SEVDÂ.:f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. Gam. Keder, Sıkıntı.. BELEmek.: Bebek-Çocuğu beleğe sarmak, kundaklamak ya da beşiğe yatırıp bağlamak. Bulamak.. İKSiR.: Kıymetsiz madenleri ve sâir şeyleri altuna tebdile ve bütün hastalıkları gidermeye vesile olan ve öyle te'sirli farzedilen ilâç. Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.. MUAMMa.: (amâ’dan/körlükten) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.. KİRMEN.: Yün, keten, kenevir, pamuk gibi lifli hammaddeleri büküp ip yapmaya (eğirmeye) yarayan bir ucu çengelli tahta araçlara verilen ad. Bir çubuk ve çengelden oluşan kirmene=> iğ denir.. Oldukça ilkel bir araç olan iğ üzerine daha sonraki dönemlerde yuvarlak bir ağırlık (ağırşak) geçirilmiştir.. BEND.: Su Taşıyan ANA Arktan, Yan KOLLarın Su ALdığı AYRım NOKtası. Bağ. Boğum. Mafsal. Su bendi. Baraj.. BEND OLmak.: Bağlanmak.. İNKÂR.:İsLâm DiNinde.. “LÂ İLÂHe..: Hiçbir İLÂH YOKtur!.” demek.. İsLâm DiNine GİRmemek.. Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. Yapmadım deme ve ayak direme. Reddetme.. İKRÂR.:İsLâm DiNinde.. “İLLÂ ALLAH.: ALLLAH’tan başka.” demek.. Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak.. TEVHiD.:İsLâm DiNinde.. “LÂ İLÂHe=>İLLÂ ALLAH.: ALLLAH’tan başka =>Hiçbir İLÂH YOKtur!.” DEmek.. DUYmak.. ve UYmak..
TOHUm Etti =->ELEStu=>BELÂ!m,
MAHŞER TARLAma>EKkti SEVDÂm!.:
İNSÂN’ın/AKLının/VicdÂNın TeMeLindeki =>TEVHiD..
“KUL”un->“ELESt”te > ÂHiDi.:
اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ ---"Ikra’bismi rabbikellezî halak (halaka).: Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!” (Alak 96/1)
وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ ---"Ve iz ehaze rabbüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin.: Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: BEN sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler.”(A’râf 7/172)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---"Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı BİZ yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)
Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler =>"kendi"nden Fen OLur =>RABBına Bek BULup =>ALLAHta fÂNi OLup kaybolur AKLen-nAKLen!.
HAYyÂL İdİ==>GELen<->GEÇen,
NAHNU’da==>GERÇEKti SEVDÂm!.:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ ---“Ve lekad halakne’l- İnsÂNe ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuhu, ve NAHNU AKREBu ileyhi min HABLi’l- VERÎDi.: Ve andolsun ki İnsÂNı =>BİZ yarattık. Ve nefsinin O’na/İnsÂNa ne vesveseler vereceğini =>BİZ BİLirİZ. Ve BİZ=>O’na/İnsÂNa Şahdamarı’ndan daha YAKINız.” (Kâf 50/16)
“habl”.. ip, “tebbet yeda” da bile var, habl’in ip olduğu.. Verid.. tek.. habli’l- verid.. “Tek İp” demektir.. Verid.. Vürüdât.. Yapan.. “Dâimiyetin RUBUBÎYyet ve RUSÛLÎYyet bakımından vüCÛDa geliş”i demektir.. vârid oluş.. vürud.. vârid denir.. vârid.. yetişen, gelen, akan, erişen, ulaşan..
BİZ İnsÂNLara/onlara Tek İp’in içindeki ceryÂN gibiyiz.. yâni böyle Akrabayız onlarla.. BİLELİKte “AKREB-AKRABA”yı açıklıyorum.. BİLELİKte =>RUBUBÎYyet ve RUSÛLÎYyet Kudretini En Aldığımız yerdir Akraba.. Meselâ bir kişinin ÖZ çocuğu, AKRABAsıdır ama =>Evlâdlık alsa AKRABAsı değildir.. Çünkü onunla BİLELİK BAĞI/Göbek Bağı yoktur.. kendisi söylüyordur “AKRABAyız” diye ama gerçek değildir, ÜVEYdir ve hakikatta AKRABA değildir.. Yâni o EVLÂDlıktır.. Bu bizim biliyorsunuz çok kullandığımız sözdür..
---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bilerek babasından başkasına NeSeB olarak bağlanmaya çalışan kimseye cennet haramdır.” buyurmuştur. (Buhârî, Menâkıb, 5, Ferâiz, 29; Müslîm, İmân, I 12,114, 115, Itk, 21; Tirmizî, Vesâyâ, 5, Velâ', 3: Dârimî, Siyer, 82, Ferâiz, 2; Ahmed b. Hanbel, II,118, V, 38, 46).
NeSeB.:Sülâle, hısımlık, KARABet, soy. Baba soyu, atalar zinciri..
مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ ---“Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih (cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vALLÂHu yekûlu’l- hakka ve huve yehdî’s* sebîl (sebîle).: ALLAH bir adama göğsünde iki kalb kılmadı (yaratmadı). Zihar yaptığınız (sen bana benim annemin sırtı gibisin diyerek boşamak istediğiniz) zevcelerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Ve evlâdlıklarınızı, sizin oğullarınız kılmadı. İşte bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerdir. Ve ALLAH hakkı söyler. Ve O, (Kendine ulaştıran) yola hidâyet eder.”(Ahzâb 33/4)
ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا ---“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indALLÂH (indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fî’d- dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânALLÂHu GAFÛRen RAHÎMâ (rahîmen).: Onları (evlâdlıklarınızı) BABALARININ NAMI ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat kalblerinizin taammüden (kasden) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH GAFÛR'dur (günahları sevaba çeviren), RAHÎM'dir (RAHÎM Esmâsıyla tecellî edendir).”(Ahzâb 33/5)
HeR DOĞANLa ==>DOĞdu AMMa,
=>HeR ÖLENLe->ÇIKktı SEVDÂm!.:
---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.:“Mutü kable en temutü.:ÖLmeden ÖNce ÖLünüz!.”buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)
=->BiR DAMLa SU Etti===>İÇti.:
BiR DAMLa SU=>NUTfe=>SPERm..
NUTfe.: SU İLe-BİLe azarazar sızmak, akmak.. Duru ve Sâfi su. Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. TaŞmış, DöKüLmüş SU..
Bir NUTFEden, DOĞan BEBeğin Temelde Yaratılış ASLı da, BEŞiği de, Bir DAMLa SUdur.. NUTfe, Kur'ÂN-ı Kerîm'de 12 âyette geçer..: Nahl 16/4; Kehf 18/37; Hac 22/5; Mü'minûn 23/12,13,14; Fatır 35/11; Yâsîn 36/77; Mü'min 40/67; Necm 53/45,46; Kıyâmet 75/36,37; İnsân 76/2; Abese 80/17,18,19..
خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ---"Halaka’l- insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin (mubînun).: İnsanı nutfeden (bir damla sudan) yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, RABBine açık bir hasım kesilmiştir.” (Nahl 16/4)
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا ---"Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ (raculen).: Onunla konuşan (sohbet eden) arkadaşı, ona dedi ki: “Seni, (önce) topraktan, sonra bir nutfeden (bir damla sudan) yaratan sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni (ALLAH’ı), sen inkâr mı ediyorsun?” (Kehf 18/37)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ ---"Yâ eyyuhân nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fî’l- erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â (şey’an), ve terâ’l- arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc (behîcin).: Ey insanlar! Eğer beas edilmekten (tekrar diriltilmekten) şüphe içinde iseniz... Oysa muhakkak ki Biz sizi, size beyân edelim (açıklayalım) diye (önce) topraktan (inorganik ve organik maddelerden), sonra bir nutfeden (bir damladan), sonra bir alakadan (rahim duvarına bir noktadan bağlı duran embriyodan), sonra şekillendirilmiş ve şekillendirilmemiş (bir çiğnemlik et görünümünde) mudgadan yarattık. Ve (sizi), dilediğimiz süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi, ergenlik çağına ulaşmak üzere bebek olarak çıkarırız. Ve sizden bir kısmınız vefat ettirilir. Ve sizden bir kısmınız, sonradan ilimden bir şey bilemez hale gelsin diye ömrünün ihtiyarlık çağına döndürülür. Ve arzı (yeryüzünü) kurumuş görürsün. Fakat ona su indirdiğimiz zaman hareketlenir ve kabarır ve bütün güzel çiftlerden bitkiler yetiştirir.” (Hac 22/5)
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ ---"Ve lekad halaknâ’l- insâne min sulâletin min tîn (tînin).: Ve andolsun ki Biz, insanı balçığın (nemli organik ve inorganik toprağın) özünden yarattık.” (Mü'minûn 23/12)
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ ---"Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn (mekînin).: Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.” (Mü'minûn 23/13)
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ ---"Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâ’l- alakate mudgaten fe halaknâl mudgate ızâmen fe kesevnâ’l- izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle ALLAH, Mübârek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü'minûn 23/14)
وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَمَا يُعَمَّرُ مِن مُّعَمَّرٍ وَلَا يُنقَصُ مِنْ عُمُرِهِ إِلَّا فِي كِتَابٍ إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ ---"Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ (ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâbin, inne zâlike alâllâhi yesîr (yesîrun).: Ve ALLAH sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden. Sonra (da) sizi çiftler kıldı. O’nun ilmi olmaksızın bir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü kitapta olanın dışında uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki bu, ALLAH için çok kolaydır.” (Fatır 35/11)
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ ---"E ve lem yeral insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubîn (mubînun).: İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (nutfeden-meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.” (Yâsîn 36/77)
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًا وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى مِن قَبْلُ وَلِتَبْلُغُوا أَجَلًا مُّسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ---“Huvellezî halakakum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe yuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum summe li tekûnû şuyûhâ (şuyûhan), ve minkum men yuteveffâ min kablu ve li teblugû ecelen musemmen ve leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan (rahim duvarına asılı bir damladan). Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir (öldürülür). Ve (bir kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz.” (Mü'min 40/67)
وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى
مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى ---"Ve ennehu halaka’z- zevceyniz zekere ve’l- unsâ. Min nutfetin izâ tumnâ.: Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.” (Necm 53/45-46)
أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى ---"E yahsebu’l- insânu en yutrake sudâ (sudân). E lem yeku nutfeten min menîyin yumnâ.: İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?. O (döl yatağında) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?” (Kıyâmet 75/36-37)
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا ---"İnnâ halaknâ’l- insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ (basîran).: Muhakkak Biz, insanı (iki hücrenin) birleşimi olan bir nutfeden/karışım hâlindeki az bir sudan-meniden yarattık. Onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işiten, gören (bir varlık) kıldık.” (İnsân 76/2)
قُتِلَ الْإِنسَانُ مَا أَكْفَرَهُ
مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُ
مِن نُّطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُ ---"Kutile’l- insânu mâ ekferahu. Min eyyi şey’in halakahu. Min nutfetin, halakahu fe kadderahu.: Kahrolası insan, ne kadar nankördür.. (ALLAH) onu hangi şeyden yarattı?. Nutfeden (bir damladan onu yarattı), sonra da ona kader tayin etti (bir ölçüyle biçime soktu. Gelişimini (DNA’larını) programladı ve ömür tayin etti).” (Abese 80/17-19)
GURBEt.: Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el.. KURBEt.: Yakınlık. Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih. KURBîYyet.: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak..
İLLİYyîNden=>ESFELîNe.:
Azîz CÂNLarımız;
İçinde yaşamakta olduğumuz şu yeniden meydana gelme ve yaratıllma Âlemi/Kâinât Mümkinâtı’nın mâyası, her şey için EsmâuLLAH Hikmet TeceLLîsidir..
En Yüce/a'lâ Olan “İlliyyîn” ile en alt-dibi olan “Esfelîn” dahi bil ki ZÂTuLLAH NÛRu’nun gölgesidir..
ZÂTuLLAH==>SIFATuLLAH==>ESMÂuLLAH==>EŞYÂuLLAH..
Neticede MuhaMMedî HAKk ÂŞIK; İlliyyînden, KULLuk İmtihÂNıEsfelîne indirilince, en son nefeste en sonUÇta KULluk Devresini TEVHiduLLAH/ŞehâdetuLLAH ile TAMM edip Tamamlayıp tekrar İlk BAŞa, ÂHirini AYNı NOKTada Birleştirince, HAKk KÜResi/ÇiLe Çemberi Muhitte Teşekkületti ve her ZeRREsi, KIBLesi Merkezde Yaratını RABBısı TeÂLÂ’ya DÖNdü.. Efrâdına câmi, agyârına mâni'dir.. ve's-selâm..
EL HAKk TeÂLÂ’nın HaLka; Merhamete ve Muhabbete =>Muhtaç =>Mecbur =>Me’mur ve =>MahkumOLUŞun MuhaMMedî MENŞE’ine/Esasına, Köküne ULAŞan MuhaMMedî ÂŞIK; İLMuLLAH’ın İkrâmı ve İhsÂNı olan Kerem Deryâsı Kur’ÂN-ı KERÎM’in Mârifet Mâverası/aynanın ardındaki sırr’ın arkası-na DALıp ÇIKınca =>Haşyet, Hayret ve Dehşet İÇinde SUdan ÇIKmış Balığa DÖNüYOR!.
Ve AHMAKLara Ayak UYDURamayınca da =>ÇiLLe ÇÖLÜ Çarşısında TEKe TEKte TEK BAŞına YAPAYALnız YAŞıYOR!.
İnsÂN=>Beden, Nefs, KaLb Ve Ruhuyla =>İlâhî Bilgi Kemâlâtı, Adl, İhsân ve Sılasıyla YÜKSELeBİLeceği en Üstte İLLİYİN iLe,
İnsÂN=>BENLikçi Bilgisizlik CehâLeti, Fuhş, Münker Ve AzgınLığıyla İNdiği en ALttaki ESFELİN arasındaki;
İnsÂN=>MURADediLen ve EMRediLen YERİni ARIYOR bu ÂLEMde..
Hayvânî Şehveti =>Fûhşa,
Nefsanî Şehveti =>kibr, Hırs Ve Gazabıyla Münkere ve,
Şeytânî Vehmi/kuruntusu, Bâgiliğe/Egoizme Azgınlığa ÇAĞIRırken =>Rahmânî, Melekî ve İhsÂNî AKLı;
Esâsen AdL-ü-İhsÂNa, Sıla ve Dâru’s-SeLâma ÇAĞIRıYOR..
MuhaMMedî TasaVVuftaDÜŞÜNce DURULuğu =>CeNNet iken, MuhaMMedî TasavvuftaDÜŞÜNce DURGUNLuğu =>CeheNNeMdir..
Onun için insÂNoğlu Düşünce Durumuna göre;
ya =>“ESFELîN” buyurulan Şeytândan da aşağı DEREKE/Aşağı Mertebeye DÜŞer,
veya =>“İLLÎYyîn”buyurulan Melekten de üstün DERECE/Yukarı Mertebeye YÜKSELir..
DÜŞÜNcesi DuRu insÂN =>İLETken ve ÜRETken, DÜŞÜNcesi BULaNık insÂN =>YALITkan ve KISIRdır..
Şimdi bir daha Kur’ÂNî gözle görelim ve düşünelim; Zât ve Zarf ile İlliyyîn ve Esfelîni.. Unutmamalıyız ki fikreden insÂN aklı da, tıpkı hücrelerimizdeki kirlenen kanın, nefes nefes Zâhiren aldığımız oksijenle temizlenmesi gibi; Bâtinen alacağımız İlâhî, Kur’ÂNî ve MuhaMMedî İlm-ü-Edeb Neş’esiyle temizlenir..
Karmaşık ve zor gibi gözüken bu imtihânın kazanılmasının tek ve şartsız şartı ise KULun/KİŞİnin zâten MuhaMMedî OLduğu Şuûruna ULAŞması, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i DUYması ve UYmasıdır.
KuL=>“RAHMetenLi’L- ÂLEMîN” olan AKDES NOKTASI’na ulaşınca RABBu’L- ÂLEMîN’i DUYar ve DİNLEr ki.:
Biliyorsunuz ki RûH =>EMR ÂLeMindendir. EMR ÂLeMi ise =>EMR’in Sâhibi ALLAHu TeÂLÂ’ya aittir..
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ ---“Summe redednâhu esfele sâfilîn (sâfilîne).: Sonra onu, Esfeli safilîne (en sefîl hale, aşağıların aşağısına, nefsinin karanlıklarına) iade ettik (çevirdik, indirdik).” (Tîn 95/5)
Neresi Esfele Sâfilin? İşte burası, bu Dünyâ..
İnsÂN nefsine fıtraten /yaratılış itibariyle yüklenen hevâ ve hevesine uyma ve aşırı isteklerinde/şehvetllerinde sürüklenebilme zayıflığı ki imtihânımızın Püf Noktası..
كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ ---“Kellâ inne kitâbe’l- ebrâri lefî illiyyîn (illiyyîne).: Hayır, muhakkak ki ebrâr olanların (ALLAH'a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette olanların, iyilerin) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyîn'dedir (zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader hücrelerindedir).”(Mutffifin 83/18)
وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ ---“Ve mâ edrâke mâ ılliyyûn (ılliyyûne).: Ve İLLİYYîN'in ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Mutffifin 83/19)
كِتَابٌ مَّرْقُومٌ ---“Kitâbun merkum (merkûmun).: (O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir).”(Mutffifin 83/20)
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً ---“Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fî’l- berri ve’l- bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ (tafdîlen).: Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.”(İsrâ 17/70)
İşte böylesine açıkça bildirilen iki UÇ ve sonUÇ arasında KULLuk/ibâdet imtihânımızı olurken Tek ve Eşsiz Rehberimiz Rehber-i Mutlak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i =>DUYup =>UYmayanlar Allâme-i Cihân olsalar dahi =>Dini, Dünyâsı ve Âhireti hüsranda ve =>CÂNı CeheNNeMdedir ve OLacaktır..
Çünkü, çocuk bile bilir ki ekin eken, ekin biçer; diken eken, diken biçer.. Ne çâre ki insÂNın alıştığı ve alıştırıldığı şeyleri soyunup MuhaMMedî Âşıklık Şerefli Şifâsını GİYinmesi; ALLAHu TeÂLÂ’dan Hidâyet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Şefâat, EHL-i BEYt aleyhumusselâm'dan Hikmet, Hak Dostlarından Himmet ve, Kişinin bizzât kendisinden de Hakk’a İnanıp, Hayrı İşlemekte Tercih ve İrade-yi Cüzz’iyye Gayreti göstermesine bağlıdır.. ALLAHu zü’L-CELÂL bizlere de nâsib ve kısmet eylesin! ÂMiN yâ MUÎN celle celâlihu!.
Anka Kardeşimiz ellerine emeğine sağlık, CandostumKuL İhvÂNimi anlatan çok güzel videolar yapıyosun.
Hizmetin ve Paylaşımın için ALLAH celle celâlihu razı olsun.
Ve devamını Yüce RahmÂN'ım nâsib etsin İnsâeALLAH!.
Seher YeLi Eser Gibi,
Her GönüLde BuLur SeVgi.. AnLatıLmaz da YAŞAnır, KuL İhvÂNiEfsÂNesi..
RasûLuLLah Sahrası'nda,
Adım Adım "İZ"in Sürür.. HAKk ÂşıkLar KervÂNı'nda, OLurBuLurYaşarYürür..
TEKe TEk Teras TEKkesi'nde, BİZ BİR-İZ BiLeLiğiyLe, GüvercinLerin DiLinde, DOStumuzsun KuL İhvÂNi..
YoLundan ŞaŞanı Çağırır=>HAKk’a
DeR ki =>Huzur RasuLuLLah'da,
=>ELLer =>ELe =>EL =>ALLAH'a, KervÂNda BİR-İZKuL İhvÂNimmm..
AnLatıLmaz YAŞAnır, KuL İhvÂNiEfsÂNesi....
celle celâlihu.. sallallahu aleyhi vesellem..
06aralık2020 Saaat23:23.. pazar akşamı.. SoLingen/Almanya..
DİVÂNE.: f. Deli. Aklı başında olmayan.. PERVÂNE.: Geceleri ateş ışığının etrafında dönen ve OD'a dalan küçük kelebek.. MESTÂNE.: Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır sûrette. EFSÂNE.: YAŞAmayanın ANLAyamacağı AŞKk OYUNu.. Bî-GÂNE.: Kayıtsız. Alâkasız..
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً ---“Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden). Va’dallâhi hakkâ (hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ (kîlen).: Ve onlar ki, iman edib, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) sâlih amel işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. ALLAH'ın vaadi haktır (gerçektir). Ve ALLAH'tan daha doğru sözlü kim vardır?.” (Nisâ 4/122)
KÜLLî ŞEYy==>ALLAHın=->NÛRu,
=>ŞEHÂDEt==>RESÛL==->ŞÛURu,
=>SÖZüm==>EHL-i BEYt SÜRÛRu, KUL İHVÂNİ’m===>SİHRimiz YOk!.
celle celâlihu..
aleyhumusselâm..
Meneviç/meneviş.: bir yüzeyde renk dalgalanması biçiminde görülen parlaklık. SaHR.: Örtü, Örtmek.. SAHRa.: (c.: Sahârâ-Sahravât) Kır, ova, çöl. * Yazı… ZAHR.: Sırt, arka.. CEHR.: Görünmek, zâhir olmak. * Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.. NÛRBÂR.:NÛR saçan. NÛR yağdıran.. ZİNHÂR.: Sakın ola ki, kesinlikle, hiçbir zaman, asla.. ENHÂR.: Çay, nehir, ırmak. * Vüs'at, bolluk. Genişlik.. ZEHR.: (Zehir) f. Zehir, ağu, semm… ŞEHR.: Ay. 30 günlük zaman. * Bir şeyi izhar etmek. Teşhir etmek.. SEHRÂN.: Geceleri uyanık duran… CEHRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte HAKÎki VARLık TECELLî GÖRüntüsü.. FÂKRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte İZÂFi VARLık HAKÎki YOKLuk.. FÂHRÂNE.: Her Yer, Her ÂN, Her HâL, Her NEFESte EZEL-EBED HAKÎki VAR’ın NÛRu OLUŞ ÖVÜNcü.. SÜRÛR.: Sevinç. Neş'eli OLmak. ŞÛUR.: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. SİHR.: (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık. * Aldatmak. * Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. * Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey. * Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner..
=>BİZ ATAmayız===>YÂR ATaR,
YÂR’dEN AYRı==->CEHRimiz YOk!.:
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Fe lem taktulûhum ve lâkinnALLÂHe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnALLÂHe ramâ, ve li yubliye’l- mu’minîne minhu belâen hasenâ (hasenen), innALLÂHe SEMÎun ALÎM (alîmun).:Onları siz öldürmediniz ama onları ALLAH öldürdü. Ve attığın zaman da sen atmadın ama ALLAH attı. Ve ALLAH, mü'minleri Kendisinden ahsen belâ ile imtihan eder. Muhakkak ki ALLAH, işitendir ve bilendir.”(Enfâl 8/17)
===->TECRî Min TAHtıhe’l-ENHÂR,
“bEN” DENiLeN==->NEHRimiz YOk!.:
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde RABBihim cennâtun TECRÎ MİN TAHTIHE’L- ENHÂRu hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minALLÂH (minallâhi), vALLÂHu BASÎRun bil ıbâd (ıbâdi).: De ki.: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâ sâhibi olanlar için, RABB'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve ALLAH'ın rızası vardır."ALLAH kullarını en iyi görendir.”(Âl-i İmrân 3/15)
قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeu’s- sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun TECRÎ MİN TAHTİHEL ENHÂRu hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden) radiyALLÂHu anhum ve radû anh (anhu) zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: ALLAHû TeALÂ şöyle buyurdu.: "Bugün sadıklara, sadâkatlarının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. ALLAH onlardan râzı olmuş, onlar da ALLAH'tan râzı olmuşlardır. İşte bu, “Fevz-ül Azîm” dir (en büyük fevzdir).”(Mâide 5/119) [b/]
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَآؤُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللّهُ الْمُتَّقِينَ “Cennâtu adnin yedhulûnehâ TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂRU lehum fîhâ mâ yeşâûn (yeşâûne), kezâlike yeczîllâhu’l- muttekîn (muttekîne).: Onlar (muttakîler), altından nehirler akan Adn CeNNetlerine girerler. Orada, onların diledikleri herşey vardır. İşte ALLAH, (ahsen olan) muttakîleri (bihakkın takvânın sâhiblerini) böyle mükâfatlandırır.” (Nahl 16/31)
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ “İnnALLÂHe yudhılullezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti cennâtin TECRÎ MİN TAHTİHEL ENHÂR (enhâru), vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ve’n- nâru mesven lehum.: Muhakkak ki ALLAH, imân edenleri ve sâlih amel (nefs tezkiye edici ameller) yapanları, altından nehirler akan cennetlere koyar. Ve onlar ki kâfirlerdir, (dünyada) metâ’lanırlar (faydalanırlar) ve hayvanların yediği gibi yerler. Ve ateş, onların mekânıdır.” (MuhaMMed 47/12)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ “İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti lehum cennâtun TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂR(enhâru), zâlike’l- fevzu’l- kebîr (kebîru).: Muhakkak ki imân edenler ve amilü’s- sâlihat (nefsi tezkiye edici amel) yapanlar, onlar için altından nehirler akan cennetler vardır ve işte bu büyük fevzdir (kurtuluş ve şerefli bir ikramdır).”(Bürûc 85/11)
جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ “Cezâuhum inde RABBihim cennâtu adnin TECRÎ MİN TAHTİHE’L- ENHÂRu hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), radıyALLÂHu anhum ve radû anh (anhu), zâlike li men haşiye RABBeh (rabbehu).: RABB'leri Katı'nda onların mükâfatı, altlarından nehirler akan Adn CeNNetleridir, orada ebedîyyen kalacak olanlardır. ALLAH onlardan razı ve onlar O'ndan (ALLAH'tan) razıdır. İşte bu, RABB’ine huşû’ duyan kimseler içindir.”(Beyyine 98/8)