MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KEFENden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda GÜLümüz VaR!.


Resim
MÂHîYyet<=BâTıN<=BİRR<= رب =>RABB->ZâHiR->HÜVÎYyet..

CEMÂLîYyetini<=HİKMEt SAHNEsinde<=BİRR<= رب =>RABB=>İBREt SAHNEsinde=>CELÂLîYyetini.. OYNAtır HeR ÂN..

Sağdan Sola RABB okunur ki bu=>ESMÂ-yı ŞERÎfin ZâHiRİ OLup Yarattığı HaLkını TERBİYE Edici RUBUBîYyeti..

Soldan Sağa BİRR okunur ki bu=> ESMÂ-yı ŞERÎfin BÂTINı OLup Yarattığı HaLkına MutLak İHSÂN Edici RUBUBîYyeti..

Resim
CELÂLîLeR =>YÜZ-LeRiNi İBREt AYNAsında SEYyREDERLeR..
CEMÂLîLeR =>ÖZ-LeRiNi HİKMEt AYNAsında SEYyREDERLeR..

RABB TeALÂ.. Bu ÂLEMde BaBa gibidir=>KIZsa da ÖZünde SEVer!.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KEFENden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda GÜLümüz VaR!.


Resim

==>SÖZ =>ŞERiat-ı MuhaMMedde=>bEN..
SOHBet =>TARikat-ı MuhaMMedde=>sEN..
==>ZEVk =>MÂRifet-i MuhaMMedde=>BİZ..
==>HAZz =>MÂRifet-i MuhaMMedde=->O..
==>SÜKÛt =>HAKÎKat-ı MuhaMMedde=>…..
(Sükût.: BİLen->DEmez=>Dİyen->BİLmez!.)

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in;
ŞERiat-ı MuhaMMed NÛRu=>UBUDÎYyeti..
TARikat-ı MuhaMMed NÛRu=>NÜBÜVveti..
MÂRifet-i MuhaMMed NÛRu=>RESÛLÎYyeti..
HAKÎKat-ı MuhaMMed NÛRu=>ÜMMÎYyeti..

Resim

ÜMMÎYyet.:
AKL-ı KÜLLdür..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in RÛHu =>AKL-ı EVVeL/ÜMM =>FELEk-i ALÂdır..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem =>ÜMMÎdir.. TÜMM YaratıkLarın ANAsı/ÜMMisi-ASLı-İLKidir.. NEBîYyü’L- ÜMMÎdir.. sallallahu aleyhi ve sellem..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KEFENden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda GÜLümüz VaR!.


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Resimبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

KESREt=>->İLâHe..
VAHDEt=>İLLâ->ALLAH..

ALLAHu zü’L-CELÂL’in KULLarı;
VAHYîLeR=>ALLAH’ın SEÇtiği NEBî=>VAHiyy GELiR.. ŞÂHidi->ALLAH celle celâlihu..
VEYSîLeR=>NEBî’nin SEÇtiği VEYSî=>İLHAm GELiR.. ŞÂHidi->KUR'ÂN ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..
VEHBîLeR=>VEYSî’nin SEÇtiği VEHBî=>KEŞif GELiR.. ŞÂHidi->KUR'ÂN ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..
KESBîLeR=>VEHBî’nin SEÇtiği KESBî=>NASR GELiR.. ŞÂHidi->KUR'ÂN ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

Resim
VAHYî İLiM.. TAHKik İMÂNa BAĞLıdır.. HAVf-ü-RECâ..
LEDÜNNî İLiM.. SÂLiH AMELe BAĞLıdır.. SIDk-u-HUŞû..
KEŞFî İLiM.. SÂLiH AMELe BAĞLıdır.. ZÜHD-ü-TAKVâ..
NASRî İLiM.. SÂLiH AMELe BAĞLıdır.. AŞKk-ü-CEZBe..

İLİMLeRin TEKMiLi=>SEYr-ü-SÜLÛkLe=>KEMÂLÂttır..

TAHKik İMÂNın DOĞurduğu=>SÂLiH AMELSÂLiH AMEL
dir.
SÂLiH AMELin DOĞurduğu=>HÜSN-ü-HÂLdir.

SÖZü =>SÖYLEyenin SIFAtıdır..


Resim

إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
Resim---“İzâ câe nasrullâhi ve’l- feth (fethu).: ALLAH'ın Yardımı ve fetih geldiği zaman.” (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا
Resim---“Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ (efvâcen).: Ve insanların dalga dalga/grup grup ALLAH'ın Dîni’ne girdiğini gördüğün (zaman).” (Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا
Resim---“Fe sebbih bi hamdi RABBike VESTAGFİRH (vestagfirhu), innehu kâne TEVVÂBâ (tevvâben).: O zaman RABB’ini hamd ile tesbih et. Ve O'ndan MAĞFİRET dile. Muhakkak ki O, TÖVBEleri kabul edendir.” (Nasr 110/3)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KeFeNden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda>GÜLümüz VaR!.


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Resimبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

KESREt =>->İLâHe..
VAHDEt =>İLLâ->ALLAH..

TEVHiDiN PERDELeRi =>ZÂt=>SIFAt=>ESMâ=>EŞYâ..

HAKÎKat ALEMi.. =>VÂHDEt.. =>ZÂt.. =>Lâ İLÂHe İLLâ HUuu..
MÂRifet ALEMi.. =>RİSÂLEt.. =>SIFAt.. =>Lâ İLÂHe İLLâ ENâ..
TARikat ALEMi.. =>FETREt.. =>ESMâ.. =>Lâ İLÂHe İLLâ ENte..
ŞERiat ALEMi.. =>KESRet.. =>EŞYâ.. =>Lâ İLÂHe İLLâ ALLAH..

Sükût-u TEVHiD.. =>Sükût-u Sükûn..
HaZıRda HuZuR.. =>HuZuR
da HaZıR..

TEVHiD =>“TEKk BİRR=>ALLAH celle celâlihu..
TEVHiD =>HAKk’tan ->HAKk’ta ->HAKk’La ->HAKk’a..
TEVHiD =>“BİR”i ->“BİRR” için “BİR”Le ->“BİRR”Lemektir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KeFeNden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda>GÜLümüz VaR!.


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Resimبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


OLmaz!. OLmaz!.” DEme!. =>Bu ÂLEMde =>OLmaz!=> OLmaz!.
İMKÂNLaR ÂLEMi Bu DÜNYâ NEYLersin ki..==>OLmaz!. OLmaz!.

OLsun!. =>OLmazsa->İ’tiraz..
OLmasın!. =>OLursa->İ’tiraz..
OLÂN.. =>Şu ÂNdadır ve Rıza ister!..

Resim
İNSÂN AKLıyLa =>DÜŞÜNce SİSTEMinde;
ŞEYyLerin MÜNÂSEbetinden=>OLAyLar doğar..
OLAyLarın MÜNÂSEbetinden=>ZAMaNLar doğar..
ZAMaNLarın MÜNÂSEbetinden=>ZANNLar doğar..
ZANNLarın MÜNÂSEbetinden=>HÜSRaNLar doğar..


=>OLaY (Eşyaların münasebetinden doğar) =>zamÂN (Olayların münasebetinden doğar) =>ZaNN (ZamÂNların münasebetinden doğar ve çoğu da çürüktür.)

ALLAHu Zü’L- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîmde ZANNLarın çoğu çürüktür diye bildirmiştir..:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
Resim--- "Yâ eyyyuhâllezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- ZANNi, inne ba’da’z- ZANNi ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûhu, vettekullâhe, innALLAHe tevvâbun rahîmun.:
Ey iman edenler!. ZANNdan çok sakının. Muhakkak ki bazı ZANNlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insânların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve ALLAH’a karşı takvâ sâhibi olunuz. Muhakkak ki ALLAH, tövbeleri kabul eden ve RaHîM olandır.”
(Hucurât 49/12)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KeFeNden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda>GÜLümüz VaR!.


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Resimبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Resim
İNSÂN=>AL<=>VER->NEFESidir,
=>NEFSin=>HEVÂ<=>HEVESidir,
==>KALBi=>RÛHu=>EMR ÂLEMi,
==>ELde====>KANLı KAFESidir!.

Resim
YaRıM NeFeS =>ALınıp =>VERiLemeyen!. VERiLip =>ALınamayan SoN NeFeStir..

Resim
İNSÂN=>Kendisine EMÂNEt edilen Yarım NeFeSte,
=>RABBısı’na İHtiLÂL Yaparsa Şâki/Eşkiyâ OLur =>ÖNce Kendi HAKk YOLUnu KEseR!.
İNSÂN=>Kendisine EMÂNEt edilen Yarım NeFeSte,
=>RABBısı’na İTÂAt Yaparsa VELî/EVLiyâ OLur ==>TÜMM ÖMRÜnü HAKk YOLU EdeR!.

Resim
HeR NEFSin AYÂN-ı SABİTEsi=>ZÂHiRde==>PARMAk İZi KİMLiği,
HeR NEFSin A’YÂN SABİTEsi=>BÂTINda->EZEL-EBED KİŞİLiğidir!.


Resim
A'YÂN SÂBİTe..


يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
“Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ (ılmen).: (ALLAH), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve onu, ilim ile ihata edemezler (bilemezler).” (TâHâ 20/110)

أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“Elâ ya’lemu men halak (halaka), ve huve’l- latîfu’l- habîr (habîru).: YARATAN (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdâr olandır).” (Mülk 67/14)

ALLAH-u TeÂLÂ’nın İndi’nde her İnsanın bir Hakikatı, yani ÖZü vardır. Dünyaya gönderilmeden önce şekil almamışlardı, daha doğrusu çekirdek halinde idiler. Bunlara Tasavvuf Dilinde “Â’yân-ı Sâbite” adı verilir.
Her İnsÂNın TECELLî ÖZÜnde =>Gözle görülemeyen ÖZ ZERRE olan Â’yân-ı Sâbite’de KİŞİnin bütün MUKADDERÂtı dürülüdür, her birinin kendine göre bir isti’dad ve kabiliyeti vardır =>ÂLEM-i EMİR de..

ÂLEM-i EMİR =>ÂLEM-i ERVAH =>ÂLEM-i MİSÂL=>ŞEHÂDEt ÂLEMi..
ANÂSIR-ı ERBAA =>Toprak =>Ateş =>SU =>Hava..

Â’yân-ı Sâbite =>Mümkün Varlıkların İlahî İlimdeki EzeLî Hakikatlerdir. Mümkün Varlıkların zuhuru, Â’yân-ı Sâbitedeki istidadlarına göre gerçekleşmektedir.
Â’yân-ı Sâbiteye =>Mâhiyetler, Hüviyetler ve Madûmât adı da verilmektedir.
Â’yân-ı Sâbite =>Aynı zamanda Kader Sırrı olarak kabul edilmektedir..
Â’yân-ı Sâbite => Bir Tasavvuf Kavramı olarak.: Dış Âlemde var olan eşyânın görünür hale gelmeden önce =>ALLAH'ın İLMİnde bilgi olarak mevcudîyyeti, ortaya çıkan varlıkların ALLAH'ın İLMİndeki Gizli Hakikatleri, Mâhiyetleri anlamına gelir.
A’yân =>Âşikâr, belli, görülebilen anlamlarına gelir..
Â’yân-ı Sâbite =>(tekili ayn-ı sâbite) “Hakikat, Mâhiyet ve Zât” mânâsına gelir ve varlık (vücûd) kavramından farklı bir mânâ ifâde eder. Bir şeyin varlığı başka, mâhiyeti başkadır.
Â’yân-ı Sâbite =>Dış âlemde var olan EŞYÂnın =>ALLAH’ın İLMİndeki Hakikatleri olup hariçte mevcud değildir; daha doğrusu bunlar ALLAH’ın İLMİnde sâbit olan “yoklar/ma‘dûmât”tır.. Â’yân-ı Sâbitenin dış âleme nazaran varlığı yoktur. Onun için “yok” olarak kabul edilir. Bu mânâda ona “mümkin” de denir. Zira İbnü’l-Arabî’ye göre mümkin de ma‘dûmdur..
İbnü'l Arabî, Â’yân-ı Sâbite ile, kendisinde Eşyânın Hakikati ya da Zihnî Mâhiyetierin bulunduğu Ma’kul Âlemi/Akla yakın, aklın kabul edeceği âlemi kasdetmektedir.

Â’yân-ı Sâbitenin açıklanması aynı zamanda yaratma ve dış âlemin de açıklanması mânâsına gelir. Dış âlemde mevcud ve zâhir olan eşyânın esas i’tibariyle kendine has müstakil bir varlığı yoktur. Bu yönüyle bu şeylerin “yok” (ma‘dûm) olduğuna inanılır. Bunların görünen varlıkları gerçekte ALLAH’ın VARLIĞInın değişik sûretlerde tecellîlerinden ibârettir. Zirâ tek ve Biricik Varlık/Vahdet-i vücûd O’nun varlığı olduğundan diğer şeylerin varlıkları mecazîdir, görünürdedir. Eşyânın birbirinden farklı oluşu, ayrı ayrı varlıklara sâhib oluşundan değil, Â’yân-ı Sâbitelerinin farklı oluşundandır. Varlıkta birlik mevcuddur, farklılık ve çokluk Â’yân-ı Sâbiteden ileri gelmektedir..
Tasavvufta Birlik-Çokluk/Vahdet-Kesret meselesi çeşitli misâllerle açıklanmıştır. Â’yân-ı Sâbite varlıkların modelleri/mecâlî ve kalıplarıdır/mezâhiri/görünenidir..
Belli bir şeyin şekli, çeşitli ve değişik aynalara aynı anda farklı biçimlerde yansıyarak bir çokluk meydana getirdiği gibi, bir ayna durumundaki Â’yân-ı Sâbiteye akseden HAKk’ın Varlığı da böyle bir çokluk meydana getirir. Çokluk vehim ve hayal olarak vardır; birlik gerçek olarak mevcuddur. Belli bir top kumaştan farklı elbiseler vücuda getirilebilir. Bu elbiselerin hepsi varlık olarak bir ve aynıdır, çünkü aynı kumaştan yapılmıştır. Farklılık şekillerden ileri gelmektedir. Şekilleri farklı kılan, modelleri ve kalıpları yani “Âyn-ı Sâbite”leridir. Kalıplar, hiçbir zaman elbiselerde var olmadıkları halde onlara şekil verirler. Bunun gibi, Dış Âlemdeki bütün varlıkları farklı şekillere sokup çokluğun ortaya çıkmasına sebep olan A‘yân-ı Sâbite de hiçbir zaman Dış Âlemde var olmaz. Onun için Â’yân-ı Sâbiteye “ma‘dûmât” ve “umûr-ı ademiyye” yani “yoklar” adı da verilmiştir. Dış Âlemde görünen Â’yân-ı Sâbite değil onun =>şekilleri, halleri, hükümleri, ayırıcı nitelikleri, belli özellikleri, fiilleri ve eserleridir. Â’yân-ı Sâbitenin kendisi bâtın, sûreti zâhirdir. İbnü’l-Arabî.: Â’yân-ı Sâbite asla varlık kokusunu koklamamıştır” yani hiçbir zaman var olmamıştır derken bunu anlatmak istemektedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

=->MuHaMMeDî MeLÂMîyiz,
Ak KeFeNden TÜLümüz VaR!.
=->KeLÂMîyiz =>SeLÂMîyiz,
KAR ALTInda>GÜLümüz VaR!.


Resim

Eûzubillâhi's-semî'u'l-alîmu mine'ş-şeytânirracîm.
Resimبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

EL HAYy TECELLîsi.. HAYYat.. CÂN CERYÂNı..
İNSÂN=>BEDEN->NEFS=>KALB<=FUAD <=RÛH.?!.:

ALLAH-u TEÂLÂ’nın İNDİnde KÜLLî ŞEYy’in/HER İNSÂNın bir HAKİKAtı, ÖZü “ÂYÂN-ı SÂBİTe”si vardır..
HeR NEFsin A’YÂN-ı SABİTEsi=>ZÂHiRde->PARMAk İZi KİMLiği,
HeR NEFsin A’YÂN-ı SABİTEsi=>BÂTINda->EZEL-EBED KİŞİLiğidir!.

KULLuk İmtihÂNından SORUMLu 4 ANA UNSUR;
İNSÂN=>BEDEN->NEFS=>KALB<=RÛH..

İNSAN RÛHu =>ŞE’ÂNda =>HeR ÂNda=>“ÂLEM-i EMİR”dendir..


يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
“Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ (ılmen).: (ALLAH), onların önündeki(leri) ve arkasındaki(leri) (onların geçmişini ve geleceğini) bilir ve O’nu, ilim ile ihata edemezler (bilemezler/kapsayamazlar.).” (TâHâ 20/110)

أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
“Elâ ya’lemu men halak (halaka), ve huve’l- latîfu’l- habîr (habîru).: Yaratan (yarattığını) bilmez mi? Ve O; Lâtif'tir, Habîr'dir (haberdar olandır).” (Mülk 67/14)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- RûH (RûHı), kulir RûHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana RûHtan sorarlar. De ki: “RûH, RABBimin emrindendir.” Ve size, (RûHa ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

Canlılarda hayatı sağlayan bir unsur ve İnsÂN vücûdunda, hayat, hareket, idrak, his, şuur ve her türlü gelişmenin gayr-i maddî/manevî temel unsuru sayılan RÛH;
Kur'ÂN-ı Kerîm’de, hem bu mânâda, hem de Vahiy, Kur’ÂN ve Vahiy Meleği (CebrâîL aleyhisselâm) ve Hz. İsâ (aleyhisselâm) mânâsında kullanılmaktadır. (Râgıb, 1961, RûH mad.)
Dolayısıyla Kur'ÂN-ı Kerîm’de muhtelif âyetlerde geçen RÛH kelimelerinin hepsi aynı mânâya gelmez. Bulunduğu yer ve muhtevâya göre farklı anlamlar içerirler..

Ve yes’elûneke ani’r- RûH (RûHı), kulir RûHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ.. “er- RÛH” kelimesini bazı müfessirler; “Bedenin =>Hayat Sâhibi olmasını sağlayan ve =>ALLAH’ın yaratıklarından biri olan İnsÂN RÛHuolarak yorumlarken, bazıları buradaki RÛH ile =>“CebrâîL”in, başka bir grup da =>“İnsÂNlara RÛH üflemekle görevlendirilen RÛH İsimli büyük bir meleğin” yahut =>“Vahiy/Kur’ÂN’ın” kastedildiğini söylemiştir..
(Taberî, 1986-87, İsrâ Sûresi 85. âyetin tefsiri; Mâtürîdî, 2004, İsrâ Sûresi 85. âyetin tefsiri; Beyhakî, 1405/1984, s.459; Râzî, 1981, İsrâ Sûresi 85. âyetin tefsiri; Yavuz, 2018, 35/187)

Elmalılı Hamdi Yazır, “RÛH, RABBİMin EMRİndendir.” âyetini şöyle tefsir ediyor.:
“Burada EMR, “ÜMÛR”un müfredi (tekili), yani İŞ; yahut “EVÂMİR”in tekili, yani KUMANDA mânâsına gelir… RÛH, ancak RABBİNin bileceği İŞtendir, RÛHun (VAHYin) Hakikatı öyle şeylerdendir ki, onunla ilgili bilgiyi ALLAH TEÂLÂ KENDİne tahsis etmiştir… Bir şeyin olmasını dilediği zaman, O'nun emri sadece "OL" demektir. O da hemen oluverir.”

Resim

KÛN feyeKÛN.: OL!. hemen OLur..:


إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“İnnemâ emRûHû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn (yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.” (Yâsîn 36/82)

Âyet-i CeLîLesi gereğince RABBİN EMRİ, bir şeyi irade edince başka hiçbir şart ve sebebe muhtaç olmaksızın yalnız “KÛN!. OL!.” buyurmakla hemen oluvermekten ibâret bir EMİRdir: Şu halde RÛHun, ALLAH'ın EMRİnden olması, ALLAHu zü’L- CeLÂL'in yalnız “OL!.” EMRİyle hemen ortaya çıkan, başka hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadan yaratılan İLâhî Sanat Eseri OLmasıdır.”
(Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili, 1979, İsrâ 85-86. âyetin tefsiri)

Müfessirlerin çoğunluğu, İsrâ Sûresi 85. âyette geçen “RÛH” kelimesini =>“İnsanı CÂNLı varlık yapan, ->Bedeni yöneten Mânevî Cevher” anlamında ele almışlardır... BEDEN-MADDE<=>MÂNÂ- RÛH..

KELÂMULLAH’ta RÛH.:

1-) RÛH Kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîm’de =>CebrâîL aleyhisselâm MâNâsında.:
=>Dört Âyette “RûHu’l-Kudüs” terkibi şeklinde “CebrâîL aleyhisselâm” mânâsında geçmektedir.:


وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
“Ve lekad âteynâ mûsâ’l- kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryeme’l- beyyinâti ve eyyednâhu bi RûHi’l- kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).: Andolsun ki, Biz, Mûsâ'ya kitab verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsâ'ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu RûH'û’l- Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defâsında kibirlendiniz. Bu sebeble bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.” (Bakara 2/87)

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
“Tilke’r- rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d (ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât (derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryeme’l- beyyinâti ve eyyednâhu bi RûHı’l- kudus (RûHı’l- kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câefhumu’l- beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer (kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd (yurîdu).: İşte Biz, o resûllerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. ALLAH, onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem'in oğlu İsâ'ya beyyineler verdik. Ve onu RûH'û’l- Kudüs ile destekledik (doğruladık). Eğer ALLAH dileseydi, onlardan sonra gelenler, kendilerine beyyineler (ispat vasıtaları) geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin ayrılığa düştüler. O zaman onlardan kimi îmân etti, kimi de inkâr etti. Eğer ALLAH dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin ALLAH, dilediği şeyi yapar.” (Bakara 2/253)

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ
“İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedduke bi RûHi’l- kudusi tukellimun nâse fî’l- mehdi ve kehl (kehlen), ve iz allemtuke’l- kitâbe ve’l- hikmete ve’t- tevrâte ve’l- incîl (incîle), ve iz tahluku mine’t- tîni ke hey’eti’t- tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriu’l- ekmehe ve’l- ebrasa bi iznî, ve iz tuhricu’l- mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bi’l- beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).: ALLAH (celle celâlihu) şöyle buyurmuştu.: "Ey Meryem oğlu Îsa! Senin ve Annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni RûHû’l- Kudüs ile desteklemiştim de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Ben'im iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel (sûret) yapmıştın, sonra onun içine üflemiştin, böylece BEN'im iznimle bir kuş olmuştu. Ve, doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine BEN'im iznimle iyileştiriyordun. BEN'im iznimle ölüleri (diriltip, kabirden) çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrâiloğullarının saldırısını senden savmıştım (seni kurtarmıştım). O zaman onlardan kâfir olanlar (küfürde olanlar).: "Bu ancak, sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.” (Mâide 5/110)

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
“Kul nezzelehu RûHu’l- kudusi min RABBike bi’l- hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ li’l- muslimîn (muslimîne).: De ki.: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidâyet olmak üzere, onu (Kur’ÂN'ı) hak olarak RABBinden RûHu'l-Kudüs indirmiştir." (Nahl 16/102)

=>Bir Âyette ise “er-RûHu’l-Emîn” terkibi şeklinde ve yine “Cebrâîl” mânâsında geçmektedir.:
RûHu’l-Emin de, RûHu'l-Kudüs ile eş anlamlıdır.:


وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
“Ve innehu le tenzîlu RABBi’l- âlemin (âlemîne). Nezele bihi’r- RûHu’l- emîn(emînu). Alâ kalbike li tekûne mine’l- munzirîn (munzirîne). Bi lisânin arabiyyin mubîn (mubînin).: Ve muhakkak ki O (Kur'ÂN), gerçekten âlemlerin RABBinden indirilmiştir. O'nu, RûH'û’l- Emin (Cebrâil (aleyhisselâm) indirdi. Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin kalbine. Apaçık bir Arap lisânı ile.” (Şu’arâ 26/192-195)

=>Dört âyette “er- RÛH” şeklinde yine “Cebrâîl” mânasında geçmektedir.:
(Mukâtil, 2011, s. 207; Neysabûrî, trs., s. 270; Dâmeğânî, 1983, s. 212; İbnü’l-Cevzi, 1987, s. 323.)


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا
“Vezkur fi’l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ (şarkıyyen).: Kitap'ta Hz. Meryem'i zikret. Âilesinden ayrılıp, şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.” (Meryem 19/16)

فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
“Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ (seviyyen).: Sonra da onlardan (ayıran) bir perde çekti. O zaman ona RûHumuz'u (RûHû’l- Kudüs) gönderdik. Ona normal bir beşer sûretinde (hüviyetinde) temessül etti (göründü).” (Meryem 19/17)

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ
“Ta'rucu’l- melâiketu ver RûHu ileyhi fî yevmin kâne mikdaRûHu hamsîne elfe seneh (senetin).: Melekler ve RûH, O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.” (Me’âric 70/4)

يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا
“Yevme yekûmur RûHu ve’l- melâiketu saffâ (saffen), lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ (sevâben).: O gün, RûH (devrin imâmının RûHu) ve (arşı tutan) melekler, saf saf hazır bulunurlar. RAHMÂN'ın kendisine izin verdiği kişiden başka kimse konuşamaz. Ve (izin verilen) sadece sevap söylemiştir.” (Nebe’ 78/38)

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
“Tenezzelu’l- melâiketu ver RûHu fîhâ bi izni RABBihim min kulli emrin.: Melekler ve RûH, onda (o gecede) RABB'lerinin izniyle herbir emir için inerler.” (Kadr 97/4)

Şu âyette de “Eyyedehüm Bi-Rûhin Minh” ifâdesiyle yine “Cebrâîl” mânâsındadır.:


لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi RûHin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: ALLAH'a ve âhiret gününe (ölmeden önce ALLAH'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi âşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (ALLAH) onların kalblerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir RûH ile destekledi. Ve onları, altından nehirler akan CeNNetlere dahil edecek. Onlar orada ebedîyyen kalacak olanlardır. ALLAH, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (ALLAH'tan) razı oldular. İşte onlar, ALLAH'ın taraftarlarıdır. Gerçekten ALLAH'ın Taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?” (Mücâdele 58/22)

CebrâiL aleyhisselâm’ın =>RÛHu’l-EMÎN diye nitelendirilmesinin sebebleri üzerinde duran âlimler, O’nun RÛH olarak anılmasını hayatın kaynağının RÛH oluşuna veyâ O’nun RÛH tan meydana gelişine dayandırırlar. Buna göre VARLIk => RÛHla hayat kazandığı gibi DÎN de =>CebrâiL aleyhisselâm’ın getirdiği VAHİYLe başlayıp devam etmiştir… O’nun =>EMÎN olarak nitelendirilmesi de ALLAH’tan ALdığı EMiRLeri =>Peygamberlere iletmesinde güvenilir olmasıyla bağlantılı görüldüğü gibi, ALLAH KATI’nda belirli bir mevkie sâhib bulunması, şerefli kılınması ve MELE-i A‘LÂ’da kendisine itaat edilmesi şeklinde de yorumlanmıştır.
(Fahreddin Râzî, Şuarâ Sûresi 193. âyetin tefsiri; İbn Kesîr, Şuarâ Sûresi 193. âyetin tefsiri.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

2-) RÛH Kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîm’de =>İNSÂN'a RÛH ÜFLeNmesi MâNâsında.:


a-) =>İki Âyette Meryem aleyhasselâm’a RÛH ÜFLemesi AnLamında.:


وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Velletî ahsanet fercehâ fe nefâhnâ fîhâ min RÛHinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten li’l- âlemin (âlemîne).: Ve o (Hz. Meryem), ırzını korudu. O zaman Biz, RÛHumuzdan onun içine üfledik. Onu ve oğlunu, âlemlere âyet (ibret) kıldık.” (Enbiyâ 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefâhnâ fîhi min RÛHınâ ve saddekat bi kelimâti RABBihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeble onun içine RÛHumuzdan üfledik. Ve o, RABBinin kelimelerini ve kitablarını tasdik etti. Ve o, kânitin olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)

b-) =>Şu Üç Âyette de Âdem aleyhisselâm’a ve İnsÂNa RÛH üflenmesi bağlamında “ALLAH’ın ZÂTı” anlamında =>ALLAH celle celâlihu, Âdem aleyhisselâm’ı topraktan şekillendirdikten sonra ona KENDİ RÛHU’ndan ÜFLemiş ve böylece Âdem aleyhisselâm HAYyat kazanmıştır. Yine İnsÂNı Ana Rahminde yarattıktan sonra, ona KENDİ RÛHU’ndan ÜFLemiş ve onu => RÛH SâHiBi bir İnsÂN HÂLine getirmiştir.:


ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min RÛHihî ve ceale lekumus sem’a ve’l- ebsâre ve’l- ef’ideh (efidete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra (ALLAH), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) RÛHundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Secde 32/9)

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve iz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: RABBin meleklere şöyle demişti: "BEN mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.” (Hicr 15/28)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
“Fe izâ sevveytuhu ve nefâhtu fîhi min RÛHî fekaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu dizayn edip, içine RÛHumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr 15/29)

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: RABBin meleklere: "Muhakkak ki BEN, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım." demişti.” (Sâd 38/71)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
“Fe izâ sevveytuhu ve NEFAHTu fîhi min RÛHî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Böylece onu sevvâ ettiğim ve onun içine RÛHumdan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!” (Sâd 38/72)

RÛH Kelimesinin, Âdem aleyhisselâm’a ve Ana Rahminde yaratıldıktan sonra her İnsÂNa üflenmesine delâlet eden âyetlerde özellikle “خفن NeFeHa” fiilinin kullanılması dikkat çekicidir.


3-) RÛH Kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîm’de,
=>Bir Âyette de =>İsâ aleyhisselâm’ın ALLAH’tan bir RÛH (ALLAH tarafından gönderilmiş yahut te’yid edilmiş yahut da Cebrâîl aleyhisselâm tarafından üfürülmüş bir RÛH) olması mânâsında:


يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
“Yâ ehle’l- kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâ’l- hakk (hakka). İnnemâ’l- mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve RÛHun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh (selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid (vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled (veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmayın! ALLAH'a karşı haktan (doğrudan, gerçekten) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsâ, Meryem'in oğludur ve sadece ALLAH'ın Resûlü ve O'nun kelimesidir. (RûH'ûl Kudüs) Onu Meryem'e ilkâ’ etti ve o, kendisinden (RûH'û’l- Kudüs'den) bir RÛHtur. Öyleyse ALLAH'a ve O'nun resûllerine îmân edin! Ve "Üçtür." demeyin (baba ALLAH, oğul ALLAH ve RûH'û’l- Kudüs diye üç ALLAH vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır. ALLAH sadece tek ilâhtır. O'nu, “Çocuk Sâhibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) O'nundur. Ve vekil olarak ALLAH yeter.” (Nisâ 4/171)


4-) RÛH Kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîm’de,
=>Bir Âyette de =>VAHİY anlamında (genel).: RÛH Kelimesi ile ALLAHu zü’L- CeLÂL 'in Vahyi bir başka deyişle =>ÂYETLeri ifâde edilmektedir.:


رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
“Refîu’d- derecâti zu’l- arş (arşi), yulkır RÛHa min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten ve arşın Sâhibi olan ALLAH, kullarından dilediği kişinin üzerine ALLAH'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin RÛHuna) ihtar etmek için, emrinden bir RÛH ulaştırır.” (Mü’min 40/15)


5-) RÛH Kelimesi Kur'ÂN-ı Kerîm’de;
=>Dört Âyette =>Peygamberimiz MuhaMMed aleyhisselâm’a indirilen Vahiy/Kur’ÂN anlamında (özel).:

(Mukâtil, 2011, s. 205-207; Neysaburî, Vucûhu’l-Kur’ÂN, s.270; Dâmeğânî, Kâmûsu’l-Kur’ÂN, s. 212; İbnü’l-Cevzi, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s. 323).

a-) İsrâ 17/85.:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- RÛH (RûHı), kulir RÛHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana RÛHtan sorarlar. De ki: “RûH, RABBimin Emrindendir.” Ve size, (RÛHa ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” İsrâ 17/85

b-) Nahl 16/2.:


يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
“Yunezzilul melâikete bir RÛHi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn(fettekûni).: Kullarından dilediği üzerine kişi “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri, emrinden RÛH ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı takvâ sâhibi olun (RÛHunuzu ölmeden evvel Bana ulaştırın).” (Nahl 16/2)

c-) Mü’min 40/15.:

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
“Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan ALLAH, kullarından dilediği kişinin üzerine (başının üzerine) ALLAH'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden bir RÛH ulaştırır.” (Mü’min 40/15)

d-) Şûrâ 42/52.:


وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî me'l- kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: Ve işte böylece sana emrimizden bir ruh (Kur'ân-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitap nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “NÛR” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidayete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sırat-ı Mustakîm'e hidayet ediyorsun (ulaştırıyorsun).” (Şûrâ 42/52)

Kur'ÂN-ı Kerîm’de İsrâ 17/85, Nahl 16/2, Mü’min 40/15, Mü’min 40/15. Âyat-i CeLîLerinde =>“Vahiy/Kur’ÂN” mânâsına gelen =>RÛH kelimelerinden sonra “EMR” kelimesi gelmekte ve RÛH’un, yâni vahyin/Kur'ÂN-ı Kerîm’in ALLAH’ın Emrinden olduğu vurgusu yapılmaktadır. Yani Vahyin Sırrını, Peygamberlere nasıl geldiğini sâdece ALLAHu zü’L-CeLÂL BİLir.: =>“Bu konuda size az ilim verilmiştir.” buyrulmuştur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

=>ZÂTULLAH/ALLAH’ın ZÂTı’ndan;

Şu Âyet-i CeLîLeLerde =>RÛH kelimesinden sonra EMR kelimesi gelmekte ve RÛH’un, yâni VAHİY/KUR’ÂN’ın ALLAHu zü’L- CeLÂL'in EMRinden olduğu vurgusu yapılmaktadır.:


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- RÛH (RÛHı), kulir RÛHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana RÛHtan sorarlar. De ki: “RÛH, RABBimin emrindendir.” Ve size, (RÛHa ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
“Yunezzilu’l- melâikete bir RÛHi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn (fettekûni).: Kullarından dilediği üzerine kişi “Benden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri, emrinden RÛH ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı Takvâ Sâhibi olun (RÛHunuzu ölmeden evvel BANA ulaştırın).” (Nahl 16/2)

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
“Refîu’d- derecâti zu’l- arş (arşi), yulk’r- RÛHa min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevme’t- telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten ve Arşın Sâhibi olan ALLAH, kullarından dilediği kişinin üzerine (başının üzerine) ALLAH'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin RÛHuna) ihtar etmek için, emrinden (ALLAH'ın emrini tebliğ edecek) bir RÛH ulaştırır.” (Mü’min 40/15)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve kezâlike evhaynâ ileyke RÛHan min emrinâ, mâ kunte tedrî me’l- kitâbu ve le’l- îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: Ve işte böylece sana emrimizden bir RÛH (Kur’ÂN-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitab nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “nur” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidâyete erdiririz. Ve muhakkak ki sen, mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidâyet ediyorsun (ulaştırıyorsun).” (Şûrâ 42/52)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- RÛH (RÛHı), kulir RÛHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana RÛHtan sorarlar. De ki: “RÛH, RABBimin emrindendir.” Ve size, (RÛHa ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)

İsrâ Sûresi 85. Âyetin Sebeb-i Nüzûlünde;
Abdullah ibn Mes'ûd radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Medîne Arazisinde yürüyorduk. Derken Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir hurma dalına yaslanıp istirahat buyururken Yahudilerden bir grup yanımıza geldi ve birbirlerine.: “Şuna RÛHu sorun.” dediler. Bir kısmı.: “Sizi bu soruyu sormaya iten nedir? Sakın karşınıza hoşunuza gitmeyecek bir şey çıkmasın!” dedilerse de diğerleri yine.: “Soralım.” dediler ve içlerinden birisi kalkıp yanımıza geldi ve Peygamber aleyhisselâm'e RÛHu sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sustu (veya düşünür gibi başını yere eğdi), cevâb vermedi. Ben anladım ki kendisine VAHİY geliyor, kalktım yerimde dimdik ayakta durdum. Vahiy nâzil olup bitince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sana RÛHu soruyorlar; de ki: “RÛH, RABBimin emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler birbirlerine.: “Biz size sormayın demedik mi?” dediler.
(Buhârî, trs., Tefsîru'l- Kur’ÂN, 17/13; Müslim, trs., Sıfâtu'l-Münâfıkîn, 32-34; Tirmizî, 1992, Tefsîru'l- Kur’ÂN, 18/12, hadis no: 3141; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1985, 1/389, 444-445; Vâhidî, 1991, s.291; Suyûtî, 1990, s.140)

Tirmizî ve bazı muhaddislerin İbn Abbâs radiyallahu anhu'tan rivâyet ettikleri hadiste ise Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem RÛHu sorarak bu Âyet-i Kerîmenin nüzûlüne sebeb olanlar Yahudiler değil, Kureyş Müşrikleridir ve bu rivâyete göre hâdise şöyle olmuştur.:

İbn Abbâs radiyallahu anhu.: “Kureyş müşrikleri, Yahudilere.: “Bize bir şeyler verin de şu Adama soralım!.” dediler. Yahudiler de.: “O’na RÛHu sorun!.” dediler. Kureyş müşrikleri de gelip Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e RÛHu sordular da bunun üzerine ALLAH TeÂLÂ.: “Sana RÛHu soruyorlar; de ki: RÛH, RABBımın emrindendir ve size ilimden pek az bir şey verilmiştir.” Âyet-i Kerimesini indirdi.
(Tirmizî, 1992, Tefsîru'l-Kur’ÂN, 18/11, hadis no: 3140; Ahmed b. Hanbel, 1995, 1/255; Hâkim, trs, 2/531; Vâhidî, 1991, s.291; Suyûtî, 1990, s.140)

Elmalılı, RÛH, RABBimin emrindendir.” âyetini şöyle tefsir ediyor: “Burada emr, “ümûr”un müfredi (tekili), yani iş; yahut “evâmir”in tekili, yani kumanda mânâsına gelir… RÛH, ancak RABBinin bileceği iştendir, RÛHun (vahyin) hakikatı öyle şeylerdendir ki, onunla ilgili bilgiyi ALLAH Teâlâ kendine tahsis etmiştir… Bir şeyin olmasını dilediği zaman, O'nun emri sadece “ol” demektir. O da hemen oluverir.” (Yâsîn 36/82) âyeti gereğince RABBin emri, bir şeyi irade edince başka hiçbir şart ve sebebe muhtaç olmaksızın yalnız “ol” demekle hemen oluvermekten ibâret bir emirdir.: Şu halde RÛHun, ALLAH'ın emrinden olması, ALLAHu zü’L-CeLÂL'in yalnız “ol” emriyle hemen ortaya çıkan, başka hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadan yaratılan İlâhî Sanat eseri olmasıdır.” (Yazır, 1979, İsrâ 85-86. âyetin tefsiri)

VAHİY de RÛH gibi ESRÂR-ı İLÂHİYEdendir. Sözün kısası VAHİY Keyfiyeti, ALLAH celle celâlihu ile Peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem arasında kalmış bir SIRR olduğundan, İnsÂNoğlunun onu tam olarak anlaması mümkün değildir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “... Bazen Melek bana İnsÂN kılığına girerek gelir ve Benimle konuşur. Ben de onun söylediğini iyice bellerim.” buyurmuştur.
(Buhârî, trs., Bed'u'l-vahy, 2; Müslim, trs., Fedâil, 87)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: VAHİY bazen Bana zil çalar (yahut çıngırak sesi) gibi bir sesle gelir. Bu Benim için VAHYin en ağır olanıdır. O (hâl) Beni terkedince onun (Cebrâîl'in) ne dediğini bellemiş olurum.” buyurmuştur.
(Buhârî, trs., Bed'u'l-vahy, 2; Müslim, trs., Fedâil, 87)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz ki Rûhu'l-Kuds (Cebrâîl) kalbime üfledi.” buyurmuştur.
(Ali el-Müttakî, 1985, 4/24 (hadis no.9316)

Abdullâh b. Mesud radiyallahu anhu anlatıyor.: “Ben Medine’de Peygamber’le birlikte bir tarladaydık. O, hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. O sırada birkaç Yahudiye rastladı. Onların bazısı.: “ona RÛHu sorun.” derken, bazısı da.: “Hayır, bunu sormayın, olur ki hoşunuza gitmeyecek bir cevab verir.” dediler. Derken kalkıp geldiler ve.: Yâ Eba’l-Kâsım! Bize RÛHtan bahset!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir müddet bekledi. Ben, o esnâda kendisine VAHİY geldiğini fark ettim. Bu yüzden vahiy tamamlanıncaya kadar biraz geriye çekildim. Nihâyet Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Sana RÛHu sorarlar. De ki, RÛH, RABBimin emrindendir...” (İsrâ 17/85) âyetini okudu.
(Buhârî, İ’tisâm, 3)

Ebû Hüreyre radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar gümüş ve altın madenlerine benzerler. Câhiliye Devrinde hayırlı olanlar, İslâm’da da hayırlı olanlardır. Yeter ki, İslâm’ı iyi kavrasınlar. RÛHlar da toplu cemaatlerdir. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz, ayrılırlar.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 160; Buhârî, Enbiyâ, 2)

Ebû Hüreyre radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin RÛHu çıktığı zaman, onu iki melek karşılar ve yükseklere çıkarırlar... Gök Ehli.: “Yer tarafından güzel bir RÛH geldi. ALLAH sana ve yaşattığın cesede salât (DUÂ) etsin.” derler. Peşinden onu Yüce RABBine götürürler. Sonra.: “Bunu sınırın ötesine (sidretü’l-müntehâ’ya) kadar götürün.” diye buyurulur. Kâfirin RÛHu çıktığı zaman... Gök Ehli.: “Yer tarafından kötü bir RÛH geldi.” derler ve.: “Bunu sınırın sonuna (cehenneme) kadar götürün.” diye söylenir.”
(Müslim, CeNNet, 75)

Abdurrahman b. Kâ’b el-Ensârî’nin Babası Kâ’b bin Mâlik radiyallahu anhum’den rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin RÛHu, kendisinin dirileceği (kıyamet) günü cesedine geri dönünceye kadar CeNNet ağaçlarından beslenen kuş gibidir.” buyurdu.
(İbn Mâce, Zühd, 32; Nesâî, Cenâiz, 117; Muvatta’, Cenâiz, 16)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "RÛHlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar" buyurmuştur.
(Buharî, Enbiya, I; Müslim, Birr, 159)

Bu Hadis-i Şerif de RÛHların bedenlerden önce yaratılmış olduğuna işârettir.. (İbn Hacer el-Askalânî, Fefhul-Bârî, Mısır 1959, VII, 179-180).

Ancak, Berzah Âleminde cezâ ve mükafatın RÛHlar üzerinde etkili olacağını;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kabir ya CeNNet Bahçelerinden bir Bahçe veya Cehennem Çukurlarından bir Çukurdur" buyurmuştur.
(Tirmizî, Kıyâmet, 26)

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Beni rüyada gören kimse, uyanıkken de öylece görecektir –veya sanki beni uyanıkken görmüş gibidir–. Çünkü şeytan bana benzeyen bir şekle giremez.” buyurdu.
(Buhârî, İlm 38; Ta’bîr 10; Müslim, Rü’yâ 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb;88 Tirmizî, Rü’yâ 4, 7; İbni Mâce)

Ebû Hureyre radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Ümmete, nübüvvetten sonra sadece mübeşşirât kalmıştır” buyurunca, Ashâb.: “Mübeşşirât nedir?” diye sorunca, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm.: “Sâlih rüyadır” buyurdu.
(Buhârî, Ta’bîr 5. Ayrıca bk. Müslim, Salât 207-208; Ebû Dâvûd, Salât 143; Tirmizî, Rü’yâ 2; Nesâî, Tatbîk 9; İbni Mâce, Rü’yâ 1.)

Ebû Hureyre radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mü’minin RÛHu, ödeninceye kadar borcuna bağlı kalır” buyurdu.
(Tirmizî, Cenâiz 74. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sadakât 12.)

عن أَبي هريرة رضي اللَّه عنه ، عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « نَفْسُ المُؤْمِنِ مُعَلَّقَةٌ بِدَيْنِهِ حَتَّى يُقْضَي عَنْهُ » .رواه الترمذي وقال : حديث حسنٌ .
Ebû Hureyre radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Mü’minin RÛHu, ödeninceye kadar borcuna bağlı kalır” buyurdu.
(Tirmizî, Cenâiz 74. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sadakât 12.)

Ebû Hureyre radıyallahu anh.: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:RÛHlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar." buyurdu.
(Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159, (2638); Ebû Dâvud, Edeb 19, (4834).)

( َ َف وما َ ل َ ت ْ ا ائ َ ْه ن ِ َف م َ ار َ َع ا ت َ َم ، ف ة َ نَّد َ ُُم ُودا ن ُ ُ ج اح َ و ْ ِت اْْلَر َ ان َك ْ ن ِ م َ ناََكر َ َف ت َ ل َ ت ْ ا اخ َ ( ه
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: RÛHlar toplu cemaatler idi. Onlardan birbirleriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da kaynaşamazlar/ihtilafa düşer.” buyurdu.
(el-Meydânî, Mecmau‘l-Emsâl, II, 535)


Resim

HADİS-i ŞERİFLERde RÛH.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: RÛHlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar.” buyurmuştur.
(Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Birr 159)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz sizden birinizin oluşumu, annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette (yani kırk günde) alaka (yapışkan madde) haline gelir. Sonra, o kadar bir zamanda mudğa (bir parça et) olur. Sanra ALLAH ona bir melek gönderir. Meleğe.: Amelini, ecelini, rızkını, şakî ve saîd olacağını” yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra da ona RÛH üfürülür.” buyurdu.
(Buhârî, Enbiyâ 1, Kader 1, Tevhîd 28; Müslim, Kader 1; Ebû Dâvud Sünnet 16; Tirmizî, Kader 4; İbn Mâce, Mukaddime 10; Ahmed bin Hanbel, I/382)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..:
“Mü'minin RÛHu çıktığı zaman, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Gök Ehli.: “Yer tarafından güzel bir RÛH geldi. ALLAH sana ve yaşattığın cesede salât (DUÂ) etsin” derler. Peşinden onu RABBine götürürler. Sonra.: “Bunu sınırın ötesine (sidretü'l müntehâ'ya) kadar götürün.” diye buyurulur. Kâfirin RÛHu çıktığı zaman Gök Ehli.: “Yer tarafından pis bir RÛH geldi.” derler ve.: “Bunu sınırın sonuna (Cehennem'e) kadar götürün.” diye söylenir.” buyurmuştur.
(Müslim, CeNNet 75, hadis no: 2872, 4/2202)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Biriniz öldüğü zaman sabah akşam ona oturacağı yer gösterilir. Eğer CeNNet Halkından ise CeNNet Halkındandır (orası CeNNettir); eğer Cehennem Halkından ise Cehennem Halkındandır (o makamı cehennemdir). Ona.: “İşte ALLAH seni kıyâmet günü tekrar diriltinceye kadar oturacağın yer burasıdır.” denilir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Cenâiz 70)

Bedir Savaşında Kureyş ölüleri, bir kuyuya dolduruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kuyunun içindeki ölülere hitab ederek.: “Ey falan oğlu falan ve ey filân oğlu filân, ALLAH ve Rasûlü'nün size vaad ettiklerini gerçek buldunuz mu? Ben, ALLAH'ın bana vaad ettiğini gerçekleşmiş buldum.” dedi.
Ömer radiyallahu anhu.: Yâ Resûlullah, RÛHsuz cesedlere nasıl hitab ediyorsun?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Benim söylediklerimi, siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Fakat onlar cevab veremezler.” buyurdu.
(Müslim, CeNNet 76-77; Buhârî, Cenâiz Bâbu Mâ câe fî azâbi'l-kabr)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kişi kabre konulunca.: “Bu Adam, yâni MuhaMMed aleyhisselâm hakkında ne diyorsun?” derler.
Mü'min.: “Ben onun, ALLAH'ın Kulu ve Elçisi olduğuna tanıklık ederim.” der.
Ona.: “Cehennemdeki yerine bak, ALLAH onu CeNNete çevirdi.” denilir.
O kimse her iki makamı da görür. Münâfık ve Kâfir ise bu soru.: “Sen anlamadın ve okumadın (ne kendin gerçeği anladın, ne de bilginlerden sorup öğrendin)” denilir.
Ve demirden coplarla ona vurulur. Adam öyle bağırır ki, cinlerden ve insanlardan başka herkes onun sesini işitir.”
Ona.: “Cehennemdeki yerine bak, ALLAH onu CeNNete çevirdi” denilir. O kimse her iki makamı da görür. Münâfık ve kâfir ise bu soru karşısında.: “Bilmiyorum, insanların onun hakkında söylediklerini söylüyorum.” der. Ona.: “Sen anlamadın ve okumadın (ne kendin gerçeği anladın, ne de bilginlerden sorup öğrendin)” denilir.
Ve demirden coplarla ona vurulur. Adam öyle bağırır ki, cinlerden ve insanlardan başka herkes onun sesini işitir.”
buyurmuştur.
(Buhârî, Cenâiz Bâbu Mâ câe fî azâbi'l-kabr; Ahmed bin Hanbel, III/26)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ümmetine, bir kabristandan geçerken.: “Esselâmu aleyküm dâre kavmin mü'minîn.: Selâm size ey mü'minler yurdunun sâkinleri.” şeklinde selâm vermeyi emretmiştir.
(Müslim, Cenâiz 102; Ebû Dâvud, Cenâiz 79; Nesâî, Tahâret 109; İbn Mâce, Cenâiz 36)

RÛH =>HAYyat İksiridir..

Abdullâh b. Mesûd Radiyallahu anhu.: “Ben Medine’de Peygamber’le birlikte bir tarladaydık. O (aleyhisselâm) hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. O sırada birkaç Yahudi’ye rastladı. Onların bazısı.: "O’na RÛHu sorun.” derken, bazısı da.: "Hayır, bunu sormayın, olur ki hoşunuza gitmeyecek bir cevab verir." dediler. Derken kalkıp geldiler ve.: Yâ Eba"l-Kâsım! Bize RÛHtan bahset!” dediler. Bunun üzerine Resûlullah bir müddet bekledi. Ben, o esnâda kendisine vahiy geldiğini fark ettim. Bu yüzden vahiy tamamlanıncaya kadar biraz geriye çekildim. Nihâyet Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sana RÛHu sorarlar. De ki, RÛH, RABBimin emrindendir …” (İsrâ: 17/85) âyetini okudu.
(B7297Buhârî, İ"tisâm, 3)


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
“Ve yes’elûneke ani’r- RÛH (RÛHı), kulir RÛHu min emri RABBî ve mâ ûtîtum mine’l- ilmi illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve sana RÛHtan sorarlar. De ki: “RÛH, RABBimin emrindendir.” Ve size, (RÛHa ait) ilimden sadece az bir şey verildi.” (İsrâ 17/85)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

BEDEN<=NEFS<=KALB=>FUÂD=>RÛH..

Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanlar gümüş ve altın madenlerine benzerler. Câhiliye Devrinde hayırlı olanlar, İslâm’da da hayırlı olanlardır. Yeter ki, İslâm’ı iyi kavrasınlar. RÛHlar da toplu cemaatlerdir. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz, ayrılırlar. ” buyurmuştur.
(M6709 Müslim, Birr, 160; B3336 Buhârî, Enbiyâ, 2)

Ebû Hüreyre’nin naklettiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin RÛHu çıktığı zaman, onu iki melek karşılar ve yükseklere çıkarırlar... Gök Ehli.: "Yer tarafından güzel bir RÛH geldi. ALLAH sana ve yaşattığın cesede salât (DUÂ) etsin." derler. Peşinden onu Yüce RABBine götürürler. Sonra.: "Bunu sınırın ötesine (sidretü"l-müntehâ"ya) kadar götürün." diye buyurulur. Kâfirin RÛHu çıktığı zaman... Gök Ehli.: "Yer tarafından kötü bir RÛH geldi." derler ve.: "Bunu sınırın sonuna (cehenneme) kadar götürün." diye söylenir.” buyurmuştur.
(M7221 Müslim, CeNNet, 75)

Abdurrahman b. Kâ’b el-Ensârî’nin babası Kâ"b bin Mâlik’den rivâyet ettiğine göre.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin RÛHu, kendisinin dirileceği (kıyamet) günü cesedine geri dönünceye kadar CeNNet ağaçlarından beslenen kuş gibidir. ” buyurdu.
(İM4271 İbn Mâce, Zühd, 32; N2075 Nesâî, Cenâiz, 117; MU572 Muvatta", Cenâiz, 16)


أَتَى أَمْرُ اللّهِ فَلاَ تَسْتَعْجِلُوهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
“Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh (testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: ALLAH'ın Emri geldi. Artık onda (onun muhtevâsının gerçekleşmesinde) acele etmeyin. O'nu tenzih edin. Ve O, şirk koşulan şeylerden YÜCE'dir.” (Nahl 16/1)

يُنَزِّلُ الْمَلآئِكَةَ بِالْرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنذِرُواْ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنَاْ فَاتَّقُونِ
“Yunezzilu’l- melâikete bir RÛHi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn (fettekûni).: Kullarından dilediği üzerine kişi.: “BENden başka ilâh yoktur.” tarzında uyarmaları için melekleri, emrinden RÛH ile beraber indirir. Öyleyse Bana karşı Takvâ Sâhibi olun (RÛHunuzu ölmeden evvel BANA ulaştırın).” (Nahl 16/2)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve kezâlike evhaynâ ileyke RÛHan min emrinâ, mâ kunte tedrî me’l- kitâbu ve le’l- îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: Ve işte böylece sana emrimizden bir RÛH (Kur'ÂN-ı Kerim) vahyettik. Ve sen, kitab nedir ve îmân nedir bilmiyordun. Ve lâkin O'nu “NûR” kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi O'nunla hidâyete erdiririz. Ve muhakkak ki Sen, mutlaka Sırat-ı Mustakîm'e hidâyet ediyorsun (ulaştırıyorsun).” (Şûrâ 42/52)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bazı hadislerinde insan yerine RÛH Sâhibi VarLık” anlamına gelen =>“Neseme” kavramını kullanmıştır..
(İE5/49 İbnü’l-Esîr, Garîbü’l-hadîs, V , 49; LA49/4414 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, IL, 4414.; MA154, Abdürrezzâk, Mûsânnef, I, 52.)

Nesme.: (c: Nüsüm) Nefs. İnsÂNın ve her Nesnenin BAŞLangıcı.
Neseme.: Soluk RÛH, nefes. Rahatı mucib hâlet. Rüzgârın lâtif, hoş esmesi.
Nesim.: Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr.
Nesim-i Seher.: Lâtif şafak/sabah rüzgârları..


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, insanı “Neseme” olarak ifâde etmesi RÛH yönü öne çıkan bir varlık tanımlamasıdır. Hatta Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bir hadisinde canlı bir kuşu da.: RÛHu olan bir hayvan” şeklinde nitelendirmiştir. (M5062 Müslim, Sayd, 59.)

Bu da gösteriyor ki, İslâm, canlıları RÛH ve BEDENden müteşekkil iki yönlü bir varlık olarak kabul etmektedir.RÛHun, BEDENi harekete geçiren, organizmayı canlı hâle getirmesi yanında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, onu, insan davranışlarına yön veren bir “ÖZ” olarak da tanımlamıştır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu İnsanî Hakikati şöyle dillendirmiştir.: “RÛHlar bir araya getirilen topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşırlar, uyuşamayanlar da kaynaşamaz, ayrılırlar.” buyurmuştur.
(M6709 Müslim, Birr, 160; B3336 Buhârî, Enbiyâ, 2.)

Böylece RÛHun, insanın huy, istidad ve eğilimlerinin kaynağı olduğu, bunun da her insanda farklı tezâhürleri olabileceğini Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hadislerinden öğrenmiş oluyoruz. Dolayısıyla birbirinden farklı karakterler olarak topluluklar hâlinde yaşayan insanların birbirleriyle kaynaşmaları veya anlaşamamaları, iyilerin iyilerle, kötülerin kötülerle uyum sağlamaları yaratılıştan gelen RÛHî yapılarından, özelliklerinden kaynaklanmış olmaktadır.
Bu Nebevî Hadisin işâret ettiği gibi RÛH, insanın karakter yapısının, davranış özelliklerinin, istidadlarının, temel eğilimlerinin iç dünyasını ifâde eder.

Nitekim ALLAHu zü’L-CeLÂL şöyle buyurmaktadır.:


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
“Ve iz ehaze RABBuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu biRABBikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevme’l- kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn (gâfilîne).: Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin RABBin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şâhid tuttu. (ALLAHû TeALÂ şöyle buyurdu).: “Ben, sizin RABBiniz değil miyim?” Dediler ki.: “Evet, (Sen, bizim RABBimizsin), biz şâhid olduk.” (A’râf 7/172)

İnsanın ALLAH"ın Varlığı ve Birliği Fikrine yaratılıştan âşinâ bir RÛH yapısına sahib olduğu gerçeğini temsilî bir anlatımla hatırlatan bu âyet, onun hesap gününde bu inanca yabancı olduğu bahanesine sığınamayacağını ifâde etmektedir.

Hadis Kaynaklarımızda da daha çok ölüm sonrası RÛHun durumuna ilişkin malumatlar mevcuddur.

Ebû Seleme vefât ettiğinde açık kalan gözlerini kapattıktan sonra.: RÛH kabzedildiği vakit onu ->göz takib eder.” buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onun için şöyle DUÂ etmişti.: Ey Âlemlerin RABBi! Kabrini genişlet ve onu kendisi için aydınlat!.” buyurmuştur.
(M2130 Müslim, Cenâiz, 7. İM4262)

Ölümle birlikte bedenin çürüyüp yok olacağı gerçeği göz önüne alındığında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin bu DUÂsı, insan için ölümünden sonra huzur veya huzursuzluğun RÛHsal düzeyde devam edeceği gerçeğini ifâde etmektedir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, dünyada ALLAH’a inanmış ve güzel davranışlar sergilemiş olan bir insan ile çirkin işler yapan birinin ölümden sonraki vaziyetlerini şu şekilde sembolize etmektedir.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Melekler ölüm döşeğinde olan kimsenin yanına gelirler. Ölen kişi iyi biri ise melekler.: “Ey güzel BEDENdeki güzel RÛH! Övgüyü hak ederek cesedden ayrıl ve öfkeli olmayan RABB"in rahmet ve merhametiyle mutlu ol!.” derler. RÛH bedenden çıkıncaya kadar ona böyle söylenir. Sonra o RÛH göğe yükseltilir ve gök (kapısı) onun için açılır. Sonra.: "bu kimdir?" diye sorulur. Onu götüren melekler.: “Falan kimsedir.” derler. Ardından.: “Güzel RÛHa merhaba! O, güzel bir ceseddeydi. Övgüye lâyık olarak buraya gir ve ve öfkeli olmayan RABB’in Rahmet ve Merhametiyle mutlu ol!.” denilir. Sonra ALLAH"a kavuşacağı göğe götürülünceye kadar ona devamlı olarak böyle söylenir. Bu sâlih kişinin tam aksine ölüm döşeğindeki kötü bir adam ise bu sefer melek.: “Ey pis cesedde olan pis RÛH! Çık ordan. Yerilmiş olarak çık ve kaynar su, cehennem halkının irini ve bunların misli çeşitli başka azâb ile müjdelen.” der. O RÛH bedenden çıkıncaya kadar kendisine böyle söylenir. Sonra o kötü RÛH göğe çıkarılır. Fakat gök (kapısı) ona açılmaz ve onun kim olduğu sorulur. "Falancadır." diye cevab verilince.: “Kötü RÛHa esenlik yoktur, o kötü bir bedendeydi. Kınanmış olarak geri dön. Çünkü sana göğün kapıları kesinlikle açılmayacaktır.” denilir ve bunun üzerine o RÛH gökten (yere) gönderilir ve sonra cesedin bulunduğu mezâra varır.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Zühd, 31; HM8754 İbn Hanbel, II, 364; M7221 Müslim, CeNNet, 75.)

İşte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ölüm sonrasına ilişkin işâret ettiği iyi ile kötü arasındaki bu fark, geniş ve sınırsız gökyüzü ile daracık bir kabir arasındaki fark gibidir. Temiz, iyi RÛHlar için olabildiğine sınırsız bir mutluluk ve özgürlük, çirkin olanlar için ise tam bir hapis hayatı...

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kabrin, kişi için ya CeNNet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olabileceğini” buyurmuştur.
(T2460 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 26.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minin RÛHu, kendisinin dirileceği (kıyamet) günü cesedine geri dönünceye kadar CeNNet ağaçlarından beslenen kuş gibidir.” buyurmuştur.
(MU572 Muvatta’, Cenâiz, 16; İM4271 İbn Mâce, Zühd, 32; N2075 Nesâî, Cenâiz, 117.)

Resim

Arapçada, RÛH Kelimesi =>RîH.: Bir şeye girmek" kelimesinden türemiştir. Nefh edildiği/üflendiği için RÛH adı verilmiştir..

RÛH kelimesi, müzekker/erildir. Çoğulu “ERVÂH'tır. Hem müzekker hem müennes/dişil olarak kullanıldığını söyleyenler de olmuştur..

RîH.: Rüzgar, yel. Sızı, romatizma. Mc.: Galebe, kuvvet. Rahmet. Devlet. Hoş ve iyi şey. Koku.
RÛH.: Can, nefes, canlılık. Öz, hülâsa, en mühim nokta. His. Kur’ÂN. İsâ aleyhisselâm. Cebrâil aleyhisselâm..
ERVâh.: (RÛH. c.) RÛHlar. Canlar.
RÛHâni.: Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. RÛHa ait. RÛHtan meydana gelmiş, melek..
ReYHan.: Hoş güzel koku. Rızık ve mâişet, rahmet. Ekin yaprağı. Fesleğen denilen kokulu bir ot..


وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
“Ve iz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).: RABBin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.” (Hicr 15/28)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
“Fe izâ sevveytuhu ve nefâhtu fîhi minRÛHî fekaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu dizayn edip, içine RÛHum'dan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr 15/29)

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ
“İz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn (tînin).: RABBin meleklere: "Muhakkak ki BEN, tînden (nemli topraktan, balçıktan) bir insan yaratacağım." demişti.” (Sâd 38/71)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
“Fe izâ sevveytuhu ve nefâhtu fîhi min RÛHî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Böylece onu sevvâ ettiğim ve onun içine RÛHum'dan üflediğim zaman, derhal ona secde ederek yere kapanın!” (Sâd 38/72)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min RÛHihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre vel ef’ideh (efidete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra (ALLAH), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) RÛHundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Secde 32/9)

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“ALLAHu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhe’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: ALLAH, fizik vücudları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamana) kadar (rüyâda dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.” (Zümer 39/42)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uykudan uyandığında.: “Hamd, bizi öldürdükten sonra dirilten ALLAH'a mahsustur. Dönüş, ancak O’nadır.” buyururdu.
(Buharî, Deavât 8, Hadis No: 6314.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, uykuya yatacağımızda şöyle DUÂetmemizi emretmiştir.: "ALLAHım! SENin Adınla yanımı yere koyup oradan yine SENin Adınla kaldıracağım. Eğer Nefsimi (RÛHumu) tutarsan onu bağışla. Şâyet gönderirsen, onu sâlih kullarını muhafaza ettiğin şekilde muhafaza et!.”
buyurmuştur.
(Buharî, Sâhih, Tevhid 13; 13/378, Hadis No: 7893. Babü's-Süâl bi Esmâillahi Tehla; Müslim, Sahilı, 4/2085 {Zikir 17} Hadis No: 2714, Babü ma Yekfilüınde'n-Nevm.)

Resim RÛHUN VERİLMESİ/NEFHEDİLMESİ.:

Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize, (insanın yaratılış evrelerini) şöyle anlattı.: "Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada bunun gibi “alaka” olur. Sonra yine bunun gibi “mudga” olur. Sonra ALLAH bir melek gönderir ve kendisine dört şey emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve sâid mi yoksa şâki mi olacağı(nın yazılması) ..." buyurmuştur.
(Buharî, Sâhih, Kitabü Bed'i'l-halk 6/303, Hadis No:3208; Kitabü'lEnbiya 1, Vl/363 Hadis No:3332;Kitabü'l- Kader 1, Xl/6594; Kitabü't-Tevhid 27, XIIl/440; Ebu Davûd, Sünen, Kitabü's-Sünne 16 II/530; Tirmizî, Kitabü'l-Kader; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI C, Daru'l-Fikr, Beyrut, l/382,430.)

Bu Hadisin Müslim rivâyeti.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sizden birinizin yaratılışı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra onda bunun gibi “alaka” olur. Sonra yine bunun gibi “mudğa” olur. Sonra ona melek gönderilir ve kendisine RÛH üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Rızkı, eceli, ameli ve sâid mi yoksa şâki mi olacağı(nın yazılması)...” buyurmuştur.
(Müslim, Sâhih, Kitabü'l-Kader ı, Hadis No: 2643, IV/2036.)

Huzeyfe b.Esid radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Nutfe, rahimde kırk yahut kırk beş gecede yerleştikten sonra, üzerine melek girer ve.: “Yâ RABBî, Şâki mi olacak, sâid mi?” diye sorar ve bunlar yazılırlar. Tekrar.: “Ey RABBim, erkek mi olacak yoksa dişi mi?” diye sorar. Bunlar da yazılır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı hep yazılır. Sonra sayfalar dürülür. Artık o sayfalara ne bir ekleme yapılır ne de onlardan bir şey eksiltilir. " buyurdu.” buyurmuştur.
(Müslim, Sâhih, Kitabü'l-Kader ı, Hadis No: 2644, IV/2037; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/7.)

Huzeyfe b.Esid radiyallahu anhu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir.: "Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçti mi, ALLAH ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir; kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra.: “Yâ RABBî, erkek mi olacak, dişi mi?” diye sorar. RABBin dilediğine hükmeder, melek de yazar. Sonra.: “Yâ RABBî eceli?” der. RABBin dilediğini söyler. Melek yine yazar. Sonra.: “Rızkı?” der. RABBin dilediğine hükmeder. Melek yine yazar. Sonra melek, yazılan sayfa elinde olduğu halde çıkar. Emrolunduğunun üzerine hiçbir ekleme yapmaz ve ondan hiçbir şey eksiltmez.” buyurmuştur.
(Müslim, Sâhih, Kitabü'l-Kader ı, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Huzeyfe b. Esid radiyallahu anhu, kulaklarıyla Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir.: "Nutfe, rahimde kırk gece kalır. Sonra melek ona şekil verir….” buyurmuştur.
(Müslim, Sâhih, Kitabü'l-Kader ı, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Huzeyfe b. Esid radiyallahu anhu, kendisine ref ederek Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir.: "ALLAH, kendi izniyle bir şey yaratmak dilediği vakit, rahime müvekkel bir meleği, kırk küsur gece dolunca gönderir ..." buyurmuştur.
(Müslim, Sâhih, Kitabü'l-Kader 1, Hadis No: 2645, IV/2037.)

Câbir b. Abdillah radiyallahu anhu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu söylemiştir.: "Nutfe, rahimde kırk gün yahut kırk gece karar kıldığı zaman ALLAH ona bir melek gönderir. Melek.: “Yâ RABBî, rızkı nedir?” der.." buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned.)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1117
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: MEZHEB-ü-MEŞREB-i NÛR-u MîM..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

HeR NEFsin A’YÂN-ı SABİTEsi=>ZÂHiRde->PARMAk İZi KİMLiği,
HeR NEFsin A’YÂN-ı SABİTEsi=>BÂTINda->EZEL-EBED KİŞİLiğidir!.


*
Bu ÂLEMde KÜLLî ŞEYy=>DEVRÂN DEVRİnde=>SEBBEHA SEYRinde DÖNmektedir.. Atom da.. Kâinât da..
HeR DÖNen CİSMin MERKEZİnde “BiR Tek NOKta/A’YÂN-ı SABİTEsi” VARdır ki ASLa DÖNemez!. Çünkü O, en ortada ve Etrafında DÖNüLen/Tavaf edilendir.. Habli’l-Verîd.. ÖZün ÖZü Ötesinde RABBımız celle celâlihu..

*
BÂTINda=>HEPsi SU/H2O=>BUZ=>SU=>BUHAR=BULUt..
ZÂHİRde=>SEYyret GÜMBÜRtüyü..
*
GEÇmişe=>TÖVBe..
GELeceğe=>DUÂ..
Şu ÂNa=>RIZA-ŞÜKÜR-SABıR..

**

KULLukLa SORumLu =>4 Letâif ve ->4 İŞLemimizz..

BEDENi=>TERBiye.. edeblendirme..
NEFSi=>YEZKiye.. temizleme..
KALBi=>TASFiye.. arındırma..rafine..
RÛHu=>TECLiye.. cilâlalama..ampül gibi..

*

NEFs=>İsyÂNda->DüşmÂN,
NEFs=>İtÂatta=->DOSttur..
NEFsin KEMÂLÂt/VUSLÂt YOLu=>NEFsin MuhaMMedî TâLim ve Terbiyesidir..

NEFs=>DIŞarda/Afâkta=>TURABî->NÂRî->MÂî->HAVAî..
NEFs=>İÇERde/Enfüste=>BEDENî->NEFsî->KALBî->RÛHî..

**

NEFSin =>EŞYâ->SIFat->ESMâ->EŞYâ AYNALaRındaki NEFSü’z-ZÂT AKSi=>AKıLdır..
*
AKıL=>MuhaMMedî İLiM OKuLu TÂLiM-TERBİyesi,
AKıL=>MuhaMMedî İRFÂN OKuLu TÂLiM-TERBİyesi,
AKıL=>MuhaMMedî FITRî OKuLu TÂLiM-TERBİyesi,
AKıL=>MuhaMMedî YAKÎNî OKuLu TÂLiM-TERBİyesi=>
=>OKULLaRında OKURsa=>SÂHiBi NEFSi EBEDî BERhüDÂR EDeR!.

*
RUBUBîYyet=>GÂNÎYyet=>AZAMÎYyet=>AZÎZÎYyet=>DÂMîYyet..

ABDÎYyet=>FAKRîYyet=>ACZÎYyet=>ZİLLEt=>İLLEt..

=>NEFS=>MÛtû KABLe en te MÛtû’yse,
ki=>AKıL=->RIZA RÜŞDÜne ERMİŞşse;
KÖR==->KÖRe KANDiL TUTamaz!.
UYUyan=>UYUyanı UYANdıramaz!

Rasûlullah sallALLAHu aleyhi ve sellem.: Mûtû kable en temûtû: ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ II-291-2669)

*

DELi=>DÜŞMÂN AĞLAdığında>GÜLen,
DELi=>DOSt GÜLdüğünde AĞLAyandır!.

*

Resim

ZEVK 1859

KıRr ARTık SERSERi NeFSim!.==->NeFS-i EMMâRe KAFesin,
KaLBin KULağıyLa DİNLe!.=>ÜNs YURdun RahmÂN NEFesi"n,
ReSûLuLLAH-ın ==>ELİnden =->KÂBe KaVSeyN KÂSEsin,
==>İÇenLere İ K R Â M ı dır.. ==->YEDi LetÂiF ==>KÂBEsin!..


20.10.01 15:53 antlya..

ÜNs YURdun RahmÂN NEFesi -> NeYy.. SEMÂ’.. zeRRe-küRRe seBBehasına İŞtirakk..

ZeRRe – KüRRe “SeBBaha!”sı..:


يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (VE TENZÎH) ETMEKDEDİR.”
(Cuma 62/1)

Yusebbihu: tesbih eder.
Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar;
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı, hep sürecek her AN yeniden Yaratılanlarla ŞEENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILlarımız DEVR-ÂNı Anlarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâmindeyiz inşae ALLAH..



الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim---“Ellezîne yestemiûne’l- kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulû’l- elbâb (elbâbi).: Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ULû’L-eLbâbtır (daimî zikrin sahibleri).”
(Zümer 39/18)

وَإِذَا سَمِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَى الرَّسُولِ تَرَى أَعْيُنَهُمْ تَفِيضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُواْ مِنَ الْحَقِّ يَقُولُونَ رَبَّنَا آمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
Resim---“Ve izâ semiû mâ unzile ilâ’r- resûli terâ a’yunehum tefîdu mine’d- dem’ı mimmâ arafû mine’l- hakk (hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ mea’ş- şâhidîn (şâhidîne).: Peygambere indirileni dinlediklerinde HaKkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz."
(Mâide 5/83)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ ÂLi! sEN BENdensin BEN de sENden!.” Buyurunca İmâm ÂLi kerremallahu vechehu SALLanmıştır!.
(Buharî, Ashabu’n- Nebî; İ. Ahmaedibni Hanbel, V/204)

Resim---İbi Şihâb, Urve'den, o da Âişe radiyallahu anha'dan naklen rivayet etmiş ki Minâ günlerinde Aişe'nin yanına Ebû Bekir girmiş; Aişe'nin yanında şarkı söyleyip, def çalan iki câriye bulunuyormuş. Resûlullah (aleyhisselâm) da elbisesine bürünmüş, yatıyormuş. Ebû Bekir, câriyeleri azarlamış, bunun üzerine Resûlullah (aleyhisselâm) yüzünü açarak: “Bırak onları, Yâ Ebâ Bekir! Zirâ bu günler, bayram günleridir.” buyurmuştur.
Âişe demiştir ki: “Ben, oynayan Habeş'lilere bakarken Resûlullah (aleyhisselâm”in, elbisesi İle beni örttüğünü görmüşümdür. O zaman henüz bir tâze idim. Siz oyunu seven genç yaştaki bir tâzenin buna ne derece can atacağını takdir buyurun!.”

(Müslim, Iydeyn, 4; İbn Mâce, Nikâh: 21)

SEMÂ’.. MuhaMMedî Mü’minin KaLBinin, HÂLi ve HAZzı ALLAHu zü’L- CeLÂL’e BAĞLı ise SıRR-ı SıFıR SEMÂ’ HÂLidir..

bAŞKa ifÂDe iLe:
KaLb-ENfüs-Merkez-cÂN ->DİRi..
NeFS-A’fâk-Muhit-cİSİM ->ÖLü iSe SıRR-ı SıFıR SEMÂ’ HÂLidir..

SEMÂ’;

1- HeLÂLdir: Kalbî.. CeLÂLî TeCELLî seYRiTeması var iSe..
2- ŞüpheLidir: NefsÂNî.. Sadece keyf almak ve eğLence için iSe..
3- Yasaktır: ŞeytÂNî.. Tamamen Hayvanî Nefsin Hevâ ve Hevesi için iSe..

RAHMetULLAH olan SEMÂ’ .:
SEMÂ’ -> ENFusî bir SıRR-ı SÎNedir ki -> TEVHİd TÜMMLük DÖNgüsüdür..
DevrÂNda DeVR.. SeyrÂNda SeYR.. CevLÂNda CeVL.. HayrÂNda HaYR..

RAHMetULLAH olan SEMÂ’ .:
ENFÜSte ->PişmanLık ->Hüzün ->Şevk ->Aşk ->sımsıcak Vecd
KALBde Yakînî AKRABa DUYgu DOĞuşu..
Ve BEDENde RaHMet OL-ÂN GÖZ YAŞımız.. RaHMetten ->RaHMete ->AHMEdî GÖZ YAŞımız.. aleyhisselâm..

**


SEMâ.: Gök yüzü. Asumân. Gök.
SEMâ’.: Mevlevilerin zikir esnâsındaki dönüşleri..

SEMÂ’.:

HARAMdır.: NEFsÂNî.. =>Mücerred Nefsin hevâ ve Heves içinse.. şeytÂNi..

ŞÜPHELİdiR.: NEFSî.. =>Nefsin Oyun ve Eğlencesi için ise..

HELÂLdir.: KALBî.. =>KULun HÂL ve HAZzı=>ALLAHu Zü’L-CELÂL’e BAĞLıysa..

NEFiS-CiSim-AFÂk-MUHit=>ÖLÜyse,
KALB-CÂN-ENFÜs-MERKez=>DİRİyse!.

*

RAHMEtten<=>RAHMete=>SEMÂ’..

NEFS=>PİŞmanLık-HüZün-ŞEVk-AŞk-VECd/SıcakLık..
KALB=>SÜKûN UYGUsu-YAKîN DUYgusu/DONukLuk..

RAMEtuLLAH<=SEMÂ’=>GÖZYAŞı=> RAMEtuLLAH..
SEMÂ’=> ENFÜSî BiRR SIRR-ı SÎNEdir..
SEMÂ’=> SIRR-ı TEVHİD-dir SEMÂda..
SEMÂ’=> DEVRÂNda DEViR=>SEYRÂNda SEYiR..
SEMÂ’=> CEVLÂNda CEViL=>HAYRÂNda HAYıRdır..

*

BEDEN=>NEFS=>KAL=>RÛH..
BUZ=>SU=>BUHAR=->BULUt..
Terbiye>Tezkiye>Tasfiye>TecLiye..

HeR ŞEYyin ASLı=>SU=>H2O ..
L’exiLe est part seulemant..=>SÜRgün=>Her Yerde SÜRgündür..

*
SEBBeHa SIRRı=>ENFüs-AFÂKta..
ZERRe<->KÜRRe==>MUALLÂKta..

ZERReLeR=>ATOMLaR==>BİRBİRine Dayanamaz=>DESteksiz-DAYANaksız=>MUALLÂKta..
KÜRReLeR=>MESNEDsizdirLer BOŞLukta.. YuSEBBUhu =>SIRR-ı HAKKta..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön