DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

EVLİYÂULLAH’tan,
DOKTOR MÜNİR DERMAN’ın MEKTUPLARı..
İKİNCİ KISIM..


Yazan.:
Emekli Kimyager
Ahmet Kılıçaslan
1993..


Resim
MÜBÂREK HOCAM,
Opr. Dr. Münir Derman Hazretleri (kaddesallahu sırrahu Rahmetullâhi aleyh
’in Mektublarına başladım. ALLAH celle celâlihu yardımcım olsun!. Âmin!..

Bismillahirrahmânirrahîm..


12.8.1975 Ankara..
Dr. Münir Derman'a mektup, AImanya'ya gönderilen bu mektubum "BOMBOŞ” kitabımda yayınlanmıştı önemine binâen buraya da alıyorum. Buyurun okuyun efendim!..


Resim
CANIM HOCAM’a!..

Duruşları güzel,
Gülüşleri güzel,
Seslenişi güzel,
Söyleyişi güzel,
Bağırması güzel,
Çağırması güzel,
Ağlaması güzel,
Tebessümü çok güzel,
Nâtıkası kuvvetli.
Nasihati tatlı,
Kerâmeti saklı..
Herkesten çok farklı,
Suâl soramassın.
Yanında duramassın,
Arasan bulamassın,
Bulsan varamassın,
Yetişsen alamassın..
Bir hâl oldu bana,
Sarıldım Hocam sana,
Kokladım doya doya,
Göz yaşı döktüm kana kana..
Hocam; size ne yazsam az,
Çünkü, sizi sevmiş Mutlak-ı Feyyâz
Zâtında gördüğüm sâdece naz.
Bağışla Hocam beni bağışla,
Hâtâ ile kusur var ise sakla,
Hasretimden geldi, bunlar dilime.
Hasretle sarıldım bende kaleme,
Selâm sevgi hürmet bizden,
Bunları kabul buyurmak sizden..
Her iki elinizi öpmek bizden?
Öptürmek lütfunu kabul sizden..
Sıhhat saâdet dileriz ALLAH'tan,
Yengemize dâim şifâlar HAKk’tan,
Gül kokan gülümüzde, alsın hayırlı nâsibin
ALLAH’ın İzniyle iki cihandan..
Gurbet sizde,
Hasret bizde..

Oğlunuz
Ahmet Kılıçaslan..



7.8.1972 den önce, gördüğüm bir Rüyâmı Hocam’a yazmıştım.
7.8.1972 tarihli mektubla Almanya'dan cevab geldi mektubu aynen aşağıya alıyorum.:


Resim
07.08.1972
Almanya..


Efendim;
Mektubunuzu aldım. Rüyânız kendi hâlinizi açıklamaktadır.
Sünnet-i Yefcüriye uymuşsunuz. Fakat HAKk YoLu’nda, ferâizde, biraz noksan mevcut bundan dolayı şüpheyi bırakmıyorsunuz. Samîmi olun endişeye lüzum yok. Akıl ile her işte karışıklık yapıyorsunuz. Aklı bir tarafa bırakın.
Rüyânız bir müjdedir. Bazı eksikliklerinizi tamamlamak mümkündür sabrediniz...

Münir.. İmza..
12.10.1972
7550 Rastatt
Almanya..


Resim
Muhterem Ahmet,

Mektubunu aldım, çalışıyorum, sizlerden uzak cesedim ama, ben dâimâ yanınızdayım. İçiniz dolu, kolay kolay boşalmaz. Dâimâ duâ ediyorum.
Mihneti dünyada kendime arkadaş yaptım ve dertlerimi severim. Kader bizi buralara attı ne yapalım Maddî ayrılık beni etkilemez gönülden ayrılmalar zordur. İlerde ne olacak bilmiyorum ve bilemiyorum. Gelişimle iyi mi ettim, fenâ mı ettim onu da kestiremiyorum. Fakat buna mecburum, sağ kalırsam muhakkak muvaffak olacağım..
Sizleri unutmayacağım. Siz de beni...

Zaman çabuk geçer. Bir gün bakarsınız, karşınızda işte “ben geldim!” diyeceğim.
Dertlerimi acılarımı kimseye açmam. Bunları kimse bilmez. Bilen tek bir kişidir. Dert paylaşmasını bilen tek bir kişi...
Belki çok azını, ancak dışarı sızmasına imkân olmayanlardan, sezenleri de olabilir. Bahtsızlığı senelerdir arkadaş edindiğimi, vatanımdan ayrıyım artık yaşlanıyorum. Genç yaşın idrak edemeyiceği derdime doyum olmaz bir yalnızlık içindeyim.

Kendimi bileliden beri, sükûn ve rahatlık bulmak, nâsib ve kaderini ALLAH bize vermedi.
Maddî imkânsızlıklardan, imkân cefâsı içindeyim. Birçok dertler, bu durumlar, beni yoksulluğum içinden, yalnızlığın verdiği ıztıraptan zevk alma gayretine götürüyor..

Velhâsıl Ahmet Oğlum;
Dertleri anlatmak zor. Her hâlimde bunları görmek mümkün...
Vazifelerinize devam edin, ben yanınızda imiş gibi.
Burada içecek su yok, derdim bu...
Bizim Eskişehir'de çocuklarımı ara sıra yoklarsanız memnun olurum.
Bedriye, Fazilet, Adâlete selâmlar Yaşarın gözlerinden öperim.
Senin de gözlerinden öperim oğlum..

İmza..

Resim
Muhteremler;

Mürşid, Tasavvuf ile uğraşan değildir. Tasavvuf şuurunu tahammül hâline getirendir.
Mutasavvıf, yaşar.. Tasavvuf peşinde koşan, tasavvuf yapan, tasavvufî kitaplar okuyan, tasavvufî sözleri seven, bunları öğrenmek peşinde koşan ise, mutasavvıfâne yaşadığı hayatın üstünde zihin yorar.

Mürşid; iki dünyanın da alâka menfâatlerinin de dışında, müridinin Rûhî formasyonunu (şeklini) yapan, yaparken de almadan veren bir gözcü, işâretçi tasfiyecidir... ki, müridin rûhunu kendi aslına biad ettirerek Hâliyk-Mahluk ikiliğini ortadan kaldırır. Bu sûretle müride himmet eder..

HİMMET; Müridi, nefsi ile dünya sevgilerinden soyar. Belâ ve sıkıntıların insanı temizlediğini, başka vazifeleri olmadığını, müride Mürşid, himmet yolu ile öğretir.

Meselâ, duânın bir çekişmek olduğunu öğretir. Yâni sana seni öğretir ve kıymetini yükseltir, bilgini sana kaybettirir. Mürşidin yardımı ile müridin makâmı yükseldikçe, mürid halk gözünde küçülür. Yıldızlar da böyledir. Kabahat kimsede değildir. Yıldızda mı kabahat hayır, halkta mı hayır. Bütün kabahat tam anlayıp göremeyen gözlerdedir.i

Mürşid, ibâdetin ecir ve sevab için yapılmadığını ancak, yanaşmak için olduğunu, tereddüd ve şüpheden tamamiyle âli olarak öğreten kimsedir..

Mürşid, müride yanaşmak için evvelâ kâlb hazinesinden aşılar yapar, sonra da mürid tahammül hududuna geldiği zaman gayb hâzinesinden.

Gayb hazinesini müride açmadan evvel, evvelâ ALLAH’ın verdiği dert ve belânın, bedâva olmadığını söyler, gösterir ve sabır tavsiye eder. Koyun gibi kendisine teslim olmasını ister. Dünya malının ALLAH Muhabbeti'ne engel olmadığını sana anlatır. Fakat dünya malına en küçük muhabbetin ALLAH Muhabbeti'ne engel olduğunu anlatır. Bu şu demektir: ALLAH Muhabbeti, Cenâb-ı HAK’kın Kendisi gibi, yâni şirk-ortak kabul etmez..

Bütün müridinin murâdı Sultân olmalıdır. Sultân sana mührü verinceye kadar, mührü vermezse üzülme!. Bu seni yanına almak istiyor demektir. Sultânın yanında olursan zâten sana iş vermez. Yorgunluktan da üzülmezsin.
Sana; temiz vicdânın varsa, onu ferâhlatan şeye sevab, içini kemiren şeye de günah isminin verildiğini öğretir. O zaman Cennet ve Cehennemin hikâyeleri kafadan silinir. Korku sevgiye çevrilir. Bu sevgi, yâni Heybet-i İlâhîye’den bahsedildiği zaman, bu heybetten dolayı insan bayılır, düşer. Bu esrâr Cenâb-ı HAKk tarafından gizlenmeseydi insanlar bir birinin yanında bile duramazlardı..

Mürşid, aynı zamanda kaza ve kaderin, çâre âlemini daralttığını sana öğretir. Kaza ve kaderin, demir ve mermeri bile erittiğini, su hâline getirdiğini gösterir. Zirâ ALLAH İŞİ'nde geçmiş, gelecek yoktur. ALLAH Yanı’nda ne sabah var, ne akşam vardır. Bir Velî’nin bir Hakiki Mürşid'in, hakiki yönü açığa çıksa, ona ibâdet etmeğe başlanır..
Bu lâkırdılar da rast gele kimsenin kulağına girmeden yana çok yücedir.
Hakiki Mürşid, baştan ayağa kadar SÜNNET-i RESULÜLLAH'tır.
Ateşin yakmadığı eşref saatin sırrını öğretecek bir usta ara..

Derman..

Resim
Biraz konuşalım;

İnsan kelimesi Arapçadır.
Meselâ, insan, hayvan, nebat deriz.
Bu kelimeler ALLAH'ın Yaratıklarının cinsleridir.
Âdem kelimesi ise, Âdem'in Rûhî Hamulesi’ne verilen isimdir.
BEN insanı topraktan halkettim. Sonra ona Rûh nefhettim. Âdem'e Meleklerin secde etmesi emrolundu.

Âdem cennetten atıldığı zaman.: Yâ RABBî ben, nefsime zulmettim!” dedi. Bu işi Rûh’a yâni ALLAH'a isnad etmedi ve ALLAH afvetti. Burası çok ince bir noktadır. Onun için Âhiret Âlemi, Rûh Âlemidir. Cesed Âlemi değildir. Şeytan Rûh’a musallat olamaz. ALLAH’a isyan olur. Nefse musallat olur. Nefis, cesede bağlıdır. Bunları ayırmak için “AKıL” vardır..

Akıl, insanlara, doğru-yanlış terâzisi olarak verilmiştir. İnsan cesedine Rûh girdi mi, onun hürmetine ona “Âdem” İsmi verilmiştir?
"El insânü sırrî ve ene sırreh" İnsan BENim Sırrımdır, hünerimdir, BEN de o’nun sırrıyım, beni bu cesedle bilemez, fakat Rûh bilir BENİ. İşte bunu sezen bilinemeyen, anlaşılamayan gayba inanan Mü'mindir.

'Lâ yükelllfullahü illâ nefsen vüsahâ” .. ALLAH, tahammülün dışında maddî ve mânevî yük vermez, Nefsin tahammülünden fazla yük vermez. Buradaki Nefis, hangi Nefisidir. Bunu hele düşününüz. Bu lâf boş değil anlamağa çalış. Bu söz ALLAH Hakkı için doğrudur. Nefis, cesede bağlıdır. ALLAH, Rûh ile alâkadârdır. Cesedle değil. İnsana serbestiyet veriyor. Rûh'u lekelememesi için de Resûller ile Kâideler, Emirler gönderiyor. Bunlar, bu işin sigortasıdır.

Kendinizi üzmeyin!. Yaşar, Ahmet, Remzi Beylerle dâimâ buluşun, konuşun, ben yanınızda olurum... Buralarda benim çilem var..

ALLAH ömür verirse o çileleri de tamamlamak her halde emrolundu.
Ömrüm çile ve dertlerle dolu geçti. İnşâallah son çileleri çekiyorum.
Benim bütün vaazlarım, muhtelif kimselerin teyp makaralarındadır.
Onları bir himmetle toplayıp bir külliyat yaparsanız, ecir almış olursunuz.
Onlarda bir çok şeyler gizlidir. Tekrar tekrar dinlemek lâzımdır.
Toprakları, vatanımı, çocukları, hayvanlarımızı, nebatlarımızı, herşeyi çok özledim. Fakat kader böyle yaptı...
Cesedimle buradayım, Rûhumla vatanımdayım.
Yaşar'ı, Remziyi, Ahmedi çok özledim. Sizi de...
Cenâb-ı HAKk vatanımızı muhafaza buyursun.
Büyükleri ile, küçükleriyle payidâr etsin.

Platting 22.3.1973
Selâm ve duâlarımla,

Dr. M. Derman..


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Şeyh AHMED..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

16.05.1973..

Konturatım bitti.. Başka yerde iş buldum. Oraya geldim. Bu sefer çalışma müsâadesi vermediler. Şimdilik iş aramaktayım.
Münih'e yakın, misâfirperver Ferdi Beyler’de kalıyorum. Şimdilik adres Ferdi Bey’indir. Telefon da oranın telefonudur.
Adres şu.:

Ferdi Ülgenâlp
Carl Diem Sts. 12/63 8051
Neufahren (Freising) DEUTSCHLAND
Telefon: Neufahren 08165/7383 dür..


Kitapların 10 tanesini gönderdiler. İstanbul'daki bıraktığınız yer henüz göndermedi. Onları oradan aldırın... Ferdi Bey’in adresine Posta ücretini ödemeli gönderebilirsiniz. Bandları Ferdi Bey alıp münâsib vasıtalarla göndereceğini söyledi... Yurdanur'un Pederi’nin vefâtına üzüldüm. ALLAH’ın Emri. İslâm'da baş sağlığı dilemek olmaz. Emre i’tiraz olur da... Onun için tâziyet yapamıyorum. Hâtıralarımızda yaşamaktadır..

Fâkirlik, ALLAH’ın İşi. Pislik, kulun işidir. Bir türlü birinci işten kurtulamadık. Demek ki, rızkım kıt kanâat bu kadarmış... Ne yaptım ise muvaffak olamadım. Bu dünyada çocukları rahat ettirmek için... Onlar da mihnet ve yoksulluğa benim zorumla alıştılar... Yaşlanıyorum, hem de yaşlandım... Çalışmak gücümün yavaş yavaş söndüğünün farkındayım. Kaderim bu imiş. Bakalım başka iş bulabilecek miyim.., Çocuklarım da bu yüzden muhaceret hâlinde,.

Dâima aranızdayım... Beni görenler varmış. Yaşar’a sormuşlar... Döndü mü diye... Bu şunu ifâde eder ki dâimâ sizleri düşünüyorum. Lâkin haberim olmadan oralarda dolaşıyorum, bunu HAKk bilir...
Bunları; nefsinin tekmesinden kurtulup içine dönen anlar. Yaşar’ı, Ahmet’i, Remzi’yi, Yurdanur'u, sizi çok göreceğim geldi. Bu duygumu tatbik için gizlice gelip gidiyorum. Belki örtüm açıldı da habersiz görmüşler. Bugünkü zamanda bunlardan bahsetmek, gülünç, inanılmaz, hayal veyâ (Bersam)dır. Lügate bakarsanız bu kelime için... Araplarda böyle denir... Beynelmilel dilde (Hallucination) işte o kadar... Velîlerden bu hâl zuhur eder ammâ... Bizde ne gezer Velîlik... “Ben uçmam, müridlerim beni uçurur!.” demiş mahkemede Hakikî bir Velî eski zamanda...

Halüsinasyon veya Varsanı.: Bir duyu organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, kişinin sadece kendisinin duyabildiği, görebildiği, dokunabildiği ve koklayabildiği, gerçek olmayan duyuların algılanmasına veya sanıların alınmasına verilen isimdir..

Çilemden, yoksulluğumdan, derdimden ve acılarımdan acı duymuyorum. Alıştım onlara... Başkalarına çile çektirdiğimden çok zebun hâle geliyorum... Karım, kızım, gülüm... Öldüğümde bu çileden kurtulurum ammâ, onları tekrar çile ve üzüntüye gark edeceğimden, bu üzüntüm ötede de devam edecek. Çileden çile çıkıyor, dertten dert doğuyor... Bunlara i’tiraz şeklinde ALLAH beni imtihan etmedi ki bileyim bunları... Bunları size bahsetmem de bir çile, bir dert veriyor bana... Siz DUÂ edin bana... Nereden girmişim bu yola çocukluğumda bilemiyorum... Ben de diğer insanlar gibi olsaydım keşke... Ne rahatım var ne zevkim. Yemek bile yemiyorum günlerce. Sevdiğim SUyu bile bulamıyorum. Son kebap yemiştim, Yaşar-la, Ahmet-le.. 9 aydır et görmedim... Senelerce aç kaldım, açlıkla alıştım. bulduğum zaman da artık yemek istemedim. Yemek ve yememek bir oldu gitti..

Sabri Türker Bey'den mektup aldım. Çok memnun oldum. Garip bir söz var mektupta.: “Hoca mektup istemiyor, rahatsız oluyor!.” sanmış... Ben onu çok severim, Kardeşim’dir o’na söylerseniz memnun olurum. Mektubuna cevap yazacağım.
Bu mektup hepinize yazılıdır. Onun için diğerleri gücenmesinler bana..

Yurdanur, Yaşar, Ahmet, Remzi ve siz... Yaşarın Annesi’ne selâm ve hürmetlerimle. Bana DUÂetsin... Yaşar’ın başından HAKk o’nu eksik etmesin.. Yaşar rüyâsında bana niçin serzeniş ediyor. Benim de onu çok göreceğim geldi... Sabretsin…

Yavrularım, ALLAH’ın İzni ile sizlere emânettir. Bundan çok memnun olurum. Güler yüz gösterin onlara...
ALLAH da, sizi memnun eder. Resulullah Efendimiz size muîn olur. . .
ALLAH'a kasem ederim ki onlara yapılan muâmele mikroskobik amma gözüm hâlâ yaşlı... Şikâyet etmeden, üzülmeden, kırılmadan, yaşımı kurutmamak için her ân cehd sarfediyorum. Onun için...
Korkuyorum, hem de çok. Yavrularıma yapılan küçük bir hareket ALLAHın bir tokadına maruz kalmasın... DUÂm budur, ALLAH korusun... Yaşımı göğe göstermemek için her ân başım gözüm yere bakıyor...
Hepinize bütün mânevî ve maddî varlığımla DUÂ ettiğimi aklınızdan çıkarmayın. HAKk bir gün mükâfatını verecektir sizlere...

Hepinizin gözlerinden öperim.
DUÂlarınızı bekler, muhabbetlerimi gönderirim.

Dr. Münir Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

05.01.1974
Oğlum Ahmet;
Mektubunuzu aldım DUÂ eder hürmet ederim. Yaşar'a uzun bir vaaz yazdım, iki ayrı mektupta, Sen, Yaşar, Remzi, Abdulkâdir Beyi de bulun, Basri Bey size okusun. Artık sizlere bir şeyler söylemem zamanı yaklaşıyor. Onları hiç unutmayın, sizlere benim bırakabileceğim iyiliklerinize karşı gelmez ama kıymetli nasihatlar olduğunu bir gün fark ederseniz.
Hepinize selâm ve DUÂlarımı gönderir. Gözlerinden öperim. Yengeniz de selâm eder. Hüdâ’ya emânet olun!.
İmza..


Resim
06.02.1974
Yaşar oğlum;
Mektubunu gazetelerin arasında aldım. Haberlerine teşekkür ederim. Son gönderdiğim tavsiyelere riâyet etmenizi isterim.
Sana, Ahmet'e, Hüseyin'e, Remzi'ye, Şevket, Kasım Can, Nizamettin Beyler’e selâm ve DUÂ ederim. Mukâbilen DUÂ larınızı beklerim. Vâlide Hanıma selâm ederim DUÂ larını esirgemesin. Yavrularım ALLAH'a ve size emânettir?.

Hükümeti kurdunuz. Aman siyâsetle uğraşmayın. Bunu sizden tamamiyle yasak ederim. Böyle düşünceler beni üzüntüye sokar. Tavsiyelerimi tutarsanız beni çok memnun etmiş olacağınızı unutmayın...

Neleri yaptığınızı, neleri yapmadığınızı ben biliyorum. Ammâ... Yüze vurmak âdetim değildir. Birden bire beni soldurursunuz... Gurbette ne hâlde olduğumu bilemezsiniz..

ALLAH'ın Takdiri böyle imiş. Beni buralara attı. Çile Emri bitinceye kadar bu devâm edecek. Hayatta kalırsam.. Yengen çok zayıf, zavallı mübârek Kadın’a çok üzülüyorum. ALLAH şifâ ihsân etsin...
Senelerce benim dertlerimle, çilelerimle, yoksulluklarımla arkadaş oldu. Bir “of!.” dememiştir. HAKk o’ndan râzı olsun. Tam mânâsıyla bir Hâtun’dur. ALLAHım eksik etmesin!.

Âhir Zamanda olduğumuzu kat'iyyen unutmayın. Kendi içinize çekilin, yalnız dışınız görünsün. Dedi kodu etmeyin, hiddet etmeyin, münâkaşa etmeyin, öfkelenmek Devr-i Dünyâ yüzünden çoktan geçmiştir. Bunlardan bir şey çıkmaz... Sözlerimi dinleyin ALLAH Hakkı için doğrudur. Benden sonra bu sözleri kimseden işitmiyeceksiniz. Ben geldim gidiyorum.. Sonra başınızı taşa vurursunuz..

Hırsa kapılmayın... Sonu yoktur. Küçük değilsiniz. Bir çok sözler dinlediniz. Kitaplar okudunuz. Güzel, güzel içten sohbet edin... Bir birinizi sevin... Yaparsanız başladığınız zaman ben aranızda yokum. O zaman bana DUÂ edersiniz...

Dâimâ ALLAH'ı ANın... Resul'ü Ekrem'e çevrilin. Namazı terk etmeyin... Abdestli bulunun... İsraftan kaçın... Sabırlı... Beni mennun edersiniz. ALLAH ve Resul-ü Ekrem'de sizlerden memnun olur. Hepinize DUÂ ve niyâz ederim. Yengen ve Ben Hürmetlerimizi göndeririz!. ALLAH'a emânet olunuz!.
Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Muharrem 9 Cuma
1.1.1974 (İdstein)
..

"ALLAH'ın Kudretinden şüphe etmek küfürdür.” (Hadis)
İmân tam olduğu zaman isbat yoktur. Sır buradadır. Kalbinde ALLAH'ın gölgesini görmeğe çalış.
Öyle gözler gördüm ki, bakarken nâ-mütenâhi uzak bir yıldız dünyasından bakıyordu. Alçıdan heykel gözleri gibi bu dünyaya ait her şeye kapalı, bambaşka bir dünyanın seyircisi gözler... Anlatılmazın ta kendisi gibi...
ALLAH, dünyamızdan bu gün çekilmiştir. İrşâd etmek kuvvetim olsa idi meydanlarda gezerdim. amma... Artık âhir zamandayız. Fâidesi de yoktur.
Adımı sormayın!. İsmi ne yapacaksın!. Kendi kendimizi gaybetmemek için konmuş bir yaftadır... İNSÂNlar, cemiyetler, toplumlar kendilerini kaybetmişlerdir.
Geçenlerde Hızır'a tesâdüf ettim. Ağlıyordum. Kendi kendime yürürken yaprakları dökülmüş, karlı bir korulukta, Hastane’ye geliyordum. Daha karanlıktı ortalık... Müheykel.. Beyaz saç ve sakallı, nuranî mübârek bir zât...
Bana Türkçe olarak.: “Ne ağlarsın oğlum, bu küfür diyârında!. İNSÂNın nisbetinde iftihar edeceği iki şey vardır. TOPRAK ve SU... Toprağı, küfürle yoğrulmuş, Cesedlerle doldurdular... Lokmaları haram ile yıkadılar. Mideleri ciyfe ile dolu... Kavm-ü Lût utanır bunların yanında... Ağlama, Takdiri İlâhi böyle... Önüne geçilmez!.
Beşerin felâketi yakındır. Gayretine dokunuyorsa çekil buradan âfet, nöbet bekliyor hemen gelir... Amma buraya niçin geldiğini biliyorsun. Takdire bırak... Sakın bedDUÂya gitme... Bunları bilirsin. Tahammül, derde acıya kuvvetine tahsin olur... Bu asırda isyanın ne doğuracağını bilenlerdensin... Âferin!.”
dedi ve kayboldu..

Resim
Müheykel.: Heykelleşmiş. * İri vücudlu ve sağlam..
Tahsin.: (Hısn. dan) Kale gibi sağlamlaştırma. * Muhafaza altına alma..
Ciyfe.: Cife. Kokmuş et, ölü hayvan, leş..
Nâ-mütenâhi.: f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz.
Lût aleyhisselâm.: Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lût (aleyhisselâm) onunla beraber Bâbil Diyârında Şam Yakası’na geçmişti. Sodom Nâhiyesine Peygamber oldu. Bu Nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. (kadınları bırakıp, oğlan çocuklarına musallat olurlardı.)
Lût aleyhisselâm, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve çok nasihat etti, kabul etmediler. Cenâb-ı HAKk da onların başına taş yağdırdı ve zelzele ile köylerinin altını üstüne getirdi. Cümlesi helâk oldu. Yalnız Lût aleyhisselâm Ehl-i Beytiyle geceleyin içlerinden çıkıp kurtuldu..


Resim

Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAH'ın Kudretini açıkça ilân eden Âyet-i CeLîLeRden bazıları.: Âl-i İmrân 3/6; En'âm 6/18,61,96; Ra'd13 /13,16,60; Hac 22 /74; Rûm 30/27; Zümer 40/5); Mü'min 41/67; Fussilet 41/39; Şûrâ 42/19,29; Zuhruf 43/9; Kaf 50/8; Zâriyât 51/20,47,58; Rahmân 55/30; Hadid 57/17; Mülk 67/2..


هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاء لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Huvellezî yusavvirukum fî’l- erhâmi keyfe yeşâ’ (yeşâu), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: O, size, rahimlerde, sünneti, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun biçimde, şekil, çehre ve vücut hatları verendir. Hak ilâh yalnızca O’dur. Kudretli, hikmet sâhibi ve hükümrandır.” (Âl-i İmrân 3/6)

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
“Ve huve’l- kâhiru fevka ıbâdih (ıbâdihî), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: O kullarının üstünde her türlü kudret ve tasarrufa, otoriteye sahiptir. O hikmet sahibi ve hükümrandır, gizli-açık her şeyden haberdârdır.” (En'âm 6/18)

مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
“Mâ kaderûllâhe hakka kadrih (kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz (azîzun).: Allah'ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka Kaviyy'dir (kuvvetli), Azîz'dir (yüce).” (Hac 22 /74)

اللَّهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ يَرْزُقُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ
“Allâhu latîfun bi ibâdihî yerzuku men yeşâu, ve huve’l- kavîyyu’l- azîz (azîzu).: Allah kullarına çok lütufkârdır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere rızık ve servet verir. O güçlü, kudretli ve hükümrândır.” (Şûrâ 42/19)

تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
“Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin.: Bunlar, Allah’a yönelen, Allah’ı ilâh tanıyan, yoluna baş koyup gönülden bağlanan, her kulun iyiliği, kurtuluşu için, basiretli davranarak görebileceği açık deliller ve öğütlerdir.” (Kaf 50/8)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
“Ellezî halaka’l- mevte ve’l- hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huve’l- azî zu’l- gafûr (gafûru).: Hanginizin daha güzel, daha değerli, devamlı bilinçli ameller işleyeceğini, işini daha güzel yapacağını denemek için dünyada ölümü, dünyada ve âhirette hayatı yaratan Allah’tır. O kudretlidir, hükümrandır, salih amel işleyenleri koruma kalkanına alır, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Uzun mesafelerin arkasından gurbetten sizlere SESimle GELdim, MERHABA!.:

Dertlerimden, endişelerimden, üzüntülerimden ayrılarak gece yarısından sonra sessizlik içinde, sizlere sesimle gelmek belki size bir ferahlık verecektir. Üzgün sesimde belki beni görebileceksiniz. Aranızdayım işte!.
Cesed ayrılıkları bir şey değildir. Rûh ayrılıkları elem vericidir. Onun için üzülmeyiniz...
Senelerin dertleri, yoksulluklar, haksızlıklar efrâd-ı âilemin çektiği ızdırap ve üzüntüler beni yıpratamadı.
Rızkım mahdud damla damla.. HAKk öyle irâde etmiş bunu... Bütün bunlara senelerdir alıştık. Normal bir şeymiş gibi geliyordu bize...
Dertlerimin, yoksulluklarımızın, acılarımızın, rencide edilmemesini yâni bunların yardım ile tahfif edilmemesine dikkat ediyorduk...
Bilmem ne hata işledik bunlar günün birinde yerinden sarsıldı. Dalgalandı, sallandık, perişân olduk. Ağladık, üzüldük, amma ne çâre.. Çâresizlikler içinde bulunan (bunalan), ihtiyaçlar içinde yüzene çâre ve ihtiyaç bir şey ifâde etmez...

