HÜCRE BÖLÜNMESİ VAROLUŞ MUCİZESİDİR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

HÜCRE BÖLÜNMESİ VAROLUŞ MUCİZESİDİR

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

HÜCRE BÖLÜNMESİ VAROLUŞ MUCİZESİDİR
SELİM GÜRBÜZER

İnsanın yaratılışının birinci aşamasında nasıl ki Âdem (a.s)’ın çamurdan bir sülale olarak ilk insan hücresine ulaşılmışsa aynen öyle de ikinci aşamasında da kararı mekinde çok hücreli embriyonal döneme geçiş anlamında nutfeye ulaşılmıştır. Hem nasıl ki ilk hücrenin bölünmesiyle birlikte her bir parçadan birbirine benzer fakat dokuları ve organları oluşturacak farklı hücreler yaratılmışsa, aynen öyle de tek yumurta ikizlerinin oluşumunda da birbirine benzer fakat birbirinden farklı bireylerin dünyaya gelmesini sağlayacak hücrelerde yaratılmıştır. Ki; bu durum Yüce Allah’ın “İnsanı çamurdan bir sülaleden yarattı” (Mu’minun, 23/12) diye beyan buyurduğu ayetin sırrını teyit eden bir durumdur. Zira ilk insanın kararı mekin’de Âdemi zigot olarak yaratılan hücresinin bölünüp çoğalmasıyla başlayan embriyosuna benzer hadisenin bir başka tezahürü ise anne karnında insan embriyosunun geçirmiş olduğu evrelerde tekrarlanmaktadır. Nitekim çiftlerin bir araya gelip zigot oluşumuyla birlikte şekil ve yapı bakımdan birbirlerine benzeyen yarı anneden yarıda babadan gelen kromozomlar için ‘homolog kromozomlar’ denip bu kromozomlar zigot safhasında birbirlerinin eşi olarak da addedilirler. Zaten Yüce Allah (c.c) “And olsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yaratmışızdır” (Mu’minun, 12) diye beyan buyurduğu ayeti kerimenin sırrınca Âdem (a.s)’ın çamur DNA’sına kodlanan sevgi iksiriyle yeryüzüne indiklerinde Cebel-i Rahme’de Havva anamızla buluştuğu günün kader kaleminde tüm insanlığın zürriyeti yazıldığı anlaşılmakta. Derken o gün bugündür ilk atamız ve ilk anamızın zürriyetinden gelen tüm erkek ve dişi bireylerin cinsiyet hücrelerinin birleşmesiyle birlikte nur topu bebeklerin kutlu doğum mucizesine şahit oluruz. Hakeza buna eşeyli üreyen tüm canlıların üreme sistemleri de dâhildir. Öyle ki, canlılar Kur’an’ın tabiriyle kendi cinslerinin atalarının suyundan (min el mai) halk olunurken, biyoloji tabiriyle de zigotlarından halk olunup vücut bulmuşlardır (Enbiya 21/30). Düşünsenize Kur’an’ın ifadesiyle kararı mekin’de bir nutfe halde yaratılıyor olmamız son derece üzerinde düşünülmesi gereken bir mucizevi hadise olduğu gibi hiç kuşkusuz ana rahmine düştüğümüzde ise zigot halden safha safha bölünmeler eşliğinde kan pıhtısına ve ete kemiğe bürünmemizde ap ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken embriyolojik mucizevi bir hadisedir. Kelimenin tam anlamıyla ilk insanın çamurdan yaratıldığı o gün bugündür Âdem’in sülbunden eşrefi mahlûkat ilan edilmiş canlılar olarak doğuvermekteyiz. Bundan daha da öte tüm canlı âlemine duyurulan malumun ilanı bu nur topu doğumumuzun farkına varmamız da çok mühim bir hadisedir. Zira ilk hamur, ilk maya olarak kendi vücut donanımızı oluşturacak olan hücrelerin bir araya gelip anne karnında belli bir müddet sonra ruh üflenmesiyle birlikte kutlu doğuma doğru yolculuk yapacağımızın bilincine ermiş olmak bizi diğer canlılardan farkımızı ortaya koyan en büyük hadise özelliğimizdir zaten. Hem nasıl yaratılış mucizesi ve doğuş hadisesi bilincine varmış olmayalım ki, baksanıza Yüce Allah (c.c) kör, sağır, dilsiz sandığımız hücrelere ruh üfleyip öyle mükemmel yaratılmışız ki, her bir hücrenin genel yapısına baktığımızda hücre zarı, sitoplazma ve çekirdekten müteşekkil yapılar sayesinde vücut bulup eşrefi mahlûkat olduğumuzu görürüz.
