DÖLLENME BASİT BİR HADİSE Mİ?

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

DÖLLENME BASİT BİR HADİSE Mİ?

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

DÖLLENME BASİT BİR HADİSE Mİ?
SELİM GÜRBÜZER
İlginçtir döllenmeyi (ilkah) sıradan bir işmiş gibi gören kendini bilim adamı sanan bir takım aklıevvel adamlar maalesef bakteriler, kamçılılar (flagellate) algler, mantarlar, sporlar, yosunlar ve eğrelti otlarının üreme faaliyetlerine de iptidai gözle bakmışlardır. Oysaki üreme faaliyetlerine analitik gözle bakmak yerine ilkellik olarak yaftalamak bu işin bilimle bağdaşır hiç bir yanı yoktur elbet. Mesela bazı bitki örneklerinde tohumlama hadisesi iyi analiz edildiğinde erkek tohumun saldığı kimyasal salgılar sayesinde dişi tohum hücrelerini bulduğu gözlemlenmiştir ki, en basitinden bu tür örnekler bile tek başına döllenmenin gelişi güzel rastgele olamayacağının delili olarak göstermeye ziyadesiyle yeter artar da. Düşünsenize birde tohumu olmayan bir eğrelti otunun yapraklarında spor kesesi içerisinde konumlanmış sperm, su filmi boyunca ortama malik asit gibi bir takım kimyasal uyarıcılar salgılayan archegonia’ya hareket ederek bir anda kendisinin tanınmasına yetip böylece diploit zigottan bir sporofit gelişebiliyor. Derken böylesi bir döllenme hadisesi sayesinde bünyesinde hem erkek hem de dişi spor keseleri bulunduran bir eğrelti otundan kısa sürede kendi köklerini ve gövdesini geliştiren bağımsız bir bitki meydana gelmiş olur. Dolayısıyla şimdi tamda bu noktada bu işin sıradan basitmiş gibi hafife alanlara sormak gerektir, Allah aşkına bunun neresinde iptidai (ilkellik) üreme durumu söz konusudur? Hakeza bir başka üreme faaliyeti örneklerine baktığımızda suda yaşayan birçok canlıların döllenmesi beden dışında gerçekleşebilirken, karada yaşayan canlıların büyük çoğunluğunun ise beden içerisinde yani dişinin nem ortamı yumurta kanallarında gerçekleştiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bu tip üreme örneklerde bize gösteriyor ki, tıpkı eğrelti otunda olduğu gibi nasıl ki ortamda yeterli miktarda nem varsa gametofit döllenir ve diploid bir sporofite dönüşerekten sporların üreme hadisesi gerçekleşebiliyorsa, aynen öyle de bu tip üreme örneklerinde kendine özgü bir nem ortamına ihtiyaç hâsıl olaraktan üremesi söz konusudur.
