l- Esved : (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir.
Fâni.: Muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, misâfir.
Hâdise.: (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber.
Tahiyyat.: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü).
Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Âdemiyet.: İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.

ÂYETLER ve HADİSLER :

EL RASİHUNE Fİ'L- İLM.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ver râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalblerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: "Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- ayetlere ise; Kur’an’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zâten temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)


VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİA.:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne). Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: (Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın İPİne (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resûlüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, ALLAH size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/103)

Kâbe Kavseyn nedir?.:

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Sonra (Resûlüllah’a) yaklaştı, "tedelli" edip (yukarıdan aşağıya kayarak, âfaktan enfüse) sarktı, (böylece Cebrâil, İlahî tecellî ve temsil sûretiyle görünüp ortaya çıktı.) Öyle ki "Kâbe Kavseyn" iki yay (parçasının) çakışması veya daha yakın (vaziyette aralarında iletişim ‘bilgi teması’) başladı.” (Necm 53/8-9)

ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH .: Ben şâdim ki Muhakkak sen Kendisinden başka ilâh olmayana ALLAH'sın.

Resim ---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teâlâ buyurdu ki : "Ben insanı kendi sûretimde yarattım"
(Buhari ve Müslim'den; Kudsi Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)

Resim ---Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi : Muhakkak Allah Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)

ÖNEMLİ BİR NOT.:

Değerli kardeşler,
Aziz Münir Hocamızın eserlerini hizmete sunarken asla içeriğine dokunulmamaktadır.
Sadece yazılım hataları varsa giderilmekte,
Âyetlerin Arapça, Türkçe, Meâl ve Numaraları gösterilmekte,
Hadislerin orjinali ve varsa tümü bulunup kaynak gösterilmekte,
Bir de gençlerimizin anlyamayacağı Osmanlıca kellimelerin anlamları konuların altında verilmektedir.
Bütün bunları, daha iyi anlaşılmayı kolaylaştırsın diye sunmaktayız..


İnşâllah BİZ Rıza buluruz..
MuhaMMedî Muhabbetlerimle...

Latif YILDIZ
Resim
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA 1987



"YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKÎ
YAZILACAK SIRLARIN SONU.."

Bu risâlede yazılı olanlar, bir insanın diğerine öğreteceği şey değil...
Bu soruları az kişi sorar.
Cevabını da çok az kişi dinler.
Mukaddeme önsözümüz yoktur.
Kendisinde önsöz olanlara hitaptır.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın aklında.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini.
O perdelerin arkasından geldik arz üzerine.
Seyretmek için kendi kendimizi...

Bir gün gelecek, delip perdeyi arkasındakini görmek için...
"ER RASİHUNE Fİ'L- İLM"
Biz insanlara misaller söylüyoruz.
"Onları ilimde rasih olanlar anlar." "ÂYET".
Kur'ÂN'ın üç vârisi vardır.
Fâtır Sûresinde buyurulur.
Bu üç vâris kimdir?
Her önüne gelen Kur'ÂN vârisi değildir.
Hazreti Mûsâ Peygamber olduğu halde Hızır'dan ilm-i ledünn öğrendi. Kur'ÂN Âyetlerinin bir kısmı : Mecâzîdir. Temsilidir.
Enfüsî olanı vardır, Afakî olanı vardır.
Te'vile muhtaç olanı vardır.
Musa - Hızır hikâyesi, iki deniz ne demektir ?
Hızır kimdir.
İlm-i Ledünn ne demektir?
Kurumuş balığın dirilip suya atılması ne demektir?
Mi'râc nedir?
Kâbe Kavseyn nedir?
Namaz mü'minin mi'racıdır ne demektir?
Tevhid nedir?
Bunları milyonlarca müslümanlardan çok azı anlar.
ALLAH'ın İPİ'ne sarılınız. (3/103)
"VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİÂ" bu İP nedir?
Bunları Velâyet Sâhibi olanlar ciltlerle yazmışlardır.
Perdeli olarak...
Bugün bu kitaplardan uzaklaştık.
Kütüphânelerde güvelerle arkadaş, kendilerini kaybetmeye çalışıyorlar.
Bu hâl niçin böyledir.
Bu ne demektir?.
Zâhirî emirleri yapan Müslümandır.
Kemalât ->Tevhid ile olur.
"LÂ İLÂHE İLLALLAH" demek kolaydır.
"ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH" demek İrfÂN işidir.

Kur'ÂN-ı Kerîm'de insanın yaradılışı hakkında bir çok haberler olduğu gibi.
Terkib ve yaradılış malzemesi olarak da malûmat mevcuttur.
Bu âyet-i kerîmelerde üç esasın tecellîsi gizlidir :
1- ALLAH'ın Murad ve Arzusu.
2- ALLAH'ın Bildirdikleri.
3- ALLAH'ın Kudreti. Gücü.

Yaradılışta, mekânda bulunan malzeme olarak bildirilenler Şunlardır:
1-) Tıyn.: Sıcak çamur. "Lav"
2-) Salsal.: Ateşte yoğrulmuş gibi sıcak kuru çamur.
Ateşte yoğrulmuş yani yanmış kızgın ve yek diğerine yapışmış kuru "maden kömürü yandıktan sonra yekdiğerine yapışmış gibi."
Lavın soğuması, suyunu kaybettikten sonra âdeta sünger manzarası almış gibi.
3-) Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4-) Turâb.: Bugünkü toprak.
Yani yukarda zikredilen safhaların sonunda zamanla intikale uğramış.
Münbit hâle gelmiş toprak...

Bu duruma göre bu devirde canlı ve nebâtat var demektir.

Bunlardan başka da şunlardan bahsedilmektedir.:
1-) Nutfe = Meni.
2-) Alaka = Pıhtılaşmış Kan. Burası çok mühimdir.
3-) Su = Min Maa.
4-) Tek Bir Can. MÎN NEFSİN VAHİDETÎN.
5-) Müsbet. Menfi. Dişi. Erkek "Zevceyn"

Şimdi bunların genişletilmesine geçelim.:

1-) "İZ KALE RABBÜKE Lİ'L- MELAİKETÎ İNNÎ HALİKUN BEŞEREN MİN TIYN"

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle buyurmuşlardı: "Gerçekten BEN, (süzme-özeme) çamurdan bir beşer yaratacağım." (Sâd 38/71)

"Cenâb-ı HAKk Meleklerine söyledi. Ben sıcak çamurdan insan yaratacağım!".
"ALLAH'ın Murad ve Arzusu." "İstikbâlde"
Burada "Tıyn" sıcak çamur.
Arz teşekkül ettiği zaman sıcaktı.
"Tıyn" Burada "Lav"'dır.
Bu âyette Murad vardır.
İstikbalde yaratacağım.
"Tıyn" de evvelden yaratılmış mânâsı vardır.
Tıyn mevcuttur.HAKk'ın KÛN Emriyle yoktan var olan Kâinâtta...
Aradan uzun yıllar geçti.
Tıyn değişti. Soğudu.
Arzın kabuğu husül buldu.
"Kant-Laplace" Nazâriyesi.
Mekânsızlıktaki oluşları, mekândaki zaman ölçüsüne vurduğumuz zaman, milyarlarca yıllar ortaya çıkar...
En basit olarak, elektrik ve ziyânın saniyedeki sürati üçyüzbin kilometredir.
Bunu mekânda zaman ölçüsü olarak bir an olan saniye ile ölçmek aczi derecesine düştüğümüzün, kimse farkında değildir.
Mekânda herşeyin, her varlığın, her maddenin bir oluş müddeti vardır. Dünyada her şey bu müddet ile mütalâa hududuna girer.

2-) "VE LAKAD HALAK NE'L- İNSANE MİN SALSALİN MİN HAME İN MESNÛN."
"İnsan Salsal'den halk "Edildi"
Neden halk edildiği bildiriliyor.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve le kad halakne’l- insâne min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: Andolsun BİZ insanı balçıktan, şekil verilmiş öz çamurdan yarattık. (Topraktan süzülen gıdalardan oluşan meniyi insan vücudunun tohumu kıldık.)” (Hicir 15/26)

"HALAKA'L- İNSANE MİN SALSALİN KE'L- FEHHAR"
"Yaratacağım" Murad ve arzusunun haberi.

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
“Halaka’l- insâne min salsâlin kel fehhâr (fehhâri).: (ALLAH) İnsanı (Hz. Âdem aleyhisselâm’ı, pişmiş çini ve çömlek hamuru gibi) süzme bir çamurdan yaratmıştır.” (Rahmân 55/14)

İnsanı ateşle yoğrulmuş gibi kuru çamurdan "Yarattı".
Çamuru halk etti ondan sonra yarattı.
Malzeme bildiriliyor. "Kudret"
Burada "Salsal" sıcak kuru çamur, "soğumuş lav".

3-) "HAME" biçim verilmiş, sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun karabalçıktan "Yarattık" "Kudret".

"MİN HAMEİN MESNÛN"
Arz teşekkül etmiş.
Her şeyin olabileceği bir kıvama gelmiştir.
İlk evvel bu devirde:
"HALAKA'L CANNE MİN MARİCİN MİN NÂR".

وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ
“Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin). Ve halaka’l- cânne min mâricin min nâr (nârin).: Cann’ı (cinnleri) de ’yalın-dumansız bir ateşten’ (enerji-elektrik cinsinden) yaratmıştır.” (Rahmân 55/15)

"Cini hâlis alevden yarattı"
Cinler insandan evvel halkedilmiştir.
İlk devrin iklimine uygun arzda, insan yaratıldığı zaman iklim değişmişti.
"HAME" teşekkül etti.
O zaman cinler görülmez oldu.
Buharın soğukta görünür, sıcakta görünmez olduğu gibi; vasat değiştiği için "NÂR" dan yaratılan görünmez oldu.

4-) KEMESELÎ ÂDEME HALAKAHÜ MÎN TÜRÂBIN.
Âdemi topraktan "Yarattığı" gibi.
"TURÂB" toprak.
Bugünkü toprak:..

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
“İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem (âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Şüphesiz, ALLAH katında İsâ’nın durumu Âdem’in durumu gibidir. Ki onu topraktan yarattı, sonra ona "OL!" demesiyle o da hemen (ortaya çıkıp) meydana geldi. (Hz. İâa da ALLAH’ın dilemesiyle babasız oluşuverdi.)” (Âl-i İmrân 3/59)

Hülasa olarak:

1-) Tıyn.: Sıcak çamur “Lav”.
2-) Salsal.: Kum çamur. Kelfehhar : "Soğumuş Lav".
3-) Hame.: Karabalçık. Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara toprak.
4-) Turâb.: Toprak. Bugünkü toprak.
Bunlardan başka yaratılış malzemesinin cinsleri bildirildikten sonra harcı, içine giren diğer nesneler geliyor.

5-) SU.: Min mâ .
"VALLAHÜ HALAKA KÜLLE DÂBBETİN MİN MÂ "

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih (batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn (ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’ (erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: ALLAH, her canlıyı (yürüyen, yüzen, sürünen bütün hayvanları) bir (damla) SUdan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde hareket etmektedir. ALLAH, dilediğini (ve dilediği şekilde ve en uygun biçimde) yaratır. Hiç şüphesiz ALLAH, her şeye güç yetirendir.” (Nûr 24/45)

Her yaşayan mahlûku SUdan halk "Ettik". "Kudret"
Burada canlılık ifâde edilmektedir.

6- MİN NEFSİN VAHÎDETÎN.
Tek bir candan "Yarattı".

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Yâ eyyuhân nâsuttekû RABBekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ (nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî ve’l- erhâm (erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ (rakîben).: Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten (Hz. Âdem’den) yaratan, ondan (onun vücudundan ve onu tamamlayan olarak) da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan RABBinizden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının. Ve (yine) Kendi (adı hürmetine), birbirinizle (ihtiyaçlarınızı) isteyip dilekleştiğiniz (ALLAH’tan) ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz ALLAH, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)

Eşini de ondan yaratmıştır.
Tek candan yarattı.
Ondan da eşini yarattı.
"Havva"yı demek isteniyor.
Eğe kemiği nazariyedir.
Kur'ÂNda "eğe kemiği" diye bir haber yoktur.
Bunun da sebebi vardır.
Ulemânın böyle demesinde de bir sırrı belki gizlemek içindir. Veyahut doğrudan doğruya doğru olmayan bir rivâyettir.
Hiç bir kıymeti de yoktur.

7-) Zevceyn.: Müsbet, Menfi. Dişi, Erkek.
"MİN KÜLLİ ŞEYİN HALAKNA ZEVCEYN"

وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Ve BİZ, (insanlar dahil) her şeyi (dişili erkekli) iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz (diye bu bir ibret ve hikmettir.)” (Zâriyât 51/49)

Her şey çift yaratıldı.
Bütün bu âyetlerde HAKk'ın Murad ve arzusunun Kudretiyle her şeye kadir olduğu ifade edilmiştir.
Bütün bunlar HAKk'ın Güç ve Kudretlerinin mekânda görünüşüdür.
Bütün bunlar da HAKk'ın görünüşüdür.
- Yaratacağım.
- Halk edildi.
- Yarattığı gibi.
- Şundan yarattı.

Bu lafızlara dikkat edilirse "İstikbalde"...
Malzeme yaratıldıktan sonra, ondan yarattı.
Nasıl ki şunlardan yarattığı gibi.
Onu da şundan yarattı...
Dünyanın birçok devirler geçirdiği hakikati bu âyetlerde gizlenmiştir.
Kün! emri ile esası yaratıldı.
Tekâmül etti.
O malzemeye teker teker şartlara bağlı "Kûn!" emirleri kendilerine verildi.
Bir "tohum" bütün bunları hâvi.
Malzemesi, cevheri her şeyi içinde gizli.
Kün emri de verilmiş.
"Şart, toprak, SU, hararet, bakım emre itaat."
"Emri hazırdır" yavaş yavaş o tohumda gizli "Kün Emrinin Muradı" ne ise ortaya çıkar.
Bir orman olur bakarsınız...
Her şey böyle, bir ahenk içinde kâinâtta...

Yarattığı şeyin devamı için onda bulunan cevherleri de.:

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.: (Oysa) Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) yapıldı, derken (ALLAH, onu) yarattı ve bir ’düzen içinde biçim verdi.” (Kıyâmet 75/37-38)

1-) Nütfe.: Meni. "ELEM YEKÜ NUTFETEN MlN MENİYYİN YÜMNA" (75/37)

2-) ALAKA .: Pıhtılaşmış Kan. "SÜMME KANE ALAKATEN FEHALAKA FESEVVA." (75/38)
İnsanın kendisi meni parçası değilmi idi? Sonra kan pıhtısı oldu. O da onu yarattı. Ondan erkek, dişi çiftler çıkar.
Müteakib yaratıya yardım mahlûklara yükletiliyor çok dikkat...

"HALAKA'L- İNSANE MiN ALÂK"
İnsanı kan pıhtısından yarattı. (96/2)

[/b]
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Halakal insâne min alak(alakın).: (Ki) O (Rabbin), insanı (ana rahmine yapışıp asılı duran bir hücre topluluğu olan embriyodan) alak’tan yaratandır.” (Alak 96/2)

Nutfe alaka'dan insanın türediği, bu âyetlere göre Âdem yaratıldıktan sonra insan neslinin nasıl teşekkül ettiği ifade edilmektedir.
Yani yaratma kudretinin kadın erkek perdesi altında mekânda zuhuru edilmiştir.
HAKk'ın kudretinin hudutsuz ve milyarlarca çeşitli olduğu tecellîleri gösterilmektedir.
HAKk'ın "Kün!" ol emri ile kâinât yoktan var olmuş felek nizama girmiş

SUda balıklar, karada ağaçlar, hayvanlar, havada kuşlar yaratılarak binlerce yıllarda süslendi her yer...
Melekler halkedildi...
Bugünkü ölçümüze sığmayan yıllar geçti...
Rakamlara vurulamayacak kadar yıllar...
Mekan düşüncesine göre.
HAKk'ın muradı böyle...

1- Tıyn.: Sıcak çamur "Lav"
2- Salsal.: Soğumuş kuru çamur. Kelfehhar Soğumuş "Lav".
3- Hame.: Sûretlenmiş neşv ü nemâya uygun kara balçık.
4- Turab.: Bugünkü toprak.
5- Serâ.: Nemli Toprak...

Bu beş safhadan geçmiş binlerce sene sonra "Serâ" olan nemli toprakta her şey oldu.
Büyük ormanlar, çimenler, çiçekler, hayvanlar, kuşlar.
SUlarda binlerce çeşit balıklar, süslendi her yer...
İnsandan başkasının neden halk edildiği bildirilmemiştir.
"Yâni diğer mahlukların"
Burası çok mühimdir.
Melekler nurdan, cinnîler dumansız ateşten...

HAKk Cebraile bildirir :
Arz üzerinde " ... " Yerinin gölgesi olan falan noktadan bir avuç toprak al...
Cebrailin avucu nasıldır bilmiyoruz.
Yahut söyliyemiyoruz.
Cebrailin elinde toprak...
Arşımdan iki avuç SU al...
Arş neresi, nedir?
Bilinmez.
Söylenmez.
Belki söze gelmez de ondan söylenemez.
Cebrâilin elinde SU ile toprak yoğruluyor"İlâhî harç"
Cebraile emir çıkar :
«At "Serâ" yı!»
Parça parça çamurlar düşer...
Nereye ?
Söylenmesi yasak bir yere mekânda...
HAKk'ın esmâları, kudreti, güçleri tecellî eder.
Her bir parçada...
Bunlara.: «Toplan!» emri çıkar.
Toplanırlar parçalar bir anda...
İnsan şekli, insan mankeni teşekkül eder çamurdan...
Birden bire çamur değişir...
Milyonlarca hücre...
Milyonlarca doku.
HAKk'ın muradı ne ise öylece organlar, uzuvlar teşekkül eder biranda...
Bu parçaların toplanışı insan şeklinde olur.
Ondan dolayı.: "Ben insanı kendi sûretimde yarattım" buyrulur.
Esmâların toplanışı, muradın tecellîsi bu şekilde, insan şeklinde vücud bulur.
Kemikler, etler, sinirler, kan insanda ne varsa her şey...
Hay verilir.
Can gelir!.
Hücreler başlar çalışmağa.
HAKk'ın makinası!..

Kalkar bu manken insan ayakları üzerine...
HAKk'ın bu hünerinin sırrı ayaklarda tecellî eder.
Ayaklar, Allahın yaratma kudretinin en çok tecellî etliği uzuvlardır.
Ayak altı, Allahın insan vücudunda yarattığı en büyük sırrı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücuddaki her organın ayak altında bir merkezi vardır.
Ayaklarda sağ ve solda vücudun bütün uzuvlarının merkezleri vardır.
Bir çok hastalıklar ayak altından belli olur.
Eğer bilirsen...
Birden ruh nefhedilir.
İnsan Âdem olur.
O anda...
Nefhetmek : Üflemek mânâsına gelirse de değildir.
Nefh, işgal etmek, şûlelendirmek demektir.

Rûh Allahın, cesedde yaktığı bir şûledir.
Allah'tan parça değildir.
Allahın yaktığı şûle veya şemâ değildir. Olmaz.
Bu cümlede yanlış yoktur.
Çok düşün!
Tahlil et!
Allahın emriyle ruhun cesedde yaktığı şûledir.
Lemâ'dır.
Ruhu bilemeyiz.
Silkinir, Aksırır...
Vücudundan çamur parçaları dökülür.
Onlarda bir anda toplanırlar...
Yeşil renk alır.
Yakut olur...
Sonra bu da düşer arza...
Toprağın alındığı yere...
Artan toprak bu...
Bu ilâhî olay bir Cumâ günü olur.
Cumâ toplanma mânâsınadır.
Nuh zamanında bu yakut siyahlaşır.
Niçin?..
Onu bilsemde söylemem...
Hacerü’l- Esved işte bu...
Söz bu kadar...
O da insan gibi fânidir.
Bu laf üzerinde tefekkür et!..
O da bir gün insan gibi fâni olacak...
Bitecek, aşına aşına...
O zaman işte birazda sen düşün ne olacak.
Bittiği tükendiği zaman.
En son kalıntıyı Cebrail alacak...
Bu büyük İlâhî hâdise Âdemin yaradılışı Cumâ günü oldu dedik...
Bunun için Cumâ namazı erkeklere yalnız emrolunmuştur.
Daha çok ilâhî hâdiseler oldu ama...
Bilemeyiz. Söyliyemeyiz...
Âdeme secde ediliyor.
Tahiyyat secdesi tâzim için...
HAKk'ın kendi sûretindeki yani esmâlariyle süslü Âdemde tecellî eden HAKk'ın kudretlerine secde...
Bu secdenin mukabili de Cumâ günü Cumâ namazı işte...
Cemâatle kılınır.
Yalnız kılınmaz.
Tâzime mugayirdir.
Onun için Cumâ namazını özürsüz terk doğru değildir. Sebebini söylemiyorum.
İslâma, bilene hakaret etmiş olurum.
Kendinde tanımadığın çok ulvî kudsî bir dost taşıyorsun... Allah insanın “Görünmeyen kudret ve güçleriyle” içinde Âdemiyet Hamulesine sarılmıştır.
Fakat bunu bilen çok azdır.
Azdan da daha az...

Cenâb-ı Allah her yerde hazır ve nazırdır.
Güçleriyle hazır ve nazırdır.
Bütün yaratıklar Allah'ın güçlerinin görünüşüdür.
Güçlerde HAKk'ın görünüşüdür.
Aslı her şey Allah'ta hazır ve nazırdır.
Allah'ın Arşını kimse bilmez.
Melekler bile bilmezler.
Cebrailin bilgisi de görmeye ait bir bilgi değildir.
Levh-i Mahfuz'a dayalı bir bilgidir.
Meleklerin bilgisi Resûlullahın bilgisi gibi değildir.
İnsanlar ancak maddî varlıkları incelemeye imkan bulabilirler.
Levh-i Mahfuz nedir?
O uzun bir bahistir.
Onu da siz öğrenin, kütübhânelerde bunun hakkında binlerce kitab vardır…


KELİMELER :

Mukaddeme.: İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi.
Rasih.: (C.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
İlm-i ledünn.: İlm-i ledünn, garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
Mecâzî.: Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi.
Murad.: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel.
Lav.: Fr. Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
Salsal.: Kuru balçık. Kumla karışıp kurumuş olan balçık.
Tîn.: (C.: Etyân) Balçık.
Hame.: Uzun müddet SUile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.
Turab.: Toprak, toz.
Nutfe.: Duru ve sâfi SU. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş SU.
Meni.: Erkek veya dişinin bel SUyu. Döl SUyu. Nutfe. Sperma.
Alaka.: Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.
Zevceyn.: Karı ile koca. Kadın ile erkek çift.
İstikbal.: Ati, gelecek zaman.
Nazariye.: (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler.
Mahluk.: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan.
Cinnî.: Cinn taifesinden olan.
Manken.: Fr. Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
Uzuv.: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Nefh.: Üflemek, şişmek, üfürük.
Şûle.: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
Şemâ.: Işık, çıra. Nur.
Hacerü'l- Esved : (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir.
Fâni.: Muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, misâfir.
Hâdise.: (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber.
Tahiyyat.: Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü).
Mukabil.: Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı.
Âdemiyet.: İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.
Hamule.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü.

ÂYETLER ve HADİSLER :

EL RASİHUNE Fİ'L- İLM.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ver râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Sana Kitabı-Kur’ÂN’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’ÂN’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem âyetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalblerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih âyetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak ALLAH bilir... İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: "Biz ona inandık, tümü RABBimizin katındandır" derler. (Ve müteşabih -kapalı- ayetlere ise; Kur’an’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zâten temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Âl-i İmrân 3/7)


VA'TESUMU Bİ HABLİLLAHİ CEMİA.:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin mine’n- nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne). Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: (Eğer gerçekten iman ediyorsanız) ALLAH’ın İPİne (Kur’ÂN hükümlerine) hepiniz birden (el birliği içinde) sımsıkı sarılın. (Sakın) Dağılıp ayrılmayın. Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın. Hani bir vakit sizler birbirinize düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. (Ümmet ve uhuvvet şuuruyla güç kazandınız.) Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, (Kur’an ve Resûlüllah sayesinde) oradan sizi kurtarmıştı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, ALLAH size ayetlerini böyle açıklamaktadır.” (Âl-i İmrân 3/103)

Kâbe Kavseyn nedir?.:

ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: Hani RABBin meleklere şöyle “Summe denâ fe tedellâ. Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Sonra (Resûlüllah’a) yaklaştı, "tedelli" edip (yukarıdan aşağıya kayarak, âfaktan enfüse) sarktı, (böylece Cebrâil, İlahî tecellî ve temsil sûretiyle görünüp ortaya çıktı.) Öyle ki "Kâbe Kavseyn" iki yay (parçasının) çakışması veya daha yakın (vaziyette aralarında iletişim ‘bilgi teması’) başladı.” (Necm 53/8-9)

ŞEHİDALLAHÜ İNNEKE LÂ İLAHE İLLALLAH .: Ben şâdim ki Muhakkak sen Kendisinden başka ilâh olmayana ALLAH'sın.

Resim ---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah Teâlâ buyurdu ki : "Ben insanı kendi sûretimde yarattım"
(Buhari ve Müslim'den; Kudsi Hadisler, C. 1, s.172, Madve Yayın., 1991-İstanbul)

Resim ---Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu: " İnnellahe haleke Ademe, ala suretihi : Muhakkak Allah Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı."
(Sadreddin Konevî, Hadis-i Erbain,12)

ÖNEMLİ BİR NOT.:

Değerli kardeşler,
Aziz Münir Hocamızın eserlerini hizmete sunarken asla içeriğine dokunulmamaktadır.
Sadece yazılım hataları varsa giderilmekte,
Âyetlerin Arapça, Türkçe, Meâl ve Numaraları gösterilmekte,
Hadislerin orjinali ve varsa tümü bulunup kaynak gösterilmekte,
Bir de gençlerimizin anlyamayacağı Osmanlıca kellimelerin anlamları konuların altında verilmektedir.
Bütün bunları, daha iyi anlaşılmayı kolaylaştırsın diye sunmaktayız..


İnşâllah BİZ Rıza buluruz..
MuhaMMedî Muhabbetlerimle...

Latif YILDIZ
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

SIRR

MÜNiR DERMAN
kaddesallahu SIRRahu


Şimdi yukarıda kısaca anlatılan ve akla dökülmesi güç olan ilâhî hâdiseyi dünya dekorunda bir nebze görelim.:
HAKk’ın Emriyle “Cebrâil” Âdemi yaratacağı toprağı “Turâb, Serâ” Kâbe’de bir noktadan almıştır.
İnsan mankeni yaratılmış, artan parçalar taş olmuş, yeşil yakut...
Sonra Hacerü’l- Esved...
O halde Hacerü’l- esved de Kâbe Toprağı’ndandır.

