قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللّهِ بَغْتَةً أَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ إِلاَّ الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
“Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku ille’l- kavmu’z- zâlimûn (zâlimûne).: (Ya MuhaMMed müşriklere) de ki.: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer ALLAH'ın Azâbı ansızın veya açıkça gelse, Zâlimler Kavminden başkası mı helâk edilir?” (En'âm 6/47)
وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
“Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).: Ve işte böylece kazanmış olduklarından (günahlarından) dolayı zâlimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz (musallat ederiz).” (En’âm 6/129).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
كما تكونوا كذلك يؤمر عليك "Kemâ tekunû kezalike yugmeru aleyke.: Siz nasıl olursanız sizin idârecileriniz de öyle olur. (Siz) nasılsanız öyle idâre edilirsiniz” buyurmuştur.
(Keşfu’l-Hafâ, c: 2, s. 126-127, hadis no: 1997; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 5, s. 47, hadis no: 6407; Albâni, Silsiletü Ehâdîsi’d-Daîfe ve’l-Mevdûa, c: 1, 320, s. 491)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Azîz ve Celîl olan ALLAH.: şöyle buyurdu.; 'Buğzettiklerimle buğzettiklerimden intikâm alırım. Sonra da döner, hepsini cehenneme döker, sürer, atarım.' ” buyurdu.” buyurmuştur.
(Nûreddin el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7/289)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeÂLÂ.: “İzzetim ve Celâlim Hakkı için zâlimden intikam aldığım gibi, gücü yettiği halde, mazluma yardım etmeyenden de intikam alırım.” buyurur” buyurmuştur.
(Hâkim en Nişâburî, Müstedrek.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zâlim, yeryüzünde ALLAH’ın adâletidir/Kılıcıdır. ALLAH onunla (başkalarından) intikâm alır. Sonra (döner), ondan da intikâmını alır.” buyurmuştur.
(Keşfu’l-Hafâ, 2/64)
مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
“Min kablu huden li’n- nâsi ve enzele’l- furkân (furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd (şedîdun), vALLÂHu AZÎZun ZUNTİKÂM (zuntikâmin).: Daha önce insanlar için, hidâyete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) FURKÂN'ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur'ÂN'ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, ALLAH'ın Âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azâb vardır. Ve ALLAH AZÎZ'dir, İNTİKAM SÂHİBİdir (intikam alandır).” (Âl-iİmrân ¾)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنتَقِمُونَ
“Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ mine’l- mucrimîne MUNTEKİMûn (muntekimûne).: Ve RABBinin Âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.” (Secde 32/22)
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
“Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum MUNTEKIMûn (muntekımûne).: Fakat SENİ de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka BİZ, onlardan intikam alacak olanlarız.” (Zuhruf 43/41)
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ
“Yevme nebtışu’l- batşete’l- kubrâ innâ MUNTEKİMûn (muntekimûne).: Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, BİZ mutlaka intikam alacak olanlarız.” (Duhân 44/16)
El Müntâkimü celle celâlihu.:
KELÂMuLLAH’da =>ZÂLiMLeR.:
* ALLAH’ın Hududunu aşanların Zâlim olduklarını => Bakara 2/229.
* Kâfirlerin Zâlimlerin ta kendileri olduklarını =>Bakara 2/254.
* ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenlerin Zâlim olduklarını => Mâide 5/45.
* Zâlimlerin felah olmayacaklarını =>En’âm 6/21-31; Yûsuf 12/23; Kasas 28/37.
* Kâfirleri dost edinenlerin Zâlim olacaklarını =>Tevbe 9/23; Mümtehıne 60/9.
* ALLAH’ın Zâlimlerin yaptıklarından gafil olmadığını => İbrahîm 14/42.
* Zâlimlerin açık bir dalalet içinde olduklarını =>Lokman 31/11; Meryem 19/38.
* Zâlimlerin birbirlerini aldattığını =>Fâtır 35/40.
* Zâlimlerin dost ve yardımcılarının olmadığını =>Şurâ 42/8.
* Tevbe etmeyenlerin Zâlim olacaklarını =>Hucurât 49/11.
* ALLAH’ın ahdinin Zâlimlere ulaşmayacağını =>Bakara 2/124.
* Zâlimlere ALLAH’ın hidâyet etmeyeceğini =>Bakara 2/258; Âl-i İmrân 3/86; Mâide 5/51; En’âm 5/144; Tevbe 9/19-109; Kasas 28/50; Ahkâf 46/10; Saf 61/8; Cumua 62/5.
* Zâlimler için yardımcılar olmadığını =>Bakara 2/270; Âl-i İmrân 3/192; Mâide 5/72; Fâtır 35/37; Hac 22/71.
* Zâlimlerin kıyamette yerlerinin ateş olduğunu =>Âl-i İmrân 3/151; Mâide 5/29; Mâide 5/72.
* ALLAH’ın lanetinin Zâlimlerin üzerine olduğunu => Â’raf 7/44; Hud 11/18.
* ALLAH’ın Zâlimleri mutlaka helak edeceğini =>İnsân 76/31.
* ALLAH’ın Zâlimler için elim bir azâb hazırladığını =>İbrahîm 14/22;Şûrâ 42/21; İnsân 76/31.
* Zâlimlerin dostu ve şefaatcisi olmadığını =>Gafir 40/18.
* Zâlimlerin birbirilerinin dostu olduklarını =>Câsiye 45/19.
* Küfredenlere ve Zulmedenlere ALLAH’ın mağfiret etmeyeceğini =>Nisâ 4/167.
* Zâlimlerin bilgisizce hevâlarına tâbi olduklarını =>Rûm 30/29.
* Kıyamet gününde Zâlimlerin mazeretlerinin kendilerine fayda vermeyeceğini =>Rûm 30/57.
* Zâlimler için başka azâbların olduğunu =>Tûr 52/47.
* ALLAH’ın Zâlimlere Zulmetmediğini, onların kendi kendilerine Zulmettiğini =>Tevbe 9/70; Ankebût 29/40; Rûm 30/9; Âl-i İmrân 3/117; Yûnus 10/44; Â’raf 7/160; Nahl 16/33-118; Zuhruf 43/76.
* Şirkin en büyük Zulüm olduğunu =>Lokmân 31/13.
* ALLAH’ın kulları için zulüm istemediğini =>Gâfir 40/31.
* ALLAH’a iftirada bulunanların Zâlimlerin ta kendilerinin olduğunu =>Âl-i İmrân 3/94.
düşmanlığın ancak Zâlimlere yapılacağını =>Bakara 2/193.
* Zâlimlerin uzak bir ayrılık içinde olduklarını =>Hac 22/53..
*
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الأَشْهَادُ هَؤُلاء الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
“Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ (keziben), ulâike yu'radûne alâ rabbihim ve yekûlu’l- eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ'netullâhi alâ’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve kim, ALLAH'a yalanla iftira edenden, daha zalimdir? İşte onlar RABB'lerine arz edilirler. Ve şahitler: “İşte bunlar RABB'lerine yalan söyleyenler.” derler. ALLAH'ın lâneti zâlimlerin üzerine değil mi?” (Hûd 11/18)
وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ
“Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhıbbu’l- mu’tedîn (mu’tedîne).: Ve sizinle savaşanlarla (sizi öldürenlerle), ALLAH'ın YoLunda savaşın (siz de öldürün) ve aşırı gitmeyin. Muhakkak ki ALLAH, aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez.” (Bakara 2/190)
وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا
“Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ (esîmen).: Ve kendilerine (nefislerine) ihânet edenlerden yana mücadele etme. Muhakkak ki ALLAH, ihânette ısrar eden günahkârları sevmez.” (Nisâ 4/107)
إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ
“İnnallâhe yudâfiu anillezîne âmenû, innallâhe lâ yuhıbbu kulle havvânin kefûr (kefûrin).: Şüphesiz ALLAH, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten ALLAH, hâin ve nankör olan kimseyi sevmez.” (Hac 22/38)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet günü ALLAH’ın Yanında makam bakımından en şerli insan, insanların şerrinden korunmak için kendisini terk ettikleri kişidir.” buyurdu.
(Âişe radiyallahu anha’dan; Müslim, “Fiten” 5.)
قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ
“Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am(yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben ALLAH'tan başkasını mı VELî edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma." (denildi.)” (En’âm 6/14)
أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
“E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumu’l- kitâbe mufassala (mufassalan), vellezîne âteynâhumu’l- kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bi’l- hakkı fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Artık ALLAH'tan başka bir HAKEM mi arayayım? Size Kitab'ı açıklanmış(tafsilatlı) olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O'nun, senin RABBinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!” (En’âm 6/114)
قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’ (şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: “O herşeyin RABBi iken, ALLAH'tan başka RABB mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını (yükünü) taşımaz. Sonra dönüşünüz RABBinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek.” (En’âm 6/164)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, Zâlime mehil verir. Bir de onu yakaladı mı, artık iflah etmez. Sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sözlerine şu âyetle devam etti.:
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
“Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehaze’l- kurâ ve hiye zâlimeh (zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd (şedîdun).: Baskıyı, zulmü, işkenceyi, isyanı ve küfrü alışkanlık haline getiren, ALLAH yolunu, ALLAH YoLundaki faaliyetleri engelleyen bir memleketi cezâlandırırken, senin RABBin işte böyle cezâlandırır. Onun cezâlandırması çok can yakıcı, çok inletici, çok müthiştir.” (Hûd 11/102)
(Buhâri, Tefsîr (11) 5; Müslim, Birr, 61.)
Filistin Cephesinde 2 Mayıs 1918’de esir alınan 16. Tümenin 48. Alayına bağlı 15 bin Osmanlı Askeri esir alınarak, Dünyânın en sinsi ve zâlim Milleti İngilizler tarafından Seydibeşir Kampında, içine bol miktarda yanıcı özelliğe sahip olan krizol maddesi konulan su dolu kazanlara sokulduğu, ardından krizolun yanıcı etkisiyle askerlerin gözlerinin kör olduğu, kör edildiği gerçeği ve yapılan İHÂNetin bedeli olan ve dinmeyen Kan akışı..
Şerif İsmine lâyık olmayan hâin Ürdün Kralları.. ve Lânetli Millet İsrâil.. ve Mâsum Bebeler..
Yurda dönen esirlerden biri olan Sincanlı 1312 doğumlu Osman oğlu Hüseyin, dört kişilik heyet karşısında verdiği ifâdede esirlerin bilinçli bir şekilde kör edildiğini şöyle ifâde etmişti (ATASE, İSH, K.90, G.30, B.30-5):
“..Efendim, esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. İskenderiye civârında Tel-el Kebir’de 5 numrolu tele koydular. Biz 300 kişi idik. Bir giin bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine bir takım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu. Sonra 7 numrolu hastahaneye yatırdılar. Bizimle esir düşmüş İslam Doktorları orada esir bulunuyordu. Onlardan bizim gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza asit-i fenik gibi bazı şeyler koymuşlar ve civarımızda bulunan diğer 13.000 kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numrolu hastahanede 5 gün kaldık sonra İngiliz doktorları bizi ameliyat yapacağız diyerek bayıltarak gözlerimizin bebeklerini çıkartarak bu veçhile bizi gözden halel bıraktılar(kör ettiler)..”
Eyüp Sabri Akgöl Hatıratında İngilizlerin Türk esirlerin gözlerini kasten kör etmeleriyle ilgili olarak şu satırları aktarmıştı (1978. Esaret Hatıraları / Eyüp Sabri: Bir Esirin Hatıraları / Mutbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi. Hazırlayan: Nejat Sefercioğlu. İstanbul.):
“… Biraz da Mısır’da gördüğümüz Ermeni Tabiplerinden bahsedeceğim. Ve onlara şu tabiri kullanmaktan kendimi men’ edemeyeceğim: GÖZ OYUCULARI.
Abbasiye Hastanesinde Mısır’da Türk esirlerine yapılan cinâyet ve hıyanetlere misâl olunamaz. Zannederim bu alçakça işleri yapanlar gerçi sırf Ermeni Doktorları olmuştur. Lâkin bunlara son derece yüz ve yetki verilmiş olduğundan dolayı mel’unlar hareketlerinde serbest kalmışlar ve arzuları veçhile, biçare ve masum evlatlarımızın, yani esaret altında bulunan bu günahsız askerlerimizin bağırta bağırta gözlerini oymuşlardır…
…esirlerimiz sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen Nöbetçi Doktoruna müracaat ederlerdi. Doktor bunların gözüne ilaç koymaksızın ele bir av geçmiş gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder, gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için yalvarır, ricâ ederse de cebir ve tazyikle gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerlerdi… Hastane avlularında otuz, kırk asker birbirinin ceketlerinden tutarak dizi halinde abdesthaneye giderler, o suretle def-i hacet edebilirler ve kendilerine mutfaktan yemek almak için dahi zavallılar birbirlerini yederek aynı Şekilde dizi ile gider gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi…”
“KUR'ÂN”ı->UNUTaN MİLLEt,
DÜŞMAN ELiN TUTaN MİLLEt,
EKeN=->BİÇER KuL İHVÂNİm,
FİTNE YOLU’n TUTaN MİLLEt!.
MuHiT =>FıRRu.. =>“Fe Firru!” ALLAH-a KAÇ-mak.:
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ ---"Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).: (Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azâb ile) korkutan açık bir peygamberim."(Zâriyât 51/50)
HER İŞin BiR VAKti VARdır.:
لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
“Likulli nebein mustekar (mustekarrun), ve sevfe ta’lemûn (ta’lemûne).: Her haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Ve yakında bileceksiniz.// Her ilâhî haberin, ilâhî cezanın kararlaştırılmış bir zamanı, gerçekleşeceği bir yeri vardır. Yakında siz de olacakları ve haber verdiğimiz şeylerin gerçekleştiğini öğreneceksiniz.” (En’âm 6/67)
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
“Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr (mustekırrun).: Ve yalanladılar ve de kendi hevalarına tâbî oldular. Ve bütün işler kararlaştırılmıştır.// Onlar hakkı yalanladılar, kendi arzu ve heveslerine uydular. Halbuki bütün işler bir hedefe ulaşmaktadır, yani ALLAH'ın kararına kimse engel olamaz.” (Kamer 54/3)
وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
“Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).: Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.// Ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar, onların dinine uymadıkça Senden asla hoşnud olmayacaklar. (Onlara) de ki: Herhalde (İslâm'ın ilettiği) yol, Allah'ın doğru yoludur. Sana gelen bunca ilimden sonra (bilfarz) onların heveslerine uyacak olursan, and olsun ki, artık Allah'tan Senin için ne hakiki bir dost, ne de gerçek bir yardımcı vardır.” (Bakara 2/120)
قُلْ أَرَأَيْتَكُمْ إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللّهِ بَغْتَةً أَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ إِلاَّ الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
“Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku ille’l- kavmu’z- zâlimûn (zâlimûne).: (Ya MuhaMMed müşriklere) de ki.: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer ALLAH'ın Azâbı ansızın veya açıkça gelse, Zâlimler Kavminden başkası mı helâk edilir?” (En'âm 6/47)
وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
“Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).: Ve işte böylece kazanmış olduklarından (günahlarından) dolayı zâlimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz (musallat ederiz).” (En’âm 6/129).
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
كما تكونوا كذلك يؤمر عليك
"Siz nasıl olursanız sizin idârecileriniz de öyle olur. (Siz) nasılsanız öyle idâre edilirsiniz” buyurmuştur.
(Keşfu’l-Hafâ, c: 2, s. 126-127, hadis no: 1997; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 5, s. 47, hadis no: 6407; Albâni, Silsiletü Ehâdîsi’d-Daîfe ve’l-Mevdûa, c: 1, 320, s. 491)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Azîz ve Celîl olan ALLAH.: şöyle buyurdu.; 'Buğzettiklerimle buğzettiklerimden intikâm alırım. Sonra da döner, hepsini cehenneme döker, sürer, atarım.' ” buyurdu.” buyurmuştur.
(Nûreddin el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7/289)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHu TeÂLÂ.: “İzzetim ve Celâlim Hakkı için zâlimden intikam aldığım gibi, gücü yettiği halde, mazluma yardım etmeyenden de intikam alırım.” buyurur” buyurmuştur.
(Hâkim en Nişâburî, Müstedrek.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zâlim, yeryüzünde ALLAH’ın adâletidir/Kılıcıdır. ALLAH onunla (başkalarından) intikâm alır. Sonra (döner), ondan da intikâmını alır.” buyurmuştur.
(Keşfu’l-Hafâ, 2/64)
مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انتِقَامٍ
“Min kablu huden li’n- nâsi ve enzele’l- furkân (furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd (şedîdun), vALLÂHu AZÎZun ZUNTİKÂM (zuntikâmin).: Daha önce insanlar için, hidâyete erdirici olarak (Tevrat'ı ve İncil'i indirdi) ve (sonra da) FURKÂN'ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur'ÂN'ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, ALLAH'ın Âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azâb vardır. Ve ALLAH AZÎZ'dir, İNTİKAM SÂHİBİdir (intikam alandır).” (Âl-iİmrân ¾)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنتَقِمُونَ
“Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ mine’l- mucrimîne MUNTEKİMûn (muntekimûne).: Ve RABBinin Âyetleri zikredildikten (hatırlatıldıktan) sonra ondan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim vardır? Muhakkak ki Biz, mücrimlerden intikam alacak olanlarız.” (Secde 32/22)
فَإِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَإِنَّا مِنْهُم مُّنتَقِمُونَ
“Fe immâ nezhebenne bike fe innâ minhum MUNTEKIMûn (muntekımûne).: Fakat SENİ de aralarından mutlaka gidereceğiz (hayatına son vereceğiz). İşte o zaman mutlaka BİZ, onlardan intikam alacak olanlarız.” (Zuhruf 43/41)
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ
“Yevme nebtışu’l- batşete’l- kubrâ innâ MUNTEKİMûn (muntekimûne).: Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız gün, BİZ mutlaka intikam alacak olanlarız.” (Duhân 44/16)
El Müntâkimü celle celâlihu.:
KELÂMuLLAH’da =>ZÂLiMLeR.:
* ALLAH’ın Hududunu aşanların Zâlim olduklarını => Bakara 2/229.
* Kâfirlerin Zâlimlerin ta kendileri olduklarını =>Bakara 2/254.
* ALLAH’ın indirdikleri ile hükmetmeyenlerin Zâlim olduklarını => Mâide 5/45.
* Zâlimlerin felah olmayacaklarını =>En’âm 6/21-31; Yûsuf 12/23; Kasas 28/37.
* Kâfirleri dost edinenlerin Zâlim olacaklarını =>Tevbe 9/23; Mümtehıne 60/9.
* ALLAH’ın Zâlimlerin yaptıklarından gafil olmadığını => İbrahîm 14/42.
* Zâlimlerin açık bir dalalet içinde olduklarını =>Lokman 31/11; Meryem 19/38.
* Zâlimlerin birbirlerini aldattığını =>Fâtır 35/40.
* Zâlimlerin dost ve yardımcılarının olmadığını =>Şurâ 42/8.
* Tevbe etmeyenlerin Zâlim olacaklarını =>Hucurât 49/11.
* ALLAH’ın ahdinin Zâlimlere ulaşmayacağını =>Bakara 2/124.
* Zâlimlere ALLAH’ın hidâyet etmeyeceğini =>Bakara 2/258; Âl-i İmrân 3/86; Mâide 5/51; En’âm 5/144; Tevbe 9/19-109; Kasas 28/50; Ahkâf 46/10; Saf 61/8; Cumua 62/5.
* Zâlimler için yardımcılar olmadığını =>Bakara 2/270; Âl-i İmrân 3/192; Mâide 5/72; Fâtır 35/37; Hac 22/71.
* Zâlimlerin kıyamette yerlerinin ateş olduğunu =>Âl-i İmrân 3/151; Mâide 5/29; Mâide 5/72.
* ALLAH’ın lanetinin Zâlimlerin üzerine olduğunu => Â’raf 7/44; Hud 11/18.
* ALLAH’ın Zâlimleri mutlaka helak edeceğini =>İnsân 76/31.
* ALLAH’ın Zâlimler için elim bir azâb hazırladığını =>İbrahîm 14/22;Şûrâ 42/21; İnsân 76/31.
* Zâlimlerin dostu ve şefaatcisi olmadığını =>Gafir 40/18.
* Zâlimlerin birbirilerinin dostu olduklarını =>Câsiye 45/19.
* Küfredenlere ve Zulmedenlere ALLAH’ın mağfiret etmeyeceğini =>Nisâ 4/167.
* Zâlimlerin bilgisizce hevâlarına tâbi olduklarını =>Rûm 30/29.
* Kıyamet gününde Zâlimlerin mazeretlerinin kendilerine fayda vermeyeceğini =>Rûm 30/57.
* Zâlimler için başka azâbların olduğunu =>Tûr 52/47.
* ALLAH’ın Zâlimlere Zulmetmediğini, onların kendi kendilerine Zulmettiğini =>Tevbe 9/70; Ankebût 29/40; Rûm 30/9; Âl-i İmrân 3/117; Yûnus 10/44; Â’raf 7/160; Nahl 16/33-118; Zuhruf 43/76.
* Şirkin en büyük Zulüm olduğunu =>Lokmân 31/13.
* ALLAH’ın kulları için zulüm istemediğini =>Gâfir 40/31.
* ALLAH’a iftirada bulunanların Zâlimlerin ta kendilerinin olduğunu =>Âl-i İmrân 3/94.
düşmanlığın ancak Zâlimlere yapılacağını =>Bakara 2/193.
* Zâlimlerin uzak bir ayrılık içinde olduklarını =>Hac 22/53..
*
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الأَشْهَادُ هَؤُلاء الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
“Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ (keziben), ulâike yu'radûne alâ rabbihim ve yekûlu’l- eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ'netullâhi alâ’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve kim, ALLAH'a yalanla iftira edenden, daha zalimdir? İşte onlar RABB'lerine arz edilirler. Ve şahitler: “İşte bunlar RABB'lerine yalan söyleyenler.” derler. ALLAH'ın lâneti zâlimlerin üzerine değil mi?” (Hûd 11/18)
وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ
“Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhıbbu’l- mu’tedîn (mu’tedîne).: Ve sizinle savaşanlarla (sizi öldürenlerle), ALLAH'ın YoLunda savaşın (siz de öldürün) ve aşırı gitmeyin. Muhakkak ki ALLAH, aşırı gidenleri (haddi aşanları) sevmez.” (Bakara 2/190)
وَلاَ تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّانًا أَثِيمًا
“Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ (esîmen).: Ve kendilerine (nefislerine) ihânet edenlerden yana mücadele etme. Muhakkak ki ALLAH, ihânette ısrar eden günahkârları sevmez.” (Nisâ 4/107)
إِنَّ اللَّهَ يُدَافِعُ عَنِ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ خَوَّانٍ كَفُورٍ
“İnnallâhe yudâfiu anillezîne âmenû, innallâhe lâ yuhıbbu kulle havvânin kefûr (kefûrin).: Şüphesiz ALLAH, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten ALLAH, hâin ve nankör olan kimseyi sevmez.” (Hac 22/38)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kıyamet günü ALLAH’ın Yanında makam bakımından en şerli insan, insanların şerrinden korunmak için kendisini terk ettikleri kişidir.” buyurdu.
(Âişe radiyallahu anha’dan; Müslim, “Fiten” 5.)
قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ
“Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am(yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben ALLAH'tan başkasını mı VELî edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma." (denildi.)” (En’âm 6/14)
أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
“E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumu’l- kitâbe mufassala (mufassalan), vellezîne âteynâhumu’l- kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bi’l- hakkı fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Artık ALLAH'tan başka bir HAKEM mi arayayım? Size Kitab'ı açıklanmış(tafsilatlı) olarak indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O'nun, senin RABBinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!” (En’âm 6/114)
قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’ (şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: “O herşeyin RABBi iken, ALLAH'tan başka RABB mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını (yükünü) taşımaz. Sonra dönüşünüz RABBinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecek.” (En’âm 6/164)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, Zâlime mehil verir. Bir de onu yakaladı mı, artık iflah etmez. Sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sözlerine şu âyetle devam etti.:
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
“Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehaze’l- kurâ ve hiye zâlimeh (zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd (şedîdun).: Baskıyı, zulmü, işkenceyi, isyanı ve küfrü alışkanlık haline getiren, ALLAH yolunu, ALLAH YoLundaki faaliyetleri engelleyen bir memleketi cezâlandırırken, senin RABBin işte böyle cezâlandırır. Onun cezâlandırması çok can yakıcı, çok inletici, çok müthiştir.” (Hûd 11/102)
(Buhâri, Tefsîr (11) 5; Müslim, Birr, 61.)
Filistin Cephesinde 2 Mayıs 1918’de esir alınan 16. Tümenin 48. Alayına bağlı 15 bin Osmanlı Askeri esir alınarak, Dünyânın en sinsi ve zâlim Milleti İngilizler tarafından Seydibeşir Kampında, içine bol miktarda yanıcı özelliğe sahip olan krizol maddesi konulan su dolu kazanlara sokulduğu, ardından krizolun yanıcı etkisiyle askerlerin gözlerinin kör olduğu, kör edildiği gerçeği ve yapılan İHÂNetin bedeli olan ve dinmeyen Kan akışı..
Şerif İsmine lâyık olmayan hâin Ürdün Kralları.. ve Lânetli Millet İsrâil.. ve Mâsum Bebeler..
Yurda dönen esirlerden biri olan Sincanlı 1312 doğumlu Osman oğlu Hüseyin, dört kişilik heyet karşısında verdiği ifâdede esirlerin bilinçli bir şekilde kör edildiğini şöyle ifâde etmişti (ATASE, İSH, K.90, G.30, B.30-5): “..Efendim, esir düştüğüm zaman gözlerim sağlam idi. İskenderiye civârında Tel-el Kebir’de 5 numrolu tele koydular. Biz 300 kişi idik. Bir giin bizi havuz banyosuna soktular. Meğer havuzun içerisine bir takım ilaçlar koymuşlar. Havuzdan çıktıktan sonra gözlerimiz şişti, bozuldu. Sonra 7 numrolu hastahaneye yatırdılar. Bizimle esir düşmüş İslam Doktorları orada esir bulunuyordu. Onlardan bizim gözlerimizin neden böyle olduğunu sual ettiğimizde yıkandığınız havuza asit-i fenik gibi bazı şeyler koymuşlar ve civarımızda bulunan diğer 13.000 kişinin de bizim gibi gözlerinin bozulduğunu gördük ve anladık. Mezkûr 7 numrolu hastahanede 5 gün kaldık sonra İngiliz doktorları bizi ameliyat yapacağız diyerek bayıltarak gözlerimizin bebeklerini çıkartarak bu veçhile bizi gözden halel bıraktılar(kör ettiler)..”
Eyüp Sabri Akgöl Hatıratında İngilizlerin Türk esirlerin gözlerini kasten kör etmeleriyle ilgili olarak şu satırları aktarmıştı (1978. Esaret Hatıraları / Eyüp Sabri: Bir Esirin Hatıraları / Mutbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi. Hazırlayan: Nejat Sefercioğlu. İstanbul.): “… Biraz da Mısır’da gördüğümüz Ermeni Tabiplerinden bahsedeceğim. Ve onlara şu tabiri kullanmaktan kendimi men’ edemeyeceğim: GÖZ OYUCULARI.
Abbasiye Hastanesinde Mısır’da Türk esirlerine yapılan cinâyet ve hıyanetlere misâl olunamaz. Zannederim bu alçakça işleri yapanlar gerçi sırf Ermeni Doktorları olmuştur. Lâkin bunlara son derece yüz ve yetki verilmiş olduğundan dolayı mel’unlar hareketlerinde serbest kalmışlar ve arzuları veçhile, biçare ve masum evlatlarımızın, yani esaret altında bulunan bu günahsız askerlerimizin bağırta bağırta gözlerini oymuşlardır…
…esirlerimiz sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen Nöbetçi Doktoruna müracaat ederlerdi. Doktor bunların gözüne ilaç koymaksızın ele bir av geçmiş gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder, gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için yalvarır, ricâ ederse de cebir ve tazyikle gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerlerdi… Hastane avlularında otuz, kırk asker birbirinin ceketlerinden tutarak dizi halinde abdesthaneye giderler, o suretle def-i hacet edebilirler ve kendilerine mutfaktan yemek almak için dahi zavallılar birbirlerini yederek aynı Şekilde dizi ile gider gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok hayatlarını sürdürürlerdi…”
ADALEtsiz-MeRHAMEtsiz =>ZÂLiMLeRin=>ZULMü=>ZÂHiR,
KüFüR=>DEVâM EDeR AMMa =>ZULMü=>ZÂLiMLeRin ÂHiR,
HAKka-HAYRa BİRLiKk GEREKk,
DOSt DUÂsı=>DİRLiKk GEREKk,
=>Zü’L- İNTİKÂM OLaN ALLAH=>İNTİKÂM ALmakta MÂHiR!.
KuL İHVÂNİm =>DEVRÂNa GeL,
OLuR! OLmaz!.->SEYRÂNa GeL,
OLAN HAKktır=->CEVLÂNa GeL,
HAKkta-HAYRa=>HAYRÂNa GeL!.
وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ve sizden (içinizden), sadece zâlim kimselere isâbet etmeyen, onlara has (özel) olmayan (diğerlerine de isâbet eden) fitneden sakının (takvâ sâhibi olun). ALLAH'ın AZÂBInın çok şiddetli olduğunu biliniz.// İçinizden yalnız zâlimlere dokunmakla kalmayacak (gâyesiz ve gayretsiz olursanız hepinizi kuşatacak) olan bir fitneden sakının (ki, ülkedeki ve yeryüzündeki zulüm odaklarına destek olanlar da bu belâdan kurtulamayacaklardır). Bilin ki, gerçekten ALLAH (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Enfâl 8/25)
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
“Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ve onların sözleri: "RABBimiz, bizim günahlarımızı mağfiret et ve işimizdeki israfımızı (aşırılığımızı) bağışla. Ve ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et!." demekten başka birşey olmadı.// O (RABBANî ÂLİMler) sâdece şunu söylüyorlardı.: “RABBimiz, bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki (cihad görevimizdeki ihmalkârlık ve) taşkınlıklarımızı bağışla. Ayaklarımızı (Hakk’ta ve cihad yolunda) sağlam tut (kaydırma). Kâfir (ve zâlim) topluluk (ve teşkilat)lara karşı bize yardım et!.”
(Âl-i İmrân
3/147)
وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
“Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’melu’z- zâlimûn (zâlimûne), innemâ yuahhıruhum li yevmin teşhasu fîhi’l- ebsâr (ebsâru).: Ve ALLAH'ı, zâlimlerin yaptığı şeylerden gâfil sanma. Sâdece onları, gözlerin dehşetten açılacağı güne tehir eder (erteler).// (Ey insan!) Sakın sanma ki; ALLAH zâlimlerin yaptıklarından gâfil (habersiz ve ilgisiz)dir. Sâdece onları, gözlerin dehşetle döneceği (korku ve şaşkınlıktan bakışlarına baygınlık geleceği) bir güne kadar ertelemektedir.” (İbrahÎm 14/42)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar bir zalimi görürler de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.” buyurmuştur.
(Ebûbekir radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 5; Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir.” buyurmuştur.
(Câbir radiyallahu anhu’dan; Müslim, Birr 56)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Evet, eğer sen sabrederek, ecrini sadece ALLAH’tan bekleyerek ve cepheden kaçmaksızın, ALLAH YOLUnda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” buyurdu.
(Müslim, İmâre 117)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Haram kan dökmediği müddetçe mü’min, Allah’ın rahmetini ummaya devam eder.” buyurmuştur.
(İbni Ömer radıyallahu anhümâ’ dan; Buhârî, Diyât 1)
Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın arasında ayağa kalkarak, onlara.: “ALLAH YOLUnda cihadın ve ALLAH’a imanın amellerin en üstünü olduğundan bahsetti.
Ashâbdan bir kişi ayağa kalkarak.: “Yâ Resûlallah! Eğer ben ALLAH YOLUnda öldürülürsem, bu şehîdlik benim günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Evet, eğer sabrederek, karşılığını sadece ALLAH’tan umarak, cepheden kaçmaksızın ALLAH YOLUnda öldürülürsen, günahlarına keffâret olur” buyurdu.
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Nasıl demiştin?” diye sordu.
Adam.: “Eğer ben ALLAH YOLUnda öldürülürsem, bu şehîdlik benim günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz?” demiştim.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helâlleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevâblarından alınır, (hak sâhibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” buyurdu.
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)
Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hiç şüphesiz ALLAH zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu.:
وَكَذَلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَى وَهِيَ ظَالِمَةٌ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ
“Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd(şedîdun).: Halkı zalim olan ülkeleri ahzettiği zaman senin Rabbinin yakalaması işte böyledir. Onun ahzı (yakalaması), muhakkak ki çok şiddetlidir, çok elîmdir.// İşte Rabbinin (kahırla) yakalaması böyledir. Onlar zulüm işlemektelerken, ülkeleri (veya nesilleri) yakalayıp çarptığı zaman (son pişmanlıkları fayda vermemiştir). Gerçekten O’nun (azÂBla) yakalaması çok acı vericidir, pek şiddetlidir.” (Hûd 11/102)
(Buhârî, Tefsîru sûre (11); Müslim, Birr 61. Ayrıca bk. Tirmizî Tefsîru sûre (11); İbni Mâce, Fiten 22)
İnsÂN, fıtratı/yaradılış gereği SEVİNCi, KEDERi, NEŞEyi, HÜZNü YAŞAyan bir VARLIktır. Hayatı boyunca SEVİNCine etki eden birçok olayla karşılaştığı gibi ÜZÜNTÜsüne yol açabilecek olaylarla da yüz yüze kalabilmektedir. ALLAH TeALÂ’nın İnsÂNlara sunduğu en güzel ve en yararlı ni’metlerden biri de MUTLU OLma, SEVme ve SEVİNç DUYma ni’metidir. Bu ni’metler DİN ve AKLIn gözetimiyle daha da değer kazanır. İnsÂNlara güncel yaşamın baskı ve streslerinden kurtulmada yardımcı olur.
Âhireti bırakıp Dünyâ Hayatının tercih edilmesinin yanlışlığı Kur'ÂN-ı Kerîm’de şöyle ifâde edilmektedir.: “Fakat siz (ey İnsÂNlar!) Dünyâ hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlıdır...”
قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى “Kâlû le’n- nu’sireke alâ mâ câenâ mine’l- beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâd (kâdin), innemâ takdî hâzihi’l- hayâte’d- dunyâ. İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfire lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mine’s- sihr (sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.: Sihirbazlar.: “Bize gelen mu’cizeler karşısında asla seni tercih etmeyiz (üstün tutmayız). Çünkü bizi, O yarattı. Bu durumda sen, yapacağını yap. Fakat sen, ancak bu Dünya Hayatında yaparsın.” dediler.
Muhakkak ki biz, hatalarımızı ve ona karşı sihirden bize zorla (istemeyerek) yaptırdığın şeylerden (dolayı) bizi, mağfiret etsin (affetsin ve günahlarımızı sevâba çevirsin) diye RABBimize îmân ettik. Ve ALLAH, daha hayırlıdır ve daha bâkidir (kalıcıdır).”(Tâ-Hâ 20/72-73)
Müslüman =>Yumuşak Huyluluğu ve Güler Yüzlülüğü kendine şiâr edinmelidir. Böyle olması ALLAH’ın SEVgisine ulaşmasına vesile olur.:
SEVinç Kelimesi; Türkçe’de =>“İstenen veya hoşa giden bir şeyin olmasıyla duyulan COŞku” anlamına gelmektedir. Arapça’da ise =>Neşe, Huzur ve MutLuluk gibi anlamlar; “el-ferah”, “es-sürûr”, “es seâde” gibi kelimelerle ifâde edilmektedir. SEVinçli, SEVinmiş, MutLu anlamlarına gelen “mesrur”, “mes’ud” ve “saadet” gibi sözcükler, Arapça’dan Türkçe’ye geçerek, SEVinç ve MutLuluğu ifâde eden kelimelerdir. Türkçe’de HUZUR, uzun vâdeli duygusal bir durumu, SEVinç ise kısa süreli heyecan hâlini ifâde etmektedir. Dolayısıyla her fert kendi zihin tasavvuruna göre SEVinç ve MutLuluğu bu duygular çerçevesinde değerlendirmektedir..
İnsÂNın SEVinç, NEŞE, HUZUR hâlini belirterek, MutLuluk ifâdesini doğrudan yansıtan kavramların başında “sürûr” kavramı gelmektedir. Sürûr kelimesi Arapça “ر -ر -س“ kökünden gelmiş olup, İnsÂNın içinde gizlediği, açığa vurulmayan SEVinç hâlidir. Âyetlerde; SEVincin Dünyâ ve âhiret boyutu ele alınarak gerçek SEVincin âhirette olacağı belirtilmiştir.:
وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا “Ve yenkalibu ilâ ehlihî mesrûrâ(mesrûren).: Ve ehline surur içinde sevinçle dönecek.”(İnşkâk 84/9)
إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُورًا “İnnehu kâne fî ehlihî mesrûrâ(mesrûren).: Muhakkak ki o, (dünyada) ehlinin arasında iken surur içinde sevinçliydi.”(İnşkâk 84/13)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, tebessümü kendisine şiâr edinmişti. Sahâbeye =>Neşeli ve Üzüntülü olduğu her durumda mütebessim bir yüzle karşılık vermiştir.
Sahâbeden Cerîr b. Abdullah radiyallahu anhu şöyle anlatıyor.: “Müslüman olduğum günden beri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, beni her gördüğünde yüzüme bakarak gülümserdi. Kays b. Âsım radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir defâsında buyurdu ki.: "Yemenli iyi bir adam şu kapıdan içeri girecek. Onun yüzünde bir parça melek sûreti vardır!." Bu söz üzerine Cerir kapıdan içeri girdi.” demiştir. (Buhârî, “Edeb”, 68; Müslim, “Fezâil”, 135.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Her iyilik bir sadakadır. Din kardeşini güler yüzle karşılaman ve kendi kovandan din kardeşinin kovasına boşaltman bir iyiliktir.”buyurmuştur. (Câbir b. Abdillâh radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, “Birr”, 45.)
=>RÜZGÂR AYNı =>BULUT AYNı, KuL İHVÂNİm=>KURt-KUŞ AYNı!.
==>KORKu AYNı ==>UMUT AYNı,
=>“ETTİĞİni->BULUŞ!.”=>AYNı!.
Azîz Kardeşlerim,
Bu Dünya; ne Karunlar, ne Firavunlar, ne Şeddatlar, ne Nemrutlar, ne Hamanlar, ne Ebu Leheb ve Ebu Cehiller ve ne Deccallar ve ne Deccalın köpekleri, Hitler gibi, Binyamin Netanyahu gibi ->hatta o’nu alışlayan ses çıkarmayan nice Arap Kralı =>ZâLim ve Vicdansızları görmüştür/görmektedir/görecektir!.
Kur'ÂN-ı Kerîm’i DUYan ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e UYan imânlı ve BilinçLi MuhaMMedî Mü’minLere BiLmek-BuLmak-OLmak-YAŞAmak Gerekir ki;
İLâHî KaNuNdur ki =>KÜFÜR SÜReR->ZULÜM SÜRMeZ!.
وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Vettekû fitneten lâ tusîbennellezîne zalemû minkum hâssah (hâssaten), va'lemû ennallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: İçinizden yalnız zâlimlere dokunmakla kalmayacak (gayesiz ve gayretsiz olursanız hepinizi kuşatacak) olan bir fitneden sakının (ki, ülkedeki ve yeryüzündeki zulüm odaklarına destek olanlar da bu belâdan kurtulamayacaklardır). Bilin ki, gerçekten ALLAH (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”(Enfâl 8/25)
فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ “Fe men ya’me’l- miskâle zerretin hayren yereh (yerehu).: Artık kim zerre kadar (ya bizzat) hayır yapmış (veya iyiliklere vesile ve sebep olmuş)sa, onun karşılığı (mükâfatı)nı mutlaka görecek (ve alacaktır).”(Zilzâl 99/7)
وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ “Ve men ya’me’l- miskâle zerretin şerren yereh (yerehu).: Ve kim de zerre miktarı şer işlemiş (veya kötülüğe sebebiyet vermiş)se, onun da cezâsını mutlaka görecek (ve bulacaktır).”(Zilzâl 99/8)
İLâHî BİRLik ve DİRLik KitabımızKur'ÂN-ı Kerîm’de;
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Veltekun minkum ummetun yed’ûne ile’l- hayri ve ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munker (munkeri), ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İçinizden (insanları Hakka ve) hayra dâvet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıylama’rufu) iyilikleri emredip yürütecek ve (münkeri) kötülükleri de nehyedip önleyecek bir ümmet bulunsun. (Bu hizmet ve hedefler için bir liderin çevresinde organizeli bir teşkilat kurulsun.) İşte asıl kurtuluşa ve başarıya erecek olan bunlardır.”(Âl-i İmrân 3/104)
وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumu’l- beyyinât (beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm (azîmun).: (Sakın ha) Kendilerine açık deliller (ve kesin Kur’ÂNî Hükümler) geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler (ve Hakk’tan kayıp gidenler) gibi olmayın! İşte bunlar için büyük bir azâb vardır.”(Âl-i İmrân 3/105)
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ “Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Âdil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve ALLAH’a (tam) imân edip (bağlanırsınız). Şayet Kitap Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) imân edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”(Âl-i İmrân 3/110)
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ “Huzi’l- afve ve’mur bi’l- urfi ve a’rıd ani’l- câhilîn (câhilîne).: (Ey Elçim!) Sen (yine de) af (veya kolaylık) yolunu tutup benimse, (İslâm’a ve insan fıtratına, hayırlı ve yararlı gelenek kurallarına) uygun olanı (örfü) emret ve câhillerden yüz çevir. (Onların kabalık ve kabahatlerine aldırış etme!)”(A’râf 7/199)
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “El munâfikûne ve’l- munâfikâtu ba’duhum min ba’din, ye’murûne bi’l- munkeri ve yenhevne ani’l- ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe fe nesiyehum inne’l- munâfıkîne humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Münâfık erkeklerle münâfık kadınlar, (bozuk fıtratları ve fesadçılıkları bakımından) birbirine benzerler. Onlar (birbirine ve çevresine) kötülüğü emreder, iyilikten alıkoymaya girişirler. Ellerini sıkı tutarlar (ALLAH YoLunda harcamazlar). Onlar (inkâr ve isyan etmekle) ALLAH’ı unuttular, O (ALLAH) da onları (hidâyetinden ve rahmetinden mahrum etmekle) unuttu. Doğrusu münâfıklar hep fasık olanlardır.”(Tevbe 9/67)
[Not.:“ALLAH’ın unutması” deyimi; Cenâb-ı HAKkın zâlim, kâfir ve hâin kullarını, cezâ olarak hidâyetinden mahrum bırakması ve rahmetinden uzaklaştırması anlamında bir uyarıdır. Yoksa, hâşâ ALLAH celle celâlihu’nun hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi unutması söz konusu olmayacaktır.]
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Ve’l- mu’minûne ve’l- mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’din, ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munkeri ve yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve yutîûnallâhe ve resûlehu, ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar da birbirlerinin velîleri (dostları ve destekleyicileri)dirler. (Herkese ve birbirlerine her konuda) İyiliği emreder, kötülükten nehyedip çevirirler, namazı dosdoğru yerine getirirler, zekâtı verirler ve (her konuda) ALLAH’a ve Resulüne itaat ederler. İşte ALLAH’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz ALLAH Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.”(Tevbe 9/71)
الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ “Ellezîne in mekkennâhum fî’l- ardı ekâmû’s- salâte ve âtevu’z- zekâte ve emerû bi’l- ma’rûfi ve nehev ani’l- munker (munkeri), ve lillâhi âkıbetu’l- umûr (umûri).: O (mü’minler) ki, eğer yeryüzünde kendilerini yerleştirip iktidar imkânı verirsek; namazı dosdoğru ikâme eder (şuurla ve huzurla yerine getirir)ler, zekâtı verirler, iyiliği emreder (yürütür)ler, kötülüğü yasaklayıp önlerlerdi. Bütün işlerin sonu ALLAH’a âittir.”(Hac 22/41)
فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا “Fe halefe min ba’dihim halfun edâu’s- salâte vettebeû’ş- şehevâti fe sevfe yelkavne gayyâ (gayyen).: Sonra onların ardından öyle nesiller türedi ki, namazı (ibadet ve istikâmet duyarlılığını) kaybedip bıraktılar. Ve (hayâsızca sınır tanımadan) şehvetlerine kapılıp (şeytana) uydular. Elbette bunlar azgınlıklarının cezâsıyla karşılaşacak (ve cehennemi boylayacak) kimselerdir.”(Meryem 19/59)
لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَا أَتَواْ وَّيُحِبُّونَ أَن يُحْمَدُواْ بِمَا لَمْ يَفْعَلُواْ فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِّنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin mine’l- azâb (azâbi), ve lehum azâbun elîm (elîmun).: (Meydana) Getirdikleri (bazı yararlı sonuçlarla) sevinip gururla ferahlananları ve yapmadıkları (ve başaramadıkları) şeyler (ve sâhib olmadıkları meziyet ve mârifetler) nedeniyle övülüp (sahte kahraman gibi alkışlanmaktan) hoşlananları (kazançlı ve kıymetli) sayma (bu gibilere boşuna imrenip durma) ve onları azâbdan (ve ALLAH’ın Gazâbından) kurtulmuş da sanma! Onlar için acı bir azâb (ve alçaltıcı bir âkıbet) vardır.”(Âl-i İmrân 3/188)
فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِ أَنجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُواْ يَفْسُقُونَ “Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne ani’s- sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn (yefsukûne).: Vaktâki onlar kendilerine hatırlatılan uyarıları unuttuklarında ise, Biz de (içlerinden) kötülükten sakındıranları (nehy-i ani’l münker yapanları) kurtarmış, zulmedenleri ise yaptıkları fısk-u fücur (günah ve azgınlıkları) dolayısıyla pek zorlu bir azâb ile yakalayıvermiştik.”(A’râf 7/165)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şâyet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imânın en zayıf derecesidir.”buyurmuştur. (Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den; Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH TeALÂ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği Peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimî çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile imân yoktur.”buyurmuştur. (İbni Mes’ud radıyallahu anh’den; Müslim, Îmân 80)
Ebü’l-Velid Ubâde İbni Sâmit radıyallahu anhu.:“Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e =>Zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye =>Açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya =>Nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve =>ALLAH Hakkı için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.” demiştir.
(Buhârî, Ahkâm 42; Müslim, İmâre 41. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı.
Alt katta oturanlar.: “Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz!” dediler.
Şâyet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”buyurmuştur. (Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan; Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12)
Mü’minlerin Annesi, Ümmü Seleme Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ.:Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Sizin üzerinize birtakım Emirler, Yöneticiler tâyin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını ise hoş karşılamaz, tenkid edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse günahtan korunmuş olur. Kim de tenkid eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa isyân etmiş olur.” buyurdu.
Bunun üzerine Sahâbe-i Kirâm.: “Yâ Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı?” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.:“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır!” buyurdu. (Müslim, İmâre 63)
Mü’minlerin Annesi, Ümmü’l-Hakem Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ.:"Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH’dan başka İlâh yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın hâline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı!” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirerek halka yaptı.
Bunun üzerine ben.: “Yâ Resûlullah! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz?” dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet!” buyurdu. (Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25; Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9)
Ebû Saîd Hasan el-Basrî’den rivayet edildiğine göre, Âiz İbni Amr radıyallahu anh Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girdi ve.: “Ey Oğlum! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in.: “Yöneticilerin en kötüsü, idâresi altındaki insanlara karşı katı ve kaba davrananlardır!” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma!.” dedi. Ubeydullah İbni Ziyâd, Âiz’e.: “Sen otur! Çünkü sen MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’ in Ashabının, kepeği gibi döküntü takımındansın!.” dedi. Âiz İbni Amr.:“Onlar arasında unun kepeği gibi döküntü takımından olan mı var ki?.” Ubeydullah İbni Ziyâd.: “Unun kepeği gibi döküntü takımından olanlar onlardan sonra ve onlar dışındakilerin arasından çıktı!.” dedi. (Müslim, İmâre 23)
=>NE DEĞİŞti==->Bu ÂLEMde,
=>AYNı ATOM=0>AYNı KÂİNAt!. KuL İHVÂNİ’m DEM bU DEMde,
DEĞİŞeN ==>ZULüMdeki İNAt!.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, MERHAMEtli olanlara RAHMEtle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı MERHAMEtli olun ki, semâda bulunanlar da size RAHMEt etsinler. Rahim (akrabalık bağı) RAHMÂN'dan bir bağdır. Kim bunu korursa ALLAH onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, ALLAH da ondan (rahmet bağını) koparır."buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16)
قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ “Kul li men mâ fî’s- semâvâti v’l- ard (ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihi’r- RAHMeh (rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ reybe fîh (fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn (yu’minûne).: (Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. "ALLAH'ındır" de. O, MERHAMet etmeyi KENDİ ZÂTINA FARZ KILDI. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyâna sokanlar var ya işte onlar inanmazlar.// (Onlara) De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" (Cevaben) De ki: "ALLAH’ındır." O, RAHMETİ KENDİ ÜZERİNE YAZMIŞTIR. (Bütün kullarına ve mahlûkatına şefkat ve merhamet buyurmak ALLAH’ın şanıdır.) O sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. (Kendilerine yazık edip) Nefislerini hüsrana uğratanlar (var ya), işte onlar (bütün haber ve hükümleriyle Kur’ÂN’a) inanmayanlardır.”(En’âm 6/12)
مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ “Min ecli zâlik (zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fî’l- ardı fe ke ennemâ katele’n- nâse cemîa (cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahye’n- nâse cemîa (cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bi’l- beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fî’l- ardı le musrifûn (musrifûne).: İşte bundan dolayı (Tevrat'ta) İsrâiloğullarına şöyle yazdık; Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak sûretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Ve andolsun ki Resûl'lerimiz onlara apaçık deliller ile geldi. Sonra da, şüphesiz onlardan birçoğu, bundan sonra gerçekten yeryüzünde aşırı giden MÜSRİFLER oldular.// İşte bu nedenle; İsrâiloğullarına da yazmış (ve onların şahsında bütün insanlığı uyarmış)tık ki; -öldürdüğü başka birisine karşılık (kısasen), veya bulunduğu yerde çıkardığı fitne ve fesada (anarşi ve isyana binaen) olmaksızın- her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir masumun öldürülmesine engel olup, yaşamasını sağlayarak) onu diriltirse, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdi. Sonra bunun ardından onlardan (İsrâiloğullarından) birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşırıp israf (ve insafsızlığa) yönelmişlerdir.”(Mâide 5/32)
وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ “Ve mâ emvâlukum ve lâ evlâdukum billetî tukarribukum indenâ zulfâ illâ men âmene ve amile sâlihan fe ulâike lehum cezâu’d- dı’fi bimâ amilû ve hum fî’l- gurufâti âminûn (âminûne).:(Ey kullarım!) Katımızda, sizi (BİZe) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evladlarınızdır; ancak imân edip sâlih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar (mutlu ve kutlu insanlardır ki); onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükâfat vardır ve onlar (cennetlerin) yüksek köşklerinde güven içindedirler.” (Sebe’ 34/37)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücud iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası KALBdir.”buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107,108)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin KALBlerinize ve işlerinize bakar.”buyurmuştur. (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAH TeALÂ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, KALBlerinize bakar.”buyurmuştur. (Ebû Hüreyre radiyallahu anhu’den; Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9.)
feyeKÛN TÜMü=>bU DÜNYâ,
OYUN KosTÜMü=>bU DÜNYâ, KuL İHVÂNİ’m>İbnu’l-İSLÂM, ÖZÜMün=>ÖZÜnde=>LEYyLâ!.
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ “Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ÜMMet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Âdil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve ALLAH’a (tam) imân edip (bağlanırsınız). Şayet Kitab Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) imân edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”(Âl-i İmrân 3/110)
إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ “İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn (fa’budûni).: Muhakkak, işte bu sizin ÜMMEtiniz, tek bir ÜMMEttir. (Bütün peygamberlerin getirdikleri din, temelde aynı dindir ki, o da İslâmiyet’tir.) BEN de sizin RABBİNİZim; o halde (ancak ve yalnız) BANA kulluk edin.”(Enbiyâ 21/92)
Bir gün Mescid-i Nebevî’de birkaç sahâbî sohbet ediyordu. Câhilîyeden kalma bir anlayışla birbirlerine karşı ırkçılık ve kabilecilik yarışı içerisine girmişlerdi. İçlerinden biri Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın çok değer verdiği İran asıllı Selmân-ı Fârisî’ye imâlı bir şekilde.: “Sen hangi kabiledensin, soyun nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Selmân radiyallahu anhu.: أنَا سَلْمَانُ ابْنُ الْإسْلَامِ =>Enâ Selmânu’bnu’l-İSLÂM =>Ben, İSLÂM’ın oğlu Selmân’ım!.” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü.: “Ben yolumu kaybetmiştim =>ALLAH celle celâlihu, beni Peygamberimiz aleyhisselâm ile hidâyete erdirdi.
Ben fâkirdim =>ALLAH celle celâlihu, beni MuhaMMed Mustafa aleyhisselâm ile zenginleştirdi.
Ben köleydim =>ALLAH celle celâlihu, beni Resûlü ile özgürleştirdi!.”
Bu konuşmalara şâhid olan Hz. Ömer radiyallahu anhu, orada bulunanlara.: “Benim de soyumu öğrenmek ister misiniz?” diye sordu ve şöyle söyledi.: أخُو سَلْمَانِ ابْنِ الْإسْلَامِ أنَا عُمَرُ ابْنُ الْإسْلَامِ =>Ehû Selmânu’bnu’l-İSLÂM enâ Umeru’nu’l-İSLÂM =>Ben de İslam’ın oğlu Ömer’im, İslam’ın oğlu Selmân’ın kardeşiyim.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin ALLAH da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, ALLAH TeALÂ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, ALLAH TeALÂ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”buyurdu. (Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan; Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Zandan kesinlikle kaçınınız. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Haber koklamayın, tecessüs etmeyin, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey ALLAH'ın kulları, ALLAH'ın Emrettiği şekilde kardeş olun!.”buyurmuştur. (Buharî, 8/19, hn. 6066; Müslim: 4/1985, hn. 2563.)