Üreme hadisesine genel çerçevede baktığımızda çoğunlukla üreme hücrelerinin hayati temel programı esasen sperm ve yumurta hücresine dayanır. Nasıl ki bir tohumun programında büyük bir koca ağaç kodluysa aynen öyle de sperm ve yumurta hücrelerinin içerisinde de gelmiş geçmiş tüm ebeveynlerin karakteristik genetik kod özeliklerinden tutunda gelecek kuşaklara aktarılacak olan karakteristik genetik kod özelliklerde kodludur. Bilindiği üzere kadınlarda ergenlik çağına gelmişliğin göstergesi hayız hali (menstruatıon) olup, bu durum rahim duvarının yıkılmasıyla vuku bulmaktadır. Dolayısıyla buluğ çağına erişmiş bir kızın (püberte-erinlik) adet hali 28 günlük dönemin ortasına denk gelip genellikle on dördüncü güne gelindiğinde yaklaşık 50’ye yakın yumurta hücrelerinden bir tanesinin bölünme sürecine girdiği gözlemlenir. Böylece bölünme süreciyle birlikte meydana gelen dört yumurta hücreleri içerisinden döllenme kabiliyetine sahip sadece bir tanesi yumurtalıklardan atılımı gerçekleşebilmekte. Yani bu demektir ki dört tanesinin atılmasına üreme faaliyeti programı gereği izin verilmez. Yukarıda da dedik ya, üreme faaliyeti basite alınacak bir iş değil, tamamen programlanmış bir iş olduğu şundan besbellidir ki şayet yumurtaların dördününde atılmasına izin verilmiş program olsaydı her hamilelik dönemi dört çocuk doğacak demektir ki vay o annenin haline. Programa “ol” emrini veren ilahi güç gelişmiş olan dört yumurta hücresinden sadece bir tanesine döllenip olgunlaşma kabiliyeti vermiştir. Yine de Yüce Allah dilerse programın dışında birden fazla yumurta hücresinin yumurta kanalına geçişiyle birlikte her birinin farklı spermler tarafından döllenip ikiz, üçüz, dördüz denen çokuz bebeklerin doğmasını halk etmekte. Hatta alışılmışın dışında buna benzer bir durumu zigot aşamasında da gerçekleştiğini görebiliyoruz. Nitekim zigot bölünme esnasında bir zar içerisinde birleşemeyecek şekilde ikiye üçe veya dörde ayrılarak gelişirse bu sefer hakiki çokuz üreme hadisesi vuku bulur ki, işte bu tür çokuz hadiselerin ardından hem kız, hem erkek, hepsi kız ya da hepsi erkek çocuklar dünyaya gelecek demektir. Şayet yumurtalıklardan yumurtanın atılmayla başlayan bu süreçte döllenme gerçekleşirse hayız halinin kesilmesiyle birlikte gebelik boyunca kanama hali de görülmeyecek demektir.
Düşünsenize 3 ila 5 mikrometre çapında baş, boyun ve kuyruk kısımdan ibaret spermatozoit hücreleri sayesinde çapı yaklaşık 100 mikrometre olan oositi döllemesiyle birlikte içerisinde tüm insan profilinin (genotipinin) sığdırıldığı bir zigot oluşumu gerçekleşebiliyor. Malumunuz kadının ayda bir yumurta hücresinin yumurtalığından döl yatağı boynuzlarına kadar uzanan yumurtalık kanalına bırakılması gerekir ki döllenme hadisesi vuku bulabilsin. Öyle ki bu söz konusu yumurta hücresi döl yatağı borusunun başlangıcında kanal boyu taşınır bir haldeyken bu süreç içerisinde şayet cinsel ilişki olmuşsa vajinaya bırakılan sperm hücreleri rahim ve döl yatağı kanalından ilerleyerek ovumun (yumurta hücresinin) etrafını çepeçevre kuşatacaklar demektir. Ancak çepeçevre saran onca sperm arasından sadece bir tanesine dölleme nasip olacaktır. Böylece sperm ovumun içerisinde eriyip kaynaşaraktan zigota dönüşecektir. Akabinde embriyolojik süreç başlayacaktır.
İşte görüyorsunuz, döllenme hadisesinde nerden nerelere gelinen noktalarda en nihai hedef vuslat olacaktır. Başlangıçta gamet hücreleri (eşey hücreleri) bir araya gelmeden önce erkek spermatozoon hücrelerinin kendi içinde spermatogenezis olarak gelişim kaydedip üretilirken dişi oosit hücrelerinin de kendi içinde oogenezis olarak gelişim kaydedip üretildiğine şahit olmaktayız. Sonrasında ise malum kendi kaynağında gelişim kaydedip olgunlaşan sperm ve yumurta hücreleri bulundukları mekânlardan döllenme için yola koyulduklarını şahit oluruz. Tıpkı oğlan ve kız çocukların olgunlaşıp buluğ çağına geldiklerinde ana ocaklarından çıkıp gelin güvey olma hadisesinin ta kendisi bir durumdur. Değim yerindeyse kendi öz yurdundan göç edenlerin kar tipi demeden uzun bir yolculuğa çıkmanın akabinde vuslata ermek ya da döllenme (fertilizasyon) denen ilkah hadisesinin gerçekleştiği bir durumdur. Bu hadisede belki kafamızı kurcalayacak olan şu sual akla gelebilir; hadi sperm hücrelerinin hareketli olması dolayısıyla onun yolculuğunu bir noktada anlayabiliyoruz, ama söz konusu yumurta hücreleri olunca hareketsiz olmaları hasebiyle doğrusu kendi yolculuğunu nasıl gerçekleştirdiğini anlamakta zorluk çekebiliyoruz. Biraz üzerinde kafa yorduğumuzda her ne kadar yumurta hücreleri sperm hücreleri kadar hareketli olmasalar da her yumurtlama döneminde bir folikül olgunlaşarak değim yerindeyse yumurta hücresinin kız evinden çıkmasını sağlayıp serbest bıraktığın görürüz. Düşünsenize tek bir yumurta hücresini sarıp sarmalayan onu besleyip koruyan folikül yapı bir noktadan sonra beslediği yumurta hücresini bizatihi salgıladığı östrojen hormonu ve takım enzimlerin etkisiyle yuvadan uğurlayabiliyor. Nitekim salgılanan sıvının hem yumuşatıcı hem basınç etkisi sayesinde yumurta hücresini yerinden kımıldatmaya ve karın boşluğuna uğurlamaya ziyadesiyle gücü yeter de. Tabii bu yolculuk burada sona ermez, dahası var. Şöyle ki; bu uğurlayış sırasında yumurta hücresine bir başka yardım eli uzatılır ki, bu el fallop tüpünün (kendisine yumurta kanalı denilen) en dıştaki parçası konumunda hem yumurtaları yakalamak hem de kanalize etmekle görevli ve kendisine infundibulum denen huni şeklinde parça uçtur bu. Böylece yumurta kanalının en uçtaki bu parçacık el sayesinde yumurtalıktan periton boşluğuna bir oosit salınmasıyla birlikte fimbriaların kirpikleri yumurtayı Falllop tüpüne süpürür. Derken sürüklenen yumurta hücresi tünel içerisinde ta ki oğlan evinden yola çıkan damadın (sperm hücreleri) gerdek gecesinde gelin güvey olana kadar bekletilir. Ancak o bekleme süresi içerisinde gelin ile güvey birbirlerine kavuştuklarında şayet döllenme şartları oluşmadıysa döllenme gerçekleşmeyebilir de. Bu durumda ister istemez döllenmeyen yumurta hücresi kendiliğinden eriyip yok olacaktır.
Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik derken yuva kurmak için yola çıkılan bu yolda damat (güvey) adaylarının yumurta hücrelerine nazaran tek avantajlı yanları kuyruklu ve hareketli olmalarıdır. Yine de bu demek değildir ki yolculuk çok rahat geçecek, zira bu yolculukta testislerin arka epididimis kısmında istirahate çekilmiş olan sperm hücrelerini (damat adaylarını) zorlu şartlarda çetin bir sınav beklemekte. Öyle ki milyonlarca sperm hücresi bu çetin yolculuk öncesinde bir yandan beyindeki hipofiz bezinden folikül stimüle edici hormonla (FSH) aktif hale gelirken diğer yandan luteinizan hormonun (LH) tetiklediği testeron hormonu salgısıyla da olgunlaşmaları sağlanır. Yani bu ön