Karımla konuştum, Kızımla hasbihâl ettim. GüLüm’le konuştum. Birlikte HAKka DUÂ ettik "âmin!." dediler... Erenler vâzife verdiler HAKk müsâade etti. Gayrete geldik...
Bilirim üzerinde düşünmem. Görürüm gözlerimi çevirip bakmam. Ne olacak biliyorum, görüyorum, telaşlanmıyorum, korkmuyorum. Takdir ne ise ona boyun eğmesini bilirim. Tedbir almak yıllarca evvel elimden alındı... İsyân etmedim. Olamam da..
Açlık, tokluk benim için mefhum deyil.. Yoksulluk, zenginlik düşünceleri bende bulunamaz... Birşeyler mırıldanmak istiyorum ammâ... Onu da mırıldanamıyorum... Üçler, Dörtler. Yediler, Kırklar geldiler. Zorladılar söylemedim derdimi, yoksulluğumu, acılarımı hâlimi onlara...
Hızır çıktı karşıma, dileğimi sordu, söylemedim... Utandım HAKk'tan... Hicâb duydum RESÛLü Ekrem'den...
Ben yalnız biriyim dünya yüzünde... Sırrımda benimledir. Boyun verir SIRR vermem. Benim sırrımda budur işte... Sırrım, İsmimdir. İsmim, Sırrım... İsim nedir ki zâten. Kendi kendimizi gaybetmemek için bir yaftadan ibâret...
Söz ve nasihatlarımda, vâızlarımda, yazılarımda ben gizliyim... Onları çok okuyun tekrarlayın... Bir gün sezersiniz belki de...
=>Tavsiyelerime riâyet ederseniz memnun olurum. Sonunda sizde idrâk eder mutlu olursunuz. ALLAH Hakkı için bu doğrudur.
ALLAH EN DOĞRUYU BİLENDİR..

Kapılmayın kendini göstermek peşinde koşanlara...
Dünyada ALLAH ile olmak, RESÛL'e bağlanmak ne kadar hoştur.
“Âhir Zamanda yola getireceğim. Fikrimi kabul ettireceğim!” diye çabalama çok dikkat et!. Âhir Zaman Peygamberi’nin Ümmeti OLduğunu unutursun... RESÛLü incitirsin aman sakın!..
HAKk’ın Murad ve Takdirine bozulma!..
O, EN GÜZELİNİ YAPANDIR...
Cenâb -ı ALLAH =>Es SABûR Esmâsı ile tecellî etmiştir bu zamanda...
Helâk olan kavimlerin yaptıkları bu günün kavimleri yanında hiç kalır, helâk etmiyor... Dikkat ederseniz..
RESÛLü Ekrem'in Şefik Kâlbleri üzülmesin diye!.

Bu Mektupta TENBİH, TAVSİYE ve TELKİN buyurulan HUSUSLAR.:

(Mektubu tefsir edenin anlayışına göre.)
Aman siyasetle uğraşmayınız. Bunu sizden tamamiyle yasak ederim.. =>Tenbih..
Âhir Zamanda olduğunuzu kat'iyyen unutmayın. Kendi içinize çekilin yalnız dışınız görünsün.. =>Tavsiye..
Dedikodu etmek, hiddet etmek, münâkaşa etmek, öfkelenmek devri dünya yüzünden çoktan geçmiştir. Bunlardan bir şey çıkmaz.. =>Telkin..
Sözlerimi dinleyin ALLAH Hakkı için doğrudur. Sonra başınızı taşa vurursunuz. Hırsa kapılmayın... Sonu yoktur.. =>Tenbih..
Güzel güzel içten sohbet edin... Bir birinizi SEVin.. =>Tavsiye..
Dâimâ ALLAH'ı anın... RESÛLü Ekrem'e çevrilin. Namazı terk etmeyin... Abdestli bulunun... İsraftan kaçının... Sabırlı olun.. =>Tenbih..
Beni memnun edersiniz. ALLAH ve RESÛLü Ekrem'de sizlerden mennun olur.. =>Temenni..
ALLAH'ın Kudretinden şüphe etmek küfürdür.. =>Hadis..
İymân tam olduğu zaman ısbat yoktur. Sır buradadır. Kalbinde ALLAH’ın Gölgesini görmeğe çalış.. =>Tefekkür..
ALLAH dünyâmızdan bu gün çekilmiştir. =>Dikkat ve ikaz..
Dertlerimden, endişelerimden, üzüntülerimden ayrılarak gece yarısından sonra sessizlik içinde, sizlere sesimle gelmek belki size bir ferahlık verecektir. Üzgün sesimde belki beni görebileceksiniz. Aranızdayım işte... Cesed ayrılıkları bir şey değildir. Ruh ayrılıkları elem vericidir. Onun için üzülmeyiniz... =>SEVgi, Tahassür ve Tefekkür..
Erenler vazife verdiler. Hak müsâade etti, gurbete geldik... =>Dikkat..
Üçler, Dörtler, Yediler, Kırklar geldiler. Zorladılar. Söylemedim derdimi. Yoksulluğumu, acılarımı, hâlimi onlara... Hızır çıktı kaşıma... Dileğimi sordu. Söylemedim. Utandım HAKk'tan.. Hicâp duydum RESÛLü Ekrem'den.. Boyun verir sır vermem. Benim sırrım da budur işte.. =>Mü’mine örnek ve ibret..
Söz ve nasihatlarımda, vâızlarımda, yazılarımda ben gizliyim... Onları çok okuyun tekrarlayın... Bir gün sezersiniz belki de... =>TAVSİYElerime riâyet ederseniz mennun olurum. Sonunda siz de idrâk eder mutlu olursunuz. ALLAH Hakkı için bu doğrudur.
ALLAH EN DOĞRUYU BİLENDİR...
Kapılmayın kendini göstermek peşinde koşanlara...
Dünyada ALLAH ile olmak. RESÛL’e bağlanmak ne kadar hoştur. Âhir Zamanda yola getireceğim, fikrimi kabul ettireceğim diye çabalama çok dikkat et. Âhir zaman Peygamber’inin ümmeti olduğunu unutursun... RESÛLü incitirsin aman sakın.. =>Tenbih..
HAKk’ın Murad ve Takdirine bozulma...
O, EN GÜZELİNİ YAPANDIR..
Cenâb-ı ALLAH =>Es SABûR Esmâsı İle tecellî etmiştir. Bu zamanda... Helâk olan kavimlerin yaptıkları bugünün kavimleri yanında hiç kalır... Helâk etmiyor... Dikkat ederseniz… RESÛL’ü Ekrem'in Şefik Kalblerj üzülmesin diye...

1-) Belâ ve dertlere, acılara üzüntü duymadan hoşnutluk içinde tahammül ve sabır.. =>Aksi: "ALLAH İnsÂNın tahammül edemiyeceği yükü vermez” Âyet-i Kerimesine inanç zâafı ve isyan: ALLAH'ın Takdirine karşı...
Hoşnutluk =>Sonunda bir şey beklemeden ->Takdiri-i İLAHÎ’ye teslimîyyet ve şükürdür. ..
2-) Dünyevî bütün arzuları, hırsları, haramları, sıkıntısız bırakmak... Bunalmadan, zorlanmadan...
3-) Belâları, dertleri, acıları normal gündelik hava ve gıda gibi, lâzım bir şeymiş gibi görmek ve kabullenmek.
4-) İ’tiraz, isyan, "of!." bile yok!..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim
Bunlardan sonra =>TEVHİD. Az uyumak, az yemek, kanaat, sabır. Şefkât, merhâmet İnsÂNdan hayvana, nebata, taşa, toprağa herşeye karşı... Hepsinin güzel tarafını görmek. Çirkin ve fenâ aslında yoktur. Bize karşı tecellînin, bizim noksanımızın görünüşü, duyuluşu öyledir. Çirkin yoktur. Fenâ koku yoktur. Pis yoktur. Hepsi ayrı ayrı bir tecellînin hikmet ve görünüşü, idrak edilişidir.
“Bunları yaparsam, sonunda şuna kavuşacağım, şöyle olacak!.” düşüncesi yok. Bir şey beklemeyeceksin!.
Şıh'ın seni dâimâ, yanında bile olmasan, görür işitir. Fakat ne söyler ne gördüğünü tenkid eder. Senin teslimiyetine ehemmiyet verir. Ondan sonra ne söyler, ne yap derse düşünmeden yap... Korkma sonundan... Onun himâyesindesin...

Arz-ı vâsi’ister isen gir Velî'nin kabzına,
Arş-ü kürsi’den geniştir bir Velî'nin âyesi...


Velâyet Makamı, NEBİ'likten yüksektir...

Sonra... Erbain, çile gelir.. Bunlar, RûH'un ile Nefis ve Cesedin savaşı ne hâldedir, onu ölçmek içindir. Sonra... Şıh, seni Halvete alır...
Bu yaptıklarının neye yaradığını, ne mertebeye çıktığını sana orada televizyon gibi gösterir... Hâlvetin bir zâhiri, bir de bâtını vardır.
Zâhirini Şıh sana gösterir, öğretir... Bâtının da dâimâ seninle berâberdir. Berâber bulunursun. Berâber yersin. Berâber içersin. Berâber seyahat edersin. Seni bir çok Mânevî Zâtlarla tanıştırır.
Kırkları görürsün, Yedilerle konuşursun, Üçlerle sohbet edersin, Dörtlerle mânevî irtibat kurarsın...
İnsâniyet ve Cesedinde bulunan Esmâlar başkalaşır...
Gözle EL BASîR tecellî eder..
Kulakla ES SEMî’ ortaya çıkar.
Uzaklar görülür, işitilir.. Her şeyi görürsün. ASLını =>ANLArsın...
Ondan sonra Şıh, seni tekrar hâlvete koyar, başka bir kapıdan çıkarır... Ondan sonra her şey başka renkte, başka şekilde, başka kokudadır...
Bu anlatılanlar senelerin, yılların sonunda tecellî eder veya etmez.
Ammâ, Şıh’ın kuvvetli, yâni hakiki ise ki, onun hiçbir iddiâsı yoktur. Kendisini “Hiç” bilir... O, bir nazar ile seni, yılların güç eriştireceği hâle, bir ÂNda getiriverir... Asıl “HiMMet”, işte budur ki, Şıh’ın SEVgi ve coşması sonunda ortaya çıkar.. Bu nazar, balığı havada, su dışında yaşatır. Hayvan, su içinde gıdalanır... Bu söylediklerim, hiç bir kitapta, yazıda yoktur. Hâlvet Diyârlarındaki yazılardan bir nebzedir. Bu lâkırdılardan bir damla bile kimseye söylemedim. Söylediklerim, kapalı, değişik, sohbet ve nasihatlerdir. Yazılarımızda, kitaplarımızda bunlar, kelimelerin içine gizlenmiştir. Dikkat edilirse kulağa bir şeyler fısıldar, akla bir şeyler aktarır...
Amma, okunanları amel hâline getirmek şarttır...
Sizlere, Yaşar’a, Ahmed'e, Remzi'ye, diğerlerine göründüğümüz gibi görünmedik... Yaşar ->yanımızda dilsiz, sessiz, sözsüzdür, boynu bükük, sabırlı...
Ahmet ->Hayran, mütevekkil, ümitli, mütevekkil, ammâ biraz korkak. Düşünceli, biraz da derdi mihnet ediyor kendisine...
Remzi ->Habersiz, ümitli, biraz şüphe içinde,
Basri ->Bir çok hurâfelerin, yalancıların, bilmeden te’siri altında kalmış, yolunu yapamamış, RûH'u ile AKLı mücâdele hâlinde.
Diğerleri =>Ümitli, şüphelerini henüz tamamiyle atamamışlar...

Bu lâflardan kendinize hisse çıkarmayın!. belki de bir imtihan suâlidir. Her ay gök ayına göre üç gün oruç tutun... Bir ricam daha var ->Sarmısak, soğan yemeyin!. Hiç olmazsa az yeyin!.
Tek kap yemek yeyin!. Çok uyumayın!. Mümkünse gece namazı kılın!. Abdestsiz tırnak, saç, sakal kesmeyin!.
Münâkaşa etmeyin!. Yalancı Âlim görünenlerin yanında münâkaşa etmeyin. Gülerek geçin!. Onlar gaflet içindedirler. Falan yerde büyük zât varmış gidip görelim, diye düşünmeyin. Dünya bugün reklam yapan, peşine bir sürü saf temiz, âşık İnsÂNları dâlâlete götürenlerle dolu!. Büyük Velî kabirlerini ziyâret ->yaşayan.: “Âlim ve Mürşidim!” diyenleri görmekten daha hayırlıdır..
Bizi SEVenlere, SEVer görünenlere selâmımız olsun...
Gücenmek, buğzetmek, darılmak gibi şeyleri bize öğretmediler.
Hepinize ayrı ayrı her namazda DUÂ ediyorum. HAKk Şâhid ve Esmâ'dır...
Siz de bana DUÂ ederseniz hoşnud olurum..
Hepinize sıhhat ve âfiyet dilerim!.
Makâmım varsa, bir kıymetim varsa, bilmiyorum, bu kuvvetle DUÂ ederim. ALLAH makâmınızı yüceltsin...
RESÛLü Ekrem'in Ruhânîyyetiyle temas imkânlarınızı nâsib etsin... Size gurbetten selâm, SEVgi ve Hürmetlerimi gönderirim Muhteremlerim..
Dr. Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Devamla.:
ALLAH zikredildiği yerde, Kur’ÂN okunduğu zaman İlâhî Tecellî olur. Fakat bu görünmez, görünmekten münezzehtir.
Bu, GAYB'dır. Gayb =>görülemeyen değil =>görünmeyen tarafa verilen isimdir. Zirâ, gayb mevcûddur. "Yü'minune bi’l-gayb”
Bunları görmek, ancak haramı bırakmakla olur.
Haramı bırakmak farzdır; şirk yolunu bırakmak farzdır. Farz, yapılması mecburî değildir. ALLAH Rızâsına kavuşmak isteyenlere mecburîdir. İNSÂN, inkâra kadar serbest bırakılmıştır,
Her türlü hâllerde mânevî hâllerde ibâdetlerde huzur bulunamıyorsa =>Bunda haram lokmanın payı çoktur.
İLAHÎ Mıknâtısiyat her İnsÂNı çeker. Fakat çekilcek nesne olmak lâzımdır. İşin riyâ, hased, dedikodu, haram ile dolu olursa, mıknatısiyet her ÂN mevcûd, sen çekilme hassasını kaybettin demektir. ALLAH'ın Huzuruna bu şekilde kabul edilmezsin. Kabul edilmez değil.. Cesedin utanmasından, senin haberin olmadan seni götürmüyor demektir. İşte bu anlaşamamazlığın arasındaki boşluk =>“ŞEYTAN” dediğindir.
ALLAH'ı ananların yanına Şeytan sokulamaz. Abdestli olanın yanına Şeytan yaklaşamaz. Kabahatları, gafletleri başkasına yükleme!.
ALLAH =>Kul yine utanmasın diye, belki tövbe ile kendini yıkar diye, büyük hayâsından dolayı araya Şeytan’ı sokar. Temizlendikten sonra gelsin diye bunu belki anlar. Şeytan zâten =>Uzak kalmışların SIRRIdır. Uzak kalma, yanaşma ta’zim, edeb ve temizliğine henüz varmamış olmandandır...

KUL =>ALLAH’dan RAZI OLMALIDIR!.
=>ALLAH =>KULUNDAN RAZIDIR!.

Doğruyu bulma arzusu arttıkça gaflet azalır. Bunun içindir ki ibâdetler de uyku azalır. Meleklerde bundan, uyku yoktur. CeNNetde uyku yoktur. Uyku gaflettendir ve bir noksanlıktır. Hayır işler hayır olmadadır, şer işler, gaflette toplanmıştır.
Zâhirî Uykudan kurtulmak için =>Az yemeli, az içmelidir.

Çok yiyip içende uyku çoktur. Çok yiyenler, rahat ibâdet edemezler. Oruca dayanamazlar, bilhassa haram yiyenler, tam gaflet içindedirler. Haramın azı da çok sayılır..

Kısmette olmayan bir şeyin ardına düşmek bir yüktür ve dünya azâbı budur. En büyük dert, imkânsız şeylerle uğraşmaktır. Kısmetine yazılı şeyi istemek de ayrı bir görgüsüzlüktür. Daha doğrusu hırstır. Kısmetin sâhibi ALLAH'dır. Her belâ bir suçun cezâsıdır. Her darlık, işlenen işin karşılığıdır.
Büyüklerde bunlar başka türlüdür. Ne suçun cezâsıdır belâ, darlık, ne de fenâ bir işin karşılığıdır. =>Bu bir hikmettir. Merdiven çıkarken İnsÂNı yorar.

“Zikrimle uğraşıp benden bir talepte bulunmayan kimseye, DUÂ ederek ihtiyaç gösteren kimselerden fazla ihsân ederim." Hadis-i kudsî..

Dünyada =>Doğruluk Köprüsünden geçmek =>Sırat Köprüsünden geçmekten daha çetindir!.

Hazret-i Musâ ağaçtan şu hitâbı duydu.:
“BEN ALLAH'ım!.” şimdi işte.: “Ağaç =>ALLAH'dır" dese, küfre düşer, ve yine her kim.: "Bu sözü =>ALLAH söylemedi!.” dese yine küfre düşer!.
Burasını yüzlerce defâ okumanızı dilerim..
İLAHÎ Esmâ’ların =>SU ve TOPRAKla karışmasından husule gelen şekil =>İNSÂN'dır.
Bu şekil ->İnsÂN Cesedidir ki, onda oturmak, ve bütün hassa ve İLAHÎ Hünerleri göstermek için ALLAH'ın Emrinden olan RûH verilmiştir. RûH bu Cesedde iken konuşur, işitir, görür.
Bu Cesede =>ER REZZâK ile rızık verilir. EL KAVî ile kudret, kuvvet, enerji verilir. RûH, bu Cesedde İNSÂN ismini alır. Bu menbaa’dan feyezân ile fâzilet, merhamet, şefkat, adâlet ve bütün ulvî hassalar dediğimiz RûH'un =>ÂDEMîYYET Hâmulesinden nebeân eder. Bu misâfire hürmet için: haram sokmamak, hased etmemek, dedikodu etmemek lâzımdır..

ALLAH’ın öyle kulları vardır ki, diğer kullara baktıkları zaman onlara saâdet libâsı geydirirler..” Hadis-i Şeriftir..

Bu gibilerle konuşanlar bâzan onlara hürmet ederler, bâzan şüpheye düşer bocalarlar. Karşılarındakileri dâimâ gaflet içine sokarlar. Böylelikle kendilerini saklarlar. Bâzıları da onları hakikaten sezerler, hürmet ederler. Onların zamanı geldi mi feyz ve SEVgilerine mazhar olurlar. Kimisi hoş bir koku duyarlar, kimisi hâllerinden bir hisse alırlar. Kimisi onların yanında bir ferahlık içine gömülürler. Bir çokları da hased zincirinden, kibir elbisesinden, gururdan kurtulamayıp büyük bir şüphe içinde, yarı uydurma bir hürmet izhar ederler..

Benim küçüklüğümde İnsÂNlar =>DiKENi olmayan GÜLLer gibi idi..
Şimdi =>GÜLü olmayan =>DiKEN hâlindedirler’.

KUR'ÂN-ı Kerîm RAMAZANDA NÂZİL OLMUŞTUR.:

Niçin diğer aylarda değil... İslâm'da tesâdüf diye bir şey yoktur. Hepsinde bir hikmet vardır. Tesâdüf kelimesi, şüphecilerin lügatinde bulunur. Tesâdüf kelimesi Arapçadır. Kur’ÂN-ı Kerim de bu kelime geçmemiştir. Çok dikkat buyurun... İNSÂN oruçlu iken Kur’ÂN-ı Kerimin hakayıkını Kâlbe nâzil olur. Onu daha iyi anlar. İnce mânâsı var çok düşününüz. Mide boşluğunun hududu çileye kadar... Aç dur!. demektir.
“Efendim, İnsÂN açlıktan ölür!.” diyeceksiniz. İnsÂNı ALLAH doyurur. Midesi boşalıp ölenler hayvanlardır, unutma... Benzini bitip stop eden makine gibidir,
Şüphede olmayın!.
Şüphe ->Yolundan çıkmayana birşey vermezler. Hiç şüphe etmemek İhlâs'tır.
Şüphe ->İmânın zelzelesidir. Hepsini yıkar, yerle bir eder?
Susmak =>Kemâl’dendir, susana kemâl gelir.

Ben yıllarca aç kaldım. İsteyerek değil, bulamadım. Yoksulluktan ölmedim!.
Öyle ağızlar gördüm ki =>Sarmısak ile içki arasında, bütün pis kokularla dolu...
Öyle ağızlar gördüm ki =>GÜL ve REYHÂN kokuyor..
Öyle dudaklar gördüm ki =>Küfür dökülüyor.
Öyle dudaklar gördüm ki =>Hikmet, güzel sözlerle, doğrulukla süslü...
Öyle mideler biliyorum ki =>İçki ve haram ile dolu...
Öyle mideler biliyorum ki =>Haram sokmamak için aç yaşıyor.
Öyle vücûdlar gördüm ki =>Elbisesi ile cildi arasında pireler, bitler, kurtlar dolaşıyor ter kokuyor..
Öyle vücûdlar biliyorum ki =>GÜL Bahçesi kokuyor.

Öyle mezarlar gördüm ki =>Hayvanlar otluyor...
Öyle mezarlar gördüm ki =>Hâk ile yaksân olmuş.
Öyle bir mezar biliyorum ki =>CeNNetten bir bahçe...
Öyle milletler gördüm ki =>Fazilet, doğruluk, iyilik diyârı...
Öyle milletler gördüm ki =>Rezâlet, pis kokularla dolu...
Öyle milletler gördüm ki =>Can çekişiyor.
Öyle milletler gördüm ki =>Hâk ile yeksân olmuşlar...

"Bir kavmin Âzizi =>Zelîl oldu mu =>Acıyın ona!.” Hadisi Şerîf..

Çâre ALLAH'tan =>Lokmân’dan değil..
Çâre Din’den =>Put’dan değil..
Tahta içinde büyüyen kurt =>Tahtanın fidanlık halini bilmez.
Sivrisinek ne bilir =>Bu bağ kimin... Baharda doğar ->kışta ölür..
Eşek =>Sâhibinden eşekliği yüzünden kaçar..
Eşek =>Irmağın kadrini bilse =>ayağını sokacak yerde başını daldırırdı!.

11.01.1974..

Resim

Münezzeh.: (Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş. * Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen..
GAYB.: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey..
GaFLet.: Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
Şuur.: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir..
Ta’zim.: Hürmet. Riâyet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak..
Hırs.: Aç gözlülük. Tamahkârlık. * Kızgınlık. * Şiddetli istek, arzu. * Azgınlık..
Hakayık.: (Hakaik) (Hakikat. c.) Hakikatler.
Hâk ile yeksân.: Toprakla bir..


Resim

Yü'minune bi’l-gayb.:

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar (takvâ sâhibleridir) ki, gaybe (gaybde/olduğu hâlde gözükmeyen Allah'a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).” (Bakara 2/3)

Resim

ALLAH celle celâlihu.: “Zikrimle uğraşıp benden bir talebde bulunmayan kimseye, DUÂ ederek ihtiyaç gösteren kimselerden fazla ihsân ederim.”
(Hadis-i Kudsî, Abdulkadir Geylanî Fütûh-ul Gayb makale 46.)

Bir kavmin Âzizi =>Zelîl oldu mu =>Acıyın ona.:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Üç kişiye acıyın; cahiller arasında kalmış âlime, zenginken fakir düşene, kavmin ulusu iken aşağı hale düşene." buyurmuştur.
(İbn Hibbân “ed-Duafa” adlı eserinde hadis olarak rivâyet etmiştir. İmam Gazalî de bunu İhya’da zikretmiştir.)

ALLAH celle celâlihu.:
Resim
El Kavîyyü celle celâlihu.:
Resim
Er Rezzâku celle celâlihu.:

Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

MuhteremLer,

Yaşar OğLum..

GAYBı =>ALLAH bildirmemiştir.
Bununla, insanları hududsuz elemlerden kurtarmıştır. Kesilmek üzere yatırılan hayvan hiç bir elem hüzün hissetmez. Bıçak kestiği vakit hissetmek ister, fakat hissi gider. O elemden de kurtulur.
Anî kaza geçirenler hiç bir elem duymazlar.
(Basri Bey otomobil kazasını hatırlasın!.).

Bu, CENÂB-ı HAKk’ın büyük bir rahmetidir. Bu rahmet, GAYB'ı bildirmemektir..
Sen, hayvana nazaran biraz GAYB'ı bilirsin (aklın ile).. İhtiyarlar, CENâB-ı ALLAH’a daha çok yakındırlar. O kadar yakın olanları vardır ki, diğer tarafa izinsiz gidip gelirler.
Ma’kul ihtiyarlık, Misâl Âlemi'ni zaman zaman seyreder. Bundan dolayı bazı kimselerin aklı başına ihtiyarlıkta gelir... Fakat, yine işin farkında değildir. Misâl Âlemi’ne namzedlik devrinden evvel davranmak lâzımdır.

İnsan oğlunun ömrü boyunca hastalıklara ma’ruz kalma keyfiyyeti bir İhtâr-ı Rahmânî'dir. Bu ihtarda çok büyük müjdeler, pek büyük Yol Mürşidleri vardır.

İnsanın haberi olmadan RÛH'un ->CESEDi, CESEDin ->RÛH''u kurtarmak gayretleri görülür. Fakat, hiç bir hasta bunun farkında değildir. Küçük bir baş ağrısı, nezle bile bu kadro içindedir.

Bir dertten ölen bir kimsenin, çok defâ ya Vücudu, ya RÛH'’u şehîd olur. Kimse bunun farkında değildir. Birtakım libaslar, bir çok rütbelerden bahsedip dururlar. Kimse farkında değildir..

Gaflet anında RÛH'un dalgınlığı, CESEDe suç işletir. RÛH''un asâleti buna tahammül edemez, CESEDi katleder =>“Âni intihar” budur.

RÛH', harama sarılarak CESEDi yavaş yavaş intihâra götürür, bu, bir nevi irâde gevşekliğinden doğar. CESED, RÛH'’u kurtarmak ve intibâha dâvet için hastalanır. "Tedricî intihar" da budur.

CESEDin bu fedâkarlıklarına karşı CENÂB-ı ALLAH ->CESEDin azâbını ona dünyada çektirir ve huzuruna CESEDi şehîdlik mertebesinde kabul eder.
CESEDi topraktan aldı ve yine ona vereceğini vadetmiştir,
"Karaciğer sirozu" ve hastalıklar bu kabildendir..

Helâl ile CESEDin intihârını hazırlayan (RÛH''u, bilerek veya bilmiyerek) bile olsun; CESED, ıslâh için uğraşır ve hastalanır. (Fazla oburlarda) şeker hastalığı gibi.. Şeker hastalığının tedâvisi için dünya uğraşıp duruyor. Hâlbuki onun tedâvisini biz yaparız... Amma... Bu hastalarda acıkmak, işemek, susamak çoktur. Şekerli madde yiyemez olur... RÛH'’un aklı başına gelir ki, RÛH''un intihârıdır =>Şeker Koması... Bu cinnet hâlidir. Cinnet, yâni delilik, imânda değil, inkârdadır. RÛH' ->CESEDden ayrı kalır... CESED o zaman tesirât-ı hâriciyeden müteessir olmaz. Bir çok mecnunların sokaklarda, karlarda çırçıplak dolaşmaları bu kabildendir...

CESEDin, RÛH'’u kurtarmak için kendine eziyet etmesi, büyük ferâgati, Nezd-i İLÂHÎ'de rağbet kazanır. Ve bâzı hastalıklarda CESED şehîdlik mertebesi iktisab ederek toprağa sessizce karışır..

Topraktan gelişi ve toprağa dönüşü idrak eden insan, aradaki hikmeti anlamağa namzeddir. Bu namzedlik rütbesini alamıyanlara her türlü İLÂHİ Huzur kapıları kapalı kalacaktır. Toprağa secde etmek Merhamet-i İLÂHÎ'ye yüz sürmek demektir. Peygamberlere yerde yatmaları emr olunmuştur. CESEDin, toprağa tevdi’ edilmeden evvel gusül ve abdest farîzalarına tabi olması, Merhamet-i İLÂHİYE'de, insan terkibleşir.

son nefeste "LÂİLÂHE İLLÂLLAH" diyebilmek, Merhamet-i İLÂHİYE Havzı’na girebilmek için.: "Nereye gittiğimi biliyorum!.” demektir.

“MUHAMMED RESÛLULLAH” lafz-ı mübâreki de.: "RESÛLULLAH'dan inzâl buyurulan Rahmetin aynısını isterim YÂ İLAHÎ!." demektir.

Bu Rahmet Havzı’nda erimek için de RESÛLULlAH’ın Mübârek Eli lâzımdır.. Yâni =>"Şefâat YÂ RESÛLALLAH!." ...
CESEDin her yeri çürüyüp yalnız kemikleri çürümez kalır. Zirâ kemikler toprak terkibindedir de ondan..

Toprağın emrinde binlerce faâl kimyevî madde, binlerce, gözle görülmeyecek kadar küçük (mikro organizma) haşerât... Bunların hepisi CESEDin çürümesini husule getiren canlı ve cansız işçilerdir. Ezelden beri kendilerine emrolunan şeyi yapmaktadırlar.. Bâzen de, CESEDe dokunmazlar..

TOPRAK ve SU kadar, CENÂB-ı ALLAH'ın yarattığı şeyler içinde, AZÎZ yoktur. "SU” Kitabından sonra “TOPRAK" çıkacaktır. Ammâ sizlerin yardımı ile... (Maâlesef Toprak çıkamadı..)

RÛH' + CESED =>Abd/Kul..

CESEDden - RÛH' =>ÖLüm Hâli diyorsunuz.. Ben demiyorum.

RÛH'’un evi CESED + Ni’met, gıda alıyor, onu sarfediyor, necis çıkarıyor.

CESED ->Necis imâl ediyor.
RÛH' ->Günah işliyor?.

RÛH'un ALLAH'a CESEDsiz intikâli, büyük bir ni’mettir. RÛH'un bütün günah ve cezâsını CESEDe bırakıyor. CESEDin toprakta yok oluşu, RÛH''un huzurda utanmaması içindir. Onun için CESEDe ->Setr-i Avret emr olunmuştur.

RÛH''un CESEDe işlettiği fenâlıkları görmesi, gaflet nâsibinden insanı mahrum eder, küfre yuvarlar. Arada mâzeret kapıları bulunsun, kulu afvetmek çâreleri mevcud olsun diye...

Bu kadar bu bahis kâfidir... Şimdilik ağalar...
Yaşar, Ahmet, Basri, Remzi, Hüseyin... ve diğerleri...

Bu yazıları kaybetmeyin toplayın!. Okuyarak, kelimeler üzerinde i’mâl-i fikredin olmaz mı...

Şimdi size bazı tâbirlerden bahsedeceğim.:

YAKAZA =>Burada şuur bulanıktır, hâriçle alâka mevcuddur..
DELİ =>Lâ-Şuur, şuur yok..
GaFLet =>Şuur, Lâ-Şuur.. Şuursuz şuuru vardır. Bütün cemiyet böyledir, hariçle alâka mevcuddur.
Mecnun =>Lâ Şuur, şuur. Şuuru, şuursuzdur. Hariçle alâkası vardır.
SİNE =>Şuur var, hariçle alâka kesilmiştir.. Uyku ile uyanıklık arası..
MURÂKABE =>Şuur var (Velîlik) hariçle alâkası mevcuddur..
CEZBE-MECZûB =>Bilâ şuur, şuur Hariçle alâka yoktur.
İSTİĞRAK =>Lâ şuur şuur. Şuur bilâ şuur, şuursuz şuur. Hariçle alâka yoktur..
UYKU/NEVM =>Lâ şuur. Hariçle alâka kesilmiştir..
KâZiB RÜYÂ =>Lâ şuur şuur. Hariçle alâka kesilmiştir..

UYANma veya GAFLET’te olma... Bunlar kolay kolay anlaşılmaz. Düşününüz, kendi aranızda münâkaşa ederek ASLI’na varınız...

Yalnız şunu unutmayın;
Uyku =>RÛH''un muvakkat zaman CESEDden ayrılıp CAN ile CESEDİ yanız bırakarak RÛH Âlemi’ne seyahat etmesidir.

CAN ve CESED ile RÛH' arasına sokulan yegâne şey =>BÜYÜ ve SİHİR'dir. Günahtır. Bunu yapanları RESÛLÜ EKREM bile kurtaramaz... Yerleri Azâb-ı İLÂHî'dir, ALLAH Muhafaza buyursun...

Hepinize DUÂ eder, hürmet ederim. Siz de bana DUÂ edin. BÂKİ HUDÂ’ya emânet olunuz..

DERMAN..

Resim

GAYB.: OLdduğu halde gözükmeyen.. Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey..
Ma’kul.: Akla yakın, aklın kabul edeceği..
Namzed.: (Nâm-zed) f. İsteyen veya istenilen kimse. * Sözlü. Nişanlı. * Bir vazifeye tayin edilmesini isteyen veya istenilen kişi. Aday.
Ma’ruz.: Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak..
Keyfiyyet.: Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti..
İhtâr.: Hatırlatmak. Dikkati çekmek. Tenbih. Uyarma..
Libas.: Elbise..
Gaflet.: Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak..
İntibâh.: Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
Tedricî.: (Tedriciyye) Yavaş yavaş olan, derece derece yapılan..
Islâh.: İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek.
Cinnet.: Delilik.
Tesirât-ı hâriciye.: Dıs etkiler..
Müteessir.: Te'sir altında kalmış. Acımış yahut sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş. * Üzüntülü..
Mecnun.: Deli. Çılgın. * İnsanlara çok hususta uymayan. * Birini çok fazla sevip aklını kaçıran. Âşık.
Nezd.: Yan, f. Yan. Yakın. Karib.
GAYB.: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey..
İntibaha.: Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi..
Ma’ruz.: Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan..
Libas.: Giyilecek şey. Elbise..
Cinnet.: Delilik..
Tedricen.: (Tedriciyye) Yavaş yavaş olan, derece derece yapılan..
Te’sir.: Bir şeyde eser ve nişane bırakma. * Vasıfları ve halleri değiştirme. * İşleme, dokuma, iz bırakma. * İçe işleme..
Tesirât-ı Hâriciye.: Dış te’sirler, etkiler..
Ferâgat.: Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak..
Nezd.: f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
Nezd-i İLÂHÎ.: ALLAH celle celâlihu Katında..
Rağbet.: (Ragbet) İstek, arzu. İyi sayılmak. Bir şeyi çok iştiyakla istemek. İhlasla dua etmek, teveccüh etmek..
İktisab.: Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek..
Namzed.: (Nâm-zed) f. İsteyen veya istenilen kimse. * Sözlü. Nişanlı. * Bir vazifeye tayin edilmesini isteyen veya istenilen kişi. Aday.
Fariza.: Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. * Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay..
İnzâl.: (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme..
Necis.: Temiz olmayan. Pis.
Setr i Avret.: Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek..
İmâl-i Fikr.: Fikretmek için yapılan..
Kazib.: Yalancı. Yalan söyleyen.
YAKAZA.: Uyanıklık. Dikkatte olma.
GaFLet.: Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
Şuur.: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir..
Lâ-Şuur.: Şuuruz.
MURÂKABE.: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini tamamen nâfile ibâdet ve itaate vermek için mâbede kapanmak..
CEZBE.: Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme..
MECZûB.: Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divane. Mecnun..
Bilâ.: Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur..
Bilâ şuur.: Şuursuz.
İSTİĞRAK.: Gark olmak, dalmak. * Dalgınlık. * Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek. * Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek..
Muvakkat.: Vakitli. Geçici. Fâni. Devamlı olmayan.
BÜYÜ.: Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz..
SİHİR.: (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık. * Aldatmak. * Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

NEBÎ’ye SALÂT GETİRME.:

“Melâikelerimle birlikte “NEBΔ Zîşânıma Salât getiriyoruz,)
Ey insanlar sizde getirin..” (Âyet)

Bu âyet-i kerime'de açık olarak “NEBΔye salât ve selâm getirmek emirdir, farzdır.

RESÛL’de eriyen ve tamâmiyle SIDDIKÎYYET Makâmında imân edenlere dâimî sûrette bir borç ve farzdır.
Bizlere ömründe bir defa getirmek farzdır.

Birde Zamân-ı Saâdette RESÛL'ün yanında bulunup ona imân eden Sahâbe-i Kirâm’a dâimî sûrette farzdır.

Âyette “NEBΔ lâfzı buyurulmuştur. Bu salât RESÛL'ün RûHu Muâllâları cesedinde iken “NEBΔliğine, yâni cesedlerinde bulunan, RESÛL olan RUH'larının şeref verdikleri ve dâimâ VAHY verilen târaflarına salâttır. Ve aynı zamanda son İLÂHİ VAHY'leri bize tebliğ etme hakkına hürmet ve salâttır. NEBÎ’lik ile cân ve cesedi mübârekleri Peygamber olarak, ALLAH tarafından murad edilmiş ve seçilmiştir.

Salât ü Selâm bir de, bizde onun bildirdiği VAHY'lerle ne olduğumuzu anlamamız, bize bizden yakîn olan HAKk'ı bilmemiz ve bizde olan ve kâinâtın yaratıldığı “NÛR-u M.” de ALLAH’ın bir emri olan RûH’un cesedemizde bulunmasından, cesede verdiği kıymet ve kudsîyyete Salât'dır.

Bu salâtın kıymeti ve kudsîyyetini muhâfaza için de; temiz olmamız, nefsânî arzulardan sıyrılmamız, haramdan kaçmamız, ve dâimâ yükselmemiz, Mi'râc edip HAK’ka yanaşmamız için de namaz emr olunmuştur.

Cesedle her türlü misâfirîyyetini bir sârfîyyet içinde bulundurmamız için de haramdan, haram lokmadan kaçınmanız işâret buyrulmuştur.

Farziyet, bir mecburîyyet değildir. ALLAH'a yanaşmak ve bize emirden olan verilen RûH'a hürmet ve tâ’ziminin yolu budur, demektir.

“Bu yola, bu tâ’zime gitmek arzusunda olanın ancak bunlarla mümkün olacağı, başka yol olmadığını bildiren kâidelerin mecburîyyeti farzdır.”

Çünki, HAKk İnsânı serbest bırakmıştır. Onun için bu serbestîyyet akıl, nefsânî arzuları yenmek savaşının en efdâl cihad olduğunu RESÛL bildirmiştir.

“Nefsi yenmek, en efdâl ve makbul cihâd’dır... " (Hadis-î Şerif)

Haramdan kaçmak, bu cihâdın techizâtı, malzemesi silâhlarıdır. Bunlardan sonra da harb'den galib olarak çıkıp huzura gitmek yolu da emrolunan ibâdetlerdir.

Amelîyyelerdeki zorluk ve müşkilâtta, mürâcâat edilecek plân ve logaritma cetvelleri de RESÛL'ün Sünnet-i Senîyyeleridir. Sîret-i RESÛL'dür.

İleride muhtemel tehlikeli ve nâ-gehân zuhur hâdiseleri de hatırlamak ve unutmamak için RESÛLÜ'ün Hadisi Şerifleridir..

İnsanın akıbetini, bâzı hastalıklar, bâzı sakatlanmalar nasıl haber verirse, RESÛL’de beşerîyyetin sonunun âlâmet ve haberlerini yine Hadis-i Şeriflerin de bildirmişlerdir. Bir insan, sıhhatinin devamlı olmasını nasıl bazı sıhhî kâidelere riâyet ederek koruyabilirse, cemiyetlerin de bu kâidelere riâyet etmeleri, âkibetlerini hayra tebdil eder.

Adâletten ayrılmayınız. Doğruluktan sapmayınız. Hırsa kapılmayınız. Yalana icâbet etmeyiniz. yekdiğerinizi sevin. Harama yanaşmayın. İsraf etmeyiniz. Sabırlı ve kanaatkâr olun... Yekdiğerinize yardım edin!.

RESÛL'den ve Emirlerinden ayrılmayın!. Dâimâ ALLAH'ı anın!.

Bugünkü İslâmların çektikleri sıkıntı ve muvaffakîyetsizliklerin nüveleri, sebebleri, bunlardan ayrılmalarıdır. Bunda zerre kadar şüphe yoktur. Bir gün bu sapıklık bütün beşerîyyet tarafından idrak edilecektir. Bu yakındır fakat zevâl vakti yanaştığından bir fayda vermiyecektir. Heyhât!.

İslâmlar zekâtlarını toplasalar, milyarlara baliğ olur. Yekdiğerine yardım etseler, aç ve fâkir kalmaz. Oruçlarına devam etseler hasta olmazlar. Hac'da toplansalar, değlerini, yapılacak işleri görüşseler hareket tarzlarını tanzim etseler, birlikleri dâimâ devam eder.

Namazlarını, vaktinde bütün müslümanlar kılsalar, arkalarnı dâimâ ALLAH'ın Kudret ve Himâyesine vermiş olurlar.

RESÛL’ü dâimâ ansalar, salât getirseler, yolunda yürüseler, RESÛL'ün devâm eden NûRu ile her ÂN yıkanmış olurlar. Ve kendi RÛH-u Muâllâlarını memnun ve mesrur ederler.

RESÛL'e itaat ve hürmet, ALLAHia itâattır.

Dâimâ abdestli olarak HAKk’ı ansalar dâimâ HAKk'la beraberdirler.

Milyarları aşan ismi müslüman, yaratıkla dolu dünya... Bunların hepsinin birden.: “ALLAH!.” demeleri bütün kâinatın fizik sistemini sarsar.

ALLAH ile dolu olanı, hiçbir kuvvet, ne alt eder, ne yıpratır, ne zelîl ve hakir eder

Bilmez misin Lût'un kavminin sapıklıklarını ALLAH'ın kullarına acıyan Hazreti Lût'un küçük bir gözyaşı, gayret-i İLAHİ’ye dokundu, insan kıyâfetinde iki melek gönderdi, meleklerin bir saniyelik bakışı Lût Kavmini bir ÂNda yok etti. Yerin dibine soktu ve Lût Denizi bir ÂNda teşekkül etti. Yahudilerin azması ve Lût Denizi yanında hükümet kurmaları İslâmları uyarmıyor mu?. Anlıyamıyorlar mı?

Niçin bütün dünyadaki müslümanlar ALLAH'a yönelmiyorlar?.

Hep lüks, hırs, nefsânî, arzu peşinde koşmadadırlar...

Ey cemâat, size çok sert hitap ediyorum, sözlerimin sertliğine bakmayınız beni bağışlayın... Bu sözleri işitemezsiniz. Kulaklarınızla bu gibi sözleri benden sonra kimseden duyamıyacaksınız. Ne olur yekdiğerinize yardım edin haramı bırakın... Memleketinizde anne ve babalarınızı, kardeşlerinizi ve yavrulannızı ihtiyar nine ve dedelerinizi, yoksullarınızı, fâkirlerinizi düşünün Memleketimize hiç olmazsa DUÂ edin... Hükümetimizin bekâsı için yalvarın Mukaddes Vatanımızı bir ÂN aklınızdan, iş başında bile olsanız, çıkarmayın!.

Namazlarınızı terk etmeyin. iş başında bile olsa.. İmâ ile namaz kılabilirsiniz. Dâimâ abdestli bulunun, dâimâ abdestli gezin. Fenâ fikirlerin tesiri altında kalmayın... Münakaşa etmeyin birbirinizle!.

Paranızı israf etmeyin...

İslâmî vekâr ve Türklüğünüzü incitmeyin... lekelemeyin... hiddet etmeyiniz sabrın en büyük silâh ve zafer olduğunu RESÛL-ü EKREM bildirmiştir. İsyankâr olmayınız...

"Kederlendim içki içeceğim”, "Yiyecek bulamadım, hınzır eti yiyeceğim" "Şehvânîyetim arttı, kadın arayacağım”... diyerek haramlara yanaşmayın, sonunda, zelîl, rezîl, perişân ve malvolursunuz, sürünürsünüz!.

ALLAH'ın Hesâbı vardır, bunu aklınızda bir saniye çıkarmayınız. Cezâ çekilir biter, fakat hesâbın sonu yoktur. Düşününüz toprak, zamânı geldikçe borcunu alıyor. Haram ile karışık borç ödenmez.

VALLAHİ, Cehennem azâbı vardır. Şüphe etmeyin...

Beşerîyyet bugün, Lût Kavmi’nin senelerce yapamadığını bir saat içinde yapıyor. Ahlâk, adâlet, merhamet, fâzilet kelimeleri göğe çekildi, beşerin bu günkü haline bakıyor, acıyor, ağlıyor ve çok acı olarak gülüyor, istihza ediyor bu Kavm-i Lût mukallidleri ile... batmaları, perişan olmaları yakındır buna emîn olunuz...

Benim kudretim, derin bir ilmim yok ki bunları ben uydurayım diyelim, söyleten söyletiyor.

Mücâdele, cihad, münâkaşa, hiddet, cemîyyet kurmak, bu işleri körüklemektir. Rûhen ve Kâlben birlik olun. İçinizi NûR-u RESÛL ile yıkayınız ALLAH ile doldurunuz, bu kâfidir.

Ayette.: İslâmı biz devam ettireceğiz, biz dâimâ muvaffak kılacağız” diye HAKk söz verip ZÂT-ı ECELL-i ALÂLARI tekeffül etmiştir. Hem de Hicr Sûresinde..

Ölüm denilen birşey yoktur. Kalıp değiştirmek vardır. ALLAH’ın ya Cemâliyle ya da Celâliyle karşı karşıya gelmek vardır. Sizin dediğiniz ölüm, , Ölüm korkusu, RûH’un mes'uliyet duygusunun, kula acımasından doğan, idrak edilmesi güç bir hâlettir.

Bu kalıp değiştirmede ALLAH cümleye imân selâmeti nâsib ve müyesser etsin. Âmin!. Evet âmin diyoruz. Fakat hakkiyle yapılan bir işin İnd-i İLÂHÎ’de kabul edilmesi için bir temennidir. Yapmadan, neye âmin diyoruz, onun da farkında değiliz..

Sert ve acı sözlerimden beni ma’zur görün, bağışlayın... Maâlesef hakikat böyledir.

YÂ İLÂHÎ RESÛLü EKREM Hürmetine bizi doğru yoldan ayırma. Bize kuvvet ihsân eyle Haram lokmadan bizi muhâfaza buyur!

Birbirimizi sevmek kudretini bize, Hâbibin Hürmetine ver!

Yâ İlÂHî Bizi huzuruna, CEMÂL Sıfatınla tecellî ederek kavuşmak nâsib eyle!.

Kabirde bize Suâl Meleklerinle iltifat müyesser kıl Yâ RABBî!

Hazret-i RESÛL’ün Şefaatinden mahrum eyleme!

Bizleri Cehennem Azâbından koru Yâ İLÂHÎ!.


Resim
SIDDIKÎYYET.: Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam..
Muâllâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek..
Kudsîyyet.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek..
Tâ’zim.: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak..
Efdâl.: (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler..
Sünnet-i Senîyye.: Hz. Peygamber aleyhisselâm'ın sözlerine, emirlerine ve harekâtına dâir en yüksek ve kıymetli hâller, tavırlar, hareket düsturları..
Sîret-i RESÛL.: Siyer-i Nebi veya Siret-i Nebi de denir..
Nâ-gehân.: f. Birdenbire, ansızın, âniden..
Tanzim.: (Nazım. dan) Sıraya koymak. Sıralamak. Dizmek. * Düzenlemek. Tertiblemek. * Islah etmek..
Mesrur.: Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
Zelîl.: Sürçüp düşen. * Yanılan..
Hâkir.: Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz..
İmâ.: İşâret etmek. İşâretle anlatmak. İşâret..
Mukallid.: Benzemeye veya benzetmeğe çalışan. Taklid eden..
Tekeffül.: Boynuna almak. * Birine kefil olmak. Kefâlet etmek veya vermek..
Müyesser.: (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib..
Ma’zur.: Özürlü. Özrü olan..

Resim

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.” (Ahzâb 33/56)



إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
Resim---“ “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn (hâfizûne).: Muhakkak ki zikri (Kur'ÂN-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.” (Hicr 15/9)

Resim
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Vedâ Haccı Hutbesinde.: “...Mücahid, Yüce ALLAH’a itaat yolunda nefsinin isteklerine karşı mücâdele eden kimsedir.” buyurmuştur.
(Fedâle b. Ubeyd radiyallahu anhu’den; İbn Hanbel, VI, 22; Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 2)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsinin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hâlâ) ALLAH’tan (iyilik) temenni edendir.” buyurmuştur.
(Şeddâd b. Evs radiyallahu anhu’den; Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31)

Zeyd b. Erkam radiyallahu anhu.: “Size Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den dediğinden farklı bir şey demeyeceğim! O derdi ki.: “ALLAH’ım!. Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, bunaklıktan, kabir azâbından sana sığınırım!.
ALLAH’ım!. Nefsime, SEN’den sakınma şuurunu (takvâsını) ver ve nefsimi arındır. Onu en iyi arındıracak olan SENsin. Onun koruyucusu da onun Efendisi de SENsin!.
ALLAH’ım!. Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalbden, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen DUÂdan SANA sığınırım.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 73)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

BİNLERCE SALÂVÂT-ı ŞERÎFE MEVCUTTUR..

Bunların hepsi Peygamber efendimizin, kul olarak, Zât-ı Muhteremlerine bir kısmı “NEBİ” olarak, yani VAHY’yi tebliğ etmesi bakımından, bu Necîb Vazifesi ve bizi haberdâr edip doğru yola önder olması, öğretmesi dolayısı ile bu hakkını ödememiz içindir. Diğer bir kısım Salâvat-ı Şerîfeler de RÛH'u Muallâlarını takdis ve tebcil içindir. Diğer bir kısım Salâvat-ı Şerîfeler de.: “Kendilerinin şefâatini esirgemiyecekleri kat'i dir. Çünkü Rahmetenli’l-âlemîndirler” bu şefâate liyâkat kesbedeceğimizi ümit ederek, kendilerine teşekkür etmektir. Diğer bir kısım Salâvat-ı Şerîfeler vardır ki, müşkil zamanlarda RESÛL'den istimdad ve RÛH-u Şerîflerinden yardım istemek içindir. Bir de RESÛLULLAH Sünnet-i Seniyelerinin bi-hakkın yerine getirip, tebliğ ettiği, ALLAH'ın Emirlerini mümkün olduğu kadar kusursuz yerine getirenlerin kendi Mânevî Ruhânîyetleri ile temas temini için çâre ve vasıtalardır.

Binlerce Salâvat-ı Şerîfelerin, daha binlerce mânevi ve ruhânî fâzilet ve kıymetleri vardır.
Salâvat-ı Şerîfelerin virdedilmesi, bir derece, bir makam ve temizlik. Kulluk rütbesine göre bir edeb, mânevi bir izin meselesidir. Hakiki mürşidler velîler, hakiki kulluk yolunda onlara ya Cehren hizmetlerini gösterirler veyahut, Hafî olarak, ilhâm ile onlara telkin ederler.
Bütün bu Salâvat-ı Şerîfelerin istenildiği zaman devamlı vird edilenleri olduğu gibi, muayyen zamanlarda vird edilenleri de mevcuttur. Bâzıları da hiç bir kitapta yoktur. Bu salâvatlar kulaktan, gizli telkin edilirler. Her Velî'nin Mürşid'inden aldığı birçok gizli Salâvat-ı Şerîfe mevcuttur..

Tayy-i Mekân için, uzaktan konuşmak için, kerâmet denilen fevkalâde işleri göstermek için Salâvat-ı Şerîfeler, bunlardandır.
Ricâl-i Gaybın, Hazreti Hızır'ın 3'lerin, 4'lerin, 7'lerin, 40’ların, 300’lerin, 3000lerin, Salâvat'ı Şerîfeleri mevcuttur.
Kutbü’z-Zamanların, Evrâdı olan büyük velîlerin Salâvat-ı Şerîfeleri mevcuttur. Bir de RESÛLü Ekrem'in bizzât Kendi Nûrları'na karşı yaptıkları Salâvat-ı Şerîfe vardır. RESÛL'ün kendileri bu Salâvatı dâimâ vird ederlerdi. Son olarak da.: “ALLAH Kâdîri Mutlak’ın NEBî-yi Zîşânıma meleklerimle Salâvat getiriyoruz!.”


إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen).: Şüphesiz, ALLAH ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.” (Ahzâb 33/56)

Âyet-i kerimede zikrolunan Salâvat-ı Şerîfe vardır.
Bunda, bu Salâvat-ı Şerîfelerin vakitleri, zamanları olduğu gibi her zaman vird edilenleri de vardır. Gece ve gündüz vakitlerinde vird edileceklerde vardır. Sünnet-i Seniyye-yi RESÛLÜLLAH'ı bî-hakkın yapabilmek, Pota-yı RESÛL’de Erime Havuzu’na girmek, büyük bir Âlem-i Mânevîdir.
HAKk celle celâlihu, cümlemize nâsib eyleye!.

RESÛLLÜĞÜne =>NEBÎLİĞİne =>ALLAH'ın HABÎBİ/HABÎBULLAH OLmasına =>PEYGAMBER OLmasına nihâyet =>NÛRU’na getirilecek ayrı ayrı Salâvat’ı şerîfeler vardır. Bunlardan haberimiz olmadığı hâlde, haberimiz olmadığının da farkında değiliz!. Basit gibi görünen, bildiğimiz Salâvat-ı Şerîfeyi bile devamlı vird etmekte tenbellik eder, gaflet içinde yüzüp dururuz..

Ey Cemâat!.
Gözlerinizi açın, kulaklarınızı temizleyin, aklınızı başınıza alın "zaman geçiyor” demiyeceğim!. Zaman geçmez, yerinde durur, biz geçiyoruz da geçmek işini zâmanın üzerine yüklemeyi gafletinden kurtulamadığımız gibi aklımızı da ters tarafa idrak için zorlayıp duruyoruz!.
Dünya Âlîmleri, “Einstein”nin İzâfiyet Nazarîyesini haykırdığı zaman, kendisine güldüler, anlayamadılar!.
Einstein dedi ki.: “Zaman ve mekân yoktur!.”
Evet öyledir. Bunların hesapları ile Beşeroğlu atomu buldu Ay’a bu hesapla gitti..
Televizyonu, Radyoyu buldu. Bir çok İLAHî Kudretlerin mevcudiyetini inkârdan, fi’ilen olsun kurtulma yolunda...
Bu keşifleri bulan insan kafası milyonlarca kilometre uzaklarda konuşuyorlar. Yekdiğerlerini görüyorlar. Bunlar insanların icâdı... =>İnsan kafası da ALLAH’ın İcâdıdır.
O halde =>“Falan Velî bir ÂN’da filân yere gitti, filân yerle konuştu!.” dedikleri zaman, kendi insan icâdına akıl erdirebiliyorsun da =>ALLAH'ın İcâdı olan o kulun yaptıklarını niçin, gafletten kurtulmadan, idrak edemiyorsun?!.”
Filân, ALLAH'ın Kulu, senden binlerce kilometre uzakta iken, uyku değil onu nasıl oluyor da senin bulunduğun yerde görür gibi oluyorsun... Böyle vakalara, olaylara şâhid oluyorsun, şüphe ve gafleti içinden hemen at o zât'la o zaman konuşur ve sohbet de edebilirsin.
Bu Kubbe’nin altında, kıyamete kadar, ALLAH'ın Sevgili Kulları eksik değildir..


Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH celle celâlihu.: "أوليائي تحت قبابي لا يعرفهم غيري Evliyâî tahte kıbâbî lâ ya'rifuhum gayrî.: Velîlerim benim örtüm (Kıskançlık kubbem) altındadır, onları benden başka kimse bilemez" buyurmuştur.
(Hadîs-i Kudsî.)

ALLAH'ın öyle Velî'leri vardır ki, onları ALLAH'dan başka kimse bilemez!.
Bir kısım da ALLAH’ın ilhâm ve ilim verdiği Zât’la,. âlimler vardır.
RESÛLü EKREM bunlar hakkında şu hadişleri buyurmuştur.:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
1-) Âlime hürmet eden, ALLAH'ına hürmet etmiş olur..
2-) Âlimlere hürmet ediniz, çünkü onlar ALLAH’ın Nazarında yeryüzünün büyükleridir..
3-) Ümmetimin âlimlerine hürmet edin, çünki onlar yeryüzünün yıldızlandır..
4-) Ümmetimin âlimleri Ben-i İsrâil Peygamberleri ayarındadır..
5-) Âlimler, yer yüzünde ALLAH'ın Mu’temedleridir..
6-) Âlimler Peygamberlerin vârisleridir..
7-) Âlim yeryüzünde Kudret-i İLAHîYE'nin mümessilidir.
8-.) Bir âlimin ölümü, bütün bir milletin ölümünden daha büyük bir kayıptır.
9-) Câhiller içinde bir âlim, ölüler içinde bir diri demektir.
10-) İlminden istifâde edilen bir âlim, bir zahidden evlâdır.
11-) Âlim rütbesi en yüksek bir rütbedir.
12-) Âlimden yüksek hiç birşey yoktur. Zirâ hükümdarlar, alelâde faniler hakkında hüküm verirler. Âlimler ise hükümdarları da muhâkeme ederler.
13-) Âlimin uykusu, câhilin ibâdetinden evlâdır.
14-) Âlimlerin mürekkebi ile şehidlerin kanı tartıldı ve birincisi ikincisinden ağır geldi.
15-) Âlimleri sık sık ziyâret etmek, ibâdet yerine geçer.


Burada SÖZü kesiyorum, bugünkü bu kadar kâfidir. Suali soran arkadaş da her hâlde kanmıştır. Beni dinlediniz, bana da DUÂ ediniz!. SU kadar azîz olun!."
SU deyip geçme!. Bu DUÂ DeDelerimizden yadigârdır.

Resim

Takdis.: Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. * Cenâb-ı HAKk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve ALLAH celle celâlihu'ya şükretmek..
Tebcil.: Ağırlamak. Yüceltmek. Birisine ta'zim etmek. Hürmetle hareket etmek..
Muallâ.: Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek..
Liyâkat.: İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik..
Kesb.: Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi..
İstimdad.: Meded ve yardım istemek..
Seniye.: (Seniye) Yüksek. Çok mühim ve kıymetli, âli olan..
Bi-hakkın.: Tamamıyla, hakkıyla..
Tebliğ.: Ulaştırmak. Götürmek. * Bildirmek. * Eriştirmek..
Vird.: Sık sık ve devamlı okunan DUÂ. * Kur'ÂN-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz..
Evrâd.: Virdler..
Cehren.: Açıktan, alenen..
Hafî.: Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. * Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız..
İlhâm.: ALLAH tarafından kalbe gelen mâna..
Telkin.: (c.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz..
Muayyen.: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, kararlaştırılmış..
Tayy-i mekân.: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir anda muhtelif yerlerde görünmesi..
Ricâl-i Gayb.: Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve ALLAH celle celâlihu'n Emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zâtlar. Ricâlullâh..
Kutb.: Zamanın en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi.
Aktâb.: (Kutb. c.) Kutublar. Hak tarikatların reisleri, şahları..
Tenbel.: (Tembel) f. Üşenen, üşengeç. * İşte ağır, davranan ağır yürüyen, ağır hareketli..
İzâfiyet Nazarîyesi.: Görelilik teorisi, Albert Einstein'ın çalışmaları sonucu önerilen ve yayınlanan, özel görelilik ve genel görelilik adlarında birbirleriyle ilişkili iki teorisini kapsar. Özel görelilik, yer çekiminin yokluğunda tüm fiziksel fenomenler için geçerlidir. Genel görelilik, yer çekimi yasasını ve bu yasanın diğer doğa kuvvetleri ile ilişkisini açıklar. Astronomi de dahil olmak üzere kozmolojik ve astrofiziksel âlem için geçerlidir.
20. yüzyılda, bu teorinin Einstein tarafından ortaya atılmasıyla beraber teorik fizik ve astronomi dünyası çalkalandı; zamanla Isaac Newton tarafından yaratılan, 200 yıllık mekanik teorisinin yerini aldı. Özellikle uzay ve zaman kavramlarına farklı bakış açısıyla bakılması gerektiği gösterdi ve bu ikisinin harmanlanması olan uzayzamanı, eşzamanlılığın göreliliğini, kinematik ve yer çekimsel zaman genişlemesini ve uzunluk daralmasını içeren birçok kavramı tanıttı. Fizik alanında görelilik, nükleer çağın bir habercisi olan temel parçacık biliminin ve temel etkileşimlerini geliştirdi. Görelilikle birlikte, nötron yıldızları, kara delikler ve yer çekimi dalgaları gibi olağanüstü görülen astronomik olaylar önceden öngörüldü..
Mu’temed.: Kendine güvenilen. İtimad edilen kimse. Kendinden emin olunan. Ziyadesiyle doğru ve müstakim olan..
Mümessil.: Vekâlet eden. Bir şahsı bir topluluğu veya şahs-ı mâneviyi temsil eden. * Benzeten. * Kitap bastıran. * Vekil. * Rol temsil eden. Aktör..
En son ahmet tarafından 26 Eki 2022, 22:07 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim
=>SU!.


Size SU için bir hikâye anlatayım. Fakat can kulağı ile dinle, sonra anlıyamazsın!.

Almışlar Devesini, azığını, SU gırbasını... dövmüşlerdi onu hâinler, her tarafı çürük içinde... Çok yaşlı idi. İzin alarak en büyüklerin büyüğünden, RESÛL'Ü EKREM'den görmek için gelmişti. Kızını son defâ görmek için Medine'den Mekke'ye.. Sokmadılar onu Mekke'ye... Döndü yürüyerek mübârek kadın tekrar Medine'ye... İki üç gün yürüdü o yaşta.. Aç, SUsuz. Kuvvet kalmamıştı bacaklarında... Çöktü orada, bir Öğle Çöl Sıcağında kumlar üzerine. Dudakları çatlamıştı, SUsuzluktan döndü yalvardı içinden RABBine şöylece.:
Yâ İLAHÎ!. Bu dudaklar senin HaBîBin’in Elinden SU içmişti. Kurutma bunları da hem SENin İsm-i CELÎLİN’i son defa haykırayım!. Selâm götüreyim Medine'deki HaBîBin’e!.”
Kumdan birden bire, çıktı iki el, billur bir kâse içinde BUZ gibi SU ile... İçti bunu kanarak... Kuveti geldi, yürüdü vardı Medine'ye. Hazreti Ümmü Eymen..
"Anamdan sonra ikinci anamdır.” dediği RESÛLü EKREM'in...

Bu hâdise olurdu olmazdı diye kafa yorma....
İnanan.: “ALLAH Kudreti bu!.” der geçer, yormaz kendini..
İnanmayana söylemiyorum, 15 bin defâ hayal olsun!. Kabul ettim!.
Bu hâdiseden sonra Ümmü Eymen 8 sene daha yaşamıştır, SUsamamıştır bu seneler zarfında..
Hâlbuki SUsuz inşan, 5 günden fazla yaşayamaz. İnanma Kudretine bakın!..
Hayal diye söylemiyorum. İnanmayan manda gibi SU içse bu olmaz!. Ne kanâr, ne de SUsuzluğu gider.
Bu SU CeNNet SUyu’ndandı, içen bir daha ne başka SU arar!..
Onun için.:SU kadar azîz olun!.” derim.
LİLLAHİ’L- Fâtiha!..

Resim
Sem olsun bizden size...
Bizi sevenlere...
Sevmek isteyenlere… selâm ederiz, Gurbet Diyârından.
Artık yaşlanıyorum, hattâ yaşlandım. Sıhhatimde iyi değil!.
Sizleri küçük görmüyorum!. Soldurmayayım diye methetmiyorum!.
Aynaya çok yaklaşırsan, aynayı methedersen, buğu tutar, birhoş solar göremezsin, göstermez seni... bir tuhaf olur.
İnsan ALLAH'ın Gölgesi'dir. Ölünce RABB ile yaşar artık o zaman sağdır.
RABB’dan geldi bu cân verilen cesede, o gölge!.
Onun için bu gölgeye hançer sallama!.
Gölge SUdan akseder. Ondan herşey SUdan halkoldu, göründü bu Dünyâ yüzünde,
Bu SUyu bulandırma gölgeni göremezsin!.
Sizlere, bana müsâade edildiği kadar birşeyler bırakmak istiyorum. Beni DUÂlarınızda eksik etmezseniz memnun olurum. HAKk da sizden memnun olsun!.
Şimdiye kadar birçok şeyleri dilim yettiği kadar sizlere mırıldandım bu mırıltılardan ayrılmayın... tatbik edin!. ALLAH Hakkı için ileride bana DUÂ edersiniz.
Yolunuz mâ’mur ve âziz olur. Bundan şüphe etmeyin.
Müşkil zamanlarınızda benim yıllarca çektiklerimi, dertlerimi, yoksulluklarımı, sabrımı, tahammülümü düşünün.
Öyle senelerim oldu ki arkadaşım yoktu, yapayalnızdım “Tigran” arkadaşımdı, onu aldı elimden geri... Beni gözünüzün önüne getirin... Sizlere gücüm nisbetinde yardım ederim.
ALLAH cümlenizden râzı olsun!.

Vasiyetim yoktur!.
ALLAH ne takdir ederse o olur ve o güzeldir!.
Basit bir kul olarak dileğim;
Eğer göçersem, Anamın ayak ucuna beni koyun!.
Dünyânın en iyi kadınlarından biri olan karımı, benden sonra vasiyet, bir şey yapmazsa, yanimâ koyun... Çok hâlim sessiz aç kalır, hasta olur söylemez. Yıllarca benimle yoksulluk çekti, bir defâ küçük bir of dediği olmadı mübârek bir kadındır, ermiş bir kadındır. Ammâ kimse bilemez!.
Kızım temiz bir kızdır. Bedbaht oldu. Derdini söylemez. GüLün Anasıdır. Kendisi GüLdür, sırrı gizlidir. Goncası da GüLdür. ALLAHım onları muhâfaza etsin!. Hakkımı helâl ederim. Cenâbı HAKk, Baba hakkı sormasın!. Annesi zâten melek. O da zâten hakkım çoktan helâl etmiştir!.
Yaşar, Ahmet hayatta kaldıkça onları benim hatırım için hoş tutun. Himâye edin, Hüseyin. Remzi Beylere yük vermiyorum onların dertleri başından aşkındır.
Ben gidersem Himmet ve Sırrım sizde zuhur edecektir.
Sultân ölmeden kimse Sultân olamaz derler ya!.
Ammâ bizde de Sultânlık nerede... Sultânlık artık mülgâ oldu Dünyâda. Sessiz geldim. Nâm nişân bırakmadan... Sessiz giderim. Âlim değil, Velî değilim, herkes gibi ALLAH'ın bir Kulu ve RESÛL’ü EKREM'in Ümmetinden biriyim.

Ömrümde bilerek yalan söylemedim. Haramdan bütün kuvvetimle kaçtım. RESÛL’ü EKREM’in tebliğ ettiği emirleri yerine getirmeye savaştım. Yıllarca aç, yoksulluk içinde bulundum. Derdimi kimseye açmadım, açamadım HAKk'tan utandım. Bilerek hayvan, mahluk, sinek bile öldürmedim. Zinâ yapmadım, gözle bile olsun!. Bedduâ etmedim kimseye, hayvana bile. Kimseye şahsım için gücenmedim.
Hücumlara hâkir görmelere, haksızlıklara ma’ruz kaldım, sustum, gizli gizli göz yaşım geldi, o kadar.. Kimseye fenâlık yapmadım. Fenâlık yapmayı bana öğretmediler!.
Yalnız Dünyâda şunu öğrendim ve anladım: ben bir HİÇim o kadar!.

Benden sonra sizlere, sözlerim, lâkırdılarım kalacaktır.
Onlar beni rahmetle anmağa kâfi gelir.
Beni unutmazsanız memnun ve mesrûr olurum.
Katiyyen hırsa kapılmayın.
Yalana tevessül etmeyin. Kanaatkâr olun.
Doğruluktan ayrılmayın.
Haramdan ictinâb edin.
Helâl bir insana kâfidir artar bile
Sabah namazını kaçırmayın.
Her ay üç gün oruç tutun, ihmâl etmeyin.
Gece namâzı kılın.
Daimâ abdestli olun.
İsyankâr olmayın.
Dinsiz ve mağrur insanlarla münâkaşa etmeyin.
Ümidinizi kaybetmeyin.
Dert ve yoksulluk karşısında metin olun.
Dilinizden ALLAH ve RESÛL'ü EKREM'İ eksik etmeyin.
Dünyâda rahat yaşamak için, ALLAH, RESÛL'ü EKREM ve Namaz kâfidir.
Dünyâ kendini birşey zannedenlerle doludur. Kulak vermeyin susun.
Dünyâda yalancı mürşidler, şeyhler, velîlerle doluyor, hakikiler gizlidir belli değildirler. Nişânsız, namsızdırlar. Benden sonra yalnız kalmazsınız.
Ben yine sizinle berâberim. Bu kubbenin altında binlerce gizli Dostum ve Refikim vardır. Onların himâyesindesiniz. Katiyyen bu lâfı unutmayın ve şüphe etmeyin.
Bu mektubuma ilâve ettiğim “evrad”ıma devam edin!.

“Gel GüL!” dedi. BüLbüL->GüLe,
========->GüL gelmedi gitti!.
GüL->BüLbüLe!. BüLbüL->GüLe,
========->YÂR OLmadı gitti!.


Bu gibi sesine mağrur BüLbüL olmayın. Ayağına sız gidin. Gururunda sabit olan GüLü yanına çağırıyor bunu bildiği hâlde.
Ammâ dikkat ederseniz, BüLbüL GüLün kokusunu aldı yanına çağırıyor. BüLbüLün yuvası fenâ kokar bilir misiniz?. Sesi, BüLbüLün sırrını gizliyor. Ammâ her kulağa değil. ALLAH yarattıklarının kokusunu kendilerinden gizler. Duysalar kokularını çıldırırlar, yahut kibre girerler!.
Yaratıkları, kendi çıkardıkları sesi tanıyamazlar. Yalancı seslerle avcılar, kuşları avlarlar. Hayvanlarda yalancılık, hile yoktur. Kurt, zâlimdir ammâ hilesi yoktur. Kuzular, sürü içinde analarını koku ile tanırlar. İnsan kendi sesini tanıyamaz. Tanısa idi başka olurdu söz, ancak görünmeyen ve her gözün göremiyeceği rengi ile anlaşılır!.
ALLAH'ın Kelâmı ağızdan çıkarken bir NÛR çıkarır. Onun için, ALLAH Kelâmı olduğunu anlamak için rengi görenler vardır.
Hadîs-i Şerîflerde telâffuz edilirken RESÛL NÛRu görünürse Hakiki Hâdis-i Şerîf olduğu anlaşılır. Bunları alan, duyan, gören “canın bulunduğu cesedde oturan =>RÛH’tur.
RÛH'un alması, görmesi, duyması için bulunduğu cesedi, temiz tutmak cesede hayat veren “HAYy”ın durması için rızıkların temizliğine dikkat lâzımdır. Haram helâl hikâyesi!.
Rızkın içine; yalan, hırsızlık, haksızlık, nâ-meşruîyet, gusulsüzlük karışırsa o rızık, o cesed için hemen haram olur.
Besmelesiz kesilen hayvan haram olur. Et kirlenmez. Hayvana hakâret olduğu için.: “Dokunmayın o hayvana!.” diye Emrin şiddetindedir oradaki haramîyyet.

Meselâ bir elmanın yarısı senin için haram olabilir, diğer yarısı bir başkası için helâldir ->İmâm'ı Azam'ın elma hikâyesini bilirsiniz, en çok meyveye haram karışır.
Hasan-ı Basrî'nin hurma hikayesini hatırlayın.
Ben meyva yemem. Çocuklarıma alır, yediririm.
Hekimin elinden içilen ilâç saftır, temizdir, şifâlıdır unutma.
Hekimin verip de.: “Şunu ye, yut!.” dediği ilâcı.
Nesneyi kabul etmezsen fırsat kaçırırsın.
Böyle, yüzlerce fırsat kaçırdığınızın farkında mısınız himmet ve izin verme insanın boş bulunduğu zaman uzatılır, ammâ, gafletten o anda kabul etmezsin, kaçar gider!. Böyle çok fırsatları kaçırdınız, farkında mısınız?.
Hele kendinizi bir yoklayın bakalım.
Birçok küçük tecrübe ve imtihânları kaybettiniz.
Şimdiden sonra gözünüzü açın, gaflette kalmayın.
Söylediklerimi harfiyen yapmıyorsunuz. Bâzı ehemmiyetsiz gibi görünen noktalarım ihmâl ediyorsunuz ki bu ehemmiyetsiz görünen yerler asıl kıymetlidir.
Hasankaleli İbrâhim Hakkı Hazretlerinin oğulları Zâkir ile Şâkir Vak’asını hatırlayınız.
Ârif, sendeki gizli sırları sen sustuğun zaman bilen ve söyleyendir. Falcı değil. Falcılık haramdır, küfürdür.
Haram başkadır, küfür başkadır!.
Bunu size binlerce defa anlattım. Hâlâ sorarsam, yine bilemiyecesiniz.
Söyleyen =>Röntgen gibi X =>Levh-i Mahfuz’dan senin içini dışını görür, söyler, geleceği söyler’.
Kapalı olarak, bir eden içinde sana mırıldanır.
Hikâye anlatır, temsil yapar, imâ eder, lâtife nakleder. Bu arada da muhtelif hâletler, içinde kendini gösterir. Bulutlar, Perdeler kimse ne biçim insan olduğunu anlıyamaz, insanı şüpheden şüpheye sokar. Seni imtihan eder, farkında değilsindir’.
SU’yu göremezsin, bâzan BUHAR olur, kaybolur.
Birdenbire “RENK” değiştirir, YAĞMUR olur, SAĞANAK olur, DOLU olur, KAR olur, BUZ olur, SEL olur, ÇIĞ olur.
Bazan bereket olur, feyz olur, kalıptan kalıba girer. Fakat asıl ne ise odur!.

Bu mektup, Yaşar, Ahmet, Basri, Remzi, Hüseyin, Sabri Tandoğan, Abdülkadir bey, Celâl Emrem Bey, Azize Hanım, Yurdanur, Suna, Sunanın Babası, Rana Hamın, Hüseyin Bey, Melâhat Hanım, Doktor Beyler... Mümkünse dinlesinler!.
Lâtife Hanım, Kemâl Bey..
Hepinize selâm niyâz ederim..


Gurbetten =>Derman..


Resim

Ümmü Eymen Bereke bint Sa‘lebe b. Amr el-Habeşîyye (ö. 24/645)
Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in dadısı, sahâbî radiyallahu anha.

Mâ’mur.: İ'mar edilen, ta’mir edilmiş..
Tigran.: Derman Hocamın Köpeği..
Mülgâ.: İlga edilmiş. Kaldırılmış. Metruk ve lağvedilmiş şey. Terkedilmiş.
Mesrur.: Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş.
Tevessül.: Sarılmak. * Baş vurmak. * İnanmak. * Sebeb tutmak. * Hırsızlık.
İctinâb.: Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak..
Metin.: Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan.
Refik.: Ortak, arkadaş, eş, yardımcı, yoldaş..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

14.2.1974
Muhterem Sabri Bey,

Mektubunuzu bugün aldım. Üzüntülerinizin dağıldığına fevkalâde memnun oldum. Cenâb- HAKk huzur ihsân buyursun..
Siz Mütteki bir zâtsınız. Kadere boyun eğmek sizin için kâfidir. Düşüncelerinize hürmet ederim.
Mektubları toplamak, bir deftere yazmak iyi olur.
Yaşar'la konuş bu işi bir ÂN evvel tamamlamanızı arzularım.
Bu toplumda azalan hakiki dindârların bir arada sık sık sohbet etmeleri gerekir... Yaşar, Ahmet, Remzi, Hüseyin, Basri, Şevki ve diğerleri Abdülkadir Bey toplanmaları sohbet etmeleri iyi olur. Bu asır, kendi kendini kurtarma asrıdır..
Siyâsete karışmayın!. Devlete DUÂ edin. Kendi gündelik işlerinizle ve mânevi taraflarınızı takviye ile uğraşın. Diğerleri bir fâide vermez. İç Âleminizle meşgul olun. Cenâb-ı HAKk herkesin rızkını tekellüf etmiştir. Çabalasan da, hırsa kapılsan da ne ise odur!.
Yazdığım mektublar ALLAH Hakkı için doğrudur. Şüphe etmeyin...
Kimseyi yola getireceğim diye uğraşmayın...
İrşâd Devri çoktan zevâl bulmuştur. Uğraşanlar beyhude bir hırsın kurbanıdırlar. Şeytan'a yardım ediyorlar.
1300 küsur senedir ALLAH ve RESÛL'ün Peşinden koşanlardan hâlâ olmamak, tereddüd ve şüphe içinde bulunmak dalâlet ve isyân belirtileridir.

Gel de gör Kavm-i Lût ne hâldedir. Lût Kavmi utanır bunların yanında yerlere girer, Âfet beklemezler kendi kendilerini boğarlar. Unutmalarından, hatırınıza gelir.: “Hoca burada ne için duruyor, niçin gitti?!.”
Bu benim son ÇİLLEm olsa gerek. Her şey söylenemez ki...
Gözden uzak olanın sözünü tutmak biraz güç değil çok güçtür. Ammâ Hocanın gözleri şimdi çok zayıfladı, gözlükle bile iyi göremiyor. Fakat benim gözlerimin ve kulaklarımın uzunluğu vardır. Görür işitirim. Kulağı uzun olan cinstenim de ondan…

Ben buradan yazdığım mektubları iş olsun diye veyâ.: “Ben şuyum, ben buyum, ben âlimim!” diye bir kanâat husule getirmek için değildir. Şüphede, tereddütte olanlarla işim yoktur.
Birden bire susarım, ağzımı açacak makina ve âlet bulunmaz...
Zâten çok uzaklarda, gurbetteyim. Gurbet kelimesini deşersen içinden dertler, ızdırablar, çileler tahammül edilemeyecek yoksulluklar gizlidir.
Yıllardır ihtiyâçlar içinde bulunanın artık hiç birşeye ihtiyâcı yoktur.

Bu mektubu da Yaşar ve onlara okumanızı isterim.
Evinize selâm eder DUÂ ederim.
Hürmet selâm ve DUÂlarımı gönderirim. HAKk kabul ederse. ALLAH'a Emânet OLun..
M. Derman..


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Şeyh AHMED..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim
Resim İNCİ..

02.03.1971
OğLum YaŞaR.:

Bu devrân böyledir..
Uğradığın dertlerden mahluklara şikâyet etme, “RAHîM”i merhametsize şikâyet etmiş olursun.
Bu sözde kitaplar dolusu HİKMET ve SIRR gizlidir.
Şikâyet etmemek, hatırdan bile geçirmemek "RAHMÂN”dır.
Şikâyet, hatırda onu yormak düşünmek "KAHHÂR"dır. Rahmân ve Kahhâr'ın Azametini bir arada bildiren “Sûre-i HûD”dur.
Bu indiği zaman RESûL-ü EKREM'in saçları ağarmağa başlamıştır..
“Festekim kemâ umirte.: Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!/git!"
ALLAH Adı anılmayan yuvada hayır yoktur.
Bâzılan bir çok sırları ağızlarından kaçırmışlardır. “Mansur” gibi. Bâzıları.: “Ete kemiğe büründüm YÛNUS diye göründüm” demiştir.
Bu garip bir Hikmettir ve Hakikattır.
Daha söylersem göbek atmağa başlarsın bu da ayıp olur.. Yeter bu kadar.
MANSUR.: “ENE’L- HAKk!.” Başı vurulmuş... Şeriatı muhafaza etmek için...
ŞİBLî ve CÜNEYD kürsülerden haykırmışlar... “Cübbemin altında ALLAH!.” demiş... Kimse bir şey söylememiş...
Ben bunlardan daha açık söyleyeceğim:
“LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH" derken.:
“LÂ İLÂHE” =>Yerden göğe kadar gökten yere kadar “İLÂH” yoktur. “İLLÂ ALLAH" =>Ancak “ALLAH” KALBimdedir!.
"LÂ İLÂHE İLLÂ ALLAH" =>TEVHİDİnin nasıl ZİKRedileceğini öğrenmek gerekir!. “10” defa söyleyebilirsen kendinden hemen geçersin!..

ALLAH =>İnsÂNı elbise yapıp üzerine geymiştir!.”
MD.

Köpek üç dört kilometre uzaktan avın kokusunu alır. Yanında yediği leşin kokusunu alamaz. Alsaydı, leşi yiyemezdi...
Köpeğin burnu mütemâdiyen yerdedir. Hemcisinin kokusunu oradan anlar. Kokladığı yere elinde olmayarak bacağını kaldırarak işer. Bunda da bir şey gizlenmiştir. Ama söylenemez!.

RESûL-ü EKREM buyurmuştur.: “Köpeği ev içine almayınız.. Oraya MELâİKE girmez.”
Bu sırdan dolayı... Bu sır kötü bir şey değildir. Köpek buna rağmen en sâdık bir hayvandır. Sâhibine veyâ kendisine bir lokma ekmek verene karşı o iyiliği kattiyyen unutmaz...
Burada da bir HİKMET gizlidir. Sedefin içindeki İNCİ gibi...
Dünyâ, köpek gibi uzaklarla uğraşıyor. Aya gidiyor, yıdızlara gitmeğe uğraşıyor.
RESÛL-ü EKREM buyurmuştur.: “İLM-i NÜCûM/Yıldızlar İlmi" ile uğraşmayın, bahsi felâketiniz olur..”

Beşer bugün yanında bulunan, yakîninde olan FAZİLETi ne görüyor ne kokusunu alıyor. Bu fâzileti kaybetmenin verdiği boşluğa köpek gibi uzaklardan koku alıyor...
Eskiden İslâmın hiç bir din ve cemiyette bulunmayan bir müessesesi vardı. “VAKIF"

Vakıf” Kelimesini anlatacak Türkçede veyâ başka dilde bir kelime yoktur. Dedelerimiz fethettikleri yerler genişledikçe bu yerleri vakıf yapmışlardır. Vakıf olan yerler, ebedîyyen öyle kalır. Ne gâye için vakfedilmiş ise, artık O kat'iyyen değişmez, değiştirilemez.
Körlere a’mâlara deynek, yetim kızlara çehiz, kuşlara suluk, yemlik, fâkir talebelere okuma imkânı, parasız tuz, saymakla bitmez.
Vakıf, Hukuka göre, vakfedenin arzusu ve emri hiçbir sûretle değiştirilemez. Vakıf, gâyesi dışında kullanılamaz. Onun için bilmeden söylenilenlerle uğraşmayın... Hepinize DUÂ ederim.

Derman..


Resim
اِنَّ المََئِكَةَ َ تَدْخُلُ بَيْتاً فِيهِ كَلْبٌ وََ صُورَةٌ وََ جُنُبٌ
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İçinde köpek, resim ve cünüb bulunan eve (rahmet getiren) melekler girmez" buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Libâs,129; Nesâî, Tahare,167)

Astroloji, yıldızların hareketinden hüküm çıkararak gaibden haber vermek (kâhinlik) olduğu için zararlı ve yasak olan bilgilerdendir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Benden sonra ümmetim hakkında en çok korktuğum, idarecilerin zulmü, yıldızlara inanmak ve kaderi inkârdır" buyurmuştur.
(İmam Gazalî, İhyâ, I, 36).


فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve azgınlık yapmayın (aşırı gitmeyin). Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.” (Hûd 11/112)

Abdullah ibni Abbas radıyallâhu Anh anlatıyor.: “Bir gün Hazreti Ebûbekir radıyallâhu anhu.: “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!. SİZin de saçlarınıza ak düşmüş!” dediğinde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Hûd, Vâkia, Mürselât, Amme Yetesâelûn, Ve izâ’ş-şemsu küvvirat, Sûre-i Celîleleri saç ve sakalımı ağartt!” buyurdu.
(Tirmizî Şemâil, bab: 5, No: 36.)

Hazreti Ebûbekir radıyallâhu anhu.: "Anam babam sana feda olsun! Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!. Benzer Sûreler hangileridir.” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:el-Vâkia, el-Karia, Seele Sâilun (Me’aric) ve ize’ş-şemsu kuvvirat (Tekvir) sûreleri.” diye cevap verdi
(Sa’d Tabakat, 1/436.)

Ebû Cühayfe radıyallâhu anu anlatıyor.: “Ashabı kiram radıyallâhu anhüm.: “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! SİZin de yaşlandığınızı görüyoruz!” dediklerinde,
Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz.: “Beni Hûd Sûresi ve Kardeşleri (benzerleri) ihtiyarlattı!.” buyurdu.
(Tirmizî Şemâil, bab: 5, No: 37.)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

2.3.1974
Muhterem Sabri Bey.:
Mektubunuzu aldım. Çok memnun oluyorum. Güzelce okuyabiliyorum. Ne kadar eski yazıları unutsanız teâmül mevcut olduğu için yanlış yoktur var olun...
Elimden dilimden müsâade ettiği kadar sizlere faydalı olmağa savaşıyorum ALLAH muvaffak etsin feyzinizi bol etsin...
Bugünkü Dünyâ böyle. Devrân böyledir. Dünyâ son âkibetine süratle gitmektedir. Onun için uğrayacağın dertlerden mahluklara şikâyet etme!. “RAHîM” olanı merhametsizce şikâyet etmiş olursun. Bu da isyân olur. Bu küçük lâfta kitaplar dolusu HİKMET ve SIR gizlidir. Şikâyet etmek “KAHHÂR”dır.
RAHMÂN ve KAHHÂR'ın Azametini bir arada bildiren “Sûre-i Hûd” nazil olduğu zaman RESÛL-Ü EKREM ağlamağa başlamış, bir gecede saçlarına ak düşmüştür.
"Festekim kemâ umirte”.. Yâ Resûlüm emrolundüğü üzere doğru git!..
Bu âyete uymak çok zordur. Her yiğitin kârı deyildir. Bugün insanoğlu, kendi kendini bırakmış uzaklarla uğraşıyor. Kendi kâlb hazinelerini bulamıyor.. unuttu!.

Sizlere ne mutlu bugünkü Dünyâda... Beş vakit namazını kılan yalan bilmeyen, abdestli gezen, kanâatkâr, takdire boynu bükük ağzında "ALLAH”ı olan kimsenin ben ayaklarının altını öperim...
Onun için kıymetinizi biliniz... Üzülmeyin, bunları bugünkü cemiyette yapanlara müjdeler olsun...
Pekâlâ bilirsiniz... Kabirde Suâl Hak'tır ve kat'idir. Gıybet, yalan, hased, dedikodu, yetim malı, haram lokma işte bunlardan İslâmlara suâl vardır. Kabir bâbı bunlardan gelir... Aman dikkat edin... kabir âzâbı gelmeyeceklerin yolu HUZUR ve CEMÂLULLAH'tır.
Bunları ben söylemiyorum. RESÛL-Ü EKREM buyuruyor..

Yazdığım mektuplar hepinizedir. Birlikte okursunuz... Yazdığım lâfları benden sonra kimseden işitemiyeceksiniz.
Bilhassa tecrübeli, münevver olan siz, bunu pek iyi fehmedersiniz. Yekdiğerinize yardım edin. Birbirinizi ALLAH için SEVin... İnsanı SEVmek ALLAH'a karşı bir nev'i ibâdettir...
Nasihat ve tavsiyelerimi harfiyyen tutmağa gayret ederseniz hepiniz sonunda bana DUÂ edersiniz ve RAHMET'le anarsınız...

Bâki demiş ya.:
“Kadrini Musallâda Bilip Ey Bâki,
Durup El Bağlayalar Karşında Yarın Saf... Saf...”


Cümleye selâm ederim. HAKk hepinize yardımcı olsun Hıfz buyursun. Bana da DUÂ ederseniz memnun olurum..
M. Derman..

Resim

Teâmül.: Olagelen iş. * Birbiriyle alıp vermek. * Yapılagelen muamele ve münasebet. * Usul. * Reaksiyon, tepki.
Devrân.: Devir, felek, zaman, deveran, dünya.
Nâzil.: (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Hazine.: Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.
Fehm.: (Fehim - Fehm) Anlayış. Zihnen kavrayış..


Resim

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve azgınlık yapmayın (aşırı gitmeyin). Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.” (Hûd 11/112)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “ALLAH’ım! Kabir azâbından SANA sığınıyorum!.” buyurmuştur.
(Müslim, Nesaî, Hâkim, Harâitî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “Kabir azâbından ALLAH’a sığının!.” buyurmuştur.
(Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “Şehîd, kabir azâbından emîndir.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Beyhekî, imam-ı Ahmed.)

Kur'ÂN-ı Kerîmde Şehîdler.: Bakara 2/275; Âl-i İmrân 3/169-170..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “Yâ RABBi bunu kabir azâbından koru!.” diye DUÂ etmiştir.
(Müslim, Nesai, Tirmizi)


وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevme’l- kıyâmeti a’mâ.: “Kimler de BENim övünç kaynağı Kur’ÂN’ımdan, benim şeriatımdan, benim lütfumla kendileriyle ilgilenmemden, BENİ zikretmekten, bana şükretmekten yüz çevirirler, okunması ibâdet olan Kur’ÂN’ımı, şeriatımı, zikrimi engelleyici tedbirler alırlarsa, onların ekonomik ve ruhî sıkıntılar içinde geçen sosyal çalkantılarla dolu hayatları, geçim darlıkları olur. BİZ onları, Kıyamet Günü, mahşere kör olarak getiririz.”(Hûd 11/124)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır. " fe inne lehu maîşeten danken " âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azâbı bildirir. 99 tinnin kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.” buyurmuştur.
(Tirmizî.)

Tinnin.: Büyük yılan, ejder, ejderha..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “Ölen kişi mü’min ise, kabri genişletilir, diriltilene kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insan hariç, her canlı işitir!.” buyurmuştur.
(B.uhârî, Müslim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir cenâzede.: “ Gizleyebilseydiniz, kabir azâbını işitmeniz için ALLAH’a DUÂ ederdim.” buyurmuştur.
(Buhârî, Müslim.)


ALLAH celle celâlihu.:
Resim

er Rahmânu celle celâlihu.:
Resim

er Rahîmu celle celâlihu.:
Resim

El Kahhâru celle celâlihu.:
Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

Değişen bir şey görmedim, üzüldüm!.

Gurbetten geldik gördük sizleri meğer ben gurbette değilmişim. Gurbet bende imiş... Gurbetten gönderdiğim nasihat ve tavsiyelerimiz kulaklarda duyulmuş o kadar. Değişen bir şey görmedim.. Üzüldüm!.
Yıllarca yuvasından ayrılmış bir insan evine döndüğü zaman nasıl eşyâların üzerine toz birikir öyle olmuşsunuz!..
Bereket versin ki örümcek ağları henüz olmamış...
Örümcek bazı ıssız yerlere ağ kurar bilirsiniz. Bir sebebe bağlıdır.
Zirâ örümcek mübârek bir hayvandır. Resul-ü Kibriyâ'yı sever. Mağrasında o incecik ağları ile demirden daha sağlam olduğunu bütün insanlığa bağırmış ve bir örnek göstermiştir..

Sizlere; kağıt üzerlerine geçmiş, kitab sayfalarıyla yazılmış, teyp bantlarında ses halinde nasihat ve tavsiyelerim var.
Bunlar kuru gürültüdür!. “Hayır!.” diyeceksiniz!. Dünyâ Yüzünde bütün insanlar taksim etsin yazılan kitapları herkese bir kütüphane dolusu kitap düşer. Okuyan, onu tatbik eden nerede!. Olsaydı kıyâmet bile kopmazdı. Bütün insanlar âhirete, huzura bir Rüyâ Âlemi gibi acı, dert, ızdırab çekmeden intikâl ederlerdi... Bizim sizlere mırıltılarımızda Dünyâya nazaran gözle görülemeyecek kadar bir toz cesâmetindedir. Bu sözlerimde, nasihatlerimde, yazılarımda bu garip kaderden kurtulamaz..
Unutulur.. Ammâ... Sözlerimde başka birşey gizlidir. Gönül bandına alınabilecek bir hususiyet taşır.. Maâlesef gönül bantlarınızı bomboş buldum!..

Rahmetullâhi Aleyh Hocam.: “Sen görünmezsin!.” derdi.
“Görünmek istiyorum!.” der gibi mübârek gözlerine bakmıştım.
“Zamânı gelince görün!.” dedi...
Göründüm fakat görmediler.. O zaman görünmez oldum.. Kader böyle... Herşey ufukta kaybolduktan sonra anlaşılır... Fakat iş işten geçmiştir...
Zâten asrımızda işler çok geçmiştir... Gözü görenlere “yıldız gibi çaktı” geçti masalının sayfalarına intikâl ederek efsâne hâlinde kalır bunlar!..
Olduğunuz gibi olun, öyle kalın. Dışınızla görünün, içinizi aynaya bile göstermeyin!.
Sinsi durup, dedikodu yapıp uslu görünmekten daha hayırlıdır, Bağırarak dedikodu yapmak...
Dedikodu yapan haberi olmadan Yalancılık Kervanına karışır onunla ömür menziline yol alır...
Yoksa sizlere; sakallı, ensesi kalın, yazın ayaklarında lâstik ve mest, saçları usturalı, elinde tesbih, “Hoca-Hacı” olduğunu bağıran, ALLAH'ın Mahlûkatına saldıran, herkese “kâfir” nazarîyla bakan, gelişi güzel her yerde ilmi olmadığı hâlde dinden bahseden ve nükte eden Kirli Mürşidler, erdiğini zorla kabul ettirmeğe savaşan Kara Softalar mı lâzım..
Yoksa “münevver” diye geçinen tasavvûfi lâflarla etrafina insan toplayan Beyefendiler mi gerek...

ALLAH'a kasem ederim ki, bunların hepsi cehennemde bile yeri olmayan, oradan kaçarak yer yüzüne çıkmış ALLAH’ın lânet ettiği eşkıyâ tâifesindendirler...
Bu gibilerini yer, Lût Kavmi gibi yutmuştur, yutuyor, yutacaktır da!. Aklınızı başınıza alın!.
Çarşılarda tablalarda satılan yalancı yüzükler gibi müşterisi çok olan sahte ziynet olmayın...
Vitrinlerde yıllarca sessiz bekleyen elmas, yakut, zebercet, firuz gibi sessiz kalın. Birgün alıcı çıkar... Kıymetinizi takdir eden bulunur.
Gazinolarda şarkı söylerler, oturanlarda birbirleriyle konuşurlar. Şarkı söyleyeni dinleyen yoktur. Bunlara benzemeyin!.
Yahutta şarkı söyletmeyen yerlerde konuşun da o şarkıcıyı hor görmüş olmazsınız...
Kalabalık içinde o şarkıcıyı dinleyen biri bulunur. Bulunmasa o şarkıcının plâkları satılmaz... Yapan da doldurmaz.. O plâkları...
Düzelirseniz kokunuzu alırım. Düzelmezseniz haberim bile olmaz...
Dünyâmızda bugün; her ümidin sonu “kader” de zâten.. Sâadet, sabaha karşı göklerde yükselen yıldızların ömrü kadardır. O yıldızı görenlere bile ne mutlu derim. Onu da göremezler!. Zirâ Sabâh'ı bu gün karşılamak için uyanık olanlar azdan da azdır. Uykudadırlar. Güneş doğduktan sonra uyanırlar. Ammâ sabah vakti çoktan geçmiştir!.

Vatanınızı sevin, evinizi sevin. birbirinizi sevin... Dedikodu yapmayın...
Günahları bile HAKk, tövbe ettikten sonra af eder. Fakat her türlü dedikodu yapanı asla!.. Dedikodu yapan azâbdadır, Nâr'dadır. Hüsrândadır. Bunu unutmayın!.. Dedikodu yapan =>“Kulhuvallahu ehad” Sûresini inkar edendir. Bu mânâya yanaşmak çok güçtür ammâ söz dinlemek buna yanaşmak gibidir!.

Bu lâkırdılar ALLAH Hakkı için doğrudur. ALLAH en iyisini bilir...
Dedikodu yapanı er geç bu Dünyâda hüsrâna kavuşur.
Dedikodu yapmayın, dehşetini bilmiyorsunuz bir bilseniz... Üst başınızı yırtar, perişân olursunuz. Amân dikkatli olun âzâbı hesâbı çok dehşetlidir. Dedikodu yapana, Cehennem Ateşi bile ağlar!.

Kızım, ALLH'a Emânettir onu yalnız bırakmayın, “evet” deyip de ihmâl edenlerden olmayın...
Bunu söylemezdim ammâ ilk ayrılışımda bunun böyle olduğunu duydum. Ve geldim gördüm!. Beni üzmemek için yapamıyacağınız işi “yaparım!.” demeyiniz!.
Bu hareket beni çok kırar!. Üzülme düzelir, kırılma asla düzelmez!.
Güç geliyorsa, bıktıysanız, serbestsiniz... çekilirsiniz... gücenmem...
Sizlere dâimâ DUÂ ederim. Sizlerin de DUÂsını beklerim...

Vatana biraz olsun rahat edeyim biraz dinleneyim diye geldim. Nâsib olmadı aksi oldu. Daha yorgun ve huzursuz dönüyorum!.
Hak nâsib etti ise tekrar buluşuruz. İnşâallahu Rahmân...
Fikirlerim karmakarışık, onları henüz toplayamıyorum. Meçhullere gider gibi ayrılıp gidiyorum!. Bâzı şeyler daha söylemek çok isterdim ammâ...
Söylemiyeceğim... Çünkü fazla üzülürsünüz. Bende acı çekerim ondan söyliyemiyeceğim!..
Hepinize selâm olsun. ALLAH'a ısmarladık!..

27.06.1974
Derman..

Resim

Resim


Cesâmet.: İrilik. Büyük olma, cesim olma..
Efsâne.: Masal. Uydurulmuş yalan hikâye..
Münevver.: Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş..
Kasem.: Yemin. Ahdetme..
Hüsrân.: Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp..
Meçhul.: Bilinmeyen. Belli olmayan..
Elmas.: Yeryüzündeki en değerli taş bilinen ve kolayca test edilebilen bir taştır..
Yakut.: Yakut taşı, renk olarak kırmızı ve borda tonlarında bir taştır. Elmastan sonda en sert değerli taş olan Yakut taşı, nadir bulunduğu için en pahalı satılan ikinci taştır.
Firuz.: Firuze taşı mavi ve yeşilin tüm tonlarında bulunabilme özelliğine sahip değerli taşlardandır..
Zebercet.: Zebercet taşı, depresyona, kötü düşünceye, strese, sinire ve kuruntuya karşı oldukça yaygın kullanılan bir taş..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

20.11.1974
Kılıçaslan Ahmet;

SeLâm ve DUÂ ederim. Bugünlerde sesin çıkmıyor.
Kılıcınla =>CeyLÂN Avı'na mı çıktın!.
Bana gönderdiğin Kitabın, son cildin 30. ncu sayfadan 47. nci sayfaya kadar, 16 sayfası eksik.
Bu kitapçılar böyle hiyle yaparlar. Kitapçıyı görürsen söyle!.
Bir de Hafiz Karagözü gör, ona bir mektup yazmıştım bir cevap vermedi. Sesimi kısıldı!.
İşlerin nasıl, kendini sıkma, hepsi düzelir, sabır etmek lâzım.
Bizim çocukları ara sıra yokla unutma, memnun olurum!.
Hanımınız’a SeLâm ederim.
Arkadaşlara SeLâm, sana DUÂ eder gözlerinden öperim!.


M. Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

SABRİ TÜRKER BEYin HOCAM’a YAZDIĞI MEKTUBU.:

Aziz ve Muhterem Hocamın 7.3.1975 tarihli cevâbî mektuplarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur düşüncesiyle, kendilerine yazmış olduğum nâciz düşünce ve duygularımı muhtevî mektubumun bir örneğini de sevdiklerime Hocamın mektubu ile birlikte sunuyorum. Görülecek hatalarımın bağışlanmasını dilerim,.
(Sabri Türker)

Çok Aziz ve Muhterem Efendim,
RABBim sizden hoşnud, Resûl-ü Ekrem`in Azîz ve Necîb Rûh-u Muallâları Refik ve Şefikiniz olsun!.
Lûtfedip gönderdiğiniz kıymetli mektubunuzu kardeşim Yaşar'la polis Hüseyin 26 Şubat günü bana getirdiler. ALLAH onlardan râzı olsun, bu zahmetlerini İndi İlâhi'sindeki ecirleriyle mükâfatlandırsın...
Her zaman olduğu gibi mektubunuzu gönül kapılarının sevgi anahtarı ile açtım. İçinde; Molla Câmi i nin Baharistânda, Şeyh Sâdi Şirazi'nin Gülüstânında, Sir-i Sekâti ve Cüneyd-i Bağdâdi ile diğer sünnet ve Sîret-i Resûlullah’ta bürünmüş ALLH Dostlarının gönül bahçelerinde açmış gül ve reyhanları seyredercesine ve müşâbihi olmayan kokularını duyarcasına okudum okudum...
MEVLÂm Mübârek Kâlbinizi Nûr-u Resûlüllah ile NÛRlandırsın “El KÂVîy” Esmâsıyla kuvvetlendirsin!.
Resûlallahta mücâvir olan ALLAH Dostlarının bir birinden güzel nakışlarını, RABBim’i dilediğim için kâlbime işlemekteyim. Zirâ, bü cânı O’na =>Âriflerin üflediği Nefir’in nefesleriyle vermek dilerim...
Şu bî-çâre aklımı, yanlış düşüncelerin dikenlerinden, sonu gelmez kötü arzuların süprüntülerinden korumak için zorlayıp durmaktayım... Âriflerin, ALLAH cümlesinden hoşnud olsun "Gönlün" elem ve kederde sıkılır ve sarsılırsa =>Gönül Sultânlarının hayat hikâyelerini oku, öğütlerini dinle ve düşün ki onu sağlam ve yerinde tutasın!." tavsiyesini ve sizin aynı mânâdaki.: “Benim hayatımı hatırlayın ve düşünün!." sözünüze her ÂN hatırlayarak Hz. Abdullah Ansârî`nin.: "Her PîR’in bir sözünü hatırında tut. Bunu yapamazsan onları ÂN!.” sözündeki hikmeti anlamaya çalışırım..

Ma’rufî Kerhî'nin.: "SENİ dileyen Erenler Sırasında =>SENin misafirinim!. SEN’den gelecek herşeye râzı olarak oturmuş =>Umud gözümü cömertliğinin sofrasına çevirmiş ni’metlerini bekliyorum. Başka bir iddiam yoktur!."
Sözlerini sevip benim severek RABBim’e el açıp.: “Ey RABBim!. SENin Aşkınla kapına gelmiş dilencilerin ünlerini gönlüme işledim. Ben kapına gelmek takatını henüz kendimde bulamadığımdan onların eteklerine yüz sürmekteyim. Müflisliğim SENin kapına yüz sürmeme mâni’ olursa beni onlara bağışla!.” diye yalvarmaktayım.

Hz. Şiblî'nin (ALLH ondan hoşnut ve râzı olsun) şu sözü de bazı üzüntülerimi bertaraf eder. Cezbeye tutulan bu zâtı, tımarhâneye nakletmişler, ziyâretine gelenlere.: “Siz kimsiniz?” diye sormuş. “Dostlarınız!.” demişler. Şiblî, bir taş almış üzerlerine yürümüş hepsi kaçmışlar. Şiblî.: “Geri dönün ey Dost olduklarını iddiâ edenler!.Dostlar DOStun önünden kaçmazlar, O’nun cefâ taşından sakınmazlar!.” demiş. Ve anlıyorum ki, Hz. Şiblî'nin anladığı mânâda “Dost” bulabilmek ne kadar zor ve hattâ bana göre imkânsız...
Bunun için sizin de tavsiye buyurduğunuz gibi insan selâmeti ancak kendi içine kapanmakta buluyor!.

Beyâzid-i Bestâmî Hz.lerine sormuşlar.: "SÜNNET nedir, FARZ nedir?” diye. Cevap vermiş.: "SüNNet =>Dünyâyı terk etmek, Farz ise =>ALLH ile BİRLikte OLmaktır!."
Bu sözdeki hikmeti anlamaya benim ilmim kâfi değil. Lâkin, yine de bâzı tereddüde düşmekten kendimi alamadım. Meselâ Cenâb-ı Peygamber’in.:
“Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, biraz sonra ölecekmiş gibi düşün!."
“İki gününü bir birine eşit kılana yazıklar olsun!."

Meâlindeki Hâdis-i Şerifleri karşısında, Beyazid-î Bestamî Hz.nin bu sözünü anlayabilmek cidden zor. Her insan Dünyâsını terk eder kendi kabuğuna çekilirse yalnız Beşerî Nizam değil. ALLAHü Âlem İlâhi Nizama da aykırı bir hâle düşmüş olur kanaatindeyim!. Bu hususta lütfeder bizleri tenvir buyurursanız hatadan sâlim kalmamızı temin buyurmuş olursunuz..

Bundan önce yazdığım 13 Şubat tarihli mektubumdan sonra,
Bir pazar günü kardeşim Yaşar ve Ahmet'le beraber Emekli Memur Hacı Selâhattin Beyi Gazi Mahâllesindeki evinde ziyâret ettik. Sizin teybe alınmış o çok kıymetli vâz’u nasihatlarınızı büyük bir zevk ve huşû’ içinde dinledik. Veysel Karâni Hz.inin Hayatı ve sizi dinlemiş olan bir zâtın vâki suâline cevap teşkil eden ibret ve hikmet dolu sözleriniz, oradada sizi anmamıza, sizinle beraber olmamıza düşünce ufkumuzun genişlemesine ve nihâyet imânımızın takviyesine vesile olmuştur. Böyle birbirlerini sevmiş, az çok anlamış gönül yoldaşlarının buluşup görüşmesi ne güzel şey... Her zaman ve imkânda bunun devamını arzu etmeme rağmen hayat gâilesi sebebiyle bu arkadaşları bir araya getirmekliğim mümkün olamıyor..

Basri, Sabri Tandoğan, Remzi ve Albay Şevket Beyleri, sizin Ankara'dan ayrıldığınız günden beri görmek mümkün olmadı. Basri Beyin ara sıra Yaşar'a uğradığını duyuyorum. Birimiz hasta veya vefât etmiş olsak diğerlerinin haberi olmayacak. Karşılıklı sevgiden. kâlbi râbıtadan bahsetmemize rağmen... ne Hazin bir tecelli. MEVLÂm kusurlarımızı bağışlasın...
Hürmetle ellerinizden öper muhtaç olduğum DUÂlarınızı beklerim. ALLAH’a EMÂNet OLunuz!.
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

7.3.1975 Cuma..
Sabri Türker..


"Sünnet dünyâyı terk etmek"
"Farz Hak ile birlikte olmak"

Beyazid'i Bestami demiş bu sözü bu lâkırdı hâlvet sözüdür.
Âhirete ait olan ruhun; mânevi cihetini gizle. Dışınla görün içinle HAKk ile ALLH Dostları ile ol!.
Vâu nasihat devri çoktan kapandı. “Lâ tuhârrike bi lisânik”. “Sümme inne aleyhâ beyanü”... Bize, Kur`ÂN’ı kıyâmete kadar devâm edeceğini tekeffül ettik buyuruluyor. Bu işe karışma. HAKk’ın gizli emrine ve herkesin anlayamayacağı bir isyân ve şirke girer. Hâlvette izâh edilecektir..
“Benim hayâtımı düşünün!.” sözümde bu gizlidir.
Aceleci olmayın. Zamânı gelince o tarafa bir gün ALLAH ömür verirse gireriz..
Yalnız.: “Dünyâ meşgaleleri buluşmamızı engelliyor!.” diyorsunuz.
HAKk rızkı tekeffül etmiştir. Koşmasan da gelir, koşsan da. Bu düşünceyi yaratan Dünyâ hırsı ve arzusudur. İnsanlar farkında deyillerdir..

Hayat Gâileleri buluşmalara sohbete engel olmamalıdır. Bu tavsiyemdir. Aslında hayat gâilelerini insanlar icad etmiştir. Gâile diye bir şey yoktur. işte bu sünnettir. Farz`da bu gâileyi, hırsı, arzuyu yok etmektir?
Dostun olduğunu söyleyen senin attığın taştan kaçandır. O taşi Sünnettir. Kaçmamak da Farzdır..
Güzel sözler, tavsiyeler iyidir. Ammâ... O sözleri söyleyenlerin ruha gölgesi gibi onları taklid etmek lâzımdır. Taklid ede ede insan sanatkâr olur. Senelerdir beni SEVdiğini söyleyenlere dilime müsâade edildiği kadar sözler fısıldadım. Konuştum. Bâzen bağırdım. Ammâ netice alamadım...
Ya benim sözlerimi kulakları duymadı veyahut ben duyuramadım.

“Kadrini senin sanki musallâda bilip ey Bâki,
Durup el bağlayalar karşına Yârân sâf sâf!."


İçi boş olanı doldurmak biraz kolaydır. İçinde yarım yamalak bazen yanlış, bâzen doğru malumât ve bilgi ile dolu kendini “oldum” zanneden câhilleri, Nasihat ve vaaz etmek isteyenleri yola getirmek çok zordur. Belki de mümkün değildir!.
Katı bir puta tapanı, Hıristiyanı yola getirmek mümkün olmadığı gibi... Söylenen bir sözün ReSûL'e ve oradan HAKk’a, ARŞ'a kadar uzanan mânâları vardır. Bunları herkes anlıyamaz!.

Yûnus söylemiş.:

Kerpici kazana koydum,
Poyraz ile pişirdimé.
Balık kavağa çıkmış,
Baka şunun sözünü.

Çıktım erik dalına,
Orada buldum üzümü!.

Yûnus bir söz söyledi,
Kimse bilmez özünü!.

Erenler meclisinde,
Örter mânâ özünü!.


Velhâsıl sözleri, sözlerimiz,
Ancak hâlvette anlaşılabilir..
HAKk'a emânet olun. . .

Münir Derman..

Gâile.: Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş. Düşünce…
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

30.3.1975

EFENDiM;
Mektubunuzu aldım. Sağ olunuz DUÂ eder teşekkür ederim.
Bir takım sorular soruyorsunuz yine...

İMâM.:
Hakiki imâm bugün yok. Hepsi, Mahalle İmâmı..
“İmâm olacak şahısta neler bulunmalı?.” diyorsunuz…
1-) Dedikodu bilmez,
2-) Gıybet bilmez,
3-) Hasedi yoktur,
4-) Haramdan tamâmiyle kurtulmuştur,
5-) Mekruhları terk etmiştir,
6-) Vücudunda sakatlık yoktur.
7-) Sarımsak, soğan yemez, sürekli (dâimâ) abdestlidir.
Her vakit imâmette, tekrar abdest alacak, sadaka almayacak, hediye almayacak, dişleri gâyet temiz olacak, biraz şer'i bilgisi olacak, sesi düzgün, güler yüzlü olacak..
Bunlar basit şartlardır. Velhâsıl hakiki eli öpülecek bir mü’min olacaktır. Herkese hem dış görünüşü ile, hem ruhî hasletleri ile numune olması lâzımdır.
Hiç kendini yorma. Bulmak güçtür. Bulunur ammâ, bugün imâmlık yapmaz onlar da!..

ABDESt.:
Hakikî mü’min her zaman abdestlidir. SUdan halk olduk. SUya hürmettir, Abdest;
Rûh için,
Cesed için,
Cân için yapılır.
Abdest alacak adamın.: Cesedi temizdir, Canı temizdir. O zaman Rûhu için abdest alır...
Cesed temiz değil, Can temiz değilse, o zaman abdest almak haramdır. İbâdet yapamazsın!.
İbâdet Abdesti esastır!.
Cesed ve Can Abdesti nedir?
Abdestli olsan bile; yemekten evel ni’met için abdest almak sakal, saç, tırnak kesmeden evvel abdestli olsan bile tekrar abdest al.
Abdestsiz yemek yeme. SU içme, hele gusûl icâbeden hâllerde Dünyâ kelâmı etme...
Velhâsıl dâimâ abdestli bulun...
Can için abdest: Rızık abdestidir. Ağıza abdestsiz bir şey sokma...
Bunlar, Mertebe, Makam meseleleridir. Yapmazsa birşey olmaz.
Çok hakikat ve sırlar vardır ki söylenmez. O, makâma geldiği zaman anlar. Ve insan öğrenir.
Namazı niçin bırakmıyorsun? Orucu niçin terk etmiyorsun? Korku değil. Sanki korku gibi görünenin altında gizli olan için yapıyorsun bunları...
Her şeyin sebebini aramayın. Bunların bir çokları Hâlvet Sırlarıdır. Öğrenmek arzusu, tereddüd ve şüphe izleri taşır...
Hakiki sebepler öğrenilse; insan çıldırır, perişân olur.
Öyle kullar vardır ki; yemek yiyeceği, zaman, SU içeceği zaman, bir rızkı alacağı vakit, kelâm edeceği zaman abdestsiz ise, onlara hâram olur.
Abdest bir nebze harama karşı insanı korur.

TeYeMMüM.:
SU bulunmadığı zaman, namaz için yapılır. Evde SU bulunduğu zaman namaz tekrar edilir. Teyemmüm, namaz vakti farz olduğu için farzı kaçırmamak için yapılması emr olunmuştur.
Cesed ve Can Abdestlerinde teyemmüm câiz değildir. Cenâb-ı HAKk’ın namaz vaktine verdiği kıymet, kul için büyük bir fırsattır.
Velhâsıl bu kadar kâfidir. Hepinize selâm eder DUÂ ederim.
HAKk'a emânet olunuz..
Derman..
Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

30.3.1975

EFENDiM;
Mektubunuzu aldım. Sağ olunuz DUÂ eder teşekkür ederim.
Bir takım sorular soruyorsunuz yine...

İMâM.:
Hakiki imâm bugün yok. Hepsi, Mahalle İmâmı..
“İmâm olacak şahısta neler bulunmalı?.” diyorsunuz…
1-) Dedikodu bilmez,
2-) Gıybet bilmez,
3-) Hasedi yoktur,
4-) Haramdan tamâmiyle kurtulmuştur,
5-) Mekruhları terk etmiştir,
6-) Vücudunda sakatlık yoktur.
7-) Sarımsak, soğan yemez, sürekli (dâimâ) abdestlidir.
Her vakit imâmette, tekrar abdest alacak, sadaka almayacak, hediye almayacak, dişleri gâyet temiz olacak, biraz şer'i bilgisi olacak, sesi düzgün, güler yüzlü olacak..
Bunlar basit şartlardır. Velhâsıl hakiki eli öpülecek bir mü’min olacaktır. Herkese hem dış görünüşü ile, hem ruhî hasletleri ile numune olması lâzımdır.
Hiç kendini yorma. Bulmak güçtür. Bulunur ammâ, bugün imâmlık yapmaz onlar da!..

ABDESt.:
Hakikî mü’min her zaman abdestlidir. SUdan halk olduk. SUya hürmettir, Abdest;
Rûh için,
Cesed için,
Cân için yapılır.
Abdest alacak adamın.: Cesedi temizdir, Canı temizdir. O zaman Rûhu için abdest alır...
Cesed temiz değil, Can temiz değilse, o zaman abdest almak haramdır. İbâdet yapamazsın!.
İbâdet Abdesti esastır!.
Cesed ve Can Abdesti nedir?
Abdestli olsan bile; yemekten evel ni’met için abdest almak sakal, saç, tırnak kesmeden evvel abdestli olsan bile tekrar abdest al.
Abdestsiz yemek yeme. SU içme, hele gusûl icâbeden hâllerde Dünyâ kelâmı etme...
Velhâsıl dâimâ abdestli bulun...
Can için abdest: Rızık abdestidir. Ağıza abdestsiz bir şey sokma...
Bunlar, Mertebe, Makam meseleleridir. Yapmazsa birşey olmaz.
Çok hakikat ve sırlar vardır ki söylenmez. O, makâma geldiği zaman anlar. Ve insan öğrenir.
Namazı niçin bırakmıyorsun? Orucu niçin terk etmiyorsun? Korku değil. Sanki korku gibi görünenin altında gizli olan için yapıyorsun bunları...
Her şeyin sebebini aramayın. Bunların bir çokları Hâlvet Sırlarıdır. Öğrenmek arzusu, tereddüd ve şüphe izleri taşır...
Hakiki sebepler öğrenilse; insan çıldırır, perişân olur.
Öyle kullar vardır ki; yemek yiyeceği, zaman, SU içeceği zaman, bir rızkı alacağı vakit, kelâm edeceği zaman abdestsiz ise, onlara hâram olur.
Abdest bir nebze harama karşı insanı korur.

TeYeMMüM.:
SU bulunmadığı zaman, namaz için yapılır. Evde SU bulunduğu zaman namaz tekrar edilir. Teyemmüm, namaz vakti farz olduğu için farzı kaçırmamak için yapılması emr olunmuştur.
Cesed ve Can Abdestlerinde teyemmüm câiz değildir. Cenâb-ı HAKk’ın namaz vaktine verdiği kıymet, kul için büyük bir fırsattır.
Velhâsıl bu kadar kâfidir. Hepinize selâm eder DUÂ ederim.
HAKk'a emânet olunuz..
Derman..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

22.9.1975
AHMET;

Kâfiyeli mektubunu aldım. Arzularını Yenge'ye yazdım size söyleyecek... Kusura kalma...
Size ve hepinize senelerdir birçok nasihat ve sözler söyledim, yazılar, yazdım. Câmilerde, toplantılarda dilim yettiği veya bana müsâade edildiği miktarda haykırdım... Bunların hepsi akıl vermek için değildir. Tavsiye veya yol da göstermiyorum. Herkesin bildiğini zânnettiği fakat bilmediği bir GÖNÜL vardır. Oradan söyledim bütün sözleri, tavsiyeleri, yazıları velhâsıl hepsini...

Dışınızla görünmeye çalışınız içinizle deyil... Bu asırda içi ile görünmek arzu ve sevdâsında olanlar çoktur. Yalancı Mürşidler, Şeyhler, Âlimlerle dolu diyor.. Kendini kendi kendine Evliyâ mertebesine çıkaran münâfıklar da çoktur.
Bu sûretle içi ile görünmek sevdâsında olanların hepsi kibirdedirler,
İnsan demek, Âdemîyyet Hâmûlesi’yle görünmek hünerine ve sırrına ermiş kimse demektir. Resûlü Ekrem Âbid olarak Mekke'den Kudüs'e =>İnsânîyyet Sıfatıyla teşrif ettiler... Oradan =>Sidre'ye Âdemîyyet Hâmûlesi’yle geçmişlerdir. Onun için Namazda “Tâdil-i Erkânın” farzîyyeti =>İnsânîyyetine.. Mi`rac ise =>Âdemîyyetine verilmiştir.
İnsânîyyet =>zaman, mekân içinde ceryan eder. Âdemîyyet ise =>zaman ve mekân mefhumları dışındadır.
Konuştuğunuz kelimeleri, başka mânâlarda kullanmak hevesine düşerek kelimeleri hırpalamayınız. Maddeten görünmeyene yaklaşmaya çalışanlar yanlış yoldadırlar. Uçuruma düşmüşlerdir..
İnsanın maddesi değişmez. Her tütlü ibâdet şekli bu ibâdeti değiştiremez. İnsanın görünmeyen tarafındaki bir yeri ortaya çıkarır. Yalnız, maddeyi değiştiren bir şey vardır. Dikkat.: o da, vücûda haram lokma sokmaktır.
Görünmede hüner yoktur. Görünmeyeni görmede hüner vardır. işte bunlar “Gayb” halkasına Tevfîk ile olanlardır.
İnsanı =>"İNSAN" =>başka bir İNSAN yoğurur, yapar...
ALLAH.: “Her şeyi SU'dan halk ettim.” buyurur. SU’yu neden halkettiğini bildirmemiştir. ALLAH'ın Celâl ve Cemâl Sıfatlarının aksettiği ayna SU'dur...
Gayb Halkasına girmiş İymân Sâhibi İnsan =>Cesedine haram lokma sokmamış ise =>ALLAH ile Peygamber arasındadır. İnsan ile ALLAH arasında da SU vardır..

Baş Gözü =>El Basîr Esmâsı’nın Kudretiyle eşyâyı mekân gören gözlerdir. Bu görmede Havaya, aydınlığa ihtiyaç vardır. İki gözdür =>TEK görür.
Bu gözler aynı zamanda ziyâsız da görürler, uykuda, Rüyâdaki görmeler yine aynı gözlerle vâkidir..
Gönül Gözleri =>Mekânda olan eşyâyı röntgen gibi her zerresini gören gözlerdir.
Kâlb Gözü =>Zaman ve mekân dışı, mesâfe, uzaklık mefhumu olmadan görünmeyeni gören göz de kâlb gözüdür.
Baş gözü ikidir tek görür. Kâlb gözü bir dir her cihetten zaman ve mekân dışında görür. Bütün bu saydığım gözler hep baş gözüdür. Bakacağı cihetler başka olduğu için bu isimleri almıştır..

Bu yazdıklarım hepsi ilân mahiyetindedir. Hani sinema kapularında ilân ve resimler vardır oynayacak filmin mevzu’unu, seyrini programını haykırır. Bu sözlerimiz de: gözlerin hâlvette esasını öğrenmek lâzımdır ki onun programıdır..

Bu mektubu Sabri Bey hepinize okusun. Yaşar, Ahmet, Hüseyin, Remzi, Basri Beylerin hazır bulunduğu bir yerde... Sözlerime harfiyyen riâyet etmenizi arzularım... Benim kulağım çok uzundur. Kimseye şampiyonluğu vermem. Gözlerim çok keskindir. Gözlük takarım ammâ. İcâbında gözlükleri de çıkarabilirim…
Sizlere terbiyesiz demiyorum fakat yetiştiğiniz devir ve asır icâbı mânevi işlerdeki terbiyeniz eksik. Ammâ sizde kabahat yok.. Zaman değişti diye gösterenlerindir kabahat. Fakat zaman değişmez. Güneş doğar, batar, yaz, kış, sonbahar gelir. İnsanlar doğar büyür, yaşar, ölür. Değişen bir şey yok. İnsanlar kendi kendilerini değiştirmişlerdir.
Haram lokma, yalan, gıybet, dedikodu, hiyle, zekat vermemek bereketi kitlelerin üzerinden kaldırmıştır. İnsan maddesini değiştirmiştir.
Yüzü siyah bir adam ilk defa aynayı görmüş bu kara gösteriyor diye aynayı yere vurarak paramparça etmiş... Sizler de böyle yapmayın. Mideci olmayın çok uyku uyumayın, hırsa kapılmayın. Sâde olun, kanâatkâr olun. Şüpheli şeylerden uzak durun. Abdestsiz ne bir lokma, ne bir kelâm yapmayın. HAKk’a emânet olun!. SeLâm BİZden hepinize!.
Derman..

Resim
İcâb.: Lâzım. Gerekli. Lüzum..
Müsâade.: İzin, elverişli bulunma. Yardım.
Âdemîyyet.: İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.,
Hâmûle.: f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü..
Sidretü’l-Münteha.: Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup Kevn Âlemini hududlandıran bir işâret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam..


Resim
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy (hayyin), e fe lâ yu’minûn (yu’minûne).: Kâfirler görmezler mi ki, göklerle yer bitişik halde idi de BİZ onları birbirinden ayırdık ve canlı olan her şeyi SUdan meydana getirdik. Bu gerçek karşısında, hâlâ mı iman etmeyecekler?!." (Enbiyâ 21/30)

El Basîru celle celâlihu.:
Resim

El Hakku celle celâlihu.:

Resim
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

22.9.1975
AHMET OĞLUM..

“Sünnetler bid'at telâkki edilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Hadis)
Bid'atlar çoğaldıkça bunları terk edenler sünneti terk etti zannedecektir.” (Hadis)

RESÛL-Ü EKREM bu hadisle büyük bir tehlikeyi haber vermiştir. Geçmiş nesillerin bir çok hatâları yüzünden bu gün Bid'atlar çoktur. Hadis ve Kur'ÂN'a uymayan her türlü fikir ve Bid'at haramdır. Haramda Cehennem azâbı vardır. HAKka ve Resûl’e isyândır. Aman dikkatli olun... Söylerler birçok Âlimler.: " Bid'atı Hasene.: Güzel Bid'at” böyle şey yoktur. Tekrar söylüyorum. Kat'iyyen bunlara ne bakın ne de kulak verin... Kıyâmetin kopmasına vesîle ve sebep olmayın... Zirâ.: Bid'atleri, sünnet zânnedenler çoğalmadıkça kıyâmet kopmaz!.” buyuruyor RESÛL- EKREM... O hâlde kıyametin kopmasına sizlerde OY vermeyin!.

Birgün Huzur-u RESÛLULLAH`a bir Ülemâ Heyeti geldi.
RESÛL-ü EKREM`e.: Kur'ÂN-ı Kerîm'de bâzı kelimeler var ki, bunlar eski kelimelerdir konuşmada kullanılmaz!.
Kelimeler şunlardır.:
Tezderi.: Hûd Sûresinde 31. âyet,
Kubbar.: Nûh Sûresinde 21. âyet,
Ucab.: Sad Sûresinde 5. âyet,
Bu kelimeler bugün lisânda kullanılmaz!.”
dediler.

RESÛL-ü EKREM.: “Bir yaşlı çağırın!.” buyurdular. Onlar da zamanın kendi adamlarından yaşlı bir Şâiri getirdiler şâhid olarak. RESÛL-ü EKREM’in yanında Yaşlı Adam oturdu. RESÛL-ü EKREM o Zât’a.: “Ayağa kalk!.” dedi. Adam kalktı tekrar.: “Otur!.” dedi. Tekrar.: “Kalk!. Otur!.” Üç defa bunu o Zât’a tekrarlattırdı. Adam sinirlendi ve şöyle dedi.: “ETEZDERİ Yâ RESÛLALLAH!. ENE MİN KUBBÂRİ’L- ARAB HâZâ ŞEYHUN UCÂB.: Yâ RESÛLALLAH!. Ben Arabın yaşlı bir Asilzâdesiyim bana bunu niçin yaptırıyorsun?!.” dedi.
Kur'ÂN-ı Kerîm'de geçen ve heyetin.: “Bunlar kullanılmaz!.” dediği kelimeleri söyledi. Diğerleri de ses çıkarmadan çıkıp gittiler...

Haseki Sultan Vakfı =>Talebe Yurdu yapmak isteyenlere verilmeyip ->bugün turistlere veriliyor. Bu hareket çirkindir. Vakfı yapanın rûhuna tükürmektir...
Vakfı kaldırmak Ecdâd Mâneviyâtına karşı küfürdür...
Kabir Azâbı denilen bir DeViR vardır. Beşerin âkibetinde...
Kabir Azâbı Haktır vardır, Şunlardan dolayıdır.:
Gıybet, Münafıklık, Yetim malı yemek. Nâ-hak yere zulüm. Yalancılık, Hased, Haram lokma...
Aman dikkatli olun dâimâ istiğfar getirin!..
Hepinizede DUÂ ederim..
Derman..

Resim

SüNNet.: Kanun, yol, âdet. * Siret-i hasene. * Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir.
id'at.: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir..
Telâkki.: Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.
Vesîle.: (Vâsile) Bahane, sebeb. Fırsat. Elverişli durum. Vasıta. Yol. Pâye, rütbe.
Nâ-hak.: Haksız..


Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid'at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid’at kadar bir sünneti zâyi etmiş olur.” buyurmuştur.
(Et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc, I/109)

İmam Rabbânî kaddesallahu sırrahu.: “Hassan bin Sabit’ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Bir topluluk dinlerinde bir bid'at icâd ederse, Cenâb-ı Hak sünnetlerden bir sünneti o bid'at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iade etmez.” buyurmuştur.
(İmam Rabbânî, Mektubat, I/160)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka (Fırka-yı Nâciye), BENim ve Ashabımın YoLunda gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

KABİR AZÂBI.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kabir azâbı vardır, haktır.” buyurmuştur.
(Buhârî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şehîd, kabir azâbından emindir.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Beyhekî, imam-ı Ahmed)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kabir Azâbından ALLAH’a sığının!” buyurmuştur.
(Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gizleyebilseydiniz, kabir azâbını işitmeniz için ALLAH’a DUÂ ederdim.” buyurmuştur.
(Buhârî, Müslim)

KABİR AZÂBIna SEBEBLeR.:

Ömer İbni Hattab radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:“Ölü kabirde ağıt sebebiyle azâb görür.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Buharî, Cenâiz, 34; Müslim, Cenâiz, 28; Beyhakî, a.g.e., s. 124.)

Ömer İbni Hattab radiyallahu anhu.: “Hayber Gazvesi Günü idi. Nebî sallallahu aleyhi vesellem’in Ashabından bir grup geldi ve.: “Falanca şehîddir. Falanca şehîddir!.” dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler.: “Falanca kimse de şehîddir!.” dediler.
Nebî sallallahu aleyhi vesellem.: “Hayır, ben onu ganimetten çaldığı bir hırka -veya abâ- içinde CeheNNemde gördüm!.” buyurdu.
(Müslim, İmân, 182; ayrıca bkz. Buharî, Cihad, 190; Beyhakî, a.g.e., s. 125.)

Selman radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittim.: “Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibâdetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şâyet kişi bu nöbet esnâsında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevâbı kıyamete kadar devam eder, şehîd olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur!.” buyurmuştur.
(Müslim, İmâret, 163; Ayrıca bkz. Fezâilü’l-Cihad, 2; Nesaî, Cihad, 39; İbn Mâce, Cihad, 7.)

İmam Nesaî =>Abdullah b. Dinar radiyallahu anhu’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir.: “Ben, Süleyman b Surad ve Halid b. Arfata birlikte oturuyorduk. Bu sırada bir adamın ishalden öldüğünü söylediler. Baktım, benimle beraber olan (adı geçen) iki kişi öldüğü bildirilen adamın cenâzesinde bulunmayı arzu ediyorlar. Bunlardan birisi diğerine.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim ishalden ölürse, kabrinde azâb görmez!.” diye buyurmadı mı? diye sordu. Öteki de.: “Evet öyle buyurdu.” diye cevap verdi.
(Nesaî, Cenâiz, 111; Tirmizî, Cenâiz, 65.)

Ebu Hüreyre radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Siz kimleri şehîd sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahabiler.: “Yâ Rasulallah! Kim ALLAH YoLunda öldürülürse o şehîddir.” dediler.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem.: “Öyleyse ümmetimin şehîdleri oldukça azdır.” buyurdu.
Ashab.: “O halde kimler şehîddir Yâ Rasûlallah?” dediler.
Rasul-ü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH YOLUnda öldürülen şehîddir. Bulaşıcı hastalıktan ölen şehîddir. İshalden ölen şehîddir. Boğularak ölen şehîddir.” buyurdu.
(Müslim, İmâre, 165, ayrıca bkz. İbn Mâce, Cihad, 17.)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim BİD’AT.:

Bid’at.: (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan âdetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibâdet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmayan şekiller, tarzlar, kurallar, âdet ve alışkanlıklardır ki, insanı sapıklığa götürür. Din âlimleri tarafından din namına beğenilen ve dinle ilgili yeni icad ve hükümlere bid'a-yı hasene; beğenilmeyip tasvib görmeyenlere de bid'a-yı seyyie denilmektedir..

İbâdetlerde böyle değişiklik yapanlara da Bid’at Ehli denir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her Bid’at sapıklıktır.” buyurmuştur.
(Müslim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lânet olsun.” buyurmuştur.
(Buharî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, ALLAH’ın indirdiği Kur’ÂNı’ gizlemiş olur.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lânet olsun!” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at çıkarıp, onunla amel edenlere lânet olsun.” buyurmuştur.
(Dâre Kutnî)

Bid’at.: Sonradan meydana çıkan şey. Peygamber Efendimiz zamanından sonra dinde ortaya çıkan şey anlamlarına gelir.

Resulullah Efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek yasak edilen Bid’at olur. Bid’at üç türlüdür.:

1-) İslamiyet’in küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü Bid’attir.
2-) Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü Bid’attir.
3-) İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde Bid’at olup büyük günahtır. (c.2, m.19)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Peygamberlerinden sonra dinlerinde Bid’at uyduran her ümmet, sünnetten de o Bid’at kadar bir sünneti zâyi etmiş olur.” buyurmuştur.
(Et-Tergîb ve’t-Terhîb Trc, I/109)

İmam Rabbânî kaddesallahu sırrahu.: “Hassan bin Sabit’ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir.: “Bir topluluk dinlerinde bir Bid’at icâd ederse, Cenâb-ı HAKk sünnetlerden bir sünneti o Bid’at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iâde etmez.”
buyurmuştur.
(İmam Rabbânî, Mektubat, I/160)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka (Fırka-yı Nâciye), BENim ve Ashabımın YoLunda gidenlerdir.” buyurmuştur.
(Tirmizî)

Bu fırkanın ise, Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu icma ile bildirildi.
(Mekt. Rabbanî, Hadika)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir Bid’at çıkaranın namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan (yağdan) kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.” buyurmuştur.
(İbni Mâce)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu TeALÂ, Bid’at Ehlinin ne DUÂsını ne zekatını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.” buyurmuştur.
(Deylemî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at Ehli, Bid’atini ALLAH Rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.” buyurmuştur.
(Deylemî, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at Ehlinin tevbesi, Bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at Ehlinin hiç biri Sırattan geçemez, Cehenneme düşer.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, Bid’atler çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid’atlere uyan ise, kendilerine çok yardımcı bulur.” buyurmuştur.
(Şir’a)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Amellerin en hayırlısı farzlar, en kötüsü de Bid’atlerdir.” buyurmuştur.
(Beyheki)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at Ehli, yaratıkların en kötüsüdür.” buyurmuştur.
(Ebu Nuaym)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Bid’at Ehline sert davran!. ALLAHu TeALÂ, onlara düşmandır.” buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetim gruplaşacak, Bid’atlere bulaşacak, tıpkı kuduzun ısırıp da, kuduranda hiçbir yer kalmayıp her tarafını sardığı gibi, bu Bid’at de onların her hallerine bulaşacaktır.” buyurmuştur.
(Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim İslâm’da güzel bir işe öncülük eder ve kendisinden sonra bununla amel edilirse, kendisinden sonra o işi yapanlar gibi sevap alır. Üstelik onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa ön ayak olur ve kendisinden sonra bununla amel edilirse, kendisinden sonra onu yapanlar gibi günah alır. Onların günahlarından da bir şey eksilmez.” buyurmuştur.
(Cerîr b. radiyallahu anhu’dan; Müslim, İlim, 15)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Resûlullah bize hutbe verdi. ALLAH’a hamd etti ve O’nu lâyık olduğu biçimde ve.: “Sözlerin en doğrusu ALLAH’ın Kitabı’dır. Yolların en iyisi MuhaMMed’in YoLudur. İşlerin en kötüsü (dinde) sonradan uydurulanlardır. Ve her bid’at, dalâlettir.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, III, 310)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o reddedilir.” buyurmuştur.
(Âişe radiyallahu anha’dan; Müslim, Akdiye, 17; Buhârî, Sulh, 5)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH, bid’atını bırakmadıkça bid’at sahibinin amelini kabul etmeyi reddeder.” buyurmuştur.
(Abdullah b. Abbâs radiyallahu anhum’dan; İbn Mâce, Sünnet, 7)
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

30.06.1976
AHMET..

Peygamberlerden birçokları rızıklarını, kazanmak için ticâret yaparlardı. Onların indinde şu sanat ve ticâretler makbuldü.:
1-) Sepet ve hasır örer ve satarlardı.
2-) Çömlek ve testi satarlar, veyâ imâl ederlerdi.
3-) Çobanlık yaparlardı
4-) Demircilik yapanlar vardı.
5-) Yün eğirip, iplik yapanlar vardı. Bunlardan giymek için elbise dokurlardı.
6-) Zirâatla meşgul olmazlar. Yalnız kendi yiyeceklerini kendileri eker yerlerdi.
Avcılık, ekmekçilik, balıkçılık, kasaplık, meyvecilik, katiyen yapmazlardı. (Yapamazlardı) odunculuk. kerestecilik yapmazlardı.
Ağaç yakarak kömür yapmak, taş yakarak kireç yapmak, katiyen doğru değildir, yasaktır. Bu işlerde ince isyan ve küfür gizlidir..
Borç vermek bir yardımdır. Fakat veresiye vermek ve almak doğru bir İslâmi hareket değildir. Her iki tarafında rızkına bilmeden hakaret olduğunu. yüzbinlerde biri farkındadır...
Sabırlı olun, ne için sabır ediyorsanız, onun sebebini ve derdini hiç kimseye ifşa etmeyiniz.
"Resûlüllah sallâl'lahü Aleyhi vesellem (zaruretsiz) kadın elbisesini giyen, erkeklere, ve erkek kıyafetine giren kadınlara, Lânet etti" seçme hadisler.
Hakiki kadın elbisesi - Hakiki erkek elbisesi nedir? Nasıldır?.
Bugün bilen yoktur. Diyanet işlerinden tutunda, câmi imamına kadar. Reisicumhurdan, Odacıya kadar. Evinden çıkmayan kadından, sahne kadınına kadar. Hiçbirinde Resülullahın Lâneti dışında kimse bulamazsın bugün.

Onun için Ahmet, hakikat çok acı ve serttir. Her şeyi bilmek güç ve ağırdır.
"El hâkkah. Me’l- hâkkah. Ve mâ edrâke me’l- hâkkah. Kezzebet semûdu ve âdun bi’l- kâriah.” Âyetidir.
Bu âyet-i kerime insanı titretir. Onun için her lâfa kulak verme câhil olur. Şüpheleri tamamiyle içinden at.
Orada üç beş kişisiniz, birbirinize hakiki sarılın. Bugün havada uçan adam görsen bile, oda hokkabazdır. Çünkü hakiki uçanları bugünkü gözler artık göremezler. Âhir zamandayız tedbirli olun, felâketler bu zamanda habersiz ve âni gelecektir.
Cümleye selâm..
imzâ
Derman..

Resim


الْحَاقَّةُ
“El hâkkah(hâkkatu).: Hakikat (gerçek, gerçekleşecek olan, vuku bulması gerçek olan)” (Hâkka 69/1)

مَا الْحَاقَّةُ
“Me'l- hâkkah (hâkkatu).: Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir?” (Hâkka 69/2)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ
“Ve mâ edrâke me'l- hâkkah (hâkkatu).: Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir?”(Hâkka 69/3)

كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ
“Kezzebet semûdu ve âdun bi'l- kâriah (kâriati).: Karia'yı (korkunç olayı) Semud ve Ad (kavmi) yalanladılar.”(Hâkka 69/4)

Resim

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına Lânet olsun!." buyurmuştur.
(Buharî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH Lânet etsin!.” buyurmuştur.
(Taberanî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına Lânet olsun!.” buyurmuştur.
(Hâkim)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir.” buyurmuştur.
(İ.Ahmed) buyurmuştur.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İnce ve şeffaf bir elbise giyinmiş olarak yanına gelen baldızı Esmâ’ya şu uyarıda bulunmuştur.:
“Ey Esmâ! Bir kadın ergenlik çağına vardığında artık şurasının ve şurasının dışındaki yerlerinin görünmesi uygun olmaz. (Sevgili Peygamberimiz böyle derken yüzünü ve ellerini göstermişti.)
(Ebû Dâvûd, Libâs, 34; İbn Kesir, a.g.e, c. 6, s. 48.)

Resulullah efendimiz, el ve ayaklarını kınalayıp kadınlara benzemeye çalışan birini sürgüne göndermiştir.. (Ebu Davûd)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ana-babasına asi olan, erkeklere benzemeye çalışan kadın ve deyyus Cennete giremez.” buyurmuştur.
(Nesaî)

Deyyus.: Derare. Karısının kötü hâllerine göz yuman ve ses çıkarmayan adam..
Derare.: Deyyus. Karısının kötü hâllerini görmemezlikten gelen kişi..
Kullanıcı avatarı
ahmet
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 281
Kayıt: 26 Şub 2007, 02:00

Re: DOKTOR MÜNİR DERMANın MEKTUPLARI..

Mesaj gönderen ahmet »

Resim

12.6.1976
AHMET OĞLUM!.

Mektubunu aldım geçirdiğin hâdise ve hâlleri, çok iyi biliyorum. Hayat mücâdelesi çok çetindir. Ben sana yardımcı olmak istedim. Ben büyük bir insan değilim. Benim de kusurlarım vardır. Kul olmaya bütün ömrümce, çalışmaktayım. O da tam olmadı. Bildiklerimi sevdiklerime anlatmaya savaşıyorum.
Şabânı Velî, Hacı Bayrâmı Velî en büyük velîlerdir. Onları rüyâda görmek herkese nasib değildir. Bunlar insana yeter ve artar da...
Ekmekçi Lâtif ve Bahri Hoca, bunlar ne yaptıklarını bilmezler. Ekmekçi Lâtif bir iki meczubla tanışmış, kendinde bir şeyler olduğunu zanneden Zavallının biridir. Benimle hiç bir münâsebeti yoktur. Rahmetli Abdullah Efendinin anlattığına göre, Emin Hoca dedikleri, Hak rahmet etsin, meczub imiş, ben kendini görmedim. Odunpazarı’nda, herkes velidir, hacca gider, namaz kılar. Kendini velî zanneden her memlekette böyle, insanlar vardır..

Hakkı Bey, iyi bir insandır ammâ biraz bağlı olduğu yerden bir şey alamamıştır. Bir rüyâ âlemi içindedir. Tevazu’ içine dalamamıştır... Birçok şüpheleri vardır. Şüphe bu yolda gerileticidir. Bunların hepsi hakiki mürşide rastlamamışlardır. Kitabî bilgi ile kalmışlardır.
Lâtif Câhil bir adamdır. Arkadaşları da öyle, Emin Hoca diye bir meczub ve küfürbâz bir rahmetlinin peşine takılmış giden zavallılardır..
Çok rüyâ gören insanda hayır yoktur, Ben onlardan bir şey sormuş değilim...
Âlim insanlara yanaşamazlar. Meczublarla uğraşır dururlar. ALLAH en iyisini bilir...
Hakkı Bey de, bâzı yanlış saplantılar var. Fakat bildiğini bulutlu seziyor. Yardım etmek istedik. Yere, toprağa bakmıyorlar. Ondan vazgeçtik...
Ben herkese çok yanaşamam ya benim, ya onun aynası buharlanır. Sizlere dilim yettiği kadar lâf ettim. Sizler de şüpheden kurtulduğunuzu zannediyorsunuz. Fakat olmuyor.
Son olarak Yaşar'a, hepiniz için, tavsiyeler yazdım. Sabri Türker Bey de biraz dikkatli olsun. Bu yazdığım tavsiyeler son tavsiyelerdir yaparsanız. İyi olur zannederim..

ALLAH'ın Kâbesi tektir. Resûlü Ekrem bile, Kâbe’ye verilmedi. Medine'de yatıyor..
Yekdiğerinize sarılın, zaman az. Yaşar, Sen, Hüseyin, Remzi, Sabri Beyler toplanın, konuşun münâkaşa edin. iyi olur. Benden bir şey soruyorlar cevap veriyorum. Sonra dünya işlerini vesile ederek bana hadiselerden anlatıyorlar...
Zaman gelecek o zaman anlayacaksınız, fakat ben göçtükten sonra...
Hiçbir şeyi dışarda aramayın, kendinizde arayın!.
Hepinize selâm eder. Hakka emânet olun!.
İmza..
Münir Derman..


Resim
Şâbân-ı Velî’nin sandukası..

ŞÂBÂN-ı VELÎ kaddesallahu sırrahu..
شعبان ولى
(ö. 976/1569)
Halvetiyye-Şâbâniyye tarikatının kurucusu.


Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde dünyaya geldi. Hayatına dair bilgilerin önemli bir kısmı, Şâbân-ı Velî Dergâhı’nın beşinci şeyhi Ömer Fuâdî’nin Menâkıb-ı Şerîf-i Pîr-i Halvetî Hazret-i Şa‘bân-ı Velî adlı eserine dayanmaktadır. Ömer Fuâdî doğum tarihi hakkında bilgi vermez. Son dönem kaynaklarında doğumu için 902 (1497) (Ozanoğlu, s. 6) ve 905 (1499-1500) (Hüseyin Vassâf, III, 512) yılları zikredilmektedir. Yakın döneme ait bir Şâbânî icâzetnâmesindeki kayda dayanarak 886’da (1481) dünyaya geldiği ileri sürülmekte, Şâbân-ı Velî Müzesi’nde bulunan bir silsilenâmede de aynı tarihin verildiği belirtilmektedir (Çiftçi, s. 94). Annesini ve babasını küçük yaşta kaybeden Şâbân-ı Velî’yi bir hanım evlât edindi. İlk öğrenimini Taşköprü’de yaptıktan sonra Kastamonu’daki Abdürrezzak Camii Türbesi’nde medfun bulunan Osman oğlu Hoca Velî’den tefsir ve hadis dersleri okuyup icâzet aldı. Daha sonra İstanbul’a giderek Fâtih medreselerinden birinde kaldı (Ömer Fuâdî, s. 37). Bu medresenin Karadeniz Başkurşunlu Medresesi olduğu, burada dokuz yıl Kur’ân-ı Kerîm, tefsir ve hadis gibi ilimleri tahsil ettiği, Eyüp Camii’nde kürsü şeyhliği ve dersiâmlık görevlerine tayin edildiği yolundaki mâlûmat (Çiftçi, s. 96; Erol, s. 507) eski kaynaklarda yer almamaktadır.

Ömer Fuâdî’nin verdiği bilgiye göre öğrenimini tamamladığı günlerde rüyasında kendisine, “Vatan-ı aslînize gidiniz” denilmesi üzerine muhtemelen 925 (1519) yılında birkaç arkadaşıyla birlikte Kastamonu’ya dönmek için yola çıkan Şâbân-ı Velî, Düzce ile Bolu arasındaki Konrapa’da Halvetiyye’nin Cemâliyye kolunun pîri Cemâl-i Halvetî’nin halifelerinden Hayreddin Tokadî ile karşılaştı. Hayreddin Efendi sohbet sırasında kendisine bir âyetin meâlini sordu, o da müfessirlerin görüşlerine göre cevaplar verdi. Hayreddin Tokadî’nin âyetin ledünnî mânasını kendisinin o güne kadar öğrendiklerinden çok farklı şekilde izah etmesi gönlünde derin izler bıraktı. Arkadaşlarına Hayreddin Efendi’nin yanında kalacağını söyledi ve onun dervişi olup on iki yıl kendisine hizmette bulunduktan sonra seyrüsülûkünü tamamlayıp halife olarak Kastamonu’ya gönderildi. Bu durumda onun 937 (1530-31) yılı civarında Kastamonu’ya döndüğü söylenebilir. İstanbul’dan birlikte yola çıktığı arkadaşlarından Muslihuddin Efendi de Hayreddin Tokadî’ye intisap etti. Hayreddin Tokadî ona hilâfet vererek memleketi Düzce Karaköy’e gönderdi, Şâbân-ı Velî de kendisine yoldaşlık etti (Ömer Fuâdî, s. 40-41; Tatcı, s. 309-318). Atâyî’nin Şâbân-ı Velî’nin Konrapalı Muslihuddin Efendi’ye hizmet ettiğini söylemesi (Zeyl-i Şekāik, s. 199) doğru değildir.

Şâbân-ı Velî, Kastamonu’ya geldiğinde önce Halvetî şeyhlerinden Seyyid Sünnetî Efendi’nin Hisarardı semtinde zâviye olarak kullanmak için yaptırdığı mescide yerleşti, bir süre sonra yakınındaki Cemal Ağa (Hüsam Halîfe) Camii’nde inzivaya çekildi. Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî’de belirtildiğine göre (s. 42-43) bu sırada yanına saf bir köylü gelip, “Dürüst birine benziyorsun, ne zamana kadar burada garip ve aç oturacaksın?” diyerek çobanlık yapmasını teklif edince Şâbân-ı Velî de irşad görevini kastedip buraya halkı gütmeye geldiğini söyledi. Cemal Ağa Camii’nden, Ömer Fuâdî’nin “erbâb-ı velâyetten hali ve kemali gizli azizlerden” diye tanıttığı Hacı Seydi ve Çatak Baba’nın teklifleriyle tekrar Seyyid Sünnetî Mescidi’ne dönen ve burada birçok defa erbaîn çıkaran Şâbân-ı Velî, bu mescidin şehrin dışında olması sebebiyle bazı dervişlerinin ısrarlı daveti üzerine şehir merkezindeki Honsalar Camii’ne taşındı. Buradaki irşad faaliyetleri sırasında Şâbân Dede, Şâbân-ı Velî diye tanınmaya ve kerametleri dilden dile dolaşmaya başladı (a.g.e., s. 48). Honsalar Camii, Atabey Gazi mahallesinde çıkan bir yangında yanınca Hisarardı’nda Seyyid Sünnetî Mescidi yakınındaki Eyüb Halîfe tarafından bağışlanan bir eve taşındı (a.g.e., s. 68-69), yerine geçecek şeyhlerin de burada oturması için bir vakıfnâme tanzim ettirdi. Daha sonra Şâbâniyye tarikatının âsitânesi olacak bu mekânda uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şâbân-ı Velî 18 Zilkade 976 (4 Mayıs 1569) tarihinde vefat etti ve tekkesinin bahçesine defnedildi (Ömer Fuâdî, s. 93). “Eyledi Şa‘bân Efendi azm-i dildâr-ı cinân” mısraı vefatına tarih düşürülmüştür. Hüseyin Vassâf, Menâkıb-ı Şeyh Şa‘bân-ı Velî’de evliliği hakkında bilgi verilmeyen Şâbân-ı Velî’nin Yahyâ adında bir oğlu olduğunu, İstanbul’da Eyüp Camii kürsü şeyhliğinde bulunan Yahyâ Efendi’nin altıncı postnişin Çorumlu İsmâil Efendi’ye intisap ettiğini, 100 yaşını aşmış olduğu halde 1082 (1671) yılında vefat ettiğini, oğlu Müntehâ Efendi’nin ve neslinden gelenlerin de şeyh olarak görev yaptıklarını kaydeder (Sefîne-i Evliyâ, III, 528). Bazı kaynaklarda Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhî’nin (ö. 1130/1718) onun neslinden geldiği söylenmekteyse de bu doğru değildir.

Halvete ve riyâzete çok önem veren Şâbân-ı Velî hayatının son yedi yılını dergâhındaki halvethânede geçirmiştir. Onun bu sırada namazlarını tayy-i zaman ve tayy-i mekân ile Kâbe’de kıldığı rivayet edilir. Hacca gittiğine dair bilgi bulunmamasına rağmen kendisine Hacı Şâbân-ı Velî denilmesi bu inanışla ilgili olmalıdır (a.g.e., III, 517). Atâî, Şâbân-ı Velî’nin hediye kabul etmediğini, kendisinin ekip biçtikleriyle geçindiğini söyler (Zeyl-i Şekāik, s. 199). Ancak halvete, uzlete ve itikâfa bu kadar önem veren bir mürşidin ziraatla uğraşması pek muhtemel görülmemektedir (Öngören, s. 87). Şâbân-ı Velî’nin zâhir ilimlerindeki bilgisi, zâhir ve bâtın dengesini gözetmesi ulemâdan birçok kişinin kendisine intisap etmesinde etkili olmuştur. Ebüssuûd Efendi’nin yakın arkadaşlarından olduğu belirtilen Süleymaniye Camii vâizi Kastamonulu Muharrem Efendi bunlardan biridir. Muharrem Efendi, Şâbân-ı Velî’den hilâfet almış, vâizliğin yanı sıra İstanbul’da şeyhlik yapmıştır. XVII. yüzyıl Şâbânî şeyhlerinden Muslihuddin Vahyî, Şâbân-ı Velî’yi cezbe ve melâmetle Hakk’a ulaşan “şüttâr” tarikine mensup bir âşık olarak tanıtır. Vahyî’ye göre onun sermayesi Hz. Ali’nin sırrıdır. Hayatı boyunca şeriat ve hakikat âdâbını gözetmiş, mensuplarının da bu dengeyi korumasını istemiştir. Şâbân-ı Velî’nin, “Şeriat bademin kabuğu, tarikat özüdür” şeklindeki sözü bu özelliğini göstermektedir. Şâbân-ı Velî’nin tâc-ı şerifi ve bir gömleğiyle bazı asâ, tesbih ve seccadeleri günümüze ulaşmış, ancak türbesinde muhafaza edilen bu eşyalardan bir kısmı yakın bir tarihte çalınmıştır.

Şâbân-ı Velî’nin türbesinin inşaatı Ömer Fuâdî tarafından I. Ahmed’in şehzadesi Sultan Osman’ın himayesinde başlatılmış, Şâbân-ı Velî’nin dervişlerinden Himmet Dede’nin oğlu Vezir Murad Paşa’nın kethüdâsı Ömer Bey’in desteğiyle sürdürülmüştür. Ömer Bey’in çok para harcayıp israf ettiği gerekçesiyle Nasuh Paşa tarafından Diyarbekir’de idam edilmesi üzerine Ömer Fuâdî’nin gayretleri ve hayır severlerin yardımlarıyla 1020 (1611) yılında tamamlanan türbe Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinde önemli tamirler görmüştür. Halk arasında türbeyle ilgili rivayetler anlatılmakta ve halk türbenin yanındaki “Asâ suyu” denilen suyun zemzem suyu olduğuna inanmaktadır.

Ömer Fuâdî’nin yanı sıra Şâbânî şeyhlerinden İbrâhim Hâs, Şâbân-ı Velî hakkında Tezkiretü’l-Hâs adını verdiği bir menâkıbnâme kaleme almış (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4543), Şâbân-ı Velî Dergâhı’nın son şeyhi Mehmed Atâullah Efendi (Armay), Ömer Fuâdî’nin Menâkıbnâme’sine bir zeyil yazmıştır. Şâbân-ı Velî bütün tarikat çevrelerince Anadolu’nun dört kutbundan biri olarak kabul edilir (diğerleri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bayrâm-ı Velî’dir). Halvetiyye en fazla kola ayrılan tarikat olduğu gibi Şâbâniyye de Halvetiyye içinde birçok kola sahip en yaygın tarikattır. Şâbâniyye Anadolu, Balkanlar, Irak, Suriye ve Hicaz’dan Hindistan ve Afrika’nın içlerine kadar çok geniş bir coğrafyada temsil edilmiştir (bk. ŞÂBÂNİYYE). Şâbân-ı Velî’ye bir tecvid risâlesi atfedilmekteyse de (Kastamonu İl Halk Ktp., nr. 673, 806; Çiftçi, s. 113-114) bu doğru değildir.



Resim
Hacı Bayrâm-ı Velî Külliyesi’nin Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında çekilen bir fotoğrafı
(Ankara Ankara, İstanbul 1994, s. 87)


HACI BAYRÂM-ı VELÎ kaddesallahu sırrahu..
(ö. 833/1430)
Bayramiyye tarikatının kurucusu..


Anadolu topraklarında doğup büyüyen bir Türk mutasavvıfı tarafından kurulmuş ilk tarikat olan Bayramiyye’nin pîri Hacı Bayrâm-ı Velî, XIV. yüzyılın ilk yarısında Orhan Gazi döneminde Ankara’da doğdu. Taşköprizâde, Mecdî Efendi, Sarı Abdullah Efendi ve İsmâil Hakkı Bursevî’nin verdiği bilgileri aktaran Bursalı Mehmed Tâhir’in risâlesi (Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1329) ve Mehmed Ali Ayni’nin Bursalı Mehmed Tâhir’in eserindeki bilgileri aşmayan hacimli kitabı ile (Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1343), Fuat Bayramoğlu’nun bu iki kitabı temel almakla birlikte daha çok Hacı Bayram ailesi adına vefatından sonra tesis edilen vakıflarla ilgili XVIII ve XIX. yüzyıl resmî belgelerini ihtiva eden ve dikkate değer bir gayret ürünü olan eseri (Hacı Bayram-ı Veli: Yaşamı-Soyu-Vakfı, I-II, Ankara 1983) dışında, hakkında kaynakların tenkidine dayalı ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’ye dair yazılan diğer kitaplar bu eserlerdeki sınırlı bilgilerin tekrarından ibarettir.

Doğum tarihi, adı, ailesi ve hayatının diğer safhaları hakkında bilgi yoktur. Bursalı Mehmed Tâhir, Abdülkādir b. Yûsuf el-İsfahânî’ye ait 832 (1428-29) tarihli vakfiyede Hacı Bayram’ın adının “Kutbü’l-evliyâ eş-Şeyh el-Hâc Bayram b. Ahmed b. Mahmûd el-Ankaravî” olarak geçtiğini yazar (Hacı Bayrâm-ı Velî, s. 4). Mübârek Galib, Hacı Bayram’ın babasının ve dedesinin adını tesbit açısından çok önemli olan bu vakfiyenin vaktiyle yandığını söyler. Ancak daha sonra, ölümünden iki yıl önce Ankara’da kurulan bazı vakıflara şahitlik ettiğine dair Ramazan 831 (Haziran 1428) tarihli bir başka vakfiye daha tesbit edilmiştir. Ahmed Çelebi, İbn Mehmed Çelebi, Mecdüddin Ahmed b. Abdülhak, Abdülhak b. Ahmed ve Kadı Mehmed Celâleddin tarafından tesis edilen vakfın vakfiyesinin tesciline şahitlik eden on bir kişinin başında Hacı Bayram’ın adı “Kudvetü’s-sâlikîn, kutbü’l-evliyâi ve’l-ârifîn, el-hâdî ilâ tarîkı’l-Hakkı ve’l-yakīn, vâkıf-ı esrâri’l-vâsılîn... Hacı Bayram b. Ahmed b. Mahmûd...” şeklinde geçmektedir (Bayramoğlu, I, 12; Ateş, s. 21). Bu ifadeden, Hacı Bayram’ın künyesi ve daha hayatta iken çok büyük mânevî nüfuza sahip olduğu da öğrenilmektedir.
Mehmed Ali Ayni, “Bursalı Mehmed Tâhir’in ve Mecdî’nin verdiği mâlûmata ve tahmine göre” Hacı Bayram’ın 753 (1352) yılında doğduğunu söyler (Hacı Bayrâm-ı Velî, s. 50). Bu iki eserde böyle bir bilgi bulunmadığı halde bu tarih bazı yazarlarca (Gölpınarlı, s. 33) Hacı Bayrâm-ı Velî’nin doğum tarihi olarak kabul edilmiştir. Fuat Bayramoğlu, soyundan gelenler arasında hazreti pîrin doksan yıldan fazla yaşadığına inanıldığını söyleyerek Hacı Bayram’ın 740 (1339-40) yılı dolayında doğmuş olabileceğini ileri sürer (Hacı Bayram-ı Veli, I, 12). Yakın zamanda İsmail Erünsal tarafından ilim âlemine tanıtılan, Bayramî Melâmîleri’nden Abdurrahman el-Askerî’nin 957 (1550) yılında telif ettiği Mir’âtü’l-ışk adlı eserinde de Hacı Bayram’ın doksanı aşkın bir yaşta iken vefat ettiğinin bildirilmesi (vr. 80a) Bayramoğlu’nun tahminini teyit etmektedir. İsmâil Hakkı Bursevî, XVIII. yüzyıl başlarında telif ettiği Silsile-i Celvetiyye’de Hacı Bayram’ın babasının Koyunluca Ahmed diye tanındığını, Safiyyüddin ve Abdal Murad adlı iki oğlu daha olduğunu belirtir (s. 74). Bu bilgi sonraki çalışmalarda aynen tekrar edilmiştir.

Âşıkpaşazâde’nin, “Rum’dan Şeyh Hacı Bayram vâki oldu. Bunlar duaları makbul azizler idi” (Târih, s. 201) ifadesi dışında XV. yüzyıl kaynaklarında Hacı Bayram’ın hayatı hakkında bilgi yoktur. XVI. yüzyıl müelliflerinden Lâmiî Çelebi, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin Ankara’da Çubuk suyu diye tanınan nehrin kenarındaki Solfasol (Zülfazl) köyünde doğduğunu, aklî ve şer‘î ilimleri tahsil ettiğini, Ankara’da müderrislik yaptığını, daha sonra Somuncu Baba’ya intisap ederek kemalâtın en yüksek derecesine ulaştığını, çok etkili olan sohbetinin bereketi sayesinde birçok kimsenin yüce mertebelere vâsıl olduğunu ifade ederek bunlardan yedi kişinin (Ömer Dede, Akbıyık, Baba Nahhâs, İnce Bedreddin, Kızılca Bedreddin, Selâhaddîn-i Bolevî, Muslihuddin Halife) adını sayar (Nefehât Tercümesi, s. 684). Bu isimler dışında yukarıdaki bilgileri aynen tekrarlayan Taşköprizade Hacı Bayram’ın Ankara’da vefat ettiğini, kabrinin ziyaretgâh olduğunu, burada yapılan duaların kabul edildiğini ilâve eder (eş-Şeḳāʾiḳ, s. 55-56). Hayatı hakkında daha ayrıntılı bilgi, yine bir XVI. yüzyıl müellifi olan Mecdî’nin Şekāik Tercümesi’nde bulunmakta olup (s. 77) Bursalı Mehmed Tâhir, Mehmed Ali Ayni ve Fuat Bayramoğlu’nun Somuncu Baba’ya intisabıyla ilgili verdiği bilgiler bu esere dayanmaktadır. Mecdî, Lâmiî ve Taşköprizâde’deki bilgiye ek olarak Hacı Bayram’ın Ankara’da Melike Hatun’un yaptırdığı Kara Medrese’de müderris iken burayı terkedip Somuncu Baba’ya intisap ettiğini söyler. Mecdî’nin, “Tarikat mensubu güvenilir kişilerden rivayet edilmiştir” kaydıyla naklettiğine göre Somuncu Baba, Şeyh Şücâüddin Karamânî’ye, “Ankara’da Hacı Bayram adlı bir müderris vardır, onu buraya davet et” diyerek kendisini Ankara’ya göndermiş, emri yerine getiren Şeyh Şücâüddin Hacı Bayram ile medresesinde ders verirken görüşmüş ve Şeyh Hamîd’in (Somuncu Baba) davetini bildirmiş, Hacı Bayram da, “Davete icâbet lâzımdır” deyip Şeyh Şücâüddin ile birlikte Kayseri’ye gitmiştir. Şeyh Hamîd, zâhir ulemâsının ve bâtın erbabının ölülerinin mertebelerini kendisine gösterip hangisini tercih ettiğini sormuş, Hacı Bayram da bâtın erbabının hallerini tercih ettiğini söyleyerek müderrislikten ayrılıp tasavvuf yoluna intisap etmiştir (Şekāik Tercümesi, s. 77). Hacı Bayram hakkında eser yazan adı geçen üç müellif bu olayı tartışmasız doğru kabul etmişlerdir. Mecdî, “Bazı kitaplarda 833 senesinde fevt oldu deyü bulundu” diyerek ölüm tarihine ışık tutar. XVI. yüzyıl kaynaklarında Hacı Bayram hakkında verilen bilgiler bunlardan ibarettir. Bu kaynaklarda halifesi olarak tanıtılan müridlerine, Somuncu Baba’ya ve Akşemseddin’e dair bilgi verilirken Hacı Bayram’dan da bahsedilmektedir. Hacı Bayram’la ilgili yayınlarda, bu üç eserle XVII. yüzyılda yazılan Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-fuâd ve XVIII. yüzyılda yazılan İsmâil Hakkı Bursevî’nin Silsile-i Celvetiyye adlı kitaplarında verilen bilgiler esas alınmıştır. Abdurrahman el-Askerî’nin yeni bulunan Mir’âtü’l-ışk’ı Hacı Bayram’la ilgili çok önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Ayrıca XV. yüzyılın sonlarında veya XVI. yüzyıl başlarında yazıldığı tahmin edilen Vilâyetnâme-i Sultan Şücâüddin ile XVI. yüzyılda telif edilen Menâkıb-ı Burhâneddin Eğridirî ve Menâkıb-ı Akşemseddin’de de Hacı Bayram’a dair bazı bilgilere rastlanmaktadır.

Çocukluk ve gençlik dönemi hakkında bilgi bulunmayan Hacı Bayram’ın müderris olduğu yukarıda adı geçen kaynaklarda tekrar edilmektedir. Yıldırım Bayezid’in İsfendiyaroğulları üzerine çıktığı sefere askerleriyle birlikte müttefik ve rehine olarak katılan Bizans İmparatoru II. Manuel Palaiologos Ankara’da bir Türk müderrisin evinde bir ay misafir olarak kalmış, ev sahibi müderrisle aralarında yirmi altı oturum süren dinî tartışmalar cereyan etmiş, imparator bu tartışmaları diyaloglar şeklinde yazarak faydalanması için küçük kardeşi Mora despotu Theodor Palaiologos’a göndermiştir. Eski Yunanca metni Manuel II. Palaiologos Dialoge mit einem “Perser” (Wien 1966) adıyla yayımlanan bu tartışmaların 1391 yılı kış aylarında yapıldığına ve Osmanlı kaynaklarında yer almadığına dikkat çeken Fuat Bayramoğlu, adı zikredilmeyen bu müderrisin Hacı Bayrâm-ı Velî olduğunu ileri sürer. Bayramoğlu, İmparator Manuel’in 1392 Şubatında Yıldırım Bayezid’in ordugâhından kaçtıktan bir süre sonra, Yıldırım’ı beğenmeyen ve onu eleştiren müderrisin de görevinden uzaklaştırıldığını yazdığını bildirir ve Hacı Bayram’ın Mecdî’nin anlattığı şekliyle Hamîd-i Velî’ye intisabının bu olaydan sonra gerçekleştiğini söyler. Ancak Yunanca kaynakta müderrisin padişahı eleştirdiği için görevinden uzaklaştırıldığı ifade edilirken Mecdî, Hacı Bayram’ın davet üzerine Kayseri’ye giderek Hamîd-i Velî’ye intisap ettiğini yazar. Bayramoğlu iki rivayet arasındaki bu farkı göz ardı ederek İmparator Manuel’in adını vermediği müderrisin Hacı Bayram olduğunda ısrar eder (Hacı Bayram-ı Veli, I, 17-18).

Hacı Bayrâm-ı Velî’nin adı, müderrisliği ve Hamîd-i Velî’ye intisabı konusunda Abdurrahman el-Askerî’nin Mir’âtü’l-ışk’ında orijinal bilgiler bulunmaktadır. Emîr Sikkînî ve Bünyâmin Ayâşî’den sonra Hacı Bayram’ın makamına geçen Pîr Ali Aksarâyî’nin mensubu olan müellif bir mecliste Pîr Ali’ye, Hacı Bayram evlâdının, “Müderris idi, medreseden geldi, derviş oldu” dediklerini hatırlatarak görüşünü sorduğunda Pîr Ali, “Belî, onların dahi sözü gerçektir, aşk medresesinin müderrisidür; ‘ve allemnâ min ledünnâ’ dershânesinin kûşenişînidir. Azizlerimiz bu fakîre böyle takrîr ettiler deyü buyururlardı” diyerek (Erünsal, Ekrem Hakkı Ayverdi Hâtıra Kitabı, s. 302) Hacı Bayram’ın zâhirî anlamda müderris olmadığını açıkça ifade eder. Ayrıca bu dönemi inceleyen eserlerde (Ayverdi, Osmanlı Mi‘mârîsi I; Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler), Ankara’da Karamedrese diye bir medreseden söz edilmediği gibi, böyle bir medrese bulunmuş olsa bile Hacı Bayram’ın burada müderrislik yaptığı kanıtlanmadıkça Pîr Ali Aksarâyî’nin verdiği bilgiye itibar edilmelidir.

XVII. yüzyıl müelliflerinden Bayramî-Melâmî tarikatına mensup Sarı Abdullah Efendi Hacı Bayram’ın müderris olduğunu, ayrıca Yıldırım’a kapıcıbaşılık yaptığına dair bir rivayet bulunduğunu söyler (Semerâtü’l-fuâd, s. 234). Mir’âtü’l-ışk, hem bu konuda hem de Hacı Bayram’ın Somuncu Baba’ya intisabı konusunda önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Abdurrahman el-Askerî, Yıldırım Bayezid’in kapıcıbaşısı olan Hacı Bayram’ın asıl adının Nûman olduğunu belirttikten sonra Anadolu’ya gelip Yıldırım’ın askerini târumar eden Timur’un Yıldırım’ı tutup hapsettiğini, Somuncu Baba’nın bu olaylar sırasında Bursa’dan göç ederek Adana’ya gidip Ceyhan nehrinin kenarındaki Sis Kalesi’nin dağ yamacında bir köyde Nebî Sûfî adlı bir alemdarın evinde ikamet ettiğini bildirir. Somuncu Baba’yı önceden tanıyan Hacı Bayram onun nereye gittiğini araştırır, “Arab evi”ne gittiğini öğrenince sarayda önemli bir protokol görevlisi olan kapıcıbaşı kıyafetini değiştirip tüccar kıyafetine bürünür, yanına aldığı beş altı hizmetkârıyla birlikte Somuncu Baba’yı bulmak için Diyârıarab’a gitmek üzere yola çıkar. Adana’ya ulaşınca bir dostundan Somuncu Baba’nın yerini öğrenir. Hizmetkârlarıyla o köye varıp Nebî Sûfî’nin evini sorar ve nihayet şeyhle mülâki olur, elini öper. Somuncu Baba Anadolu’nun durumunu sorar; o da Yıldırım’ın öldüğünü haber verir. Şeyh Hamîd ona, “Muradın nedir?” deyince Hacı Bayram kendisine hizmet etmeye geldiğini, başka muradı olmadığını söyler. Hacı Bayram, bu fetret zamanında kendisiyle birlikte bulunmasının zor olduğunu, dervişliğe hazırlanmak gerektiğini hatırlatan Somuncu Baba’ya, “Emrin neyse öyle olsun, rızâ senindir” der. Somuncu Baba ona yanındakilerin kim olduğunu sorar. Hacı Bayram bazılarının kulları, bazılarının da arkadaşları olduğunu söyleyince Adana’ya gitmesini, kullarının ve arkadaşlarının gönüllerini hoşnut ederek geri göndermesini, üzerindeki elbiseleri değiştirip dervişâne kisve ile dönmesini tavsiye eder. Akşam köye dönünce Somuncu Baba ona, “Adını da tebdil edelim” der. Birkaç gün sonra kurban bayramı olduğundan kendisine “Hacı Bayram” adını verir. Somuncu Baba bayram ertesi Hacı Bayram ile birlikte önce Şam’a, kısa bir süre sonra da Hicaz’a gider. Hac dönüşü Adana’ya uğrayıp Nebî Sûfî’yi de alarak Aksaray’a gelirler. Somuncu Baba bir yıl sonra Hacı Bayram’ı Ankara’ya gönderir (Erünsal, Ekrem Hakkı Ayverdi Hâtıra Kitabı, s. 300, 301).

Abdurrahman el-Askerî’nin verdiği bu bilgiler ışığında Hacı Bayram’ın Somuncu Baba’ya, şimdiye kadar hiçbir delile dayanmadan ileri sürüldüğü gibi (Bayramoğlu, I, 21), 1394 veya 1397 yılında değil, Yıldırım Bayezid’in ölüm tarihi olan 13 Şâban 805’ten (8 Mart 1403) yaklaşık üç buçuk ay sonra (Haziran 1403) intisap ettiği, vefatında yaşının doksan civarında bulunduğu dikkate alınarak bu sıralarda altmış yaşlarında olduğu söylenebilir. Bu durumda Hacı Bayram’ın Somuncu Baba’nın vefatının (815/1412-13) ardından Ankara’ya geldiği (Bursalı Mehmed Tâhir, s. 3), o zamana kadar şeyhinin yanından hiç ayrılmadığı (Mehmed Ali Ayni, s. 67; Bayramoğlu, I, 22) şeklindeki görüşlerin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Anadolu’da siyasî otorite boşluğunun yaşandığı ve halkın büyük sıkıntılar içinde bulunduğu Fetret döneminde Ankara’ya dönen Hacı Bayram’ın kaynaklarda bu yıllardaki faaliyetlerine ışık tutacak bilgi yoktur. Ancak mürşidi Somuncu Baba’nın yanından ayrılırken, “Sultanım, ne amel üzerine olalım, sanat bilmem ne işleyelim?” deyince, “Ekin ek, burçak ek” cevabını alması ve “Ankara’ya varıp burçak ekmesi” (Erünsal, Ekrem Hakkı Ayverdi Hâtıra Kitabı, s. 302), Ankara’ya dönünce tekke ve zâviye inşa etmeyip çiftçilikle meşgul olduğunu göstermektedir. Bu yıllarda mânevî şahsiyetinin insanları giderek etkilemeye başladığı ve çevresinde bir derviş grubunun oluştuğu söylenebilir. Somuncu Baba’nın vefatı ve ertesi yıl Çelebi Mehmed’in Osmanlı tahtına geçişinin ardından bu etki daha da genişlemiş, II. Murad devrinde devleti rahatsız edecek kadar büyük boyutlara ulaşmış olmalıdır. XVII. yüzyıl müelliflerinden Sarı Abdullah Efendi Hacı Bayram’ın halkı dalâlete sevkettiği, saltanat davasına kalkışma ihtimali bulunduğu ileri sürülerek padişaha şikâyet edildiğini söyler (Semerâtü’l-fuâd, s. 235). Hacı Bayram’ın, II. Murad’ın tahta geçişinden bir yıl önce aynı gerekçeyle idam edilen Şeyh Bedreddin Simâvî ile Konya’da buluşarak birlikte halvete giren Somuncu Baba’nın halifesi olması (Halil b. İsmâil, s. 87) bu şikâyetin gerçek sebebi kabul edilebilir.

Hacı Bayram’ın II. Murad tarafından o dönemde devletin merkezi olan Edirne’ye çağrılmasıyla sonuçlanan bu olayı menkıbevî tarzda geniş olarak anlatan Sarı Abdullah Efendi (Semerâtü’l-fuâd, s. 235-240) bunun hangi tarihte meydana geldiği konusunda bilgi vermez. Bir saray çavuşu Hacı Bayram’ı Edirne’ye getirmesi, muhalefet ederse tutuklanması tenbih edilerek Ankara’ya gönderilmiş, çavuş Ankara yakınlarına geldiğinde Hacı Bayram atına binerek çavuşu karşılamaya çıkmış, karşılaştıklarında ona nereye gittiğini sormuş, çavuş, “Hacı Bayram derler bir müddeî varmış, bazı fesâdâtı sultana arzolunduğundan onu Edirne’ye götürmeye geldim” deyince Hacı Bayram çavuşa aradığı kişinin kendisi olduğunu söylemiş, bu sırada onun mübarek yüzünde “nûr-ı Muhammedî”yi temaşa eden çavuş yaptığının büyük bir küstahlık olduğunu anlayarak kendisinden özür dilemiştir. Hacı Bayram çavuşla birlikte Edirne’ye giderken Gelibolu’da Muhammediyye müellifi Yazıcızâde Mehmed kendisine intisap etmiştir.
Sarı Abdullah Efendi, Edirne’de Hacı Bayram’la görüşen II. Murad’ın, hakkında söylenenlerin iftira ve dedikodu olduğunu anlayarak kendisinden özür dilediğini ve büyük bir saygı gösterdiğini, ayrıca ondan Eskicami’de vaaz vermesini rica ettiğini, fakat Hacı Bayram’a yine de düşmanlık besleyenler olduğunu, hatta bir vezirin onu zehirlemeye kalkıştığını, vezirin kendisine sunduğu zehirli şerbeti, “Biz içelim, zararı başkasına olsun” diyerek içtiğini ve vezirin o anda düşüp öldüğünü kaydeder (a.g.e., s. 236-237).

Hacı Bayram’ın Edirne’ye gidişi muhtemelen II. Murad’ın saltanatının ilk yıllarında (1421-1424) gerçekleşmiştir. Yanında Akşemseddin’in de bulunduğu, Hacı Bayram’ın II. Murad’a Akşemseddin’i kastederek İstanbul’un fethinin “köse”nin duasıyla Şehzade Mehmed’e nasip olacağını söylediği şeklindeki rivayet (Risâle-i Beşîr Çelebi, vr. 16a) doğru değildir. Çünkü Hacı Bayram vefat ettiğinde Fâtih Sultan Mehmed henüz doğmamış (d. 835/1432, Danişmend, I, 212) veya bir rivayete göre Hacı Bayram’ın vefat ettiği 833 (1430) yılında doğmuştu (İnalcık, s. 55-56). Akşemseddin’in menâkıbını yazan Enîsî de onun Hacı Bayram ile Edirne’ye gittiğinden sözetmemektedir. Fuat Bayramoğlu, hiçbir ciddi delil göstermeden onun Edirne’ye bir defa daha gittiğini ileri sürer. Sarı Abdullah’ın ve ondan naklen Mehmed Ali Ayni’nin, Akşemseddin’in İstanbul’un fethinde askerin mâneviyatını yükseltmek üzere Hacı Bayram tarafından gönderildiğini söylemeleri de asılsız bir iddiadır (Semerâtü’l-fuâd, s. 241; Hacı Bayrâm-ı Velî, s. 55).

Ankara’ya dönüşünden sonraki dönemde Hacı Bayram’ın devletle ilişkileri konusunda bilgi yoktur. Ancak Bayramî dervişlerinin vergiden muaf tutulduğuna bakılarak tarikatın faaliyetlerini daha güven içinde sürdürdüğü söylenebilir. Bayramiyye tarikatı bu yıllarda Ankara ve çevresinde büyük bir yaygınlık kazanmıştı. Bayramîler’in vergiden muaf tutulmaları yüzünden Ankara ve çevresinde vergi toplanamaz hale gelindiğini öğrenen II. Murad’ın, Hacı Bayram’a kaç müridi olduğunu kendisine bildirmesini istemesiyle ilgili meşhur menkıbe (Sarı Abdullah Efendi, s. 240), Bayramiyye’nin bu yıllardaki yaygınlık derecesi hakkında fikir vermesi bakımından önemlidir.
Orhan Gazi, I. Murad, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad devirlerini idrak eden ve kurduğu Bayramîlik tarikatıyla Anadolu’nun mânevî yapısının şekillenmesinde büyük katkıları olan Hacı Bayrâm-ı Velî Ankara’da vefat etti; vefatından birkaç yıl önce yaptırılan ve kendi adıyla anılan caminin yanına defnedildi. “İrtihâlü’l-insân” terkibi ölümüne tarih düşürülmüştür. Kabrinin üzerine daha sonra inşa edilen türbe Ankara’nın en önemli ziyaretgâhıdır.

Eski kaynaklarda Hacı Bayram’ın evliliği ve çocuklarına dair bilgi yoktur. Sadece Abdullah b. Veliyyüddin’in Menâkıb-ı Eşrefzâde’sinde (s. 35) Eşrefoğlu’nun Hacı Bayram’ın müridi ve halifesi olduğundan, Hacı Bayram’ın kızı Hayrünnisâ’yı onunla evlendirdiğinden bahsedilmektedir. Mir’âtü’l-ışk’taki, “Sultânım, şimdi evlâdı böyle demezler” (Erünsal, Ekrem Hakkı Ayverdi Hâtıra Kitabı, s. 302), ifadesinden Hacı Bayram’ın evlendiği ve çocukları olduğu anlaşılmaktadır. Hacı Bayram’ın soyu hakkında araştırmalarda bulunan Fuat Bayramoğlu’nun bu konuda “en eski belge” dediği, düzenlenme tarihi belli olmayan, ancak Sâlih Baba’ya (ö. 1099/1687-88) kadar yürütüldüğünden XVII. yüzyılın sonları veya XVIII. yüzyılın başlarında hazırlandığı anlaşılan şecerede Hacı Bayram’ın beş erkek (Ahmed Baba, Edhem Baba, Baba Sultan, İbrâhim ve Ali) ve üç kız çocuğu olduğu görülmektedir. Ahmed Baba’nın 941’de (1534) vefat eden oğlu Şeyh Edhem Baba vasıtasıyla devam eden şecere, daha sonra çeşitli tâli kollara ayrılarak günümüze kadar ulaştırılmıştır (Bayramoğlu, I, 85, 102-104).

Tarikat silsilesi mürşidi Somuncu Baba, Ali Erdebîlî, Sadreddîn-i Erdebîlî vasıtasıyla Safeviyye tarikatının piri Safiyyüddîn-i Erdebîlî’ye ulaşan Hacı Bayrâm-ı Velî’nin ilk kaynaklarda halife tayin ettiğine dair bilgi bulunmadığı halde Akşemseddin’in menâkıbını yazan Enîsî onun Akşemseddin’e kısa zamanda hilâfet verdiğini söyler (Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 131). Sarı Abdullah Efendi ise Hacı Bayram’ın hayatta iken hiç kimseye hilâfet vermediğini, vefatından sonra “altı nefer”in (İnce Bedreddin, Kızılca Bedreddin, Uzun Selâhaddin, Akbıyık, Akşemseddin, Ömer Dede Bursevî) ortaya çıktığını yazar (Semerâtü’l-fuâd, s. 143-144). Sarı Abdullah Efendi’nin “halife” yerine “nefer” ifadesini kullanması önemlidir. Çünkü müellifin de mensup olduğu Bayramî-Melâmî geleneğinde hilâfet verme âdeti yoktur. Bütün tasavvufî neşveleri temsil eden deyimiyle bir “insân-ı kâmil” olan Hacı Bayrâm-ı Velî vefat ederken kime tâbi olacaklarını soran müridlerine, kendisinden duydukları maarif ve vahdet sırları bütün kemâlâtıyla kimde tecelli ederse onun sohbetinde bulunmalarını tavsiye etmiştir (Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi’den naklen Sun‘ullah Gaybî, Sohbetnâme, vr. 39a). Onlara göre insân-ı kâmilin hakikati sadece bir kişide tecelli eder; gerçek halife de odur (Sun‘ullah Gaybî, Bîatnâme, vr. 4a).

Hacı Bayram ile Eşrefoğlu Rûmî arasındaki münasebet, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. XVI. yüzyıl kaynaklarında bu hususta bilgi bulunmamaktadır. Sarı Abdullah Efendi Eşrefoğlu Rûmî’den bahsederken Hacı Bayram’ın, meşrebini zühd ve riyâzete mütemayil gördüğü Eşrefoğlu’nu Kādiriyye’den Hüseyn-i Hamevî’ye gönderdiğini ifade eder (Semerâtü’l-fuâd, s. 145). Sarı Abdullah Efendi ilk olarak yukarıda aktarılan bilgiyi verir. Eşrefoğlu’nun Hacı Bayram’a intisap ettiği, on bir yıl onun imamlığını yaptığı, Hacı Bayram’ın, kızı Hayrünnisâ’yı Eşrefoğlu ile evlendirerek onu İznik’e halife olarak gönderdiği şeklindeki bilgiler sadece, 1228’den (1813) sonra telif edildiği anlaşılan Abdullah b. Veliyyüddin’in Menâkıb-ı Eşrefzâde’sine dayanmaktadır. Menâkıbnâmedeki bu bilgiler hiçbir tarihî tenkide tâbi tutulmadan Hacı Bayram ve Eşrefoğlu ile ilgili bütün yayınlarda tekrar edilmiştir. Eşrefoğlu’nun Müzekki’n-nüfûs, Tarîkatnâme ve divanında, Hacı Bayram’la ilgili en küçük bir işaretin dahi bulunmaması, aralarında şeyh-derviş ve kayınpeder-damat ilişkisinin mevcut olmadığı ihtimalini daha da güçlendirmektedir.

Sâdık Vicdânî, adlarını vermeden Hacı Bayram’ın on dört halife bıraktığını söylerken Fuat Bayramoğlu, kaynaklarda Hacı Bayram mensubu olarak gördüğü herkesi bu sayıya ilâve ederek halifelerinin sayısını yirmi sekize çıkarmıştır (Hacı Bayram-ı Veli, I, 48-57). Ancak bunlardan bir kısmının (İbnü’l-Mısrî, Elvân-ı Şîrâzî, Abdülkādir-i İsfahânî, Bardaklı Baba, Baba Yûsuf Seferhisârî, Abdürrahim Karahisârî, Şeyh Şâmî gibi) Hacı Bayram’a mensubiyetleri bile şüphelidir. Son zamanlarda yapılan bir araştırmadan, Hacı Bayram’ın halifesi olduğuna dair yaygın bir kanaat bulunan Şeyhî’nin Emîr Sultan’a mensup olduğu anlaşılmıştır (Bilgin, s. 123-139). Kemal Ümmî ise Hacı Bayram’ın pîrdaşıdır.

II. Bayezid Devri Kazaskerlerinden İmam Ali Efendi’nin, Hacı Bayram’ın müridi olan babasından naklen Lâmiî’ye anlattıkları Hacı Bayram’ın kişiliğini tesbit açısından önemlidir. İmam Ali Efendi’nin babası, Akşemseddin’e, intisap etmesi için Hacı Bayram’ı tavsiye etmiş, fakat Akşemseddin, Hacı Bayram’ın nefislerini terbiye etmek için dervişleriyle birlikte halktan yardım toplamaya çıkmasını doğru bulmadığı için Zeynüddin el-Hâfî’ye intisap etmeyi tercih ederek Halep’e doğru yola çıkmıştı. Ancak rüyasında boynunda bir zincir bulunduğunu, zincirin ucunun da Hacı Bayram’ın elinde olduğunu gören Akşemseddin geri döner ve İmam Ali Efendi’nin babasına giderek rüyasını anlatır. Akşemseddin ile birlikte Hacı Bayram’ın bulunduğu yere gittiklerinde Hacı Bayram’ın köylüler ve birçok dervişle birlikte burçak imecesi yapmakta olduğunu görürler. Yemek vakti teknelerle yoğurt ve buğday aşı getirilir. Hazret herkese bunu bizzat dağıtır, köpeklere de bir miktar verir (Nefehât Tercümesi, s. 685). Bu olay sonraki kaynaklarda (meselâ bk. Mecdî, s. 240; Enîsî, s. 130) daha farklı şekillerde anlatılır. Mecdî, Akşemseddin’in Hacı Bayram’ı müridleriyle birlikte orak biçerken bulduğunu, çarşı ve pazarda tabl, nakkāre, tuğ ve alemle dolaşarak fakirlere, muhtaçlara ve borçlulara yardım topladığını, onun maksadını anlamayan Akşemseddin’in dilencilik yaptığını sanarak intisap etmekten vazgeçtiğini söyler. Bu rivayetlerden, mürşidi Somuncu Baba’nın “burçak ek” tavsiyesine uyan Hacı Bayram’ın çiftçilik yapıp elinin emeğiyle geçindiği, halkla birlikte yaşadığı anlaşılmaktadır. Tabl, nakkāre, tuğ, alemin fütüvvet alâmetleri ve Ankara’nın o dönemde bir ahî merkezi olduğu, fütüvvetin melâmetle yakın ilişkisi bulunduğu hatırlanacak olursa Hacı Bayram’ın kişiliğini tesbit etmek daha da kolaylaşır. Hacı Bayram, melâmet neşvesini Anadolu’ya getiren mürşidi Somuncu Baba gibi tekke kurmamış, vakıf tesis etmemiş ve vakıf gelirleriyle geçinmemiştir. Tarikatlarda çok yaygın olan bu iki müesseseye rağbet etmemesi onun melâmet neşvesine sahip oluşuyla ilgilidir.

Seyyid Nesîmî’nin Hacı Bayram’ı ziyarete gelmesi şahsiyetini tesbit açısından önemli bir olaydır. Olanlar Şeyhi İbrâhim Efendi, bir dervişin, “Sultânım, Nesîmî diye biri geldi, bazı kemâlâtı var, meselâ ‘ene’l-hak’ demek ister” deyince Hacı Bayram’ın, “Yâ beyim, bu oturan kelle-i himâr mı?” diye cevap verdiğini söyler (bk. Gaybî, Sohbetnâme, vr. 18a). Hacı Bayram’ın bu cevabından, onun “ene’l-hak” konusunda Nesîmî’den çok daha ileri noktalarda olduğu anlaşılmaktadır. İbrâhim Efendi’nin yukarıdaki ifadesinden Hacı Bayram’ın Nesîmî ile görüşüp görüşmediği pek anlaşılmıyorsa da Abdülbaki Gölpınarlı Nesîmî’nin Hacı Bayram tarafından kabul edilmediğini yazmış (Nesimi, Usuli, Ruhi, s. 27), bu bilgi başka yazarlarca da tekrar edilmiştir (Nesîmî Dîvânı, hazırlayanın önsözü, s. 31).

Vilâyetnâme’de Hacı Bayrâm-ı Velî’nin Sultan Şücâüddin’i ziyaret etmek istediği, müridlerinden bazılarının Şücâüddin gibi kaşı kirpiği yoluk bir kimseyi ziyaret etmesinin doğru olmayacağını söylemelerine rağmen onları dinlemeyip yanında müridleri olduğu halde Ankara’dan kalkıp Eskişehir tarikiyle şeyhin zâviyesine giderek Şücâüddin’in elini öptüğü, şeyhin Hacı Bayram’ı çok iyi ağırladığı, Hacı Bayram’ın üç gün, üç gece Şeyh Şücâüddin ile sohbet ettikten sonra Ankara’ya döndüğü rivayet edilmektedir. Mecdî’nin, Şeyh Hamîd’in sohbetinde bulunduğunu, II. Murad’ın hayatını kurtardığı için Edirne’de adına bir mescid ve zâviye inşa edildiğini söylediği (Şekāik Tercümesi, s. 94) Şücâüddin Karamânî ile Hacı Bayram’ı Ankara’ya davet etmek için gönderdiği Şeyh Şücâüddin’in aynı kişi olması mümkündür. Müridlerinin bile hoş görmediği “kaşı kirpiği yoluk” (kalenderî) Şeyh Şücâüddin’in Somuncu Baba’nın Hacı Bayram’a gönderdiği kişi olması Hacı Bayram’ın meşrebini göstermesi bakımından önemlidir. Vilâyetnâme’de ayrıca Şeyh Şücâüddin’in Kemal Ümmî ve Seyyid Nesîmî ile münasebetlerinden söz edilmektedir. Hacı Bayram’ın Şeyh Şücâüddin ve Kemal Ümmî ile aynı mürşide mensup bulunması yakın çevresini belirleme açısından ehemmiyetli bir husustur.

Şerîfîzâde Mehmed’in 1005 (1596) yılında kaleme aldığı Menâkıb-ı Burhâneddin Eğridirî’de, Şeyhülislâm Berdeî adlı bir sûfînin Hoy’dan Anadolu’ya gelirken önce Ankara’ya uğrayıp Hacı Bayram’ı ziyaret ettiği, Hacı Bayram’ın onun geleceğini önceden haber verdiği anlatılmaktadır ki bu olay, onun Safeviyye tarikatının merkeziyle yakın ilişkisini sürdürdüğünü ve o bölgelerde de tanındığını ortaya koymaktadır.
Hacı Bayrâm-ı Velî ile ilgili ilk kaynaklarda sohbetinin çok etkili olduğu söylenmekteyse de bu sohbetlerin muhtevası hakkında bilgi verilmemektedir. Vahdet neşvesinin en yetkin örneklerinden olan Fahreddîn-i Irâkī’nin Lemaʿât adlı eserini Türkçe’ye tercüme eden müridlerinden İnce Bedreddin eserin başında, Hacı Bayram’ın sohbetlerinde Lemaʿât’ın rumuz ve esrarını anlattığını, dervişlerin birçoğunun Farsça ve Arapça bilmediklerinden dolayı üzülüp durumu kendisine bildirdiklerini ve eseri Türkçe’ye çevirmesi için kendisini zorladıklarını, bu durumu öğrenen Hacı Bayram’ın ona “kudret vere, kudret vere” diye hitap ettiğini, böylece tercümeyi onun himmeti berekâtıyla yaptığını anlatır (Tercüme-i Lemeât, vr. 2a-b). Hacı Bayram’ın sohbetleriyle ilgili bu ilk elden ve tek kaynağın verdiği bilgilerden onun Arapça ve Farsça bildiği, sohbetlerinin yüksek bir ilim ve irfan
Süleyman Kefevî, XVI. yüzyılın sonlarında kaleme aldığı Ketâʾibü aʿlâmi’l-aḫyâr adlı eserinde Hacı Bayram’ın vefatının ardından önde gelen iki müridi Akşemseddin ile Emîr Sikkînî arasında meşrep farklılığından dolayı bir soğukluk ortaya çıktığını, Akşemseddin’in Emîr Sikkînî’ye, meclislerine katılmadığı takdirde Hacı Bayram’ın taç ve hırkasını kendisinden alacağını söylemesi üzerine Emîr Sikkînî’nin bir ateş yakarak içine oturduğunu, taç ve hırkanın yanıp kendisine bir şey olmadığını anlatır (vr. 524b-526b). Bu rivayet daha sonra Sarı Abdullah Efendi (Semerâtü’l-fuâd, s. 241 vd.) ve La‘lîzâde Abdülbâki (Sergüzeşt, s. 18-19) tarafından da kaynak gösterilmeden bazı değişikliklerle anlatılmıştır. Müstakimzâde ise olayı Süleyman Kefevî’nin eserinden iktibas ederek yeniden ele almış (Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, vr. 4a vd.), Sâdık Vicdânî de bu kaynaklarda verilen bilgileri kendince yorumlamıştır (Tomar-Melâmîlik, s. 35).

Ketâʾib’den daha önce kaleme alınan Mir’âtü’l-ışk’ta bu konuda farklı bilgiler bulunmaktadır. Eserde olayın, Hacı Bayram’ın vefat ettiği gece bazı dervişlerin Emîr Sikkînî’nin gönlünü kırmaları üzerine meydana geldiği, taç ve hırkanın kül olduğu, ancak kendisine ve Hacı Bayram’ın ona verdiği “ak çuka”ya bir şey olmadığı, bu olaydan sonra Emîr Sikkînî’nin taç ve hırka giymediği anlatılmakta ve en önemli nokta olarak da hadisenin bir tarafı olduğu rivayet edilen Akşemseddin’den söz edilmemektedir (vr. 80b-81a).
Hacı Bayram’ın vefatından sonra dervişlerinin bir kısmı ilâhî aşk, cezbe ve melâmeti temsil eden Emîr Sikkînî’ye; zühd, takvâ ve riyâzete temayülü olanlar da Akşemseddin’e tâbi olmuştur.

Taç, hırka, tekke, evrad, ezkâr ve vakıf müessesesini kabul etmeyip tam bir melâmet kisvesine bürünen, sohbeti esas alan, vahdet-i vücûd neşvesini ve Ehl-i beyt muhabbetini ön plana çıkararak Emîr Sikkînî yolunu takip eden sûfîlere Bayramî Melâmîleri adı verilmiştir. Bayramî Melâmîleri, Hacı Bayram’ın silsilesinin devletin önemli bir problemi haline gelmiş olan Safevîler’e ulaşması, esnaf teşkilâtıyla yakın ilişkileri sebebiyle geniş halk kitlelerini etkilemeleri tehlikesi, resmî-Sünnî düşünceyle bağdaşmayan mehdî ve kutub inancı, vahdet-i vücûd ve Ehl-i beyt konusundaki görüşleri yüzünden XVI ve XVII. yüzyıllarda devletin sıkı takibatına uğramışlardır.
Akşemseddin yolundan giden Şemsiyye tarikatı ise silsilelerinden Safeviyye’yi çıkararak (Enîsî, s. 140) devletle ittifak edip klasik Sünnî bir tarikat haline gelmiştir. Ankara’daki pîr makamını temsil eden şeyhler Şemsiyye hilâfetine sahip oldukları için devlet tarafından desteklenmiş, Hacı Bayram adına tesis edilen zengin vakıflar tasarruflarına verilmiştir.

İsmâil Hakkı Bursevî, Celvetiyye’yi Muk‘ad Hızır Dede vasıtasıyla doğrudan Hacı Bayram’a bağlar (Silsile-i Celvetiyye, s. 76). Celvetî şeyhlerinden Yâkub Afvî de bu görüşü tekrar eder (Hediyyetü’s-sâlikîn, s. 4).
Sade bir dille ve hece vezniyle yazılmış, vahdet neşvesini terennüm eden dört şiiri dışında Hacı Bayram’ın günümüze intikal eden eseri yoktur (şiirlerin karşılaştırmalı metinleri için bk. Mazıoğlu, s. 103-108). Ömer b. Mezîd tarafından 840’ta (1437) derlenen Mecmûatü’n-nezâir’deki Bayram mahlaslı dört nazîre gazeli Fuat Bayramoğlu bir hüküm belirtmeden kitabına almıştır (Hacı Bayram-ı Veli, II, 234-237). Hasibe Mazıoğlu, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin bunları zâhir ilimleriyle uğraştığı sırada yazmış olabileceği görüşündedir (I. Hacı Bayram-ı Velî Sempozyumu Bildirileri, s. 109-113). Bu şiirlerin ve yine Fuat Bayramoğlu’nun çok muahhar bir dönemde tertiplenmiş bir cönkte bulup yayımladığı tasavvufî muhtevalı beş gazelin ona ait olması pek mümkün görünmemektedir (a.g.e., s. 39-49).

Hacı Bayram’a ait olduğu kaydıyla bazı yazma mecmualarda rastlanan (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, nr. 619, vr. 205a-206b; Hacı Mahmud Efendi, nr. 267, vr. 169b-172a), dil ve üslûbundan XVII. yüzyılda veya sonrasında yazıldığı anlaşılan iki mektup (çeviri yazı metinleri için bk. Bayramoğlu, II, 238-241) kesinlikle ona ait değildir.
Enîsî’nin Akşemseddin’in eserleri arasında zikrettiği (Menâkıb-ı Akşemseddin, s. 131), adı Hacı Bayram’ın bazı sözlerinin şerhi olduğu intibaını veren Şerh-i Akvâl-i Hacı Bayrâm-ı Velî adlı eser, Akşemseddin’in Ḥall-i Müşkilât adlı eserinin bazı bölümlerinden ibarettir..


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Şeyh AHMED..
Cevapla

“Münir Derman (k.s) Kimdir?” sayfasına dön