ARIM BALIM PETEĞİM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

ARIM BALIM PETEĞİM

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

ARIM BALIM PETEĞİM
SELİM GÜRBÜZER
Bir an arı kovanına konuk olduğunuzu düşününüz, koloni içerisinde ana arı liderliğinde işçi arı ve erkek arı olmak üzere üç farklı karakterde arı böcekler olduğu görülecektir. Malumunuz Kraliçe arı, kovanı idare eden baş olmanın yansıra aynı zamanda yumurtlama görevi de üstlenmiş bir ana arıdır. Ve ana arının dakikada 2 yumurta yumurtladığı belirlenmiştir. Hele bu hesabı günlük hesaba döktüğümüzde günlük takriben 2500 adet yumurtayı yumurtladığı görülür.
Öyle anlaşılıyor ki arı ailesinin planlı ve dengeli bir şekilde üreyip çoğalması Kraliçe arının (ana arının) kendi isteği ve kontrolörlüğünde gerçekleşmektedir. Böylece Kraliçe arı dilerse dişi, dilerse erkek arı yumurtlayabiliyor. Nasıl mı? Bikere şunu unutmayalım ki Kraliçe arının vücut yapısında spermaların bulunduğu bir çanak vardır. Çanak aynı zamanda bir işaret niteliğinde bir göstergedir. Kraliçe arı yumurtlayıp eğer çanağı buruşturursa yumurtanın döllendiğine işaret teşkil edip bir süre sonra yumurtadan dişi çıkacağı anlamını taşır bu. Yok, eğer çanağı büzmezse yumurtanın döllenmediğinin anlamına gelip içerisinden erkek arı çıkacak demektir. Kelimenin tam anlamıyla erkek arılar dölsüz yumurtalardan meydana gelirken işçi arılarda döllü yumurtalardan meydana gelmekte. İlginçtir bu arada dünyaya gelen dişi arılardan hangisi önce doğarsa arı beyi (ana arı) önceliği hakkı ona tanınır. Hatta sadece Arı beyi hakkı tanınmakla kalınmaz bu arada ileride kendisine rakip olabilecek diğer kendi cinsiyetinden dişi arıları öldürme hakkı da tanınır. Anlaşılan, Yüce Allah (c.c) her bir arı kovanı için arıları idare edecek tek bir Kraliçe arı beyini baş tayin etmeyi murad etmiştir. Öyle ya, şayet bir arı kovanı topluluğunu idare edecek ikinci bir başkan daha çıkmış olsa, evliyaullahtan bir Allah dostunun da dile getirdiği “Bir kilime on derviş sığar ama iki padişah sığmaz” gerçekliliğinin arı toplulukların idaresi içinde geçerlilik arz eden hakikat payı olacaktır. Nitekim ilerisinde ikilik çıkmasın diye potansiyel lider konumunda olabilecek dişi arıların bir kısmı öldürülmek suretiyle arı topluluğunun bölünüp parçalanmasının önüne geçilmiş olunur da. Bu arada hazır liderlikten söz etmişken Peygamberimiz (s.a.v) bakın bu hususta ne buyuruyorlar: “Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarında birini başkan seçsinler” (Ebu Davud, Cihad 80). İşte hadis-i şerifin mana ve ruhundan da anlaşıldığı üzere birlik ve dirlik için başkanlık sistemi tüm canlı toplulukların kaosa sürüklenmemesi açısından ilaç gibi gelmektedir dersek yeridir. Hele bu ilaç her bir kolonide bal yapımına yönelik çalışan bir topluluksa tek bir kolonide tek bir Kraliçe arının başkanlık etmesi şarttır da.
Her neyse asıl mevzumuza döndüğümüzde oldu ya, arı kovanı nüfus bakımdan aşırı kalabalıklaştı (80-100 bin arası), bu durumda bal arılarının bazıları ister istemez Arı beyi (ana arı) başkanlığında yeni bir yuva kurmak için göç etmek zorunda kalacaktır. Zaten arı kolonilerinde kış mevsiminde sadece dişi arılar koloniyi mesken tutarken erkek arılarda ilkbaharda yeni sezonla birlikte görülerekten mesken tutmuş olurlar. Peki, bu arada koloniden göç etmeyip de yuvada kalan diğer arıların hal ve ahvalleri ne haldedir derseniz, onlarda malum Kraliçe olacak genç dişi arı beyini (kraliçe arı adayı) daha tahta oturtmadan önce ilerisinde başkanlığını hakkını verecek şekilde zifaf uçuşunun hazırlıklarına koyulacaklardır. Nitekim bu uğurda genç arı beyi peşine erkek arıları takıp (birbiri ardına dizip) gruplar halinde yükseklere doğru uçuş yapmaya koyulduklarında, icabında bu uçuşlar esnasında erkek arılardan telef olanlar çıkabileceği gibi adeta etten duvar olup da ayakta kalabilen babayiğit erkek arılarda çıkacaktır. Ta ki ayakta kalabilen bu erkek arıların çiftleşme esnasında cinsel organları ve barsakları kraliçe arının (arıbeyi) karnında asılı kala kalır ancak o zaman görevlerini yerine getirmenin gönül rahatlığıyla hayata veda etmiş olacaklardır. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, kendi arı neslinin devamına katkıda bulunma adına gerektiğinde canda feda edile biliniyormuş meğer. Onlar canlarını feda ede dursun bu arada dişi arı da malum bu durumdan istifadeyle yumurtlayacağının ilk işaretlerini vererekten yuvanın yeni kraliçesi olurken, zifaf uçuşunun akabinde bir şekilde hayatta kalmayı başaran erkek arılar ise Arı beyi eşliğinde evlerinin yolunu tutup yuvalarına dönmüş olurlar. Tabii yuvaya dönmek iyi hoşta, ancak yuvaya dönüş ortamı bir öncekinden çok farklı bir hal alacaktır. Öyle ki hayatta kalan erkek arılar dönüş sonrasında yuvalarında yeniden konakladıklarında bir köşede inzivaya çekilmiş konumda sanki hiçbir iş yapmayacakmışçasına asalakça bir hayat tarzı bir portre çizeceklerdir. Her ne olursa olsun biz yine de insafı elden bırakmayıp asalakça demek yerine daha temkinli bir dil kullanmakta fayda var. Dahası onların bu halleri ilk etapta bize asalakça bir hayat tarzı gibi gelse de aslında böylesi bir inzivaya çekiliş hali tedbir maksatlı bir uygulama olduğunu düşünmemiz icab eder. Öyle ya, hadi diyelim ki Kraliçe arı öldü, illa ki neslin devamı için atıl durumda kalan bu arıların hâlihazırda bir güç takviyesi olarak devreye sokulması an meselesi diyebiliriz. İşte biz bu gerçeği beşer idrakiyle sonradan fark etmiş olsak bile yine de yuva içerisinde onların bir köşeye çekilmiş halde oturduklarına tahammül edemeyen yuvanın aktif halde çalışan arıları meseleye bizim fark ettiğimiz şekliyle bakmayıp günü geldiğinde yeri geldiğinde tepelerine çöküp iğneleriyle öldürdükleri de bilinen bir gerçekliktir.