hazırlıklar tamamlanmadan öyle bulundukları mekânlarından kolay kolay ayrılmak yok elbet. Kaldı ki, buda yetmez yola çıktıklarında kurda kuşa yem olmamak içinde mutlaka yolculuk boyunca gerek lojistik bakımdan gerekse iaşe bakımdan destek alacağı mekanizmalara da ihtiyaç hâsıl olacaktır. Nitekim kendilerine bu hususta üç koldan ilk evvela seminal veziküllerden salınan sıvılar yardım elini uzatıp destek çıkacaklardır. Bu bezin salgıladığı fruktoz şekeri sefere çıkan milyonlarca sperm hücresinin hem beslenmesini hem de enerji tazelemesini sağlayacaktır. İkinci yardım eli prostat bezinden gelip, bu bezin temel özelliği akışkan olmasıdır. Dolayısıyla bu akışkanlık konukların hareket manevralarına güç katacaktır. Üçüncü yardım elini uzatacak olan ise prostat bezinin hemen altında konumlanan Bulboüretral bezi (bir diğer adı Cowper bezi) ise salgıladığı sıvı sayesinde sperm hücrelerinin hacim itibarı ile yapısı daha da genişlemiş olacaktır. İşte bu üç salgı bezi belli başlı merkezlerden gerekli desteği alaraktan gelişimini ve donanımını tamamladıktan sonra sperm hücreleri nihayetinde vajinaya boşaltılır kıvama gelir. Ancak konuk olduğu vajinal ortamda pek alışık olmadıkları ortam olması hasebiyle pek emin bir mekânda sayılmaz. Zira vajinal mekânın asidik değeri spermler için öldürücü nitelikte olabiliyor. Neyse ki yolculuk esnasında uğradığı üç merkezden kendilerine iştirak eden bir başka merkezin saldığı sıvı salgısının pH değerinin bazik olması (pH 7,2) adeta Hızır gibi imdatlarına yetişip vajinal mekanın ortamını nötr hale gelmesini beraberinde getirecektir. Derken bu bazik sıvı desteği sayesinde tehlikede atlatılmış olur. Tabii tehlikenin giderilmesiyle her şey bitmiş sayılmaz, birde spermlerin yumurta hücresini bulma noktasında hangi yöne gideceği meselesi vardır. Neyse ki önlerinde ki bu meselede de yumurta hücresini bulma noktasında bu kez karşı taraftan gelen yumurta hücresinin saldığı bir koku maddesi Hızır gibi imdatlarına yetişecektir. Öyle ki bu söz konusu koku salgısı sperm hücreleri üzerinde kemotaksis etki yapıp yol almalarına rehberlik edecektir. Daha da olmadı bir yandan da takviye kuvveti diyebileceğimiz yumurta kanalından gelen bir sıvının spermler üzerinde reotaksis etki yapıp vuslat anı için yüzmelerinin önü açılacaktır. Spermler yüze dursun, şu da var ki yumurtaya doğru yüzüp gelebilen milyonlarca sperm hücresinden sadece 500 ila 1000 civarında sperm hücresi ancak yumurta hücresiyle buluşabiliyor. Buluşanların da malum bu yolculardan ancak bir tek sperm hücresine vuslat nasip olabiliyor. Bikere her şeyden önce bir yumurta hücresinin döllenebilmesi için kendinde eksik kalan genetik şifrelerini tamamlayacak ya da etrafına üşüşüp kümelenen sperm hücreleri arasından kendi genetik kartının şifrelerini açacak olan sadece bir tanesiyle uyumlu spermle gerdeğe girmesi gerekir ki döllenme ve üreme gerçekleşebilsin. Aslında bu durum normal biyolojik kurallar çerçevesinde analiz edildiğinde döllenmenin hiçte öyle basit bir şekilde pekte kolay gerçekleşemeyeceğini göstermektedir. Vuslatın gerçekleşmesi için belli ki, ilahi ferman gereği, yumurta hücresinin yolculuğun başlangıcından itibaren yaklaşık iki yüz elli milyon sperm hücrelerinden sadece bir tanesine kendi eksik kartlarını tamamlattıracak bir gizli ‘Ol’ emre ihtiyaç vardır. Nitekim Fussilet suresinde İlahi hitap bizlere bu hususta:
