
MEVSUF!.
Dâim HAYy olan ALLAH’tır ancak,
Can bulan fâni bâkiyim sanır..
ALLAH’ın ilmi sınırsız deniz,
Bir katre bilen ȃlimim sanır..
Yapan çatan O, irade O’nun,
Şaşırır insân ben yaptım sanır..
HAKk’ındır kudret, Kadîr olan O,
Câhil olanlar güç benim sanır..
Senin gözünden seyreden O’dur,
Görüp gözleyen, göz benim sanır..
Türlü ses veren hem dinleyen O,
Kulağı olan ben duydum sanır..
Kalem O’nundur, her kelâm O’nun,
Konuşan yazan kendinden sanır..
Dost Eminim der, Hȃlık’tır ALLAH,
Gerçeği bilen Mevsuf’u tanır…

HAKk’ı SEVERSEN..
Zikreyle HAKk’ı, HAKk’ı SEVersen,
ALLAH de dâim HAKk’ı SEVersen..
Her tür fiilde Fâili HAKk bil,
Nisbetin terk et HAKk’ı SEVersen..
Sıfatlar O’nun mevsufu HAKk bil,
Benliği terk et HAKk’ı SEVersen..
Tüm varlık HAKk’ın mevcûdu HAKk bil,
Varlığın terk et HAKk’ı SEVersen..
Vahdette kesret, kesrette vahdet,
TEVHİDi farket, HAKk’ı SEVersen..
Dost Emin der ki ALLAH de dâim,
Zikreyle HAKk’ı HAKk’ı SEVersen..

7 – ZȂHİR - BȂTIN..
"Huve’l- Evvelu ve’l- Âhiru ve’z- Zâhiru ve’l- Bâtın (bâtınu), ve huve bi kulli şey’in Âlîm (alîmun).: O, Evveldir ve Âhirdir, Zâhirdir ve Bâtındır. Ve O, herşeyi en iyi BİLENdir." (Hadîd 57/3)

Aşağıda sözcük anlam ve özelliklerini Prof. Ethem Cebecioğlu’nun Tasavvuf Sözlüğü (EC)’nden aktarıyorum.:
“ZȂHİR: Dış, dışa ait, zühûr eden, ortaya çıkan, görünen gibi anlamları olan Arapça bir kelime. ez-Zâhir,
ALLAH'ın güzel isimlerinden biridir. ALLAH bu isim gereği, Hikmeti, Kudreti, Sıfatlarıyla görünür, zühûr eder.
Zȃhir, görünen âleme de denir. Mukabili Bâtın'dır.
BÂTIN: Arapça. İç, öz, gizli gibi anlamları vardır. Dış anlamına gelen zâhir kelimesinin zıddıdır.
el-Bâtın, ALLAH'ın güzel isimlerinden biridir. Ȃlemîn tümü Hak'tır. Zühûru da âlemden ibârettir.
ALLAH, bu âleme göre Zâtı itibâriyle el-Bâtın'dır. Kur’ÂN-ın, Zȃhirî ve Bȃtınî mânâsının olduğu hususunda ittifak vardır. Sadece Bȃtınını kabul edip, Zȃhirini te'vîl edenlere Batınî denir. Aynı şekilde islam'ın namaz, oruç gibi emirlerinin vaz'ında da bir takım hikmetler bulunduğunu kabul eden Tasavvuf Ehli, şeriatın içyüzünü bilme yolunda oldukları için kendilerini "Bâtın Ehli" sayarlar.”

Aşağıda Ahmet Hulusi Efendinin bu konudaki görüşünü internetten alıntıladım.:
"Zâhir" dediğimiz şey nedir?.
Bu gözümüzle gördüğümüz her şey, "zâhir" kelimesi kapsamına girer..
“Bâtın” dediğimiz şey de, bu göz ve kulakla, beş duyuyla algılayamadığımız her şey...
“Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
Yâni, görüş alanın içinde olmasına-görmene rağmen, görmekte olduğunun “algılayamadığın yanı”dır “bâtın”!.
Nasıl oluyor, görüş alanı içinde olup da, bakmaya rağmen, algılayamamak?
Beyin veri tabanının, dışardan veya içerden beyne ulaşan verileri, onları deşifre edecek kadar yeterli verisi olmaması yüzünden, gelen veya gelmekte olan verileri değerlendirememesi, tanımlayamaması sûretiyle!
Dışarıdanı anladık da, peki “içeriden” ne demek oluyor?.
“İçeriden” demek, beş duyu ile beynine ulaşmayan verilerin tüm türleri demektir.
Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!
“Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!
İnsanın, “algılayamadığının” adının “bâtın” olmasında!
*
İki ayrı dünyâ/boyut var sanıyoruz, Zâhir ve Bâtın!
Oysa iki ayrı dünyâ değil, yalnızca ALGILAYABİLDİKLERİMİZ ve ALGILAYAMADIKLARIMIZ var..
Ve bu da herkese G Ö R E değişiyor!
Zâhir, bâtındır; bâtın, zâhir!. İkisi arasında fark var sanış, gözün kapasitesinden oluşur!
Aynı tek şeyin, gözün görebildiği kısmına “zâhir” derler, göremediğine ise “bâtın”!
Oysa ikisi, aynı “Tek”tir!.
*
Esasen, “Bâtın”, tamamiyle “Zâhir” olanın ta kendisidir!.
Esasen, “Zâhir”, tamamiyle “Bâtın” olanın ta kendisidir!.
“Bâtın”, algılayabildiğin anda, “Zâhir” olur…
“Zâhir”, algılayamadığın süreçte “Bâtın”dır!.
Yâni değişen, “Zâhir” ve “Bâtın” değil; senin algılamandır!.
*
Bunların, sana göre tümü, "O"dur! Yâni, bunların hepsi de, -ki bu çokluk kavramı sana göredir-, "O" dediğin varlıktır!. Yâni, "HÛ"!
"HÛ" kelimesinin mânâsı bir anlamıyla "O" demektir! Bir diğer anlamıyla da "Zât’ın hüviyetine" işâret eder ki, o mânânın tafsiline bu kitapta girmeyeceğiz.. Ancak "GAVSİYE AÇIKLAMASI" isimli kitabımızda buna değinmiştik.
*
“ZÂHİR” ismiyle işâret edilen “HÛ”dur; derken, ötelerde aramak niye?
Mükemmeli fark ettirmek için, kâmil olmayanı en mükemmel hâliyle ortaya koyunca, “HÛ”yu inkâr niye?
Algılama kapasitesine göre zâhir iken; zâhirle kayıtlamak niye?
*
Hangi isimle hangi hâli veya ortamı anarsan an, o ortamda zâhir olan, BÂKİDİR!
Sen, bu beş duyu aracın dolayısıyla, o bütünün arasına giriyorsun; araya girişin itibâriyle de, senin önün ve arkan, ön yüzün ve arka yüzün diye bir olay ortaya çıkıyor!.
Gerçekte, TEK bir sonsuz sınırsız mutlak var ki, O’nun için, “O”na GÖRE, “Zâhir”, “Bâtın”, “Evvel”, “Âhir” gibi kavramlar sözkonusu değil! Bunlar bize GÖRE târifler, tanımlamalar! Anlayış sınırlarımızı genişletmek için verilmiş izahlar..
Sen, algılama kapasitendeki sınırlılığın getirdiği varsayımınla, TEK’i bölüyorsun! Zâhir ve Bâtın çıkıyor ortaya!.
Artık sen oradan, o aradan çık, sıyrıl!
O zaman Tek bir Bütün’ün var olduğunu fark edersin!.
Yâni, ikilik “sen”den, senin kendi varlık zannından doğuyor!. Aslında ikilik yok, dış yapı böylesine bir bütün.
*
Zâhir ve Bâtın denir… Tekrar ediyorum.. Bil ki, bu iki isimle işâret edilen şey birbirinden ayrı değildir; ikisi, aynı tek şeydir! Fark, gözden dolayıdır! Hepsinde, her an, tecellîler zühûr etmektedir. Sakın, bu ikisini birbirinden ayrı sanma!
Bütün tecellîlerde hüküm, fenâya er olduğunda; şuur aslına rücu’ ettiği vakit, sadece “ALLAH” kalmıştır! Ki bu da her an geçerlidir!.
Mevcûdatın “vücûdu” sâhibine aittir. Bütün görülenlerin var sanılan vücûdları gözden doğan hayâllerdir!
Beynindeki veri tabanında bulunan ve gerçekte “zâhir” olan, o şeye verdiğin isim veya o şey Hakkındaki şartlanmaya dayanan zannın-tasavvurun, seni, o şeyin hakikatinden perdeleyip; o şeyin, sana, “bâtın” olarak kalmasına yol açar!