Malumunuz üreme denen hadise eşeysiz ve eşeyli olmak üzere iki tipte vuku bulup birincisinde tek ata söz konusuyken ikincisinde ise iki farklı ata söz konusudur. Keza tek atadan üreyen bireyler kalıtım yönünden tek tip olarak tıpa tıp atalarının birer kopyası olarak çoğalırken, farklı atalardan üreyen bireyler ise yarı anneden yarı babadan gelen özellikleri bünyesinde taşıyaraktan nesilden nesile cins cins, çeşit çeşit kopyalanmış olarak çoğalırlar. Her ne kadar canlıların bir kısmı eşeysiz yoldan bir kısmı eşeyli yoldan çoğalsalar da sonuçta her iki durumda da canlı oluşumlarının temel harcını hücre oluşturduğu gerçeğini değiştiremeyecektir. Çünkü canlının temel taşı hükmünde bu yapı: “hücre zarı, sitoplazma ve nükleus” üçlü sacayağı üzerine kuruludur. Belli ki bu üçlü sacayağının temelleri üzerine inşa edilecek olan her bir canlı oluşumları denen hadise hücre çoğalmaları, yani mitoz bölünmeler eşliğinde gerçekleşmekte. İşte bu noktada hücre bölünme emaresinin belirmediği tek evre sadece interfaz safhası olup bundan dolayıdır ki mitoz bölünme döngüsü interfaz aşamasının akabinde start almakta. Ta ki hücre içerisinde yeniden ikinci bir interfaz evresi oluşuna dek bu döngü devam ettirilir de. Derken mitoz bölünmeyle o türe özgü kromozom sayısını belli bir sayıda sabit tutmak suretiyle hücre nizamının koruma altına alınması hedeflenmiş olur. Zaten daha önce belirlenmiş hedefler doğrultusunda bölünmeye uğramış her bir hücre ana hücrenin kromozomlarına kodlanmış olarak vücut bulur bile. Öyle ki “Ol” emri koduyla yüklenmiş olan bu hücreler embriyonal süreçte göç ederekten hedef organa konumlanmasıyla birlikte mitoz bölünme denen çoğalma hadisesinden maksat hâsıl olmuş olur da. Ki, embriyonal süreç Kur’an’da tesviye etmek anlamında ‘sevva’ ibaresine karşılık gelen belirli maksada matuf olarak ete kemiğe bürünecek şekilde hazırlanmış olan bir fiili durumu ortaya koyup ultrasonografi verilere baktığımızda tüm bu embriyonel gelişim ve inşa sürecinde asıl etken maya unsurun hücre bileşenleri olduğunu görürüz. Nitekim canlıların temel taşı hükmünde ki her bir hücre bileşenlerinin kod açılımı ancak embriyonal süreçte kaynağından göç ettiğinde bunun ilk işaret adımı olan bir sonraki gelişme evrelerinde iki yavru hücreye eşit bir şekilde pay edildiğinde kendini gösterecektir zaten. Böylece embriyolojik oluşuma ve kutlu doğuma yönelik tüm hazırlıklar eşliğinde kalıtımla ilgili bilgiler ilk elden bu iki hücreye taksim edilmiş olur da. Şayet hücre çekirdeğinde konumlanmış kromozomlar ikiye bölünüp kendi benzeri kopyalarını üretememiş olsalardı bu durumda canlılıktan hiç söz edemeyecektik.
Evet, öyle anlaşılıyor ki, canlının hayat bulmasına yönelik çoğalma faaliyeti mitoz bölünmenin metafaz safhasında daha net bir şekilde kendini gün yüzüne çıkarıp öyle işe başlanılmakta. Daha sonrasında ise malum mitozun telofaz safhasında yarıya indirgenme işlemi devreye girecektir. Niye derseniz, bunu bilmeyecek ne var, bikere her şeyden önce telofaz ve anafaz safhasında kromozomlar karşılıklı kutuplarda yer almasıyla birlikte, telofaz sonunda I. mayoz sonlanıp iki yavru hücre oluşsun diyedir elbet. Tabii her şey bunlarla da sınırlı değil, bunun devamında II. mayoz bölünme aşamaları vardır. Malum bu aşamanın başlangıcında kısa süren bir profaz evresi söz konusuyken bitiminde ise metafaz II evresine geçiş söz konusudur. İşte işin başlangıcı bitimi derken bir bakıyorsun bu arada kromozomlar hücrenin ekvatoral kısmında konaklayıp burada sentromerlerin bölünmesiyle birlikte her biri eş yavru kromatitler şeklinde karşı kutuplara doğru çekilmiş halde kendilerini bulacaklardır. Böylece anafaz II ve telofaza adım atılmış olunur. Belli ki hücre içerisinde cereyan eden her oluşum aşamalarından hedeflenen temel amaç; mayoz bölünme (redüksiyon bölünme) olayının tam eksiksiz olarak yerine getirilmesi içindir. Çünkü redüksiyon bölünme normal kromozomlu eşeysel hücre içerisinde yer alan somatik hücrelere (vücut hücreleri) göre hem yarı sayıda kromozom özelliği taşımakta hem de dört yeni hücre oluşturmasıyla dikkat çekmektedir. Yani bu demektir ki üreme hücreleri mayoz bölünmeye uğramakla 23 kromozomlu donanıma sahip olması hedeflenip bunun neticesinde birleştiklerinde ise zigot (nutfe) oluşumu için gerekli olan 46 kromozomlu donanıma kavuşmuş olacaklardır. İnsan genomunun yaratılışına yönelik erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmesi de gerekir zaten. Şöyle ki bu dört ayrı hücrenin her birinin çekirdeğinde dişiden gelen yumurta hücresiyle erkekten gelen sperm hücresine ait eş kromozomların her birinden birer tane bulunmak kaydıyla bir arada bulunduklarında gamet adını alıp böylece birbirlerinin izdivacı gerçekleşir. Derken II. mayozun sonunda 4 adet spermatid, ovum ve 2. kutup cisimciğinin birlikte gerçekleştirdikleri kaynaşma sayesinde ileri ki safhalarda doğacak olan çocuğun profili diyebileceğimiz embriyolojik gelişimine yelken açılmış olunur. Zira her embriyonik gelişme ayrı bir program içermektedir. Şayet bu program bir insan içinse bu süreç anne rahminde çeşitli merhalelerden geçerek 9 ayda yaratılış mucizesi olarak tamamlanıp, en nihayetinde “Her dem yeniden canlar doğar” esprince eşrefi mahlûkat nitelikte nur topu bebek olarak çıkar karşımıza. Kelimenin tam anlamıyla ilk yaratılışımızda bir zamanlar Âdem’in sülalesinin kararı mekinde tesviyesi babında nutfe, alaka, mudga idik, gün geldi yeryüzüne indikten sonra Âdem ile Havva’nın Arafat’ta buluşmasının akabinde onun sulbünden gelen ete kemiğe bürünmüş halde beşer olduk. Derken bu fani dünyada konaklayan tüm insanlık geçmişte olduğu gibi gelecek kuşakta da kabre konup mevta oluverecektir. Kıyamet arefesinde ise malum yeniden dirilmek üzere mizan olup ya cehennem yurdunda konaklayıp ebed müddet solacak ya da cennet yurdunda konaklayıp ebed müddet olacaktır. Nitekim Yüce Allah (c.c) bu hususta bakın ne buyuruyor: “Sonra o nutfeyi yarattık. Derken o alakayı mudğa yarattık. Derken o mudğayı bir takım kemik yarattık. Derken o kemiklere et giydirdik. Sonra ona diğer bir hilkat neş’eti verdik. Bak ne şanlı o Allah, yaratıcıların en güzeli.” (Mü’minun 23/14)