“,,.hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğurmaz” diye beyan buyurulmak suretiyle “Ol” emrin iznine tabi olarak gebe kalınabileceğine işaret edilmekte. Gerçekten de Yüce Rabbimizin ‘Ol’ deyince oldurur, “Olma” deyince oldurmaz hükmüyle bir şey ya vücut bulur ya da vücut bulmaz, buna müminler olarak inancımız tamdır. Hiç kuşku yoktur ki, bir incir çekirdeği tohumunda dallarıyla, gövdesiyle meyvesiyle birlikte bir ağacı kodlayan Yüce Allah, elbette ki sperm hücresi içerisinde insana ait karakterleri içeren programı da “Ol” emriyle bir damlacığa kodlayanda yegâne tek Yaratıcı kudret sahibidir. Madem öyle, böylesi müthiş bu mucizevî olayı sorgulamak bize asla yaraşmaz, bize sadece “Amenna ve Saddakna” demek yaraşır. Hem biz kimiz ki sorgulamak lüksümüz olsun, sonuçta bizler Benî Âdem’den bir yaratığız. Baksanıza Ovaryum hücresi bir insanda bulunması gereken 60.000 civarında genetik karakterin yarısını taşıyan bir amolegen genidir, yani ovaryum mayoz bölünmeyle ortaya çıkan bir ünite olup, mevcut 46 kromozom içerisinde 23 kromozoma indirgenmiş kod olarak “Ol” emrin gereğini yapmakla kendini adamış durumda. Hakeza babadan gelen meni hücreleri de her ne kadar bizim gözümüzde kalabalık orduları andırır birbirine iç içe geçmiş karışık kuruşuk kartlar gibi gelse de aslında her bir sperm hücresi “Ol” emriyle dişi yumurta hücresinin kilidini açacak kart olmaya adamış adaylardır. Dolayısıyla bu noktada hücre âleminde her bir fert emre amade bir şekilde ferman başım üzerine derken bizim sorgulamamız abesle iştigal olur. Üstelik ortada sorgulanacak bir durumda yoktur, bilakis ortada apaçık bir şekilde yukarıda da belirttiğimiz üzere yolculuğun başında annede gelen bir ovaryum (yumurta) hücresine karşılık babadan gelen yaklaşık 250.000.000 meni hücresi karşılık gelen bir mucizevi hadise vardır. Hele yolculuk ilerledikçe böylesi mucizevi bir hadisenin daha da ilginç kılan yanı vardır ki, o da malum 250.000.000 spermden ancak 500 ila 1000 civarında sperm hücresinin yumurta hücresini çepeçevre kuşatıyor olmasıdır. Belli ki her bir nefer Yücelerden emir almış olsalar gerek ki yeni bir canlının doğumuna vesile olmak için burada mevzilenmiş durumdalardır. Her bir nefer mevzilene dursunlar, böylesi mucizevi hadisede akıllara durgunluk verecek asıl olay yumurta hücresinin onca sperm hücresi neferi arasında kendi genetik kartını açacak olan tek bir sperm hücreyi nasıl tanıyıp da onunla döllenmeyi gerçekleştirdiği çok ilginçlik durum oluşturacaktır. Ancak burada unutmayalım ki onca sperm arasından seçilmiş tek sperm hücrenin de hemen vuslatı bir çırpıda da kolay olmayacaktır, hemen önünde duran bariyeri de geçmek zorundadır. Bu bariyer tıpkı evlenecek çiftlerden erkeğin gerdek gecesinde kızlık zarı bariyerini de aşması gerektiği bir durumu da hatırlatan bir hadisedir. Öyle ya, bu söz konusu bariyerlerde aşılması gerekir ki gelin güvey olmaktan çıkıp anne baba olunabile. Bu durum hücre bazında düşündüğümüzde öncelikle bu iş için yumurta hücresi tarafından spermi kendisine cezbettirecek fertilizin madde salgılaması gerekir ki sperm hücresinin akrozom kısmında antifertilizin denen asidik bir protein salgılayabilsin. İcabında bu da yetmez karşılıklı salgılar salınmalı ki sperm hücresi yumurta hücresinin zona pellusida denen jelimsi örtü zarına tutunup geçiş izni alabilsin. Dikkat edin izin dedik, nedeni farklı türe ait yabancı (ajan) spermleri ayıklamaya yönelik önlem içindir. Böylece bu kontrol mekanizmaları sayesinde döllenmenin akabinde embriyonun belli aşamalar kat ederekten gelişimi neticesinde insan insan olarak, hayvan hayvan olarak dünyaya adımını atıp gözünü açmış olmakta.
Evet, yumurta hücresinin cazibesine kapılan sperm hücresi nice önüne çıkan tüm bariyerleri aştıktan sonra kendisini eş olarak seçen yumurta hücresinin izniyle akrozom kısmını çatlatıp ancak o zaman açığa çıkardığı enzimin zarı eritmesiyle vuslatını gerçekleştirebilmektedir. İşte vuslat bu noktada biyolojide karşılıklı kromozomların kaynaşıp birleşmesi manasına gelen “fertilizasyon” kavramı olarak anlam kazanır da. Halk dilinde ise bu kavram malum döllenme olarak dillendirilir. Her neyse böylesi bir mucizevi hadise ne şekilde ifade edilirse edilsin döllenme hadisesinde görünen o ki kapıdan içeri öyle elini kollunu sallayarak geçilmemekte, bilakis kapılar “Ol” emriyle izne tabi seçilmiş olana açılmakta. Her gelene kapıların açılmadığı şundan besbellidir ki geçiş izni olana kapı açılıp içeriye alınır alınmaz (vuslat sonrası) derhal zarın yapısı değişerekten kapının tekrardan dışarda kalan spermlerin yüzüne kapatılıyor olmasıdır. Dedik ya, değim yerindeyse kızlık zarı geçiş izni alan tek sperme özgü bir hücre duvarıdır, diğerleri içinse kapalı hücre zarından başka bir anlam ifade etmeyen bir duvardır. İşte tüm bu anlatılanlardan sonra birileri halen döllenme hadisesinde bu akıl almaz mucizevi bilmeceyi hafife ala dursun, bizim için önemli olan Allah-ü Teâlâ’nın yumurta hücresinin genetik kodların çözümlemesinin ancak “Benim irademle” olabileceğini şu ayetle ortaya koyması çok önem arz eden bir husus olacaktır, gerisi teferruattır elbet. Bakınız Yüce Allah (c.c) bu hususta ne beyan buyuruyorlar:
-“Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi O’na aittir O’nun bilgisi dışında hiçbir şey kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Onlara: Bana koştuğunuz ortaklar nere de diye seslendiği gün: Sana buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını arz ederiz derler.” (Fussilet suresi(41) 47.ayet).
Döllenme hadisesinden sonra malum anne karnında embriyolojik süreç başlayacaktır. Yani yumurta ve sperm hücrelerinin birleşmesiyle oluşan zigotun çift sarmallı DNA molekül haline gelmesiyle birlikte arka arkaya mitoz bölünmeler eşliğinde hücre sayısının artmasına bağlı olarak embriyolojik süreç vuku bulacaktır. Bu süreçte embriyonun oluşumunun başlangıcında hücrelerin tümü oval yapıdadır. Dahası bu sürecin başlangıcında ovum ve spermatozoit çekirdeklerinin birleşmesiyle meydana gelen zigotun takriben 30 saat sonrasında ikiye bölünüp 3 gün sonrasında ise morula denilen yumağa dönüşmüş bir hal ve vaziyette diğer embriyolojik safhalara adım atılmış olunacaktır. Derken zigotun ardı ardına bölünme evreleri geçirmesi sonucunda dört gün sonrasında doğacak olan çocuğun embriyo denen ilk taslağı şekillenerekten rahim boşluğuna düşmüş olunacaktır. Zigot aynı zamanda bir insan bedeninde bulunan yaklaşık 60 trilyon hücrenin özeti diyebileceğimiz ve embriyo oluşumuna geçit teşkil eden ilk nüve oluşumun ta kendisi bir hücredir. Öyle ya, nasıl ki bir tohum tanesinde bir ağaç gizliyse, aynen öyle de bir zigotta 60 trilyonluk hücrelerden meydana gelen bir insan kodludur. Zigot oluşumuyla birlikte oluşan embriyo ise yarı anneden gelen yarı da babadan gelen kromozomlarla şekillenip karakteristik özellik kazanan ve çocuk oluşumuna geçit teşkil eden ilk canlı taslağı oluşumunun ta kendisi bir hücredir. Bilindiği üzere insan genomuna kodlanmış 46 kromozomlardan ikisi cinsiyet kromozomları olup bunlardan X kromozomu dişilik özelliği taşırken, Y kromozomu ise erkeklik özelliği taşır. Öyle ki cinsiyet geni olarak bilinen Amelogenin geni erkeklerde XY şeklinde temsil edilirken, kadınlarda da XX şeklinde temsil edilir. Nitekim erkek ve yumurta hücresine ait kromozomlar bölünme safhasında iki allel cinsiyet geni olarak geçiş yaparlar. Bu durumda sperm hücreleri yarı X, yarı Y geni üzerine bina edilmiş olunacaktır. Kelimenin tam anlamıyla sperm hücreleri yarı yarıya dişi ve yarı yarıya erkek karakteristik bir yapıya sahip bir gen olarak sahne almış olacaktır. Ve bu karakteristik özelliğini döllenme hadisesinde kendini gösterir de, Nasıl mı? Şayet sperm hücresi ovaryum hücresini dölleme esnasında bünyesinde kodlu olan X geni daha baskın bir durumda ise bu demektir ki çocuk kız doğacaktır, yok eğer döllenme esnasında Y geni baskın durumdaysa çocuk erkek doğacak demektir. Nitekim anne karnında doğacak olan çocuk şayet erkekse cinsiyet organları daha altı haftalık ceninken bile teşekkül etmeye başlayıp küçücük bir kabartı şeklinde kendini belli edecektir. Hatta ultrasonda cinsiyet yönünden erkek bebeğin olduğuna dair ilk işaret belirgin çıkıntı şeklinde kendini gösterir bile. Hakeza kız çocuk ise üç çizgi şeklinde kendini gösterir. Ultrasonda ister minik kabartı ister üç çizgi şeklinde çocuğun cinsiyeti belirlene dursun, sonuçta her iki cins içinde geçerlilik arz eden husus yaklaşık beş aylık embriyolojik gelişim sürecinde cinsiyet taslağı tamamlanmış halde anne karnında bir zaman sonra diliminde dünyaya geleceğini muştuluyor olması çok önem arz edecek bir husustur. Öyle ki anne rahminde ki cenin beşinci ayına geldiğinde cinsiyet gelişimini tamamlamasıyla birlikte doğacak olan çocuğun erkek mi yoksa kız mı olacağı noktasında tüm tereddütlere mahal bırakmayacak şekilde kendi cinsiyetini muştulayıp dünyaya geleceğinin işaret fişeğini ateşler de. Ve bu hususta Yüce Allah (c.c) şöyle beyan buyurur da: “Allah bilir, rahimlerde ne varsa.” (Lokman 34), “Şimdi gördünüz mü rahimlerde döktüğünüz meniyi? Onu insan biçiminde siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz miyiz yaratan?” (Vakıa 58, 59).
Velhasıl-ı kelam, ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı üzere döllenme hadisesinin sıradan basit bir iş olmadığı, bilakis mucizevi bir hadise olduğu anlaşılmaktadır.
Vesselam.
https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön