MİNAREMİZ DNA

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

MİNAREMİZ DNA

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

MİNAREMİZ DNA
SELİM GÜRBÜZER

Hiç kuşkusuz canlı hücrelerin yapısında en dikkat çeken nükleotid birimlerden oluşmuş polimerler nükleik asitlerdir. Zaten önemine binaen bu söz konusu polimerleri ilk olarak XIX. yüzyılın sonunda İsveçli biyokimyacı Friedrich Musher tarafından irin ve sperma hücrelerinin çekirdeklerinde keşfedilmiş olup çekirdekte bulunmasına istinaden adına nükleik asit denmiştir. Ancak gelinen noktada nükleik asitlerin çekirdek dışında da varlıklarının tespit edilmesine rağmen isim değişikliğine gerek duyulmaksızın yine adına nükleik asit denmiştir. Tabii nükleik asit sadece isim olarak kalmayıp kendi içinde de iki kola ayrılıp deoksiribonükleik asit (DNA) ve ribonükleik asit (RNA) olarak tasnif edilip incelenmeye alınmıştır. Hele bilhassa bu tasnif sıralamasının başrollerinde oynayan bir aktörü vardır ki, o da malum hemen hemen tüm canlıların hücre yapısında bulunaraktan en temel hayati olayların işlevinde sorumlu başkan olarak sürekli adından söz ettirecek derecede meşhur DNA’dan başkası değildir elbet. Hem nasıl adından söz ettirmesin ki, bikere milyonlarca nükleotidin bir araya gelmesiyle oluşan minareyi andıran yapının yönetici konumunda başkanıdır o. Ve bu yapı aynı zamanda kromozomları hem oluşturan hem de belli bir tertip üzere dizayn edici özelliği ile de meşhur bir yapıdır. Ki, onun yöneticilik konumunda hemen her şeyi A’dan Z’ye dizayn ve inşa ediciliği DNA analiz çalışmalarıyla ispatlanmış durumdadır. Öyle ki iğneden ipliğe kadar hemen her hücre içi ve hücre dışı faaliyetler hiçbir şüpheye mahal bırakmaksızın çekirdek tahtında oturan DNA’nın talimatları ve direktifleri doğrultusunda harfi harfine yerine getirilip yürütülmektedir. Tabii tüm hücre faaliyetlerini yürütürken de büsbütün tek başına yürütür değildir, her daim emrine amade yardımcı elçileri de bu işin içinde vardır. Hani atalarımız elçiye zeval olmaz demişler ya, aynen öyle de adına tamamlayıcı denen komplemanter DNA’nın şablon konumunda olan mRNA elçisi bu noktada üst perdeden verilen direktifleri mesaj olarak sitoplâzmaya iletip tez elden protein sentezi için ne gerektiriyorsa o işlemler yerine getirilmiş olur da.
