SEVDÂ.:f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. Gam. Keder, Sıkıntı.. BELEmek.: Bebek-Çocuğu beleğe sarmak, kundaklamak ya da beşiğe yatırıp bağlamak. Bulamak.. İKSiR.: Kıymetsiz madenleri ve sâir şeyleri altuna tebdile ve bütün hastalıkları gidermeye vesile olan ve öyle te'sirli farzedilen ilâç. Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.. MUAMMa.: (amâ’dan/körlükten) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.. KİRMEN.: Yün, keten, kenevir, pamuk gibi lifli hammaddeleri büküp ip yapmaya (eğirmeye) yarayan bir ucu çengelli tahta araçlara verilen ad. Bir çubuk ve çengelden oluşan kirmene=> iğ denir.. Oldukça ilkel bir araç olan iğ üzerine daha sonraki dönemlerde yuvarlak bir ağırlık (ağırşak) geçirilmiştir.. BEND.: Su Taşıyan ANA Arktan, Yan KOLLarın Su ALdığı AYRım NOKtası. Bağ. Boğum. Mafsal. Su bendi. Baraj.. BEND OLmak.: Bağlanmak.. İNKÂR.:İsLâm DiNinde.. “LÂ İLÂHe..: Hiçbir İLÂH YOKtur!.” demek.. İsLâm DiNine GİRmemek.. Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. Yapmadım deme ve ayak direme. Reddetme.. İKRÂR.:İsLâm DiNinde.. “İLLÂ ALLAH.: ALLLAH’tan başka.” demek.. Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak.. TEVHiD.:İsLâm DiNinde.. “LÂ İLÂHe=>İLLÂ ALLAH.: ALLLAH’tan başka =>Hiçbir İLÂH YOKtur!.” DEmek.. DUYmak.. ve UYmak..
TOHUm Etti =->ELEStu=>BELÂ!m,
MAHŞER TARLAma>EKkti SEVDÂm!.:
İNSÂN’ın/AKLının/VicdÂNın TeMeLindeki =>TEVHiD..
“KUL”un->“ELESt”te > ÂHiDi.:
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ ---"Ikra’bismi rabbikellezî halak (halaka).: Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!” (Alak 96/1)
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ ---"Ve iz ehaze rabbüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin.: Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: BEN sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler.”(A’râf 7/172)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler =>"kendi"nden Fen OLur =>RABBına Bek BULup =>ALLAHta fÂNi OLup kaybolur AKLen-nAKLen!.
HAYyÂL İdİ==>GELen<->GEÇen,
NAHNU’da==>GERÇEKti SEVDÂm!.:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---“Ve lekad halakne’l- İnsÂNe ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuhu, ve NAHNU AKREBu ileyhi min HABLi’l- VERÎDi.: Ve andolsun ki İnsÂNı =>BİZ yarattık. Ve nefsinin O’na/İnsÂNa ne vesveseler vereceğini =>BİZ BİLirİZ. Ve BİZ=>O’na/İnsÂNa Şahdamarı’ndan daha YAKINız.” (Kâf 50/16)
“habl”.. ip, “tebbet yeda” da bile var, habl’in ip olduğu.. Verid.. tek.. habli’l- verid.. “Tek İp” demektir.. Verid.. Vürüdât.. Yapan.. “Dâimiyetin RUBUBÎYyet ve RUSÛLÎYyet bakımından vüCÛDa geliş”i demektir.. vârid oluş.. vürud.. vârid denir.. vârid.. yetişen, gelen, akan, erişen, ulaşan..
BİZ İnsÂNLara/onlara Tek İp’in içindeki ceryÂN gibiyiz.. yâni böyle Akrabayız onlarla.. BİLELİKte “AKREB-AKRABA”yı açıklıyorum.. BİLELİKte =>RUBUBÎYyet ve RUSÛLÎYyet Kudretini En Aldığımız yerdir Akraba.. Meselâ bir kişinin ÖZ çocuğu, AKRABAsıdır ama =>Evlâdlık alsa AKRABAsı değildir.. Çünkü onunla BİLELİK BAĞI/Göbek Bağı yoktur.. kendisi söylüyordur “AKRABAyız” diye ama gerçek değildir, ÜVEYdir ve hakikatta AKRABA değildir.. Yâni o EVLÂDlıktır.. Bu bizim biliyorsunuz çok kullandığımız sözdür..
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bilerek babasından başkasına NeSeB olarak bağlanmaya çalışan kimseye cennet haramdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Menâkıb, 5, Ferâiz, 29; Müslîm, İmân, I 12,114, 115, Itk, 21; Tirmizî, Vesâyâ, 5, Velâ', 3: Dârimî, Siyer, 82, Ferâiz, 2; Ahmed b. Hanbel, II,118, V, 38, 46).
NeSeB.:Sülâle, hısımlık, KARABet, soy. Baba soyu, atalar zinciri..
مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ ---“Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih (cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vALLÂHu yekûlu’l- hakka ve huve yehdî’s* sebîl (sebîle).: ALLAH bir adama göğsünde iki kalb kılmadı (yaratmadı). Zihar yaptığınız (sen bana benim annemin sırtı gibisin diyerek boşamak istediğiniz) zevcelerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Ve evlâdlıklarınızı, sizin oğullarınız kılmadı. İşte bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerdir. Ve ALLAH hakkı söyler. Ve O, (Kendine ulaştıran) yola hidâyet eder.”(Ahzâb 33/4)
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ---“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indALLÂH (indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fî’d- dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânALLÂHu GAFÛRen RAHÎMâ (rahîmen).: Onları (evlâdlıklarınızı) BABALARININ NAMI ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalblerinizin taammüden (kasden) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH GAFÛR'dur (günahları sevaba çeviren), RAHÎM'dir (RAHÎM Esmâsıyla tecellî edendir).”(Ahzâb 33/5)
HeR DOĞANLa ==>DOĞdu AMMa,
=>HeR ÖLENLe->ÇIKktı SEVDÂm!.:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:“Mutü kable en temutü.:ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!.”buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
=->BiR DAMLa SU Etti===>İÇti.:
BiR DAMLa SU=>NUTfe=>SPERm..
NUTfe.: SU İLe-BİLe azarazar sızmak, akmak.. Duru ve Sâfi su. Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. TaŞmış, DöKüLmüş SU..
Bir NUTFEden, DOĞan BEBeğin Temelde Yaratılış ASLı da, BEŞiği de, Bir DAMLa SUdur.. NUTfe, Kur'ÂN-ı Kerîm'de 12 âyette geçer..: Nahl 16/4; Kehf 18/37; Hac 22/5; Mü'minûn 23/12,13,14; Fatır 35/11; Yâsîn 36/77; Mü'min 40/67; Necm 53/45,46; Kıyâmet 75/36,37; İnsân 76/2; Abese 80/17,18,19..
خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ---"Halaka’l- insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin (mubînun).: İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, RABBine açık bir hasım kesilmiştir.” (Nahl 16/4)
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا ---"Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ (raculen).: Onunla konuşan (sohbet eden) arkadaşı, ona dedi ki: “Seni, (önce) topraktan, sonra bir nutfeden (bir damla sudan) yaratan sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni (ALLAH’ı), sen inkâr mı ediyorsun?” (Kehf 18/37)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ ---"Yâ eyyuhân nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fî’l- erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â (şey’an), ve terâ’l- arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc (behîcin).: Ey insanlar! Eğer beas edilmekten (tekrar diriltilmekten) şüphe içinde iseniz... Oysa muhakkak ki Biz sizi, size beyân edelim (açıklayalım) diye (önce) topraktan (inorganik ve organik maddelerden), sonra bir nutfeden (bir damladan), sonra bir alakadan (rahim duvarına bir noktadan bağlı duran embriyodan), sonra şekillendirilmiş ve şekillendirilmemiş (bir çiğnemlik et görünümünde) mudgadan yarattık. Ve (sizi), dilediğimiz süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi, ergenlik çağına ulaşmak üzere bebek olarak çıkarırız. Ve sizden bir kısmınız vefat ettirilir. Ve sizden bir kısmınız, sonradan ilimden bir şey bilemez hale gelsin diye ömrünün ihtiyarlık çağına döndürülür. Ve arzı (yeryüzünü) kurumuş görürsün. Fakat ona su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır ve bütün güzel çiftlerden bitkiler yetiştirir.” (Hac 22/5)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ ---"Ve lekad halaknâ’l- insâne min sulâletin min tîn (tînin).: Ve andolsun ki Biz, insanı balçığın (nemli organik ve inorganik toprağın) özünden yarattık.” (Mü'minûn 23/12)
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ ---"Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn (mekînin).: Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.” (Mü'minûn 23/13)
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ ---"Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâ’l- alakate mudgaten fe halaknâl mudgate ızâmen fe kesevnâ’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle ALLAH, Mübârek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü'minûn 23/14)
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ---"Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ (ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr (yesîrun).: Ve ALLAH sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, ALLAH için çok kolaydır.” (Fatır 35/11)
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ---"E ve lem yeral insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubîn (mubînun).: İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (nutfeden-meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.” (Yâsîn 36/77)
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًا وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى مِن قَبْلُ وَلِتَبْلُغُوا أَجَلًا مُّسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ---“Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ (şuyûhan), ve minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim duvarına asılı bir damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.” (Mü'min 40/67)
وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى ---"Ve ennehu halaka’z- zevceyniz zekere ve’l- unsâ. Min nutfetin izâ tumnâ.: Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.” (Necm 53/45-46)
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى ---"E yahsebu’l- insânu en yutrake sudâ (sudân). E lem yeku nutfeten min menîyin yumnâ.: İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?. O (döl yatağında) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?” (Kıyâmet 75/36-37)
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا ---"İnnâ halaknâ’l- insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ (basîran).: Muhakkak Biz, insanı (iki hücrenin) birleşimi olan bir nutfeden/karışım hâlindeki az bir sudan-meniden yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten, gören (bir varlık) kıldık.” (İnsân 76/2)
قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ
مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ---"Kutile’l- insânu mâ ekferahu. Min eyyi şey’in halakahu. Min nutfetin, halakahu fe kadderahu.: Kahrolası insan, ne kadar nankördür.. (ALLAH) onu hangi şeyden yarattı?. Nutfeden (bir damladan onu yarattı), sonra da ona kader tayin etti (bir ölçüyle biçime soktu. Gelişimini (DNA’larını) programladı ve ömür tayin etti).” (Abese 80/17-19)
GURBEt.: Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el.. KURBEt.: Yakınlık. Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih. KURBîYyet.: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak..
İLLİYyîNden=>ESFELîNe.:
Azîz CÂNLarımız;
İçinde yaşamakta olduğumuz şu yeniden meydana gelme ve yaratıllma Âlemi/Kâinât Mümkinâtı’nın mâyası, her şey için EsmâuLLAH Hikmet TeceLLîsidir..
En Yüce/a'lâ Olan “İlliyyîn” ile en alt-dibi olan “Esfelîn” dahi bil ki ZÂTuLLAH NÛRu’nun gölgesidir..
ZÂTuLLAH==>SIFATuLLAH==>ESMÂuLLAH==>EŞYÂuLLAH..
Neticede MuhaMMedî HAKk ÂŞIK; İlliyyînden, KULLuk İmtihÂNıEsfelîne indirilince, en son nefeste en sonUÇta KULluk Devresini TEVHiduLLAH/ŞehâdetuLLAH ile TAMM edip Tamamlayıp tekrar İlk BAŞa, ÂHirini AYNı NOKTada Birleştirince, HAKk KÜResi/ÇiLe Çemberi Muhitte Teşekkületti ve her ZeRREsi, KIBLesi Merkezde Yaratını RABBısı TeÂLÂ’ya DÖNdü.. Efrâdına câmi, agyârına mâni'dir.. ve's-selâm..
EL HAKk TeÂLÂ’nın HaLka; Merhamete ve Muhabbete =>Muhtaç =>Mecbur =>Me’mur ve =>MahkumOLUŞun MuhaMMedî MENŞE’ine/Esasına, Köküne ULAŞan MuhaMMedî ÂŞIK; İLMuLLAH’ın İkrâmı ve İhsÂNı olan Kerem Deryâsı Kur’ÂN-ı KERÎM’in Mârifet Mâverası/aynanın ardındaki sırr’ın arkası-na DALıp ÇIKınca =>Haşyet, Hayret ve Dehşet İÇinde SUdan ÇIKmış Balığa DÖNüYOR!.
Ve AHMAKLara Ayak UYDURamayınca da =>ÇiLLe ÇÖLÜ Çarşısında TEKe TEKte TEK BAŞına YAPAYALnız YAŞıYOR!.
İnsÂN=>Beden, Nefs, KaLb Ve Ruhuyla =>İlâhî Bilgi Kemâlâtı, Adl, İhsân ve Sılasıyla YÜKSELeBİLeceği en Üstte İLLİYİN iLe,
İnsÂN=>BENLikçi Bilgisizlik CehâLeti, Fuhş, Münker Ve AzgınLığıyla İNdiği en ALttaki ESFELİN arasındaki;
İnsÂN=>MURADediLen ve EMRediLen YERİni ARIYOR bu ÂLEMde..
Hayvânî Şehveti =>Fûhşa,
Nefsanî Şehveti =>kibr, Hırs Ve Gazabıyla Münkere ve,
Şeytânî Vehmi/kuruntusu, Bâgiliğe/Egoizme Azgınlığa ÇAĞIRırken =>Rahmânî, Melekî ve İhsÂNî AKLı;
Esâsen AdL-ü-İhsÂNa, Sıla ve Dâru’s-SeLâma ÇAĞIRıYOR..
MuhaMMedî TasaVVuftaDÜŞÜNce DURULuğu =>CeNNet iken, MuhaMMedî TasavvuftaDÜŞÜNce DURGUNLuğu =>CeheNNeMdir..
Onun için insÂNoğlu Düşünce Durumuna göre;
ya =>“ESFELîN” buyurulan Şeytândan da aşağı DEREKE/Aşağı Mertebeye DÜŞer,
veya =>“İLLÎYyîn”buyurulan Melekten de üstün DERECE/Yukarı Mertebeye YÜKSELir..
DÜŞÜNcesi DuRu insÂN =>İLETken ve ÜRETken, DÜŞÜNcesi BULaNık insÂN =>YALITkan ve KISIRdır..
Şimdi bir daha Kur’ÂNî gözle görelim ve düşünelim; Zât ve Zarf ile İlliyyîn ve Esfelîni.. Unutmamalıyız ki fikreden insÂN aklı da, tıpkı hücrelerimizdeki kirlenen kanın, nefes nefes Zâhiren aldığımız oksijenle temizlenmesi gibi; Bâtinen alacağımız İlâhî, Kur’ÂNî ve MuhaMMedî İlm-ü-Edeb Neş’esiyle temizlenir..
Karmaşık ve zor gibi gözüken bu imtihânın kazanılmasının tek ve şartsız şartı ise KULun/KİŞİnin zâten MuhaMMedî OLduğu Şuûruna ULAŞması, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i DUYması ve UYmasıdır.
KuL=>“RAHMetenLi’L- ÂLEMîN” olan AKDES NOKTASI’na ulaşınca RABBu’L- ÂLEMîN’i DUYar ve DİNLEr ki.:
Biliyorsunuz ki RûH =>EMR ÂLeMindendir. EMR ÂLeMi ise =>EMR’in Sâhibi ALLAHu TeÂLÂ’ya aittir..
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ ---“Summe redednâhu esfele sâfilîn (sâfilîne).: Sonra onu, Esfeli safilîne (en sefîl hale, aşağıların aşağısına, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik, indirdik).” (Tîn 95/5)
Neresi Esfele Sâfilin? İşte burası, bu Dünyâ..
İnsÂN nefsine fıtraten /yaratılış itibariyle yüklenen hevâ ve hevesine uyma ve aşırı isteklerinde/şehvetllerinde sürüklenebilme zayıflığı ki imtihânımızın Püf Noktası..
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ ---“Kellâ inne kitâbe’l- ebrâri lefî illiyyîn (illiyyîne).: Hayır, muhakkak ki ebrâr olanların (ALLAH'a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların, iyilerin) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyîn'dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir).”(Mutffifin 83/18)
وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ ---“Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn (ılliyyûne).: Ve İLLİYYîN'in ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Mutffifin 83/19)
كِتَابٌ مَّرْقُومٌ ---“Kitâbun merkum (merkûmun).: (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir).”(Mutffifin 83/20)
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً ---“Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fî’l- berri ve’l- bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).: Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.”(İsrâ 17/70)
İşte böylesine açıkça bildirilen iki UÇ ve sonUÇ arasında KULLuk/ibâdet imtihânımızı olurken Tek ve Eşsiz Rehberimiz Rehber-i Mutlak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i =>DUYup =>UYmayanlar Allâme-i Cihân olsalar dahi =>Dini, Dünyâsı ve Âhireti hüsranda ve =>CÂNı CeheNNeMdedir ve OLacaktır..
Çünkü, çocuk bile bilir ki ekin eken, ekin biçer; diken eken, diken biçer.. Ne çâre ki insÂNın alıştığı ve alıştırıldığı şeyleri soyunup MuhaMMedî Âşıklık Şerefli Şifâsını GİYinmesi; ALLAHu TeÂLÂ’dan Hidâyet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Şefâat, EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan Hikmet, Hak Dostlarından Himmet ve, Kişinin bizzât kendisinden de Hakk’a İnanıp, Hayrı İşlemekte Tercih ve İrade-yi Cüzz’iyye Gayreti göstermesine bağlıdır.. ALLAHu zü’L-CELÂL bizlere de nâsib ve kısmet eylesin! ÂMiN yâ MUÎN celle celâlihu!.
Anka Kardeşimiz ellerine emeğine sağlık, CandostumKuL İhvÂNimi anlatan çok güzel videolar yapıyosun.
Hizmetin ve Paylaşımın için ALLAH celle celâlihu razı olsun.
Ve devamını Yüce RahmÂN'ım nâsib etsin İnsâeALLAH!.
Seher YeLi Eser Gibi,
Her GönüLde BuLur SeVgi.. AnLatıLmaz da YAŞAnır, KuL İhvÂNiEfsÂNesi..
RasûLuLLah Sahrası'nda,
Adım Adım "İZ"in Sürür.. HAKk ÂşıkLar KervÂNı'nda, OLurBuLurYaşarYürür..
TEKe TEk Teras TEKkesi'nde, BİZ BİR-İZ BiLeLiğiyLe, GüvercinLerin DiLinde, DOStumuzsun KuL İhvÂNi..
YoLundan ŞaŞanı Çağırır=>HAKk’a
DeR ki =>Huzur RasuLuLLah'da,
=>ELLer =>ELe =>EL =>ALLAH'a, KervÂNda BİR-İZKuL İhvÂNimmm..
AnLatıLmaz YAŞAnır, KuL İhvÂNiEfsÂNesi....
celle celâlihu.. sallallahu aleyhi vesellem..
06aralık2020 Saaat23:23.. pazar akşamı.. SoLingen/Almanya..
DİVÂNE.: f. Deli. Aklı başında olmayan.. PERVÂNE.: Geceleri ateş ışığının etrafında dönen ve OD'a dalan küçük kelebek.. MESTÂNE.: Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır sûrette. EFSÂNE.: YAŞAmayanın ANLAyamacağı AŞKk OYUNu.. Bî-GÂNE.: Kayıtsız. Alâkasız..
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً ---“Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden). Va’dallâhi hakkâ (hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ (kîlen).: Ve onlar ki, iman edib, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) sâlih amel işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. ALLAH'ın vaadi haktır (gerçektir). Ve ALLAH'tan daha doğru sözlü kim vardır?.” (Nisâ 4/122)
KÜLLî ŞEYy==>ALLAHın=->NÛRu,
=>ŞEHÂDEt==>RESÛL==->ŞÛURu,
=>SÖZüm==>EHL-i BEYt SÜRÛRu, KUL İHVÂNİ’m===>SİHRimiz YOk!.
celle celâlihu..
aleyhumusselâm..
Meneviç/meneviş.: bir yüzeyde renk dalgalanması biçiminde görülen parlaklık. SaHR.: Örtü, Örtmek.. SAHRa.: (c.: Sahârâ-Sahravât) Kır, ova, çöl. * Yazı… ZAHR.: Sırt, arka.. CEHR.: Görünmek, zâhir olmak. * Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.. NÛRBÂR.:NÛR saçan. NÛR yağdıran.. ZİNHÂR.: Sakın ola ki, kesinlikle, hiçbir zaman, asla.. ENHÂR.: Çay, nehir, ırmak. * Vüs'at, bolluk. Genişlik.. ZEHR.: (Zehir) f. Zehir, ağu, semm… ŞEHR.: Ay. 30 günlük zaman. * Bir şeyi izhar etmek. Teşhir etmek.. SEHRÂN.: Geceleri uyanık duran… CEHRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte HAKÎki VARLık TECELLî GÖRüntüsü.. FÂKRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte İZÂFi VARLık HAKÎki YOKLuk.. FÂHRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte EZEL-EBED HAKÎki VAR’ın NÛRu OLUŞ ÖVÜNcü.. SÜRÛR.: Sevinç. Neş'eli OLmak. ŞÛUR.: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. SİHR.: (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık. * Aldatmak. * Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. * Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey. * Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner..
=>BİZ ATAmayız===>YÂR ATaR,
YÂR’dEN AYRı==->CEHRimiz YOk!.:
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Fe lem taktulûhum ve lâkinnALLÂHe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnALLÂHe ramâ, ve li yubliye’l- mu’minîne minhu belâen hasenâ (hasenen), innALLÂHe SEMÎun ALÎM (alîmun).:Onları siz öldürmediniz ama onları ALLAH öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama ALLAH attı. Ve ALLAH, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki ALLAH, işitendir ve bilendir.”(Enfâl 8/17)
===->TECRî Min TAHtıhe’l-ENHÂR,
“bEN” DENiLeN==->NEHRimiz YOk!.:
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde RABBihim cennâtun TECRÎ MİN TAHTIHE’L- ENHÂRu hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minALLÂH (minallâhi), vALLÂHu BASÎRun bil ıbâd (ıbâdi).: De ki.: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâ sâhibi olanlar için, RABB'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve ALLAH'ın rızası vardır."ALLAH kullarını en iyi görendir.”(Âl-i İmrân 3/15)
قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeu’s- sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun TECRÎ MİN TAHTİHEL ENHÂRu hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden) radiyALLÂHu anhum ve radû anh (anhu) zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: ALLAHû TeALÂ şöyle buyurdu.: "Bugün sadıklara, sadâkatlarının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. ALLAH onlardan râzı olmuş, onlar da ALLAH'tan râzı olmuşlardır. İşte bu, “Fevz-ül Azîm” dir (en büyük fevzdir).”(Mâide 5/119) [b/]
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ “Cennâtu adnin yedhulûnehâ TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂRU lehum fîhâ mâ yeşâûn (yeşâûne), kezâlike yeczîllâhu’l- muttekîn (muttekîne).: Onlar (muttakîler), altından nehirler akan Adn CeNNetlerine girerler. Orada, onların diledikleri herşey vardır. İşte ALLAH, (ahsen olan) muttakîleri (bihakkın takvânın sâhiblerini) böyle mükâfatlandırır.” (Nahl 16/31)
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ “İnnALLÂHe yudhılullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti cennâtin TECRÎ MİN TAHTİHEL ENHÂR (enhâru), vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ve’n- nâru mesven lehum.: Muhakkak ki ALLAH, imân edenleri ve sâlih amel (nefs tezkiye edici ameller) yapanları, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve onlar ki kâfirlerdir, (dünyada) metâ’lanırlar (faydalanırlar) ve hayvanların yediği gibi yerler. Ve ateş, onların mekânıdır.” (MuhaMMed 47/12)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ “İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti lehum cennâtun TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂR(enhâru), zâlike’l- fevzu’l- kebîr (kebîru).: Muhakkak ki imân edenler ve amilü’s- sâlihat (nefsi tezkiye edici amel) yapanlar, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır ve işte bu büyük fevzdir (kurtuluş ve şerefli bir ikramdır).”(Bürûc 85/11)
جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ “Cezâuhum inde RABBihim cennâtu adnin TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂRu hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), radıyALLÂHu anhum ve radû anh (anhu), zâlike li men haşiye RABBeh (rabbehu).: RABB'leri Katı'nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan Adn CeNNetleridir, orada ebedîyyen kalacak olanlardır. ALLAH onlardan razı ve onlar O'ndan (ALLAH'tan) razıdır. İşte bu, RABB’ine huşû’ duyan kimseler içindir.”(Beyyine 98/8)
===>KÛN =>feyeKÛN =>KÂiNÂtı=>KÜRRE’si,
===>SEBBEHâ SEYRİnde==>ATOM=>ZERRE’si,
HeR YeR HeR ÂN HeR HÂL Yâ HUu! KERRE’si,
SEHER’de DUYuLaN==>CEMMü’L-CEM’ SEs’i,
MIZRAB’a NE DEyimm!.=>SAZ’a NEDEyimm!.
===>BİN ALTı YüZ===->KİLOMETRe HIZIna,
==>DÖNüYOR DÜNYÂ’da===>OĞLu-KIZIna,
=>ZÂMANı ANLAMAyAN===>VAKt HIRSIZIna, KOR-KIŞ’a NE DEyimm=>YAZ’a NEDEyimm!.
SİMSAR.: (C.: Semâsire) Komisyoncu, tellâl, aracı.. ZUHURAt.: Birden oluveren şeyler. Hesapta olmayan umulmadık hâdiseler. * Sünuhat. (L.R.) Sünuhat.: (Sünuh. C.) Kalbe gelen mânalar, doğuşlar. (Bak: Sâniha) Sâniha.: Zihne gelen fikir. Mütâlâa. Çok düşünmeden gelen fikir.. HAZZ.: Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey. ASTAR.: (Satr. C.) Yazı satırları… yapılarda sıvadan ya da boyadan önce vurulan ince kat… giysiyi, ayakkabı, çanta, perde gibi şeyleri daha dayanıklı kılmak için kumaşın ya da derinin iç yanına geçirilen kumaş ya da deriden, ince kat.. HUy.: f. Mizâc, tabiat, ahlâk, âdet.. KUYU.: Yer altı SUyu alınanyer. SOFTa.: Bildiğim bildikçi medrese görmüş kaba câhil.. YOBAZ.: Din konusunda başkalarına baskı yapmaya yönelen, dinsel bağnazlığı aşırılığa vardıran (kimse).MECÂZ.: Bir inanca, bir düşünceye körü körüne, aşırı ölçüde bağlı olan, hoşgörüden yoksun (kimse).. FIRKA-yı NÂCîYYe.: Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnet-i Seniyeye sıkı sıkıya bağlı olup Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmayan müslümanlar. Bunlar kıyamete kadar lütf-u İlahî ile devam eder.. MENZİL.: İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe.. FUHŞ.: Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. * Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. * Çok günah ve çok fena bir fiil olan zinâ.. FUHŞiYYAt.: (Fuhş. C.) Çok çirkin işler, günahlar.. ÇEMKiRmek.: (Köpek) kesik kesik havlamak, ürümek.. MECÂZ.: Kendinden büyüklere arsızca karşılık vermek.. SÜNNETULLAH.: İlâhî kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah) ÂDETULLAH.: (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" yerine "Tabiat Kanunu" demek yanlıştır. AKL-ı SELîM.:(Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.. Lî-VECHİLLAH.: Allah için. Allah nâmına, Allah aşkına.(Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız, Lillâh, Livechillâh, Lieclillâh rızâsı dâiresinde hareket ediniz, o zaman sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer. L.)... MELÂMEt.: Halk Gözünde.. Kalenderlik. Kınanmış. * Rezillik. Hâkirlik. Kıymetsizlik.=>HAKk celle celâlihu Katında Yalansızlık-Riyâsızlık.. MELÂMî.: Halk Gözünde kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Melamî adındaki tarikata mensub olan..
FIRKA-yı NÂCiyye, ALLAHu TeALÂ’nın tevfiki, onların refiki olduğu için tefrikaya girmezler.. merhametten ve şefkattan ayrılamazlar.
Onlar MuhaMMedî Keşif ve Şehâdet İLMiyle mücehhez, MuhaMMedî Vahyin İlahî İlhamıyla Aklen-Naklen; İlim, Edeb, İrfÂN ve ErkÂN sahibleridirler. FIRKA-yı NÂCiyyeyi; geçmişin Arab ve Fars ırkçılığına, Sünnî-Şiî çatışmasına ve günümüzün rayından çıkmış mezheb, tarikat ve cemiyet fitnelerinin dışında ANLAmak, Tanımak ve ONLAR gibi YAŞAmak için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi Kafa ve Kalb Kulağıyla DUYmalyız, gerçeği AKLen Basarla Naklen Basîretle GÖRmeliyiz ve Sekinet-i MuhaMMediyyemizle Sefiney-i Nâciyyesine Kurtuluş-Gemisine BİNmeliyiz inşae ALLAHu Teâlâ..
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:”Gercekten, benim Ehl-i Beyt’im sizin için ayni Nuh’un Gemisi gibi dir. Kim ona binerse, Kurtulmus olur. Kim ama ona binmezse (kurtulmuş olmaz ve) altına gider.”buyurmuştur. (İmam Hakim, Mustedrek 3/151; İmam Zehebîn el Takhlis 30/370; İmam Hacer, el Savâik el Muhrika; İmam Suyutî, Tarikh el Hulafa ve el Cami el Sagir)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Beni İsrâil üzerine gelen şeyler, aynıyla ümmetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim, Beni İsrail yetmişiki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmişüç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi (FIRKA-yı NÂCiyyeye) hariç hepsi ateştedir.” “Bu fırka hangisidir?”diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Benim ve Ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!.” buyurmuştur. (Tirmizî, İman 18/2641)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ATEŞ tutan kimse gibi olacaktır.”buyurmuştur. (Enes radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davûd, Melâhim,17).
===>KÛN =>feyeKÛN =>KÂiNÂtı=>KÜRRE’si..:
KÛNfeyeKÛN.:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu KUN fe yeKÛN (yekûnu).: O (ALLAH), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "OL!." demektir. O, hemen OLur.// Bir şey isteyince, bir planı icrâya karar verince, kurduğu Aslî Düzenin gereği O’nun emri.: “OL!.” demekten ibârettir. Hemen istediği şey OLuverir.”(YâSîn 36/82)
"KÛN=>feye KÛN”=>HeR ÂN OLÂN..:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: O (ALLAH), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: “Ol!” demektir. O, hemen olur.” (YâSîn 36/82)
===>SEBBEHâ SEYRİnde==>ATOM=>ZERRE’si.:
Şe’ÂN: her ÂN YENiden YARATış SeBBehâsı..
Şu ÂN <-> Şe’ÂN =>ŞeHÂDeti..: SeBBeHa.. TeSBih!. feSEBBih!.:
يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ---“YUSEBBİHU lillâhi mâ fî's- semâvâti ve mâ fî'l- ardıl meliki'l- kuddûsi'l- azîzi'l- hakîm (hakîmi) : Göklerde ne var, yerde ne varsa (HEPSİ) O mülk-ü melekûtun eşsiz hükümrânı, noksaanı mucib herşeyden pâk ve münezzeh, gaalib-i mutlak, yegâne hukûm ve hikmet saahibi ALLÂHI TESBÎH (ve TENZÎH) ETMEKDEDİR."(Cumâ 62/1)[/b]
Yusebbihu: tesbih eder. Sebbaha: yüzmek..
Yerdeki göklerdeki ZeRReler yani ATOMlar ve de Kürreler-Galaksiler,
NeşRlerinden HaŞRlerine kadar döndüler, dönmekteler ve dönecekler.
Bu SeBBaHa yüzüş RAKSı hep sürecek her AN yeniden Yaratılan ŞE'ENULLAHta..
Ve ne zamAN AKILLarımız DEVR-ÂNı ANLarsa ve DEVRe İştirak ederse Yusebbuhu Zikr-i Dâimindeyiz İnşâe ALLAH!.
İşte her ZeRReye bahşedilen bu Rüşd Raksı, Yeniden Yaratış Hareketi Merkezin DENGE için ÇEKimine karşı MerkezKAÇ DÜZEN Kuvvetini doğurup VARlığı oluşturmaktadır her ÂNŞeÂNullahta..
SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AkL-ı SiLm BİLir ki ATOM yaratıldığı günden beri durmadan DÖNmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının =>“KÛN feyeKÛN” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım!.
Sebehâ:yüzmek, SubhânALLAH demek. Sebbaha(mübalağa ile) ALLAH’u TeÂLÂyı tenzih ve takdis etmek.
Zerrenin[/b](atomun)ve kürrenin (kâinâtın)bir saniye durmaksızın takdir edilen yörüngede ve şartlarda kimseye dayanmadan/mesnedsiz parmak izleri gibi tek başlarına/RABB’larıyla başbaşa, sonsuz FeLeKLer içinde YÜZüp DURmaLarı...
Her hücrenin"HAYY!"HAYy-kırışı...
Doğuştan-ölüme bir kere bile susmadan TEVHiD tıklayan KALBLer... Her ŞEYy =>Her YERde, Her zamÂN, Her HÂLde ve Her NEFESte =>HeRKeSLe NAHNU=BİZ BİR-İZ BİLELiği İLE Beraber =>Sistemin SahibiAZÎZÜ’r- RAHÎMÜ’s-SUBHÂN ALLAH TeÂLÂyı Maddî/somutve Mânevî/soyutnoksanlık, benzetme ve zıddı var sanmalardan uzak kılıyorlar.. Canlı şâhidleriyiz diyorlar...
“Zâtında, Sıfatında, Esmâsında, Fiilinde ve Hükümlerinde Münezzehtir!..”MüezzinLeri!.. Yu sebbuhu: Tesbih ederler hep yüzerler.. Yüsebbuhu!: Şimdi şu ÂN da KüLLî ŞEYy =>YARATANı'nı durmadan tesbih ederken birbirine asla mesnedlenip, dayanamadan tek başına boşlukta-fezâda yüzüp-dönüp durmaktalar. Zerre-Atom ve Kürre-Kâinât =>DurmadAN Dost Raksında.. Yesebbihu: Noksansızı Et TAMM celle celâlihu'yu tesbih ve zikri ele yüzmekteler İLâHî RAKSta hamd OLsun!..
ALLAH celle celâlihu.:
HeR ÂN’da=>KADERin==>YAZAN=>YAŞATAN,
==>ALLAHu zü’L-CeLÂL=>ATTIRAN<=>ATAN.:
ALLAHu Zü'l-Celâl: “Kâinâtı ben yarattım! Bedenini ben yarattım! Fiillerini ben yaratmaktayım! Düşüncelerinizi de ben yaratırım..”buyurmaktadır..
Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü :
SİZi..
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ---“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.:Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56 )
FİİLLerinizi..
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ---“Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe ramâ, ve li yubliyel mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm: Onları siz öldürmediniz (Bedir’de o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz), ama onları Allah öldürdü; (Ey Rasûlüm, bir avuç toprak) attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.”(Enfâl 8/17)
DÜŞÜNceLerinizi..
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ---“Ve mâ teşâûne illâ en YEŞÂALLÂHu RaBBul âlemîn(âlemîne): Ve âlemlerin RaBBi ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”(Tekvîr 81/29)
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ ---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.” (A’raf 7/172)
=>ZÂMANı ANLAMAyAN===>VAKt HIRSIZIna.:
Her İŞin Bir "VAKTi" VARdır.:=>KULİHVÂNİm..
وَكَذَّبَ بِهِ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّ قُل لَّسْتُ عَلَيْكُم بِوَكِي ---“Ve kezzebe bihî kavmuke ve huve’l- hakk (hakku),kul lestu aleykum bi vekîl (vekîlin).: Senin kavmin, O (Kur'ÂN) hak iken onu yalanladı. De ki: "Ben, üzerinize bir vekil değilim."(En’âm 6/66)
لِّكُلِّ نَبَإٍ مُّسْتَقَرٌّ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ---“Likulli nebein mustekar (mustekarrun), ve sevfe ta’lemûn (ta’lemûne).: Her bir haber için “kararlaştırılmış bir zaman (müstakarVAKTi)” vardır. Siz de yakında bileceksiniz.”(En’âm 6/67)
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ ---“Ve kezzebû vettebeû ehvâehum ve kullu emrin mustekırr (mustekırrun).: Yalanladılar ve kendi hevâ (istek ve tutku)larına uydular; oysa her İŞ =>Sonunda kararlaştırılmış, belirlenmiş kendi amacına varıp (VAKTinde) karar kılacaktır.”(Kamer 54/3)
“NAHNU CERYÂNı”yLA=>YOKk EDeR=>“SEN”i.:
وَيَسْپَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّٖى وَمَا اُوتٖيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَلٖيلًا ---''Ve yes'eluneke ani'r- ruh, kuli'r- ruhu min emri RABBi ve ma utitum mine'l- ilmi illa kalila.:Sana RÛH hakkında soru soruyorlar. De ki.: “RÛH, RABBim'in bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.”(İsrâ 17/85)
Biz RABBu’l- Âleminden ne isteriz?. Yâ RABBi!. Biz, ancak SENin bildiğin Hakk ve Hayrdan istiyoruz. Hakk ve Hayr olandan istiyoruz.. Aklen değil naklen istiyoruz.. Ben, aklen bir insan olduğumu biliyorum, üç boyutluyum çünkü. BeDeN-NEFS-KALB dediğimiz üçlü içinde kalmışım.. "RûH, Emr Âlemindendir" diye âyet vardır.. Emr Âlemi =>Emir Veren Âlemdir..
---İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bazısı.: "MuhaMMed'e RûH hakkında sorun!" dedi; bazısı da: "Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz!" diye aralarında konuştular. Sonunda kalkıp.: "Ey Ebu'l-Kâsım bize RûH'tan anlat, (RûH nedir?)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir müddet sessiz durdu. Ben anladım ki kendisine vahiy inmektedir. Sonra okudu.: "Sana RûHtan sorarlar; de ki, RûH, RABBimin Emrindendir. Size o'nun hakkında az bir ilim verilmiştir"(İsrâ 17/85)
Bir rivâyette: "Onun hakkında az bir ilim verilmiştir" denmektedir. A'meş: "Bizim kıraatımızda böyledir" demiştir.. (Buhârî, İlm 47, Tefsir, Benû İsrâil 13, İ'tisâm 3, Tevhid 28, 29; Müslim, Münâfıkûn 32, (2794); Tirmizî, Tefsir (3140)
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً ---"Ve yes’elûneke anir rûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).: Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "RûH, RABBimin Emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsrâ 17/85)
Emr Âlemi neresi?. ALLAHu zü’L- CeLÂLin Kendi ÂLEMidir..
“RûHumuz'dan üfürdük” ne demek?. Hangi ruh?.: [/b]
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ ---"Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn (sâcidîne).: Artık onu dizayn edip- biçim verdiğim, içine RûHumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr 15/29)
Şu ÂNda, Şe’ÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere her ÂN bendeki RûH sendeki RûH!. Kaç tane?. TEK-BİR tane!. CeRRyÂN gibi.. Biz çoğuz diye çoğuzda birleşmeye çalışıyoruz ve onun için “BİZ BİR-İZ” diyoruz zâten!.
Nerde “BİZ BİR-İZ”?.
Emir veren kimdir, yâni ALLAH'tandır.. "Bundan ne çıkar, ne anlayalım?"diye sorulduğunda Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme buyuruyor ki: “Aklınız kadar anlayın, herkes aklı kadar anlasın!.” Ne güzel cevâb değil mi..
Koca İmâm Fahreddin Râzi Efendimizin bildirdiği bir hadis-i şerîfte.:
Sahabe-yi Güzin.: “Yâ Resûlullah!"RûH, RABB'imin emrindendir." den ne anlayalım?" diye sorduklarında;
Cenâb-ı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: "Aklınız kadar anlayın!"buyurmuştur... (Fahreddin Râzi, Mefatih'ul Gayb-Tefsirü’l- kebir- gaybın anahtarları İsrâ Sûresi)
İlk insanın çamurdan meydana getirildiğini ve onun neslinin meniden yaratılışını, öldükten sonra tekrar diriltilmesinin ALLAH tarafından olduğunu bildiren ayetlerden bazıları:
"And olsun ki biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra onu sağlam ve korunmuş olan anne rahmine bir damla su olarak yerleştirdik. Sonra o su damlasını yapışkan bir şey (cenin) olarak yarattık. Sonra onu bir parça et olarak yarattık. O et parçasını kemikler olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratılışla inşâ ettik. Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan ALLAH’ın şanı ne yücedir! Sonra siz öleceksiniz. Sonra da kıyamet gününde diriltileceksiniz." (Mu’minûn, 23/12-16)
"O her şeyi en güzel şekilde yarattı, insanı da ilk önce çamurdan yarattı. Sonra insanın neslini basit ve hakir bir suyun özünden yarattı. Sonra onun vücudunu güzelce tanzim etti, ona yarattığı ruhtan üfledi ve size kulak, göz ve kalp verdi. Siz ne kadar da az şükrediyorsunuz? 'Biz yerin altında kaybolup gittikten sonra mı yeniden yaratılacağız?' dediler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr edenlerdir. De ki: Sizin için vazifelendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz."(Secde, 32/7-11)
"İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O anne ile babadan çıkan, atılmış bir sudan yaratıldı. İnsanı böylece yaratan, onu tekrar diriltmeye de kâdirdir." (Târık, 86/5-7)
"Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. Şüphesi ki ALLAH her şeyi hakkıyla işitir, hakkıyla görür." (Lokman, 31/28)
Kur'an’da canlıların hepsinin meniden yaratıldığı şöyle nazara verilir:
"ALLAH, hareket eden her canlıyı bir çeşit sudan yaratmıştır. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayaküstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür. ALLAH dilediğini dilediği şekilde yaratır. ALLAH’ın kudreti muhakkak her şeye yeter." (Nûr, 24/45)
===>SIBGATULLAH İKEN==->ASTAR BOYAsı.:
SIBGATALLAH=>ALLAH’ın BOYASI.. =>İSLÂM ve İMÂN FITRAtı..
صِبْغَةَ اللّهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ صِبْغَةً وَنَحْنُ لَهُ عَابِدونَ ---“Sıbgatallâh (sıbgatallâhi) ve men ahsenu minallâhi sıbgaten, ve NAHNU lehu âbidûn (âbidûne).:ALLAH'ın boyası; ALLAH'ın boyası ile boyanandan daha ahsen (daha güzel) olan kim vardır? Ve bİZ, O'na kul olanlarız.” (Bakara 2/138)
Sıbga.:Boya, renk, levn. Din, mezheb.. SıbgatuLLah.:Cenâb-ı HAKk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî Ahlâk ve Karakteri halk etmesi. ALLAH'ın dini..
bEN DEdiğim=>BİZ-in bENi, DAMLası==>DENİZ-in bENi, VADEt’in=>KESREtZERResi, NAHNU>BİZ BİR-İZ-in bENi!.
YâRABBenâcelle celâlihu..
YâRABBenâ =>BizNÛRunuz.. ALLAHu NÛRu’s- semâvâti ve’l- ard.. YâRABBenâ =>BizKULunuz.. Ve ENte hayru’l- vârisîn.. YâRABBenâ =>BizMUHTAÇız.. Ve ENte Hayru’r- Râzikîn.. YâRABBenâ =>BizMECBURuz.. Ve Ente Erhamu’r- Râhimîn.. YâRABBenâ =>BizME’MURuz.. Ve Ente Hayru’l- Munzilîn.. YâRABBenâ =>BizMAHKUMuz.. Ve Ente Ahkemu’l- Hâkimîn..
YâRABBenâ =>BizeHAKiKatu-L HAKk’ı BİLdir.. Ve Ente Erhamu’r- Râhımîn.. YâRABBenâ =>BizeHAYRu’l- HAKk’ı BULdur.. Ve Ente Hayru’r- Râhimîn.. YâRABBenâ =>BizeŞÂHiDu’ş- ŞÂHîDOLdur.. Ve Ente Hayru’l- Fâtihîn.. YâRABBenâ =>BiziEş ŞEHîD ŞEREFinLe GÜLdür.. Ve ENte Alâ Kulli Şey’in Şehîd..
ENâ=>SENsÎn.. SENYâALLAHcelle celâlihu..:
يَا مُوسَى إِنَّهُ أَنَا اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ---”Yâ mûsâ innehû ENÂLLÂHu’l- AZÎZu’l- HAKÎM (hakîmu).: Ey Musâ! Muhakkak ki BEN, AZÎZ (yüce), HAKÎM (hüküm ve hikmet sâhibi) olan Allah'ım.”(Neml 27/9)
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي مِن شَاطِئِ الْوَادِي الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَن يَا مُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ---”Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtıı’l- vâdi’l- eymeni fî’l- buk’ati’l- mubâreketi mine’ş- şecerati en yâ mûsâ İNNÎ ENÂLLÂHu RABBu’L- ÂLEMÎN (âlemîne).: Böylece oraya geldiği zaman vâdinin sağ tarafından, mübârek yerdeki ağaçtan nidâ edildi.: “Ey Musâ! Muhakkak ki BEN, ÂLEMLERİN RABBİ ALLAH'ım!.” (Kasas 28/30)
YâRABBenâ =>BizNÛRunuz.:
اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ---”ALLAHu Nûru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ MISBÂHun, el mısbâhu fî zucâcetin, ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durriyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), NÛRUN ALÂ NÛR (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle li’n- nâsi, vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, göklerin ve yerin NÛRu’dur. O’nun NÛRu, içinde MİSBAH (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübârek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. NÛR üzerine NÛRdur. ALLAH dilediğini NÛRuna hidâyet eder (ulaştırır)..”(Nur 24/35)
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ ---”Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humu’s- sıddîkûne ve’ş- şuhedâu inde RABBihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbu’l- cahîm (cahîmi).: Ve, ALLAH'a ve O'nun Resûl'üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve şehitlerdir. RABB'lerinin yanında onların ecirleri ve NÛRları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.”(Hadîd 57/19)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمِنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِن رَّحْمَتِهِ وَيَجْعَل لَّكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ---”Yâ eyyuhâllezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vALLÂHu GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Ey iman edenler! ALLAH'a karşı takvâ sâhibi olun. Ve O'nun Resûl'üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için, onunla beraber yürüyeceğiniz NÛR kılsın (versin). Ve sizi mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Ve ALLAH; GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.”(Hadîd 57/28)
---Câbir radiyallahu anhu.:“Yâ Resûlullah!. Anam-babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu.:”Ey Câbir! Her şeyden önce ALLAH’ın ilk yarattığı şey senin Peygamberinin NÛRudur. O NÛR, ALLAH’ın Kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne ateş/Cehennem vardı. Ne Melek, ne Gök, ne Yer, ne Güneş, ne Ay, ne Cin ve ne de İnsan vardı.
ALLAH mahlukları yaratmak istediği vakit, bu NÛRu dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından Kalemi, ikinci parçasından Levh’i (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın Taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsî’yi, üçüncü parçadan diğer Melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan Gökleri, ikinci parçadan Yerleri, üçüncü parçadan Cennet ve Cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü.: Birinci parçadan Mü’minlerin basîret NÛRunu/iman şuurunu, ikinci parçadan -marifetullahtan ibaret olan- Kalblerinin NÛRunu, üçüncü parçadan Tevhidden ibâret olan Ünsiyet NÛRunu (Lâ İLâhe iİLLâ ALLAH MuhaMMedu’r- ResûLuLLAH NÛRunu) yarattı.” buyurdu. (İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibbân, El İhsân XIV-312/6404; Kastalanî, Mevâhibü'l-Ledünniye: 1/6; Krş. Aclunî, I/262-6)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:"ALLAH.: “Seni =>Kendi NÛRumdan, diğer şeyleri de =>SENin NÛRundan yarattım!.” buyurdu.” buyurmuştur. (Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibbân, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)
---Cenâb-ı HAKk TeÂLÂ, insanlığın babası Âdem aleyhisselâm'ı yaratmıştı. Başını kaldırıp bakan Âdem aleyhisselâm, Arş-ı A'lâda muazzam bir NÛR ile bir isim yazılı gördü.: “AHMeD.”
Merak edip sordu.: “Yâ RABBî, bu NÛR nedir?”
ALLAH TeÂLÂ.: “Bu senin zürriyetinden bir Peygamberin NÛRu’dur ki, onun ismi göklerde AhMed ve yerlerde MuhaMMed'dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!.” buyurdu. (Kastalanî, Mevâhibü'l-Ledünnîyye: 1/6)
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH.: “Sen olmasaydın ben kainatı yaratmazdım.” buyurdu.” buyurmuştur. (Aclunî, II: 164; Hâkim el Müstedrek, II: 615)
BEZM-i ELESt.:Cenâb-ı HAKk ruhları yarattığında "Ben RABBiniz değil miyim?" meâlinde: diye sorduğunda, ruhlar, "Bilâkis evet RABBimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest Meclisi" veya "Bezm-i Elest" tabir edilir. MAHŞER.:Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı. * Çok kalabalık. KÂMEt.: Namaza başlama işâreti, namaz kılmak için okunan ezân. CENk.:Harb, savaş.. MİHENk.: (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.. İRFÂN.: Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. İkrar. Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'ÂN Hakikatlarına vukufiyet. ERKÂN.: (Rükn. c.) Rükünler. Esaslar. Temeller.. Rükn.:Direk. Esas. Kuvvet. Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli. İKÂN.: İyi ve yakînen bilmek. Sağlam bir iş. Yakin hasıl etmek ve edilmek sûretiyle bilmek… MIH.: Atların nallaırıyla çakılan özel çiviler.. CEM’.: (c.: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.. DEM’.: Ân, vakit, saat.. AKd.: Anlaşma. Sözleşme.. NAKd.: (c Nukûd) Madeni para, akçe.. VAKd.: (Vakit) Zaman. Saat. Çağ..
KERBELÂ.: Irak'ta Seyyidü’ş- Şühedâ Hz. İmâm-ı Hüseyin aleyhisselâm Efendimizin meşhed-i mübârekleri/şehid düştüğü yer…
KuL İHVÂNim SIRr SERiLmez,
=>SERiLse=>SIRRa ERiLmez,
ÖLüLeR=>ÖLüR=>DİRİLmez,
SAĞLar=>HÜSEYiN HÜSEYiN!. CibriL =>Var Haber Ver SultÂN-ı Enbiyâya,
Düştü Hüseyin Atından Sahra-yı KerbeLâya.. aleyhumusselâm..
EBDâL:(Bedil veya Bedel. c.) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış Evliyâ zümresinden bir cemaat. Mâsivâ alâkasından mücerred, Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde fâni ve EN müstağrak olan zâtlar. EBRâR: (Berr. c.) Özü sözü EN doğru olanlar, hamiyetliler. EN Sâdıklar. EN İyiler. AHYâR:EN Hayırlılar. Dostlar. İyilik sevenler. (Eşrar'ın zıddı) AHRâR:(Hür. c.) EN Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. Hürriyetçiler.
ESFEL-i SEFiLîN.: Sefillerin en sefili. Cehennem'in en aşağı tabakasındakiler.. ESFELîYyet.: Aşağılık, âdilik, alçaklık.. İLLîYye.: (Ulliyye) En şerefli, yüksek.. İLLîYyîn.: (İlliyyûn) (Aliyyu. c.) CeNNetin en yüksek tabakası. Âhirete giden tam Kâmil Mü'minlerin yeri. Hafaza Meleklerinin divânları ismidir ki, sâlihlerin amelleri oraya yükseltilir. Âhirette yüksek dereceye, Dergâh-ı Rızâya en yakın olan derecedir..
ŞE’ÂNULLAH.: KüLLî Şeyi Yaratan ve ZÂTı bir şey OLmaktan ve yarattığı bir şeyi bir daha kullanmaktan Münezzeh OLan ALLAHu zü’L- CeLÂL’in herÂN Yeniden Yaratış sebbehası.. SÜNNETULLAH.: İlâhî kanunlar. * Kanun, âdet. ÂDETULLAH.: (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen ALLAH'ın Emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer Adetullahdır. "Âdetullah" yerine "tabiat kanunu" demek yanlıştır..
KÛN feyeKÛN.:OL!. hemen OLur..:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ “İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: O (Allah), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.”(Yâsîn 36/82)
(d. 1209, Nişabur - ö. 1271, Nevşehir); Mistik, Seyyid, Mutasavvıf , ÂLim, KâmiL, Ârif, Âşık..
Horasan Melametîliğinin önde gelen temsilcilerinden Yusuf Hemedani'nin öğrencisi Hoca Ahmed Yesevi tarafından kurulmuş olan Yesevîlik tarikâtının Anadolu'daki en fa'al uygulayıcısı konumunda 13. yüzyıl Anadolu'sunun İslâmlaşma sürecine önemli katkılarda bulunarak adını “Horasan Erenleri” olarak anılan şahsiyetler arasına yazdırmıştır.
Lokman Parende'den ilk eğitimi almış ve Hoca Ahmed Yesevî (1103-1165)'nin öğretilerini takip etmişti. Bundan dolayı Yesevi'nin halifesi olarak kabul edilmektedir. Anadolu'ya geldikten sonra kısa zamanda tanınarak kıymetli talebeler yetiştirdi. Hacı Bektâş Velî kendisinin de bağlı olduğu "Ahilik Teşkilâtı" ile, Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde Anadolu'da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur.
Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük/Hacıbektaş’ta geçiren Hacı Bektâş Velî kaddesallahu sırrahu, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir iİine bağlı Hacıbektaş İlçesinde bulunmaktadır…
HeR ÂN Şu ÂNŞE’ÂNuLLAH=>KÜLLî ŞEYyHAYyu’L-HAK’ında,
NE GELen VaR.. NE GİDen VaR.. SEHER SEYRin=->ŞAFAK’ında,
YAŞAmayana>NÂFiLe,
ANLAtamazsın LÂF iLe, CEVR-i CİHÂN=>ÇARk-ı ÇİLe.. ===>TeL TeL SAÇımın AK’ında!.
HEP SEVmişim==>YEKe-YEKi,
SEViLmişim===>TEKe TEKte!.
“ÇİLLe ÇEKTİRENLe=>ÇEK!.”i,
“İĞNE UCU->TEKk GERÇEK”te!.
KuL İHVÂNim=->HÂLde HALLar,
==>SAff İNCİLer==>SEDEFİnde!. YEdi KAtt GÖKkte->KARTALLar,
==>KAHPELerin==>HEDEFİnde!.
“HÖSstt!.” de BİRRee!.
TAVLA=>Özel bir platform üzerinde 2 zar ve 15 siyah, 15 beyâz taş ile oynanan iki kişilik bir oyundur..
Tavladaki;
Karşılıklı altişâr hane =>12 ayı,
15 beyâz ve 15 siyah pul =>Âyin 15 gece ve 15 gündüzünü,
Karşılıklı on ikişer hane de =>Günün 24 saatini temsil eder..
Tavlada, 4.500 civârında hamle ihtimâli bulunduğundan oyunda ustalaşmak önemlidir. Ancak ”ZAR”ın ->ŞANsı simgelemesinden dolayı şans faktörü de kendisini hissettirmektedir..
Osmanlı Devleti'nde 1400'lü yıllarda Türklerde tavla oyunu yaygınlaşmıştır. Osmanlı'nın yükseliş döneminde tavla çok büyük bir önem taşımaya başlamıştı. Günümüzde tavla geleneği Türklerde devam etmektedir.
Türkiye'de çok yaygın bir oyun olan tavlada usta oyuncular bir gelenek biçiminde zar kombinâsyonlarının Farsçadan Türkçeye geçen isimlerini kullanırlar.:
ZaR YÜZLeRin İSiMLeRi.:
1-1 =>Hep Yek
2-2 =>Dubara;
2-1 =>yek-i dü;
3-3 =>Dü Se;
3-2 =>Seba-i Dü;
3-1 =>Se Yek;
4-4 =>Dört Cihâr (“Dört Caar” gibi de okunur);
4-3 =>Cihâr-ü Se (“Caar-i Se” gibi de okunur);
4-2 =>Cihâr-i Dü (“Caar-i Dü” gibi de okunur);
4-1 =>Cihâr-ı Yek (“Caar-i Yek” gibi de okunur);
5-5 =>Dü Beş;
5-4 =>Cihâr-ü Penc (“Caar-i Penc” gibi de okunur);
5-3 =>Penc-ü Se;
5-2 =>Penc-i Dü;
5-1 =>Penc-i Yek;
6-6 =>Dü Şeş;
6-5 =>Şeş Beş;
6-4 =>Şeş Cihâr;
6-3 =>Şeş-ü Se;
6-2 =>Şeş-i Dü;
6-1 =>Şeş-i Yek..