YaRıM NeFeS =>ALınıp =>VERiLemeyen!. VERiLip =>ALınamayan SoN NeFeStir..
İNSÂN=>Kendisine EMÂNEt edilen Yarım NeFeSte,
=>RABBısı’na İHtiLÂL Yaparsa Şâki/Eşkiyâ OLur =>ÖNce Kendi HAKk YOLUnu KEseR!. İNSÂN=>Kendisine EMÂNEt edilen Yarım NeFeSte,
=>RABBısı’na İTÂAt Yaparsa VELî/EVLiyâ OLur ==>TÜMM ÖMRÜnü HAKk YOLU EdeR!.
HeR NEFSin A’YÂN-ı SABİTEsi=>ZÂHiRde==>PARMAk İZi KİMLiği,
HeR NEFSin A’YÂN-ı SABİTEsi=>BÂTINda->EZEL-EBED KİŞİLiğidir!.
A'YÂN-ı SÂBİTe..
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا “Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ (ılmen).: (ALLAH), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve onu, ilim ile ihata edemezler (bilemezler).”(TâHâ 20/110)
أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ “Elâ ya’lemu men halak (halaka), ve huve’l- latîfu’l- habîr (habîru).: YARATAN (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdâr olandır).”(Mülk 67/14)
ALLAH-u TeÂLÂ’nın İndi’nde her İnsanın bir Hakikatı, yani ÖZü vardır. Dünyaya gönderilmeden önce şekil almamışlardı, daha doğrusu çekirdek halinde idiler. Bunlara Tasavvuf Dilinde “Â’yân-ı Sâbite” adı verilir.
Her İnsÂNın TECELLî ÖZÜnde =>Gözle görülemeyen ÖZ ZERRE olan Â’yân-ı Sâbite’de KİŞİnin bütün MUKADDERÂtı dürülüdür, her birinin kendine göre bir isti’dad ve kabiliyeti vardır =>ÂLEM-i EMİR de..
Â’yân-ı Sâbite =>Mümkün Varlıkların İlahî İlimdeki EzeLî Hakikatlerdir. Mümkün Varlıkların zuhuru, Â’yân-ı Sâbitedeki istidadlarına göre gerçekleşmektedir. Â’yân-ı Sâbiteye =>Mâhiyetler, Hüviyetler ve Madûmât adı da verilmektedir. Â’yân-ı Sâbite =>Aynı zamanda Kader Sırrı olarak kabul edilmektedir.. Â’yân-ı Sâbite => Bir Tasavvuf Kavramı olarak.: Dış Âlemde var olan eşyânın görünür hale gelmeden önce =>ALLAH'ın İLMİnde bilgi olarak mevcudîyyeti, ortaya çıkan varlıkların ALLAH'ın İLMİndeki Gizli Hakikatleri, Mâhiyetleri anlamına gelir. A’yân =>Âşikâr, belli, görülebilen anlamlarına gelir.. Â’yân-ı Sâbite =>(tekili ayn-ı sâbite) “Hakikat, Mâhiyet ve Zât” mânâsına gelir ve varlık (vücûd) kavramından farklı bir mânâ ifâde eder. Bir şeyin varlığı başka, mâhiyeti başkadır. Â’yân-ı Sâbite =>Dış âlemde var olan EŞYÂnın =>ALLAH’ın İLMİndeki Hakikatleri olup hariçte mevcud değildir; daha doğrusu bunlar ALLAH’ın İLMİnde sâbit olan “yoklar/ma‘dûmât”tır.. Â’yân-ı Sâbitenin dış âleme nazaran varlığı yoktur. Onun için “yok” olarak kabul edilir. Bu mânâda ona “mümkin” de denir. Zira İbnü’l-Arabî’ye göre mümkin de ma‘dûmdur..
İbnü'l Arabî, Â’yân-ı Sâbite ile, kendisinde Eşyânın Hakikati ya da Zihnî Mâhiyetierin bulunduğu Ma’kul Âlemi/Akla yakın, aklın kabul edeceği âlemi kasdetmektedir.
Â’yân-ı Sâbitenin açıklanması aynı zamanda yaratma ve dış âlemin de açıklanması mânâsına gelir. Dış âlemde mevcud ve zâhir olan eşyânın esas i’tibariyle kendine has müstakil bir varlığı yoktur. Bu yönüyle bu şeylerin “yok” (ma‘dûm) olduğuna inanılır. Bunların görünen varlıkları gerçekte ALLAH’ın VARLIĞInın değişik sûretlerde tecellîlerinden ibârettir. Zirâ tek ve Biricik Varlık/Vahdet-i vücûdO’nun varlığı olduğundan diğer şeylerin varlıkları mecazîdir, görünürdedir. Eşyânın birbirinden farklı oluşu, ayrı ayrı varlıklara sâhib oluşundan değil, Â’yân-ı Sâbitelerinin farklı oluşundandır. Varlıkta birlik mevcuddur, farklılık ve çokluk Â’yân-ı Sâbiteden ileri gelmektedir..
Tasavvufta Birlik-Çokluk/Vahdet-Kesret meselesi çeşitli misâllerle açıklanmıştır. Â’yân-ı Sâbite varlıkların modelleri/mecâlî ve kalıplarıdır/mezâhiri/görünenidir..
Belli bir şeyin şekli, çeşitli ve değişik aynalara aynı anda farklı biçimlerde yansıyarak bir çokluk meydana getirdiği gibi, bir ayna durumundaki Â’yân-ı Sâbiteye akseden HAKk’ın Varlığı da böyle bir çokluk meydana getirir. Çokluk vehim ve hayal olarak vardır; birlik gerçek olarak mevcuddur. Belli bir top kumaştan farklı elbiseler vücuda getirilebilir. Bu elbiselerin hepsi varlık olarak bir ve aynıdır, çünkü aynı kumaştan yapılmıştır. Farklılık şekillerden ileri gelmektedir. Şekilleri farklı kılan, modelleri ve kalıpları yani “Âyn-ı Sâbite”leridir. Kalıplar, hiçbir zaman elbiselerde var olmadıkları halde onlara şekil verirler. Bunun gibi, Dış Âlemdeki bütün varlıkları farklı şekillere sokup çokluğun ortaya çıkmasına sebep olan A‘yân-ı Sâbite de hiçbir zaman Dış Âlemde var olmaz. Onun için Â’yân-ı Sâbiteye “ma‘dûmât” ve “umûr-ı ademiyye” yani “yoklar” adı da verilmiştir. Dış Âlemde görünen Â’yân-ı Sâbite değil onun =>şekilleri, halleri, hükümleri, ayırıcı nitelikleri, belli özellikleri, fiilleri ve eserleridir. Â’yân-ı Sâbitenin kendisi bâtın, sûreti zâhirdir. İbnü’l-Arabî.:“Â’yân-ı Sâbite asla varlık kokusunu koklamamıştır” yani hiçbir zaman var olmamıştır derken bunu anlatmak istemektedir..