Kâbeyi ziyaret.: İnsanın ASLIna secdesidir
Hac, Medine'de Resûlü Ekremin son senelerinde emr olunmuştur.
630 Milâdî tarihinde Mekke feth edilmiştir.
Putlar Resûlü Ekrem tarafından kırılmıştır.
Ve Hac farzîyyeti başlamıştır.
632'de de Resûlü Ekrem son haccından sonra ceseden dünyadan ayrılmışlardır.
Senden artan parçalara şahadet için Hacerü’l- Esved’e el sürülür.
Hacerü’l- Esved öpülmez.
Melekler Âdemdeki Âdemîyyet Hamulesine secde etti, taşa değil...
Elini süren işâret parmağıyla sürer.
Ve kendi elini kendi öper.
Bu söze çok dikkat et aksini yapma!..

Yakutta, İnsan cesedinin terkibi vardır.
Kâbe Toprağı Özü... Hülâsası...
ARŞın SUyu’ndan bir zerre...

El sürmek.: Senden ona, ondan sana bir şey geçmesidir.
Eğer temiz isen Hacer’den sana gözle görülmez âdeta elektriki bir ”Proton diyelim” geçer.
İnsan o anda başka olur.
Binlerce sürülen ellerden belki bir iki kişi buna vâsıl olur.
Yakut hakkında hadisler vardır.: Boynunda yakut taşıyan veyâ yüzük şeklinde.
SUda gark olmaz. Boğulmaz.
Dil altına konursa “atş” susuzluğu giderir.
Üzerinde yakut taşıyan, cesedini daimâ abdestli bulunduracak...
Vücudunun esâsını bilenlerden isen, Abdestsiz ne kelâm, ne yemek, ne içme yapamazsın.
O zaman Hadisin doğruluğu ortaya çıkar.
Yoksa aksi doğru değildir fâide yerine zarar görürsün...

Yeşil yakut, kırmızı yakut, siyah yakut, damla yakut...
Dökme yapma, sentetik yakut, yakut değildir.
Hatta yakut diye uydurma yakut taklid ve bilmeden istihzâ olur.
Dikkat edin!..
Bu laflar soytarılık değildir.
Dökme yakut olursa da bu bir nevi insanın mührü mesâbesindedir.
Fakat mühür insan değildir.
İsim olarak kalır...

Havva topraktan yaratılmadı.
Âdem topraktan yaratılıp topraklıktan çıktıktan sonra Âdem'in “eğe kemiğinden” {... ) günü halkediliyor.
Fakat bu söz nazarîyedir.
Kur'ÂN’da “eğe kemiği” diye bir şey yoktur.
KADINın bu “eğe kemiğinden yaratıldı” sözü, Havva'nın halkı hususu bambaşka bir yaradılış olmalıdır ki bunda birçok sırlar ve güzellikler gizlidir.
Bu HAKk’ın Muradının en büyük SIRRıdır.
SIRR değildir amma...
Yine SIRRdır. Söylenemez. Kadrosundadır.
Bu SIRR’ın bir ucu İsâ'nın Hazreti Meryem'den babasız doğması, HAKk’ın Muradının başka şekildeki tecellîsinde gizlidir.
Bundan dolayı “Fadıl” KADINda erkekten 7 defa daha fazladır. Bu SIRRın gizlenmesi için Havva Anamızı şeytan kandırmış menedilen meyveyi yedirmiştir.
Şeytan niçin Âdemi kandırmadı da “Havva”yı kandırdı?
Bunda büyük bir SIRR vardır.
HAKk’ın Muradının âdeta bir kanunudur.
Şeytan Âdem’e secde etmedi.
Havva’ya secde mevzuu bahis değildir.
Havva'nın malzemesi başka.
Toprak değil...
Bazı kabahat gibi görünen şeyler bazı hakikatlerin örtülmesi içindir.
Yalan bundan dolayı İslâmda men’ edilmiştir.
Yalan haramdır.
Hatta şirktir. Niçin şirktir?
Yalan büyük bir meseledir.
Eğe kemiği sözü altında perdelenerek halkedilen Havva’ya hususî bir RûH nefhedilmiştir.
"TEK CANDAN"
"Nefsin Vahidetin"
Bu husus ruhtan ötürü :
"CENNET ANALARIN AYAĞININ ALTINA SERİLMİŞTİR"
Ve yine bu husus RûHtan ötürü analara süt verilmiştir.
"Ana göz yaşı" verilmiştir.
“HAYY TEZGÂHI verilmiştir.
Bazı ibâdetler bazı uzvî sebepler perdesi altına gizlenerek bağışlanmıştır.
Hayızlı KADINlara namaz bağışlanır.
Bu bağışlamada büyük bir SIRR gizlidir.
Hayız perdesi altında...
Hayızlı KADIN, hayzı bittikten sonra gusül yapar.
Bu gusül, cünüb guslü değildir.
Düşünmek gerek!
Cumâ Namazı KADINlara farz değildir.
KADINlardan imam olmaz.
Peygamber, Nebî olmaz...
HAKk’ın Perdelerinden mahremiyet.
Setr emrolunmuştur.
HAKk’ın en büyük yaratığı KADINdır.
Amma bunun ne olduğunu kimse idrak edememiştir.

İdrak eden de söylememiştir.
Söyliyemez de...

KADIN şeytandır.
KADIN insanı baştan çıkarır.
Bunlar lâkırdı değildir.
Hakikat değildir.
Zayıf kimselerin sözüdür.
Bunda da bir şey ifâde edilmektedir.
Rüyada bile Şeytan'ın temessül edemiyeceği nesneler şunlardır.
Bulut.
Su.
Horoz. Her horoz değildir. Muayyen bir cins horozdur.
Koç, koyun.
Siyah gül.
KADIN ve CeNNette Huri, Hazreti Havva, Hazreti Meryem ve Hazreti Fatma.
Resûlü Ekrem...
4 Büyük melek..

KADIN.: Şeytan işlerinin aksettirilmek istendiği bir aynadır.
O kadar...
KADINa şeytan denilemez...
Neyi sevelim Yâ Resûlullah?
"Namazı, namazı, namazı!.."
"Kimi sevelim Ya Resûlullah?"
"Ananı, Ananı, Ananı!.."
İşte muhterem sahabelerin Resûlullah'a sorup aldıkları Cevâb-ı Resûl. Bu...
3 defa söylemelerindeki M.:
ALLAH için,
Benim için,
Kendin için...

KADINlardan bundan dolayı “NEBÎPeygamber gönderilmemiştir.
HAKk’ın en büyük bol Şefkat Hissi KADINa verilmiştir.
Nebîlik muvakkattir.
KADINın işi ise muvakkat değildir.
HAKk’ın en büyük kıskandığı duygu da ona verdiği Ana Şefkatidir.
Hafaza Melekleri ana yolundan bahşolunur insanlara...
Zifafta erkeğin kılacağı iki rekat namaz bunun içindir.
Bu bahis çok derin SIRR Deryâsıdır. Uzundur.
Daha bildiğim kadar söylersem çıldırmak işten bile değildir.
KADINa eziyet edenin sonu hüsrândır.
Bunu unutma... O kadar!..

Resûlü Ekrem.: “Bana üç şey HAKk tarafından sevdirildi.”
“sevdim” demiyor "Sevdirildi" bunda ince, gizli bir emir ve mecburiyet vardır.
1- KADIN
2-Güzel koku
3- Gözümün NûRu namaz.
Bu basit bir söz değildir.
Düşünmek gerek!..

"Hayy Tezgâhı" olan KADINlar hayızdan kesildikten sonra çocuk yapamazlar.
Hayy Tezgâhı onlardan alınmıştır.
KADIN Vücudunda bulunan hormonlar artık tükenmiştir..

Burada bir şeyden bahsedeceğim :
Rahim Hastalıkları.
Çocuk düşürmelerde, gizli zinâlarda çok görülür.
Bütün hastalıkların manevî sebebleri vardır.
Bunun hakkında bir kitabımız vardır.
Merak edenler oraya müracaat edebilirler...

Bu hal KADINın yaratıldığı topraktan ayrı bir nesnenin sâfiyetine doğru gidiştir.
KADIN tamamiyle terkib itibariyle başkalaşmıştır.
Cesedî ve RûHî bir mücadele başlar ki hayatı temiz geçmemiş yani HAKk’ın Emirlerini ihmal etmiş veyâ KADINlık büyük kıymetini bilmeden hakir görmüşlerde çıldırmağa kadar giden adet kesimi krizleri geçirmeğe başlar.
Halbuki aksi olan KADINlarda cismanî bir NûR güzelliği ve sâfiyet ve ruhanî bir sükunet asaletine bürünür.

Kayın valide hikâyeleri, edebsizlikleri hayatında tövbesiz kalmış günahların kokuları ve tezâhürleridir.

KADINın semavî sâfiyet, asalet ve HAKk Katındaki kıymetini harab eden :
Dedikodu,
Olduğu gibi görünmemek,
Kendinde gizli ilâhî esmâları görmiyerek kıymetini zedelemek.
Hem cismanî hem ruhanî kıymetleri muhafaza edememek, bugünkü KADINlarda bu artık kalmamamıştır.

Aile geçimsizlikleri, hem erkek ve hem KADIN suçudur.
En büyük suç erkektedir.
Bugünkü erkek olsun, KADIN olsun, “ÎSLÂMI” “ asrın zihniyet ve ışığında değil; asrı, islâmın ışığında görerek hareket etmesi lazımdır.
İnancımız vardır!” sözü, hiç bir yönü ile hiçbir kıymet taşımaz.
İslâm demek.: HAKk’ın yarattığı güzellikleri muhafaza eden ve yaradılışı kanunları içinde devam ettiren derecedir.
"Bu Allah'ı bilmek demektir

İslâm KADINı İslâmdır.
Soytarı değildir.
Nenelerimizin yüzlerinde, hareketlerinde hiç bir günah gizlenemezdi.

KADINlardan imam olmaz.
Cumâ Namazı KADINlara farz değildir.
Bunların İlâhî Niçinleri vardır.
Hikmetinin SIRRını KADINlar bilseler secdeden başlarını kaldırmazlardı.
Erkekler bilseydi böyle KADINların ayaklarının altını öperlerdi.
"Ayak altı" nedir?
ALLAH'ın insan vücudunda yarattığı en büyük SIRRı âşikâr olduğu halde gizleyen uzuvdur.
Vücudda en mukaddes, vücudun uzvundan, başta geleni ayak altıdır.

Bir hadiste.: “Bir kimse anasının ayağının altını öperse CeNNetin eşiğini öpmüş olur.
Eşik kapıdaki giriş yeridir.
O halde CeNNette kapı var demektir.
Bu kapı nedir?
Eşik nedir?
Bunlar basit mânâdaki eşik değildir.
İlerde bunu izâh edeceğiz.
Hele biraz eşikte bekleyelim.
HAKk’ın en büyük SIRRı, eseri ANNEdir.
Ayağının altına sermiş CeNNeti...
Büyük ALLAH'ın büyük eseri ANNE...

ANNE olmak, bu SIRRa karşı KADINın hürmet ve tâzim ve âdeta ibâdetidir.
Sağ ve sol ayak tabanı, parmakların alt kısımları, topuk muhtelif hastalıkların arazını ince bir sûrette gösterdiği gibi haramları, günahları da yapıp yapmadığını gösteren HAKk’ın AYNASIdır.
Cesedde nefsin hareketini ve ceseddeki hastalıkları gösteren bir topografya haritası gibidir.

Mesh icâb ettiği zaman ayağın altı mesh edilmez.
Üstü meshedilir.
Bu da gönül gözü açık olana bir şey söyler ama kimse bilmez.
Merak etmez sebebini araştırmaz.
Bir parça meshten bahsedelim;
Mesh.: Bir yere temas etme mânâsına gelir.
Lens.: Bir yere değerek duyma.
Mesh.: İsim olarak ayağa giyilen yumuşak, bileğe kadar uzayan ayakkabı manânasındadır.
Şeriatta ise Mesh.: El ile sürme mânâsınadır.
Başa, ayağa mesh etme gibi.
Meshetme SU veyâ temiz TOPRAKla yapılır.
Abdest almada “BAŞINIZI MESHEDİN!” âyet emridir.
Abdestli bir kimse mesh giymiş ise abdest tazeliyeceği zaman mesh üzerine elini ıslatarak yalnız ayağının üstünü meshedebilir.
Altına lüzum yoktur.
Fakat abdestli olarak mesh giymiş bir kimse SU bulamadığı zaman teyemmüm yapacağı sırada meshini çıkarması lâzımdır.
Ayak altına da toprağı sürmesi lâzımdır.
Meshte SU ile meshedilir.
Ayak altına mesh yapılamaz.

Şâfiler niçin çıplak ayak namaz kılarlar.
Şâfilerde mesh yapılmaz, câiz değildir.
Bunlarda gelişi güzel bir iş değildir.
Sebebleri ve niçinleri vardır..

Hülâsa ALLAH, KADINı bambaşka yaratmıştır.
Vücud bakımından,
RûH bakımından,
Duygu bakımından,
Fazıl bakımından,
Uzuv bakımından,
Kan terkibi bakımından,
Vücud terkibinde bulunan madenî maddeler bakımından “NÛR-U RESÛLÜLLAH” anadan geçerek Resûlü Ekreme intikal etmiştir.
NûRun şerefi için ANNElere süt bahşedilmiştir.

Şefkat, tahammül ve bazı imtiyazlar da verilmiş gebelik zamanında...

KADINın ne kadar büyük makamda olduğunu bilse erkekler zevcelerinin ayaklarının altını öperlerdi.
Resûlüllah Huzurlarına giren hiç bir kimseye hatta Cebrâile bile kıyam etmezlerdi.
Hazreti Fatıma, huzura girdiği zaman derhal kıyam ederlerdi. KADIN Makamının kıymetini artık düşün!
Gâfil olma!.
Bu SIRR bu kıyamda gizlidir...

Şimdi “niçin?” diye soracaksın.
Merak edeceksin.
Öğrensen bile ne yapacaksın.
Sen ondan evvel yapılması gereken şeyleri yap da, sonra merakını gider.
"Merak etme" boş bir duygudur.
Ağzında bal taşıyan arının iğnesi de vardır onu unutma...

Hiç bir KADINın, ayağının altını CeheNNem ateşi yakmaz. KADINlara söylüyorum.
Ayağına temiz bak!
Tabii güzellik sırlarına hakaret etme, tırnaklarına hürmetli ol! Onları soytarılaştırma!
Söylediklerime dikkat et!
Söylemediklerimden kendine söz çıkarma!
Bunlar güç iş değildir.
HAKk’ın Emirlerini yerine getirmiyorsan hiç olmazsa cesedine hakaret etme!..

KADINı fuhşa sürükliyen erkektir.
Irzinâ geçen erkektir.
Bu gibiler tövbe etseler bile faide vermez...

Zinâ yapan KADIN recmedilir.
İslâmiyette KADIN katli yasaktır.
Ölüm cezâsı recimdir. Taşlamadır.
Bu çok büyük bir meseledir.
Recmedilen KADIN, İndi İlâhîde suçundan mağfur olur.
Ve cesedi azâb görmez.
Ceseden şehîddir.
Bu, KADINa HAKk tarafından verilmiş bir mertebeye bağlıdır.
KADIN topraktan veyâ eğe kemiğinden yaradılış rivâyetinden uzaktır.
"NEFSİN VAHİDETÎN" den yaratıldığının delilidir.
Yalnız KADIN recmedileceği zaman âdetli olmaması lâzımdır.
Eğer bunu tesbit etmeden yaparlarsa bütün günahı emir veren ve her kim taşlarsa ona aittir, azâbı vardır.
Hele emzikli küçük yavrusu veyâ hamile olana yapılırsa emir veren de taş atanda dinden çıkarlar.
Recm edeceklerin abdestli bulunmaları lâzımdır.
Erkeklerde başvuracak cellat abdestli olacaktır.
Aksi halde küfre giderler.
Çünkü bu emir HAKk’ın Emrini yerine getirmektir.
Farz ise, farzlar abdestsiz yapılamaz.
Hayvan kesenler, hamur yoğuranlar, ekmek yapanlar hepsi abdestli olarak işi yapmaları lazımdır.
Süt sağanlar buna dahildir.
Meme veren KADINların yavrularına abdestli olarak SÜT vermeleri muhakkak lâzımdır.

Her ne sûretle olursa olsun KADIN öldüren CeheNNemliktir. Burada dinsizlik mevzu bahis değildir.
KADIN öldürmek hele küçük kız öldürmek, küçük erkek öldürmekten daha beterdir.
Büluğdan evvel kız ve erkek, KADIN öldürmek İslâm Dininde tamamen yasaktır, haramdır, tövbesi ve affı yoktur.

Zinâ yapan erkek katledilir.
Cesedi kurtulur RûHu azâb görür.
"Recmedilen KADINın guslü yapılır. Cenâze Namazı kılınır." Erkeğin guslü yapılmaz Cenâze Namazı kılınmaz.
Resûlü Ekrem recmedilen bir KADINın Cenaze Namazını kıldı.
Hazreti Ömer itiraz etti de.:
"Ya Ömer o KADIN öyle bir tövbe etti ki bütün Medine halkına taksim edilse hepsine yeter!” buyurdular.

İslâmda, ceza tatbik edildikten sonra kin ve adavet göstermek haramdır.
Sevgi duygusu hakimdir.
İslâm ceza sisteminin gerçek RûHu budur işte.
Yetimdi kaldığı evde bir câriye ile zinâ yapan Muaz İbni Mâlik recmedildi.
Sahabelerden iki zât küfrettiler.
Resûlü Ekrem duydu. Ses çıkarmadılar.
Bir saat sonra yolda ölü bir eşek gördüler.
Bana falan sahabeyi çağırın!” diye buyurdular.
Sahabeler geldi.
Resûlü Ekrem.: “Şu ölü eşek etini yiyin!” diye emretti.
Sahabeler.: “Yâ Resûlullah bu yenir mi?” dediler.
"Demin recmedilen arkadaşınızın ırzına küfrettiniz, o söz bu eti yemekten daha kötüdür!" buyurdular.
"O, öyle bir tövbe etti ki şimdi CeNNet Irmaklarında yıkanmaktadır!.
Recmedilen KADINa yakından Halit İbni Velid büyük bir taş atarak başına vurdu.
Halide kan sıçradı.
Halid küfretti.
Resûlüllah.: “Hele dur bakalım o KADIN öyle bir tövbe etti ki bir şâki yapsa bütün günahları affolunur!

Hazreti Havva’nın SIRRını, Hazreti Meryem’in erkeksiz İsâ’yı doğurmasında HAKk gizlemiştir.
Hazreti Âdem ve Havva arza indikten sonra cinsî olarak birleşmişlerdir.:
Habil, Kabil isimli iki evladları olmuş, en son evladı da “ŞİT” dir ki ilk Peygamber “Şit”tir.
Habil’in öldürülmesi neticesi Cenâb-ı ALLAH, Âdem’e “Hubbetullah” mânâsına gelen “Şit”i ihsan etmiştir.
Şit ilk peygamberdir, kendisine tesbih ve tehlil gelmiştir.
Ebu Kubeys Dağında Hazreti Âdem’in yanında metfundur.
Habil ve Kabilden sonra Havva’nın, Âdemle birleşmeden Hazreti Meryem’in İsâ’yı doğurduğu gibi “Eklimya” ve “Lebuda” İsimli iki kızı olmuştur.
Kabil’e küçük kız Lebuda.
Habil’e büyük kız Eklimya verilmiştir.
Eklimya çok güzeldir.
Kabil Habil’i öldürür.
Eklim’yayı almak için...

Yukarda bahsettiğimiz gibi.:
İnsan tıyn, salsal, kelfahhar, hame, turâb'dan malzeme olarak halkedildi.
Bu Âdem...
İlk insan...
Sonra Nutfe, alâka'dan yaratma yardım malzemesi alarak İnsana verildi.

Hazreti Havva ise "NEFSİN VAHİDETİN" tek candan halkedildi. Âdem’in yaratılma malzemesinden değil Havva’nın ki...
Sonra her şey canlı cansız, zevceyn yaratıldı.
İlk evvelden...

Müsbet, menfi iki zıt element birleşti.
Bu zıtlardan bir âhenk ortaya çıktı.
Bu zıtlara yek diğerine karşı bir incizâb, bir sevgi, bir yakınlık yek diğerine kaynaşıp bir varlık husule getirme kudreti verildi...

Maddî taraftan cesedî bir incizâb başlar.
Küçülür, küçülür gözle görülmez hale gelir.
Orada bilmediğimiz yani müsbet ve menfi elementlerin, nesnelerin birleştiği yerde bir canlılık başlar.
Büyür, tekrar görünür canlılık RûHî Tezâhür şeklinde görünür.
Erkek KADINı gördüğü zaman, diğeriyle uzvî bir istek yek diğerine karşı duyarlar.
Yanaşırlar, sevişirler, koklaşırlar sonra vücudları yek diğeriyle birleşir.
Maddî görünen taraftan RûHî bir Hazza giderler.
O sırada kendilerinden görünmez maddî bir şey ayrılır... Boşanırlar...
Görünmeyen parçalar birleşir.
İki zıttan bir âhenk yaparlar.
Kendilerine benzer bir yavru taslağı olmağa başlar.
Nutfe”, “Alâka” bunların birleşmesi neticesi bir "NEFSİN VAHİDETİN" tek bir candan husule gelir...

Hazreti Âdem’den sonra Hazreti Havva toprak, topraktan çıktıktan sonra başka bir terkib ve malzeme ile yaratılıyor.
Âdem’in terkibini taşıyan erkek, erkeğin terkibini taşıyan KADINla devam ettiriliyor.
İnsanın nesli murad olunan zamana kadar...
Erkek ölünceye kadar nutfesi devam ediyor.
Yumurta husule getirecek KADIN ise muayyen bir zamana kadar...
Bunların hikmeti ve SIRRı bu son sözde gizlenmiştir.
Gizletilmiştir.
HAKk tarafından...

Her SIRRın akıl hududuna, tefekkür perdesine getirilmesini Cenâb-ı HAKk hiç bir yaratığa vermemiştir.
Yalnız bir tek mübârek insan müstesna...
O da bunu söylemek iznini HAKk’tan almamıştır.
O’na selâm olsun.
O da Resûlü Ekremdir...

Cimâ ve birleşme cesede aittir.
Yaradılış malzemesi toprak olup, toprak topraktan çıktıktan sonraki erkek...
Aslı toprak olmayan yani ilk malzemesi “tek bir can” olan KADIN...
Bu ikisinin, iki zıttın birleşmesi...
Bu birleşmede cesedin duyduğu zevki RûH, bir telezzüz şeklinde hisseder.
Zevk” başkadır.
Telezzüz” başkadır.
Aynı mânâ ve duygu değildir.
Bu kelimelerden bir çok inceliklerle iç âlemin kapıları aralanır. Amma düşünebilirsen...
Zevk ->Cesede aittir, Telezzüz ->RûHa aittir.

Cünüb olan ceseddir.
Erkek cünüb olur.
KADIN cünüb hâle sokulur.
Rüyada cimâ yapan ihtilam olmuştur.
Cesede aittir ihtilam..
Fakat ihtilam başka türlü bir cünüblüktür.
Birinde uyanık iken bilerek cesed vücudu nefis yardımıyla cünüb olmaya getirir.
İhtilamda ise, RûH yardımıyla cesed ihtilam olur.
Fark arada büyüktür.
Cünüb olana gusül lâzımdır.
RûHunu cesedinden ayıran insan rüyâda ihtilam olmaz.
Bu çok zor bir iş ve güçtür.
Ancak başkasının himmet ve nazariyle mümkündür.
Veyâhut bilinmeyen bir Tevfiki İlâhîdir; O kula...
Çok ihtilam olmak uzvî bir rahatsızlık telakki edilirse de manevî bir sebebin tesiri altında çok iyi bir şey de değildir... Günah değildir, fakat ehemmiyet verilmeyecek bir durum da değildir.
Fazla açıklayamam.

Bazı hayvanların kızanlık devri vardır, ondan başka zamanlarda cimâ yapmazlar...
Veyâ yapamazlar.
Kediler, köpekler, kurtlar ve bir çok hayvanlar...

Kediler yazın başlangıcı, köpekler yaz, kurt kışın, iklimlere göre bu değişebilir.

Soğuk, mutedil, sıcak iklimlerde bu husus başka başkadır.
Sıcak bölgelerde birleşme fazladır.
Büluğ erkendir.

Soğuk ülkelerde mıntıkalarda büluğ geçtir.
Cimâ hissi azdır.
Eskimo KADINları altı ay âdet görmezler.
Bunun uzvî bir sebebi olduğu gibi bunun altında manevî bir sebeb gizlenmiştir.

İnsanlarda, bir devrede KADIN hayızdan kesilir.
Genel olarak erkeklerde de kudret zayıflamaya başlar veyâ kesilir.
Yani cimâ devri sonra gebelik.
Sonra olgunluk...
Ihtiyarlık...

Buğday olgunlaşır.
Bir tanede hem erkek hem dişi nüvesi mevcuttur.
Toprağa girdiği zaman çoğalmak için büyür.
Tekrar nesil bırakır.
Dünyada her nebat, ağaç, meyve her şey “zevceyn”dir.
Kuşlar, böcekler, balıklar hepsi aynı gözle görülmeyen mikroplar bile.
Atomlar da müsbet ve menfi, dişi ve erkek demektir...
Yalnız bir mahlûkun dişi-erkeği yoktur “İpek Böceği" ...

Eşlerini hor görüp onlara hakaret eden, dayak atan, eziyet eden erkekler bitmeyen hesaba çekileceklerdir.
Ne dinden olurlarsa olsunlar.
İster fâsık, ister münkir olsun, bu hesap hususî bir hesaptır, istisnası toz kadar bile yoktur.
Tövbesi de yoktur.
Ancak KADIN erkeğinin haberi olmadan sessiz, sözsüz hakkını helâl ettiğini kimseye bildirmeden ALLAH’tan istemesi şartı ile belki erkek bu hesaptan o da ucuz kurtulur.

Kim olursa olsun Cenâb-ı HAKk CeNNetini ANAların ayağının altına sermiştir.
Yukardaki hesapta KADINın Âdem gibi topraktan değil başka bir şeyden yaratılması dolayısıyla ona hakaret vardır.
Bu Nesne “NEFSİN VAHIDETÎN” dir.
O nedir bilir misin?...
Söylersem insan derhal çıldırır.
Onun için delilik bizde kalsın da söylemeyelim.
Doğrusunu ALLAH bilir...

Eğer bizim, deliliğimize biraz iştirak etmek murad ve arzunuz varsa ki muhakkak olacak; dediklerimi dinle! Söylemediklerimden kendine söz çıkarma!
Şu sözleri düşün.:
Şeytan niçin Havva’yı kandırdı, Âdemi kandırmadı?
Çünkü şeytan Âdem’e secde etmemişti.
Şeytan Melektir.
Havva ile secde meselesi yoktur.
Şeytan HAKk’ın Emrinden çıkamaz.
Emir olmadan CeNNete de giremez.
Cenâb-ı HAKk’ın bir Muradı bu..
Bilemeyiz.

Havva topraktan yaratılmadığından onu kandırdı.
Secde etmediği Âdemle işi kalmadı.
Şeytanın arası yok Âdem ile.
Bu da bir SIRRdır.
“KADIN şeytandır.” diye bir söz vardır.
Şeytanın Âdem’e secde etmediğine sebeb HAKk’ın Muradıdır. Emirdir bu...

Yapacağı işleri KADIN AYNAsında aksettirdiğinden KADINa şeytan sözü ortaya çıkmıştır.
Tamamıyla yanlıştır..
Hatta böyle söylemek bile doğru değildir.
Sözle çizilmiş şu resme bak.:
Uzun boy.
Nârin mütenâsib vücud.
Beyâz ten.
Siyah uzun saçlar...
İri siyah gözlü.
Sâkin ve yavaş konuşur.
Düzgün cümlelerle.
Okuma ve yazma bilir.
Şâirdi.
Karanlıkta her yer NûR içinde kalırdı.
Yere kuvvetle basarak yürürlerdi..

Resûlü Ekrem, Cebrâile bile kıyam etmezdi.
Yalnız O’na, huzurlarına girdiği zaman kıyam ederlerdi.
Bu, kendisinden bir parça olan Hazreti Fatıma’dır.
Bütün KADINların Hatunluk SIRRı onda dünya yüzünde görülmüştür.
HAKk şefaatine nâil eyleye!..
"EHL-i Beyt" O'ndandır.
O’nun devamıdır.
EHL-i Beyt'i sevmek Fatıma’yı sevmektir...
İşte O’na benzemeye çalışan islâm KADINının ANAsının ayağı altındadır CeNNet.
Hadisin manâsı budur...

Burada başka bir bahiste izâh edilecek bir mesele vardır. İnsanın bir müsbet RûHu.
Bir de menfi maddî yaradılış tarafı vardır.
Menfi tarafla mücâdele edilmez.
Maddî tabiat kanunlarına tabi ve bağlıdır.
Erkeklerde sakal bıyık vardır.
KADINlarda yoktur.
Erkeklerde genel olarak saç dökülmesi vardır.
Bıyık, sakal dökülmesi yoktur.
KADINlarda saç dökülmesi genel olarak yoktur.
Bu husus yaratılıştaki ayrılığın neticesidir.
Ve bir şey ifade ve isbat etmektedir.

Hastalık, menfi tarafa, maddî cesede arız olan hallerdir.
Bu da sezilemeyen âhenkten ayrılma neticesidir.
Bu da mikrop, hastalık perdesi ile gizlenmiştir.
Müsbet tarafın burada nizama bilerek veyâ bilmeyerek karşı durmasıdır ki bu bilirsiniz idrakî güç bir isyandır.

Cenâb-ı ALLAH, insanın neden ve nasıl halk edildiğini bildirmiştir.
Hayvanların, nebâtların cümlesinin nasıl ve neden halk edildiğini bildirmemiştir.
Meleklerin NûRdan, cinnilerin dumansız ateşten halk ediidiği bildirilmiştir.
Ve ilk hayatın suda başladığı ve balıkların halk edildiği de bildirilmiştir.
Fakat neden ve nasıl halk edildiği hakkında bilgi yoktur.
Bu bilgisizlik insanları nazariyeler kurmaya götürmüştür.
Fennî, ilmî birçok hakikatlar ortaya çıkarılmıştır.
Bunların hepsinin böyle oluşlarının sebebleri ve niçinleri vardır.
Bunlar buzlu cam arkasında buğulu olarak bilinmektedir.
Fakat asıl niçin ve sebeb malûmdur.
Başka bir bahiste bunlar bilgi hududumuz dahilinde izâh edilecektir.

Bu kitabda “Sorma, söyliyemem, söylenemez!” lafları bazı yerlerde geçmiştir.
Bunun mânâsı şudur.
Bilgisizlik değildir.
Söylenenlerden şüphe edilirse söylenen şeye töhmet edilmiş olur.
HAKk’a karşı hürmetsizliktir.
İnanılmayan bir şeye yalan isnad edilmiş olur.
Bunu söyleyen de töhmet altında kalır.
Küfür ve isyana girmiş olur.

Öyle şeyler meseleler vardır ki :
İnanılmadığı takdirde insan kâfir olur.
Yani bilmeden ALLAH’ın varlığını inkar etmiş duruma düşer.
Kur'ÂN’ın bildirdiklerine inanmayan kâfir olur.
Bir kısmına inanıp da bir kısmına aklî itiraz bile insanı kâfir yapar.
Bir emri yapmamak başkadır.
Böyle şey olmaz demek başkadır.
HAKk’ın Emirlerini yapmıyor.
Fakat bazı emirleri yapmak şartı ile inanıyorsa kâfir olmaz.
Efendim bizim inancımız vardır amma yapamıyoruz.
Baloya gider, içki içer, kumar oynar, plaja çıplak girer, bunların hepsi küfürdedir.
Gusül yapıyorlarsa bunlara kâfir denemez.

Fakat gusül yapmıyorlarsa İslâm değildirler.
Kâfirdirler. Yani küfürdedirler demektir.
Bunlar bilmeden tamamiyle inkârdadırlar.
Ne söylerse söylesinler...

Tırnak büyütmek, boya sürmek, saç boyamak asıl rengini değiştirerek.
Erkeklerde dahil, hele erkeklerde saç boyamak tamamiyle haramdır.
KADINın çıplak gezmesi, plaja gitmesi, islâm âdeti olmadığı gibi o kimseye de helâl değildir.
Haramdır.
Küfürde olana haram, helâl diye zâten bir şey yoktur...

Dünya ve nefsî kayıtlarından kurtulmaya çalış.
O zaman CeNNet ve CeheNNem kayıtları da kalmaz.
Geride ne kalır bilir misin?
Bir parça çamur.
Çamurdan yaratılan aslına döner.
RûH, ALLAH’ın Emir Cümlesindendir.
ALLAH’tan gelmiştir.
ALLAH’a dönecektir.
Günahkârların CeheNNem azâbından kurtulmaları için yapılan şefâat bir parça çamur içindir.
Çamuru tekrar çamur olmadan temiz tutmaya çalış.
Bu çamuru muhafaza için Resûl’ün Sünnetlerinden ayrılma!..
Haram demek, Resûlullahın Sünnetleri’nden ayrılmadır.

Resim ---Resûlü Ekrem Ali'ye.: "Sen Fatıma'nın kölesi ol ki, o da senin câriyen olsun!"
Resûlü Ekrem Fatıma'ya.: "Sen Ali'nin câriyesi ol ki, o da senin kölen olsun!" buyurmuştur.
İşte İslâm Âilesinin düsturu budur.

Resim

Resim

Yakut.: Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı.
Vâsıl.: Ulaşan, erişen, kavuşan. HAKk’a vâsıl olan.
Atş.: Susuzluk. Susama.
Fâdıl.: Fazilet sâhibi. Üstün kimse.
Men.: Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek.
Tezgâh : f. Dokuma âleti.
Cünüb.: Cen3abetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid.
Setr.: (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Setr.: (Setir) Örtme, kapama, gizleme.
Hayz.: Hayız. (C.: Hiyaz) KADINlara mahsus aybaşı. KADINın âdet hâli. Böyle bir KADINa hayize denir. (KADINı döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veyâ çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o KADINın "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir KADIN, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.)
Uzvî.: (Uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik.
Gusül.: Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir
Mahremiyet.: Gizlilik. Mahrem olma hali.
Temessül.: Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Şefkat.: Başkasının kederiyle alâkalanmak, acıyarak sevmek. Yardıma, sevgiye muhtaç olanlara karşılıksız olarak merhamet ve sevgiyle yardıma koşmak. Karşılıksız, sâfi, ivazsız sevgi beslemek
Zifaf.: Gerdeğe girmek. Gerdek.
İ’tibar.: (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veyâ sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticarette söz veyâ imzaya olan itimad.
İhmal.: Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etme
Sâfiyet.: Saflık, hâlislik, temizlik.
Tâzim.: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât HAKkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
Araz.: İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet.
Mesh.: El sürme. * Silme. * Abdest alırken başı ıslâk temiz el ile sığamak. * Taramak.
Câiz.: Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veyâ akit.
Recm.: Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek.
İnd.: Arapçada zaman veyâ mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir.
İncizab.: Cezbedilme, çekilme.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler.
Telezzüz.: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
İhtilam.: Uyurken cenabet olmak, düş azmak. Ergenlik.
Cimâ.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Nazar.: Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce.
Ehemmiyet.: Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.
Mutedil.: Yavaş ve mülâyim. Ne pek az, ne pek çok olan. Orta hâlli. İtidalli.
Mıntıka.: (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.
Âdet.: KADINı aybaşı hayzı görmesi, aylık kanama olması.
Mütenâsib.: Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
Nârin.: f. İnce, zayıf, nazik.


Resim

BAŞINIZI MESHEDİN!” âyet emridir :


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُوا مَاء فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Resim --- "Ya eyyühellezine amenu iza kuntüm ile’s- salati fağsilu vücuheküm ve eydiyeküm ile’l- merafiki vemsehu bi ruusiküm ve ercüleküm ilel ka'beyn ve in küntüm cünüben fettahheru ve in küntüm merda ev alâ seferin ev cae ehadüm minküm mine’l- ğaiti ev lamestümün nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saiydan tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydiküm minh ma yüridüllahü li yec'ale aleyküm min haraciv ve lakiy yüridü li yütahhiraküm ve li yütimme ni'metehu aleyküm lealleküm teşkürun.: Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüb oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvâletten gelirse, yahut da KADINlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. ALLAH size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Mâide 5/6)

Resim

"CENNET ANALARIN AYAĞININ ALTINA SERİLMİŞTİR"
Resim ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CeNNet ANAların ayakları altındadır!”
(Es-Siracu'l-Münir: 2/217)




M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

SIRR-ı SU

MÜNiR DERMAN
kaddesallahu SIRRahu



Kâinâtta ne varsa, ALLAH'ın Kudret ve GüçLeri'nin görünüşüdür. "Her şey ALLAH’ı tesbih ediyor durmadan. Siz bunu göremezsiniz.”

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
“Tusebbihu lehu’s semâvâtu’s seb’u vel ardu ve men fîhinn (fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûren).: Yedi gök, yer ve bunların içindekiler, (hepsi ve her şey) O’nu tesbih edip durmaktadır. O’nu övgüyle tesbih etmeyen ve hamdini yerine getirmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz onların (yerdeki ve gökteki bütün varlıkların) tesbihlerini (ALLAH’ın emri ve takdiri ile hareket ettiklerini, onların kendilerine mahsus ibâdet, zikir ve hizmetlerini gafletiniz sebebiyle) anlayamazsınız. Gerçekten O Halîm (çok müsamahalı ve yumuşak tavırlıdır), Gafûr (Bağışlayıcıdır).” (İsrâ 17/44)

Bütün bu görünüş ve kudretler de HAKk’ın görünüşüdür. Burada tesbih demek, durmadan muayyen bir intizam içinde kaynaşma demektir ki herşeyin aslını teşkil eden Atom Âlemidir.
Değişmeyen bir nizam ve kanun halinde bu tesbih devamlıdır.

HAKk Güçleriyle her yerde hazır ve nazırdır. Her şeyi muhittir. Kaplamıştır.”
Her şey yerde ve semâlarda ALLAH’ın Azîz Ve Hâkim olduğunu durmadan tesbih ediyor....
Atomların kaynaşmaları HAKk’ın Varlığını isbat ediyor, haykırıyor.
İlim ve Fen bu güçlerdeki değişmeyen kanunları bulmuş.
Her türlü Fen Dalı ortaya çıkmıştır.
Bunlardan da keşifler, icâdlar bulunmuştur.
Ay'a gitmeye kadar.
Değişmeyen kanunların güç ve kudretleriyle...

Fizik, kimya, mekanik, kâinâttaki işleme, oluş kanunlarının değişmeyen neticeleri bunların hepsi...
SU.: Hidrojen ve Oksijenden ibârettir.
Kimya bunu ortaya çıkardı.

Câzibe Kanunu, Fizik ve bütün buna bağlı oluşlar, buluşlar, bunların inceliklerini, sırlarını matematik yardımıyla hesap ederek ortaya çıkarıldı Aklın acz içine gireceği noktalara kadar matematik ile varıldı...

Bu hesapların bulduğu neticelere harfiyyen riâyet edilerek icâd edilen vasıtalar harekete geçirildi.
Ve Ay’a kadar varıldı.
Hiç şaşmadan, matematiğin buluşlarına hürmet, HAKk’ın Kudretlerinin değişmeyen kanunlarına hürmet demektir...
Bir elektrik enerji kaynağından gelen görülmeyen enerjiyi hararet, ziyâ, güç haline getirmek için onun usul ve kanunu üzere ona kati riâyet edilmesi gerekir.
Aksi olmaz.
Nasıl bir düğmeyi çevirerek o enerjiden elde edilen kudretle bir makineyi harekete geçiriyoruz.
Biz burada hareketi temin için bir vasıta oluyoruz.
O enerji, biz değiliz...
Bizim elimiz onu harekete geçirdi.
Bu işte, iyi örnek, o düğmeye târif ve usûlü üzere dokunmak kâidelere bağlı olmak demektir.
Ceryana el süremezsiniz.
Yanarsınız veya sarsılırsınız..

Kuru el az, yaş el daha çok tehlikeye ma’ruzdur.
Düğmeye basmak.: Enerjiyi harekete geçirmek için bir emirdir.
OL!.” demektir.
Kapamak “OLma!. Dur!” demektir değil mi?...
Evet mi? Soruyorum.
Evet!.
O halde dinle.:
Bir fabrikada makinaları işletmek için şarteli açmak lâzımdır. Bu bir nevi elektrik enerjisinin makinalara gelmesine emir vermektir.
Fakat o enerji asıl elektrik merkezinden geliyor.
Siz yalnız bunu açıyorsunuz.
Vücûd Makinasındaki bütün, kudret HAKk’ın Güçlerinden geliyor.
Onu edeble, usûlü üzere çevirmek, için düğmeye basmak HAKk’ın İsmiyle olur.
BeSMeLe, yani "OL!" "KûN!" emri budur.
Sendeki kudretin harekete geçirilmesi için HAKk’ın İsmini anmak lâzımdır.
Makinaya temiz bakılır, yağı, yakıtı en iyi cinsten temin edilir değil mi?
Evet aksi makina bozulur... Değil mi?.
O halde.
Evet!
Yine dinle.:
Sana iş gören makinaya nasıl bu hususlara dikkat ederek bakıyorsan, vücûduna da öyle bakacaksın.
“Falan marka yağ en iyisidir.
Falan marka yakıt en iyisidir!”
diyorsun...
Onları daima arıyorsun.
O halde...
Daha sözüm yok, aklın var uzun uzun düşün bakalım nereye varacaksın...
Bugünkü insanlar eskilere nazaran daha çok;
Evinin boyasına, perdesine, mobilyasına, elbisesine, konforuna musluğuna, helâsına, banyosuna baktığı kadar kendine bakmıyor...
Geçmişin sahifelerini çevirin.
Hor gördüğün geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın...

İslâmda.: BeSMeLe "KÛN!" Emrinin yâni "OL!" Emrinin anahtarıdır.
Şartelidir.

BeSMeLe.: Âyettir.:
“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r rahmâni’r rahîm.”

إِنَّهُ مِن سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
“İnnehu min suleymâne ve innehu bismillâhi’r rahmâni’r rahîm (rahîmi).: "Bu mektup (peygamber) Süleyman’dandır ve Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır." (Neml 27/30)

Kur'ÂN-ı Kerîm =>ALLAH Kelâmı, abdestsiz okunamadığı gibi BeSMeLe de abdestsiz söylenemez.
Kur’ÂN arapça değildir.
ALLAH'çadır.
Kafana itiraz etme arzusu getirme.
Böyledir.
Bugün BeSMeLe ciklet gibi olmuştur.
Bu durumda BeSMeLeden fayda göremezsin...
Çünkü düğmeye tam basmazsan zil çalmaz.

Cikletten bir fayda bekleme.
Çenen yorulur.
Geviş, getirmek insanlara ait değildir.

Hırsızlık ve taklid de doğru değildir.
Her işte HAKk’ın verdiği enerjiyi kullanmak için BeSMeLe lâzımdır.
Bunu da söylemek için abdest lâzımdır.
“Abdestsiz: Yeme. İçme. kelâm etme” diyoruz!
Sen HAKk’ın güçlerinin Naib Makinasısın...
O’na lâzım malzemeyi O’nun İsmini anmadan yani "OL!." diye bilmek için...
Abdest alırken: Zihnen, dili kıpırdatmadan söyle...

Gidâ.: HAKk’ın Ni’meti "Binimeti Rabbike Fehaddis" (Duha 93/11)

İçme.: SU’dan halkedildik. "Vecealna Minel Mâi Küllî Şeyin Hay"
(Enbiyâ 21/30)

Kelâm: Sen "Kul"sun.
Kul =>ALLAH Namı’na konuşan demektir.
Kur’ÂN-ı Kerîm’de "Kul" ->HAKk’ın Namına söyle demektir.
Söz vahyin devamıdır.
Güzel sözler lâzım, çirkinler değil...
Hudud dışı sözler vardır. Bilmeden söylenmiştir.
Mesnevîde, Mevlüdde Fakat bunların hepsinin ne Hazreti Mevlânâ’dan ne de Süleyman Çelebî'den çıktığına kâni değilim...
Bu büyük insanlardan sonra Yahudi Parmağı ile kitaplarına sokulmuştur.
Bu hal hiç yorulmadan isbat edilir...
Müstehcen Hikâyeler, Müzik, Azrail'e fenâ görevler yükletilmesi..

Hakiki BeSMeLe ile.:
Deniz yarılmıştır.
Ölüler diriltilmiş.
Ay ikiye ayrılmıştır.
HAKk’ın Kudretlerinin insandan suduru,
HAKk’ın İzniyle "KûN!" lâfzı kullanmakla olmuştur..

DUÂ nedir?
Hakiki DUÂ kabul olunur.
Buna şüphe etmeyin...
DUÂ HAKk’ın sende bulunan kudretleriyle HAKk’a dönmek.
HAKk’a ilticâ etmektir.
Hakiki DUÂ yapmazsan kabul olmadığı gibi küfür derecesine iner.
Dikkat buyrulursa Resûlü Ekrem.: "Bana selâvat getirmeden niyazlar yerine çıkmaz" buyurmuştur...
"Ben onları seçerim. Sizin bir yanlışlık ve isyan hududuna girmemeniz için." Bir nevi sansür oluyor..
Çünkü "Ben ahlâkı tamamlamak için "Rahmetenlilalemîn" olarak gönderildim!" demişlerdir.
O halde dediklerimiz doğrudur.

Hülâsa.: BeSMeLe, Âyet-i Kerimedir.
Abdestsiz Âyet-i Kerime okunmaz.
O halde abdestli gez, abdestsiz konuşma, yeme, içme, böyle olan insan Hazreti İnsandır.
O kimse yeryüzünde ALLAH'ın görünür gücü gibidir.
BeSMeLe.: "B, S , M , L, He"
Bi İsmi Muhakkak o İsimle demektir.
"O İsim ile" Her şeyde O vardır demek değildir; Dikkat edin!..
Her şey O'ndandır.
O'ndan zuhur etmiştir.
Zuhur eden ne varsa O yaratmıştır.
O'nun zâhir teceilisidir.
Her şey O'nundur.
Her şeyin başlangıcı O dur.
Ben de O'nun yarattığı bir kulum!..
Her hareketim O'ndan.
Ben de her hareketime her işime O'nunla birlikte başlarım.
Ben O'ndan ayrı değilim.
Zâten hiç bir şey O'ndan ayrı olamaz...

Beni serbest bıraktığı, bana cüz'i bir irade verdiği için, ben gurur duymam.
Ben O'nun yarattığı bir mahlukum, O'nun arzu ve isteği ile şükran ve hamdimi bildirmek için her işime O'nun ismiyle başlarım.
O'nunla beraber başlarım...

Çünkü ben, O'ndan bir parça, bir zerreyim.
Bir motorun kendisi işlemez, onu işleten içine giren benzindir.
Ateş alır, gaz olur, kuvvet ve enerji olur.
Motoru işletir.
Vüçudda bir motordur.
Onu işleten HAKk’ın verdiği ve ondan bir zerre olan, onun emrinden olan RûHtur.
RÛH ölmez.
Bütün bunlar rızık perdesinin altına gizlenmiştir.
Onlar da bir çok perdeler altına gizlenmiştir

"LEN TERANİ.: BENi göremezsin!" dedi.
"LEN ERA.: BEN görünmem!" demedi.
Ondan olan RÛH hiçbir vakit ona saldırmaz!
RÛH, ALLAH'ı idrak edecek kabiliyet ve kudrette yaratılmıştır.
İnkâr edenlere şaşmamak mümkün değil.
Onlar akıl ile bu hüsrana düşmüşlerdir.

Aklın ötesinde, aklın durduğu hududdan sonra HAKk’ı idrak hududu başlar.
Bütün kâinât, HAKkın güçlerinin, kudretlerinin görünüşüdür. Bu güçler de HAKk’ın görünüşüdür.
Perdeler vardır insanın gözünde.
Perdeler vardır insanın kulağında.
Perdeler vardır insanın akıl ve idrâkinde.
Merak etme bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik arz üzerine, seyretmek için kendi kendimizi...

Buraları mantık ile zedeleme.
Bunlar aklın hududu dışındadırlar.
Bu gibi şeyleri akıl ve mantık ile çarpıştırmadan kabul etmek lâzımdır.
Mantık demek bir işte akıl kadrosuna sokmak için bu işte pürüz varmı yok muyu bulma meleke ve usulüdür.
Mantık dünyadaki ruhî ve maddî ahengin içinde anlayamadıklarımızı anlamağa çalışırken lâzım olan aklın bir klavuzudur.
Bir mıknatıs ile çekmek gibi.
Fakat yalancıları değil de hakikatları çekme.
Yalancılar ortada kalır...

Buralarda felsefe ve metafizik tepinmeye başlar.
Bunun gibi düşünceler.: İnsanı meçhul ve mevhum hiçbir yerden alır ve hiç bir şeye götüren yolların klavuzu ve haritasıdır.

1-) Bismillah.
2-) Bismillahi ALLAHu Ekber.
3-) Bismi yâ Rahmân.
4-) Bismi yâ Rahîm.
5-) Bismillahi Hal’iku Ekber.
6-) Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm.
7-) Euzurbillahimine’ş-şeytaniracim Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm..


Kul eûzu bi rabbi’l- felâk ve,
Kul eûzu bi rabbi’n- nâs..

İki sûrede Medine’de nâzil olmuştur.

"VALLÂH. BÎLLAH.

"O, ALLAH var ya bütün sonsuz kâinâtı muhittir."
“Şah damarımdan bana daha yakîn olan O’nda, erir ve yok olurum. O’nunla birlikte söylerim ki!”
demektir.
Bu aynı zamanda en büyük yemindir.
Ve aynı zamanda çok tehlikeli bir lâfızdır.
Çok müslümanlar bu lâfzı ağızlarından eksik etmezler.
Büyük gaflet içindedirler.
Küfre insanı sokar hatta haberi olmadan insan kâfir olur.
Bütün BeSMeLelerin zamanı nerelerde söyleneceğine geçmeden evvel şunları söylemek isteriz.
Bunların bir kısmı.:
1-) Yalnız söyleyenin kendi işitmesi, başkasının işitmemesi gerekenleri vardır. Yalnız dil oynatmak ve kendi kendine söylemek.
2-) Başkasının duyması gerekenleri vardır.
3-) Tamamiyle gizli söylenenleri vardır.
4-) BeSMeLe HAKk’ın.: “KÜN!. OL!” Emrinin Anahtarıdır.

"BeSMeLesiz İşlerde Hayır Yoktur!” hadis-i şerif.

Yani o işte HAKk’ın İzni alınmamıştır.
Düşünülürse BeSMeLesiz başlayan her iş ve harekette HAKk’ı unutmak gizlidir.
Bunun altında da çok ince tehlikeli inkâr saklıdır.
Amma bu “AZîM” denilen müsamaha, HAKk’ın hoş görme hududu içindedir.
Fakat bu da incelerin incesi bir hududdur.
Akla gelip de fiili, hareki ve söze intikal etmiyen düşüncelere verilen isimdir.
“AZîM” böyle bilinmelidir.
İslâm Dini çok ince bir Dindir ve ALLAH'ın İndinde en makbul bir Dindir.
Âyet-i Kerime ile HAKk bunu bildirmiştir..

"BeSMeLe, abdestsiz iken kat'iyen sesli söylenmez."

BİSMİLLAH.:
Abdestsiz söylenebilir ve kimse duymamalıdır.
İçten söylenecek ve fakat dil oynatılacak sessiz bile olsa dili oynatmak dil ile ikrâr demektir.
Abdestli iken sesli duyulacak sûrette söylenir.
Niçinleri var: Abdestsiz kimse “Nâs” dır.
Lâalettayin bir insandır.
İmânı izhâr için kendi kendinde gizli insan demektir.
Abdestli insan “MÜ’MİN” dir.
Âdemîyyetini izhâr ve kendi kendine tasdik için sesli duyulacak sûrette söyler"
Abdest alacağın zaman sesli olarak:
“Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim” SUya daha dokunmadan evvel söylenir.
Eller yıkanır, ağıza SU verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken “Bismillah” söylenir.
Yâni SUya temas ettiği zaman...

Teyemmümde hepsi sessiz ve zihnen Bismillah...
Gusülde "sessiz" “Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim. Bismillah.”
Bu BeSMeLe SUya hürmeten cesedin söyleyişidir.
Cimâ’da, başlarken “Sessiz” “Euzubillahimine’ş-şeytani’r-racim”

Gusülde evvelâ abdest alınır.
Sonra ağız ve burun 3 er defa yıkanır bu farzdır.
Abdestte ağız ve burun yıkamak sünnettir.
Gusülde ağız yıkamağa "MAZMAZA" denir.
Bu olmadan gusül olmaz.
Sonra başından aşağı SU dökülür.
Bu cesedin bir nevi istiğfarıdır.
Sonra sağ omuzdan, sonra sol omuzdan SU dökülür.

Bunlar “Hafaza Meleklerinin” tekrar sana yanaşmasının ve gusül yaptığının şahâdetidir.
Cimâ’da Hafaza Melekleri ve bütün haramlarda içkide, kumarda, zinâda çekilirler, onların çekildiği zaman insan mü’min değildir. Kâfirlerde, münkirlerde münâfıklarda Hafaza Melekleri çekilirler.

"Zinâ yapan o anda mü’min değildir" Hadis-i Serif.
Kadın olsun erkek olsun...

Hafaza Meleklerinin çekilmesi, HAKk’ın Rahmetinin hududsuz olduğunu ilândır.
Kul tövbeye gitsin diye.
Livata yapanlar küfürdedirler. Tövbeleri makbul değildir.
Av yaparken, abdestli olmak, Kurşun atarken veya hayvan ile avlarken, şahini salarken Bismillah.
Balık avlarken ağı veya oltayı atarken abdestli Bismillah...
Hayvan keserken, abdestli olmak lâzımdır.
Sesli başkasının ve hayvanın duyacağı şekilde.: “Bismillah ALLAHu Ekber!.” “ALLAH” sessiz söylenecek.
“Ben Bunu Yapmıyorum!.” demektir

Abdestsizken yemek yersen “TUZ” ile başla.
Ve sesli olarak “Bismillah” de.
TUZ ile başla. Ve sesli olarak “Bismillah!” de.
TUZ ile değilse sessiz söyle.
Sebebini de sorma..
Abdestli iken de TUZ ile başlamak ve TUZ ile bitirmek İYİdir ve Sünnetir.
Abdestli yemek yemek, en doğrusudur.
“İYİ” dir, Sözünü İslâm lügatında; “çirkindir, fenâdır, iyidir” kelimelerinin anlaşıldığı mânâ değildir.
İYİdir.: “Bunda HAKk’ın Rızası var” demektir.
Sünnet, Sünnet-i Resûl demektir..

SU içerken iş bambaşkadır.
Abdestsiz olarak yalvarırım SU içmeyin.
Sebebini de merak edip sormayın!..
SUyu mümkünse oturarak, çökerek için.:
"Bismillah yâ Rahmân!." deyin.
İçtikten sonra da.: “Ve Cealnâ Mine’l- Mai Külle Şeyin Hay” diyerek.: “Elhamdülillah Yâ Vâcid!” söyleyin...

"Sıcak ve soğuk SUya, yemeğe üfürmeyin (soğutmak için.)" Hadisi Şeriftir.
Üfürmekte nimete karşı ince bir hakaret ve hürmetsizlik gizlidir.
Bunu söyleyemem sebebi çok mühimdir, söyleneni yaparsanız iyi olur. Sözümüz o kadar...
Resûlü Ekrem'in bazı hadislerinde emir gizlidir.
“Yapınız!.”
Bazılarında da ihtiyarî bırakılmıştır.
İhtiyara bırakmakda da büyük bir şey gizlidir.
Bu sebep bilinirse o Hadisin bildirdiği şey insana âdeta farz olur.
Terki, insanı felâkete götürür.
O zaman tahammülün üstünde bir yük olur.
Böyle hadisleri söyledikleri zaman sorulan suallere Resûlüllah cevap vermemişlerdir.
İbâdetlerde "Sünneti Müekkide" ve "Gayri Müekkide"ler vardır.
Te’kid edilmiş yâni yapılması muhakkak lâzımdır.
Te’kid edilmeyenlerde kendileri terk ederek ümmetine fazla külfet vermemişlerdir.
Bunların hakikati anlaşılırsa, o zaman insan tedirgin olur ve terkinde küfre bile gidebilir...

Küçük bir misâl verelim :
1-) Daima abdestli bulunmak.
2-) Gece namazı kılmak.
3-) Yerde yatmak.
Resûlü Ekrem’e farzdır, ümmetine bir şey değildir.
Soğan ve sarımsak ve bazı gidâları yemek Resûlü Ekrem’e haramdır. Ümmetine mübahtır.
Cünüb olduğu zaman, gusül ümmetine farzdır.
Hakikatlara vukufu olan öyle büyük kullar vardır ki.
HAKk’ı bir an unuttukları zaman gusül etmeye mecbur olurlar. Bu gusül çok mühimdir.
Sorma!. Sen bildiğin guslü yap o sana yeter artar bile...
Guslü icâb eden hallerde insan herşeyi unutur.
Kendini ve HAKk’ı dahi...

Ondan dolayı cesedin tövbesi için gusül emr olunmuştur.
HAKk’ın neden halk ettiğini bildirmediği ve her şeyi ondan halk ettiği SU, ile yıkanmak emri bundan dolayıdır.

SU içmesi men’ edilen bir hastanın diline SU damlatılırsa ferahlar, “neden?” bunda birşey gizlidir.

SU olmadığı zaman cesedin yaratıldığı, toprak, ile teyemmüm edilmesi bildirilmiştir.
Toprak olmasaydı.
SU görünmezdi.
HAKk SUyu göstermek için toprağı halketti.
SU ile toprak sarmaş dolaş oldu.
Ve HAKkbu hakikati, Kadir bilen ahbaplığı sevdi, ondan insanı halketti.
Ve kendi emrinden bu hamura RÛHu gönderdi.
Onun için toprak insana şöyle söyler.:
“ALLAH seni benden yarattı. Yine bana vereceğini va’d etti. Borç vermekle ödenir!.“
Bunda ince İlâhî bir haykırış gizlidir.
Kudreti İlâhîye evvelâ SUdan.
Sonra benden geçerek, insanda tecellî etti.
Yol o halde bendedir.
Tekrar oraya Benim Yolumdan geçilerek gidilir.
Size temiz pâk olarak karıştık, döndüğünde sende Bize temiz gelirsen ne sen ne de ben utanırız.
Huzurda...
ALLAH, SUyu neden halkettiğini bildirmedi.
Beni neden halkettiğini hiç haber vermedi.
Biz HAKk’ın kudretinin bilinmeyen perdesiyiz...
Topraktan halkedildiniz.
Tekrar bize döneceksiniz.
Tekrar biz de, “SÛR” ile dirilip HAKk’ın Huzuruna hep birlikte çıkacağız.
Aman, bize sorulacak suallerde bizi müşkül duruma sokmayınız...
İndi İlâhîde bizim şahâdetimiz çok makbul ve doğrudur.
Kâinâtta her şeye rızık bizden verilir.”


Söylemiş ya bir HAKk Dostu.:
“Benim sadık dostum kara topraktır!.”

Ayakta SU içmek mecburiyetinde kalırsınız.:
Sağ ayak başparmağını yukarı doğru kaldırıp :
“Allahümme salli alâ men şerebe kâimen ve kuuden. Şerebe.: ALLAHım.! Ayakta ve oturarak SU içene salât et!.” diyerek içmelidir.
Bu hadistir.
Sağ ayak başparmağını yukarı kaldırmakta “BABENSKΔ refleksi müsbettir.
Mide yolundan içilen SU bağırsağa geçmez.
"TABES" denilen, hastalıkta mide plöründe şiddetli sancılar olur.
Bu plörün kapamasıdır.
Burada da babenski müsbettir.
Ayakta mide yolu açılır.
SU doğrudan bağırsağa geçer.
Parmağı yukarı kaldırırsan yol kapanır.
O an için SU midede kalır...
En iyisi oturarak içmektir...

BeSMeLe.:
ALLAH’ın kullara en büyük hediyesidir.
HAKk ile temas ve onun insana bahşettiği kudret ve kuvvetler, BeSMeLe kullanmak ile mümkündür.
HAKk’ın Kudret ve Güçlerini kullanmak için müsaade almaktır. Âdeta HAKk’ın Kapısını çalmak bununla olur.
Bugün müslüman geçinenler BeSMeLeyi âdeta ağızlarında çiklet yapmışlardır.
Bu hal günahmıdır?.. Hayır...
HAKk’ın İsmine birşey yapamazsın...
Fakat ondan zerre kadar fayda göremezsin...
Bu hal devam ederse cesedin utanır ve yavaş yavaş kendini helâka getirir. Seni...
Böyle olan “SEN” nedir bilirmisin?
Cesedin ile RÛHun arasına giren “Nefis”sin.
Sen nefisle tamamiyle bitişiksin.
Âdeta osun.
Fakat sen değilsin...
Aynaya baktığın zaman kendinsin ama sen aynada görünen değilsin...

HAKk’ın Kapısını çalmak BeSMeLe iledir.
Senin verdiğin kudretle senin yerine iş göreceğim müsaade et.
Kulların kapısını çalmakta selâm ile olur.
Evine girerken sol ayağını evvela çıkar, yere basmadan evin içine at. evin içine basarken “Selâmun aleykum” de..
Sağ ayağını da çıkarıp basarken “BİSMİLLAH” söyle.
Çıkarken evinden ilk defa sağ ayağınla “BeSMeLe” çekerek çık!..
Arzuladığını ondan sonra oku...
"Es Selâm" deme!..
Harf-i Târifli selâmın nerede söyleneceğini de öğren...
Benden değil!..
Kitaplardan, hocalardan.
Bana sorma seste çıkarma!.
Benim sözlerim zordur.
O kadar!..

Ben ne sana benzerim ne de sen bana!..
Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki senin ayarına kadar bile ulaşamamış bir kulum...
HAKk Katında ben bir “HİÇ”im.
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum. Gölgesi görünmeyen HAKk’ın gölgesini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsen bile o zikri sezmeye çabala!
Her türlü ince bidâtten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.
"Es Selâm" ALLAH’ın Kulunu koruyan gizli İsmidir.
Bu esmâdan dolayı biz :
“Selâmet ile git!
Maa’s-selâmi!
HAKk’ın Hıfzı senin üzerinde olsun!.
"Es Selâm" Esmâsının Melekleri seninle olsun!.”

Eskiden “sağlimen geldim!” diye telgraf veya mektup yazarlardı.
Bu, ALLAH'ın es Selâm Esmâsının Melekleriyle geldim, getirildim.
“Selâmet ile... HAKk’a bin şükür olsun!” demektir.
“Selâmün aleyküm. Es selâmu aleyküm.
"Aleyküm es Selâm. Ve aleyküm es Selâm.”

Bunları da bugün dejenere ederek ağzımızda çiklet yaptık...
Bu hal hiç doğru değildir.
“Ne yapalım?” dersen.
Her yerde söyleme.
"Merhaba" kâfidir.
“Merhaba” demek benden çekinme, bensen sana zarar gelmez demektir.
"Es Selâm"ı bilene söylersem iyi olur.
Bilmeyene söylemem.
Amma sen de bilmiyorsun.
O halde "Merhaba" da kal!.
Senin için iyi olur..
Eskiden sağ eli alına getirip ağıza doğru indirirlerdi.
Bir de ağızdan yukarı alına kaldırırlardı.
Bunların mânâları büyüktür.
Ne zaman öyle ve ne zaman böyle yapılır bilmek lâzımdır.
Bugün dünya bunu bilmeyenlerle doludur.
Ondan dolayı bunun modası geçti diyorlar.
İyi diyorlar, zirâ insan hem kendi günaha girer ve küfre...
Bu senin, benim veya üç sapığın işi değildir.
HAKk istemedi.
Artık lâyık görmedi de bugünün insanlarından sildi...
“Modası geçti!.” diyorlar.
Buda çok iyidir.
Pirinç, ayıklanıyor, kimse farkında değildir.
Bu lafı bile anlamadınız.
Anlıyamazsınız!
Öğrenemezsiniz de!..
Yukarda dedik ya sözlerimiz zordur.
El ile selâmın "Nahr" ile alakası vardır.
Tekbir getirirken eller göğüs hizasına kaldırmak mânâsınadır.
Boğazlamak mânâsına değildir.

Bayram Namazı ve Kurban Bayramında, Kurban kesmek HAKk’ında sarih bir emir olmadığı.
Yalnız bazıları ALLAH'dan başkası namına Kurban keserdi. Bunun ürerine ALLAH Namına olması emrolundu.
Hazreti Ali Efendimize nahr HAKk’ında sorulmuş ve bu cevabı vermişlerdir.
“Namaz kıl ve tekbir getirirken ellerini göğüs = Nahr hizasına kaldır!”
Resûlü Ekrem.: “Yâ Cebrail, burada Nahr nedir?”
(Cebrâil aleyhisselâm) .: “Yâ Resûlullah! Bu hayvan boğazlamak değildir.
ALLAH namaz için tekbir getirileceği zaman ellerini göğüs hizâsına kadar kaldırmayı emrediyor.
Rüküda eğildiğinde de, secdeye vardığında da böyle yapacaksın...
Çünkü bu bizim ve yedikat gökteki Meleklerin namazıdır, salâtıdır.
Her şeyin bir süsü vardır, namazın süsü ise her tekbirde elleri kaldırmaktır!.”


"Bayram Namazındaki tekbirleri düşünmek lâzımdır."
"Ahkamü’l- KUR’ÂN fî ihtilaf-ı eimme."
Vitir Namazında.: Üçüncü rekatta tekbir alıp Kunut DUÂsını okumak.
Bu bambaşka bir tekbirdir.
Vitir Namazı vâcibdir.
Bunun HAKk’ında bir çok rivâyet vardır.
Bu namaz “Tek” kılınır.
Yalnız teravih de cemaatle kılınır.
Bunun sebebi de mühimdir.
Öğrenmek lâzımdır.
Merak edersen, boş merak değil.
Öğrenirsen o namaza başka bir kıymet vermek gerekir ki ihmali insanı küfre götürür “YESTEHZİUN.: Alay edenler” Zümresine sokar.
Onun için babandan öğrendiğini yap.
Bunlar HAKk’ında binlerce eser yazılmıştır, yıllarca evvel...
Bu kitaplar bugün çürümekte, bazıları güvelenmekte, rutubetten yazıları kaybolmadadır.
Anadolu’nun her köşesinde kütüphâneler tozlar içindedir.
Bunları bugün ancak meraklı ilim adamları belki inceleyebilirler.
O da bilselerdi..

Tarihe kızılmaz.
Aktörlerine kin beslenmez.
İlerleyiş sebeblerini gerileyiş sebeblerini düşünmek lâzımdır.
Mâziyi birden kötülemek doğru değildir.
Dededen kalma Örf Âdetleri bırakmak ve değiştirmek hakiki insan işi değildir.
Taklid çok büyük helâk vasıtasıdır.
Eski yazı ile bağlantımızdan ayrıldıkça tarihimizde, kültürümüzde kayboluyor ve olmuştur da...
Geçmişin sahifelerini çevirin!
Geçmişte güzel bir eskiyi güzel bir yeni yapın!
İnsanlık.: Fâni İnsanın ölmezliğidir.
Örf ve âdetlerinizi öldürmeyin!.

Aynaya baktığınız zaman nasıl görünüyorsanız hiç olmazsa öyle görünün!..
Ayna hiç olmazsa yalan söylemez.
ALLAH’ın, Resûlullahın, herhangi bir Gönül Erinin yanında makam, mertebe, rütbe aramayın..
Onların sizin yanınızdaki kıymetini ölçün.
Çoğaltın o zaman hakiki kıymetinizi belki bulabilirsiniz...

"HAKk’a yakın olanlara v, kul farkına varmadan onun matlubu içinde tecellî eder yâni arzusu ne ise onun içinde tecellî eder."
Bu sözü gönül ve akıl laboratuvarında en ince tahlilden geçirin.
Boş söz değildir.
“Hemen anladım!” da deme çok düşün...
İçinde büyük bir yol bir müjde gizlidir.
Tekrar ediyorum anlaşılması güçtür.
Matematik problemi gibidir.
Bu problemin altında hakiki "KUL" gizlidir.
Onun nasıl olacağını bul!..
“Nasıl bulacağım?” deme!
HAKk’ın Emirlerini Resûlü Ekremin bildirdiklerini yap!..

Daimâ abdestli ol.: Abdestsiz, konuşma, yeme, içme böylelikle =>Şeytan sana yanaşamaz...
Daimâ aklın değilse bile, cesedin huzurdadır.
Hafaza Melekleri seni daima korurlar.
Hafaza Melekleri nedir?.
Biri sağda diğeri solda.
Omuz hizasındadırlar.
Namazda onlara da selâm verilir.
Senin RÛHun, Levhi Mahfuzdan, Ana Rahmine geldiğinde, onlarda birlikte gelirler.
Seninle birlikte büyürler.
Birlikte doğarlar.
RÛHunu teslim edinceye kadar seninle birliktedirler.
Bunların vâzifeleri nelerdir.
Bildiğin kadar kâfi.
Bunların ne olduğunu, ne iş gördüklerini HAKk’ın Emirlerini tamamiyle yaptığın zaman öğrenebilirsin...
Onları görüp anlayanlar, dünyada iken dünyayı terketmiş gibidirler...
Hırs bilmezler.
Bütün arzuları HAKk’ın Arzularıdır.
Ne rızık verilirse ona şükrederler.
Hamd içindedirler...

Bilmezsin =>Resûlü Ekrem yerde bir post üzerinde yaşardı...
Yediği şeyler bugünün fakirinin bile anlayamayacağı tarzda idi.
Elbisesinde yama bile vardı.
Bu basit, sâdelik içinde icâb ettiği zaman semâvâti gezerdi..
Şimdiki insanlara bak,
Evlerine bak, yediklerine göz at, hırslarına bak, arzularına bak, hareketlerine bak...
Çıldırmak işten bile değil...
Bir endişe, bir korku içindedirler.
Yek diğerine saldırıyorlar.
HAKk’tan uzak olduklarını bu halleriyle âdeta haykırıyorlar.
BeSMeLe”yi hakkıyla söylemek nasibine ALLAH cümleyi kavuştursun!
DUÂmız bu olsun!..



Resim

Nizam.: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.
Tesbih.: Sübhânallah demek. Cenâb-ı HAKk'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın Zâtında, Sıfâtında ve Ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifâde etmektir. (Bak: Sübhan)
Câzibe.: Çekme kuvveti. * Mc: Letâfet zamanı. Hüsn-ü Cemâl..
Riâyet.: İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak..
Ziyâ.: Işık, aydınlık, Nûr. Rûşenlik.
Iltica.: Sığınmak. Melce' ve penâha varmak. Birinden himâye istemek.
Idrak.: Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek
Mantık.: (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
Mevhum.: Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
Müsamaha.: (c.: Müsamahât) Hoş görürlük, dikkat etmemek, aldırış etmemek. Kusurlara göz yummak.
Intikal.: Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş.
Mazmaza.: Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu SU alıp ağızda çalkalamak.
Hafaza.: (Hâfız. c.) Muhafızlar. Muhafız melekler.
Cimâ.: Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek.
Müekked.: Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
“Allahümme salli alâ men şerebe kaimen ve kuuden.: ALLAHım.! Ayakta ve oturarak SU içene salât et!.”
Nahr.: Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek. * İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması. * Boyun. Boğaz çukuru. * Sadır. * Gündüzün evveli. * Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
Örf.: İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, ALLAH celle celâlihu tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan hüküm, müstahsen, yani Hazret-i Peygamberin (aleyhisselâm) iyi gördüğü şeyler, gibi mânâlara gelir.


Resim

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk (ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ile’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Mûsâ, belirlediğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de RABBi onunla konuşunca.; "RABBim (ne olur), bana Kendini göster, Sana bakıp (göreyim)" dedi. (Cenâb-ı HAKk ise.:) "BENi (burada ve dünya gözüyle) asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de BENi göreceksin." RABBi dağa tecellî edince, onu paramparça etti. Mûsâ bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde.: "SEN NE YÜCEsin (RABBim! Dünya gözüyle ZÂTını görme isteğimden dolayı) SANA tevbe ettim ve ben (Yüce ZÂTının asla görülemeyeceği, ancak Esma ve Sıfatlarının tecellîsinin seyredileceği gerçeğine) iman edenlerin ilkiyim!" diye (yalvardı).” (A’râf 7/143)

فَقَدْ كَذَّبُواْ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ
“Fe kad kezzebû bi’l- hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûn (yestehziûne).: (Bu yüzden) Kendilerine Hakk (Kur’ÂN) gelince, O’nu yalanlamışlardır; fakat alaya aldıklarının (Kur’ÂN’ın ve Resûlullah’ın bildirdiği) haberleri onlara gelecek (ve yakında gerçeği anlayacaklardır).” (En’âm 6/5)

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne).: O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, Biz onları (sonradan) ayırdık ve (Dünyâ’yı yaşama müsait kılıp) her canlı şeyi SU’dan yarattık. (Bilimin en son verileri de bu doğrultudadır.) Yine de onlar hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiyâ 21/30)

[Not: Şu anda bile insan bedeninin %70’i, yani 80 kg’lık bir kimsenin 56 kg’ı SUdan ibârettir. Kanımız da SUdan müteşekkildir. Tüm hayvan çeşitlerinin, bitkilerin, sebze ve meyvelerin de önemli kısmı SUdan meydana gelir. Yani hayat SUyun sâyesinde devam etmektedir.]

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Şu kesin bir gerçektir ki, insanı elbette BİZ yarattık ve (her an) nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu (ve içinden neler geçirip durduğunu dahi) biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (akrebiz-akrabayız.Bütün organlarını, organizmalarını, hücre yapılarını ve hayat sırrını her an BİZ her ÂN Yeniden yaratıp yararlandırmaktayız.)” (Kâf 50/16)

وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
“Ve emmâ bi ni’meti RABBike fe haddis.: Ve fakat, RABBinin ni'metlerini artık anlat.” (Duhâ 3/11)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:

كُلُّ كَلَامٍ أَوْ أَمْرٍ ذِي بَالٍ لَا يُفْتَحُ بِذِكْرِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَهُوَ أَبْتَرُ، أَوْ قَالَ أَقْطَعُ
Yüce BeSMeLe ile (Allah’ı anarak) başlanmayan her anlamlı söz veya iş, bereketsizdir/sonuçsuzdur.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, Müsned, 2/360)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zâni zinâ ederken mü’min olarak zinâ etmez. Hırsız hırsızlık yaparken mü’min olarak çalmaz. Şarabı içtiği anda mü’min olarak içmez.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân, 100.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kişi zina edince imân ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallâk durur. Zinâdan çıkınca, imân o kişiye geri döner.” buyurmuştur.
(Ebu DAVÛD, Sünnet 16, (4690); Tirmizî, İman 11, (2627).)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “MuhaMMed’e ve onun Âl-i Beyti’ne salâvât getirilmedikçe, yapılan her DUÂ mahcuptur / perdelidir/engellidir (İlahî kabul huzuruna çıkamaz).” buyurmuştur.
(Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, h. no.17278; bu hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmiştir..)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU
[/size]


M. DERMAN
ANKARA - 1987



Resim


ABDEST.



"Abdest".: İslâmiyette vardır diğer dinlerde yoktur.
Abdest almak Âyet-i Kerime ile târif ve bildirilmiştir.
(Mâide 5/6)
Farz-ı Ayındır.
Şek şüpheden ârî farzdır.
İbâdetlerde muhakkak lâzımdır.
İnsan hayatı dünyada bulunması bir nevi ibâdettir.
Dünyaya niçin geldiğini anlayan sözün doğruluğunu derhal anlar.

Abdest nedir?
Niçin emr olunmuştur?
Temizliktir.
SU bulunmazsa teyemmüm yapılır.
O halde temizlik değildir.
İslâmın târif ettiği temizliği olmayan abdest alamaz.
“İslâmi temizlik nedir?
HAKk’ın emirlerine itaat, yasaklarını yapmamak, vücuda dıştan içten haram sokmamak, yalan söylememek..

O halde abdest nedir?
Niçin alınır ve niçin emr olunmuştur.
Abdest başlarken besmele çekmeyen kişi için abdest yoktur.
1- Abdest evvelâ şâhidli bir niyettir.
Niyet.: ALLAH'a karşı söz vermedir. Bir mukaveledir.
Şâhid.: Görünen maddî bir şâhid. Görünmeyen iki şâhid muvacehesinde ALLAH'a karşı söz verme abdest almaktır.
Haktan bir nevi’ izin için hazırlanmaktır.
Güçleriyle insanda görünen, HAKk’ın Kudretlerini kullanmaya hazırlanmaktır.
Görünen şâhid.: Cesed, SU veya TOPRAK...
Görünmeyen şâhidler.: Hafaza Melekleridir.
ALLAH ile temas, alış veriş, konuşma, sözleşme, ancak abdest aldıktan sonra mümkündür.
Yoksa edeb dışıdır.
"Kul İşi" değildir.
Ama niçin diğer dinlerde abdest yoktur.
HAKk bunu niçin emretmiştir, esâs SIRR buradadır.
Bu SIRRrı bilirsen, sezersen abdestsiz:
Yeme, içme, konuşma, yemek pişirme, çocuğa süt verme!
Bunları tatbik çok zor gelir.
Fakat alışırsan o kadar da kolaydır.
Herkes bunu yapsaydı.: Haram diye bir şey konuşulmazdı.

O zaman İslâmda haram olanın diğer dinlerde haram olmamasının sebep ve SIRRını anlarsın...

O zaman yine Resûlullah'ın niçin:
"Son Peygamber olduğunu"
"Habibullah olduğunu",
"RAHMEtel li’l- Âlemin olduğunu",
"Mi’râca niçin teşrif ettirildiğini",
"Namazın niçin mi’râcda, arada vasıta olmadan kendisine emrolunduğunu"
bütün uçsuz bucaksız kâinâtın onun yüzünden yaratıldığını anlarsın....

Abdesti bozan şeyler vardır bilirsiniz.
HAKk’a verdiğin SÖZ hükümsüz kaldığı için abdest bozulur.
Bu ne demektir.
Söz verme şu:
Âyetteki gizli mânâ...
O mânâ nedir?
Ellerimden,
Yüzümde ne varsa o uzuvlardan,
Düşüncemde ne varsa onlardan,
Ayaklarımdan, Senin sevmeyeceğin şeylerden, işlerden kendimi koruyacağım!
İrâdem haricinde olanlardan Sen beni koru Yâ RABBÎ!..
“Sana secde yapacağım!.” demektir.
“Rûhen mi’râc istiyorum!.” demektir.

Abdesti bozan şeyleri düşün.
Hepsi irade dahilinde olanlardır.
Verdiğin söz, HAKk ile yapacağın mukavele bozulmuş hükümsüz kalmıştır.
Ondan, tekrar abdest almak lâzımdır.
“Senin verdiğin nimeti rızkı yiyeceğim.”
Her şeyi ondan yarattığın SUyu içeceğim.
Nimetlerini hazırlayıp pişireceğim.
Evlâdıma süt vereceğim!"

Bunların hepsi abdestli olarak yapılır.

“Konuşma => Kelâm”
“Senin yerine "KUL” olarak konuşuyorum!” yine abdestli olmak lâzımdır.
Amma böyle olmazsa ne olur.
“Günâh mıdır?” Hayır...
Böyle olmak başka türlü "KUL” olmak demektir...

Resûl-ü Ekrem'e her zaman abdestli bulunması emr olunmuştur.
Abdestsiz konuşmazlar, ağızlarına birşey almazlardı.
Şimdi hemen diyeceksiniz ki :
“O Peygamberdi!.”
Evet... Ama bizde onun ümmetiyiz...
Değil mi?..

O halde... Sen düşün ne demek istediğimizi!..

Resûl-ü Ekrem'in yolunda yürümek evvelâ ceseden sonra rûhendir.
Ceseden abdest, namaz, oruç.
Rûhende de sen düşün onu!
Bunu söylemek bana düşmez.
Sana hakaret olur, günâha giremem…

Resûl-ü Ekrem her sahabe ile konuşurdu.
Ona ma’lum olurdu.
Namaz abdesti olmayan sahabenin elini tutmazdı.
Büyük insanlar bilirim ki,
Abdesti olmayana ellerini vermezlerdi...

Bir gün RAHMEtullahı Aleyh hocama namaz abdestsiz gittim. Yanına yanaşacağım zaman.
“Sakın konuşma! Git, abdest al gel! Beni deniyor musun?” diye yüksek sesle bağırdı.
Onlar herşeyi bilirler.
Fakat yüze vurmazlar...

HAKk’ın.: “Mükâfatını bizzât kendim vereceğim!” dediği oruç var ya abdestli olmalıdır.
Diğer ibâdetlerin mükâfatını başkası mı veriyor?
O mükâfat nedir?
Cesedi midir?
Rûhî midir?
Onu bir bilsen bütün günlerinin oruçlu olmasını istersin.
Amma o da bir bakıma doğru olmaz.
Oruçta ALLAH'ın kuluna vereceği en büyük mükâfat gizlidir.
Fakat oruç yalnız yememek, içmemek, cinsi temas yapmamak değildir...
Abdestli olmak lâzımdır.
Yalan, haram, hiddet, küfür, kalb kırma, sinirlenme...
Dedikodu. Böyle olan oruç, oruç değildir.
"Aç durmak"tır, bunun mükâfatı yoktur.
HAKk’ın emrini güya yerine getiriyoruz.
ALLAH hatalarımızı bağışlasın.
Mağfiret buyursun...
(Mâide Sûresi) Abdest âyeti (5/6) : Medine'de emr olunmuştur. Ondan sonra namaz beş vakit olarak tesbit edilmiştir.
Ezân hicretin birinci senesi meşru olmuştur.

Resûl-ü Ekrem, abdest âyeti gelmeden evvel Mekke'de sabah ve akşam namaz kılarlardı.
Ellerini ve ağzını yıkarlardı.
“Ve, Bu abdest benden evvelki Peygamberlerin abdestidir.” buyurmuşlardır.
Abdest kelimesi farsçadır:
Âb = SU
Dest = EL
SUlu eL.
EL ile SU al mânâsınadır...

Abdest bir de dilimizde def-i hacet mânâsına kullanılır.
Doğru olmamakla beraber :
"Abdestim" var. Yâni.: “Helâya gideceğim!”
Veyahut .: “Abdest bozacağım !” demekle de habersiz şunu söylüyoruz :
“Ben daima abdestliyim abdesti bozacağım, tekrar abdest alacağım!.” mânâsını taşımaktadır ki,
Bu, insanın daimâ abdestli olmasını, sessiz sözsüz haykırmaktadır.

Tekrar edelim.
"Helâya gideceğim!" =>"SU’ya ihtiyacım var.” demektir.
Bu söz aynı zamanda habersiz abdestin lüzumlu farz olduğunu ilân eder.

Arapçada "Vuzu’u" kelimesi abdest almanın mukabilidir.
Vücuddaki azaları yerli yerine hazırlamak, koymak demektir.
Abdest âyeti Medine'de nazil olmuştur.
Mâide Sûresi 5/6 Âyet-i Kerimede "Gasele" yıkamak lâfzı kullanılmıştır.
1-) Yüzünüzü yıkayınız.
2-) Ellerinizi dirseklere kadar yıkayınız.
3-) Başınızı da mesnedin.
4-) Ve ayaklarınızı da aşık kemiklerine kadar yıkayınız.

Bu dört şeyin yıkanması ve mesh edilmesi “Vuzu’u” dur.
Bu uzuvları yerli yerine "vaz" etmek koymak, hazırlamak demektir.
Abdestsiz kimse “Nâs”dır.
Lâalettâyin bir insandır.
Abdestli insan “Mü’min”dir.
Yâni her an huzura çıkmaya hazırdır.
Abdestsiz ”mü’min değildir.” demek değildir.
Dikkat et!
Burası öyle kolay anlaşılır lâkırdı değildir.

Kendinde gizli olan imanını izhar için abdest alması, yâni Âdemîyyetini izhar ve kendi kendine fiili olarak tasdik içindir. Melekler "Âdemîyyet" e secde ettiler. Cesede değil!..

SUve TOPRAKtan yaratılan cesedini göstermesi lâzımdır.

"Âyet" vücudda yaktığım bir şule olan rûha : "FAGSÎLU" emirdir.
O zaman abdest alacağın zaman sesli olarak,
SUya daha dokunmadan.: “EUZÜBlLLAHÎMİNEŞŞEYTANÎRRACİM" diyerek insaniyetten ayrılıp, yâni "“Nâs”lıktan ayrılıp, "Âdemîyyet" tarafına fiili olarak cesed sokulur.

Eller yıkanır.
Ağıza SU verilir.
Sonra tekrar ellere başlarken.: “Bismillah” söylenir.
Yâni SUya temas ettiğin zaman...

Abdest HAKk’ında diğer bildiğin hususlar "İlmihâl" kitaplarında var onları muhakkak bilmen lâzımdır.

Şimdi burada çok dikkatli dinle, birşey anlatacağım bilgi için.: Fizikte ve kimyada bir madde başka bir hale tehavvül ederken hacmi büyür.
Bir damla SU, BUHAR olurken "Avkadro-Anper" kanununa göre, 24 hacim BUHAR olur.
Meselâ.: Bir kilo SU, BUHAR olduğu zaman koskoca görünür, bir BULUT olduğunu farzedelim.
Bu BULUtun ağırlığı yüz gramdır eğer BULUtu tartabilirsek...

Bin gram SU BUHAR olup, BULUt olduğu zaman yüz gram olmuştur.
Bu yüz gram BULUt yağmura tahavvül ederse onbin gram SU olur.
Eğer yüz gram BULUt kar olursa beşbin gram KAR olur.
Bu kar yâni beşbin gram kar, SU olursa onbeşbin gram SU olur.
Fizik, kimya bilmezsen bu hadise karşısında bocalar kafan durur.
Bu ne demektir bilir misin?
Tahavvül ve Tahvildeki HAKk’ın Güçlerinin görünüşüdür.
Tahavvül "Tahvil" başka şekile girmek, fakat aslını kaybetmemektir.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil = Muraddır.
Yağmura onun için "RAHMEt" İsmi verilmiştir.
Bir damla SU bir kaya kovuğuna girse, v olsa kayayı çatlatır.
Bir gemiyi yürütür...

Bir damla SU BUHAR yâni HAVA olarak otomobil lastiği içine girerse tonlarca yükü taşıyacak kuvvet ve kudret ortaya çıkar...
Daha anlatmıyorum...
Bu heybet ve değişmeyen ALLAH Kanunu'nun karşısında...
Sen düşün!..

Abdest aldıktan sonra mümkünse havlu ile ıslak yerlerini kurulama!..
Bırak vücudun o SUyu emsin, vücudun sıcaklığı onu tekrar BUHAR yaparken semâya yükselsin, sonra RAHMEt olmak için v, BULUt olsun...
Yağmur DUÂsı nedir bilir misiniz?..
Yağmur DUÂsındaki abdest alma da bambaşka bir abdesttir.
Artık biraz da siz anlayın...

SUyu ve HAVAyı kirletmek İslâmda haramdır.
ALLAH'ın SUya ve HAVAya verdiği güçlere hakarettir.
Burada birşeyi hatırlatıp bitireceğiz.
SU içine büyük ve küçük abdest bozmayınız.
Kedi ne yapıyor dikkat ediniz...
Kedi yürürken bile ıslak yere basmaz.
ATEŞ üzerine idrar yapmayınız...

Bunların sebepleri vardır.
“Bu işleri yapmak günâh mıdır?” diye sorarsanız...
Kaba olarak hayır...
Fakat “Günâh” nedir onu hakkı ile bilmek lâzımdır.
Bizim bildiğimiz, öğrendiğimiz günâhı bile bilmiyoruz.
Ecir, sevap der dururuz, bunu bile bilmeyiz.
Söyler dururuz...
Onun için öğrendiğinizi yapınız...
Fakat daima abdestli olmayı katiyen ihmal etmeyiniz...
Bize de DUÂ ediniz!..

"Ümmetim yağmur gibidir, evveli mi, sonu mu hayırdır bilinmez." Hadis.

Enes radiyallahu anhu'den rivâyetle:
"Ümmetimin durumu yağmurun durumu gibidir. Başı mı daha hayırlı, sonu mu daha hayırlı olduğu bilinmez."
(Taberânrnin Kebirinden.)

Sözünü söyliyen mübarek dudaklardan yarın âhirette :
"Yâ İlâhi bu kimse benim ümmetimdendir."
Kelâmını işitmek cümleye nasip eyleye...

ÎZA GADABE AHADÜKÜM FELYETEVEZZA Bİ'L-MÂİ FE-İNNE GADABE MİN NâR.

"Sizden biri öfkelendiği zaman hemen SU bulsun.
Ve o SU ile abdest alsın ki,
Yüreğindeki öfke ATEŞini söndürür."

(Hadis)

Atiyye el-Ûft (r.a.) rivayet ediyor:
"Öfke şeytandandır. Şeytan da ATEŞten yaratılmıştır. ATEŞ ancak SUyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın."
(İ.Ahmed, Müsned, 4:226.)

Abdestin Hülâsası :
Büyük ALLAH Dostlarından bir zât, talebeleriyle birlikte gidiyorlarmış, bir aralık Şeyh diyelim ayrılmış.
Abdest bozmuş.
Ve hemen elli metre ilerde büyük bir dere aktığı halde hemen TOPRAKla teyemmüm yapmış.
Talebeleri.: "Efendim SU şurada niçin teyemmüm yaptınız"
"Evet, doğru, SUya varıncaya kadar ya ölürsem.
Hiç olmazsa cesedimi kurtarırım!"
buyurmuşlardır.
Bu abdestli olmanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu aktaran bir hadisedir.

Efendim, biz bunları hiçbir kitabta görmedik, kimse de söylemedi diye itiraz edip mütaala yürütme!
İster yap, ister yapma!..
Yapmamanın günâhı yoktur.
Yapmanın da sevabı yoktur.

Bundan daima HAKk’la birlikte olmak vardır.
Her şeyde sevap ve günâh arama.
İnsâniyetine hakaret etmiş olursun.

Bunların hepsi yazılmış ve iz3ah edilmiştir;
Sen kitap okumuyorsun.
Bu kitapların çoğu bugün rutubetli kütüphanelerde kendi kendilerini yok etmek için güvelerle arkadaş olmuştur.
Söylenecek söz yok.
Ara bul! Oku!
Bunu da yapamıyorsan yahut yapamazsan.
O halde sözlerimize de itimat et!..
Bu ticaret değildir.
Para istemiyoruz.
Burada yeri yoktur.
Neyi ve neye ishat arıyorsun...

Kur'ÂN-ı Kerim'de "Fatır" Sûresi vardır.
"FATIRISSEMÂVATIVELARD"
Fatır = Yaratan, hak eden mânâsınadır.
Sûrede "Tebdilen", "Tahvilen" lafızları vardır.
Âyet-i kerimede : "Sen ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik, sen ALLAH'ın Hükmünde bir düzensizlik göremezsin."
Kâinâtta bir ahenk vardır.
Bu değişmez.
Başka kılığa girmez.
Bozulmaz.
Bozulma diye bir şey yoktur.
Bu ahenkten ayrılmadır.
Bu ahenk ALLAH'ın tekvin kanunudur.
Bu kanun ALLAH'ın hududsuz güç ve kuvvetlerinin görünüşüdür. Bu ahenk de HAKk’ın bir nebze görünüşüdür.
Bütün bu ahenk "fizik, kimya, mıknatısı, elektiriği, meteorolojik" görünür, görünmez idrak edilir, edilmez bir düzendir.
Ahenktir. Armonidir...
ALLAH lügatında bu ahengin ismi "Sünnetullah"dır.
"Sünnetullah" ne tebdil edilir, ne de tahvil edilir ve ne de değiştirilebilir...

Burada kelimelerin lügat mânâlarını söyliyelim:

TEBDİL: Değiştirmek. Değiştirilmek. Başkası tarafından...
Bu kelimenin mânâsı bilgi ile anlaşılır...
Basit olarak misâl verelim.
Tebdili HAVA.
Tebdili mekân,
Tebdilde: Size göre öyle görünürse de Sünnetullah yine değişmez.
Mânâları vardır.
Sünnetullahı Cenâb-ı HAKk da değiştirmez.

Nizam kurulmuştur.
"YÂ HABİBIM KALDIR BAŞINI BAK. YORULUR ÖNÜNE DÜŞER. TEKRAR KALDIR BAK. BİR YERDE KUSUR BULAMAZSIN. ÇÜNKÜ ALLAH NE VARSA HEPSİNİ KUSURSUZ HALKETMIŞTÎR." Tebâreke Sûresi...
BEDEL : Mukabil kıymeti. Aynı. Başka şekilde görünüşte ona denk demektir.
TEBEDDÜL: Değişmek. Başka hale "kendiliğinden" gelmek...
TEBADÜL: Birbirinin yerine geçmek. Birbirine bedel olmak.
TEBDİLEN: Âyet-i Kerimede. Değiştirmek sûretiyle tanınmıyacak tarzda olma. Başka şekilde görünme.
TAHVİL: Başka şekle girmek, fakat, aslını kaybetmemek mânâsına gelir ki, aslı "Havil", Lâ havle velâ kuvvetdeki havildir. Bu davranış mânâsındadır.
Bir damla SU sıcağa maruz kalırsa BUHAR olur.
BULUt olur.
Bu “Havıl” dan müştak tahavvüldür.
Bu iş bir tahvildir.
Tehavvül ve tahvil budur.
Başka şekle girmek fakat aslını kaybetmemek.
Tahavvül devamlıdır.
Tahvil muraddır.
"Bu da bölünmez bunu da göremezsiniz." Âyet...

Tahvilin aslını anlamak güçtür.
Kur'ÂN'daki mânâ SÜNNETULLAH değişmez.
ALLAH'ın “KûN” Emri ile yaratılan değişmez demektir.
Sizin gördüğünüz başka şekilde görünüştür.
Devlet tahvilleri meselâ:
Bunu câhil bir adama sorarsan bu paradır desen inanmaz. Para burada başka türlü olmuştur.
“Damlanın BUHAR, BULUt oluşu" gibi.
Fakat o câhil adam bunu göremez.

Tebdil ve tahvil kelimeleri sinonim kelimeler değildir. Homonim kelimelerdir.
Nâs dediğimiz zaman insan akla gelir.
Fakat bu dişi ve erkek demektir.
Fakat dişi başkadır.
Erkek başkadır.
Dişi erkek olmaz, erkek de dişi olmaz.

Âyet-i Kerimedeki tahvilen başka türlü olmaz.
Değişmek. Değiştirmek...
Âyetteki:
"Tebdilen, Tahvilen"
ALLAH'ın Kanununda bir değişiklik ve hikmette bir düzensizlik göremezsin, demektir.
Bunların daha derin mânâlarını halvette öğrenmek gerekir... Zirâ:
Islâmda: Tebdil ve Tahvil ile uğraşmak yasaktır.
Hatta haramdır.
Zira yukarıdaki âyete şüphe ile inanmak bu düşüncede gizlidir.
Heykel yapmak, bir nevi tebdil ve tahvildir.
Nebatata aşı yapmak. Haramdır. Aynıdır.
Sun'i ilkah haramdır. Aynıdır.
Bu husus incelerin incesidir. Dikkat buyrula.
Herkese değil... O halde kime!
Âhenge kendisini tamamiyle verene...
Çünkü (Tebdil ve Tahvil) “KûN” emriyle “feye KûN” Emri arasındaki olaylar değişmezler.
Bu iş “KuL” İşi değildir. “HAKk”ın İŞidir.

Peygamberlerin mu’cizeleri:
Bu “Tebdil ve Tahvil” arasında ceryan eder.
Bu iş bize fevkalâde gelir...

"O" Oksijen gazı ile "H2" Hidrojen gazı görünmez.
Bir elektrik şeraresiyle birleştikleri zaman "H2O" SU olur görünür.
SU da tekrar aynı usul ile gaza ayrılır...
İşte bu hadise: Tebdil ve Tahvil'in en güzel târifini ifâde eder.

Mu’cizeler de bu tarzda “İzn-i İlâhî” ile vuku’ bulur.
"Her meydana çıkıp zuhur eden"o zuhur eden şeyin içinde kalandır.
Asıl değişmez...

Bir tohum içinde bir orman gizli.
Bu tohumu ekersen, tohum kaybolmaz.
Öyle görünürse de o tanınmayacak bir hale gelmiştir.
Tebdil olmuştur.
Kim tohum?..
“Orman ortaya çıktı mı,
O zaman tohum ormana tahvil olmuştur.”
deriz.

Bu görünür, görünmez hadisede HAKk’ın Kudretlerinin başka şekilde görünüşü de “Elektrik Enerjisi”,
Bir yerde aydınlık yapar.
Diğer yerde bir makineyi harekete geçirir.
Başka bir yerde bin türlü şekilde görünür.
Fakat elektrik değişmez.
Kuvveti başka şekillere Tebdil ve Tahayyül etmiştir...

Kur'ÂN-ı Kerîm'deki lâfızlar üzerinde uğraşmak doğru değildir.
Emirleri aynen kabul etmek gerekir.
Bir şeyin tetkiki içinde daima aslını öğrenmek düşüncesi hâkimdir.
Fakat bu HAKk’ın Emirleri ve Âyet Lâfızları üzerinde olmamalıdır.

Bu husus "Mülhimun" tarafından fehmolunur, anlaşılır...
Ondan dolayı bu hususlar üzerinde uğraşmamanızı utanarak size tavsiye etmeği bildirirken ne sizin ve ne de benim bu hususla bir gücenme vesilesi olmamasını dilerim...

Bu bir makam veyahut kibir, büyüklük meselesi değildir.
Belki sizin ayarınıza kadar bile ulaşamamış bir kulum.
HAKk Katında ben bir hiçim...
HAKk’ın benim yanımdaki kıymetini çoğaltmağa çabalıyorum.
Gölgesi görünmeyen “HAKk’ın GöLge”sini takip ediyorum.
Saman çöpünde perdelenen zikri işitmezsem de bile o zikri sezmeğe çalışıyorum.
Her türlü ince bid'atten, ince şirkten, ince haramdan kurtulmak lâzımdır.

Perdeler vardır ->İnsanın gözünde.
Perdeler vardır ->İnsanın kulağında.
Perdeler vardır ->İnsanın akıl ve düşüncesinde.
Merak etmeyin bu perdelerin arkasındakini, çünkü o perdelerin arkasından geldik.
Arz üzerine seyretmek için kendi kendimizi.
Bir gün vakit gelince delip perdeyi arkasındakini görmek için döneceğiz geldiğimiz yere...
Sakat topallar vardır =>Rakkasalerle alay etmeğe kalkarlar.
Kekemeler vardır =>Hatiplerle konuşma yarışına yeltenirler.
Himmet ağalar,
Beyler vardır,
=>Himmet vermeğe uğraşırlar.
Bunların peşine takılan salaklarla dolu cemiyet...

Yalancı Mürşidler vardır.
Velîlerin Makamlarını hor görürler.
Kendi kendilerine mertebe makam, nişan verirler.
İnsan, kendi değerini hakikatini =>ALLAH'ın Sesi'ne kulak verdiği zaman anlar...

ALLAH'ın Sesi nedir?
Resûl-ü Ekrem'in ağzıyla bize bildirdiği EMİRLERdir.
Yerde “ALLAH'ın Sesi” her ÂN mevcuddur.
O ses görünür...
Onsuz boş yer yok...
Âdeta “O SES” sende devam ediyor...

HAKk’ın Yanında makam ve kıymetinizi aramayınız.
HAKk’ın sizin yanınızdaki kıymetini bulun çoğaltın.
İnsan çok büyük bir mahluktur. Amması vardır.
Bu “amma” nedir?
Onu söyleyemem..
Hepimiz utancımızdan yerlere girmek için birbirimizden kaçarız.

Burada bir şey söyleyeceğiz.
Çok kısa, bunun izâhı ciltlerle kitab olur.
Bütün peygamberler =>ALLAH tarafından kelâmla gönderilmiştir. Cezbe ve tasarruf ile değil..
Bu lafa dikkat et!
Ne demek isteniyor?..
Bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz.
İşte ciltlerle izâhı yapılacak söz budur..

“Gaybî” dediğimiz hakikatler, sonsuz denecek mesafeler kat’’ederek söz haline ınkilab eder.
Lafız sûretine giren fâillerin hakikatleri o zaman kulaklara erişir...
Buradaki sonsuzu, uzaklığı anlatmak veya anlamak mümkün değildir...
Yalnız beşerî olarak akla sokmak için bir benzetme yapalım:
Ziyâ saniyede 300.000 km. sür’atte seyreder.
Güneşten bize bu sür’atte gelen ziyâ 500 ışık yılında gelir diyorlar.
Bunu dimağ düşünemiyor.
Aynı zamanda bize o kadar yakın ki, onu da görüp analayamıyoruz.
Burada sür'at , mesafe, uzakık, yakınlık diye bir şey yok.
Bunlar bize göredir.

PENHANİ PEYDA NEVVARİ MÜLİM,
ETMEKTE DURMADAN BÜTÜN MEVÂLİM,
ZİKR-İ HALLAKİ DÂİM,
ALLAHU EKBER! ALLAHU EKBER!.


O halde artık sözümüz yok.
Secdeye kapan!..
Bizden SELÂM OLsun size!..

Hülâsa ederek “Tebdilen ve Tahvilen” lafızları şu küçük sözlerimizde gizlidir.
Bunu üzerinde Fennî, İlmî düşünmek gerektir.

HAVA olmazsa =>SU olmaz.
SU olmazsa =>HAVA olmaz.
HAVA olmazsa =>ATEŞ olmaz.
TOPRAK olmazsa =>SU görünmez.
HAVA bizim mekânda.
Madde vardır...
“Telakki ve fikrimize göre” HAVAnın bir ağırlığı vardır.
O halde basit olarak “görünmez bir maddedir”
diyebiliriz.
Soğuduğu zaman BUHARı yağmura veya kara çevriliyor.
Tonlarca ağırlık ortaya çıkarılıyor.
Ve bunlar mekânda görünür bir madde oluyorlar.
O halde netice olarak düşünebiliriz;
HAVA =>SUyu husule getirdi.
O zaman SUyun mevcudiyyeti için =>bir mekân lâzım.
O da TOPRAK
TOPRAK olduğu zaman =>SU göründü.
Toprağın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ATEŞ vardı.
Soğudu ve TOPRAK teşekkül etti.
ATEŞin mevcudiyeti için =>HAVA muhakkak lâzımdı.
O halde ilk evvel ->HAVA vardı.
İsmini söylemiyeceğim, bir zâttan bir mektup aldım.
Çok soru soruyor...
Sorularını burada yazmıyorum.
Kendileri biliyor sorularını...

Yaşlı olgun bir zâta benziyor.
Kendisini görmedim.
Bazı kitaplarımızı okumuş, okuyormuş...
Bize mektubunda "Efendi Hazretleri" diye hitâb ediyor.
Kendi kendimize hicâb duyduk.
“Efendi” Kelimesi nereden gelmiştir.
Söyliyemem. Şaşırırsınız.
Siz arayın.
Hakikî ve Mânevî bir hadiseden sonra bu kelime kabul edilmiştir.
İnsanın mânevî Âdemiyet Hamulesini taşıdığı için o tarafına verilen isimdir.

“Efendi” demekte o şahsın âdemiyetine hürmet gizlidir. Görünmiyen mânevî tarafına...
“Bey” ise cemiyetteki mertebe ve makama insaniyet tarafına tâzimdir.
Cesede ait kısmına. Bulunduğu duruma verilen bir lâkaptır.

"Efendi" diye birine hitâb olunursa, onun Âdemiyet tarafına hitâb olunmuş olur.
"Efendi Hazretleri" ise o şahsın Mânevî Makamına hürmet ve tâzim için kullanılır...
Bu t3abiri kullanma çok ince bir edebe ve kayda tâbidir. Bilmeden söylemek doğru olmaz.
Peygamber Efendimiz’e =>“Peygamber Efendim!” denilmez. Niçin?
Bu çok büyük bir meseledir.
Bunu düşünmek gerek...

Efendi Kelimesini beğenmediğimizden mi yoksa kapıcıya “Bey” lâkabını lâyık görmediğimizden mi?...
“Hatun” Kelimesi ANAlarımızla beraber kaybolup gitti...

“Hazret” mânâ itibariyle.: Hazır bulunan, HAKk Emirlerine her ÂN amade, huzur, zât mânâsınadır..
Hazreti Ömer dediğinizde Ömer'in huzuru, zâtı demektir.
Halife Hazretleri denildiği zaman üzerine aldığı mânevî mes'uliyetin verdiği makamda oturmanın lâkabıdır.
O makamda oturan Resûlullah'ın Vekili olur.
"SULTANIM" sözü de bambaşkadır.
Bunları bilmeden mırıldanmak kat'iyen doğru değildir.
Mektup yazan muhterem zât bize "Efendi Hazretleri" diye hitâb ediyor...
Nerede biz. Nerede bu hitâb...
İnsan evvelâ hakiki kul olur.
Efendi olur.
Tevfik ve Himmet gelirse o zaman belki bu hitaba lâyık olur.
Biz ise KUL OLmağa çabalıyoruz...
Bilgi hududum içinde öğrendiğim kadar size tavsiyeye geçiyorum...
Bize bir kıymet vererek, gönderdiğiniz mektuba evvelâ teşekkür eder, aynı ağırlıkla muhabbet ve hürmetlerimi ifâde ederim.
Bütün sorularınıza bir bütün halinde cevap veriyorum...
Buyurun:
İmkânınız varsa.
"Daima abdestli bulunun!", bu lâfa çok dikkat edin.
Aman sakın ihmâl etmeyin!..

Abdestsiz;

"Konuşmayın, yemeyin, içmeyin!. Az yeyin, az uyuyun!.”
Çok gülmeyin, fakat gözünüz yaşlı olsun!..
"Tek hayvanın etini yeyin. Karışık hayvan eti karıştırmayın. Tek hayvanın sütünü,
Tek hayvanın yağını,
Tek hayvanın yoğurduğunu,
Tek tavuğun yumurtasını...
Tek tarlanın her türlü mahsulünü, sebzesini.
Tek tarlanın buğdayından yapılan ekmeği.
Tek ağacın veya yerin meyvesini.
Tek hayvanın peynirini yeyin!
Şişe SUyu içmeyin!.."


“Haramlar bellidir. Helâllar da bellidir.” dedik.
Bunlar arasında "olanlar" çok şüphelidir.
Mânevî Hayatında bir ilerleme yoksa =>Boşuna kürek çekiyorsunuz demektir.
(Bu arada "Onlardan" haberiniz olmadan o akıntıya kürek çekmiş olursunuz...)
Kendinizi kurtarmak için o zaman uğraşın!..
Birini bulun...
Buldunuz amma...
Şüpheden kurtulamıyorsunuz.
Sözüme burada gücenmeyin!
Çünkü bu soruları sormazdınız.
Demek ki, nasip değilmiş...
O zaman, mütemâdiyen TÖVBE edin! AĞLAyın!
Az yiyin, az uyuyun, namazınızı bırakmayın, abdestli bulunun!..

Dışarıda yalnız iken nasılsanız evinizde de öyle olun!
Başka başka, çeşit çeşit haletlerde görünmeyin!..
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu haller münâfıklık halleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar, insan bilmeden münâfık olur gider...
Söylediklerim tamam olmadan...
Halvete yanaşmak yok!..
Yanaşırsın amma...
Bir günlük halvete değil.
Bir saatlik halvete tahammül edemezsiniz.
Ve çıktığın zaman doğru tımarhaneye gidersin...
Hakiki halvete girersen...
Oradan insan:
Ya velî, ya meczûb, ya mecnûn, ya deli veyahutta ölü çıkar...
Cemiyetteki hakiki halvete sokacak büyükler bugün gizlidirler. Onları ancak kalb perdesi açık olanlar güçlükle sezerler.
Onları Hızır’dan öğrenmek ancak mümkündür.
Böylelerinin ne zaman sohbetlerine girmiş veya sevgilerini kazanmış iseniz o zaman onlar kaç yaşında iseler bu dünyadan göçtükten sonra bağlılığını kaybetmemiş isen, o yaşta sana hemen himmetleri ulaşır...
Halifesi olursun...
Yaşın hemen gelmiş ise, hemen olursun.
Bunu da unutma!..
Bu değişmiyen mânevî bir kanun gibidir.
Resul-ü Ekrem Mânevî Mirası’nı bu şekilde bırakmıştır...
Bu lâkırdıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir. Çünkü işitecek kulak artık kalmadı...
Şükredin halinize...
Elhamdülillah...
ALLAH'a sığının!..
SELÂM OLsun BİZden =>Size...

Resim

Tevfik.: Uygun düşürme. * Uydurma. Muvafık kılma. * Cenâb-ı HAKkın kuluna yardım etmesi.
Himmet.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH İndinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.
Halvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
Tahavvül.: (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
TAHVİL.: Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
TEBDİL.: Değiştirmek. Tağyir etmek. Bir şeyi başka bir hâle veya şeye değiştirmek..
Tahvilen.:
Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Sünnetullah.: İlâhî kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Mülhim.: Kalbe feyiz veren, ilham eden ALLAH (c.c.)(Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir. M.)
Telakki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.


PENHANİ PEYDA NEVVARİ MÜLİM
ETMEKTE DURMADAN BÜTÜN MEVÂLİM
ZİKR-İ HALLÂKİ DÂİM
ALLAHU EKBER! ALLAHUEKBER!.:


Görünen görünmeyen NÛRlarıyla,
Bütün âlemeler HALLÂK celle celâlihu’yu zikirleri devamlı,
ALLAHu EKBER!. ALLAHuEKBER!.


Resim

الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
"Elleziy haleka seb'a semavatin tibakan ma tera fiy halkirrahmani min tefavutin ferci'i’l-basare hel tera min futurin. Summerci'i’l-basare kerreteyni yenkalib ileykelbesaru hasien ve huve hasiyrun.: O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. RAHMÂN olan ALLAH'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir." (Mülk 67/3-4)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُوا مَاء فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
"Ya eyyühellezine amenu iza kuntüm iles salati fağsilu vücuheküm ve eydiyeküm ile’l- merafiki vemsehu bi ruusiküm ve ercüleküm ile’l- ka'beyn ve in küntüm cünüben fettahheru ve in küntüm merda ev ala seferin ev cae ehadüm minküm mine’l- ğaiti ev lamestümü’n- nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu saiydan tayyiben femsehu bi vücuhiküm ve eydiküm minh ma yüridüllahü li yec'ale aleyküm min haraciv ve lakiy yüridü li yütahhiraküm ve li yütimme ni'metehu aleyküm lealleküm teşkürun.: Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsî birleşme yapmışsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz TOPRAKla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin. ALLAH size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği) nimetini tamamlamak ister; umulur ki şükredersiniz." (Mâide 5/6)

الْحَمْدُ لِلَّهِ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَاعِلِ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا أُولِي أَجْنِحَةٍ مَّثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Elhamdü lillahi fâtiri’s- semavati ve’l- ardi caili’l- melaiketi rusülen üli ecnihatim mesnâ ve sülase ve ruba' yezidü fi’l- halki ma yeşa' innellahe ala külli şey'in kadir.: Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan ALLAH'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz ALLAH, her şeye gücü yetendir." (Fatır 35/1)

اسْتِكْبَارًا فِي الْأَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِ وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ فَهَلْ يَنظُرُونَ إِلَّا سُنَّتَ الْأَوَّلِينَ فَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَبْدِيلًا وَلَن تَجِدَ لِسُنَّتِ اللَّهِ تَحْوِيلًا
“İstikbaran fi’l- erdi ve mekra’s- seyyi' ve la yehiykul mekru’s- seyyiü illa bi ehlih fe hel yenzurune illa sünnetel evvelin fe len tecide li sünnetillahi TEBDİLA ve len tecide li sünnetillahi TAHVİLA.: Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? ALLAH'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, ALLAH'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." (Fatır 35/43)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve câhillik yapmasın (yânî câhiliyet fiillerinden birşey yapmasın). Eğer herhangi bir kimse kendisiyle döğüşmeye yâhud söğüşmeye girişirse, ona iki defa “Ben oruçluyum”” desin. Nefsim elinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, oruçlu ağızın kokusu, Yüce ALLAH Katı’nda Misk Kokusundan daha temizdir.
Yüce ALLAH.: “Oruçlu kimse BENİM için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, doğrudan doğruya BANA edilen (riyâ karışmayan) bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya BEN veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir." buyurdu.”
buyurdu.
(Ebu Hureye radiyallahu anhu’dan; Buharî, Kitabü’s- Savm)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA - 1987



Resim


OT ve GÜL..


MÜNİR DERMAN
Kaddesallahu sırrahu..



ALLAHÜMME ENTE’L- MENNÂN BEDİu’s- SEMÂVÂTİ
VE’L-ARD ZÜ’L-CELÂLİ VE’L-İKRAM
YÂ HAYYu YÂ KAYYUM YÂ ALLAHU CELLâ CELÂLEHu...


Kitaplarımızı okumuş bir zât bizi aramış. Geldi buldu.
Kılığıma baktı şaşırdı. Basit bir elbise içinde gördü, yanımda bizi sevenlerden üç muhterem zât vardı.
Onlardan çekinerek oturdu yanımıza...
Çay ısmarladık, içti.
Bir aralık.: “Falan kitapları siz mi yazdınız?” dedi.
“Öyleymiş!” dedim.
“Çok beğendim!” dedi.
Damdan düşer gibi.: “Bir mürşid arıyorum!.” dedi.
“Ermiş bir velî bulmak arzuluyorum. Nerede bulabilirim?
Birçok şehirlerde, kasabalarda varmış bana isimlerini bildirdiler. Gitsem mi acaba ne dersiniz? Nasıl bulabilirim?” İlâve etti.: “Menfaat için yalancı mürşidler, şeyhler varmış, bunları nasıl anlıyayım? Hakikisi var mı?” diye sordular...
Ben henüz cevap vermeden, beni sevenlerden yaşlı muhterem zât.:
"Beyefendi! Hakiki Velî olmaz olur mu?” dedi.
“O hâlde nasıl bulacağım?”
“Yalancı ve sahteleri ayıkla... Geride kalanın içinde vardır, bulursun!.” dedi.
“Nasıl ayıklıyayım?...”
Bunun üzerine bizim Muhterem Zât hiddetle karışık bir üzüntü ile güldü...
“Beyim dedi, sen evvelâ kendini ayıkla. Pirinç nasıl seçilir öğren, ondan sonra... Benim bildiğim bu kadar!.”

Adam çok ma’lumatlı ve çok konuşan bir zâttı.
O da içerledi.
“Peki nasıl ayıklıyayım kendimi onu söyle bakalım?” dedi.
Âdeta alay ediyordu....
Bizim muhterem ipleri kesti.
Koyuverdi kendini.
“Bak Beyim!.” dedi:
“Sana bir şey öğreteceğim, öyle yap, hem de kırk gün...
Ondan sonra işte adresim. Gel bana, seni ayıklarım ve güzel bir pilav yapıp yerim!.” dedi...
“Namaz abdestsiz konuşma, yeme, içme, evinde abdestsiz yemek pişirme, sabah namazını vaktinde kıl!.
Bu dediklerimi bir gün, hatta bir saat hatta dakika kaçırırsan tekrar birden başlıyacaksın kırk gün istisnasız devam...
Diğer kılmadığın vakit namazlarını istemiyorum!.” dedi.
O zât kızararak.: “Benim namaz kılmadığımı nereden biliyorsun?”
“Gayet basit bunları kılmayan bu gibi sualleri sormaz da ondan!.. Size bir şey söyleyeyim.” dedi.
“Meczub bir dervişe sormuşlar:
“Sen akşamki zikirde cezbeye tutulmadın.
Sebebi nedir? Her ÂN cezbede olurdun...
Derviş.: “Halkada bir Kâmil vardı. Dervişin ne olduğunu hakkıyla bilen biri idi. Kendine hürmetten cezbeye kapılmadım. Tek başıma olsaydım Cezbe Ummanına dalar cuş-u-huruş'a gelir şelâle gibi akmağa başlardım.
“Utandım!.” dedi ve ilâve etti.:
“Ben de kendimden utandım da daha konuşmayacağım!.” dedi.
Gelen Zât saatine baktı. Ayrıldı gitti.
Bizim Muhterem bana döndü.:
“Hocam ma’zur gör, ben konuştum kusura kalma bağışla!.” dedi..
“Az kaldı adamı dövecektim!.” dedi.
Ben de.: “Sinirlenme!.” dedim...
“Dervişten bahsettin!.” dedim.
“Derviş kimdir bilir misin?” diye sordum.
“Siz lütfedin Hocam!.” dedi...
“Ermiş Dervişin hâl dizgini elindedir. Dilediği ÂNda salıverir, istedıği ÂNda çeker. Sen dizginleri bıraktın rahvanı aldın!.” dedim...
“Atını rahvana kaldırdığın için terkine binemedi!
Saatına baktı. Vakit geldiği için gitti...
Ne kendini üzersin!.”

Bak ben sana bir küçük hikaye anlatayım dedim
Dinle.:
Kurumuş OTla bağlanmış taze GÜL demetini gördü.
“Bu kuru OT ne oluyor da GÜL ile bulunuyor?” dedi.
Bu sözden OT ağladı.:
“Rengim, güzelliğim yok. Kokum yok.
Ben de GÜLün bittiği bahçenin OTuyum...
GÜL, dalından kopmuş, henüz taze daha solmadı.
Onun solması benim gibi de olmaz.
Ben ise çoktan kurudum.
Öldüm, ölüm de bir işe yarıyor.
Ya beni bir hayvan yer.
Ya böyle GÜL demetine bağlarlar ip olarak..
Ben yeşil bir OT iken yanımda bir mezar vardı.
Üzerinde şöyle yazılı idi:
“Keramet, kol kuvvetinden daha iyidir.
Ağıza yumruk vurmak hüner değildir.
Elinden gelirse bir ağızı tatlandır..
Sözlerime alınma!..
Ümit olmasa bile ALLAH, Kulu’na bir çâre bulup kurtarır.
"Hızır Hikâyesi", ALLAH Yardımının perdeli bir tezâhürü olduğunu çok az insan bilir!.”
Adam içerledi v’un bu sözlerinden.:
“Ben “Abid’im. Bunları bilirim!
Sen ne oluyorsun da bana nasihat veriyorsun!..”
OT.:
“Doğru söylüyorsun.
Ben kuru bir OTum.
Ama yine câhilsin ...
Gemisini kurtaran Kaptan->Abiddir.
Sen kurtulduğunu zannediyorsun ...
Amma, benim söylediğim sözler ise bir Ârifin Sözleridir.
Ârif ise.: SU’ya düşenleri kurtarmaya çalışır.
Abid’sin amma. Ârif değilsin!.”
Bu sözler üzerine Âbid iyice sinirlendi.

Bu sessiz sözsüz konuşmayı dinleyen GÜL söze karıştı.:
“Dünyada hiç kimse benim rengimi çirkin görmez.
Kokumun fenâ olduğunu da kimse söyleyemez.
Koku almayan, rengimden, gözü görmeyen kokumdan, her ikisini alıp görmeyen de ismimden anlar GÜL olduğumu ...
Sen Abidsin amma ...
Ne koku alıyorsun.
Ne görüyorsun ...
Benimle o hor gördüğün vakti ile yemyeşil OT, şimdi kuru, san amma ...
Benim yapraklarım rengi ondan aldı.
Sen hiç ALLAH Sözü duymadın mı?
"Ve’n- necmü ve’ş- şecerü yescüdan." Çimen ve ağaçlar secde ediyorlar.

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
"Ve’n- necmu ve’ş- şeceru yescudan.: Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." (Rahmân 55/6)

Siz bunları göremezsiniz...
Asıl hüner o kurumuş OTtaki ZİKRi görmeye gayret et!..
O zaman hepsinin GÜL gibi güzel ve kokulu olduğunu anlar duyarsın!..
Tatlı sözlerin kokusunu herkes alamaz.
Ey Abid! Ârif olmaya çalış!.”

GÜL devam etti.:
“Birgün ben bahçede dalımda iken iki Zât bahçede konuşuyorlardı.
Birbirlerine.: “Bak ne güzel GÜL!” diye söyleşiyorlardı.
Birisi diğerine söyledi.:
“Ben geçenlerde hamama gittim.
Kil ile yıkanıyordum.
Beni yıkayana sordum.
“Bu kile ne karıştırdınız ne güzel kokuyor?”
Yıkayıcı.: “Efendim kil öyle kokar. Bir şey karıştırmadık!”
O sırada kil.:
“Efendim, benim kokum yoktur.
Ben bir iki gün v ile arkadaşlık yaptım.
Koku ondan bana sindi!.” dedi
GÜL.: “Ben sözleri işittiğim zaman utandım.
Kibre gitmemek için kendimi gizlemeye çalıştım.
Ama olmadı. Ağlamaya terlemeye başladım.
Sen Abid olduğunu HAKk YoLu’nda olduğunu iddia ediyor ve söylüyorsun.
Şu OTu hor görerek ALLAH'dan utanmıyor musun?..”

Hayalî bir inanışla âdeta zoraki bir ibâdet peşinde koşanlara bu sözler birşey haykırıyor.
Biliyor musun ...
ALLAHDostlarındaki zâhiri tavazu’ ve edeb iç âlemlerindeki edebin görünüşüdür.
Cenâb-ı HAKk’ın Kendi Azameti ile örttüğü kimseyi görmek kolay değildir.

Bir Saman Çöpünde perdelenen ZİKRi işitmezsen bile o ZİKRi sezmeye çabala...
Onlardaki ZİKRi sezenler, işitenler vardır.
Kurumuş çöpte ZİKRi duyanlar ise bambaşkadırlar onlar ...
Kâinatta ne varsa canlı cansız hepsi HAKk’ın Güçlerinin, Hünerlerinin görünüşüdür.
HAKk da bu güçlerde görünür.
O’nu görmeye uğraş!..

Kunduz’un eti yenmez.
Kürkü çok kıymetlidir.
Bu kürkü giyenler dışa çok ehemmiyet vererek bir şeylerini gizlemek için uğraşanlardır.
Şu sözler küçültülmüş bir hakikatin mikroskobik ifâdesidir.
O hâlde cesedi ile bu mekânda gönlü ile sonsuzlukta olanların sözlerini dinlemek lâzımdır.

GÜL nihâyet şu sözleri söyledi o Abide.:
“Namaz. Oruç. Hac. Zekât bunların hepsi dünyada kullara farz olduğunu bildiği hâlde bunları yapmadığından dolayı azâb yoktur.
O azâbı dünyada çeker.
Fakat “zekât vermediği takdirde” sorgu vardır.
Bunda ALLAH'ın verdiğini ALLAH'ı inkâra doğru götüren bir koku vardır.
Herkes bunu alamaz...
Sabrın yüzünü hakka çevir.
Tatlı dili halka döndür.
O zaman GÜL gibi açılırsın....
Benim gibi açılıp GÜLmek istersen, sabırlı ve herşeye karşı yumuşak ol!..
Bilir misin kılıç yalnız İPeği kesemez.
Her dâne inci olsaydı, katır boncuğu gibi çarşı inci ile dolardı...

ŞeytÂN ne söyledi bilir misin?
Bu söz nebatlara.
Ağaçlara. Çiçeklere. GÜLLere.
Hayvanlara. Dağlara. Taşlara değil...
"Âdem Oğullarından ->kötü işten başka bir şey gelmez!"
Bizi utandıracak çok müthiş bir söz bu....
ŞeytÂN bundan dolayı insana secde etmedi...
ŞeytÂNın en doğru söylediği söz budur.
Zira bunu söylemek ona verilen vazifenin ismidir.
OT” kurudu diye çiğneme.
Öldü diye yakma ...
Ölüm, ALLAH'ın Emri..

ALLAH'ın Emrine sebeb aranmaz.
Ölüm, zulüm değildir.
Buradaki EMiR, bildiğimiz emir değildir.
KûN EMRi ile yaratılan bütün kâinattaki âhengin içinde mevcud demektir.
OT’a hakaret ettin.
Büyük küfre girdiğinin farkında mısın?
Bir de “Abidim!.” diyorsun...

Küçük bir misâl:
Güneş doğar. Batar.
Bu, HAKk’ın böyle Takdiridir.
Niçin böyledir?.
Buna cevap aranmaz.
İnkıyad edilir. Kabul edilir.

Ölüm de bunun gibidir.
“Herkes ölecek.!”
Bâki kimse yok demektir.
Herkes ölümü tadacak.
Ölüm HAKk’a kavuşmaktır.
Yâni ALLAH'ın Takdiri olan “Hak olan şey”e dönmek demektir.

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
"Küllü nefsin zaikatü’l- mevt ve nebluküm bi’ş- şerri ve’l- hayri fitneh ve ileyna türceun.: Her CANlı =>ÖLümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)

Burayı çok oku.! Anlamak güç, fakat kolaydır”.
Eğer kendi kendinle isen...
Bir zerrenin deryâya kavuşması gibi..

Ben bir OTum. Çiçeğim...
Bir Ârif bul da önünde tövbe et!
OT’u hor görme!
Ölümünde bile onu ALLAH bir hayvana rızık olarak ayırdı...

Resim

Meczûb.: Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divâne. Mecnun.
Ma’zur.: Özürlü. Özrü olan.
İstisnâ.: Ayırmak. Kaide dışı bırakmak. Müstesna kılmak. * Arapçada istisnâ kelimeleri şunlardır.
Cezbe.: Tas: Meczubiyet, istiğrak. ALLAH'ı hatırlayıp ALLAH SEVgisi ile kendinden geçer bir hâle gelme.
Cuş u Huruş : f. Kaynayıp taşma. Neş'e ve âhenk. Coşup taşma.
Rahvan.: Gevşek, sölpük, rahâvetli.
Kerâmet.: ALLAH celle celâlihu İndinde makbul bir VeLî Abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) Lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük Mârifet. Velâyet Mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Abid.: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.
Âdeta.: Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı sûrette, âdi bir sûretle. Düpedüz.
Cenâb: Büyüklük ifâde etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenâb-ı HAKk, Cenab-ı Resül-i Kibriyâ aleyhisselâm... gibi.

ALLAHÜMME ENTE’L- MENNÂN BEDİü’s- SEMÂVÂTİ
VE’L-ARD ZÜ’L-CELALİ VE’L-İKRAM!.
YÂ HAYYU YÂ KAYYUM YÂ ALLAHU CELLA CELÂLEHU...


ALLAHım!
Eşi, benzeri olmayan, hayret verici güzellikte olan gökleri ve yeri ezelde örenksiz halkeden Celâl ve İkram sâhibi SENsin!
Ey Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her ÂN için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten ALLAH celle celâlihu!.
Ey başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve Ezelden Ebede Kaim, Dâim ve Var olan ALLAH celle celâlihu!.



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA 1987



KERÂMET



Kerâmet, HiMMet,
İsm-i A’zam, Hâlvet,
"Îza Hulîyet Kulibet", Mu’cize..



"Dünya iyi ve temiz, ruhanî adamlardan, evliyâlardan hali olursa yıkılır." Hadis.
"Öyle kapalı kapılar vardır ki, Râsih Âlimlerden başkalarına açılmaz"

"RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ”
Her Sırr ifşâ edilmez.
Her gerçek söylenip açıklanamaz.
“Öyle ilim vardır ki gizlenmiş inci gibidir. Onu ancak ALLAH'ı Bilen Âlimler bilir." Hadis.
ALLAH’a karşı mağrur olanlar onları yalanlar.
Bu sırları bilenlere, ifşâ etmemeleri vâcib olur.
"Kerâmet"
"İsm-İ Azam"
“Herkes Herşeyî Anlayıp Kucaklıyamaz"
"HiMMet"


Yüzüne baktığın sana ALLAH'ı hatırlatan kimse ile sohbet et, arkadaş olmağa çalış, işte o kimse VeLîdir.
Kerâmet Velîlerden sudur eder.
Bu bağlı olduğu Nebî'nin mu’cizesidir.
Yüzlerindeki hâlavet, renk, haraketleri sözleri hep bir Kerâmettir.
"Kerâmet evliyâya haktır. Evliyâ da zâhir olan Kerâmeti inkâr eden dinden çıkar!.” (Fetvâ)

Kerâmet Kelimesi=>“kereme” lütfetmek masdarından gelir.
Ekrem =>Kerem sâhibi, kendisine İlâhî Lütuf bahşedilmiş
İkram =>Lütfetmek, takdim, taltif etme.
Mükrim =>İkram eden.
Mükerrem =>İkram ve lütfedilmiş.
Kirâm =>Kendisine lütuf verme izni verilmiş kimseler. İlâhî Kerem’e kavuşmuşlar...

KERÂMET=>Lütfün verildiği kuvvetin tecellîsi, ortaya çıkması. Lütfü İlâhîden nâsib alabilen, insanın bu lütfün kudretini izhâr etmesi keyfiyeti..
Kâinâtta ne varsa maddî ne türlü hareket varsa ruhî ve ruhanî =>ALLAH'ın Kudret ve Güçlerinin görünüşüdür.
Bütün bunlarda HAKk’ın Güç ve Kudretleriyle görünüşüdür.
"Her meydana çıkıp zuhur eden =>O zuhur eden şeyin içinde kalandır.”
Bazı sözler vardır.
Bu lafları akla sorarsan akıl halledemez.
Bu gibi şeyleri başka türlü konuşmak gerekir.
Bu sözleri başka ve çok düşünmek gerek.
Ondan sonra anlamak mümkündür.
Fakat herkesin kâri değildir.
Merak işi de değildir...

Her insanda bir çok İlâhî Esmâların benzerleri vardır.
Bu esmâlar içinde Muradı İlâhî ne ise o Esmâlardan biri o kimsede Galibdir.
Bazı esmâlar her insanda mevcûd ve müşterektir..

Bazı esmâların tecellî miktarları farklıdır.
Böyle farklı esmâların tecellîsi insanlardaki karakter nevilerini husule getirir.
Umumî ibâdet bu esmâların insanda mevcûd benzerlerini olgunlaştırır.
Bu sûretle o insan şah damarından daha yakın olan HAKk’a yanaşmağa başlar.
"Ve İlâ RABBike Fergab"...

Yâni hak kudret ve güçleriyle insanda gizlenmiş olduğundan insan kendi kendine yanaşmağa başlar.
"Ben insanın sırrıyım, insan benim sırrım."
"El Însane Sirri ve Ene Sırrehu"

Hadis-i Kudsî. Budur.

Bu benzer esmânın hududuna girildiği takdirde o esmâ kuvvetli bir mürşidin yardımıyla iyice ortaya çıkar.
Mürşidin vereceği, ilim değildir.
Söz değildir.
Mânevî HiMMettir.
HİMMET” nedir?
Bunu bilmek çok güçtür.
HiMMet =>HAKk’tan ->Resûlü Ekrem’e ->Oradan Mürşide erişen bir şerâredir ki tâlibde bulunan İlâhî Güçleri ateşler ve harekete geçirir...
Mürşidin tâlibde ortaya çıkaracağı işte bu esmâ ile "İSM-i A’ZAM",
Yâni “ALLAH” Lâfzını hakkıyla söylemek ve tesirini görmek imkânı hasıl olur..
O Esmâ benzeri, o kulun “ALLAH” Lâfzına yanaşmasını temin eder.
O esmâ, o kulun ""İSM-i A’ZAM""ı olur..
İnsanda meknuz Hakk güçlerinin ateşlenmesini temin eden lafz, söz budur.
HiMMet.: Mürşide ->Resûl kanalından gelen şerareyi vermeğe verilen isimdir.

Yoksa hakiki "İSM-i A’ZAM"ı yalnız Resûlü Ekrem söyleyebilir.
Büyük Velîler, Resûlü Ekrem yardımıyla bundan istimdad ancak edebilirler...

Bir çok DUÂlar, bir çok âyeti kerimeler vardır ki “v” burada gizlidir diye bildirilmiştir.
"İSM-i A’ZAM" gizli değildir.
Ona varılabilmesi için DUÂ ve âyetlerde istiane edilen şeyler tam hakkıyla yapılırsa, yoluna girilir demektir.

"İSM-i A’ZAM"’ın insanı kapladığı anda, o insandaki düşünce ALLAH'ın Düşünce ve Arzusu yerine geçer.
O insan istediği şeyi aklından geçirir geçirmez o vâki’ olur. Zuhur eder.
Bir anda “Tayy-i Mekan” eder.
İstediği yerde kelâmıyla, şekliyle veya cesediyle bulunur...

Kerâmet ise ->İnsanda Galib olan Esmânın hududuna girenlerde tabii bir hadise gibi tecellî eder.
Bulutun bir anda yağmur olması gibi...
O esmâya teveccüh eder. Arzusu, istediği husul budur.
Bazan haberi olmadan o esmâ ile dolmuştur.
Kerâmet zâhir olur.
Farkında değildir.
Çünkü onun için tabii bir hâldir.
Etrafındakiler Gönül Sâhibi iseler, onlar bunu anlarlar.
Kerâmeti Gönül Sâhibi olmıyanlar; Bilgi, ilim, görüş şeklinde idrak ederler.: “Çok akıllı adam nasıl biliyor!.” diye söyler dururlar.
Bazı zavallılarda rûh çağırmağa kalkarlar, yıldızlara bakarlar, fal açarlar.
Bu hâller insanın kendi kendini tahkir etmesidir ki insanı helâke götürür.
İslâmda küfürdür.

ADAM VARdır =>ALLAH!.” der ->Tayy-i Mekân eder. Bir anda Arşa
yükselir.
ADAM VARdır =>ALLAH!.” der ->Hemen canını verir.
ADAM VARdır =>ALLAH!.” der ->Bayılır, yıkılır.
ADAM VARdır =>ALLAH!.” der ->Bir şey olmaz. Odun gibi durur.
ADAM VARdır =>ALLAH!.Demez!.
ADAM VARdır =>ALLAH!.Diyemez!..

Hazreti Ömer Medine'de bir Cuma günü hutbe okurken Şam'da harb eden ordunun arkasından çevrildiğini =>"EL BASÎR Esmâsiyle birdenbire görür" Ve hutbeden.: “El Cebelü Yâ Sariye Cebel!” diye iki defa bağırır.
Cemaat şaşırır.
Fakat o anda ES SEMİ’ Esmâsiyle Sariye ve bütün asker Şam'da harb meydanında bu sesi duyarlar.
“Bu Emirü’l- Mü’minin”in sesi diye.
Hemen Dağı arkalarına alırlar.
Tehlikeden masun kalırlar.
Zirâ düşman o anda arkadan orduyu kuşatmak üzeredir.
Bunun üzerine cemaat Hazreti Ali'ye sorarlar.: “Emirü’l- Mü’minin Hutbede bağırdı bu ne demektir?”
Hazreti Ali.: “Sariye geldiği zaman ona sorun!.” buyurmuşlardı.

Mısırı fetheden "Amr îbnil As"a yazdığı mektup Nil Nehri’ne atılıyor.
Nil feyazân ediyor...
Mektub.:
Hattaboğlu Ömer'den Mısır'ın Nil Nehri’ne!
"Ey Nil!. Daha önceden akıyordun. Şimdi akmıyormuşsun!. ALLAH için skıyorsan âdetin vechile Ak!.
Yoksa Kendi Başına akıyorsan Mısır Halkının sana ihtiyacı yoktur!.."

Bu şikâyet gibi görünürse de büyük bir hikmetin şekil ve söz değiştirerek ifâdesidir.
Bu mektup Kumandan Amr İbnil As tarafından NİL Nehri’ne atılır.
Nil coşarak akmağa başlar.
Burada mektupta gizli kapaklı HAKk’a DUÂ olduğu gibi Nil'i şikâyet vardır.
Burada “EL ALÎM” Esmâsiyle HAKk’tan Ömer niyâz ediyor.

“Bu nasıl olur?
Bu nasıl iştir?”

Diye düşünme!
Akıl bunu hâlledemez.
Bunu ya kabul eder veya tepinmeye başlar.:
“Böyle olmaz!.” diye...

Bu işler her kesin kâri değildir.
Akıllı diye geçinen sapıklara sözümüz yok...
Fâkir bir insana bunu söylesen.
“Olur mu olmaz mı?” diye bir söz çıkarmaz ağzından.
Gözlerinden sessiz yaşlar döker.
Tasdik ve İmân işte budur...

Cesur İnsan, ALLAH'tan en çok korkan insandır.
ALLAH’tan korkan, âdildir.
Doğrudur. Merhamet ve Şefkat timsâlidir.
Çünkü bu hasletler ALLAH'ın kula bahşettiği kendi esmâlarının tecellîsidir.
Böyle kimseler ALLAH ile Dosttur.
ALLAH'tan korkmanın altında ALLAH SEVgisi gizlidir.
Onun altında da ALLAH'ın kula karşı SEVgisi perdelenmiştir.
Böyle hâle erişmiş kul neye bakarsa ne düşünürse ALLAH ile birliktedir.
Onun gözü Kalb Gözüdür.
HAKk’ın Makarri olan kalbin gözü.
Düşüncesi HAKk’ın isteğidir.
Hazreti Ömer bu mertebede idi.
Kendi arzu ve istekleri için muhtelif âyeti kerime nâzil olmuştur.
Hazreti Ömer de : ALLAH’ın Adaleti, ALLAH’ın Merhamet ve Şefkati HAKk’ın gözü arzu ve istekleri bütün heybetiyle tecellî etmişti.
Ömer yeryüzünde ALLAH’ın “Zaptiye Nazırı” idi.
Hazreti Ömer kendinden bile korkardı.
Kendisinde insanın büyüklüğü tezâhür etmişdi.
Resûlü Ekrem müstesnâ” Ömer gibi insanın büyüklüğü tecellî eden insan gelmedi, gelmemiştir.
Ömerin her hareketi, düşüncesi İlâhî Süzgeçten geçtikten sonra tecellî ederdi.

HAKk’ın Arzusu, İslâmın özü, düşüncesi, herşeyi Ömer'de âşikar tecellî etmişti.
Ömer'de ”İslâm gözle görülür, kulakla işitilir, bütün heybet ve İlâhî Güzelliği ile tecellî ederdi... “
İşte Resûlü Ekrem'in mübârek sözü.:
“Benden sonra Peygamber gelseydi Ömer gelirdi.” buyurmuşlardır.
Resûlü Ekrem'in DUÂsı ile kırkıncı Müslüman oldu.
Herşey aşikâra çıktı.
Tâ-Hâ Sûresinin ilk ayetleri Ömer'in Rûhunda inkılâb yapmak için nâzil oldu.
Ömer'in bütün akıl, düşünce ve benliği yıkandı, değişti.
Sert bir arslanın kuzu olması gibi...
Resûlü Ekremdeki bütün Esmâlar kendi arzuları verilmiştir.
HAKk’a Teveccüh ederek bütün mu’cizelerini izhâr buyurmuşlardır.
Hatta selâmını getirenler bile Kerâmetinden faydalanırlar...

Medine den Yemen Vâlisi “Ukayre”ye Resûl'ün mektubunu getiren azâdlı kölesinin karşısına yolda çıkan arslana.: “Ya Esed! Ben Resûlüllah'ın azâdlı kölesiyim. Mektup getiriyorum!.” diye bağırması arslanın çekilmesini temin etmiştir..
O hâlde tebliğ edilen emirleri hatasız, eksiksiz yapmaya gayret edin. Kendinizde bulunan esmâları harekete getirin.
Kendini İlâhî Esmâlarla süsle...
İçini Resûlüllah ile doldur!.
ALLAH’ta erimeye gayret et!.
O zaman ne kadar kıymetli mahlûk olduğunu anlarsın...

Azîz Müslümanlar!.
Kıymetinizi bilin, vakit kaybetmeyin...
Tövbe Kapıları açıktır.
Vakit yoktur deme...
Secdeye kapan...
Bütün güzelliklerini ortaya çıkarmaya gayret et...
Bu sözleri bu diyarda ALLAH’ın bir Ni’meti bil!
Durma!..

Yalnız şunu unutma;
Helâl bellidir.
Haramda bellidir.
Bu ikisinin arasında insanların bilmedikleri çok şüpheli şeyler vardır.
Hele bu zamanda bu zihniyet içinde bu şüpheli şeyler milyonlarcadır.
Helâle, haram karışmıştır.
Bunu ayırmak ayıklamak İmkan Hududlarının sonundadır.

Bir lokma helâl rızık alabilmek için, tırnaklarla kilometrelerce tünel açmaktan daha çok güçtür.
Haram ise bugünün insanlarının helâli mubahı mesâbesindedir.

Haramîyyet iki türlüdür :
1-) Yakın Haramîyyet. Bellidir. Anlaşılır.
2-) Uzak Haramîyyet. Anlaşılmaz.
Yemesinde dinen bir sakınca olmayan gıda helâldir.
Fakat, senin vücûdun o anda o helâl lokmayı cesed veya rûh için haram yapar.
Veyahut sen temizsin gelen rızıkta bozukluk vardır.
Senin vücûdunu harama sokar.

Midende ülser vardır. Ekşi sana dokunur.
Şeker hastalığı vardır. Şeker sana dokunur.
Ekşi ve şekerde kabahat yoktur.
Senin vücûdunda kabahat vardır.
Midendende...

Senin vücûdun temizdir.
Bozulmuş bir şey yersen ishal olur, kusarsın, zehirlenirsin...
Bu misâller kaba şekilde amma yukarıda anlatmak istediğimizi az çok idrak ettirir.

Dedelerimiz zamanındaki şehirlerde, köylerde bugün bereket kalmamıştır.
Büyük şehirlerde yemek artıkları helâlara gidiyor.
Bu büyük bir Küfran-ı Ni’mettir.
Ekmek ve karbon hidratlı gıda hep lağımlara gidiyor.
Bunlar ne olur garip şey.
Böyle düşünenlere cevap.: "Hiç bir şey olmaz" kâfidir..
Leş böceğini bala sokarsan ölür.
Bunlar karasinek gibi mahluklardır.
Leşede konar balada konar..
Lağımlar utanıyor insanların yaptığı bu mülevves harekete.
Şeytan yapacağını yapmıştır.
Beşeriyette artık herkesin şeytanı kendisi olmuştur.
Buna çâre yoktur.
Ölüp dirilmedikten sonra, o da şüphelidir.
Zirâ CeheNNem Azâbı müthiştir.
Orada İnsan ne ölür, ne yaşar...
Ne yapalım diye hiç düşünmeye hacet yoktur.
Şehirlerden uzaklaş.
Bir kulübeye bile olsa dahi razı ol...
Çekil hemen...

Birâz düşünürsen söylediklerimizin doğruluğunu anlarsın.
Deliler bile idrak etseler tekrar bir derece daha çıldırırlar.
=>Bu sözlerden...
Bu gün din, ahlâk, terbiye, ailevi duygular hepsi uçmuş gitmiştir.
Yerine dinsizlik, ahlâksızlık, sosyal doktrinler, iktisâdi, sosyal sapık bilgi ve âdetler girmiştir.
İktisâdi buhran, hükümet buhranı, bilmem geçim buhranı, pahalılık buhranı...
Bunlar yerden çıkmadı.
Havadan gelmedi...
İnsanlar yaptı bunları...

Hem cesede, hem rûha büyük hakaret yapılmış insanlarla dolu cemiyet...
“Sodom Gâmora”ların hüküm sürdüğü bir kitle hâline gelmiş.
“Kavm-i Lût” âdeta modern cihâzlarla, süslerle terakki vasıtalarıyla küfürde daha çok tekamül ederek yeniden dünyaya gelmiştir.
“Kavm-i Lût”un bir “Ba’sü Bade’l- Mevt” işidir bugün...

Profesörlerin, hükümet adamlarının, milletlerin çâre aradığı buhrana karşı çâre bulunamaz, bulunamayacaktır da...
Çünkü bu çâreler yerde gizli değildir.
Bir yerden gelmeyecektir.
Çâre kendimizdedir..
Teker teker kendimizi doğru yola götürmemiz lâzımdır.
Bir ağacın yaprakları kışa yakın sararır yavaş yavaş dökülürse beşerîyette bu hâldedir.
"Yapraklarını dökmeyen yeşil kalan ağaçlar vardır." bunları unutmamak lâzımdır.
Son baharda yapraklar niçin sararır düşer.
Yapraklar asitleşirler.
Niçin asitleşirler?.
Onunda kimyevî izâhı var.
Diğerleri niçin yeşil kalırlar onlarında kimyevî izâhı var.
Bunlar ALLAHın kurduğu Tabiat Kanunları icabıdır...
Velhâsıl bunlar âhir zaman icâblarıdır.
Önüne geçilmez.
Yakında birçok milletler dünya yüzünden silinecektir.
Bugün Perşembe 07.11.1974 tarihtir.

Salgın hastalıklar, açlık, susuzluk, âfetler ve yek diğerine saldırmalar çoğalacaktır.
Birçok milletlerde ihtilâl çıkacak ve çok insan telef olacaktır.
Bu uzak değildir.
Dünyada artık sükun denilen şey kalmayacaktır.
Söylediklerimiz Resûlü Ekrem'in Hadislerinden müstahreçtir.
Az konuştuk. Daha çok şeyler vardır.
Ortaya çıkması yakındır. Fakat söyleyemem.
Akü muvâzenenizi kaybeder, derin bir ümitsizlik içine düşer, huzurunuz kalkar, perişân olursunuz.
Zâten huzursuzsunuz...
Onun için size tavsiye ederim;
Sakin, kalabalık olmayan yerlere hemen çekilin!.
Haramdan kaçın!.

Namazınızı ihmal etmeyin!
Sabahları leş gibi uyumayın!..
Vakit kaybetmeyin zaman az.
Tövbe edin!
DUÂ edin!
ALLAH’a sığının!.
Resûl'ün Ruhanîyyetinden yardım taleb ediniz...
Daimâ abdestli bulunun!.
Bu son lakırdıya çok dikkat edin.
Ama sakın ihmal etmeyin!.
Az yiyin, az uyuyun, çok gülmeyin, fazla ağlayın...
Başka başka, çeşit çeşit hâletlerde görünmeyin.
Her ne pahasına olursa olsun...
Bu hâller münâfıklık hâlleridir.
Münâfıklık şüpheden doğar.
İnsan bilmeden münâfık olur gider.

Bu lakırtıları dünyadaki kulaklar artık kimseden işitmiyecektir.
Çünkü işitecek kulak artık kalmadı.
Şükrediniz hâlinize.
ALLAH’a sığının!
Selâm olsun bizden size!..


Resim

Hali.: Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama..
Sudur.: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. .) Göğüsler, sadırlar..
Şerâre.: (Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı.
Tâlib.: İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci..
Meknuz.: Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
İstimdad.: Medet ve yardım istemek.
İstiâne.: DUÂ. Yardım istemek. İâne istemek.
Masun.: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam..
Feyazan.: f. Suyun çok olup taşması, çoşması. * Bolluk, fazlalık, feyiz..
Makarr.: (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht..
Teveccüh.: Bir şeye doğru yönelme, bir tarafa dönme. Çevrilme. * Mânen üzerine düşme. * Ait olmak. * Hoşlanmak. * Sevgi, alâka..
"El Cebelü Yâ Sariye Cebel!.: Yâ Sâriye dağa! Dağa!.”
Vech.: (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münâsebet.
Zaptiye.: Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizâmı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
Esed.: Arslan, şîr.
Küfran.: Nankörlük etmek. ALLAH'ın İhsân ve İnâyetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
Ba’sü Bede’l- Mevt.: Öldükten sonra dirilmek.
Sodom ve Gomora.: Lût Gölündeki batık şehirler.


Resim

Râsih.: (c.: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam. * Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan. * İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.

Rüsuh.: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. * Meharet, meleke..

RÂSİH.:
Sözlükte “(bir şey) bulunduğu yerde yerleşip kalmak, sabit ve sağlam olmak, (bir konudaki bilgi) şüpheden uzak olup kesinlik kazanmak” anlamındaki “rusûh” kökünden türeyen “râsih” (sabit olan) kelimesinin çoğuludur (Lisânü’l-ʿArab, “rsḫ” md.; Ebü’l-Bekā, s. 465). Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette.: “er-râsihûn fi’l-ilm” terkibinde geçmekte (Âl-i İmrân 3/7; en-Nisâ 4/162), hadislerde de aynı mânâda kullanılmaktadır (Dârimî, “Ferâʾiż”, 8.).

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır kaddesâllahu sırrahu.: İlimde derinleşenlerin eğilmeyen, eğrilikten hoşlanmayan, bildiğinin ve bilmediğinin farkında olabilen, bildikleri vasıtasıyla bilmediklerini çözümlemeye gücü yeten ilim erbâbı olduğunu belirtir. Ona göre ilimde Rüsûh Sâhibi olanlar Muhkem ve Müteşâbih Âyetlerin Hakikatine imân eder, fitne ve belâdan uzak durur, haddini bilir ve İlm-i İlâhîye havâle edilmesi gereken hususları O’na havâle eder.. (Hak Dini, II, 1044-1045).

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ve’r- RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l- elbâb (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın Esâsıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalblerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini ALLAH'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sâhibleri ise.: "Biz O'na îmân ettik, hepsi RABBimizin Katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulû’l- Elbâb (daimi zikrin ve sırların sâhibleri) (tezekkür edebilir).” (Âl-i İmrân 3/7)

لَّكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا
“Lâkini’r- RÂSİHÛNE FÎ’L- İLMİ minhum ve’l- mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve’l- mukîmîne’s- salâte ve’l- mu’tûne’z- zekâte ve’l- mu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ (azîmen).: Fakat, onlardan İLİMDE DERİNLEŞMİŞ olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ve namazı ikâme edenler, zekâtı verenler, ALLAH'a ve Âhiret Gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.” (Nisâ 4/162)

فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Fe izâ feragte fensab.
Ve ilâ RABBike fergab.:
Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul, Ve öyleyse RABBine rağbet et (O'na yönel, O'nu öv, hamdet, zikret, tesbih et).” (İnşirâh 94/7,8)

Resim

İsmail Hakkı Bursevî, Tefsirinde bunu En’âm Sûresinin -sır kelimesinin geçtiği- 3. âyetinin açıklamasını yaparken söz konusu etmiştir. (bk. Ruhu’l-Beyan, 3/8)
Oradaki ifade tarzı şöyledir.: “İnsanın sırrı benim sırrımdır, benim sırrım da onun sırrıdır.”

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH celle celâlihu.: “سر الإنسان سري وسري سره /Sırrı’l-İnsâni ->SIRRî ve SIRRî ->Sırrıhu.: İnsânın Sırrı ->BENim Sırrımdır. BENim Sırrım da ->İnsânın Sırrıdır.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Bursalı, Rûhu’l-beyân, 3: 6, 7; 3: 379.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAH ->Âdem’i kendi sûretinde yarattı.” buyurmuştur.
(Buharî, İstizân, 1)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İlim kaybolmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman kısalmadıkça, karışıklıklar ortaya çıkmadıkça, herc yâni cinâyetler artmadıkça ve elinizde mal çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz.” buyurmuştur.
(B1036 Buhârî, İstiskâ, 27.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet Alâmetlerinden bazıları şunlardır.: İlmin kaldırılması, cehâletin artması, zinânın çoğalması, şarap içmenin yaygınlaşması, erkeklerin azalıp kadınların çoğalması. O derecede ki elli kadına bir erkek düşecektir.” buyurmuştur.
(B5231 Buhârî, Nikâh, 111.)



M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA - 1987



"İSM-i A’ZAM"



Resim

Eselüke Allahümme bi’l-İsmi’l- Mektubi alâ Veraka’l- Zeytun.:
Zeytun yaprağı üzerine yazılı isim hürmetine!.

İSM-i A’ZAM'ı biliyorum amma!
Ona yanaşmak temizliğine varamadım.
Nasıl buğulu göz yerini bildiği şeyi görüp tutamaz.
Ses mevcûddur. Kulakta kir vardır. Az duyar.
Güzel koku mevcûddur. Burunda nezle vardır. Koku almaz.
Akıl vardır, maddenin şüphe, tereddüd, gafleti içinden çıkamaz.
Temiz dediğin bir SUyun içinde mikroskopla bakarsan milyonlarca mikrobun raks ettiğini görürsün...

İSM-i A’ZAM, Resûlü Ekrem'in ahlâk, sîret, yaşayış, harekat, sünnet, Mübârek Nâsiyesinde lemean etmektedir.
İSM-i A’ZAM'ı bilenler, Resûl'den aksetmiş insân tahammülüne tenezzül etmiş miktarından istifâde ederler.
Onda tecellî eden İSM-i A’ZAM, Ayı ikiye böler.
Mûsâ denizi açar.
Resûl'den akseden İSM-i A’ZAM’dan.:
Tayy-i Mekân, Keramet, Harikulâde hadiseler tezâhür eder. NÛRundan müstefid olunur.
Aksetmiş olanların yanında bulunanlar bir aydınlığa girerler. Nereden geldiğini keşfedemezler.
Ayna olmasa ->kendini,
Kulak olmazsa ->sesini,
Burun olmasa ->kokuyu alamadığım gibi.
Temizliğin gayesine varmadan da ->bu akis sana vurmaz. Gelmez.
Röntgen Şua’ı görünmez.
Görünmesi için muayyen tertibat ve cihâzın mevcudiyeti lâzımdır.
Amma şu bildiğim İSM-i A’ZAM'ı bildiğim kadar anlatayım buyurun dinleyin..
Çok dikkatli dinleyin!
Zirâ karışık...
Ben öyle anladım da ondan...

Görmek için IŞIK lüzumludur.
Işığın görünmesi için, fdan geçmesi lâzımdır.
Işığın saniyede sürati 300.000 kilometredir.
Sesin saniyede sürati 350 metredir.
Kilometre değil dikkat buyurun!..

Sesin işitilmesi için HAVAya ihtiyaç vardır.
Ses dalgalarının intişarı için.
SU olmayınca dalga olmadığı gibi...
HAVA olmayınca da ses yoktur.
SU’yun olması için TOPRAK lâzımdır.
TOPRAK olmasaydı SU olmazdı.
SU olmasaydı HAVA olmazdı.
HAVA olmasaydı ses olmazdı ve SU görünmezdi.
TOPRAK oldu.
Sonra SU.
SUdan HAVA oldu, o zaman en evvel var olan IŞIK göründü.
ATEŞ ve hararet husul buldu.
HAVA olmazsa hararette yoktur.
Uzayda hararet yok.
Hâlbuki GÜNEŞ görünmüyor karanlık uzay.
Güneşin görünmesi için HAVAya lüzum vardır.
Biz görüyoruz.
Görünmeyen GÜNEŞin şua’ları HAVA tabakasında görünüyor ve hararet veriyor.
Evvelden TOPRAK SUyun görünmesini temin etti.
SUdan HAVA oldu.
Var olan SU görünmeye başladı.
Mekân TOPRAK oldu, SUdan HAVA teşekkül etti.
Böylelikle ATEŞ göründü ve ses duyuldu.
Ve SUdan geçen “HAYy”dan her şey halkoldu.
SU görünmez oldu.
HAVA oldu, sonra göründü SU oldu.
SU görünmez oldu, ziyâ göründü.
SU görünmez oldu HAVA oldu, SES duyuldu.
"TOPRAK + SU + HAVA + ATEŞ" diye
"ANÂSIR-ı ERBAA" dört esas element denilmiştir..

Hülâsa edersek.:
HAVA olmazsa SU olmaz.
SU olmazsa HAVA olmaz.
HAVA olmazsa ATEŞ olmaz.
TOPRAK olmazsa SU olmaz, görünmez.
Bunları çözmek çok güçtür.
HAVA bizim mekânda,
Madde vardır telâkki ve fikrimize göre “HAVAnın bir ağırlığı vardır, o hâlde basit olarak.: görünmez bir maddedir”” diyebiliriz.
HAVA soğuduğu zaman, BUHARı ->Yağmura veya ->Kara çevriliyor ve bunlar mekânda görülür bir MADDE oluyorlar.
O hâlde diyebiliriz.:
HAVA SUyu husule getirdi.
O zaman SUyun mevcudiyeti için bir mekân lâzım.
O da TOPRAK...

TOPRAK olduğu zaman SU göründü.
TOPRAĞın teşekkülü için “Kant-Laplace” Nazariyesine göre evvelce ATEŞ vardır.. soğudu.
Ve TOPRAK teşekkül etti.
ATEŞin mevcudiyeti için HAVA muhakkak lâzımdır.
O hâlde ilk evvel HAVA vardı..

TOPRAKta =>İlâhî Esmâların, nakışları tenezzülen tahammül hududuna girmesi için TOPRAKta muhtelif cevherler hazırlandı.
Madenler, Nebatlar.
“Safi” Nakşının muhafazası oldu.
İnsan, Hayvan, Nebat bünyelerinde bulunan cevherlerin hepsi TOPRAKta mevcûddur.
Bu cevherlerin toplanmasını, SU ile karışması bir organizma yaptı.
HAYy” ın görünme YUVAsını teşkil etti.
CANLIlık husul buldu.
Hayvanın, nebatın, mikrobun, insânın içinde barınacak bir yuvası vardır.
EL HAYy’ın diğer Esmâlarla barınacak yuvası evi (Kabanın kabası bir misal olarak) YARATIKLar oldu.
EL HAYy Esmâsının yanına diğer İlâhî Esmâlar toplandı.
Bu miktar ->İklimlere göre nasıl hayvan ve nebat, çiçek, maden cevherleri varsa ->İnsanlara göre de Murad böyle tecellî etti. Irklar. İnsan cinsleri oldu..
Her insân bir Esmânın Gâlibiyeti ile süslendi.
Bazı Esmâlar müşterek.
Bazı Esmâların miktarları farklı insânlarda tecellî etti...
Hayvan ve nebatlarda da böyle oldu.
Hepsinin hassaları ayrı ayrı.
Birinin terkibinde olan diğerinin terkibinde yok gibi.
Bir diğerinde fazla, öbüründe başka bir hassa...

Bazı nebat zehirlidir.
Bazısı değil..

Bazı hayvan sadıktır.
Bir diğeri değil.
Nankördür, yırtıcıdır..

Bazı maden sert.
Bazı maden yumuşak.
Bazısı tatlı, bazısı acı.
Bazısı serinlik verir.
Bazısı yakar..

Bunların aslına varmak için, yâni hangi Esmânın, hangi hassanın bulunduğunu anlamak için tahlil gerekir...

Falan nebatta şu hassa. Şu kimyasal madde vardır.
Falanda falan vitamin var. Falanda yok.
Falan şifâ vericidir. Diğeri değil...
Falan güzel kokar. Diğeri değil.
Bunların aralarındaki fark hep birdir aslen...

İnsandaki Esmânın şiddet ve azlığına göre, his ve duygu değişiklikleridir.
Zirâ her şey güzel yaratılmıştır.
Burada Beşerî İlimle, mukavemet bünye, tahammül kelimelerinin ifâdeleri ortaya çıkar.

Leş kokar.
Leş kuşları sinekleri.
Bazı leş yiyen hayvanlar için bu koku yoktur..

İnsan kendindeki asıl Gâlib Esmâya vardı mı bunların hep bir olduğu görülür.
Çirkin yoktur.
Pis koku yoktur.
Yakan yoktur.
Zehirleyen yoktur.
İlâhî Esmâ vardır...
O da =>Uyumayan doğurmayan yemeyen, eşi olmayan TEKk olan ALLAH'ın Tecellîsidir.
Kudretlerin, Güçlerin görünüşüdür.

Göz görür.
Eşyânın dışını görür, içini göremez.
Sonu olanları görür, sonsuzları göremiyor.
Bazan büyüğü küçük, küçüğü büyük görür.
Yıldızlar büyüktür.
Küçük görünür.
Göz kendinden çok uzak ve çok yakın da göremiyor.
Fakat AKIL için uzak yakın yoktur.
Göz yanılmasının çeşitleri çoktur.
Fakat AKIL bundan münezzehtir....

Sesleri, kokuları, tatları, sıcaklığı, soğukluğu, işitme, koklama ve tatma duygularını göremez.
Gördüğü şeyleri de dışarıda görür yerli yerinde.
İçinde değil.
Ses duyulur, fakat kulakta değil.
Sesin çıktığı yerdedir.
Sanki kulak oraya uzanmıştır gibi.
“Gören O, işiten O”.
Senin içinde O'dur.
O hâlde kendini göstermek için.: “Âlemleri yarattım!” diyor Cenâb-ı ALLAH...
İnsan bu mânâya, bu künhe varması için aslına dönmesi lâzımdır.

Asıl nedir?
Temizlik esas cevher...
Safîyyet... Billurlaşma...
Bunlar için İSLÂM vardır.
İnsan yaratıldığı için, künhüne varmak için İSLÂM vardır.
İSLÂM olacağı için insân vardır.
Buradaki İSLÂM kelimesi.:
"eslemnâ ve lemmâ" Âyet-i Kerimesidir.
HAKk'ın görünen kudret ve güçlerinin bir parçası olduğunu anlayarak.
HAKk'a teslim olan demektir.
Onun için, insân mü’min doğar, aslına döneceği, çözüleceği zaman, yaklaştığı an mü’min ölür.
“ÖLüm ÂNı” =>İnsanda bulunan Güç ve Kudretlerinin geri alınması ALLAH’a teslim edilmesidir.
Bu hadis.: “Son demde bunları insân anlar.” demektir.
“Ha demek böyle imiş!” der, inanmış olur.
“Mü’min ölür!” demektir.
Temizlikte, aslında güzel olan şeyler hep güzel olduğu gibi görünür.
Temizlik olmadı mı duyguların perdelenmesi neticesi onları çirkin, fenâ koku, nefret verici olarak duyar görür işitir.
Bu temizlenmemenin neticesidir ki buda bir nevi’ isyan sayılır...

"Bir anne çocuğun pisliğinden, salyasından, tiksinmez, insân, kendi salyasından, tükrüğünden, pisliğinden tiksinmez. Ve başkasının ki ona çok fenâ gelir..."

Buralara varmak için İSLÂM vardır.
Çirkin, fenâ koku, iyilik mefhumuna giremez.
Görünen şeylerin hepsi tahammül hududunun cilveleridir.
Nasıl ki mikropları görsek, korkudan helâk oluruz.
Hakiki temizliğe vardı mı yine helâk oluruz, bunlar tahammülün muhtelif şekilleridir.

Resûlü Ekrem, ölmüş, taaffün etmiş köpeği görmüş.
Pis kokuyu almamış.
“Bak ne güzel dişleri var!.” buyurmuşlar...
İşte bu temizliğe varmak =>Kendinde meknuz olan Gâlib Esmânın Tecellî Kudretiyle tesbih ve raksa girebilmek demektir.
“Vele Zîkrullahü Ekber” En büyük zikir, sende olan GÂLİB ESMÂ ile, O’nun büyük zikrine kendini sokabilmektir.
O zaman, sendeki tecellî eden ALLAH’ın sana nâsib, olmuş Gâlib Esmâ ile görür, işitir, hareket edersin ki, o senin için "İSM-i A’ZAM" olur.
"Bütün Peygamberler =>ALLAH tarafından kelâmla gönderilmiştir. Cezbe ve tasarruf ile değil!"
Bu lafa dikkat et, ne demek isteniyor bunu anlamadan Peygamber nedir anlaşılmaz!..
Kalb ->Gönlün AYNAsıdır.
Gönül ->RÛHun AYNAsıdır.
Kalb nedir? Gönül nedir? bunu bilmek lâzım.
RûH ->Hakikat-i İnsanîyyenin AYNAsıdır.
Hakikat-i İnsanîyye nedir?
Bunu da bilmek lâzımdır bütün inceliği ile...

Gaybî Hakikatlar sonsuz denecek kadar uzak mesafeler kat ederek, söz hâline inkılâb eder.
Lafz Sûretine giren faillerin hakikatları o zaman kulaklara erişir.
Bu ihsân, Evliyâullaha verilmiştir.
O zaman o Velî =>“HAKk”ı ->Halk Aynasında ve Halkı da ->HAKk Aynasında ->HAKk’ın Kemâlini görür ve HAKk Aynasında halkın yokluğunu görür..
Bu insân “İNSÂN-ı KÂMİL” o zaman =>“İSM-i A’ZAM bir SIRRdır!” diye söyler...
Bir çok İSM-i A’ZAM DUÂları.
Âyetleri işâret buyurulmuştur.
Bunların oradaki Esmâların, İsimlerin El ADL Esmâsı ile taksimindeki hikmeti ifâde içindir.
Ve onların yardımı ile, kendinde meknuz Gâlib Esmâya temizlikle yanaşmak, kılavuz o Esmâların hürmetine Gâlib Esmâya vusul yolları olarak fehmedilmelidir.
Bu da =>Mekân diye kabul ettiğimiz yerdeki fizikî, kimyasal hassa ve kanunları husule getiren Esmâ Tecellîsinin madde olarak tahlil ve tetkik ederek onlardan birçok Kudretlerin ALLAH’ın verdiği kabiliyet.

İsti’dad, akıl hududu dahilinde Kudretin Azametini idrak için kesitler, füzeler binlerce icatların ortaya çıkmasına Muradı İlâhî izin verilmesindendir.
"Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz!"
Tebşir-i Peygamberisi..

"Kâinâtın yaradılışını anlamak isterseniz, arzı dolaşınız, tetkik ediniz!" Hadis-i Kudsî bunu açıklar...

“Bilen ile bilmeyen bir olurmu?” Âyet.

Bütün bunlar Kur'ÂN-ı Kerîmde.:
Âyât-i Müteşabihat.: Mânâsı gizli âyetler.

Âyât-i Mühkemât.: Mânâsı açık ve sarih âyetler ki bunlara vusul için yollar ve riâyet edilmesi icâb eden ve vusulde yapılması mecburi olan şeylerdir...
İbâdet insânı değiştirmez. İnsanda meknuz olan bir hassayı ortaya çıkarmak için yapılır”.

Âyât-ı Mu’tade.: Akıl sahasında olan âyetler.
Bunlardan Esmâların Tecellîleri ile tekevvün eden her şeyin tetkikine insânı sevkeden usûl ve yollardır.

Âyât-ı Gayri Mu’tade.: Akıl sahasının haricinde olan yaradılış ve hadisat kanununun dışında kalan âyetlerdir..

Bunlar vasıtası ile, insân aslını anlamaya gayret eder.
Resûller yol gösterir, îzah ve tefsir ederler...
Bunların birçoklarını ancak “EHLULLAH” anlarlar.
Çünki onun tahammül hududuna yanaşmak temizliğine “Tevfik-i İlahi” ile vasıl olmuşlardır.
Ondan dolayı cehâlet ayağı ile bu hududlara vurmamak, basmamak lâzımdır. İsyan, şirk ve küfre yuvarlanır insân...
Derler ki.: "El Ârif Lâ Yetekellem Ve’l- Mütekellim Lâ Ya’rif."
Duygu organlarını kontrol altında tutarak RÛHun üfleyişlerine kulak verenler, bu işi anlamaya namzed olabilirler.
Bütün Esmâların ->En Büyük Esmâ ile irtibatlığı da bu temizlik derecesine göre yakınlık, uzaklık meselesidir.
Mansur idâma götürülürken HAKk’a DUÂ etti.:
“Yâ RABBî!. Benim idamımı seyretmek için gelenleri, idamıma hükmedenleri affet!
Bana açtığın sırları, onlara da açsan veyâ onlardan gizlediğin sırları benden de gizlemiş olsan bu hâl başıma gelmezdi!.”

Kollarından astılar.
Ayaklarını kestiler, sonra kollarını ve başını vurdular...

Mansur şöyle söylüyordu başı vurulmadan:

“Era Kademi.: Ayaklarımı görüyorum.
Erake Demmî.: Kanım akıyor.
Ehâne Demî.: Kanıma ihânet oldu.
Ehanedemi.: Yazık oldu kendimi anlatamadığıma!."

Mansur'un son sözleridir bunlar...

İSM-i A’ZAM'ın beyhude aranmamasına en büyük söylenmiş sözlerdir.
İSM-i A’ZAMı arama!..
İSM-i A’ZAM seni bulsun!..
İSM-i A’ZAMı sende gizli olan İSM-i A’ZAM’ın Sâhibiyle birlikte bulabilirsin.
Abdestsiz gezme!.
Konuşma!. Yeme!. İçme!..
Yalan söyleme!..
Namazını terketme vaktinde kıl!.. Yeter!..

Mansur’un.: "Ene’l- HAKk!" demesi insânın idrak kubbesini tiril tiril titretti.
Bu sözlerden, bu sözleri söyleyenlere Şer'-i Tekellüf yoktur.
Aklında böyle sözlerden hissesi yok.
Cüneyd.: "ALLAH cübbemin altındadır!”
Bestamî ve Mansur da görüldü.
Bu sözler, her yerde küfürdür..
Cüneyid'e sordular.: “Mansur’un dediğinin te’vili varmıdır?”
“O sözün te’vili gününde değil Kerbelâ Günündeyiz!.”
Mansur'a.: “Vaz geç tövbe et!.” dediler.
“Sözü kim söyletti ise, sözü geri almayı da o dilesin!” ..
“Ben ALLAH’ım!.” diyorsun, Hem de günde bin rekat namaz kılıyorsun!””
“Birbirimizin kadrini yine BİZ biliriz!.”

Şeriatta idâm vardır, fakat işkence yoktur.
Mansur'un başına gelenler de hâlin de hissesi vardır.
O zamanın azgın zâhir adamlarının hırsı vardır.
LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH =>Eşyâyı mânâda görmektir.
O'ndan gayri ne varki!..

Şimdi hatırlatırım.:
Mansur.:
“Ben ALLAH'ım!” demedi.
“Ben HAKk’ım!.” dedi.

“Ben ALLAH'ım!” demesine imkân var mıdır?..
Mûsâ.: "Yâ RABB!. Bana kendini göster!.” dedi.
RABB ->Dağda tecellî etti.->Dağ eridi.. Dikkat!..
ALLAH'a mekân verilmez...
RABBi’s- Semâvât.
RABBi’l- Maşrikeyn.
RABBi’l- Ard.
RABBi’l- Mağribeyn.
RABBi’l- Felâk.
RABBi’n- Nâs..


Mezarda.:
“RABBın kim?” sorulacakmış...
“ALLAH'ın kim?” değil!
RABB başka, HAKk başka şeyler ve başka mânâlardır.
Bu sözlere şaşırmayın... Düşünün!..
Bunları hâllet ondan sonra, İSM-i A’ZAM’ı bul!

Son SÖZ.:
Resûlü Ekrem.: “Mi’râcda ALLAH'ı gördüm!” demiyor.
“RABBım’ı gördüm!.” buyuruyor.
Bütün “SIRR” bu sözlerdedir...
Biz bundan sonra susarız!..


Resim
İSM-i A’ZAM.: ALLAH'ın Kur'ÂN ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İSM-i A’ZAM, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her İsm-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır. (İSM-i A’ZAM herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (kerremallahu vechehu) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddûs" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İSM-i A’ZAMı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İSM-i A’ZAMı, "Yâ HAYy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İSM-i A’ZAMı. "Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri İSM-i A’ZAM görmüşlerdir. L.)
Eselüke Allahümme bi’l-İsmi’l- Mektubi alâ veraka’l- zeytun .: ALLAHım! SENden zeytin yaprağına yazılan hakkı için/hürmetine isterim!.”

Lemean.: Parlama, parıldama.
Hassa.: (c.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir..
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
Tenezzülen.: Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.
Tezâhür.: Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş. * Birbirini korumak, birbirine arka olmak. * Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Tecellî.: Görünme. Bilinme. * Kader. * ALLAH'ın Lütfuna uğrama. * İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
Tayy-i Mekan.: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi.
Keramet.: ALLAH celle celâlihu İndinde” makbul bir Velî Abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) Lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.
Anâsır-ı Erbaa.: Dört unsur: TOPRAK, HAVA, SU, SU (veya ATEŞ).
Telâkki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
Müstefid.: (c.: Müstefidân) İstifâde eden, fayda gören, faydalanan.
Şua.: Bir SU kaynağından uzanan SU telleri.
Intişar.: Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.
Hararet.: Sıcaklık.
Muhtelif.: Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
Safi.: Katışıksız. Temiz, süzülmüş ve temiz. * Bozuk olmayan. Hâlis.
Hayy.: Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem' ve ihraz eylemek.
Nebat.: (c: Nebatât) TOPRAKtan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. * Yemen diyarında bir kabile adı.
Husul.: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
Müşterek.: Birlikte, ortak kullanılan. * Elbirliğiyle yapılan, birlik.
Tahlil.: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. Terkibin zıddıdır..
Terkib.: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek. * Birbirine karıştırılmış maddeler..
Künh.: Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi..
Hiss.: Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
Mukavemet.: Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek.
Cevher.: Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. * Edb: Noktalı harf.
Mefhum.: Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
Taaffün.: (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
Meknuz.: Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz.
Tesbih.: SübhânALLAH demek. Cenab-ı HAKk'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek. Yâni: ALLAH'ın Zâtında, Sıfatında ve Ef'âlinde cemi' nekaisten münezzeh olduğunu ifâde etmektir.
Tahammül.: Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak..
Cezbe.: Tas: Meczubiyet, istiğrak. ALLAH'ı hatırlayıp ALLAH sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme.
Tasarruf.: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Vusul.: Ulaşma, erişme, varma, yetişme.İsti’dad: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil. * Kabiliyet. Akıllılık. Anlayışlılık. ALLAH Tealâ Hazretlerinin insânlara ve sâir mahluklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvveleri.
Müteşabih.: Birbirine benzeyenler. * Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur’ÂN-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifâdeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis. * Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifâde.
Muhkem.: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.
Mu’tade.: Mu'tâd olduğu gibi. Alışıldığı üzere. Akıl içide.
Ehlullah.: ALLAH'a itaat edip, O'nun sevgisi ile O'na yaklaşmış olan Veli. ALLAH'ın sevgisine mazhar olan Evliya.
Mütekellim.: Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen. * Gr: Söyleyen, birinci şahıs.
Şer'î.: Şeriata uygun, İSLÂM iyetçe makbul olan. İlâhî kanuna dair. Meşru'.
Tekellüf.: Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak.
Te’vil.: (Tef'il veznindendir) Bir nesneye redd ve irca' etmek. Döndürmek. Te'vil kelimesi, bazı müfessirlere göre, rücu' mânasına olan "Evl: " den alınmıştır. Müfessirlerce: Bir âyet-i kerimenin mânasını bir nesneye irca' ile beyan etmektir.


el ADLu celle celâlihu.:
Resim

El ADLÜ.: Adl kelimesi çeşitli türevleriyle birlikte 28 âyette geçmektedir.
Zâtında, Sıfatlarında, İsimlerinde, Fiillerinde ve Halkettiği her şeyde mutlak adaletli olan ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in sözünün âdil olduğu beyân buyurulmuştur. 1 âyette ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in Adalet Sıfatı olarak kullanılmış sözünün adaletli olduğu ifâde edilmiştir.:

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Ve temmet kelimetu RABBike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih (kelimâtihî), ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve RABBinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O'nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.” (En'âm 6/115)

El ADLü.: Hakkaniyet ve adâlet üzere olan, zulmetmeyen. İ'tidal üzüre olup ifrat, tefrit ve hevâsız olan... Hükmünde hakk olan, doğruluktan ayrılmayan ve âdiller âdili olarak da tek olan. Mutlak âdil, asla zulmetmeyen zulmü kullarına da yasaklayan, hakkaniyyetle hükmeden, hakkı söyleyen ve hakk olanı lâzım ve lâyıkınca yapan ALLAH-u ZÜ'L-CELÂL.

Resim

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kâleti’l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedevîler, dedi ki: "İmân ettik." De ki: "Siz imân etmediniz; ancak.: "İSLÂM (müslüman veya teslim) olduk deyin. İmân henüz kalblerinize girmiş değildir. Eğer ALLAH'a ve RESÛLÜ'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz ALLAH, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salât (salâte), inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: (Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. ALLAH'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. ALLAH yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût 29/45)

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
“Em men huve kânitun ânâe’l- leyli sâciden ve kâimen yahzeru’l- âhırete ve yercû rahmete rabbih (rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulû’l- elbâb (elbâbi).: Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve RABBinin Rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki.: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sâhibleri öğüt alıp düşünürler." (Zümer 39/9)


Resim
Resûl-ü Ekrem bir gün Mekke-i Mükerreme’de Sahabeleriyle giderken yolda bir köpek lâşesi görürler.
Sıcaktan lâşe kokmuş, teaffün etmiştir.
Hazreti Ebu Bekir.: “Yâ Resûl-u ALLAH bu taraftan teşrif edin!.” diye Resûl-ü Ekrem’in önüne geçmiş.
Resûl-ü Ekrem âsalarını uzatarak .:
“Ya Ömer bak ne kadar güzel dişleri var!.” buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” buyurmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her şeyin bir yolu var. CeNNetin YoLu ->İLİMdir.” buyurmuştur.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İLİM Çin’de bile olsa ->Gidiniz, alınız, tahsil ediniz.” buyurmuştur.
(Beyhaki, Şuabu’l-İman, Beyrut, II. 254)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hikmet mü’minin yitik malıdır; nerede bulsa alır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, İlim 19)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kadın ve erkek her Müslüman’a =>İLİM ÖĞRENmek FARZdır.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Mukaddime, 17)





M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Kullanıcı avatarı
Ahmed
Admin
Admin
Mesajlar: 1142
Kayıt: 27 Şub 2010, 02:00

Re: ALLAH DOSTU DER Kİ SıRR: Münir Derman (ks)

Mesaj gönderen Ahmed »

Resim

ALLAH DOSTU

DER Kİ-SIRR-I

Resim

YAZILMAMIŞ SIRLARIN İLKİ
YAZILACAK SIRLARIN SONU


M. DERMAN
ANKARA - 1987


HİMMEt


HİMMEt =>Kelime mânâ itibariyle =>Kuvveden fiile çıkarılmak. Kasıd ve irade olunan husus. Cem’i->Himem.
HİMMEt =>Mürşidin vereceği bir kıvılcımdır.
İlim değildir. Söz değildir.
HİMMEt Nedir?.
Bunu bilmek. Anlamak. Anlatmak çok zordur.
HİMMEt vermek de çok zor ve güçtür.
Ve tehlikelidir.
Her Velî ve Mürşid HİMMEt vermeğe me’zun olmadığı gibi, HİMMEt verme kudretine de mâlik değildir.
HAKk =>Kudret ve güçleri insanda gizlenmiştir.
Bu güçleri ortaya çıkarmak için de HAKk’tan=>Resûlullah’a oradan =>Mürşide erişen bir KIVILCIM vardır.
“Bu KIVILCIM ile bir ÂNda tâlibde bulunan güçleri işletmeğe HİMMEt derler!” diye târif edebiliriz.
HİMMEt almak da çok zor ve güçtür.
HİMMEt =>Padişah'ı tahtan ayırır.
Umur-u Devlet kalmaz.
HİMMEt =>Bâzan da insanı mânevî bir tahta çıkarır.

“Ricâlin HİMMEti Dağları Yerinden Oynatır!” derler.
Bâzen HİMMEt =>Bir bakışla verilebilir...
HİMMEt alan =>Verenin kudretine göre”=>Büyük mânevî bir kudrete mâlik olur.
Bunu ya bilir. Ya bilmez!.
Akşemseddin =>Hâlvet HİMMEti isteyen Fatih Sultan'dan kaçtı. Umur-u Devlet gider...

Şeyh Vefâ ne Fatih'i ne de Bayazid'i kabul etmedi.
Onlara yüzünü göstermedi.
Hatta Bayazid cenâzesini görmek için tabut kapağını açtı.
Şeyh Vefâ eli ile yüzünü kapamıştır.
Bazıları da vardır yüzünü göstermekle, nazar etmekle hemen HİMMEt ederler ki, bu kendi iradeleri haricindedir.
Tâlib derhal başkalaşır kimsenin yüzüne bakmazlar.
Necmeddin-i Kübrâ kendisi istemeden kendinden keramet ve HİMMEt husule gelirdi.
Bir gün kırda gidiyordu; Bir şahin bir kırlangıcı yakalamak için havada uçuyordu.
Necmeddin-i Kübrâ'nın bir aralık gözü kırlangıca nazar etti. Kırlangıç döndü şahini tuttuğu gibi yere yurdu.

Bu gibiler Büyük Velîlerdir.
Tâlibe habersiz HİMMEt ederler.
Onlar başkalaşırlar.
Kendileri haberleri olmadan âdet, huy değiştirirler.
Başkalaşırlar. Bilgileri değişir.
Sapık fikirlerden ayıklanırlar.
Akılları haberleri olmadan başlarına gelir.
HAKk’ın Emirlerini yapmağa başlarlar.
Bu hâllerine etrafı şaşmağa başlar.
Bu gibiler haberleri olmadan kimden geldiği belli olmıyan küçük bir HİMMEt almışlardır.

HİMMEt Vermenin =>Zamanı Saati, Dakikası vardır.
O ÂN, Murad, HAKk’tan gelmeden HİMMEt vermek imkânsızdır.
Amma DUÂ ile bu imkân hududuna girebilir.
HİMMEt verecek bu durumu sözleriyle.
Hareketleriyle izhâr edebilir.
Sözleriyle. Nasihatleriyle. Hareketleriyle, Tâlibin bunu anlaması lâzımdır.
Nasihat evvelâ cesede, sonra emirlere taalluk eder.
HAKk’ın Muradı henüz sudur etmemiştir.
Zamanı vardır.
Eşref Saat gelmemiştir diye gizli kapaklı olarak söyler. Bazan da sükût eder.
HİMMEt edecek kimseyi tâlib bilmez.
Bazı namsız, nişânsız büyükler vardır.
Hakiki SULTÂN’ın yanında ->SultÂNdırlar.
Halk arasında hakir görünürler.
Onları herkes bilemez.
Sezenler vardır.
Onların sözleri, tavsiyeleri, ikazları, nazarları da HİMMEttir.

HAKk’ın Emirlerini yapmak.
Nehiylerinden kaçmak.
İbâdet, zikir insanı değiştirmez.
İnsanda gizli ve HAKk’a yanaşmak kapılarını bulmağa o kimseyi hazırlar.

Kuvvetli bir Mürşidin hâlvetine girmek.
Orada her emrin, nehyin sebeb ve niçinlerini görerek öğrenmek tâlibe lâzımdır.
HAKk’ın İsmiyle yemeğe başlar.
Abdestli olarak.
“Elhamdülillah” ile son lokmayı bitir.
Araya da sen dikkat et!
İlk lokma ile son lokma arasına...
Neye dikkat dedik?.
Onu söyliyemem, bana hakaret olur.
Çok yeme!. Az ye!. Helâl ye!.

“Bir lokma helâl rızık yüz lokma içine haram karışmış lokmadan daha doyurucudur ve vücud için şifâlıdır. Hayırlıdır.”

Bu Hadis-i Şerifte bütün Hakiki İslâmın Sırrı gizlidir.
İçini kimseye gösterme!
Tâ ki dışın içinin süsleriyle süslenmiş ondan sonra dıştan için görünür.
Onu ancak Velî görür.
Bunu görürse HİMMEt etmek o VeLîye âdeta farz olur.
“İlme’l- Yakîn” =>Yâni görerek. Öğrenerek. İlimle her şeyin aslını öğrenmek.
Parazit fikir ve düşüncelerden kurtulmak.
Sonra da “Ayne’l- Yakîn” ile =>Hakikati görerek, meselenin aslına “HAKke’l- Yakîn” ile =>Hakikatını bilmek.
Sonra o büyükten HİMMEt alarak “Sırre’l- Yakîn” Deryâsı’na düşmek...
Sırre’l- Yakîn gönül kilidi açılmış, Zâhir Ummanı ile Bâtın Ummanı birbirine karıştıran bir hududdur.
“Dünyâ ve Dünyâ Ehlinden gönül bağlarını kesmeden Vilâyet Kokusu koklanamaz!” buyrulmuştur.

Bedevî Hazretleri peçeli gezerlerdi.
Kime nazar etse HİMMEt ederdi o ÂNda...
Bağdat'a geldiği zaman Abdülkadiri Geylânî ve Rufaî Hazaratı ile görüştü.
Abdülkadiri Geylânî ve Rufaî Hazretleri kendilerine.:
“Bizde her yerin tasarruf anahtarları vardır. Nerede arzu ederseniz söyleyin verelim!” buyurdular.
Bedevî Hazretleri.: “Benim onlara ihtiyacım yok. Ben istediğimi EL FETTÂH'dan alırım!.” dedi.
Abdülkadiri Geylânî Hazreti Bedevî için.:
“SUBHANALLAH!. O, öyle bir DENİZ ki nereden akar ve nerede biter bilinmez!.” demişlerdir.

İbrahîmî Matlubî =>Şeyh ve Hocası olmıyan tek Büyük Velîdir. Doğrudan doğruya İnâbeyi =>Resûlü Ekrem'den almıştır.

“Bir sinek, bir kartalı kaldırdı vurdu yere bende gördüm izini!”
Bu garib mısra ile Yûnus, HİMMEtin ne olduğunu “Necmeddinî Kübrâ' yı telmihen”bunu söylüyor..

Hülâsa.:
HİMMEt, Müridi nefs ile dünyâ sevgisinden soyar.
HİMMEt, Mürşide Resûlü Ekrem Kanalı’ndan gelen ŞERÂREyi vermeğe verilen isimdir.


KELİMELER :

El Fettâhu celle celâlihu.:
Resim

Resim

HİMMET.: Kalbin bütün kuvveti ile Cenâb-ı HAKk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.

Cem’i.: Çoğulu
Himem.: (HİMMEt. c.) HİMMEtler.
Me’zun.: İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli.
Umur.: (Emir. c.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.
Umur-u Devlet.: Devlet İşleri.
Ricâl.: (Recül. c.) Erkekler, er kişiler. * Mevki sâhibi kimseler, Devlet Adamları. * Yaya olanlar.
Necmeddin-i Kübrâ.: (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübrevîyye veya Zehebîyye İsmi ile anılan Tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenâb Necmeddin Kübrâ el-Hivakî el-Harzemî. Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine “Et Tâmmetü’l- Kübrâ” lâkabı verilmiş, sonradan sadece “Kübrâ”denilmiştir. Moğolların Harzem'i istilâsında şehri terk etmeyerek, onlara karşı kahramanca çarpışarak şehid düşmüştür. (K.S.)
İzhâr.: Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş.
Taalluk.: Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünyâ alâkası. * Sevme.
Tasarruf.: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma HAKkı.
Nazar.:
Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce.
Sudur.: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. * (Sadr. c.) Göğüsler, sadırlar.
Eşref saat.: Saatlerin şereflisi. Uğurlu ve işlerin rast gittiği, DUÂ ve dileklerin kabul edildiği an.
Hakir.: Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz.
Nehiy.: Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli.
Hâlvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.
İnâbe.: Günahları terk ile HAKka dönüş. HAKka tâbi bir mürşide bağlanmak.
Telmih.: (c.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek. * Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek. * Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek..
Şerâre.: (Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı. Müsbet ve menfi (+ ve -) elektrik kutuplarının birbirine çok yakın olmasından veya dokunmasından hâsıl olan kıvılcımların parlayışı.
Yakîn.: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsâlinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i Yakîn denir, Ma'rifet-i Yakîn denilmez. Ayne’l- Yakîn: (kelimenin merfu hali Aynu’l- Yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşâhede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine İlme’l- Yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona Ayne’l- Yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de HAKka’l- Yakîn deniyor. (HAKka’l- Yakîn.: Abdin sıfatları, Cenâb-ı HAKk'ın Sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen bekâ bulmaktadır. (Ö. Nasuhi Bilmen.)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim CÂN BABA..
Cevapla

“► Münir Derman(k.s) Eserleri” sayfasına dön