eLek.: tahta ya da metal bir kasnak ve bu kasnağın tek tarafına gerilmiş gözenekli tel, bez vb.den oluşan, taneli ya da un gibi toz durumunda olan şeyleri yabancı maddelerden ayıklamak ya da incesini irisinden, kabasından ayırmak için kullanıl an araç.. feLek.: Tâlih, baht.. şeLek.: Sırtta taşınan yük.. İnsanın doğuştan kamburu.. keLek.: olgunlaşmamış kavun..
HÂLiM CÂNım=>NEdir ki BUu, AŞKk ATEŞin=>KÜLü DUYGUu,
=>DUMANı=>YAZAR GÖKLERe,
BU da GEÇeR=>GEÇeR Yâ HUu!.
ZEVK 10.410
GEÇmiş<=>GELecek=>Şu ÂN’da=->İĞNE UCU’nda=>ŞEHÂDEt, HAKk ÂŞIKk GÖZ YAŞı=>ÂB-DESt==->USTURA AĞZI’nda ELBEt, NÂR’dan=>NÛRumuzHÂLiM CÂN,
=>TÛR’da=>SÛRumuzHÂLiM CÂN,
HeR YeR HeR ÂN HeR HÂLde BİZ=>HeR NEFEs YAŞArız CeNNEt!.
Hocamın bahsettiği “MuhaMMed (SAV)'in Hür Askeri” gibi hissediyorum kendimi çoğu zaman.
Gerçi o kimseyi görmüş, tanımış değilim ama görmeye de gerek yok sanırım. Zirâ takılan isminden belli nasıl biri olduğu…
Niye bunu deme gereği duydum sözün başında;
Çünkü söze başladığım şu anda neler diyeceğimi/yazacağımı inanın ki hiç bilmiyorum.
Sâdece şunu biliyorum ki.: “MuhaMMed (SAV)'in Hasbi Hizmetçisi/Kıtmiri” =>“Âşık insan içinde olanı yazmazsa, söylemezse, çatlar-ölür” diyor… Ben da hakikaten bu kanaatteyim.
Lâkin insan yazmaya karar vermekle yazamıyor ki…
Saatlerce iki kelimeyi bir araya getirememişimdir ne yazayım diye düşünürken.
Ne yazacağını düşünmeden yazan kimse.: "yazılana kim ne der?" diye düşünür mü?
Düşünmez elbette..
Ne düşünür?
"Allah ve Resûlü (SAV) ne der?" Düşünür. Öyle düşünmezse MuhaMMed (SAV)'in askeri olamaz zirâ.
O’nu gözeten insan da;
Allah ve Resûlünü samimîyetle gözeten insanların da ne diyeceğini ne düşüneceğini bilir o vakit.
Onlar da HâLimce’dir ZâT-en…
Gönül isterdi ki tüm toplum "MuhaMMed (SAV) 'in Ordusu" olsun…
Ama ortalık “KOMUTAN” dan geçilmiyor ki…
"MuhaMMed (SAV) öldü!. Ben de O’nun vârisiyim!." edâsıyla/iddiâsıyla ortalıkta cirit atanların etrafında toplanıyor insanlar… Sonra da.: "Kandırıldım, aldatıldım!. vb." yakınmalardan geçilmiyor…
At izi it izine karışmış…
Başka bir konuda olsa hâdi bir dereceye kadar neyse… Ama Ebedî Âlem söz konusu olan…
Samîmi Müslüman Allah’a tevekkül ederek vicdânıyla hükmederek yolunu bulur elbette.
Ama ayağı kayacak olanlara nisbetle oldukça azdır bu sayı.
Tutunacak bir dal arayıp ta bulamayan niceleri var… Özellikle yeni nesil savruluyor rüzgarda…
Onlara önderlik edecek olanlardan doğru olanlar bir kenara çekilmiş.
Çekilmeyip te bir şeyler söylemeye çalışanları da alaşağı ediyor piyasa simsarları…
Herkes benim gibi namsız nişânsız değil ki… Herkes MuhaMMed (SAV) 'in hür askeri değil ki…
Biri çıkıyor "Emevilerin zulmünden, bu dine yaptıkları kötülüklerden" bahsediyor,
Bir diğeri ise.: “Hazreti Muavîye… Hazreti Yezîd…” diye söze başlıyor
Millet te bakıp bakıp hangisi doğru hangisi yanlış diye kalakalıyor.
Dinden, kitaptan soğuyan, uzaklaşan… Deizme kayan… vb. de savruluyor işte rüzgardaki yaprak misali…
"Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş" diye bir söz var ya;
Bırakın yoğurdu her türlü süt ürününden uzak duruyor bu kimseler.
Ama ilkokuldan beri biliyoruz ki;
ET-SÜT-YUMURTA..
Temel gıda ürünleridir.
Sağlıklı bir büyüme için olmazsa olmazdırlar…
Sütten ağzın yandı diye içme…
Hayvansever (İnsansevmez) lerden dolayı kurban kesme…
Yumurtayı da gezen tavuktu gezmeyen tavuktu diyerek sorgula… Eeee?
Süt; İlim gibidir…
Et; Amel..
Yumurta ise Kemâlât gibidir… İçten kırılmalı, Dıştan değil…
Ama insanlar hep dıştan kırılıyor, içten değil…
Geçenlerde evimizde kalabalık bir misâfir topluluğu vardı…
Sözün ilerlediği saatlerde genç kızlardan biri ağlayarak çıktı diğer kadınların yanından…
Hanıma sordum.: "Pınar neden ağlıyor?" diye…
"Teyzesi paylamış; Sen nasıl olur da İnstegram’ da beni, teyzeni engellersin diye…
Onun da gücüne gitmiş, balkonda hıçkıra hıçkıra ağlıyor…"
İnanın şaşıyorum insanlara… Üzülüyorum daha doğrusu…
Neleri bırakmışlar, nelerle uğraşıyorlar…
Nasıl bu hâle geldik biz…
Eskiden bakışım çok farklıydı…
Saçı sakalı ağarmış insanlar mübârek kimselerdi bizim için. Ninelerimiz de öyleydi…
Hüküm-Hikmet Sâhibi elleri öpülesi insanlardı… Ya da biz câhildik te ondan mı öyle zannediyorduk bilmiyorum ki…
Ama yine öyle görmek istiyor gönül.
Lâkin biraz yaklaşınca yanına o halin zerresini dahi göremiyorsun ne yazık ki…
Ben.: "Herkes öyle!." demiyorum, diyemem de zâten…
Muhakkak vardır ve asla eksik olmaz o türlü mübârek kimseler ama benim nasibsizliğimdendir göremeyişim.
Hem sonra insan öğreniyor ki eskiler/eski zamanlarda da benzer hayal kırıklıkları varmış insanlarda.
Masal tadında yaşanmış değilmiş geçmiş asırlar… Birâz okuyunca, araştırınca görüyor insan.
Bu okuma/araştırmalarım esnâsında İmam-ı Azam’la kesişti yolum kendimden utanarak.
Doğru dürüst hiç bakmamışım kim bu İmam-ı Azam diye!
Ne bedeller ödemiş inandığı doğrular uğruna… Allah'ın Dini İslam uğruna…
Onca baskı altında tam bir HÜR ASKERİ imiş MuHaMMeD (SAV)’ in…
Hangi mezhebdensin? diye… "Hanefi Mezhebindeniz!" diyoruz.
Gerçi ben Mezheblere karşı oluşum nedeniyle de biraz uzak durdum mezheblerin kurucusu sayılan imamlara lâkin; Bu bir mâzeret olamaz. Ne Hanefi Mezhebini doğru dürüst biliyorum ne de kurucusu kabul ettiğimiz Ebu Hanife/İmam-ı Azam’ı doğru dürüst tanıyorum. Şimdi ilk iş olarak O’nunla ilgili ayıbımı örtmek için büyük bir gayretin içine girdim. İşte o sırada gördüm ki bizim bugün yakınmaya hiç hakkımız yok.
Bir elimiz yağda bir elimiz balda İslam’ı yaşıyoruz yaşayabiliyoruz çok şükür.
Çok şükür diyorum ama bu madalyonun bir yüzü… Diğer yüzünde bu rahatlığın sebebine bakınca şükretmek yerine kahroluyor insan. Çünkü İslâm adına kimse bedel ödemeyi göze alamıyor demek ki günümüzde…
İmam-ı Azam bu gerçekleri haykırmak uğruna canını fedâ eden bir insan.
O'nun hakkında birkaç kitap okumadan ve iyice anlamadan hakkında söz etmem doğru olmaz.
Fakat bu vesileyle başka bir hususa takıldım.
Hristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki temel çatışma konularından biri olan;
- Kur'ÂN Mahluk mudur (Sonradan mı yaratılmıştır) yoksa değil midir!
- Diğer yönüyle Hz. İsâ bizim inandığımız şekilde Peygamber midir yoksa Hristiyanların inandığı şekilde "Allah’ın oğlu (Ruhul Kudüs)" mudur?
Biz Hz.İsa’nın Peygamberliğini kabul etmekle Kur'ÂN’ın Hükmüne uyuyoruz lâkin bu yetmiyor Hristiyanlara…
Şöyle ki;
Hristiyanlar Hz. İsâ’yı diğer peygamberler gibi görmüyor. Onlar yaratılmış insanlar oysa ki Hz. İsa Allah’ın Kelâmı diyorlar…
Kur'ÂN'da üç yerde Hz. İsâ'nın "Allah'tan bir kelime" olduğu ifâde edilmiştir. (Âl-i İmrân 3/39,45; Nisâ4/171)
Bu âyetleri de delil olarak sunuyorlar bize karşı.
Çok enteresan!
Bu işin içinden çıkılamamış bu güne kadar.
Bu nedenle de zorla fetvâlar verdirilmek istenmiş "Kur'ÂN mahluktur" diye…
Kur'ÂNı (Allah’ın Kelâmı’nı) mahluk/yaratılmış olarak görüyor isek o vakit Hz. İsâ’yı da diğer peygamberler gibi kabul etme hakkımız olacak Hristiyanların bizi çekmek istediği noktada.
Allah’ın Kelâmını yaratık olmaktan tenzih edersek o vakit Hz. İsâ’nın diğer peygamberlerden ayrıcalığı ve üstünlüğünü kabul ediyor olmamız gerekecek.
Oysa denebilirdi ki;
Hz. İsâ’nın Elimizde tuttuğumuz şu MUSHAF’tan farkı yoktur. Mushaf elde/matbada yazılan bir kitaptır. Ama içindeki Kelimetullah olabilir. Bu nedenle de Hz. İsâ’nın Ruhu Allah’ın Kelâmıdır dışı mahluktur.
Âlemin en akıllısı ben olduğum için hemen çözüverdim asırlardır çözülemeyen bu problemi…
İşte MuhaMMed’in (SAV) HüR ASKeRi olmak böyle bir rahatlık…