Eûzu billâhi min eş-şeytâni'r-racîm!
Bi'smillâhi'r-rahmâni'r-rahîm!
'' Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammedîyyeti) ve
Nebîyyike (Mahmudîyyeti) , ve
Rasülûke (Ahmedîyyeti) ve
Nebîyyi'l-Ümmiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi vessahbihi ve ümmetihi... ''![Resim](https://www.muhammedinur.com/photos/galleries/mesajresimleri/whitesparkle212ht8.gif)
--- Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): "Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan dahil olmalıdır"buyurdu.
(Hz. İbn-i Abbas'dan; Hâkim-i Nişaburi Müstedrek C. 3 S. 126)
ALLAHu ZÜ’L CELÂL, Resulullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e, Âilesine, Ashabına ve Ümmetine Salât ve's-SELÂMımızı ulaştırsın إِن شَاء اللَّهُ
ALLAH celle celâlihu’muz RÂZI OLsun..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemimİZ HOŞNUT OLsun... إِن شَاء اللَّهُ
aleyhumu's-selâm..
TÜRKÇESİ.:
Lebbeyke ALLAHümme RABbiye ve sâ’deyke
Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn
Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn
Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne
Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne
Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne
Ve Resûli RABBü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir
Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.
MÂNÂSI.:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”!
(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn..
Hamd âlemlerin RABB’ı ALLAH’a mahsustur!
ÂLemLerin RABBına HamdoLsun!.
Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..
Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
210. Hutbe
Birisi bidatlere sebep olan ve halk arasında yaygınlaşan çok çeşitli rivayetler hakkında soru sorunca Hz. Ali (a.s) söyle buyurdu:
''İnsanların elinde hak ve batıl, doğru ve yalan, nasih ve mensuh, genel ve özel, muhkem ve müteşabih, hıfzedilmiş ve şüpheli olan (rivayetler) vardır. Resulullah'ın (s.a.a) sağlığında bile hadis uydurdular. Nitekim Resulullah bir gün minbere çıktığında: "Benim adıma bilerek yalan atan kimse cehennemde yerini hazırlasın" buyurdu.
Sana dört kişi hadis getirir. Bunların beşincisi olmaz.
(Bu dört kişinin ilki) İman gösterisinde bulunan, Müslümanların yaptıklarını yapan münafıktır. Günahtan korkmaz, suçtan çekinmez, Resulullah'a (s.a.a) karşı kasten yalan isnat eder. Eğer, insanlar onun yalancı bir münafık olduğunu bilseler, söylediğini kabul etmezler, sözünü tasdik etmezlerdi. Fakat onlar, "O Resulullah'ın arkadaşıdır onu görmüş ondan duymuş, duyduğunu bellemiştir." deyip sözünü kabul ederler. Allah, münafıkları haber vermiş, halleri nasılsa öylece anlatmıştır sana. Resulullah'tan sonraya da kalan münafıklar, yalan ve iftirayla halkı ateşe çağıran dalalet önderlerine yaklaştılar, yaklaştıkları kimseler de onları iş başına geçirdiler, insanlar üzerinde hüküm sahibi yaptılar, onlarla dünyayı yediler. Allah'ın koruduğu kişinin dışındaki insanlar, dünya ve yöneticilerle beraberdir. İşte bu (rivayet eden) dört gruptan biridir.
(ikinci kişiyse) Resulullah'tan bir söz duymuş, fakat gereği gibi belleyememiştir. Yanlışlık etmiştir, ama kasten yalan söylemez. O sözler önündedir, rivayet eder. Onlarla amel eder, "Ben bunu Resulullah'tan (s.a.a) duydum." der. Müslümanlar onun bu hususta hata içinde olduğunu bilseler, onu kabul etmezler. O da yanıldığını bilseydi, onu terk ederdi.
Üçüncü kişi, Resulullah'ın (s.a.a) bir şeyi emrettiğini işitmiş, ama daha sonra onu nehyettiğini bilmemiştir veya Peygamber'in bir şeyi nehyettiğini işitmiş, ama daha sonra onu emrettiğim bilmemiştir. Mensuhunu öğrenmiş, fakat nasihini belleyememiştir. Neshedildiğini bilseydi onu terk ederdi. Müslümanlar da ondan duydukları şeyin neshedildiğini bilselerdi, onu terk ederlerdi.
Dördüncüsü ve sonuncusu ise, Allah'a ve Resulüne karşı yalan isnat etmez. Allah'tan korkarak, Resulüne (s.a.a) saygı duyarak yalandan nefret eder ve hataya düşmez. Aksine, duyduğunu olduğu gibi ezberler. Duyduğu sözü bir şey katmadan, eksiltmeden rivayet eder. Nasihi bilir, onunla amel eder, mensuhu bilir ondan kaçınır. Hükmün özel ve genelini, muhkem ve müteşabihini tanır. Her şeyi yerli yerine koyar.
Resulullah'ın sözleri bazen iki yönlü idi. Bazen özel ve bazen de genel... Münezzeh olan Allah ve Resulünün (s.a.a) neyi kastettiğini anlamayan kimse o sözü duyar; gerçek anlamını bilmeden, hangi amaçla söylendiğini anlamadan ve neden böyle söylendiğini derk etmeden farklı bir anlam vererek, bir çeşit tevil eder.
Resulullah'ın ashabının tümü, ondan bir şey sorup cevabını bilmek isteyen kimseler değildi. Nitekim bedevi ve yabancı birinin gelip Resulullah'a bir şey sormasını arzular, cevabını işitince de sevinirlerdi. Hâlbuki ben aklıma gelen her şeyi sorar ve cevabını ezberlerdim.
İşte insanların rivayetlerdeki ihtilafları bu yüzdendir."
KaYNaKLaR; Hutbe 210* Usul-u Kafi, c.2, s.62, Kuleyni; Tuhef'ul-Ukul, s.136, Herrani; el-Hisal, c.l, s.333, Şeyh Saduk; el-İmta' ve'l-Muanese, c.3, s. 197, Tevhidi; el-Gaybe, s.26, Numan; el-Musterşid, s.30, Taberi; Tezkiret'ul-Havas, s. 142, Sibt bin Cevzi; el-İhticac, c.l, s.293, Tabersi; el-İstinsar, s. 10, Keraceki; el-Erbain, s.98, Şeyh Behai; el-Kafi, c.l, s.50, Kuleyni; Kitab-u Selim bin Kays s.38, el-Hisal c. 1, s.233, Şeyh Saduk