İşte görüyorsunuz insanoğlu hücreyi keşfetmekle kalmamış hücrenin derinliklerine de inip DNA ve RNA’yı da keşfetmiş. Ancak keşfetmekle her şey bitmiş sayılmaz, bu kez acaba keşfedilen nükleik asitler hayatımızı capcanlı tutan en temel dinamik unsurlar mıdır ya da öldükten sonra dirilmemize vesile olacak şifreler midir gibi soruları da insanoğlunun önünde durup epey zaman insan zihnini meşgul edecek gibide gözüküyor. Ne diyelim, insanlık önünde duran bu tip zihni kurcalayıcı sorularla meşgul ola dursun, şu bir gerçek inananlar açısından keşfedilen her bir olgu hiç kuşkusuz El-Hayy ismi şerifi ile müsemma Yüce Allah’ı hatırlatan işaret taşları ve hayat şuleleri vesileler olacaktır. Dikkat edin vesile dedik, çünkü vesile gaye değildir. Şayet vesileleri gayeleştirirsek Allah korusun bizimde putperestlerden hiçbir farkımız kalmaz. Yani konumuz gereği bu noktada önemli olan hücre âleminin içine girerken Allah’ı hatırlatan her bir işaret fişeğini gayeleştirmeden derinlemesine ve tefekkür gözüyle incelemek çok mühimdir. Her ne kadar materyalistler hücre âleminin derinliklerinde akıllara durgunluk veren faaliyetlere satıh üstü gözle baksalar da tüm bu hücre içi ve hücre dışında gelişen olağan üstü faaliyetler Yüce Allah’ın yaratıcı gücünü gösteren birer işaret fişeği faaliyetlerin ta kendisi olduğu gerçeğini ört bas edemeyeceklerdir. Hem kaldı ki gerek mikro âlemde gerekse makro âlemde kanun koyucu Yüce Allah’ın her yarattığından tezahür eden işaret fişeği hakikatler nereye kadar göz ardı edilebilir ki, baksanıza değil hücrenin kendisi, hücre çekirdeğinin içinde bile çok büyük bir âlem gizlidir. Hakeza çekirdeğin içinde de çekirdekçik âlem gizlidir. Belli ki ilmin sonu yoktur, o halde bize düşen hücre âleminin derinliklerine daldığımızda içinde yüz yüzebildiğimiz kadar yüzüp Allah’ı hatırlatmayan tüm sözde ve sahte verilere karşı meydan okuyup Allah’a kul olmak gerektir. Zaten sahte bilimsel görünümlü verilere köle olmamak için El-ilim sahibi Allah’a kul olmak gerekir. Aksi halde ne mümkün ki fikri hür vicdani hür olunabile. Madem öyle, en iyisi mi biz materyalistlerin satıh üstü ellerine tutuşturulmuş reçetelerle ruhlarını köle kılmak yerine hücrenin derinliklerine dalıp Allah’ın azametini ruhumuzda hissedelim ki sahte mabutlara karşı hürriyetimizi ilan etmiş olalım.
Evet, hücrenin derinliklerine indiğimizde hücre çekirdeğinin iki tip nükleik asidi bağrında taşıdığını görürüz. Bu demektir ki hücre çekirdeğinin içinde canlıyı iri ve diri tutan dirlik anlamında iki tip nükleik asit vardır. Ve bu iki tip nükleik asidin ayırımı nasıl yapılır derseniz elbette ki yapılarında bulunan şeker molekülü neyi içeriyorsa ayırımını yapmakta ona göre isimlendirilmiş olacaktır. Şayet hücre çekirdeğinde bulunan nükleik asid ‘deoksiriboz nükleotid polimer’ içeriyorsa bu söz konusu sarmal yapı DNA olarak karşılık bulur, yok eğer nükleik asit ‘ribonükleik asit polimer’ içeriyorsa bu söz konusu yapı RNA olarak isimlendirilip karşılık bulur. Öyle ki her iki tip nükleik asitte beş karbonlu şeker molekülü ihtiva eden yapıda olup aralarındaki fark DNA’nın merdiven yapısı çift iplikli heliks minare görünümlü bir yapıda olurken RNA’da tek iplikli heliks ve DNA’dan daha kısa minare görünümlü diyebileceğimiz yapıda olmasıdır. Ve aralarındaki en ayırıcı belirgin fark ise DNA’da ki timin yerine RNA’da urasil bazın olmasıdır. Şu da var ki DNA ve RNA analiz çalışmalarının nükleik asitlerin ayrımına yönelik yapılan işlemlerinin neticesinde beş karbonlu şekerin yanı sıra fosforik asit ve organik bazların varlığı da tespit edilip ortaya konmuştur. Malumunuz organik bazlar “pirimidin ve pürinler” diye iki ana başlıkta kategorize edilirler. Ki, nükleik asitin temel yapısını oluşturan pürin ve pirimidinler de kendi içinde değişik türden atom veya atom gruplarının bağlanmasıyla birlikte kategorize edilirler. Öyle ki protein sentezi için görücüye çıkan primidinler “sitozin, timin ve urasil” olarak sahne alırken, pürinler ise “adenin ve guanin” olarak sahne alırlar. Tabii görücüye çıkarken de DNA’nın eşleşmesinde; Adenin Timin ile eşleşerek sahne alırken, Guanin de Sitozin ile eşleşerekten sahne alacaktır. Bu eşleşmede RNA söz konusu olduğunda ise bu kez Timin yerine Urasil devreye girip Adeninle eşleşecektir.
Bu arada unutmayalım ki nükleik asitlerin en yaygın olanı hiç şüphesiz ki DNA ve RNA’dır. Ve tüm doku hücrelerinde DNA miktar oranları hemen hemen aynı ölçektedir, ancak eşey hücreleri bundan istisna olup bu oran vücut hücrelerinin yarı ölçeği kadardır. Malum Watson ve Crick’s ikilisinin bu arada DNA’nın yapısıyla ilgili yaptığı ilk çalışmalardan elde ettikleri bulgularla da DNA’nın telsel bir yapıya sahip olduğu ortaya çıkarken ikinci çalışmalarıyla da hidrojen bağlarının mevcudiyeti belirlenmiştir. Derken üçüncü çalışmalarında DNA fosfat gruplarının spiral zincirinin dış tarafında yer aldığı tespit edilip böylece DNA’nın adeta fotoğrafı ortaya konmuştur. Yetmedi 1953 yılında Maurice Huch Frederick Wilkins, James Watson ve Francis Crick ortaklaşa DNA yapısı üzerinde yaptıkları çalışmalarla da X ışını kırınımı deneyleri gündeme damgasını vuracaktır. Öyle ki ortaklaşa yapılan çalışmalar neticesinde sarmal yapıdaki DNA ipliklerinin gerilmiş bir şekilde uzanmadığı, uzun helezonlar (heliksiler) şeklinde kıvrıldığı ve her bir heliksin iki molekülden teşekkül ettiği belirlenmiştir. Böylece DNA’nın en son fiziki şemailinin tıpkı el örgü işleme modellerinde olduğu şekliyle daha çok sağa bükülü bir helezonik veya heliks biçiminde olduğu yönünde tasviri yapılarak zihinlerde tahayyülü gerçekleşir. Bizim açımızdan ise böyle bir yapının tahayyülü helezonik veya heliks biçiminden daha ziyade sanki bir minare şerefesine kadar çıkan kıvrımsın merdivenleri andırması yönüyle daha çok dikkat çekecektir. Hani müezzinler İslam’ın doğuşundan bugüne minarenin sarmal şeklindeki merdiven basamaklarından döne döne şerefeye çıkıp okudukları Ezan-ı Muhammediye ile cümle âleme “Tevhit” çağrısı yaparlar ya, aynen DNA’nın müezzini RNA’da sarmal yapıdaki minare görünümündeki DNA’nın basamaklarından şerefeye çıktığında hücre içi ve hücre dışı yapılacak olan faaliyetlerin duyurusunu yapmış olur. Ve üst perdeden DNA’nın talimatları doğrultusunda bu yapılan duyurular hücre organelleri tarafından icabet edilip harfi harfine yerine getirilir de. Malum DNA minaresinin basamaklarını çift halkalı pürin ve tek halkalı pirimidin bazları oluşturmaktadır. İster bu basamaklara çiftlerin izdivacı basamaklar deyin ister mıknatısta olduğu gibi (+) ve (–) yüklü kutup başları deyin her bir pürin kendine bağlanacak olan pirimidin bazına karşılık gelip böylece birbirlerine zayıf hidrojen bağlarıyla bağlanaraktan gerekli duyuruları yapmış olurlar. İyi ki de pürin ve pirimidin çiftler kendi aralarında gönül bağı kurmuşlar da bu sayede hücre içi ve hücre dışı tüm faaliyetler tam bir adil bir paylaşımla tıkır tıkır işler hal yoluna koyulmakta. Nitekim bu adil paylaşımda sarmal yapıdaki DNA’nın basamaklarında birbirlerine karşılık gelen pürin/pirimidin yoğunluk oranı birbirine eşittir de. Ancak şu da var ki “adenin + timin” yoğunluk oranı bir kısım canlılarda değişiklik gösterebiliyor.
DNA merdiveninin her bir kenarında kardeş moleküllerin birbirine zıt yönde bulunuşu son derece karmaşık olan bir yapıyı gözler önüne sermekte. Neyse ki bu karmaşıklığı giderip yalınlaştıracak işaret taşlarının varlığı zihinlerde berraklık oluşturmaya ziyadesiyle yetmiştir diyebiliriz. Şayet bu söz konusu işaret taşı moleküller zıt yönde diziliş sergilemeselerdi ne mümkündür ki DNA molekülünün her iki ucu birbirinden kolaylıkla ayırt edilebiliyor olsun. İşte bu ayırt edici özellikleri sayesinde her bir şeker gurubuna baz olarak bağlanan moleküllerin nükleotid zincirine simetrik bir şekilde konumlanmış olduklarını da fark etmekteyiz. Böylece deoksiroboz şeker molekülü DNA’nın bir ucuna 3 numaralı karbonuyla fosforik aside bağlanırken diğer ucuna da 5 numaralı karbon ve fosforik asit molekülüyle bağlanmış olur. Nitekim bu şekilde bağlanmış olmakla ister adına DNA profilleri deyin ister DNA fotoğraf kareleri deyin bir şekilde DNA analiz çalışmalarıyla DNA nükleotid diziliminin kime ait olduğu ayırt edilip kişinin DNA’sı ortaya konabiliyor artık. Malumunuz sarmal yapıdaki DNA’nın genel itibariyle halkasını oluşturan bir fosfat grubu, beş karbonlu (pentoz) bir deoksiriboz şeker ve bir azotlu heterosiklik bir bazdan oluşan kimyasal bileşiklere nükleotid denirken, bu söz konusu nükleotitlerin on üç veya daha fazlasının bir araya gelip oluşturdukları DNA sarmal yapı halkasına da polinükleotit denir.
İşte yukarıdaki açıklamalar eşliğinde sonra en yaygın DNA molekülünün yapı taşlarını oluşturan nükleotitlerin bulunduğu konumu şu şekilde özetleyebiliriz de:
-İki zincirden kurulmuş olup bir eksen etrafında kıvrılarak helezonik düzgün bir çift sarmal meydana getirirler.
-H (hidrojen) bağları ile bağlanmış olan bazlar daima fermuar misali açılan sarmalın iç kısım şeritte yer alan adenin karşısına diğer şeritten gelen timin, guanon karşısına ise sitozin eşlik edecek şekilde dizilirler. Öyle ki DNA çift heliksini oluşturan bir ya da birden fazla gen çiftine bağlı olarak özel bir karakterin ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde iki zinciri birbirine bağlayan H (hidrojen) köprüler eşliğinde karşılıklı tutunup her biri komplementer çiftler olaraktan (tamamlayıcı gen olaraktan) diziliş sergileyeceklerdir. İki zincir ters yönde dönüp ayrıldıklarında ise replikasyon çatalı denen “V” şekilli bir yapı ortaya çıkar.
-DNA sarmalı zincirin yönü birbirlerine zıt olup, birinci zincirde yer alan fosfat şeker bağları (5) (3) şeklinde diziliş sergilerken diğer karşılığı ucunda konumlanan fosfat şeker bağları ise (3) (5) şeklinde diziliş sergiler. Derken böylesi dizilim sayesinde kimlik krizi yaşanmasına geçit verilmemiş olunur.
Velhasıl-ı kelam maddeler halinde sıraladığımız özet bilgilerden de anlaşıldığı üzere cansız sandığımız DNA, tüm hücresel faaliyetlerin baş yöneticisi konumunda aktif rol oynayan dirliğin ta kendisi bir molekül yapısıdır.
Vesselam.

https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön