bEN DEdiğim=>BİZ-in bENi, DAMLası==>DENİZ-in bENi, VADEt’in=>KESREtZERResi, NAHNU>BİZ BİR-İZ-in bENi!.
YâRABBenâcelle celâlihu..
YâRABBenâ =>BizNÛRunuz.. ALLAHu Nûru’s- semâvâti ve’l- ard.. YâRABBenâ =>BizKULunuz.. Ve ENte hayru’l- vârisîn.. YâRABBenâ =>BizMUHTAÇız.. Ve ENte Hayru’r- Râzikîn.. YâRABBenâ =>BizMECBURuz.. Ve Ente Erhamu’r- Râhimîn.. YâRABBenâ =>BizME’MURuz.. Ve Ente Hayru’l- Munzilîn.. YâRABBenâ =>BizMAHKUMuz.. Ve Ente Ahkemu’l- Hâkimîn..
YâRABBenâ =>BizeHAKiKatu-L HAKk’ı BİLdir.. Ve Ente Erhamu’r- Râhımîn.. YâRABBenâ =>BizeHAYRu’l- HAKk’ı BULdur.. Ve Ente Hayru’r- Râhimîn.. YâRABBenâ =>BizeŞÂHiDu’ş- ŞÂHîDOLdur.. Ve Ente Hayru’l- Fâtihîn.. YâRABBenâ =>BiziEş ŞEHîD ŞEREFinLe GÜLdür.. Ve ENte Alâ Kulli Şey’in Şehîd..
ENâ=>SENsÎn.. SENYâALLAHcelle celâlihu..:
يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ---”Yâ mûsâ innehû ENÂLLÂHu’l- AZÎZu’l- HAKÎM (hakîmu).: Ey Musâ! Muhakkak ki BEN, AZÎZ (yüce), HAKÎM (hüküm ve hikmet sâhibi) olan Allah'ım.”(Neml 27/9)
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ---”Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’l- vâdi’l- eymeni fî’l- buk’ati’l- mubâreketi mine’ş- şecerati en yâ mûsâ İNNÎ ENÂLLÂHu RABBu’L- ÂLEMÎN (âlemîne).: Böylece oraya geldiği zaman vâdinin sağ tarafından, mübârek yerdeki ağaçtan nidâ edildi.: “Ey Musâ! Muhakkak ki BEN, ÂLEMLERİN RABBİ ALLAH'ım!.” (Kasas 28/30)
YâRABBenâ =>BizNÛRunuz.:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---”ALLAHu Nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ MISBÂHun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle li’n- nâsi, vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, göklerin ve yerin nuru’dur. O’nun nuru, içinde MİSBAH (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübârek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nûr üzerine nurdur. ALLAH dilediğini nuruna hidâyet eder (ulaştırır)..”(Nur 24/35)
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ---”Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humu’s- sıddîkûne ve’ş- şuhedâu inde RABBihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbu’l- cahîm (cahîmi).: Ve, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. RABB'lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.”(Hadîd 57/19)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ---”Yâ eyyuhâllezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vALLÂHu GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Ve O'nun Resûl'üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz nur kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve ALLAH; GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.”(Hadîd 57/28)
---Câbir radiyallahu anhu.: “Yâ Resûlullah!. Anam-babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu.:”Ey Câbir! Her şeyden önce ALLAH’ın ilk yarattığı şey senin Peygamberinin Nûrudur. O nûr, ALLAH’ın Kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne ateş/Cehennem vardı. Ne Melek, ne Gök, ne Yer, ne Güneş, ne Ay, ne Cin ve ne de İnsan vardı.
ALLAH mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından Kalemi, ikinci parçasından Levh’i (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın Taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsî’yi, üçüncü parçadan diğer Melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan Gökleri, ikinci parçadan Yerleri, üçüncü parçadan Cennet ve Cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü.: Birinci parçadan Mü’minlerin basîret nurunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- Kalblerinin nûrunu, üçüncü parçadan Tevhidden ibâret olan Ünsiyet Nûrunu (Lâ İLâhe iİLLâ ALLAH MuhaMMedu’r- ResûLuLLAH Nûrunu) yarattı.” buyurdu. (İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibbân, El İhsân XIV-312/6404; Kastalanî, Mevâhibü'l-Ledünniye: 1/6; Krş. Aclunî, I/262-6)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:”ALLAH.: “Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nûrundan yarattım.” buyurdu.” buyurmuştur. (Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibbân, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)
---Cenâb-ı HAKk TeÂLÂ, insanlığın babası Âdem aleyhisselâm'ı yaratmıştı. Başını kaldırıp bakan Âdem aleyhisselâm, Arş-ı A'lâda muazzam bir nur ile bir isim yazılı gördü.: “AHMeD.”
Merak edip sordu.: “Yâ RABBî, bu nûr nedir?”
ALLAH TeÂLÂ.: “Bu senin zürriyetinden bir Peygamberin Nûru’dur ki, onun ismi göklerde AhMed ve yerlerde MuhaMMed'dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!.” buyurdu. (Kastalanî, Mevâhibü'l-Ledünnîyye: 1/6)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH.: “Sen olmasaydın ben kainatı yaratmazdım.” buyurdu.” buyurmuştur. (Aclunî, II: 164; Hâkim el Müstedrek, II: 615)
Ve ENte=>SENsÎn.. SENsÎn SEN YâRABBenâALLAHcelle celâlihu..:
Ve ENte Hayru’r- Râzikîn.:
قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء تَكُونُ لَنَا عِيداً لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا وَآيَةً مِّنكَ وَارْزُقْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ ---”Kâle îsebnu meryemeLLÂHumme RABBenâ enzi’l- aleynâ mâideten mine’s- semâi tekûnu lenâ îden li evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten mink (minke), verzuknâ VE ENTE HAYRU’R- RÂZİKÎN (râzikîne).: Meryem oğlu Îsâ.: “ALLAH'ım, RABB'imiz! Bizim üzerimize semâdan bir sofra indir ki bizim için bayram, bizden öncekiler ve bizden sonrakiler için SENden bir mu’cize (delil) olsun. Ve bizi rızıklandır. VE SEN RIZIK VERENLERİN EN HAYIRLISISIN!.” dedi.”(Mâide 5/114)
Ve ENte Alâ Kulli Şey’in Şehîd.:
مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ ---”Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe RABBî ve RABBekum, ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte ente’r- rakîbe aleyhim VE ENTE ALÂ KULLİ ŞEY’İN ŞEHÎD (şehîdun).: Onlara, bana emrettiğin.: “Benim de RABB'im, sizin de RABB'iniz olan ALLAH'a kul olmaları”ndan başka birşey söylemedim. Onların arasında bulunduğum sürece, onların üzerlerine şâhid oldum. Fakat beni vefât ettirince (aralarından alınca) onların üzerine gözetleyici SEN oldun. VE SEN HERŞEYE ŞÂHİDSİN!.”(Mâide 5/117)
Ve Ente Hayru’l- Fâtihîn.:
قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ ---”Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynALLÂHu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâALLAHu RABBunâ, vesia RABBunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, RABBeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı VE ENTE HAYRU’L- FÂTİHÎN(fâtihîne).: “ALLAH'ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek ALLAH'a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve RABBimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. RABBimiz ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. ALLAH'a tevekkül ettik. RABBimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fâtihlerin) en hayırlısısın.”(A'râf 7/89)
Ve Ente Erhamu’r- Râhimîn.:
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلأَخِي وَأَدْخِلْنَا فِي رَحْمَتِكَ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ ---”Kâle RABBıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî Rahmetike VE ENTE ERHAMU’R- RÂHiMÎN (râhimîne).: (Musâ aleyhisselâm) şöyle dedi: “RABBim, beni ve kardeşimi mağfiret et ve bizi rahmetinin içine al (dahil et). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”(A'râf 7/151)
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ ---”Ve eyyûbe iz nâdâ RABBehû ennî messeniyed durru VE ENTE ERHAMU’R- RÂHİMÎN (râhimîne).: Ve Eyyûb (aleyhisselâm), RABB’ine (şöyle) nidâ etmişti: “Muhakkak ki, bana bir zarar isâbet etti (hastalık geldi). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”(Enbiyâ 21/83)
Ve Ente Ahkemu’l- Hâkimîn.:
وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ ---”Ve nâdâ nûhun RABBehu fe kâle RABBi innebnî min ehlî ve inne va'deke’l- hakku VE ENTE AHKEMU’L- HÂKİMÎN (hâkimîne).: Ve Nûh (aleyhisselâm) RABBine seslendi.: “Sonra (şöyle)dedi: “RABBim! Muhakkak ki oğlum benim âilemdendir. Ve muhakkak ki SENin vaadin haktır ve SEN, hüküm verenlerin en iyi hüküm verenisin.”(Hûd 11/45)
Ve ente hayru’l- vârisîn.:
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ ---”Ve zekeriyyâ iz nâdâ RABBehu RABBi lâ tezernî ferden ve ente hayru’l- vârisîn (vârisîne).: Ve Zekeriyâ (aleyhisselâm), RABBine (şöyle) nidâ etmişti: “RABBim, beni tek başıma bırakma ve SEN, vârislerin en hayırlısısın.”(Enbiyâ 21/89)
Ve Ente Hayru’l- Munzilîn.:
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِي مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ ---”Ve kul RABBi enzilnî munzelen MUBÂREKEN VE ENTE HAYRU’L- MUNZİLÎN (munzilîne).: Ve de ki: “RABBim, beni mübârek bir inişle indir. Ve SEN, indirenlerin en hayırlısısın.” (Mü'minûn 23/29)
Ve Ente Hayru’r- Râhimîn.:
إِنَّهُ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْ عِبَادِي يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ ---”İnnehu kâne ferîkun min ibâdî yekûlûne RABBenâ âmennâ fagfir lenâ verhamnâ VE ENTE HAYRU’R- RÂHiMÎN (râhimîne).: Muhakkak ki kullarımdan bir grup şöyle der: “RABBimiz, biz iman ettik. Artık bize mağfiret et ve bize rahmet et (RAHÎM esma'n ile tecellî et). Ve SEN, RAHÎM olanların en hayırlısısın.” (Mü'minûn 23/109)
وَقُل رَّبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ ---”Ve kul RABBigfir verham VE ENTE HAYRU’R- RÂHiMÎN (râhimîne).: Ve de ki: “RABBim, mağfiret et (günahlarımızı sevâba çevir) ve rahmet et (RAHÎM esması ile tecellî et). Ve SEN, RAHÎM olanların en hayırlısısın.”(Mü'minûn 23/118)
Ve ENte.. Ve SENYâReSûLuLLaHsallallahu aleyhi vesellem..:
وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ---”Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum VE ENTE fîhim, ve mâ kânALLÂHu muazzibehum ve hum yestagfirûn (yestagfirûne).: Ve SeN (aleyhisselâm) onların arasında iken; ALLAH, onları azâblandıracak değildir. Ve onlar mağfiret diliyorken (de) ALLAH, onları azâblandıran değildir.”(Enfâl 8/33)
لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ ---”Lâ uksimu bi hâze’l- beled (beledi).: Yemin ederim bu beldeye (Mekke Şehrine),”(Beled 90/1)
وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ ---”VE ENTE hıllun bi hâze’l- beled (beledi).: SeN (Ey Rasûlüm), ikamet ederken bu beldede;”(Beled 90/2)
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ ---”Ve vâlidin ve mâ veled (velede).: Ve babaya ve doğan çocuğa andolsun.”(Beled 90/3)
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ ---”Lekad halakne’l- insâne fî kebed (kebedin).: Andolsun ki BİZ insanı, meşakkat içinde (ana rahminden ölünceye kadar, sıkıntı, eziyet, mükellefiyet ve binbir güçlüklerle-zorluklarla karşı karşıya) yarattık.”(Beled 90/4)
HüLâsa-yıKeLÂM.:
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى ---”Ve en leyse li’l- insâni illâ mâ seâ.: Ve insÂN için =>ÇALIŞmasından başka bir ŞEYy yoktur!.” (Necm 53/39)
MUSTAFÂaleyhisselâm.: (SaFVet'den) Güzide. Istıfâ edilmiş. Has ve seçilmiş. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in mübârek bir ismi. SaFVet.: Sâfilik, temizlik, pâklık. Hâlislik. SaFVet-i Kalb.: Fikir ve niyetinde hiçbir garazı ve kötü gâyesi olmamak, temiz kalbli olmak.. SaFVet-i VicdÂN.: Gönül safflığı.. Istıfâ.: Bir şeyin iyisini seçip ayıklamak. Bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek. Seçmek. Ayıklamak.. Istıfaf.: Dizilme. Sıralanma. Saf bağlama. Istıfa-gerde.: f. Seçilen. Seçilmiş bulunan…
قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ وَسَلَامٌ عَلَى عِبَادِهِ الَّذِينَ اصْطَفَى آللَّهُ خَيْرٌ أَمَّا يُشْرِكُونَ ---”Kulil hamdu lillâhi ve selâmun alâ ibâdihillezînastafâ, âllâhu hayrun emmâ yuşrikûn(yuşrikûne).: De ki: “Hamd, Allah'a aittir (Allah içindir, Allah'adır). Ve selâm, onun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı, yoksa onların şirk koştuğu şeyler mi hayırlıdır?” (Necm 53/59)
“NÛrun>ALâ NÛR”=>BALLAnır.: ALLAHu zü’L-CELÂL’in, KÛN feyeKÛN TeCELLîyat Zuhûratının MutLak KemâLi,
=>MutLak KUL OLan RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’dir..
EZELdeki =>HaBîB/HaBBe’de OLmayan/GÖZükmeyen Masdar MiMi; AhMed’de =>bir MiM iken, MahMud’da =>iki MiM ve, MuhaMMed’de =>üç MiM İLe;
=>DİNde, DÜNYÂda ve âHİRETte; RAHMetenLi’L- ÂLEMîN OLarak MâhLukatın ÜMMü/ANAsı ,
ve TemeL Tohumu OLan RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem'de
=>YaratıLanların MutLak KemâLine ULAŞmıştır..
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---”ALLÂHU NÛRU’s- SEMÂVÂTİ ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun): ALLAH, GÖKLERİN ve YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misâli, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah İnsÂNlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”(Nûr 24/35)
GÂH.: (Geh) f. Yer. (yer ve zaman bildiren "ek"tir.)
BÂRGÂH.: f. Huzur-u RABBi’l- Âlemîn. DUÂ edilen yer..
KÂRGÂH.: KÂREVi.. KERBeLÂ..
NÂRGÂH.: NÂREVi.. CeheNNem..
DERGÂH.: CeNâB-ı HAKk TeÂLÂKAPIsı..
YEDuLLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in ELi..
SEBîLiLLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in YOLu..
RIZAULLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in RIZAsı..
Bî-İZNİLLAH.: ALLAHu zü’L- CELÂL’in İZNi İLe..
Lî-VECHİLLAH.: Sadece ALLAHu zü’L- CELÂL İÇin..
“BEN” Buyuran=>YüCe ALLAH.:
وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ---"Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Ve doğu da ALLAH’ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, ALLAH’ın Vechi (ZÂT’ı) işte oradadır. Muhakkak ki ALLAH VÂSİ’dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).” (Bakara 2/115)
ŞÂHDAMARımdan da AKRABa ->RABBım.. NAHNU!. (MeRKEZde).:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---“Ve lekad halakne'l-insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli'l-verîdi.:Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. BİZ ona şahdamarından daha YAKINız.”(Kaf 50/16)
GaRibÂN.: Kimsesiz. ZavaLLı. YapayaLnız. Bu Dünyâ denen gurbette OLan. KaRibÂN.: EN ÖZden de ÖZ AKRABA OLan.. KuRbÂN.: EN ÖZden de ÖZ AKRABALık KiMLik-KiŞiLiğini Kaybeden bEN...
ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’im ->“EnALLAH!. (MUHİTte)”.:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي ---“İNNENÎ ENALLÂHu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımi’s- salâte lî zikrî.:Muhakkak ki BEN, YALNIZCA BEN ALLAH'ım. BEN’den başka EL İLÂH yoktur. BANA kulluk et; BENi anmak için namaz kıl!.”(TâHâ 20/14)
KÜLLî ŞEYy>HERKEs=>NÛRULLAH, NÛRULLAH==>NÛR-u MuHaMMed.:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---“ALLÂHu NÛRu’s- SEMÂVÂti ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu’l- emsâle li’n- nâs (nâsi), vALLÂHu bi kulli şey’in ALÎM (alîmun).: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRU'dur. O'nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübârek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. NÛR ÜZERİNE NÛRdur. ALLAH dilediğini NÛRUna Hidâyet eder (ulaştırır). Ve ALLAH, insanlara örnekler verir. Ve ALLAH, herşeyi en iyi BİLENdir.”(Nûr 24/35)
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ ---“Kullu men aleyhâ fân (fânin).:Bütün kişiler (insanlar ve cinler) fânidir (yok olucudur).”(RahmÂN 55/26)
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ ---“Ve yebkâ vechu RABBike zû’l- CELÂLi ve’l- İKRÂM (ikrâmi).:Ve CELÂL ve İKRÂM Sâhibi RABB’inin VECHi (ZÂT’ı) BÂKi kalacaktır.”(RahmÂN 55/27)
==>EL=>EL’e=EL=->YEDuLLAH’a.: EL HAYy’ın=>HAYyat ZİNCiri HaLk Halkaları..
YÂ RASÛLULLAH!. sallallahualeyhivesellem..
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ---"İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâhe, YEDULLAHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ.:“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. ALLAH'ın ELİ onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH ile olan ahdine vefâ gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir."(Fetih 48/10)
EL=>EL’e=>ELLer=>ALLAH’a..: TEKe TEKe-te YEDULLAH HAYy!.:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا ---"İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnALLAhe, YEDULLAHi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ.:“Muhakkak ki sana biat edenler ancak ALLAH'a biat etmektedirler. ALLAH'ın ELİ onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH ile olan ahdine vefâ gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir."(Fetih 48/10)
YeDuLLaH =>ReSLûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem ELi =>EhL-i BEYt aleyhumusselâm ELi =>VeLîyyuLLAH ELinsıkıca ve sadakat iLe tut ki =>sen de ERENLer gönLüne sâhib OLmaya NâiL OLursun. İşte o zamÂN sana da REHBER OLur Hidâyet GÜNEŞi ReSLûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellemin IŞIğı HAKk ERENLer kaddesallahu sırrahum..
SENi SEVmek=>SÜNNETuLLAH!.:
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ---“Kul in kuntum tuhibbûnALLAHe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vALLAHu GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: De ki: “Eğer siz ALLAH'ı seviyorsanız, o takdirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve ALLAH "GAFÛR"dur, "RAHÎM"dir.”(Âl-i İmrân 3/31)
MAKAM-ı MAHMUD.:
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا ---“Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke RABBuke Makâmen MahMûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nâfile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ÂN'la) teheccüd namazı kıl! RABB'inin seni MAKAM-ı MAHMUD'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.”(İsrâ 17/79)
Es SaLâtu ve's- SeLâmu aleyke Yâ RaSûLALLAH sallallahu aleyhi vesellem istecartu.. ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ MuhaMMedin; Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve Nebîyyike (MahMudîyyeti) , ve RasûLike (AhMedîyyeti) ve Nebîyyi'L- ÜMMîyyi (HaBîBîyyeti) ve aLâ âLihi, EhL-i Beytihi ve sahbihi ve üMMetihi...''
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe ve’l- tenzur nefsun mâ kad demet ligad (ligadin), vettekûllah (vettekûllahe), innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne).:Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun! Ve her nefs, yarın için ne takdim ettiğine baksın! Ve ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızdan haberdârdır.”(Haşr 59/18)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: =>AKıLLı Kişi=>Kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. =>Âciz Kişi ise =>arzularına uyup bir de ALLAHtan bağışlanma umandır.”buyurmuştur. (Tirmizî, Sıfatu’l- Kıyâme, 25)
---Hibbân b. Münkız radiyallahu anhu.:“Adamın biri.: ”Yâ Resûlallah! DUÂmın üçte birini SENin için yapayım mı? SANa salâvât getireyim mi?” diye sorunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Evet, dilersen.”buyurdu. O Adam.: ”Üçte ikisini” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Evet, dilersen.”buyurdu. O Adam.: ”Bütün DUÂlarımı SANA tahsis edeyim mi? DUÂmın tamamında SANA salâvât getireyim mi?” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:”Bu takdirde ALLAH dünyâ ve âhiretinle ilgili arzu ve ihtiyaçlarını karşılar!.”buyurdu. (Hadisi Taberanî ve Ebu Nuaym tahric etmiştir. bk. Kenzu’l-Ummal, h. No: 4001)
Bu Hadis-i Şerifte geçen DUÂdaki SALÂVÂt getirmeğe Kur'ÂN-ı Kerîm İşâreti.:
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا ---”Kul mâ ya’beu bikum RABBî lev lâ DUÂukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ (lizâmen).: (Onlara): “RABBim, DUÂlarınız olmasa size değer vermez. Oysa siz yalanlamıştınız. Fakat (azâb) kaçınılmaz olacak.” de.”(Furkân 25/77)
---Ubey b. Kâb radiyallahu anhu.:“Yâ Resûlallah! Ben SANA çok SALÂVÂt getiriyorum; DUÂlarımdan ne kadarını SANA tahsis edeyim?”diye sordum. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“İstediğin kadar.”diye buyurdu. Ben.: "Dörtte biri olsun mu?” deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ne kadar istersen; şu var ki ne kadar fazla yaparsan senin için o kadar hayırlıdır.”buyurdu. Ben.: “Üçte biri?” dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Nasıl istersen; tabii ki ne kadar fazla yaparsan, senin için o kadar hayırlıdır.”buyurdu. Ben.: “DUÂnın yarısını, üçte ikisini?..” diye sordum. Yukarıdaki cevâbların aynısını alınca, Ben.: “DUÂlarımın hepsini SANA tahsis edeyim mi?” dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bu takdirde bu d DUÂların senin bütün gam-kederlerine kâfi gelir ve (bu vesileyle) günahların bağışlanır!.”buyurdu. (Tirmizî, Kıyamet, 23.. Tirmizî bu hadis senedi için ”hasen” demiştir.) Ubey b. Kâb radiyallahu anhu, en son ifâdesinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Her zaman kendisi için yaptığı DUÂ yerine ona SALÂVÂt getirmesinin doğru olup olmadığını” sorumuş; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.:”Bunun çok güzel olacağını, dünya ve ahiretle ilgili bütün sıkıntılarının giderilmesine vesile olacağını”bildirmiştir.(bk. Tuhfetu’l-Ahvezi, 7/129-130)
---İmam Ali kerremALLAHu vechehu.:Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “MuhaMMed’e ve onun Âl-i Beytine salâvât getirilmedikçe, yapılan her DUÂ mahcûbdur/perdelidir/engellidir!. (İlahî Kabul Katına çıkamaz!)”buyurdu.” buyurmuştur. (Taberanî, el-Evsat’ta h. no: 721; Heysemî, bu hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmiştir. ->Mecmau’z-Zevaid, h. no.17278.; benzer Hadis Deylemî, h. no: 4754)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Beni SÖZünüzün/DUÂnızın BAŞında, ORTAsında ve SONunda ANın!.”buyurmuştur. (İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî)
==>NEDiR=>DUÂYOL KESENi,
HeR AKLın=>ON KÖRDÜĞümü!.
1-) Haram Lokmadan SakınmaLıdır!.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün DUÂ sı kabul olmaz.”buyurmuştur. (Taberanî.)
2-) İ’tikadı Düzgün OLmaLıdır.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bid’at Ehli’nin DUÂsı ve İbâdetleri kabul olmaz!.”buyurmuştur. (İbni Mâce.) Bid’at.: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Bid'a.: (Bid'at. c.) Bid'atlar. Sonradan meydana çıkan şeyler..
3-) Uyanık KaLbLe Ve KabuL EdiLeceğine İnanarak DUÂ EtmeLidir. ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAHu TeÂLÂ’ya, kabul edileceğine tam inanarak DUÂ ediniz! Biliniz ki, ALLAHu TeÂLÂ gâfil bir kalb ile yapılan DUÂyı kabul etmez!.”buyurmuştur. (İMAMZÂDE Muhammed b. Ebû Bekir, Şirʿatü’l-İslâm ilâ dâri’s-selâm.)
4-) “DUÂLarım Niçin KabuL OLmuyor?.” DememeLidir.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAHu TeÂLÂ, DUÂnızı kabul eder. DUÂ ettim, hâlâ DUÂm kabul olmadı diye acele etmeyiniz! ALLAH’tan çok isteyiniz! Çünkü Kerem Sâhibi’nden istiyorsunuz.”buyurmuştur. (Buharî.)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Mü’min ->DUÂ edince, ALLAHu TeÂLÂ, Cebrâile.: “Ben o’nu seviyorum, isteğini hemen yerine getirme!” Fâcir >DUÂ edince de.: “Ben onun sesini sevmiyorum. İsteğini hemen yerine getir!” buyurur.”buyurmuştur. (İbni Neccâr.)
Fâcir.: Haktan sapan. Haram ve günaha dalmış kötü insan. Günah işleyen. Günahkâr..
5-) BeLâ GeLmeden Önce Çok DUÂ EtmeLidir.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:"Sıkıntılı iken DUÂsının kabul edilmesini isteyen, refah zamanında çok DUÂ etsin!.”buyurmuştur. (Tirmizî.)
6-) DUÂya Hamd ve SaLâvâtLa BaşLamaLıdır.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ey namaz kılan, acele ettin!. Namaz kıldıktan sonra DUÂ ederken önce ALLAHu TeÂLÂ’ya lâyık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salâvât getir, sonra DUÂ et!.”buyurmuştur. (Tirmizî.)
7-) YaLvararak DUÂ EtmeLidir.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Gafil olan kalb ile yapılan DUÂ makbul değildir.”buyurmuştur. (Tirmizî.)
8-.) SebebLere Yapışmadan İstemek Kuru Bir Temennidir.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Çalışmadan DUÂ eden, silahsız harbe giden gibidir.”buyurmuştur. (Deylemî.)
9-) Günah İşLemeyen DiL İLe DUÂ EtmeLidir.: ---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAHu TeÂLÂ’ya günah işlemeyen DİL iLe DUÂ edin!” buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulunacağı sual edilince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Birbirinize DUÂ edin! Çünkü ne sen o’nun, ne de o sen’in DİLinle günah işlemiştir!.”buyurdu. (Muhammed Bin Ahmed Zahid, Tergibü’s-salât.)
10-) İsm-i A’zâm Ve Esmâ-i Hüsnâ İLe DUÂ EtmeLidir.:
وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ ---“Ve lillâhi’l- esmâu’l- husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâih (esmâihî), se yuczevne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: EN GÜZEL İSİMLER ALLAH'ındır, artık O'na onunla (esmâları ile) DUÂ ediniz! ALLAH'ın isimlerini (mânâsını) saptıranları terket! Yapmış oldukları şeyden dolayı yakında cezâlandırılacaklar.//ESMÂÜ’L-HÜSNÂ, en güzel isimler ALLAH’ındır. O’na, o güzel isimlerle zikir ve DUÂ edin, O’nun isimlerine, dil uzatan ALLAHsızları, mülhidleri terkedin. Onlar işlemekte oldukları amellerin cezâsına çarptırılacaklar.”(A'râf 7/180)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“ALLAHu TeÂLÂ, kendisinden bir şey istemeyene, DUÂ etmeyene gazâb eder!.”buyurmuştur. (Tirmizî.)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“DUÂ ibâdetin ÖZÜdür”buyurmuştur. (Tirmizî, Daavât 1.)
Hadîs-i Şerîfin bazı rivâyetlerine göre Peygamberimiz aleyhisselâm.:“DUÂ ibadettir.” buyurduktan sonra, sanki bu sözüne delil getirmek istiyormuş gibi.: “RABB’iniz, bana DUÂ edin ki DUÂnızı kabul edeyim!.” buyurdu” demiştir. DUÂyı emreden bu âyetin hemen arkasından.: “Bana ibâdet etmekten kibirlenip yüz çevirenler aşağılanmış olarak Cehennem’e gireceklerdir!”buyurmuştur.
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ ---“Ve kâle RABBukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn(dâhırîne).: Ve RABBimiz, şöyle buyurdu: "Bana dua ediniz ki size icabet edeyim. Bana kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelil olarak cehenneme girecekler.// RABBiniz:'Bana dua edin, duanızı yerine getirerek size karşılık vereyim' buyurdu. Bana kulluk ve ibadeti, bana duayı, benim şeriatıma bağlılığı, gurur-kibir meselesi yaparak büyüklük taslayanlar, serkeşlik edenler, zorba, diktatör, güç ve iktidar sahipleri horlanarak zillet içinde Cehennem’e girecekler.” (Mü’min 40/60)
---Fedâle b. Ubeyd radıyallahu anh’tan rivâyete göre, o şöyle demiştir.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, mescidde oturmakta iken bir adam geldi namaz kıldı sonra şöyle DUÂ etti.: “ALLAH’ım beni bağışla bana acı!.” Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ey namaz kılan acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit ALLAH’a lâyık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salât ve selâm et, sonra da yapacağın DUÂyı yap!.” Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra ALLAH’a hamd etti ve Peygambere salât ve selâm getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem o kimseye.: "Ey namaz kılan kimse! DUÂ et, DUÂn kabul edilsin.”buyurdu. (Tirmizî, Dâvat, 65.)
PEJMÜRde.: f. Dağınık. Eski, yırtık. Perişan. Buruşuk, buruşmuş.. AYNASIZ.: KemâLât AYNAsı OLmayan. Halk dilinde =>hoş olmayan, uygun gitmeyen, olumsuz, düzensiz, kötü, aykırı, uygunsuz, biçimsiz, çirkin.. PüR.: f. Çok, dolu, çok çok fazla.. MELÂL.: Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur..
AYN.: GöZ..
MİR’ÂT.: Ayine. Ayna..
MİR’ÂTü’L-AYN.: Bir şeyin dış görünüşü..
A’YÂN-i SÂBİte.: Tas.: İlm-i İlâhide eşyânın ezelden beri Sâbit OLan Sûret ve SîretLeri/Hakikatları.. ALLAH celle celâlihu Sıfatlarının ve İsimlerinin AYNı.. Mevcudat-ı İlmiye.. Hakîkat-i MuhaMMedîyye..
ÂLEM.: NÛRuLLAH’ın => A‘YÂN-ı SÂBİTE AYNALarındaki TeCeLLîsi.. edince VARLık =>ASLî-TEK-BİRdir.. ÇOKLuk =>İTİBARî ve ZÂHİRîdir..
ADEM-i HâRîCî.: İlm-i İlâhide mevcûd olup, maddî vücudu olmayan.. Adem-i Mutlak zaten yoktur, çünkü bir İlm-i Muhit var. Hem Dâire-i İlm-i İlâhînin harici yok ki =>bir şey ona atılsın!.
AYNA AYNA
VAR mı dAHa GÜZELi?!.:
AYNa.: Farsça “âyîne” veya “âyene” olup “âyen /âhen =>demir” kelimesinden türetilmiştir.. Arapça karşılığı “mir’ât”tır..
Abdullah b. Mesûd radıyallahu anh'dan merfu olarak rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem aAYNAya bakarken.:
عن عبد الله بن مسعود -رضي الله عنه- قال: قال رسول الله -صلى الله عليه وسلم- :«اللهم كما حَسَّنْت خَلْقِي فَحَسِّنْ خُلُقِي
“Allah’ım!. Yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzelleştir!.” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>AYNAya bakarken.:
Elhamdulillahillezî hassene halkî ve hulukî ve zâne minnî mâ şâne min ğayrî.
“Yaratılışımı ve huyumu güzel kılan, başkalarındaki çirkinliği benden uzak kılıp beni güzel yapan Allah’a hamd ederim.” buyurmuştur.
(Beyhakî, Şuâb, IV, 111)
Enes b. Mâlik radiyallahu anhu’n rivâyetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem aAYNAya bakarken.: “Yaratılışımı düzgün kılan, yüzümün biçimini güzelleştirip şereflendiren ve beni müslüman olarak yaratan ALLAH’a hamdolsun!” buyurmuştur.
(İbnü’s-Sünnî, s. 70-71; Müttakī el-Hindî, VI, 693).
Ebû Hureyre radıyallahu anh'dan merfû olarak rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
عن أبي هريرة -رضي الله عنه- عن رسول الله -صلى الله عليه وسلم- قال: «الْمُؤْمِنُ مِرْآةُ أَخِيهِ الْمُؤْمِنِ
“El Mü’minu mir’âtü uhîhi’l-Mü’mini.: Mü’Min=>mü’minin aynasıdır!.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 49; Tirmizî, Birr, 18.)
Bunun içindir ki, Ömer radiyallahu anhu kendi kusurlarını Selmân-ı Fârisî’ye sorardı...
Ebû Hafs en-Nîsâbûrî’nin müridlerini askerî bir disiplin içinde gören ve edeb kâidelerine titizlikle riâyet etmelerine şaşıran Cüneyd-i Bağdâdî bu durumu şekle fazla bağlılık olarak gördüğünü söyleyince Ebû Hafs ona.: “Zâhirî edebdeki güzellik =>bâtınî edebdeki güzelliğin yansımasıdır” buyurmuştur. (Kuşeyrî, s. 458)
Bâyezidî Bestâmî.: “İlâhî, SEN bana AYNA oldun =>ben de SANA!.” buyurmuştur.
Rûzbihân-ı Baklî.: “Bâyezid bu SÖZü =>AYNü’l-CEM‘ hâlinde söylemiştir!.” buyurmuştur.
Ebû Abdullah es-Subeyhî bu durumu anlatmak için.: “Ârifin bir AYNAsı var ki =>ona BAKınca HAKk’ı GÖRür” buyurmuştur.
(Baklî, Şerh-i Şathiyyât, s. 225.)
Baklî’ye göre =>Bu AYNA =>KALBdir =>ÂYÎNe-i DİL =>MİR’Ât-ı KALB)..
KALB=>NÛRuLLAH’ın İnsÂN’a GİRiş KAPIsı.. NÛRuLLAH =>NÛR-u MuhaMMed=> NÛR-u Kalb-i ÂRİF=>KÂİNAtta HeR ZERRe =>TEVHİD AYNASI olur.
Kalb-i MuhaMMedî ÂRİF =>ÂYÎNe-i Şeş-Cihet.: altı yönü birden gösteren AŞKk AYNAsı!.
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur.: “ALLAH’ın VELÎ KULLARInı SEV, SEVgini belli et ve kendini onlara SEVdir ki, onlar da seni SEVsinler. ALLAH TeÂLÂ her gün ve her gece EVLİYÂsının kalbine yetmiş kez nazar eder. Ola ki bir VELÎSİnin kalbinde senin ismine nazar eder de, seni SEVer ve günahlarını affeder!.” buyurur.
(Abbâs, Ebû Yezîd, sf. 70; Sehlegî, en-Nûr, sf. 99, 115.)
Bağdat Evliyâsından Ebubekir ŞibLî kaddesallahu sırrahu. Hazretleri nefsine muhalefetten tâviz vermez, âdeta “ÖLü gibi” yaşardı..
Bir gün yeni elbise giydi ve evden çıktı. Birazcık dolaştı, insanlara baktı. Gördü ki kimin üstünde kıymetli elbise varsa herkes ona değer veriyor, eski, sıradan giysili olanları adamdan saymıyorlar. Bu hale çok üzüldü..
Eve dönüp eski elbisesini giyinip çıkarken Hanımı seslendi.:
– Neden yeni elbiseni çıkardın?.
– İnsanların hâline baktım, çok üzüldüm. Herkes insanların görünüşüne bakıyor, ona göre değer biçiyor. Halbuki RABBimiz zâhire bakmaz, dedi. Hanımı sordu.:
– Peki neye bakar?”
Şiblî Hazretleri buyurdu ki.:
– Önemli olan kalbdir Hanım. ALLAH TeALÂ KALBe BAKar. KuLun Niyetine, İhlâsına göre hüküm verir. KALBi bozuk kişi çok kıymetli bir elbise giyse HAKk İndi’nde kıymet kazanır mı? Kazanmaz! Ama KALBi temiz KuL ->ÇuL giyse, ALLAH TeALÂ Katında makbuldür. Çünkü O KALBlere Nazar eder. Onun için asıl hüner =>DIŞı değil =>KALBi İhLâsLa SÜSLemektir..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir seferinde üç kez göğsüne işâret ederek.: “Takvâ =>Buradadır!.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebu Dâvud, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbn Mâce, Duâ 5)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. O, sizin sadece kalblerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr 33; İbn Mâce, Zühd 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى
“Mâ kezebel fuâdu mâ reâ.: Kalbindeki fuad (kalbindeki idrak hasası-gönül gözü görmesi), gördüğü şeyi tekzib etmedi- yalanlamadı.// (Gözleriyle) gördüğünü Fuadı (Kalb gözü) yalanlamadı.” (Necm 53/11)
nOt.:
AKLen ve AKıLLara ANLAtılanlar =>ZÂTULLAH/ULUHîYyet/AHADîYyet MERTEBEsi İleİLgiLi asLa değiLdir!.
MİR’ÂTü’L- HALk =>TEKi/VAHDEti =>ÇOKk/KESREt GÖSTERen HeRşEYy-HeRKes Kadar ÇOKkLuk AYNAsı..
MİR’ÂTü’L- HAKk => ÇOKkLuğu/KESREti=>TEK-BiR/VAHDEtte CEMMü’L- CEM’ AYNAsı..
ZÂTuLLAH =>SıFAtuLLAH =>ESMâuLLAH =>MİR’ÂTü’L-HaKîKatü’L- MuhaMMedîyye =>EŞYâda KÜLLî ŞEyy’in/HeRKeSin HaKîKatı=>EL HAKkın HAYy AYNAsı..
ZÂTIM’a Mir'ât edindim=>ZÂTIN’ı,
=>BiLe YAZdım ADIM İLe=>ADINı!.
SüLeymân ÇeLebi..
kaddesallahu sırrahu..
===>ÂYÎNe-i VAHDEt-i İLÂHî,
MİR’ât-ı VüCÛDudur KeMâhî!.
Şeyh Gâlib..
kaddesallahu sırrahu..
==>HaLk İÇRe===>Bir ÂYİNEyim,
HeRkes BAKar=>BiR ÂN GÖRüR!.
HeR NE GÖRüR==>KENDi YÜZÜn,
GeR YAHşi=>GeR YAMAN GÖRüR.
Niyâzî Mısrî..
kaddesallahu sırrahu..
Şu HAYatta tek başına =>İnzivâda kalarak,
=>Sadece kendi sesinin yankısını duyarak =>hakikati keşfedemezsin!.
=>Kendini ancak bir başka bir İNSÂN-ı KÂMİLin AYNASInda tam olarak GÖReBİLirsin!..
Şemsî Tebrizî
kaddesallahu sırrahu..
GüZeL YÜZ =>AYNAya ÂŞIKktır!.
İYİ DOStu OLANın =>AYNAya İhtiyacı YOKktur!.
BENCiLLik =>GÖZÜNe TAKILmış AYNA gibidir.
=>O GÖZLer NEREye BAKARsa BAKsın =>KENDİnden Başka Birini GÖRmez’.
AYNA iLe TeRaZi => BİRİsi İNCİNecek Yahut UTANacak Diye Doğru SÖYLEmekten SAKINır mı, SUSar mı?.
Bu YAĞmur ->bu YAĞmur,->bu KILdan ince =>Nefesten Yumuşak YAĞan bu YAĞmur. Bu YAĞmur, bu YAĞmur bir GüN DiNiNce =>AYNALar YÜZümü TANImaz OLur...
DOStun YÜZü =>CÂN AYNASı’dır.=>HohLayıp, PufLayıp Onu BUğuLandırma!. =>SONra AYNA SENi GÖSTERmez OLur.
TOPRak =>dOStu OLan BAHARa KAVUŞunca COŞar ve ÇİÇEKLer AÇar!. SEN =>TOPRaktan dAHa AŞAğı DeĞiLsin. =>ÖYLEyse DOSt KIYMEti BiL!.
KALBimi ve RÛHumu VERmemin Bir YARARı YOKk,
Çünkü =>SEN Zâten BunLara SÂHİBsin.
=>O Yüzden SANA Bir AYNA getirdim =>KENDİne BAKk ve BENİ HATIRLa!.
GöNüL AYNAsı =>Dünya SEVgisi Tozundan ->NEFSANâ ARZULardan TeMiZLenir ->Pâk ve Saf Bir HÂLe GETİRİLirse,
ORAda =>SU ve TOPRak NAKIŞLardan =>Başka ŞEYLer GÖRÜRsün.
GöNüL AYNAsında =>Hem RESMi-NAKŞı GÖRÜRsün =>Hem de RESMi ve NAKŞı YAPANı =>Hem de->DevLet, Saadet Yaygısı Seyr Edersin =>Hem de Onu YAYANı ve DÖŞEYENi..
MevLânâ..
kaddesallahu sırrahu..
AYNAda GÖRÜNen GÜZELLik AYNAya âit OLmadığı gibi =>HiçBir GÜZELLik de =>O GÜZELin MALı DEĞİLdir. =>Bütün GÜZELLikLer =>CeMîL celle celâlihu İSMİnden YANsıyor!. –
Said Nursî
kaddesallahu sırrahu..
PUTPERESt=>BiR ŞEy’e TAPAN,
HeR ŞEy’i YARATAN==>ALLAH!.
=>ÂLEt DEĞiL->CERYÂN YAPAN, SeN Atmadın=> ATAN=>ALLAH!.
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Fe lem taktulûhum ve lâkinnALLÂHe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnALLÂHe ramâ, ve li yubliye’l- mu’minîne minhu belâen hasenâ (hasenen), innALLÂHe SEMÎun ALÎM (alîmun).:Onları siz öldürmediniz ama onları ALLAH öldürdü. Ve attığın zaman da SeN atmadın ama ALLAH attı. Ve ALLAH, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki ALLAH, işitendir ve bilendir.”(Enfâl 8/17)
--- SevgiLiRasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz.: “Men arefe NEFsehu =>fekad arefe RABBehu.: Kim ki NEFSini BİLdi/TANIdı =>kesinlikle RABBını da BİLdi/TANIdı!.” buyurmuştur.(Aclunî, Keşfü’l- Hâfâ II/343 (2532)
=>ÇİLEm =>SAZı Ettim====>TELİn VURMAdı, =>YÂRin KAPIsı’nda======>KIYAM DURMAdı, =>YEDi DAĞ DOLAŞtım=====>YUVA KURMAdı,
Bu DELi GÖNLÜM’e===>DARGINım!.DARGIN!.
DELİKANLIm.. YETmiş SEKiz’e=>YOLCULuKk, KuL İHVÂNİ’m DOKuz CÂNLım!. BİZ BİR’iz=>BİZ’e YOLCULuKk, sEN HOŞş GELdin>DELİKANLIm!.
=>BUZ ERiR=>SU->BUHAR OLuR, AŞKk=>GÖMLÜMe ATEŞş SAÇınca!
==>KARAKIŞLaR=->BAHAR OLuR,
==>CEMRELeR==>ÇİÇEKk AÇınca!.
ZEVK 10.560
=>NÛR-u MUHAMMED =>HÂVi-si… KuL İHVÂNİDERBEDERim,
=>SIRR-ı SIRFın=>SEMÂVi-si… =>SIRR-ı SIFIRım=->SERSERim, HAKkın-HALkın=>HAVÂRİsi,
=>SUBHANALLAHSUVÂRİsi, SÖZ-SOHBEtte-ZEVKkte-HAZzda=>OTUZ BEŞinci DEFTERim!.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ah keşke bana doğru, havuza gelen KARDEŞLERİMi bir görsem de içlerinde şerbetler olan kâselerle onları karşılasam!. CeNNete girmeden önce, onlara (Kevser) Havuzumdan içirsem.”buyurdu. Bu sözleri üzerine ona Ashab-ı Güzîn.:“Yâ Resûlullah!. Biz SENin KARDEŞLERİN değil miyiz?” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizler benim Ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). BENim KARDEŞLERİM de BENi görmedikleri hâlde BANA inananlardır. Mutlaka BEN RABBim’den sizinle ve BENi görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim!.”buyurdu.. (Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460 hadis. (Ebu Nuaym, İbn-i Ömer’den))
Bir zaman geçtikten sonra da şöyle buyurdu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey Ebû Bekir, senin BENi SEVdiğini DUYduklarından dolayı seni SEVen bir kavmi SEVmek istemez misin? Sen de ALLAH’ın kendilerini SEVdiği kimseleri SEV!.”buyurmuştur. (Ramûzu’l-Ehadis, 461, 5719 hadi (İbn-i Asakir Bera b. Azib’den))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Mahlûkatlar içerisinde imanı en tuhaf ve şaşırtıcı kim olduğunu bilir misiniz?" diye sormuştu. Ashab.:“Meleklerin imanıdı.” diye cevab verdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Melekler nasıl iman etmesinler ki! Zirâ onlar ALLAH'ı bizzât görebilirler." diye karşılık verdi. Ashab.:“Yâ Resûlullah, o zaman Peygamberlerdir.” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Peygamberlerde değil; çünkü onlara Cebrâil her zaman gelerek ALLAH'ın Emirlerini indirir.” buyurdu. Ashab.:“SENin Ashabındır.” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Ashabım nasıl iman etmesin ki; zirâ onlar BANA gelen mucizeleri görebiliyorlar ve BEN de ALLAH'ın bana indirdiklerini onlara tebliğ ediyorum. Gerçek şudur ki, İnsanlardan en hayret edilecek imana sahib olanlar; BENden sonra gelip BENi görmedikleri halde BANA iman edenler ve yine BENi görmedikleri hâlde (sözlerimi) tasdik edenlerdir. İşte onlar benim KARDEŞLERİMdir. buyurdu. (Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ÜMMetim mübarek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha iyidir bilinmez.” buyurdu. (Râmûzul-Ehâdîs s. 83, 1151. hadis. (İbn-i Asâkir, Amr b. Osman'dan mürsel olarak); Kandehlevî Muhammed b. Yûsuf, Hayâtus-Sahâbe I-IV, Konya 1983, II, 599; Sübülüs-Selam IV, 127; es-Savâikul-Muhrika s. 211..)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ÜMMetimin hayırlıları onun ilkinde ve sonundadır. Bu ikisi arası vasattır. Eğri büğrüdür...” buyurdu. (İbn Kuteybe; Tevîlü Mutelifil-Hadîs, s. 107.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ÜMMetim, evveli mi yoksa sonu mu hayırlı bilinmeyen YAĞmur gibidir.” buyurdu. (İbn Kuteybe; Tevîlü Mutelifil-Hadîs, s. 107.)
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vALLÂHu GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: De ki.: “Eğer siz ALLAH'ı SEViyorsanız =>o taktirde BANA tâbi olunuz ki ALLAH da =>sizi SEVsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevâba çevirsin). Ve ALLAH "GAFÛR"dur, "RAHÎM"dir.”(Âl-i İmrân 3/31)
ALLAH SEVgisi’nin==>YOLu, RASÛLuLLAH’a=>TâBi OLuş!.
İMÂN<>AMeL>HAKkın KOLu,
=>SELÂH’ı=->FELÂH’ı BULuş!. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Sizden birinize BEN, Annesinden, Babasından, Çocuklarından ve bütün İnsÂNlardan daha SEVimli olmadığım müddetçe tam imân etmiş olamaz!.” buyurmuştur. (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69, 70.)
Abdullah b. Hişâm, Ömer radiyâllahu anhu'ın bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e şöyle dediğini rivâyet etmiştir.: ”Yâ Rasûlullah! SEN bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise O'na.:“Hayır Yâ Ömer, Nefsim elinde olan ALLAH'a yemin olsun ki; sen BENi nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek imân etmiş olamazsın!.”buyurmuştur. Ömer radiyâllahu anhu'da.:“VALLÂhi şimdi SEN bana nefsimden de daha fazla sevimlisin!” dediğinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:“Şimdi imânının kemâle ermiştir Yâ Ömer!” buyurmuştur. (Buhârî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I, 31.)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “İnneme’l- mû’minûne İHVEtun fe aslihû beyne ehaveykum vettekûllâhe leallekum turhamûn (turhamûne).: Mü'minler ancak KARDEŞtir. Öyleyse KARDEŞlerinizin arasını düzeltin. VeALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Umulur ki, böylece siz rahmet olunursunuz.”(Hucurât 49/10)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “Ve lâ testevî’l- hasenetu ve le’ seyyieh (seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm (hamîmun).: Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsâvi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samîmi bir dost gibi olur.”(Fussilet 41/34)
“Birbirinizle iyilik ve takvâda yardımlaşın; günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. ALLAH'tan korkun. Muhakkak ki ALLAHazabı pek şiddetlidir.”
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi vele’ş- şehra’l- harâme ve lâ’l hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani’l- mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû ale’l- BİRRi vet TAKVÂ ve lâ teâvenû ale’l- ismi ve’l- udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler! ALLAH'ın (koyduğu) Şeriat Hükümlerine, Haram Ay'a, (hediye olarak Kâbe'ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, RABB'lerinden bir Fazl ve (O'nun) Rızası’nı isteyerek, Beyt-el Haram'a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin. Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescidi’l- Haram'dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. BİRR ve TAKVÂ üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. ALLAHa karşı Takvâ Sâhibi olun. Muhakkak ki ALLAH İkâbı (azâbı) şiddetli olandır.”(Mâide 5/2)
“Ey imân edenler! Babalarınızı ve KARDEŞlerinizi, eğer küfrü îmânâ tercih etmişlerse, dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin tâ kendisidir.”
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbû’l- kufre alâ’l- îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humu’z- zâlimûn (zâlimûne).: “Ey iman edenler! Îmâna karşı (îmânın üstüne), îmândan üstün tutarak şâyet küfrü severlerse Babalarınızı ve KARDEŞlerinizi =>Dostlar edinmeyin. Ve sizden kim onlara dönerse işte onlar, onlar zâlimlerdir.”(Tevbe 9/23)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü'minler birbirlerini sevmek; birbirlerine şefkat göstermek ve iyilik yapmakta bir vücûd gibidir. O vücudun bur uzvu hastalanırsa, diğer uzuvlar da hastalığın acısını duyar, uykusuzluk ve ateşine iştirâk eder.” buyurmuştur. (Buharî, Edeb:37.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden birisi KARDEŞini ALLAH YoLu’nda SEVdiği zaman kendisine bildirsin. Zirâ bu =>ülfette->daha kalıcı, muhabbette->sebât vericidir.” buyurmuştur. (Ramûzu’l-Hadisu’l-Hadis, c. 1/25/9.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İmânı =>Kâmil olan, Sevdiği kimseyi, ondan menfâat gördüğü için değil, sırf ALLAH Rızâsı için SEVer. Gerçek imân da budur!.” buyurdu. (Abdullah b. Mes'ud radiyâllahu anhu'dan; Tergib ve Terhib, c. 6/25-6)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir adam, birini ALLAH için SEVer de ona.: “Seni ALLAH için seviyorum” derse, ikisi de CeNNete girerler. SEVenin derecesi daha yücedir.” buyurmuştur. (Abdullah b. Amr radiyâllahu anhu'dan; Tergib ve Terhib, c.6/27-10.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH TeâLâ.: “BENim için birbirlerini SEVenlere, birbirleri ile ilgilenenlere, ziyâretleşenlere ve yardımlaşanlara muhabbetim, rahmet ve mağfiretim vâcib oldu, (Onları mutlaka bağışlayıp CeNNetime koyacağım)” buyurdu.” buyurmuştur. (Samit oğlu Ubade radiyâllahu anhu'dan; Tergib ve Terhib, c.6/30-15.)
وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Vellezîne tebevveû’d- dâre ve’l- îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcere ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yû’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsah (hasâsatun), ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Ve onlardan önce (Medine'yi) yurt edinmiş olup kalblerinde îmân yerleşmiş olanlar, kendilerine hicret eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden (dağıtılan ganimetlerden) dolayı, kendileri onlara muhtaç olsa bile, gönüllerinde bir hacet (kaygı, haset) bulunmaz. Ve onları kendi nefslerine tercih ederler (üstün tutarlar). Ve kim nefsini cimrilikten korursa, o taktirde işte onlar, onlar felâha (kurtuluşa) erenlerdir."(Haşr 59/9)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Herhangi bir kul, KARDEŞini ALLAH Rızâsı için ziyâret etmeye gelirse, ona semâ’da bir Melek.: “İyi yaptın, CeNNet sana helâl oldu!” diye seslenir, ALLAH da Yüce Arşı’nda.: “Kulum BENim rızâm için ziyârette bulundu, ona ikram ve ihsan BANA aittir!.” der, ve onun için CeNNetten başka hiçbir sevâba razı olmaz.” buyurmuştur. (Enes radiyallahu anhu'dan; Tergib ve Terhib, c.5/199-3.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “CeNNette öyle köşkler vardır ki, içinden dışı, dışından içi görülür. ALLAH bunları Kendi Rızâsı için birbirini, SEVen, birbirini ziyâret eden ve mallarını ALLAH YoLu’nda harcayan kimseler için hazırlamıştır.” buyurmuştur. (Büreyde radiyallahu anhu'dan; Tergib ve Terhib, c.5/200-7.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir mü'mini, bir münâfığın şerrinden korursa, Kıyâmet gününde ALLAH ona vücûdunu CeheNNem ateşinden koruyacak bir Melek gönderir. Kim bir müslümânı kötülemek maksadıyla ona laf atarsa, söylediği sözü isbat edinceye kadar ALLAH onu CeheNNem Köprüsü üzerinde tutar.” buyurmuştur. (Muâz bin Esed el-Cühenî radiyallahu anhu'dan; Ebû Dâvud, Edeb:39.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir mü'min KARDEŞinin aleyhinde konuşulduğunda onun şeref ve namusunu savunursa, ALLAH da Kıyâmet günü onu Cehennem ateşinden korur.” buyurmuştur. (Ebû Derdâ radiyallahu anhu'dan; Tirmizî, Birr:20.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü'min, mü'minin AYNAsıdır. Mü'min, mü'minin KARDEŞidir. Onun malını, mülkünü korur. Bulunmadığında da ona ait herşeyi korur.” buyurmuştur. (Ebû Hüreyre radiyallahu anhu'dan; Ebû Dâvud, Edeb:49.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müslümân, Müslümânın KARDEŞidir. O’na haksızlık yapmaz. Tehlikeli bir durumda kalsa yalnız bırakmaz. Kim, bir Müslümân KARDEŞinin ihtiyâcını karşılarsa, ALLAH da onun ihtiyâcını giderir. Kim bir Müslümânın üzüntüsünü giderirse, ALLAH da Kıyâmet Günü onun ayıbını örter.” buyurmuştur. (Abdullah İbni Ömer radiyallahu anhu'dan; Ebû Dâvud, Edeb:38.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Zâlim de olsa mazlum da olsa, kişi KARDEŞine yardım etsin. Eğer Din KARDEŞi zâlim ise, zulmüne mâni olsun. Çünkü, mâni olmak ona yardımdır. Şâyet mazlum ise onu koruyarak yardım etsin.” buyurmuştur. (Câbir radiyallahu anhu'dan; Buhârî, Mezâlim: 4.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir kimse BENden sonra, bir Müslümânı SEVindirirse, BENi kabrimde SEVindirmiş olur. BENi kabrimde SEVindireni de ALLAH TeâLâ Kıyâmette SEVindirir.” buyurmuştur. (Abdullah İbni Mes'ud radiyallahu anhu'dan; Ramûzu’l-Hadis, c.2/423-9.)
وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ “Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bi’l- vâlideyni ihsânen ve zi’l- kurbâve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve kûlû li’n- nâsi husnen ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekât (zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn (mu’ridûne).: BİZ, İsrailoğulları'ndan.: “ALLAH'tan başkasına kul olmayın, ana-babaya, yakınlara (akrabaya), yetimlere ve miskinlere ihsânda bulunun, insanlara GÜZEL SÖZ söyleyin, namazı (hakkıyla) kılın, zekâtı verin.” diye misâk almıştık. Sonra da sizden pek azınız hariç, (misâkınızdan geri) döndünüz. Ve siz, yüz çeviren kimselersiniz.”(Bakara 2/83)
فَقُولَا لَهُ قَوْلًا لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى “Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.: O zaman ona, yumuşak SÖZ SÖYLEyin. Böylece o, tezekkür eder (anlar) veya huşû’ duyar.”(Tâ-Hâ 20/44)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Âişe radiyallahu anha'ya.: “Kötü sözlü olma. Kötülük bir adam şeklinde olsaydı; en kötü biçimli olurdu.” buyurmuştur. (Tenbîhü'l Gafilin, c.2/812.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Müslümânla alâkayı kesmek onun kanını dökmek gibidir.” buyurmuştur. (Ramûzu’l-Hadis, c. 2/454-2.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birbirinize karşı buğz etmeyin, münâsebetlerinizi kesmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, çekememezlik yapmayın. Ey ALLAH’n KullarıALLAH’n Emrettiği gibi KARDEŞ olun. Bir Müslümânın, KARDEŞini üç günden fazla terk etmesi helâl olmaz.” buyurmuştur. (Ramûzu’l-Hadis, c.2/466-5.)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ “Ve lâ testevî’l- hasenetu ve le’ seyyieh (seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm (hamîmun).: Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsâvi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samîmi bir dost gibi olur.”(Fussilet 41/34))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “KARDEŞinle münâkaşa etme, aşırı bir şekilde şakalaşma, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma!.” buyurmuştur. (Abdullah İbni Abbas radiyallahu anhu'dan; Tirmizî, Birr: 58.)
Ebû Derda radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Size oruçtan, namazdan, sadakadan, daha üstününü öğreteyim mi?”deyince, Ashab.:“Evet, öğret yâ Resûlullah!” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İki kişinin arasını düzeltmektir. Şüphesiz iki kişinin arasını açmak ise tıraştır (dini kökünden kazımaktır.)” buyurmuştur. Tirmizî hadis sahîhtir dedi ve şöyle nakletti.:Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “...O, tıraştır. Ama.: “Saçı tıraş!” etmektir, demiyorum, “dini tıraş” etmektir diyorum.” buyurmuştur. (Tergib ve Terhib, c.5/379-2.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İki kişinin arasını düzeltmek için yalan da söylese, yalanı sayılmaz.”
Bir rivâyet de şöyledir: “İnsÂNların arasını düzelten, iyi niyetle yalan da söylese günaha girmez. Yalanı sayılmaz.” buyurmuştur. (Ukbe İbn Ebi Muayt kızı Ümmü Gülsüm radiyallahu anha; Tergib ve Terhib, c.5/379-3.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir Müslümânın, Dünya Sıkıntılarından birini giderirse, ALLAH da onun Kıyâmet Sıkıntılarından birini giderir. Kim Müslümânın ayıbını örterse, ALLAH da dünya ve âhirette onun ayıbını örter. İnsÂN (mü'min) KARDEŞine yardımcı olduğu müddetçe ALLAH da onun yardımcısı olur.” buyurmuştur. (Ebû Hüreyre radiyallahu anhu'dan; Tergib ve Terhib c.4/529-1.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim (Mü'min) KARDEŞinin ayıbını örterse, ALLAH da Kıyâmet Gününde onun ayıbını örter. Kim Müslümân KARDEŞinin ayıbını açığa vurursa, bu yaptığından dolayı ALLAH da onun ayıbını açığa vurur. Hatta evinde bile onu rezil eder.” buyurmuştur. (Abdullah İbni Abbas radiyallahu anhu'dan; İbn-i Mâce, Ebu Davûd, Nesaî, Hâkim.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bir mümin ARKADAŞının ayıbını görmez, onu gizlerse, şüphesiz ALLAH TeâLâ bu hareketi sebebiyle onu CeNNete koyar.” buyurmuştur. (Taberanî.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yâ Âişe! Kim sana sen istemeksizin bir hediye verirse onu kabul et. Zirâ o ALLAH'ın sana sunduğu bir rızıktır.” buyurmuştur. Âişe radiyallahu anhu'dan; Ramûzu’l-Hadis, c. 2/500-9.)
Âişe radiyallahu anha.:“Peygamber (aleyhisselâm) hediye kabul eder, karşılığında da bir şey verirdi.” buyurmuştur. (Âişe radiyallahu anhu'dan; Buharî, Hibe: 11.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hediyeleşiniz. Çünkü hediye kalpteki kini giderir. Hiçbir kadın, komşu kadına vermiş olduğu hediyeyi, koyun paçası bile olsa, küçük görmesin!.” buyurmuştur. (Ebû Hüreyre radiyallahu anhu'dan; Tirmizî, velâ:6.)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birisinin bir hediye verip veya bir ikramda bulunup, tekrar bundan dönmesi helâl değildir. Ancak, baba çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir. Verdiği hediyeyi geri isteyen kimsenin durumu köpeğe benzer. Köpek yemek yer; karnı doyduktan sonra kusar, sonrada dönüp kendi kustuğunu yer!.” buyurmuştur. (Abdullah İbni Abbas radiyallahu anhu'dan; Ebû Dâvud, Büyu:81.)
EĞiL->KUL İHVÂNİm EĞiL, NEFSini BiL=>RABBini BiL, ALLAH İÇiN>İHVÂN OLAN, HâLis MuHLis SıDDık ÂDiL!. EL- ADL İsminle ibâdetlerimde ihlâstan, öfkelensem de kararlarımda beni adâletten ayırma, El-Adl.: Mutlak adil, yerli yerinde yapan.
Câbir İbnu Abdillah radiyâllahu anh anlatıyor.:“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cürrâne'de, işlenmemiş altın ve gani’metleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal, Bilâl radiyallahu anhu'n eteğinde idi.
Bir adam.: “Ey MuhaMMed ÂDİL ol! Çünkü ADÂLEt etmiyorsun!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm.:“Yazık sana! Eğer ben de ÂDİL olmazsam, benden sonra kim daha ÂDİL olur?” diye mukabele etti. Ömer radiyâllahu anhu, (Resûlullah'ın üzüldüğünü farkederek).:“Yâ Resûlullah! Bana müsaade buyurun, şu Münâfığın kellesini uçurayım!” talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm.: “İşte bu Adamın mutlaka arkadaşları -veya arkadaşcıkları- var. Bunlar Kur'ÂN'ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar =>OK’un =>AV’ı delip geçmesi gibi DİNden ÇIKıp giderler!” buyurmuştur. (Buharî, Humus 16; Müslim, Zekât 142, (1063).)
Ebû Hüreyre radiyâllahu anhu.:"Resûlullah salla'llahu aleyhi ve sellem.: "BEN size ne bir şey verebilirim, ne de (verileni) karşılayabilirim. (Veren, vermeyen ALLAH'tır.) Ben nasıl Emr OLunduysam (aza az, çoğa çok) öyle taksîm ederim (emrolunduğum yere koyarım)!.” buyurdu." demiştir. (Buharî Kütüb-i Sitte, 2902)
el ADLu celle celâlihu.:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ŞİRk, ümmetimde düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alâmeti, ADÂLETsizlikten dolayı muhabbet, ve ADÂLETten dolayı da buğz etmektir. Ve Din, ALLAH için SEVgi ve ALLAH için BUĞZdan başka nedir? ALLAH TeALÂ buyurdu ki.: “Eğer siz ALLAH'ı seviyorsanız BANA tabi olun ki ALLAH da sizi SEVsin!”buyurmuştur. (G. Ahmed Ziyâüddin, Ramûzu’l-Hadis El Hadis, 1. cilt)
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vALLÂHu GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: De ki.: “Eğer siz ALLAHı SEViyorsanız, o takdirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi SEVsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevâba çevirsin). Ve ALLAH "GAFÛR"dur, " RAHÎM "dir.”(Âl-i İmrân 3/31)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “RABBim bana 9 şey emretti.: 1-) Gizli halde de âleni halde de ALLAH'tan korkmamı, 2-) Öfke ve rıza halinde de ADÂLET-li söz söylememi, 3-) Fâkirlikte de zenginlikte de iktisad yapmamı, 4-) Benden kopana da SıLa-ı Râhim yapmamı, 5-) Beni mahrum edene de vermemi, 6-) Bana zulmedeni affetmemi, 7-) Susma hâlimin tefekkür olmasını, Konuşma hâlimin zikir olmasını, 8-.) Bakışımın ibret olmasını, 9-) Ma’rufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrâhim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 317.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH'tan korkun. Çocuklarınızın size itaatli olmalarını istediğiniz gibi siz de onların aralarında ADÂLETLe davranınız.” buyurmuştur. (G. Ahmed Ziyâüddin, Ramûzu’l-Hadis El Hadis, 1. Cilt)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“ADÂLET güzeldir. =>Fakat İdârecilerde olursa, daha güzeldir.
CÖMERTlik güzeldir. =>Fakat Zenginlerde olursa daha güzeldir.
DİNde TİTİZLik güzeldir. =>Fakat Âlimlerde olursa daha güzeldir.
SABIR güzeldir. =>Fakat Fâkirlerde olursa daha güzeldir.
TÖVBE güzeldir. =>Fakat Gençlerde olursa daha güzeldir.
UTANMA Duygusu (hayâ) güzeldir. =>Fakat Kadınlarda olursa daha güzeldir..” buyurmuştur. (Deylemî).
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Hâkimler üçtür.: Bunların biri CeNNetlik, ikisi cehennemliktir.
CeNNetlik olan, doğruyu bilip, doğru ile hüküm verendir.
Doğruyu bilip, zulümle hüküm veren ve bilmeden İnsÂNlar arasında hüküm veren, CeheNNemliktir”buyurmuştur. (Büreyde radiyâllahu anh Ebû Dâvud.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ey Ali! ALLAH, senin kalbine hidâyet ve diline sebât verecektir Önüne iki hasım oturduğu zaman, birincisini dinledikten sonra, ikincisini de tam dinlemeden sakın hüküm verme! GÜZEL(ÂdiL) HÜKÜM vermen için en doğru yöntem budur!.”buyurmuştur. (Ali kerremallahu vechehu’den; Tirmizî.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Bir kimse, öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin!” buyurmuştur. (Ebû Bekre radıyallahu anh’dan; Buhârî.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz'ı Yemen’e göndermek istediği zaman.: “Bir dava ile karşılaşırsan ne ile hüküm verirsin?” “ALLAHın Kitabıyla” “ALLAHın Kitabında bulamazsan?” “Rasûlullahın Sünnetiyle” “ALLAHın Kitabında ve Rasûlullahın Sünnetinde de bulamazsan?” “Kendi Görüşümle hüküm veririm”
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onun göğsüne vurup.: “Rasûlullahın Elçisini, hoşnut olacağı bir şeye muvaffak eden ALLAHa hamd ederim!”buyurmuştur. (Muaz radiyâllahu anh’dan; Tirmizî.)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ben bir İnsÂNım Bana davalar getirilir, kiminizin konuşması kiminizden daha etkin olur Ben de onun doğru olduğunu zannederim ve lehine hüküm veririm Kimin için böyle bir hüküm verip, bir müslümânın hakkını ona geçirmişsem, bilsin ki, o bir ateş parçasıdır, isterse onu taşısın, isterse bıraksın!.”buyurmuştur. (Ümmü Selleme radiyâllahu anha Buhârî.)
Kureyş Kabilesinden Asil bir Kadın hırsızlık yapmıştı. O kadını cezâlandırmaması için Ashabdan Üsame’yi Peygamberimize gönderdiler.
Bu duruma kızan ve üzülen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:
“Nasıl oluyor da bazı kimseler, ALLAH’ın Kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur.: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fâkir bir kimse hırsızlık yapınca onu cezâlandırıyorlardı. ALLAH’a yemin ederim ki MuhaMMed’in kızı FATIMA hırsızlık yapsaydı, onun da cezâsını verirdim!.”buyurmuştur. (Buharî, Hudud 12; Müslim Hudud, 8-9.)
SÖZün ÖZün ANLA=->DERViŞş, BİL=>BUL=>OL=>YAŞA!.İMÂNı!. GEÇen<=>GELen->Şu ÂNki İŞş,
=>KENDİn TANı=>RABBın TANı!.
MihENk.: (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta..
SER.: f. Baş. Tepe. Uç. Nihâyet. Zirve. Gaye. * Baş, başkan, reis..
YED.: El. * Mc: Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.
YEDULLAH.: Cenâb-ı HAKk'ın Kudreti, yardımı.
VASL.: Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak. * Birleştirmek, ulaştırmak. * Gr: Ulama, ekleme.
VUSLÂt.: Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren..
MÜJGÂN.: Kirpik.
TEFRİt.: Ortalamanın yani vasatın çok altında kalmak, geride kalmak. Normalden aşağı olmak. (İfratın zıddı)
İFRAt.: Haddinden geçmek. Pek ileri gitmek. * Takatinden ziyade iş vermek. (Tefrit'in zıddı)
İ’TİDÂL.: Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak. * Yumuşaklık. Uygunluk. * Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması. * Mikdâr ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak..
ERVÂH.: (Ruh. C.) Ruhlar. Canlar..
HAŞR.: (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları..
NEŞİR.: NEŞR.: Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak..
GÂH.: (Geh) f. Yer. (Yer ve zaman bildiren "ek" dir.)
NÂRGÂH.: Ateş Yurdu..Cehenem..
SIRf.: Sadece, yalnızca. * Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan..
KÛN=>feyeKÛN.:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.” (YâSîn 36/82)
=>KÜLLî ŞEYy=->ALLAHın NÛRu.:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---"ALLAHu NÛRu’s- SEMÂVÂti ve’l- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllahu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullahul emsâle li'n- nâs (nâsi), vallahu bi kulli şey’in ALÎM (alîmun).: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NÛRUDUR. O'nun NûRunun misâli, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) NûR üstüne NûRdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi NûRuna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH , her şeyi bilendir."(Nûr 24/35)
RABB’ı==->ŞAH DAMARdan ÖZde.:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---''Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min HABLi’l- VERÎDi:Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” [/b](Kaf 50/16)
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze RABBuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu biRABBikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).: Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin RABBin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şâhid tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin RABBiniz değil miyim?” Dediler ki: “Bilâakis->Evet, (Sen, bizim RABBimizsin), biz şâhid olduk.” (A’râf 7/172)
MARECE’L-BAHREYN.:
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ ---“Merece'l-bahreyni yeltekıyân (yeltekıyâni): Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.” (Rahmân 55/19)[/b]
MUKADDEs TÛVÂ’nın==>TÛR’u,
YEŞiL ATEŞş=>ŞECER=->NÛR’u.:
إِذْ قَالَ مُوسَى لِأَهْلِهِ إِنِّي آنَسْتُ نَارًا سَآتِيكُم مِّنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ آتِيكُم بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَّعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ “İz kâle mûsâ li ehlihî innî ânestu nârâ (nâren), se âtîkum minhâ bi haberin ev âtîkum bi şihâbin kabesin leallekum tastalûn (tastalûne).:Mûsâ (aleyhisselâm), Ehline (âilesine).: "Gerçekten ben bir ateş farkettim. Size ondan bir haber veya bir (parça) kor halinde ateş getireceğim, böylece siz ısınasınız diye." demişti.”(Neml 27/7)
فَلَمَّا جَاءهَا نُودِيَ أَن بُورِكَ مَن فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fî’n- nâri ve men havlehâ, ve subhânallahi RABBi’l- âlemîn(âlemîne).:Böylece oraya gittiği zaman ona nidâ edildi.: "Ateşin (nûr'un) içinde (yanında) ve etrafında bulunanlar mübârek kılındı. Ve âlemlerin RABBi ALLAH SÜBHÂN'dır (herşeyden münezzeh)."(Neml 27/8)
يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Yâ mûsâ innehû enallahul azîzu'l- hakîm (hakîmu).: Ey Mûsâ! Muhakkak ki BEN, AZÎZ (yüce), HAKÎM (hüküm ve hikmet sâhibi) olan ALLAH'ım.//“Yâ Mûsâ, gerçekte o nidâ eden BENim. Kudretli, Hikmet Sâhibi ve Hükümran olan ALLAH’ım.”(Neml 27/9)
إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَارًا لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى “İz reâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi kabesin ev ecidu ale’n- nâri hudâ (huden).:Bir ateş gördüğü zaman ailesine şöyle demişti.: “Durup bekleyin! Muhakkak ki ben, bir ATEŞ gördüm. Belki o’ndan, size bir kor (nûr) getiririm veya ateşin üzerinde (nûrun yanında) hidâyeti bulurum.” (Tâ-Hâ 20/10)
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى “Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.:Böylece oraya (ateşin (nûrun) yanına) geldiği zaman “Ya Mûsâ!” diye nidâ olundu.” (Tâ-Hâ 20/11)
إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى “İnnî ene RABBuke fehla’ na’leyk (na’leyke), inneke bi’l- vâdi’l- mukaddesi tuvâ (tuven).:Muhakkak ki BEN, BEN senin RABBinim. Şimdi pabuçlarını çıkar. Şüphesiz sen, Mukaddes Vâdi TUVÂ'dasın.”(Tâ-Hâ 20/12)
وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى “Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.:Ve BEN, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!”(Tâ-Hâ 20/13)
MUSÂ’ya SIRR =>“Len Terani”.:[/color]
وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ ---“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu RABBühu kale RABBi erini enzir ileyk kale len terani ve lakininzur ile’l- cebeli fe inistekarra mekanehu fe sevfe terani felemma tecella RABBühu li’l- cebeli cealehu dekkev ve harra musâ saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelü’l- mü'minin : Musa tâyin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de RABBi onunla konuşunca “RABBim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!” dedi. (RABBi): “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!» buyurdu. RABBi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sifâtlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim.”(A’raf 7/143)
في الصحيح : أن رسول الله – صلى الله عليه وسلم – قال في خطبته بغدير خم : إني تارك فيكم الثقلين : كتاب الله وعترتي ، وإنهما لم يفترقا حتى يردا علي الحوض[/b] ---Şu husus sahihtir ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Gadiri Hum’da buyurmuştur ki: “Size iki emanet bırakıyorum.: Allahın kitabı ve İtretim Ehli Beytim. Ve onlar Havz başında bana kavuşuncaya kadar ayrılmayacaklardır” (İbni Kesir, “Tefsir el-Kur’ÂNi’l- Azîm”, 7/201)
---Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem.: “Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da ALLAH’ın Kitâbı’dır! Kur’ÂN, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir İP gibidir. Diğer emânet de âilem, EHL-i BEYt’im/İtretimdir. Kur’ÂN ve Ehl-i Beyt’im CeNNette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!.” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788; Müsned, III, 14, 17, 26, 59)
---Rasûlullah sallâllahu aleyhi ve sellem.:“Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe benden sonra sapıtmayacağınız iki mühim emânet bırakıyorum. Biri diğerinden daha büyüktür. O da ALLAH’ın Kitâbı’dır! Kur’ÂN, semâdan yeryüzüne uzatılmış sağlam bir İP gibidir. Diğer emânet de âilem, EHL-i BEYt’im/İtretimdir. Kur’ÂN ve Ehl-i Beyt’imCeNNette Havuz’un başında benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Benden sonra o ikisine karşı nasıl muâmelede bulunduğunuza iyi bakın, dikkat edin!.”buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 31/3788; Müsned, III, 14, 17, 26, 59)
---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "İnnî târikûn fikümü's- sâkaleyni kitâballahi ve ıtretî.:Ben sizin içinizde iki ağırlık bıraktım biri ALLAH'ın Kitâbı biri de ITRETim (zürriyetim, ehl-i beytim)" buyurmuştur. (Müslim Fezailü's- sahabe 36,37; Darimî, Fezâilü'l-Kur’ÂN 1; İ. Ahmed, III/14,17-4/367,371; Şeybe; Hatîb)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “EHL-i BEYtim Nuh’un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup helâk olur.”buyurmuştur.. (Hâkim, Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî, el-Kebîr, No:2636-2638.)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz, (âhirete) çağrılıp gitmem yakındır. Size iki büyük ve hukuku ağır emânet bırakıyorum. Birisi, Azîz ve CeLîL olan ALLAH’ın kitabı Kur’ÂN. Diğeri de gözümün nuru EHL-i BEYt’imdir. ALLAH’ın kitabı Kur’ÂN; semâdan yeryüzüne uzatılmış (ilâhî ve nuranî) bir iptir. Lâtif ve Habîr olan (her şeyi bilen RABBim) bana bildirdi ki: Kur’ÂN’la EHL-i BEYtim (âhirette) Havz-ı Kevser’in başında bana gelene kadar birbirinden ayrılmayacak. Öyleyse, sizler (size emânet ettiğim) bu iki şeyde bana nasıl halef olduğunuza (benden sonra onlara nasıl davrandığınıza) iyi bakınız; onların hakkını korumaya dikkat ediniz!”buyurmuştur.. (Ahmed, Müsned, 111,17;V,182;Tabarânî, el-Mu’cemu’1-Kebir, V, 154 (No:4922, 4923). Bkz: Tirmizî, Menâkıb, 32 (No:3788. Aynı konuda biraz farklı bir rivâyet))