Hiç kuşkusuz petek arının evidir. Üstüne üstük öyle sıradan bir evde değildir, tam aksine kimi arıların çeneleri vasıtasıyla bal mumundan altıgen şeklinde ördükleri şahika eser petek evidir bu. Düşünsenize ellerinde herhangi bir ölçüm aleti olmadığı halde bir bakıyorsun tüm dünyanın mimarlarına taş çıkartırcasına bal mumu salgılayaraktan altıgen mimari görünümlü petek ev inşa edebiliyorlar. Dışarıdan baktığında işin içine sanırsın ki usta insan eli girmiştir buraya, oysa kazın ayağı hiçte öyle değil. Bu işin patentinin bizatihi arılara ait olduğu o kadar net kendini belli eder ki inşa ettikleri yuvaya dışarıdan su sızmasına yönelik her türlü önlemleri bile almayı ihmal etmediklerini görürüz. Derken önceden planlanmış böylesi ustaca yalıtımı sağlanan yuvanın izolasyonu sayesinde hem küf mantar üremesinin önüne geçilmiş olunur hem de yavrularının ölümüne meydan verilmemiş olunur. İşte arı gibi daha pek çok böceklerin gösterdikleri bu tip ustalık maharetleri sadece yuva yapımı veya ev inşaatı faaliyetleriyle sınırlı da değildir. Zira daha pek çok maharet gerektiren örneklerin tümüne baktığımızda kendileri küçücük böcek türü canlı varlıklar olmalarına rağmen büyüklere taş çıkartırcasına boyundan büyük işlere damga vurduklarını görürüz. Nitekim gerek ipek böceklerinin koza yapımında gösterdikleri maharetler gerekse arıların bal yapımında gösterdikleri maharetler bunun en bariz tipik örneklerini teşkil eder. İşte bu nedenledir ki ipek böceği ve arı gibi böcek türü hayvanların küçücük kalıbına bakaraktan sakın ola ki onları hafife almayalım, zira o küçücük kalıbın içerisinde envaı türlü maharetlerin varlığı gizlidir. Hem hafife alsak ne yazar, onlar bir şekilde eşrefi mahlûkat olarak yaratılmış tüm insanlığa kendi maharetlerini gösterircesine bir bakıyorsun altıgen prizma şeklinde inşa ettikleri peteğin her bölmesinin silindir şeklinde bir boşluk içerisinde son derece belli bir hesaba dayalı geometrik seçimin göstergesi diyebileceğimiz mükemmel şahika bir eser ortaya koyabiliyorlar. Gerçekten de işi hafife almayıp işin üzerine ciddiyetle eğildiğimizde neden bir başka geometrik şahika eser şeklinde değilde illa altıgen tercih nedenidir diye düşündüğümüzde, belli ki çok sayıda bölmelerin oluşumu için kendilerine alan açmak ancak böylesi bir altıgen tarzı tasarımla mümkün olabileceği gerçeği ile yüzleşmiş oluruz. Keza ancak böylesi bir tasarımla en az yer kaybına müsait bir ortamın oluşabileceğini idrak etmiş oluruz. Dolayısıyla arı gibi küçücük böcekleri hafife almak yerine ortaya koydukları şahika eserlerine bakaraktan ders almak daha aklı başında bir tutum olacaktır. Kaldı ki Yüce Allah (c.c) birçok Kur’an ayetlerinde beyan buyurduğu veçhiyle kullarından yerde ve gökte yarattığı küçük büyük her ne varsa tüm canlı cansız varlıklar üzerinde düşünüp ibret almamızı dilemektedir. Gerçekten de bu manada Yüce Allah (c.c) yaratılan varlıklar arasında arıları barınacakları donanım ve bal yapma kabiliyeti bakımdan yaratmakla hem biz aciz kullarının ufkunda kovan içerisinde nasıl bir geometrik işlemler yapıldığı hususunda düşünmeye sevk etmekte hem de yaratılış örneklerine tefekkür gözüyle baktığımızda yaratılış gayemize de ilham olmakta. Tabii bu arada unutmayalım ki ibretlik dersler çıkarmamız gereken hususlarda işi sadece bal mumuyla yuvalarını yapan arılarla sınırlı tutmamalı, malum ayağından bulundurduğu bal mumuyla yuvalarını yapan arılardan başka bize tabiatta ilham kaynağı ve örneklik teşkil edecek daha nice imar ustası arıların inşa faaliyetlerinden alacağımız ibretlik derslerde var elbet. Öyle ki tabiat şartlarında ağaç ve taş kovuklarını yuva olarak kullanan yabanı arılar da olduğu gibi mekânlarını kum ve çamurdan inşa eden “tek taşlı” arıları da bu kapsamda düşünmemiz gerekir. Nitekim bu tür maharet sahibi özellikleri haiz yabani arılar yuvalarını ahşap liflerinden kurmakla kâğıt yapımının bitki liflerinden imal edileceği noktasında insanlığa ufuk açıp rehber olmuşlar bile. Öyle ki bu noktada Jacob Christian Schaffer, yaptığı deneysel çalışmalara dayanak olarak gösterdiği yabani arıları ilk kâğıt üreten firmalar olarak tanımlamaktan kendini alamaz da. Merak bu ya, o sırasıyla;
-Önce arıların barınaklarında elde ettiği hamur kıvamı ham maddeleri ve arpa samanını parçalara ayırır,
-Akabinde hazır hale getirdiği saman hamurunu paçavra hamuruyla karıştıraraktan elde ettiği mamulleri su ile kaynatır,
-En nihayetinde kaynattığı mamulleri tokmak darbeleriyle kireç sütü içerisinde birkaç saat bekletip liflere ayırmak suretiyle kâğıt üretiminde kullanılabileceğinin mucitliğini cümle âleme göstermiş olur.
Tabii arıların ilham kaynağı oldukları maharetler bitmedi, dahası var elbet. Öyle ki; bir bakıyorsun bu söz konusu arılar kendilerine özgü özel ses sistemi donanımıyla donatılmaları sayesinde kovanını çok rahatlıkla bulma maharetini sergileyebiliyorlar. Böylece bütün gün çiçeklerden topladığı nektarları işleyerek insanlığa hem gıda ikram etmiş olurlar, hem de şifa kaynağı olurlar. Üstüne üstük tüm bu uğraşılar sadece kendi istifadeleri için değildir, üretilen balın yüzde biri bile tek bir arı için fazla gelebiliyor, geriye kalanı malum hem beslenmek hem de insanlığa şifa olsun babından bizlere sunulmuş olur. Bu yüzden tüm âlemi yoktan yaratan Yüce Allah'a ne kadar şükretsek azdır. Nasıl şükretmeyim ki, baksanıza Allah-u Teâlâ kimi arılara çiçekler üzerine konup nektarlarından faydalansın diye karnındaki iki mideden birini özel bir enzimle nektarı karıştıracak ve bal imal üretecek şekilde yaratmıştır. Hiç şüphe yoktur ki arıya bal üretme ilhamını kodlayanda Yüce Rabbimizdir. Hele bir bal arısı düşünün ki kendisine hiçbir şey öğreten olmadığı halde ağaç ağaç, yaprak yaprak, çiçek çiçek dolaşıp şifa kaynağı bal üretim işine koyulabiliyor. Malumunuz nektar toplama görevini üstlenen arılar mesai sonrası zerre miskal hiç yolunu şaşırmaksızın yuvalarına kazasız belasız dönüş yapabildikleri gibi topladıkları nektarı kovanın içinde çalışan arıya nakledebilmekteler de. Petek görevlisi arı da gelen bu emaneti bal mumundan yapılmış peteğe aktarır, derken bal mumu petek dolana kadar bu döngü devam edip dururda. Tabii bunlar olması gereken faaliyetlerdir. Asıl bize bundan daha ilginç gelen husus arıların bilhassa mesai sonrasında kendilerini yolda haramilere kaptırmadan kovanlarını bulmakta son derece mahir kervan yolcusu olma özellikleridir. Doğrusu araştırmacılar bu noktada arıların gidiş ve dönüşlerinde yollarını şaşırmaksızın gün boyu önüne çıkan her bir cismi pusulasız bir şekilde çok rahatlıkla tespit edebilme kabiliyetlerini polarize ışık yardımıyla gözlerindeki yeşil alıcı hücrelerle algılamalarına bağlayarak yorumlarlar. Arılarda bir diğer dikkat çeken ayırıcı özellik ise dünyada ne kadar sayıda arı topluluğu varsa hepsinin de aynı ortak dille iletişim kuruyor olmalarıdır. İşte bu noktada kullanılan bu ortak dilin adına vızıltı dili dersek yeridir. İyi ki de her bir kafadan ayrı ayrı ses çıkmıyor, aksi halde ortada çok büyük karmaşıklık bir durum söz konusu olacaktı. Hiç kuşkusuz aynı ortak vızıltı sesiyle tabiatta seyri âlem eylemek kendi aralarında ki iletişimde çok büyük kolaylıkları beraberinde getirmesi sayesinde vuku bulmakta. Hem nasıl ki dünyada dilleri ve renkleri ayrı olan Müslümanların minarelerde okunan ezanı kendi ana dillerinde değil de orijinal dilinde okunduğunda aynı ortak dilde buluşturup namaz için hiçbir sıkıntı çekmeksizin ortak iletişim parolası olmaya yetiyorsa, aynı şekilde arılarda da vızıltı dili ortak iletişim parolası olmaya ziyadesiyle yeter artar da. Zaten biz bu gerçeği söylesek de söylemesek de arıların hemen hepsi tek bir dil çatısı altında yekvücut olup çoktan birbirleriyle anlaşabileceği dünya ölçeğinde ortak arı diline dayalı birliktelik oluşturmuşlar bile. Derken bu ortak dil birlikteliği sayesinde kovanın girişinde adeta elçilik görevi yapan ya da nöbet tutan bir bekçi arı kovanının başında giriş ve çıkışlarda güvenli bir şekilde aynı ortak dili kullanaraktan vazifesini çok rahatlıkla yürütüyor durumda olabiliyor. İşte aynı ortak dili kullanmak avantajı bu ya, bir bakıyorsun herhangi bir tehlike anında arının tek bir vızıltı sesi çıkarmasıyla birlikte kovandaki diğer arı arkadaşlarını kendilerini savunmak için acil eylem planına geçiş yapabiliyorlar da. Hatta arıların günün ilk ışık saatlerinde bir bakıyorsun çalışma esnasında vızıldamaların tonunu daha da artırdıklarını görmekteyiz. Bu arada unutmayalım ki arılar sadece peteklere bal yapmaz, buna ağaç kavukları, kayalıkların içi ve kuytu yerlerde dâhildir. Öyle ki bal yapmadan önce yuvanın her yerini polen, yani bal mumuyla sıvamayı da ihmal etmezler. Böylece bu arada sıvacılıkta da mahir olduklarını yaptıkları sıva yalıtımının gayet korunaklı bir şekilde ortaya koydukları izolasyon işlemlerinden de anlamış oluruz.
Evet, kulluk bilincinde olan müminlerin sabah ezanıyla yeni bir güne diriliş muştusu uyanışına geçmelerine vesile benzer bir hadiseyi her sabah görevli bir arının vızıldamasıyla koro halinde arıların işe koyuluşlarından da bu tip uyanışı görmek pekâlâ mümkün. Ki, kolonideki arılar arasındaki bu tip iletişim uyanışı arıların bizatihi kendi vücut dışına salgıladıkları feromon adı verilen kimyasal madde salgısıyla gerçekleşmektedir. Düşünsenize koro halinde yuvalarından rastgele çıkış olmadığı gibi bu sıradan bir yola koyuluşta değildir. Tam aksine daha önceden gideceklerin yerlerin bile yön tayininin bile tespiti yapılaraktan yuvadan çıkış ve yola koyuluş planlamasının ta kendisi bir koyuluştur bu. Peki ya dönüş planı? Hiç kuşkusuz gidişleri gibi dönüşleri de muhteşem planlamayla gerçekleşen bir dönüş projesi olur. Derken mesai sonrasında her bir arı görevlerini yerine getirmenin huzuruyla evin yolunu tutup yuvalarına döndüklerinde ilk iş kovandaki arkadaşlarına gittiklerin yerlerin adeta topoğrafık çalışmalarında edindiği bilgilerden tutunda çiçek çiçek topladıkları nektarların cinsine varana kadar hemen her bilgi paylaşımını vızıltı sesleri eşliğinde bir rapor halinde sunmak olur. İşte bu bilgi paylaşımı sayesinde nöbeti devr alan diğer arılarda ertesi günü vızıldayaraktan yola koyulduklarında tarif edilen yerlere uçuşmuş olurlar. Tabiî ki arıların planlı ve programlı bir şekilde ortaya koydukları sadece nektar toplamak ya da bal yapmaktan ibaret faaliyetlerle sınırlı değil, çok daha nice sırlarına vakıf olamadığımız ve daha nice bilmediğimiz programlı faaliyetleri de vardır elbet. Her ne kadar arı ve bal mucizesinin sırrı tam olarak çözülmüş olsa da sonuçta hani halk arasında “Aslan yattığı yerden belli olur” şeklinde sıkça dillendirdiğimiz atasözümüz, tamda bu noktada arıların daha ne gibi faaliyetlerde bulunabileceklerinin ipuçlarını akıllara düşürmeye ziyadesiyle yeter artar da. Nitekim arıların kendi çabalarıyla yaptıkları mekânları en ufak hata payı bile bulamayacağımız bir şekilde, yani mesken tutacakları yuvalarını geometri kurallara en uygun bir şekilde inşa etmeleri gerçekten de “aslan yattığı yerden belli olur” atasözünün tam da en bariz göstergedir. Hele birde bu göstergenin haricinde arıların inşa ettikleri peteklere trene bakar gibi bakmak şekliyle değil de araştırmacı gözüyle bakmaya çalıştığımızda sırlarına vakıf olmanın ötesinde büyük bir gıptayla hayretler içerisinde adeta kendimizden geçip kala kalacağımız muhakkak. Örnek mi? Mesela en basitinden işçi arıların bir durumuna bakıyorsun çiftleşme kapasitesi olan arıların peteklerinde rahatlıkla üremeleri için inşaat mühendislerine taş çıkartacak derecede değişik boyutlarda odacıklar inşa etmekte son derece hüner sahibi oldukları gözlerden kaçmaz da. Düşünsenize daha doğmamış işçi arılar için küçük odacıklar, erkek arılar içinde büyük odacıklar inşa etmeyi ihmal etmeyecek kadar işin erbabı oldukları her hallerinden kendini belli ederde zaten. Kelimenin tam anlamıyla “daha doğmamış bebeğe don biçmek” tarzında diyebileceğimiz bir ön görünün ve titizliğin neticesinde ortaya çıkan bir inşa faaliyetinin adı bir mucizedir bu.
Peki, bu titizlik sadece doğacak olan arılara özgü bir hassasiyet mi? Hiç kuşkusuz bu hassasiyet kendilerini ve yuvayı idare edecek olan Kraliçe arı için daha üst doruktadır. Bikere adı üzerinde arı beyi (Kraliçe arı), elbette ki yuvanın idaresini üstlenecek olan Kraliçe arı için hem ona hassaten özene bezene oda inşa edilmesini gerektirir hem de dişi larvalar içerisinden seçilecek olan kraliçe arının önemine binaen dişi arıların bakımlarının da tükürük bezlerince salgılanan arı sütünden beslenmelerini.
İşte arıların böylesi bir titizlik içerisinde adeta imece usulü tüm hazırlıkların garantici bir tutum içerisine girerekten işlerini hal yoluna koymaları mucizevi kayda değer bir hadisedir. Ki, işlerini hal yoluna koymaya mecburlar da. Çünkü arı sütüyle beslenen dişi larvalardan (yavruların) bir kısmının ilerisinde arı beyi olma ihtimali vardır. Öyle ya, madem bu ihtimal göz ardı edilemeyecek derecede hassasiyet gerektiriyor, o halde bu durumda dişi larvaların özel muameleye tabi tutularaktan arı sütüyle beslenmeleri son derece gayet tabii bir tutumdur. Nitekim bu bilinç doğrultusunda Kraliçe arı için şanına layık çok odanın inşasında en ufak ihmalkârlığa yer verilmez de. Böylece arıların annesi olarak seçilip yetişmiş olan Kraliçe arı da kendisine gösterilen bu ihtimam karşısında bir yandan döllenmemiş yumurtalarını erkek arılar için ayrılan odaya (petek gözüne) bırakırken diğer yandan da döllenmiş yumurtaları doğacak olan işçi arılar ve müstakbel kraliçe adaylar için ayrılmış odalara bırakaraktan sorumluluğunu gereğini yerine getirmiş olur.
Aslında arıların imece usulü çalışaraktan ortaya koydukları ilerisine yönelik hazırlıklı olunuz türünden yaptıkları inşa faaliyetlerinden çıkarmamız gereken ders şudur ki, biz aciz kullarında yaratılış gayemiz doğrultusunda hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışacak bir şekilde her an hazırlıklı olmamız gerektiğidir. Hem nasıl hazırlıklı olmayalım ki? Baksanıza arılar küçücük ten kafes içerisinde Yüce Allah’ın kendilerine yüklediği yaradılış kodları doğrultusunda dağ taş bayır ova demeden cansiperane bir şekilde vazifelerini yerine getirirken, bizim haydi haydi cümle mahlûkat içerisinde eşrefi mahlûkat ilan edilmiş kullar olarak daha çok çalışıp yaratılış gayemizin gereğini yerine getirmemiz icab eder. Nitekim bu manada Kur’an’da geçen arı ve bal mucizesi biz aciz kullara örnek gösterilerekten kulluk vazifemizi “fikir, zikir ve şükür” üçlü sacayağı üzerine inşa etmemiz gerektiğinin doğrudan mesajı verilir de. Madem öyle, verilen bu mesajdan hareketle arı olup vızıldayalım ki biiznillah “fikir, zikir ve şükür” balı gönlümüze ve ruhumuza sirayet etmiş olsun.
Bakınız, Allah Teâlâ “Rabbin bal arısına: dağlardan, ağaçlardan ve hazırlanmış kovanlardan yuva edin, sonra her çeşit üründen(meyve ve çiçek) ye, sonrada Rabbinin işlemesi için gösterdiği yollardan yürü diye öğretti(ilham etti). Karınlarından insanlara şifa olan çeşitli renklerde bal (şerbet) çıkar. İşte bunda da düşünenler için ibret vardır” (Nahl 68–69) diye beyan buyurmakla balın esrarını gözler önüne seriyor. Ayet-i celilenin mana ve ruhundan anlaşılan o ki; bal hem besin, hem de doğal bir ilaç deposudur. Bal o kadar şifa kaynağıdır ki arılar dışkılarını bile baldan uzak alanlarda yapmaktalar.
Bal aynı zamanda şekerler bakımdan %79 kadarı zengin besin kaynağı olup yüzde yirmiye yakın dilimlerini de madensel tuzlar, azotlu maddeler, B kompleksi vitaminler, C vitamini ve A vitamini gibi içerikler oluşturur. Zaten balın içeriği bu denli zengin maddeler içermesiydi adından asla şifa deposu olarak söz edilemezdi. Öyle ya, mesela iskorbüt hastalığına (C vitamini eksikliği) yakalanmış bir şahıs bir bakıyorsun şifa kaynağı bal sayesinde derdine deva bulabiliyor. Hakeza şifa kaynağı balı karabiberle karıştırıldığında kronik bahar nezlesine iyi geldiği bilinen bir gerçekliktir. Yine bir bakıyorsun ameliyat sonrası cerrahi yaraların kısa zamanda kapanmasında doğal merhem olabiliyor.
Bu arada arım balım peteğim gözüyle baktığımız arıya birde metafizik boyut bir gözle baktığımızda tıpkı bülbülün güle meftun olduğu gibi arının da çiçeğe meftun olduğunu görürüz. Nitekim her haliyle meftun hale bürünmüş canlılara şöyle bir bakıyorsun o meftunluk (gönül vermişlik) hali örümceğe ağ yaptırırken, ipek böceğine koza ördürmekte, arıya da bal yaptırmakta. Hele canlılar arasında bilhassa arılar vızıldayaraktan aşklarını ilan ede dursunlar, bizlerde bu arada arıların bu meftunluk ilanı aşkları karşısında;
“Arım balım peteğim
Gülüm dalım çiçeğim
Bilsem ki öleceğim
Yine seni seveceğim” nağmeleriyle candan tebrik edip tüm bu olan bitenlerden ders çıkararak aşkla şevkle madden ve manen çalışıp arı gibi vızıldamak gerekir.
Vesselam.

https://www.enpolitik.com/yazar/selim-g ... ose-yazisi
Resim
Cevapla

“İlim” sayfasına dön