Peki, Elmalılı’nın mealinde anladığımız kadarıyla tüm bu dönüşüm ve değişimler iyi hoşta, sadece tüm bu dönüşümler insana has bir keyfiyet midir? Hiç kuşkusuz bitki ve hayvanlarında kendine özgü değişim ve dönüşüm evreleri söz konusudur. Bilindiği üzere bitkiler de diğer canlı âlemden farklı olarak kendince benzer fertler oluşturmak için bazı aracı vasıtaları kullanmakta mahir olduklarını tüm cümle âleme ispat etmiş durumdalar. Dolayısıyla onlar için çiçek tozu taşıyan bir böcek veya hafif derinden esen bir rüzgâr bulmak çokta zor olmayacaktır. İşte bu aracılar sayesinde tohum toprakla buluşup yeterli sıcaklık ve nem bulduğunda embriyodaki çimlenme mekanizması harekete geçirilip birtakım hücre bölünmeleri eşliğinde yeryüzü rengârenk yeşile bürünebiliyor. Keza hayvanlar âleminden bölünme konusunda misal verecek olursak en basitinden tatlı su polip'i ikiye ayrıldığında kopan parça hücre bölünmesi geçirmesiyle birlikte yeniden hayata merhaba diyebildiğini görebilmekteyiz. Ayrıca bu durum solucan içinde geçerlidir. Hatta solucanın başını da koparsanız fark etmez, yeniden solucan olarak ortaya çıkabiliyor. Ayrıca hayvan hücrelerinde hücre içerisinde üremenin fitilini ateşleyecek ilk hamle unsur sentrozomlardan gelmekte. Öyle ki sentrozomlar hücrenin üreyip bölüneceği sırada telofaz ve interfaz evrelerine gelen süreçte çoğalarak sayılarını iki katına çıkarırlar da. Böylece çoğalan sentriollerin her biri kutuplara doğru ilerleyip buralarda incecik iğ ipliklerinden oluşan yapıların oluşumda etkin rol oynamayı ihmal etmezler de. Sentriollerin ikiye bölünmesi tıpkı DNA ikileşmesinde olduğu gibi bir tür sentezleme hadisesi olup çekirdek içerisinde ki genetik kodlar bu çubuklar sayesinde tesirli hale gelmektedir. Bu arada yeni oluşmaya başlayan sentriollerin mikrotubulusları genellikle eski mikrotubuluslardan 100 nm uzaklıkta yer alıp, onlara dik bir konumda bulunurlar.
Hakeza canlı hücrelerin çekirdeğinde de değişim dönüşüm kopyalanma ve çoğalma işlemleri söz konusudur. Bilindiği üzere nükleolus (çekirdekçik) canlı hücrelerde genetik şifrelerin saklandığı bölüm olarak dikkat çekmektedir. Büyüklük ve sayıca hücreden hücreye değişiklik gösterip, etrafı koruyucu zarla kaplıdır. Belli ki şifre kodlarının önemine binaen hücre çekirdeği için lazım gelen genetik mekanizmaları bir araya getiren sır “Ol” emriyle yüklenmiş matematik programda gizli. Öyle ki kader programı olarak addedilen çekirdekte ki genetik mekanizma içerisinde göz rengimizden saçımıza, parmak izimizden sesimize kadar her ne ararsan bir dizi bilumum insana ait tüm özellikler kodlanmış durumda. Bu nedenledir ki kod dünyamızın başkanlığını icra den DNA’nın keşfi biyolojik âlemin en büyük hadisesi olarak görülmektedir. Nitekim “Ol” emri doğrultusunda tüm bilgilerle donatılmış olan DNA çift şeritli yapısıyla tıpkı bir fermuar gibi açılmakla aslında protein sentezine yelken açılmış olunmakta. Böylece DNA’nın protein sentezine yönelik açılan kollarından bir şeridi yedek olarak tutulurken, diğer şeridi ise kendine bir komplamenter (eş) kopya üreterek adeta DNA neslinin devamlılığı sağlanmakta. İşte bu noktada DNA’nın kendi kendini çoğaltması anlamına gelen replikasyon (kopyalama işi) hadisesi fermuarın açılan zincirinde gerçekleşmek suretiyle kader kalemiyle yazılmış programın gereği yerine getirilmiş olur. Derken çekirdekteki kader planı çerçevesinde kodlanmış genetik mekanizma zengin çeşitliliği ile kıyamete kadar sürdürülür de. Ve yüce Allah (c.c) bu hususta şöyle beyan buyurur da : “Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği yarandır.” (En’am süresi 95)
Bilindiği üzere DNA bir dezoksiriboz polimer olup, mRNA ise kendine özgü bir RNA elemanıdır. Hatta ikisi arasındaki en belirgin fark; mRNA’nın fiziki yapısı DNA’ya göre daha dayanıksız olup, aynı zamanda ömür süresi 240 dakikalık bir zaman dilimiyle sınırlı olmasıdır. Yine de bakmayın siz öyle onun 240 dakikalık ömürle sınırlı olan hayatına, bu kısa bir süre içerisinde bir bakıyorsun bağrında taşıdığı protein sentezini sağlayan kodlar sayesinde ribozomlar üzerinde aktif olarak hücreyi yönetme ve bilgi kopyalama mahareti söz konusudur. Nasıl ki önemli klasörlerimizi bilgisayar hard diskine ‘kes, kopya ve yapıştır’ metoduyla kaydedip saklarız ya, aynen buna benzer “DNA, RNA ve Ribozom” hattı üzerinde de geçerlilik arz eden işlemlerdir zaten. Dolayısıyla çekirdekte RNA’nın bir benzeri imal edildiğinden dolayı burada ki tüm faaliyetlerin uzun ömürlü olmasına gerek yoktur. Ki, tüm bu işlemler için üç çeşit türden RNA molekülü ömrünü bu iş için adayıp bunlar sırasıyla;
-mRNA(Messenger RNA),
-tRNA(Taşıyıcı RNA),
-rRNA(Ribozomal RNA) olarak adından söz ettirirler de.
İşte sırasıyla burada mRNA’nın hücre içinde rolüne baktığımızda ribozomlar üzerinde yapılacak protein moleküllerin hangi amino asitleri sıralayacağını belirleyecek haber kaynağı konumunda bir molekül olduğunu görürüz. Taşıyıcı RNA ise adına uygun davranıp bilgilerin taşınmasında 20 çeşit tRNA ile hücre içerisinde aktif rol oynamış olur. Belli ki bu iş için çok sayıda tRNA molekülü kendi birinci kutbundaki RNA kodonunu açık tutarak karşı uçtaki amino asidi kendine bağlamak derdindedir. Nitekim amino asidi kendine bağlamasıyla birlikte taşımacılık gibi birçok işlemler gerçekleşmiş olur. Aslında bu bir anlamda dört uçlu tRNA‘nın iki kutbundan biri rRNA ile irtibata geçmesi demek olup diğer uçlardan bir kısmının da başka bir enzimle iletişim kurması anlamında bir taşımacılık sistemi demektir. Şöyle ki; ucu açık duran kodon ribozom içinde bir yere tutunur tutunmaz, buradan geçmesini beklediği mRNA üzerinde kendi kodonunun komplamenteri (eşi) ile bağlantı kurmak üzere beklemeye koyulur. Derken beklenen kodon gelince barkot okuyucusundan geçercesine sıraya dizilip, diğer ucundaki amino asidi daha önceden sıraya girmiş olan öndeki tRNA’nın amino asidi ile buluşturur. Böylece mRNA kodonu adeta askeri manga sırasına göre dizilmiş haliyle amino asit arasında peptit bağı oluşup tRNA vazifesini yerine getirmekle ilerisinde tekrar görev yapacak şekilde serbest konuma geçer. Her neyse, Ribozomal RNA (rRNA) ise malum hücre içi ribozomları canlandırmak veya çoğaltmak için gereklidir. Dahası ribozomlar hücre içerisinde kusursuz bir molekülü yıkıcı bir enzime havale edip, akabinde protein molekülü imal etmek için vardır.
Hücre bölünmesinin dışında, DNA molekülünü oluşturan kromatin iplikleri de çekirdek içinde konumlanmış durumdadırlar. Genellikle insan hücresinde bir çekirdek olup, çekirdeğin içinde ise çekirdekçik (nükleolus) vardır. Nükleolus’un en temel özelliği RNA ve buna bağlı proteinler bakımdan oldukça zengin olmasıdır. Bu zengin maddeler kromozomlarda sentezlenip, nükleolusta toplanırlar. Ayrıca nükleolusta ki RNA, rRNA karakterinde olup, proteinlere ve özellikle histonlara bağlandıktan sonra sitoplâzmaya geçmektedir. Buna mecbur da. Çünkü emir yüksek yerden gelmekte. Hem kaldı ki ribozomların yapısında % 50 oranında polipeptit ve çekirdekçik tarafından üretilen özel nükleik asit konumunda rRNA’nın varlığı zaten bu yönde düşünülmesi gereken bir husustur. Nitekim bunların birçoğu mRNA (messenger RNA) ve magnezyum iyonlarının katalizörlüğünde birleşerek poliribozomları (polizomları) oluşumunu gerçekleştirmek için vardır. Böylece ribozomların aminoasitlerle birlikte protein sentezi nasıl gerçekleştirdiğini bu söz konusu oluşumlar eşliğinde protein sentezi işlemlerinden maksat hâsıl olduğu gibi bu arada başlangıçta DNA tarafından kopya edilen komplamenter bir genden dakikada bir adet mRNA basımı da imal edilmiş olur. Bu durum tıpkı matbaada tek bir kitap formatından istenilen sayıda kitap basımı işleminin gerçekleşmesinin aynısı bir durumdur. Düşünsenize toplu iğnenin ucundan küçük diyebileceğimiz bir hücre yapısı içerisinde imal edilmiş bir adet mRNA’dan 240 adet mRNA basımı gerçekleşebiliyor. Tabii tüm bu işlemler ribozomdan 240 dakikalık bir süreçte geçmek suretiyle gerçekleşmekte. Öyle ki ribozomdan geçildikten sonrada bir bakıyorsun başlangıçta ilk imal edilen mRNA hayata veda edip yerine yenisi eklenmek suretiyle 240 adetten ne bir eksik ne de bir fazla artış kaydetmeksizin mRNA basımı 240 sayıda sabit tutulabiliyor. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, gözü kulağı olmayan RNA elçisinin tüm matematik profesörlerini hayrette bırakacak bir şekilde kendisine başkanlık eden DNA molekülü hangi sayıda imal etmeyi emretmişse, o şekilde ribozomdan geçerek ürün çıktısını sabit tutup böylece imal işlemlerini tamamlamış olur. Hatta ortada öyle maksimum veya minimum ürün girdi ve çıktısını denkleştiren bir muhasebecilik donanımı da söz konusudur ki, oldu ya genetik kartlardan biri eksik çıktı, bu durumda “aman boş ver, bu kadar muhasip hatadan da bir şey olmaz” babından işi savuşturmaya asla izin verilmez. Bilakis yanlış hesap Bağdat’tan döner misali gerektiğinde tüm protein sentezine yönelik üretim faaliyetler durdurulup sil baştan mRNA ayrıştırılaraktan protein yapımına start verilmiş olur. Anlaşılan o ki, canlının en küçük temel birimi hücre yapılarında bile popülist uygulamalara geçit yoktur. Bilakis hücre hiyerarşisi muhasebeci hesaplamaların çok üstünde mikro ve makro dengeler üzerine oturtulmuş bir yapı söz konusudur. Zaten hücre içi mikro ve makro organellerin varlık nedeni azami derede hücrenin genetik kodlarına uygun bir şekilde görev ifa etmektir. Derken bu amaç doğrultusunda hücre bölünmesi esnasında DNA başkanlığında genetik bilginin aktarılmasını sağlayacak tüm yürütülen tüm hücre içi faaliyetler RNA elçiliği eşliğinde hiyerarşik bir düzen içerisinde organize edilerekten protein sentezi vuku bulmuş olur. Kelimenin tam anlamıyla protein sentezinin ilk aşaması DNA üzerinden RNA üzerine kopyalanması, ikinci aşamasında RNA barkodu üzerinde genetik bilginin okunma işlemini gerçekleşmesi ve son aşamasında ise barkod okuyucusundan geçen genetik bilgiye uygun aminoasitlerdin birbirine zincirlememe eklenmesiyle nihayet bulur.
İşte protein sentezine yönelik DNA başkanlığında yürütülen dönüşüm kopyalanma ve çoğalma işlemleri gibi tüm bu yürütülen faaliyetlerin dilinden anlaşılan o ki hücre içi iletişim ağı görünür âlemden daha hassas bir şekilde gerçekleşmekte. Zira insanlarda konuşma neyse hücre içi iletişimi de bir tür konuşma aracı demektir. Aynen hücrelerde kendi hal lisanlarıyla bir şekilde meramlarını dile getirebiliyor. Kim bilir belki de kendi aralarında iletişim hallerine göre ikili ilişkileri düzenleyen bir takım protokol düzenlemeleri de vardır dersek pekte abartmış sayılmayız.
Velhâsıl-ı kelam; hücrelerin kendi bünyesi içerisinde geçirmiş oldukları değişim dönüşüm kopyalanma ve çoğalma işlemleri birbirinden kopuk oluşumlar olmayıp bilakis sonsuz ilim ve kudret tecellilerin bir tezahürü olarak canlı oluşumların arka planında işleyen gizli elin şahitlerini ortaya koyan bütünleşmelerdir.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön