

Evs ve Hazrec kabileleri, iki kardeşten üreyip çoğalmış oldukları halde, aralarında sık sık anlaşmazlıklar çıkar, kılıçlara sarılırlar, yıllarca çarpışır
dururlardı. Aralarındaki çarpışmaların sonuncusu ise Buas Çarpışması idi ki, Hicretten beş-altı yıl önce durmuştu.[109]
Hz. Âişe'nin dediği gibi; Hicret sırasında Evs ve Hazrec kabilelerinin toplulukları dağılmış, en asaletti ve şerefli adamları öldürülmüş veyâ yaralanmış
bulunuyordu. Sanki Yüce ALLAH İslâm Dinine hazırlamak için onları bu duruma düşürmüştü. [110]
Evs ve Hazrec kabilesinden Müslümân olanlara Ensar denir.
Ensar; nasîrkelimesinin çoğuludur. Nasîr de, nâsır'ın mübalağa sîgası olup, ziyâdesiyle yardım edici demektir.
Gaylan b. Cehrin.:
“Siz, öteden beri mi Ensar ismiyle anılırdınız? Yoksa bu ismi size ALLAH mı koydu?” sorusuna,
Enes b. Mâlik.: “Evet! Bize bu ismi ALLAH koydu!” demiştir.
Kur’ÂN-ı Kerîm'de Ensar hakkında şöyle buyurulur.:
“İslâm'da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzellikle tâbi olanlar (yok mu?); ALLAH onlardan razı olmuştur.
Onlar da ALLAHtan razı olmuşlardır. ALLAH bunlar için-kendileri içinde temelli kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akar CeNNetler hazırladı.
İşte, bu en büyük kurtuluştur." [111]

Yahudi iken Müslümân olan Abdullah b. Selâm der ki: “Resûlullah Aleyhisselâm Medine'ye gelince, halk ona koşuştu. "Resûlullah geldi!" denilince, onu görmek için ben de halkın arasında onun yanına gittim.
Resûlullahın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü bir yalancı yüzü değildir!
Konuşurken, kendisinden ilk işittiğim söz de.: [112]
“Ey insanlar![113] Selâmı yayınız (Selâmlaşmayı yaygınlaştırınız!) Yemek yediriniz![114] Akrabalarla ilgileniniz! [115] İnsanlar uykuda iken siz namaz kılınız ki, selâmetle CeNNete giresiniz." sözü idi.”[116]

Selâm; selâmet gibi masdar olup, kusurlardan, âfetlerden uzak ve sâlim olmak demektir.
Müslümânlar arasında alınıp verilen “Selâmün aleyküm” sözü de selâmetle DUÂ etmek mahiyetindedir.
Es-Selâm: Her türlü noksandan, kusurdan, yok olma, zevâle erme şâibelerinden tamamıyla uzak bulunan Yüce ALLAH'ın isimlerindendir.[117]
Peygamberimiz aleyhisselâm.: “Selâm Yüce ALLAH'ın isimlerinden bir isimdir ki, onu ALLAH yeryüzüne koymuştur. O halde, selâmı aranızda yayınız!” buyurmuştur.[118]
Es-Selâm, Kur’ÂN-ı Kerîm'de de Yüce ALLAHın ismi olarak anıldığı gibi,[119] bunun, DUÂ mahiyetinde de, CeNNet'in ismi olarak da anıldığı vardır.[120]

Yüce ALLAH, Âdem Aleyhisselâmı yarattığı zaman,[121] ona.: “Haydi, şu melekler cemâatının yanına git de, onlara[122] "Esselâmü aleyküm" diyerek[123] selâm ver[124] Senin selâmına onların nasıl karşılık vereceklerine[125] bak![126] Söyleyeceklerine iyice kulak ver[127] Çünkü, o, hem senin, hem de senin zürriyetinin selâmlaşmasıdır” buyurdu.
[128]
Adem Aleyhisselâm gidip meleklere.: “Esselâmü aleyküm!” dedi.
Melekler de.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!"[129] Yahut.: “Ve aleykesselâmü ve rahmetullah!” dediler.[130] Selâmlarına “Rahmetullah” sözlerini ekledirler.[131]

Peygamberimiz aleyhisselâm, bir mecliste otururken, bir zât gelip.: “Esselâmü aleyküm!” diyerek selâm verdi.[132]
Peygamberimiz aleyhisselâm onun selâmına karşılık verdi. Adam oturunca,
[133] Peygamberimiz aleyhisselâm: “On sevâb kazandı!” buyurdu.
Sonra başka bir adam geldi ve.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!” diyerek selâm verdi.[134]
Peygamberimiz aleyhisselâm, onun selâmına karşılık verdi.
Adam oturunca, [135] Peygamberimiz aleyhisselâm.: “Buna yirmi sevâb var!” buyurdu.
Sonra başka bir adam geldi ve.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!” diyerek selâm verdi. [136]
Peygamberimiz aleyhisselâm onun selâmına karşılık verip adam oturunca.: [137] “Buna da, otuz sevâb var!” buyurdu.[138]
O sırada, meclisten bir adam kalkıp selâm vermeden gitti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm.: “Arkadaşınız unuttuğu şeyi (selâm vermeyi) ne çabuk da unuttun[139] Sizden biriniz meclise gelince selâm versin, oturmayı uygun görürse otursun! Meclisten ayrılmak için kalkınca da yine selâm versin! Verilmeye lâyıklık ve gereklilikte, önceki selâm sonrâkinden farklı değildir” buyurdu.[140]
Hz. Ömer der ki.: “Ben bir gün Ebu Bekir'in terkisinde giderken, Ebu Bekir rastladığı insanlara.: “Esselâmü aleyküm!” diyor,
Onlar.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!” diyorlardı.
Ebu Bekir.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!” diyor,
Onlar.: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!" diyorlardı.
Bunun üzerine, Ebu Bekir.: “Bugün insanlar selâm faziletinde bizi pek çok geçtiler!” dedi." [141]
Selâm vermek veyâ verilen selâmı almak, Müslümânın Müslümân üzerindeki haklarındandır.[142] Selâmlaşmakta cimrilik etmek, iyi sayılmamıştır.[143]
Peygamberimiz aleyhisselâm; evine selâm vererek giren kimsenin hem ALLAH'a karşı korunmuş olacağını,[144] hem de bunun kendisine ve ev halkinâ bereket getireceğini haber vermiştir.[145]

Selâm vermek nâfile bir ibâdet olmakla beraber, verilen selâmın alıninâsı gerekmektedir.[146] Selâm verilirken de.:
1-) Binitli olan, yayaya,
2-) Yaya, oturana,
3-) Azlık, çokluğa,[147]
4-) Yaşça küçük olan, büyük olana önce selâm verir.[148]
5-) Selâmı cemâat içinden birisine tahsis ederek vermek mekruhtur ve Kıyâmet alâmetlerindendir.[149]
6-) Tanıdığına ve tanımadığına selâm vermek İslâm'ın hayırlı hasletlerindendir.[150]
7-) Peygamberimiz aleyhisselâm; Mekke'nin fethinde yanına gelen ve kendisine selâm veren amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani Hatuna.: “Merhaba=hoşgeldin Ümmü Hani!” buyurdu.[151]
Yanına geldikçe Hz. Fâtıma'ya da.: “Merhaba kızcağızım!” buyurup, onu sağına veyâ soluna oturttuğu bildirilmektedir.[152]
8-.) Müslümân olmayanların verdikleri selâma “ve aleyküm!” denilerek mukâbele edilir.[153]
9-) Mü'min kardeşi ile selâmlaşmak, musafaha ile tamamlanır. [154]
Musafaha; iki kişinin, esenleşmek için birbirlerinin ellerini-avuç içleri birbirine yapışacak biçimde-tutuşmalarına ve yüzyüze gelmelerine denir.[155]
10-) Enes b. Mâlik der ki.:
“Biz.: “Yâ Rasûlallah! Bazımız bazımıza (hürmeten) eğilebilir mi?" diye sorduk. Resûlullah Aleyhisselâm.: "Hayır!" buyurdu.
11-12-) “Bazımız bazımızla kucaklaşabilir mi?' diye sorduk. Resûlullah Aleyhisselâm.: “Hayır! Fakat, musafaha ediniz!” buyurdu.”[156]
“Bir adam.: “Yâ Rasûlallah! İçimizden biri, bir din kardeşi veyâ bir dostu ile karşılaşınca, ona (hürmeten) eğilebilir mi?" diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm.: “Hayır!” buyurdu.
“Onu kucaklayabilir ve öpebilir mi?” diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm.: “Hayır!” buyurdu.
Adam.: “Onun elini tutar ve kendisi ile musafaha yapabilir mi?” diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselâm.: “Evet!” buyurdu.”[157]
13-) Ebû Mes'ûd el-Ensârî der ki.: “Bir gün, Berâ' b. Âzib'e rastlamıştım. Bana selâm verdi.
Elimi tutup yüzüme güldü ve.: “Sana niçin böyle yaptım, biliyor musun?” diye sordu.
Ona.: “Bilmiyorum! Fakat senin her yaptığın şeyde hayırdan başka birşey görmem!” dedim.
Bunun üzerine.: “Resûlullah Aleyhisselâm da, bana rastlayınca, sana yapmış olduğumun tıpkısını bana yapmış ve niçin böyle yaptığını benden sormuştu. Ben de senin şimdi bana söylemiş olduğun gibi söylemiştim.
Resûlullah Aleyhisselâm da.: “Müslümânlardan iki kişi karşılaşır da birisi öbür arkadaşına selâm verir ve elini tutarak musafaha yaparsa, Yüce ALLAH onların günahlarını-onlar daha birbirlerinden ayrılmadan önce-bağışlar.” buyurmuştu.” dedi.”[158]
Berâ' b. Âzib'in kendisi de.: “Resûlullah Aleyhisselâm.: “Birbirlerine kavuşup da musafaha yapan iki Müslümân yoktur ki, onlar daha birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanmış olmasın!” buyurdu” demiştir.[159]
14-) Küçük çocuklarla musafaha yerine onların üç kere başları sığanır, okşanır, kendileri için “ALLAH sana bereket versin!” diyerek DUÂ edilir.[160]
15-) Erkeklerin kadınlarla musafaha yapmaları, el sıkışmaları câiz değildir.
Esmâ binti Zeyd Hatun, Peygamberimiz aleyhisselâmın bey'at etmek isteyen Ensar kadınlarına.: “Ben kadınlarla musafaha yapmam!” buyurduğunu;[161]
Hz. Âişe de, Peygamberimiz aleyhisselâmın, kadınlardan bey'at alırken bile elinin onlardan hiçbirinin eline,[162] avucunun onlardan hiçbirinin avucuna[163] değmediğini bildirmiş;[164] “Bey'atını sözle aldığı her kadına.:[165] “Git, senin bey'atını aldım.” buyururdu” demiştir.[166]
16-) İslâm'da ilk topluca musafaha, Medine'ye geldikleri zaman, Yemenliler tarafından yapılmıştır.[167]

Berâ' b. Ma'rur; Hazrec Kabilesinden ve Ensarın başkanlarından olup,[168] Safer Ayında, Peygamberimiz aleyhisselâm Medine'ye gelmeden bir ay önce vefât etmişti.
Ölüm döşeğine düştüğü zaman, âilesine.: “Kabrimde, beni Kâbe'ye doğru yöneltiniz!” demiş, dediği yapılmıştı.[169]
Kendisi Hac Mevsiminde Mekke'ye geleceğini, Peygamberimiz aleyhisselâma vaad etmiş bulunuyordu.
Hac Mevsimine erişemeden ölüm döşeğine düşünce, âilesine.:
“MuhaMMed (Aleyhisselâm)a olan va'dim dolayısıyla beni Kâbe'ye doğru çeviriniz! Çünkü, ben ona gelmeyi va'd etmiştim!” demiş ve böylece sağ ve ölü olarak Kâbe'ye yönelenlerin ilki olmuştu.[170] ALLAH ondan razı olsun!
Peygamberimiz aleyhisselâm, Medine'ye gelince, Berâ' b. Ma'rur'un kabrine ashabı ile birlikte gitti. Kabrinin üzerinde saf bağlayıp cenâze namazını kıldı ve.: “ALLAH'ım! Onu yarlığa! Ona rahmet et, ondan hoşnut ol!” diyerek DUÂ etti.
Berâ' b. Ma'rur, Akâbe Bey'atnda bulunan Ensar kabileleri temsilcilerinden ilk vefât eden ve kabri üzerinde cenâze namazı kılınan zât idi.[171]

Cenâze namazı, farz-ı kifâyedir. Ölen bir Müslümânın cenâze namazını Müslümânlardan bir kısmı kılınca, öteki Müslümânların üzerinden cenâze
namazı kılma borcu kalkar.[172]
Cenâze namazı, abdestli olarak ayakta, Kıbleye karşı dönülerek, rükûsuz, secdesiz, dört defâ tekbir alınınak sûretiyle kılınır.
İmam, cenâzeye karşı, cemâat da imamın arkasında saf olurlar.[173] İmam ve cemâat ellerini kulaklarına kadar kaldırarak tekbir alıp ellerini bağlarlar. İçlerinden “Sübhâneke allâhümme...” DUÂsını okurlar.
Eller kaldırılmaksızın, imamın açıktan aldığı ikinci tekbire cemâat içinden katılır ve “Allâhümme salli” ve “Allâhümme bârik...” salâvâtlarını okurlar.
Üçüncü tekbir alınınca.:
“ALLAH'ım! Bizim dirimizi, ölümüzü, küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı, burada bulunanımızı, bulunmayanımızı yarlığa!
Sen, bizden kimi yaşatırsan, müslümân olarak yaşat! Sen, bizden kimi öldürürsen, mü'min olarak öldür![174]
ALLAH'ım! Bizi bu ölünün ecrinden mahrum etme! Onun ardından, bizi azdırma!” meâlli DUÂ okunur.
Dördüncü tekbir alınınca, imamla birlikte, önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa selâm verilir.
Cenâze Namazına katılana bir kırat ağırlığında, defin esnâsında da bulunana iki kırat ağırlığında ecir ve sevâb verilir ki, her kırat Uhud dağı büyüklüğü ve ağırlığındadır.
Cenâze giderken, hürmeten ayağa kalkılır.
Cenâze sesler ve meş'alelerle tâkip edilmez.[175]
Cenâze DUÂsı olarak Fâtiha Sûresini okumak da, sünnettendir.[176]
Cenâze kabre konulurken.: “Bismillah alâ milleti Rasûlillah= ALLAH'ın ismi ve Resûlullah'ın dini üzere!” denilir.[177]

Yeryüzünde ilk cenâze namazı, Adem Aleyhisselâm için kılınmıştır.
Âdem Aleyhisselâm, ölüm döşeğine düştüğü zaman, Oğullarına.: “Oğulcuklarım! Ben CeNNet meyvelerinden yemeyi özlüyorum!” dedi.
Oğulları onu babaları için aramaya, elde etmeye gittiler, meleklerle karşılaştılar.
Meleklerin yanlarında, Âdem Aleyhisselâm için kefen, güzel koku ile kazma, kürek ve zenbil vardı.
Melekler.: “Ey Âdem'in Oğulları! Nereye gidiyorsunuz ve ne istiyorsunuz?” diye sordular.
Onlar da.: “Babamız hastadır. CeNNet meyvelerinden yemeyi arzuluyor. Onu toplamak için bizi gönderdi” dediler.
Melekler onlara.: “Geri dönünüz! Babanızın eceli geldi!” dediler.
Âdem Aleyhisselâmın Oğulları, meleklerle birlikte geri döndüler.
Melekler Âdem Aleyhisselâmın yanına girince, Hz. Havva korktu ve Âdem Aleyhisselâma yapıştı.
Âdem Aleyhisselâm, ona.: “Yüce RABBimin melekleriyle benim aramdan çekil!” dedi.
Bunun üzerine melekler Âdem Aleyhisselâmın ruhunu kabzettiler.
Sonra onu yıkadılar, kefenlediler, güzel koku ile kokuladılar. Kabrini kazdılar.
Meleklerden birisi öne geçti. Öteki meleklerde onun arkasına durdular.
Âdem Aleyhisselâmın Oğulları da onların arkasında sıralandılar.
Cenâze namazını kıldılar.
Melekler kabrin içine girip Âdem Aleyhisselâmı kabre indirdiler, kâbirden çıktılar.
Kabrin üzerini kerpiçle kapattılar.
Kabrin üzerine toprak çektikten sonra.: “Ey Âdem'in Oğulları! İşte, ölüleriniz hakkında tutacağınız yol budur!” dediler.[178]

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki.: “Bir gün, Resûlullah Aleyhisselâma ve Ebu Bekir'e yetecek kadar yemek yapıp getirince,
Resûlullah.: “Git, bana Ensarın eşrafından otuz kişi çağır!” buyurdu.
Yanımda hazırladığım yemeğe ekleyecek birşey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım.
Peygamber Aleyhisselâm, tekrar.: “Git, bana Ensarın eşrafından otuz kişi çağır!” buyurdu.
Bunun üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler.
Gelince, onlara.: “Yemek yiyiniz!” buyurdu.
Yediler. Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize karşısında, Peygamber Aleyhisselâmın Resûlullah olduğuna şehâdet ve oradan ayrılmadan Peygamber Aleyhisselâma bey'at ettiler.
Peygamber Aleyhisselâm, bundan sonra.: “Git, bana Ensarın eşrafından altmış kişi çağır!” buyurdu.
Vallahi, altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu!
Gidip çağırdım.
Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize karşısında, Peygamber Aleyhisselâmın Resûlullah olduğuna şehâdet ve daha oradan ayrılmadan Peygamber Aleyhisselâma bey'at ettiler.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselâm.: “Git, bana Ensarın eşrafından doksan kişi çağır!” buyurdu.
Beni, bu doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu.
Onları da gidip çağırdım. Yemekten yediler.
Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında Peygamber Aleyhisselâmın Resûlullah olduğuna şehâdet ve daha oradan
ayrılmadan da Peygamber Aleyhisselâma bey'at ettiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen zât yedi ki, hepsi de Ensardan idiler.”[179]
Yüce ALLAH, onların hepsinden razı olsun![180]

Ensar kadınlarından Ümmü Atiyye'nin bildirdiğine göre.:
Peygamberimiz aleyhisselâm, Medine'ye gelince, Ensar kadınlarını bir eve topladı.
Onlara Hz. Ömer'i gönderdi.
Hz. Ömer evin kapısına dikildi, selâm verdi ve Peygamberimiz Aleyhisselâmın selâmını onlara söyledi ve.:
“Ben size Resûlullah Aleyhisselâmın gönderdiği Elçiyim!” dedi.
Onlar da.: “Resûlullah'a ve Resûlullah'ın Elçisine merhaba!” dediler.
Hz. Ömer.: “ALLAH'a hiçbir şeyi şerik koşmayacağınıza,
Zinâ etmeyeceğinize,
Çocuklarınızı öldürmeyeceğinize,
Ellerinizle ayaklarınız arasından bir iftira düzüp getirmeyeceğinize,
Mârufta (meşru olan hususlarda) Resûlullah'a karşı gelmeyeceğinize dâir, bana bey'at ediniz!” dedi.
Kadınlar.: “Olur!” dediler ve evin içinden, bey'at için, ellerini dışarıya doğru uzattılar.
Hz. Ömer de evin dışından elini onlara doğru uzattı.
Sonra da.: “ALLAH'ım! Şâhid ol!” dedi.[181]
İbn Sa'd'ın Tabakâtü'l-Kübrâ'sında isimleri ile kaydettiğine göre,
Peygamberimiz aleyhisselâma bey'at eden Evsve Hazrec kabilesi kadınlarının sayısı 343tü.[182]
Rebiülevvel ayından ikinci yıl Safer ayına kadar, Medine'de, Evs kabilesinden Müslümân olmayan, müşrikliği bırakmayan yalnız Vâkıf, Hatma,
Vâil ve Ümeyye Oğulları kaldı.[183]
Peygamberimiz aleyhisselâm bey'at eden Ensar kadınlarından Ümmü Âmir der ki.:
Resûlullah Aleyhisselâmın mescidimizde akşam namazını kıldığını görünce, hemen evime gelip biraz ekmekle hurma pekmezi (veyâ kuru üzüm) getirdim ve.: “Babam, anam sana fedâ olsun! Ye!” dedim.
Resûlullah, ashabına.: “Yiyiniz! Bismillah!” buyurdu.
Kendisi ve kendisiyle birlikte gelen ashabı ve evde bulunanlar da, ondan yediler.
Varlığım Kudret Elinde bulunan ALLAH'a yemin ederim ki; kırk kişilik erkekler cemâati, ne hurma pekmezinin (veyâ kuru üzümün) bir kısmını, ne de
ekmeğin tamamını yiyebildiler!
Yanımda bulunan kırbadaki sudan da içtikten sonra, ayrıldılar.
Hastalandıkça veyâ hayır ve bereket umdukça bu kırbadaki sudan içtik durduk!”[184]

Neccar Oğullarından Milhan b. Mâlik'in kızı ve Ümmü Haram'ın kızkardeşi olan Ümmü Süleym Hatun, Mâlik b. Nadr ile evli idi.
Ümmü Süleym Hatun Müslümân olup Peygamberimiz aleyhisselâma bey'atettiği sırada, oğlu Enes b. Mâlik yanında değildi.
Enes b. Mâlik, Annesinin Müslümân olduğunu öğrenince, geldi ve ona.: “Sen dinden çıktın, saptın mı?!” dedi.
Ümmü Süleym Hatun.: “Ben dinden çıkmadım ve sapmadım! Fakat, şu (yurdumuza gelen) zâta imân ettim!” dedi ve Enes'e de İslâm Dinini telkin etti. Eliyle işâret ederek.:
“Haydi, sen de.: “Şehâdet ederim ki; MuhaMMed (Aleyhisselâm) ALLAH'ın Resûlüdür" de bakayım?” dedi.
Enes b. Mâlik, annesinin istediğini yapınca, babası Mâlik.: “Oğlumun itikadını bozma!” dedi.
Mâlik evden çıkıp gidince bir düşmanıyla karşılaştı ve öldürüldü.
Medineli müşriklerden Ebu Talha, Ümmü Süleym'le evlenmek istedi.
Ümmü Süleym Hatun, onunla evlenmeye yanaşmadı.: “Sen, sana ne zararı, ne de yaran olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görürsün?!
Bir marangozun getirip senin için yonttuğu bir ağaç parçasının sana ne zararı, ne yararı dokunur?!” dedi.
Ümmü Süleym Hatunun sözü, Ebu Talha'nın kalbine tesir etti.
Ebu Talha, Ümmü Süleym Hatuna, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym Hatun.:
“Ey Ebu Talha! Sen, sizin tapmakta olduğunuz putlarınızı filan âilenin marangoz kölesinin ağaçtan yontup yaptığını; ve ona bir ateş parlatacak
olursanız hemen tutuşup yanacağını bilmez misin?!” deyince, Ebu Talha onun yanından ayrıldı.
Ebu Talha, başka bir gün gelip, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym Hatun, yine.: “Ey Ebu Talha! Senin tapmakta olduğun put, yerde biten ve filan Oğullarının Habeşî kölesinin yonttuğu değil midir?” dedi.
Ebu Talha.: “Evet!” deyince,
Ümmü Süleym Hatun.: “Sen, yerde biten ve filan Oğullarının Habeşî kölesi tarafından yontulan birşeye tapmaya utanmaz mısın?!
Sen, ALLAH'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve MuhaMMed (Aleyhisselâm)ın Resûlullah olduğuna şehâdet etsen de, senden bundan başka mihr istemeyerek sana varsam olmaz mı?” dedi.
Ebu Talha.: “Bırak beni, bir düşüneyim!” dedi, gitti.
Düşünüp taşındıktan sonra, geldi ve.: “Bana yaptığın teklifi kabul ettim: ALLAH'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve MuhaMMed (Aleyhisselâm)ın Resûlullah olduğuna şehâdet ediyorum!” deyince,
Ümmü Süleym Hatun, oğlu Enes b. Mâlik'e.: “Kalk ey Enes! Ebu Talhayı benimle evlendirmek için, gereğini yap!” dedi.
[185]
Enes b. Mâlik der ki.: “Resûlullah Aleyhisselâm, Medine'ye geldiği zaman, ben sekiz-on yaşında idim.[186]
Annem bana başörtüsünün yarısını izar, yarısını da ridâ yaptı.[187] Beni elimden tutup Resûlullah Aleyhisselâma götürdü ve:
“Yâ Rasûlallah! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kimse kalmadı.
Ben, bu oğlumdan başka, sana hediye edecek birşeye mâlik değilim.[188]
Yâ Rasûlallah! Bu oğlum Enes'ciktir! Sana hizmet eder, senin hizmetçindir!
Onun hakkında ALLAH'a DUÂ et!” dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselâm.: “ALLAH'ım! Bunun malını ve evladını çoğalt![189] Verdiğin şeylerde, onun için bereket ihsân et!” diyerek DUÂ etti.[190]
Resûlullah Aleyhisselâm, benim için üç şey hakkında DUÂ etti.
İkisini dünyada gördüm.:
Vallahi, mâlim pek çoktur!
Çocuklarımın ve çocuklanmın çocuklarının sayısı ise, bugün yüz civarındadır!
Üçüncüsünü de, âhirette göreceğimi umuyorum!”[191]
Yüce ALLAH, onlardan razı olsun![192]

Abdullah b. Selâm[193], Yusuf Aleyhisselâmın neslindendi.[194] Medine Yahudilerinin ulularından ve âlimlerindendi.[195]
Medine'deki İsrâil Oğullarının âlimlerinden başlıcaları[196] beş kişi olup, bunlardan birisi Abdullah b. Selâm'dı.[197]
Abdullah b. Selâm'ın babası Selâm da Yahudi âlimlerindendi.
Abdullah b. Selâm der ki.:
“Ben Tevrat'ı ve tefsirini, babamdan öğrenmiştim.
Babam, bir gün; âhir zamanda gelecek peygamberin sıfatını, alâmetini ve yapacağı işler hakkındaki âyeti bana anlattı ve:
"Eğer o Harun Evladından gelecek olursa ona tâbi olurum, yoksa tâbi olmam!” dedi.
Peygamber Aleyhisselâmın Medine'ye gelişinden önce, öldü.[198]
Resûlullah Medine'ye, Kubâ'ya gelip Amr b. Avf Oğullarının evine ininceye kadar, sustum.
Ben kendime ait hurma ağacının üzerinde uğraşır,[199] yaş hurma toplarken,
[200] Benî Nadîrlerden birisinin.:
“Bugün, Arapların bekledikleri adamları geldi!” diye bağırdığını işittim ve bir kimse de gelip onun geldiğini bana haber verince,[201] beni bir titreme tuttu, yüksek sesle[202] “ALLAHu Ekber!” diyerek tekbir getirdim.
O sırada, Halide binti Haris, hurma ağacının altında oturuyordu.[203] Kendisi çok yaşlı idi.[204]
Tekbirimi işitince.: “ALLAH seni umduğuna erdirmesin, elini boşa çıkarsın ey habîs!
Vallahi Musa b. İmran'ın gelişini işitmiş olsaydın, bundan daha fazlasını yapmazdın!” diyerek çıkıştı.
Ona.: “Ey hala! Vallahi, o,[205] Musa b. İmran'ın kardeşidir.[206] Onun gibi, Peygamberdir.[207] Onun dinindedir. Onun gönderildiği şeyle gönderilmiştir.” dedim.
Bunun üzerine, halam.: “Ey kardeşimin oğlu! Yoksa, o Kıyâmete yakın, gönderileceği bize haber verilmiş olan peygamber midir?” dedi.
“Evet!” dedim.
Halam.: “Peki öyleyse!” dedi.[208]
“Resûlullah geldi” denilince, onu görmek için, halkın arasında ben de gittim.
Resûlullah'ın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü yalancı yüzü değildir.” [209]
Abdullah b. Selâm, Peygamberimiz aleyhisselâmın yanına varınca.:
“Ben sana üç soru soracağım ki, bunların cevâblarını ancak peygamber olan bilebilir” dedi:
“1-) Kıyâmet alâmetlerinin evvelkisi nedir?
2-) CeNNetlikler CeNNete girince ilk önce hangi yiyeceği yiyeceklerdir?
3-) Çocuk ne sebeble babasına benzer ve hangi sebeble annesine benzer?” diye sordu.
Peygamber Aleyhisselâm.:
“Bu soruları, senin önün sıra, Cebrâil (Aleyhisselâm) bana gelip haber vermişti:
1-) Kıyâmet alâmetlerinin en öncesi bir ateştir ki, o insanları doğudan batıya sürecektir!
2-) CeNNetliklerin yiyeceği ilk yiyecek de, balık ciğerinin sarkmış olan fazlasıdır!
3-) Çocuğun babaya veyâ anaya çekmesine gelince.:
Cinsî münasebette erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse, çocuk babaya benzer. Kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse, çocuk anaya benzer!” buyurdu.
Bunun üzerine, Abdullah b. Selâm.:[210]
“Ben şehâdet ederim ki; ALLAH'tan başka hiçbir ilâh yoktur![211]
Ben şehâdet ederim ki; Sen, hiç şüphesiz, ALLAH'ın Resûlüsün![212]
Yâ Rasûlallah! Yahudiler, insanı hayrette bırakacak derecede yalan söyleyen, asılsız isnad ve iftiralarda bulunan haksız bir kavimdir. Eğer, sen beni onlardan sormadan önce onlar benim Müslümân olduğumu öğrenirlerse, senin yanında bana akla gelmedik isnad ve iftiralarda bulunurlar.[213]
Sen beni odalarından birine koyarak gizledikten sonra, onlar arasındaki durumumu, nasıl olduğumu onlara sormanı; bunu Müslümân olduğumu
öğrenmelerinden önce sana haber vermelerini istiyorum” dedi.
Peygamberimiz aleyhisselâm, onu odalarından birisine koydu.[214]
Yahudilere haber saldı, geldiler.[215]
Onlara.: “Ey Yahudi Cemâatı! Yazıklar olsun size! ALLAH'tan korkunuz!
Kendisinden başka ilâh olmayan ALLAH'a yemin ederim ki: Siz benim Resûlullah olduğumu ve benim size hak ve gerçeği getirdiğimi muhakkak biliyorsunuzdur! Müslümân olunuz!” buyurdu.
Yahudiler, üç kere.:
“Biz bunu bilmiyoruz! Biz bunu bilmiyoruz! Biz bunu bilmiyoruz!” dediler.[216]
Peygamberimiz aleyhisselâm, onlara.: “İçinizde[217] Husayn,[218] Abdullah b. Selâm, nasıl adamdır?” diye sordu. [219]
Yahudiler.:
“Bizim seyyidimizdir ve seyyidimizin de oğludur![220]
Bizim en âlimimizdir ve en âlimimizin de oğludur.[221]
Bizim hayırlımızdır ve hayırlımızın da oğludur!” dediler.[222]
Resûlullah Aleyhisselâm, onlara.:
“İbn Selâm Müslümân olduysa ne dersiniz?[223] Siz de Müslümân olur musunuz?” diye sordu.[224]
Yahudiler.:
“Hâşâ! O, Müslümân olmaz![225] ALLAH onu böyle şeyden korusun!” dediler. [226]
Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselâm.: “Ey İbn Selâm! Çık bunların yanına!” buyurdu.[227]
Abdullah b. Selâm, hemen yanına çıkıp onlara.:
“Ey Yahudi cemâatı! ALLAH'tan korkunuz!
Onun size getirdiği şeye yöneliniz!
Vallahi, siz de muhakkak biliyorsunuz ki, o ALLAH'ın Resûlüdür!
Onun ismini ve sıfatını yanınızdaki Tevratta da yazılı bulmuş bulunuyorsunuz.
Ben şehâdet ederim ki, o Resûlullah'tır!
Ben ona imân etmiş, onu doğrulamış ve onun Resûlullah olduğunu bilmiş bulunuyorum!” dedi.[228]
Abdullah b. Selâm.:
“Ben şehâdet ederim ki; ALLAH'tan başka hiçbir ilâh yoktur!
Ve yine şehâdet ederim ki; MuhaMMed (Aleyhisselâm) ALLAH'ın Resûlüdür!” diyerek imân ve ikrârda bulunduğu zaman,[229] Yahudiler ona türlü hakaret ve iftiralarda bulundular:[230]
“Bu, bizim en şerlimizdir ve en şerlimizin de oğludur![231]
Bu, bizim en câhilimizdir ve en câhilimizin de oğludur!” dediler.[232]
Abdullah b. Selâm.:
“Yâ Rasûlallah! Onların çok iftiracı, gaddar, yalancı ve fâcir bir kavim olduklarını sana haber vermemiş mi idim? (İşte böyle olduklarını gösterdiler)”
dedi.
Bundan sonra, Abdullah b. Selâm da, ev halkı da Müslümânlıklarını açıkladılar.[233]
Halaları Halide binti Haris Hatun da Müslümân oldu ve İslâm âmelleri ile Müslümânlığını güzelleştirdi.[234]
Abdullah b. Selâm Müslümân olduğu zaman, Yahudi âlimlerinden.:
1-) Huyey b. Ahtab,
2-) Ka'b b. Esed,
3-) Ebu Râfi',
4-) Eşya',
5-) Şemvil b. Zeyd:
“Arapta peygamberlik olmaz! Senin Adamın bir hükümdardır!” diyerek Müslümânlıktan vazgeçirmek istedilerse de. muvaffak olamadılar.[235]
*
**
****
DiP NOTLAR.:
[109] Ibn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 604, c. 4, s. 384.
[110] Buhârî, Sahîh.c. 4 . s. 221.
[111] Tevbe: 100.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/53-54.
[112] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 235, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 451 , Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 652, Dârimî,Sünen, c. 2, s. 188, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 423, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 922, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 265.
[113] İbn Sa'd, c. 1, s. 235, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce, c. 1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, c. 3, s. 922 İbn Esîr,c.3, s. 265.
[114] İbn Sa'd, c. 1 , s. 235, Ahmed b. Hanbel, c.5, s. 451, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce, c. 1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn
Abdilberr, c. 3, s. 922 İbn Esîr, c. 3, s. 265.
[115] İbn Sa'd, c. 1, s. 235, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 451, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce.c.1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, c. 3, s. 922 İbn Esir, c. 3, s. 265.
[116] İbn Sa'd, c. 1, s. 235, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 451, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce, c. 1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn
Abdilberr, c. 3, s. 922 İbn Esîr, c. 3, s. 265.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/54.
[117] İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 392, 393, Asım Efendi, Kamus Tercemesi, c. 3, s. 481.
[118] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 257.
[119] Haşr: 23.
[120] Nahl: 59, En'am: 54. 127, Vakıa: 90-91. Ahzab: 44. Yunus: 10. 25. Araf: 46. Yâsîn: 58.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/54-55.
[121] Buhârî, Sahih, c. 7, s. 1 25, Müslim , Sahih, c. 4, s. 2183.
[122] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 31, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 315, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s. 2183-2184, Taberî, Târih, c. 1, s. 48, İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 344, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 30, Ebu'l-Fidâ, el Bidâye ye'n-nihâye, c. 1,s.87.
[123] İbn Sa'd, c. 1, s. 31, Taberi, c. 1, s. 48, İbn Esîr, c. 1, s. 30, Ebu'l-Fidâ, c. 1 , s. 87.
[124] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 315, Taberî, c. 1, s. 48, İbn Esîr, c.1, s. 30, Ebu'l-Fidâ, c. 1,s.87.
[125] İbn Sa'd, c. 1, s. 31, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 31 5, Buhârî, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s. 2184, İbn Asâkir, c. 2, s. 345.
[126] İbn Sa'd, c. 1, s. 31, Ebu'l-Fidâ, c. 1 , s. 87.
[127] Ahmet b. Hanbel, c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 1 02, Müslim, c. 4, s. 2184, İbn Asâkir, c. 2, s. 345.
[128] İbn Sa'd, c. 1, s. 31, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s. 2184, Taberi, Târih, 11, s. 49, İbn Asâkir, c. 2, s. 345, İbn Esîr, c. 1,s.3O.
[129] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 1 02, Müslim, t 4, s. 2184, İbn Asâkir, c. 2, s. 344.
[130] İbn Sa'd, c. 1, s. 31, Taberi, c. 1, s. 48, 49, İbn Esîr, c. 1 , s. 30.
[131] Ahmed b. Hanbel. c. 2. s. 315. Buhârî. c. 4. s. 1 02. Müslim. c.4.s. 2184. İbn Asâkir. c. 2. s. 344.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/55-56.
[132] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 439, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 350, Tirmizî, Sünen, c. 5, s.53, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 190.
[133] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 439, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[134] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 439, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350, Tirmizî, c. 5, s. 53, Dârimî, c. 2, s. 190.
[135] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 439-440, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 440, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 350, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 53, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 1 90.
[137] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 440, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[138] Ahm ed b. Hanbel, c. 4, s. 440, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350, Tirmizî, c. 5, s. 5, Dârimî, c. 2, s.190.
[139] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 438, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256.
[140] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 287, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4,353, Tirmizî, c. 5, s. 62, 63.
[141] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256.
[142] Buhârî, Sahîh.c. 2, s. 70, Edebü'l-müfred, s. 257, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1075.
[143] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 268.
[144] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 281, Ebu Dâvud, c. 3, s. 7.
[145] Tirmizî. c. 5. s. 59.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/56-57.
[146] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 268.
[147] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 444, Buhârî, Sahih, c. 127, Edebü'l müfred, s. 258, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1703, EbuDâvud, Sünen, c. 4, s. 351, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 61-62, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 188.
[148] Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 1 28, Edebü'l-müfred, s. 259, Ebu Dâvud, c. 4, s. 351, Tirmizî, c. 5, s. 61 .
[149] Ahmed b. Hantael, c. 1, s. 407, 408, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 270, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 445-446, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 329.
[150] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 9, Edebü'l-müfred, s. 270, Müslim, c. 1,s.65, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350.
[151] Ahmedb. Hanbel, c. 6, s. 425, Buharı, c. 7, s. 110, Tirmizî, c. 5, s. 78.
[152] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 247, Ahmedb. Hanbel, c. 6, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 141 , Müslim, c. 4, s. 1904.
[153] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 398, Buhârî, c. 7, s. 133, 134, Edebü'l müfred, s. 283, 284, Müslim, c. 4, s. 1705, 1706, Ebu Dâvud, c. 4, s. 353, İbn
Mâce, Sünen, c. 2, s. 1219.
[154] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 251.
[155] İbn Esîr, Nihâye, c. 3, s. 34, Mütercim Âsim Efendi, Kâmusu'l-Muhît Tercemesi, c. 1, s. 490.
[156] İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1220.
[157] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 75.
[158] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 289.
[159] Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 289, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 354, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 74, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1220.
[160] Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 251.
[161] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 6, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 454.
[162] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 960.
[163] Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2,5.960.
[164] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[165] Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[166] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[167] Ahmed b. Hanbel. c. 3. s. 212. Buhârî. Edebü'l-müfred. s. 251.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/57-60.
[168] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 86.
[169] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 619, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf.c. 1,s. 246.
[170] İbn .Abdilber, İstiâb, c. 1, s. 152-153, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 171.
[171] İbn Sa'd. Tabakât. c. 3. s. 620.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/60-61.
[172] Kâsâni, Bedayıu's-sanayı, c. 1, s. 311.
[173] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 88, 89, 91, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 342-347, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 478479, Nesâî, Sünen, c. 4, s. 70-72.
[174] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 368, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 211, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 344, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 480, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 4, s. 41.
[175] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 203.
[176] Buhârî, Sahih, c. 2, s. 91, Tirmizî, c. 5, s. 345.
[177] Ahmed b. Hanbel. c. 2. s. 27. Tirmizî. c. 3. s. 364.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/61-62.
[178] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 33, 34, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 3, s. 243, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 136, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 344, 345, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 199.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/62-63.
[179] Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 428, Kadı İyaz, eş-Şifâ, c. 1 , s. 243-244, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 280, Heysemî, Mecmau'z zevâid, c. 8, s. 303.
[180] M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/63-64.
[181] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 7, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 85, c. 6, s. 409.
[182] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 315, 410.
[183] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 80, Taberî, Târih, c. 2, s. 237, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 440, İbn Hazm,Cevâmiu's-are, s. 73, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s, 98 İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 161, Zehebî, Târıhu'l İslâm, s. 297, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 153, İbn Haldun, Târih, c. 2 ks. 2, s. 12.
[184] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 319, 320, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 471.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/64-66.
[185] İbn Sa'd, Tabakatü'l-kübrâ, c. 8, s. 424, 427.
[186] Zehebî, Si yem a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 266.
[187] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1929, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 267.
[188] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 266.
[189] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 94, Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 154, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1929, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 267.
[190] Aynı kaynaklar.
[191] Müslim, Sahih, c. 4, s. 1929.
[192] M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/66-68.
[193] Abdullah b. Selâm'ın adı Husayn iken, Müslümân olunca,
Peygamberimiz aleyhisselâm Husayn'ı Abdullah'a çevirmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 451.
[194] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 921, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 414, İbn Esîr. Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 264.
[195] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre,c.2, s. 163-164.
[196] Şuara: 197.
[197] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 353.
[198] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[199] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre,c.2, s. 163, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 530.
[200] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[201] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 163.
[202] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[203] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,5.266.
[204] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[205] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 163, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 530.
[206] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 530.
[207] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[208] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 163, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 530, Ebu'l Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 211, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 280.
[209] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 163, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s.
235, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, s. 451, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 188, İbn Mâce, Sünen,c. 1, s. 423, Hâkim, Müstedrek, c.3,s. 13, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s.922, Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 531, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 265.
[210] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 102,103, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 528-529, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 207, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 211.
[211] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108, 271 , Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 268, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 207, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[212] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 271, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, c. 1, s. 207, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211 .
[213] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211 .
[214] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 531.
[215] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 271, Beyhakî, c. 2, s. 527, 528, İbn Seyyid, c. 1, s. 207, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 210.
[216] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 211, Beyhakî, c. 2, s. 528.
[217] . İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, c.1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[218] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 164.
[219] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, c. 1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[220] İbn İshak. İbnHişâm, c. 2, s. 164, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 529.
[221] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[222] İbn İshak. İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[223] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[224] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108.
[225] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 210.
[226] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[227] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 271.
[228] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Beyhakî, c. 2, s. 531.
[229] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[230] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[231] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 271, Buhârî, c. 3, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[232] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 3, s. 108,271,272.
[233] İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, c. 2, s. 164.
[234] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 164, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 280.
[235] İbn İshak, İbn Hişâm, c. 2, s. 220, Buhârî, TârThu'l-kebfr, c. 1, ks. 1, s. 225.
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/68-73.