DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Mesaj gönderen gullale »

Resim

ÂDEMoğLu;
MüKeRRem-HAYy-AZîz-ZeLîL,
NEFSini BiL!..=>RABB’ini BiL!.
====->HAKk TeÂLÂ HALİFEsi,
->ŞEy-t-ÂN’a OYUNcak DEĞiL!.

HAKk’ın HALİFEsi=->NÛR’da,
HİRA’da<=KELÂMı=>TÛR’da,
=>ULUHîYyet==>UBUDîYyet,
=>KUL’un HALİFEsi=>BURda!.


ZEVK 10.140

DOGARsın=>ANA KARNI'ndan==>ÇİLLEni HAYyata EKERsin,
GÂHi ZEHiR-ZıKKıM GÜNLer=>BÂZeN BALdan da ŞEKERsin,
GURBette YALNIZsan EğEr,
ÇİLLEsi=>BiN ÖMüR dEğEr,
=>YALNIZLıkta=>HAYVAN gİbİ=>ÇİLLEni YALNIZ ÇEKERsin!.


05.10.2021.. 05:10
brsbrsm...tktktrstkkmdedengedüzennn..


VEZiR de REZiL de==>İnsÂN,
İYİLik<=-=>KÖTÜLük Bir ÂN,
KULLuk>HAKkı-HAYRı Tercih,
ŞEHÂDEtidir====>YAŞANAN!.

ZÂT->SIFat->ESMâ->EŞYâsı,
KALB KAZANı<=>KAFA Tası,
KUL İHVÂNim->ÇİLLe ÇÖLü,
MaSALı MECNÛN<->LEYLâsı!.


Resim
ÂDEMoğLu;
MüKeRRem-HAYy-AZîz-ZeLîL.:


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “Yere göğe sığmadım, ancak bir mü’min'in gönlüne sığdım!.” buyurdu.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1985; Sadreddin Konyevi, 40 hadis, sy 82 vahdet Yayınl. İst)

يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---"Yekûlûne le in reca’nâ ile’l- medîneti le yuhricenne’l- eazzu min hel ezell (ezelle), ve lillâhi’l- izzetu ve li resûlihî ve li’l- mû’minîne ve lâkinne’l- munâfikîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Onlar.: “Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır!.” diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak ALLAH’ın, PEYGAMBERİ’nin ve MÜ’MİNLER’indir. Fakat münâfıklar (bunu) bilmezler." (Munâfikûn 63/8)

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Kulillâhumme mâlike’l- mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuİZZu men teşâu ve tuZİLLu men teşâ’(teşâu, bi yedike’l- hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in KADÎR (kadîrun).: De ki: "Mülkün Mâliki olan ALLAH'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini AZÎZ kılarsın ve dilediğini ZELÎL edersin. “Hayır” SEN’in elindedir. Muhakkak ki sen herşeye KÂDİRsin.” (Âl-i İmrân 3/26)

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
Resim---“Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh (se’eltumûhu), ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, inne’l- İNSÂNe le ZALÛMûn KEFFÂR (keffârun).: Ve O’ndan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer ALLAH'ın ni'metini saysanız onu sayamazsınız. Muhakkak insân, gerçekten çok ZÂLİM ve ÇOK NANKÖRdür (inkârcıdır).” (İbrahîm 14/34)

Resim

وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Resim---“Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnu’l- vârisûn (vârisûne).: Ve muhakkak ki; BİZ, sadece BİZ hayat veririz/(Dogum). Ve BİZ öldürürüz (ÖLüm). Ve vâris olanlar da BİZiz.” (Hicr 15/23)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---“Va’bud RABBeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakku’l- yakîne) kadar RABB’ine kuL oL!” (Hicr 15/99)


Resim

DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı.:

Halife kelimesi, h-l-f (halefe) kökünden türemiştir. Halefe, geride kaldı, sonradan geldi anlamındadır. Halife, selefin yerini alan, sonradan gelen (nesil), istihlâf edilen/ Kendi yerine başkasını tâyin edilen, birinin yerine bırakılan demektir. Aynı zamanda bu kelimenin kapsamı içinde vekâlet ve yöneticilik de vardır. Hilâfet, halife olmak, halifelik, reislik, başkanlık, birinin yerine geçmek, onun adına iş yapmak ve onu temsil etmek anlamına gelir..

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den sonra, Ona halef olarak mü'minlere emîr olmak üzere seçilen..
Bey'at sonucu mü'minler adına tasarruf yetkisine sahip olan ve ahkâmın tatbikini sağlayan kimseye halife denir..

(Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s. 105-106.)

Halife’nin çoğulu halâif ve hulefâ’dır. İstihlâf ise, birini halife (temsilci/ardçı) kılmak anlamındadır. h-l-f (halefe) kökünden türeyen kelimeler KUR'ÂN-ı KERÎM'de çokça (127 âyette) geçer. Ama konumuzla direkt ilgili olarak “halife" kelimesi KUR'ÂN-ı KERÎM'de 2 âyette (Bakara 2/30 ve Sâd 38/26), halife'nin çoğulu halâif 4 âyette (En'âm 6/165; Yûnus 10/14, 73; Fâtır 35/39), Hulefâ kelimesi de 3 âyette (A'râf 7/69, 74; Neml 27/62) geçer. İstihlâf kelimesi ise KUR'ÂN-ı KERÎM'de 4 âyette (En'âm 6/133; 7/A'râf 7/129; Hûd 11/57; Nûr 24/55) zikredilir. Yine konuyla dolaylı ilgili half kelimesinin de 2 âyette (A'râf, 7/169; Meryem 19/59) geçtiği görülmektedir.


KUR'ÂN-ı KERÎM'de HALİFE KAVRAMI.:

HaLife-HaLâif-HuLefâ-İstihLâf-HaLf..

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve RABBin meleklere: “Muhakkak ki BEN yeryüzünde bir HALİFE kılacağım.” demişti. (Melekler de).: “Orada fesad çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz SENi, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (RABBin de).: “Muhakkak ki BEN, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve sizi yeryüzünün HALİFEleri yapan, size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne yükselten O'dur. Muhakkak ki; senin RABBin, cezâsı çabuk olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka GAFÛR'dur (mağfiret edendir), RAHÎM (rahmet nuru gönderen)'dir.” (En'âm (6/165)

أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَاذكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---“Ve sizi uyarması için sizden (içinizden) bir adama RABBinizden bir zikir gelmesine mi şaşırdınız? Nûh Kavminden sonra sizi HALİFEler kıldığını (onların yerine sizi getirdiğini) ve yaratılışta sizin gücünüzü arttırdığını (bedeninizi büyük ve kuvvetli yarattığını) hatırlayın. Artık ALLAH'ın üzerinizdekilerini (ni'metlerini) zikredin ki; böylece kurtuluşa erersiniz.” (A'râf 7/69)

وَاذْكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ وَلاَ تَعْثَوْا فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Resim---“Ve Ad (kavmin)den sonra, sizi HALİFEler kıldığını (onların yerine sizleri getirdiğini) hatırlayın. Ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Onun ovalarında saraylar ediniyorsunuz ve dağlarda evler oyuyorsunuz. Artık ALLAH'ın ni'metlerini hatırlayın, yeryüzünde müfsidler (fesad çıkaranlar) olarak bozgunculuk yapmayın.” (A'râf 7/74)

قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Şöyle dediler: “Sen, bize gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi, (Musâ aleyhisselâm da) dedi ki: “Umulur ki; RABBiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder) ve yeryüzünde sizleri HALİFEler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece nasıl amel edeceğinize (davranacağınıza) bakar.” (A'râf 7/129)

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde HALİFEler kıldık.” (Yûnus 10/14)

فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
Resim---“Fakat onu yalanladılar. Sonra BİZ, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları, HALİFEler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.” (Yûnus 10/73)

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
Resim---“Eğer hâlâ dönerseniz (yüz çevirirseniz) böylece ben, bana gönderileni (vahyi, kitabı); onu size tebliğ etmiş oldum. Ve RABBim, sizden başka bir kavmi SİZİN YERİNİZE GETİRİR (HALİFE KILAR). Ve siz, ona (hiç) bir şeyle zarar veremezsiniz. Muhakkak ki benim RABBim, herşeyi muhafaza edendir (en iyi koruyan).” (Hûd 11/57)

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
Resim---“Bundan sonra onların ARKASINDAN GELEN NESİL, namazı ihmal (zâyi) ettiler. Ve şehvetlere (nefsin arzularına) tâbî oldular. Artık yakında gayy (cehennemde en alt bölüm) ile karşılaşacaklar.” (Meryem 19/59)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---“Yoksa darda kalan kişi, ona duâ ettiği zaman icâbet eden, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzünde HALİFEler kılan mı? ALLAH ile beraber bir (başka) ilâh mı? Ne kadar az tezekkür ediyorsunuz?” (Neml 27/62)

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا
Resim---“Sizi yeryüzünde HALİFEler kılan O'dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, RABB'lerinin huzurunda, gazâbdan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyândan) başka bir şey artırmaz.” (Fâtır 35/39)
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Mesaj gönderen gullale »

Resim

KUR'ÂN-ı KERÎM’de HALİFE KAVRAMı.:

Kur'ÂN-ı Kerîmde, “Halife” kelimesiyle, nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir.
Nûh aleyhisselâm ve Kavmi için de şöyle buyrulur.:


فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
Resim---“Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fî’l- fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetu’l- munzerîn (munzerîne).: Fakat onu yalanladılar. Sonra Biz, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları, halifeler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.” (Yûnus 10/73)

Bu âyetlerde "halife" kelimesi, sözlük anlamı olan; başkasının yürüttüğü bir işi, ondan sonra yüklenip yürüten anlamındadır. Ancak devralınan iş, hâkimiyetle ilgili bir iştir.
Nitekim Âdem aleyhisselâm için "halife" kelimesinin kullanıldığı âyetten hemen önceki âyette: "ALLAH, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı." buyurulmaktadır.


هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O (ALLAH) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, ALÎM'dir (herşeyi en iyi bilendir).” (Bakara 2/ 29)

Demek ki Âdem aleyhisselâm'ın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir..
(Mecmuatu Fetâvâ, İbn Teymiyye, 35/42-46.)

Kur’ÂN’da ya yalın veya “arzda halife” terkibi halinde geçen halife kelimesini bu bütünlükte değerlendirdiğimizde, insanlar yeryüzünde ömür süren, orayı imar ve ıslah eden, orada iskân eden yeryüzü halifeleri anlamında kullanıldığı anlaşılır; onlar birbiri ardından gelen nesillerdir.:


وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve huvellezî cealekum halâifelardı ve refea ba’dakum fevka ba’dın derecâtin li yebluvekum fî mâ âtâkum, inne RABBeke serîu’l- ikâbi ve innehu le GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne yükselten O'dur. Muhakkak ki; senin RABBin, cezası çabuk olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka GAFÛR'dur (mağfiret edendir), RAHÎM (rahmet nuru gönderen)'dir.” (En’âm 6/165)

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“ Summe cealnâkum halâife fî’l- ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn (ta’melûne).: Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde HALİFEler kıldık.” (Yûnus 10/14)

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
Resim---“Fe halefe min ba’dihim halfun edâu’s- salâte vettebeû’ş- şehevâti fe sevfe yelkavne gayyâ (gayyen).: Sonra arkalarından bozuk bir güruh halef oldu/arkasından geldi, namazı zayi' ettiler ve şehvetleri ardına düştüler, bunlar da «Gayya» yı boylıyacaklar” (Meryem 19/59)

وَلَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَا مِنكُم مَّلَائِكَةً فِي الْأَرْضِ يَخْلُفُونَ
Resim---“Ve lev neşâu le cealnâ minkum melâiketen fî’l- ardı yahlufûn (yahlufûne).: Eğer biz dileseydik mutlaka sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler kılardık (yaratırdık).” (Zuhruf 43/60)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in KULu=>HALİFEtuLLAH-ALLAH’ın HALİFESİ OLUR MU?.:

ALLAH'ın bir Halifesi olamaz. Nitekim Ebu Bekir radiyallahu anhu'e.: "Ey ALLAH'ın Halifesi!" denildiğinde.: "Ben ALLAH'ın Halifesi değilim; ben ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Halifesiyim ve bu bana yeter." Demiştir.

(Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/10-11)

Âyetteki "halife" kelimesiyle nesil nesil birbirini takip edecek ve nesillerden her birinin diğerine halef olacağı bir canlı türü kastedilmiştir. Bu görüş, aynı zamanda İbn Kesir (1/99),Taberî (1/200), Maturidî gibi nice âlimlerin kabul ettiği bir yorumdur..

Oysa ALLAH’ın temsil edilebilir bir varlık olarak algılanması, İsâ aleyhisselâm’ı enkarne olmuş (et giymiş -Allah’ın oğlu-) biçimi olarak gören Hıristiyanlara ait bir düşünce idi. İslâm’ı istismâr ederek, İslâm’ın öngörmediği usullerle işbaşına geçen zâlim yöneticiler, İslâm’ı kullanarak dini siyasete âlet etmek için “ALLAH’ın Halifesi”, “ALLAH’ın yeryüzündeki gölgesi” vasıflarını kendileri için uygun bir ünvan olarak gördüler. Kötülük ve adaletsizliklerini örtbas etmek için kendilerine tanrısal bir statü vermeleri, müstekbirlerin geleneksel tavrı olsa gerek.
Bunlar, ilâhî tâyinle iktidar oldukları iddiasını sürekli tekrarlamışlardır. Firavunlar, zaman zaman kendilerini tanrının oğlu (Ra tanrısının, güneşin oğlu), hatta zaman zaman da tanrının kendisi olarak sunarlar.
Japon imparatorlarına yirminci asra kadar hâlâ “güneşin oğlu” deniliyordu. İnsan, tarih boyunca, ilâhî adalete aykırı olarak, hak etmediği vasıflara sahip çıkmaktadır. Bu olumsuz tavrı gösterenler arasında, vahye muhatap olmuş ama onun kadrini kıymetini bilememiş ve tahrif etmiş yahudi ve hıristiyanlar, ümmî Kureyşliler de vardı.

Yahudi ve hıristiyanlar: “Biz ALLAH’ın oğulları ve sevgilileriyiz.”


وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاء اللّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh(ehıbbâuhu) kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr(masîru).: Ve, Yahudiler ve Hristiyanlar; “Biz Allah'ın oğulları ve O'nun sevdikleriyiz.” dediler. De ki; “O halde niçin Allah size günahlarınızdan dolayı azap ediyor?” Hayır, siz O'nun yarattıklarından bir beşersiniz (insansınız), O, dilediğini mağfiret eder, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Ve varış O'nadır (ulaşılacak makam O'nun Zat'ıdır).” (Mâide 5/18)

Sözü ile ALLAH tarafından seçilmiş ırk görüşünü savunurlar. Fil olayının sonucunu kendi üstünlüklerine yoran Kureyşliler de, kendilerinin Mescid-i Haram’a daha lâyık olduklarını ileri sürerek (Enfâl 8/34) hak etmedikleri bir imtiyazla (Tevbe 9/19) bütün kabilelerin Kureyş’e ta’zimini sağlamaya çalışmışlardır..


وَمَا لَهُمْ أَلاَّ يُعَذِّبَهُمُ اللّهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُواْ أَوْلِيَاءهُ إِنْ أَوْلِيَآؤُهُ إِلاَّ الْمُتَّقُونَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve mâ lehum ellâ yuazzibehumullâhu ve hum yasuddûne anil mescidil harâmi ve mâ kânû evliyâehu, in evliyâuhû illâl muttakûne ve lâkinne ekserehum lâ ya'lemûn(ya'lemûne).: Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve lâyık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azablandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları yalnızca korkup sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.” (Enfâl 8/34)

أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---“E cealtum sikâyetel hâcci ve ımâratel mescidil harâmi ke men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve câhede fî sebilillâh(sebilillâhi), lâ yestevûne indallâh(indallâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).: Siz hac edenlere su verilmesini, Mescid-i Haram'ın imar edilmesini, Allah'a ve yevm'il âhire îmân eden ve Allah yolunda cihad eden kimse gibi (onunla bir) mi tuttunuz? (Onlar) Allah katında müsavi (eşit) değildir. Ve Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/19)
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Mesaj gönderen gullale »

Resim

Görüldüğü gibi ZULÜM İKTİDARLARI kendi meşruiyetlerini garanti altına almak için insan fıtratında vazgeçilmez bir olgu olarak yer alan ALLAH'a inanma eğilimini kullanarak ALLAH adına hareket ettikleri iddiâsıyla, mazlumları etki ve yetki altına almaya çalışmışlardır. Cahilî Zihniyet, kendi iddiâlarına göre risâletten önce ALLAH’ın yakınlarıdır (Enfâl 8/34; Tevbe 9/19)

Risâletten sonra Emevîler döneminde ise "ALLAH’ın Halifesi"dir. İslâm Düşüncesinin değişime uğradığı tarihin daha geç dönemlerinde ise “ZıLLuLLAH”tır; yâni “ALLAH’ın gölgesi”..
Artık Sultan’ın yaptığı zulümden vazgeçmesi isteniyorsa o zaman yapılacak tek şey vardır: Oturup DUÂ etmek! Çünkü her haliyle yeryüzünde ALLAH’ın Gölgesi olan Sultan’a isyan en büyük günahtır(!?!!.)

Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in kabul etmediği ALLAH’ın Halifeliği sıfatına, zulümlerine meşrûluk vermek için zâlim yöneticiler can simidi gibi sarılıyorlar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem için Kur'ÂN-ı Kerîm, ısrarla “KuL” vasfını verdiği, “ALLAH’ın Halifesi” gibi ifâdeler O’nun için bile söylenmediği halde, Emevîlerden itibaren Sözde Halifeler için: “Rasûlullah’ın Halifesi, Mü’minlerin Emîri, Müslümanların Halifesi” gibi sıfatlar yeterli gelmiyor, cılız kabul ediliyordu. “ALLAH’ın yeryüzündeki temsilcileri” ilan edilen bu müstağni liderler, “ALLAH’ın KuLLuğu”na değil, “VekiLLiği”ne soyunuyor.
Ortaya koydukları siyasete/pratiğe göre de dini yorumlayıp zulümlerine kılıf geçiriyorlar. Böylece dokunulmazlıkları olan küçük yeryüzü ilâhlıkları, rahatlıkla SÖMÜRÜ DÜZENLERİni devam ettirecek; ama asla eleştirilemeyeceklerdir. Çünkü Sultaları/ Baskı, otoriteleri=> ALLAH’ın takdiridir(!.) Cebr ve İrcâ Akidesi imdadlarına yetişir..

(ALLAH’ın Halifeleri miyiz?. F. Zülaloğlu, Haksöz, Aralık 92, s. 16-17)

Resim CEBRİYe AKİDEsi.:
İnsanlara ait İhtiyarî Fiillerin=>İlâhî İrade ve Kudretin zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunan grupların ortak adı..

Kaynaklarda CEBRİYYE’ye atfedilen görüşleri iki noktada toplamak mümkündür.:
1-) KAZÂ ve KADER.: Kur’ÂN-ı Kerîm’de her şeyin yaratılmadan önce ALLAH’ın ezelî ilim ve iradesine göre bir kitapta (levh-i mahfûz) yazıldığı ve böylece kaderin tayin edildiği, ALLAH’ın dilediği kullarını hidâyete erdirdiği, dilediklerini dalâlete sevkedip doğru yolu bulmalarına engel olduğu, kâfirlere azâb etmeyi murad edip onların kalblerini imandan çevirdiği, mülkünde dilediğini yaptığı ve bundan sorumlu tutulamayacağı ve nihayet her şeyin ALLAH tarafından yaratıldığı bildirilmektedir..
(ilgili âyetler için bk. Ahmed b. Muhammed er-Râzî, s. 17-34).
Şu halde kulların İman-İnkâr, Hidâyet-Dalâlet, İtaat-İsyan cinsinden yaptığı bütün fiilleri dileyen ALLAH’tır. İnsanları her taraftan kuşatan Kader Çizgisinin dışına çıkmak mümkün olmadığından onların bütün fiilleri kaderin bir sonucu olup ALLAH’ın İlim ve İrade Sıfatlarına bağlıdır. Aksi takdirde O’nun her şeyi bilmediğini ve mülkünde irade etmediği birtakım fiillerin meydana geldiğini söylemek gerekir ki bu Ulûhiyyet Makamı için düşünülemeyecek bir eksiklik ve âcizliktir. Şu halde âlemde vuku’ bulan iyi ve kötü bütün fiillerin, olayların ALLAH’ın dilemesiyle gerçekleştiğine inanmak gerekir. Buna bağlı olarak ALLAH’ın kullarına güç yetiremeyecekleri sorumluluklar yüklemesi de mümkündür. Nitekim iman etme imkânı bulunmayan kâfirleri sorumlu tutmuştur.

2-) KULLARIN FİİLLERİ.: Kur'ÂN-ı Kerîm’de ALLAH’ın her şeyin yaratıcısı olduğu bildirildiğine göre (meselâ bk. el-En‘âm 6/102; er-Ra‘d 13/16) kullara ait fiillerin de ALLAH tarafından yaratılmış olması icâb eder. İnsanlara ait fiillerin kendileri tarafından yaratıldığını iddia etmek bir anlamda yaratıcılıkta O’na ortak tanımak demektir. Müstakil olarak fiil yapma imkânından yoksun olan insanların hür oldukları söylenemez. Kul vasıtasıyla meydana gelen kötü fiilleri yaratmak ALLAH’a nisbetle güzel, kula nisbetle çirkindir..

ResimMÜRCİe-İRCÂ AKİDEsi.:
İslâm’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkıp ılımlı ve uzlaşmacı fikirleriyle tanınan itikadî ve siyasî fırka..
GÖRÜŞLERİ.: İtikadî, siyasî, fıkhî ve tasavvufî konularda pek çok görüş ileri süren Mürcie daha çok iman nazariyeleriyle dikkat çekmiştir. Kaynaklarda onlardan bahsedilirken daima bu İman Nazariyeleri üzerinde durulmuştur. İman hususunda Havâric ve Ehl-i Hadîs karşısında yer alan Mürcie diğer konularda kendi aralarında ayrılığa düşmüştür.

1-) İtikadî Görüşleri.: Mürcie’nin imanın târifiyle ilgili fikirlerini üçe ayırmak mümkündür.:
a-) Birincisine göre iman kalbte gerçekleşen mârifet veya tasdiktir. Mürcie’yi etkilediği kabul edilen Cehm b. Safvân ve taraftarlarına göre iman yalnızca ALLAH’ı, peygamberlerini ve O’ndan gelen her şeyi bilmektir, mârifet dışındaki şeyler iman değildir. Küfür ise ALLAH’ı bilmemektir. İman ve küfrün her ikisi sadece kalbte bulunur.. (Eş‘arî, s. 132; Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, s. 149).
Bazı Mürciîler, imanı sözlükteki anlamını esas alarak sırf “tasdik” şeklinde tanımlamıştır. Buna göre kalb ve dil ile tasdik gerçekleşmemişse iman da yoktur. Bişr b. Gıyâs el-Merîsî ve taraftarları bu fikri benimsemiştir.. (Eş‘arî, s. 140).
b-) İkinci görüşte iman.: “ALLAH’ı ve O’ndan gelen her şeyi toptan kalb ile tasdik, dil ile ikrar etme” şeklinde tanımlanır. Bu tanım, genel olarak Ebû Hanîfe ve taraftarlarının oluşturduğu Kûfeli Fakih ve Zâhidlere ait olup Mürcie’nin çoğunluğu tarafından benimsenmiştir.. (Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 141).
c-) Üçüncü görüşe göre iman.: Sadece dil ile ikrardan ibarettir. Muhammed b. Kerrâm ve mensublarınca benimsenen bu görüş imanı kalbin tasdiki değil dilin ikrarı, küfrü ise ALLAH’ı dil ile inkâr etme olarak anlar..
(Eş‘arî, s. 141; Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, s. 151).


Resim
İlk dönem İslâm tarihinde halife’nin kavramsal olarak yerleşmediğini ve öncü sahabenin bu kelimenin ALLAH'a nisbet edilmesine kesinlikle karşı çıktığını görüyoruz. İlk dönem İslam öncüleri, Rasûl’ün ve Kur’ÂN’ın yönetim için kavramlaştırdığı “EMR” kelimesini kullanmışlar, kendilerini “EMÎR” olarak görmüşlerdir.
Kur'ÂN-ı Kerîm, yöneticilere “ÜLü’l- Emr” ve “VeLîyyü’l- Emr” terkibini tercih eder.:


وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Ve izâ câehum emrun mine’l- emni evi’l- havfi ezâû bihî.Ve lev reddûhu ilâ’r- resûli ve ilâ ULİ’L- EMRi minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum. Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumu’ş- şeytâne illâ kalîlâ (kalîlen).: Ve onlara emniyet veya korku haberi geldiği zaman onu açıklarlar (yayarlar). Ve eğer, onu (o haberi) Resûl'e ve kendilerinden olan ULÛ’L- EMR’e iletselerdi (herkese açıklamasalardı), onlardan, onun (o haberin) iç yüzünü araştıranlar mutlaka (gerçeği) bilirlerdi.Ve ALLAH'ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmasaydı, pek azınız hariç mutlaka şeytana uyardınız.”(Nisâ 4/83)

Kur'ÂN-ı Kerîm, “halife” kelimesini açık bir şekilde arza izâfeten kullanıyor; ALLAH'a izâfeten hiçbir yerde kullanmıyor.
Bakara sûresi 30. âyetten sonraki âyetlerdeki, meleklerin yorumlarında ve reel hayatta gördüğümüz gibi, (yaratıcısını överek tesbih edeceğine) yeryüzünde fesad/kargaşa çıkaran, kan döken biri ALLAH’ın temsilcisi olabilir mi? Bir temsilci, temsil ettiğinin dışına çıktığı zaman temsilci olmaktan çıkacağına göre, belli bir iradî alanda istemlerini gerçekleştirme, tercihte bulunma yeteneğine sâhib insan gerçeği, “HaLiFeTuLLAH” ile nasıl uzlaştırılacaktır?.


ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Summe cealnâkum HALÂİFe fî’l- ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn (ta’melûne).: Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde HALİFELer kıldık.”(Yûnus 10/14)

Adı sanı anılmadan nice çağlar gelip geçtikten sonra yeryüzü için yaratılan ve yeryüzünün hâkim ve yöneticisi konumuna getirilen İNSAN, nasıl hareket edeceği konusunda denenmektedir. Oysa ALLAH’ın temsilcisi olarak görülen birinin özgür bir iradesi olmasından bahsedemeyiz. Böyle bir statüye sâhib birinin yapıp ettiklerinden dolayı sorgulanması da söz konusu olamaz. Çünkü yapıp ettikleri ALLAH adına, ALLAH’i temsilendir. Halbuki insan için izzet ve üstün bir şeref aranıyorsa, bu, ALLAH'a KULLuk ve TAKVÂdır.:

مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ
Resim---“Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe ve’l- hukme ve’n- nubuvvete summe yekûle li’n- nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû RABBâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûne’l- kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn (tedrusûne).: Bir insan için, ALLAH'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara.: "ALLAH'tan başka bana KUL olun!." demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: "RABBânî (kendini RABB'e adamış) kullar olunuz!" der.”(Âl-i İmran 3/79)

"Halifetü’l- Arz" (Yeryüzünün Efendisi, Yöneticisi) insanın kendisi için ALLAH’ın takdir ettiği bir konumu, bu ifâdeyle anlatılıyor. Yasak meyveyi yiyen insan, kendi farkına varmış, böylece içgüdüye bağlı istekten; itaat ve isyana kabiliyetli, irâde/istem hürriyetine kavuşmuştur. Böylece “Yeryüzünün Halifesi” pâyesini almaya hak kazanmıştır.

Bazı âyetlerde halife kelimesi.: “Başkasının yürüttüğü bir işi ondan sonra yüklenip yürüten” anlamındadır. Ancak, devralınan hâkimiyetle/egemenlikle ilgili bir iştir.:


هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in ALÎM (alîmun).: O, yeryüzündeki varlıkların ve imkânların hepsini sizin için yaratandır. Sonra göğe yönelerek çekimini tesis eden, dengesini sağlayan, hükümranlığını kuran, gökleri yaratılış amacına uygun yedi gök olarak düzenleyendir. Her şey, O’nun ilmi, planı, iradesi dahilinde gerçekleşmektedir.”(Bakara 2/29)

Demek ki insanın halife kılındığı şey, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetimiyle ilgili bir iştir.:

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
Resim---“Yâ dâvûdu innâ cealnâke HALÎFETEN FÎ’L- ARDI fahkum beynen nâsi bi’l- hakkı ve lâ tettebii’l- hevâ fe yudılleke an sebîlillâh (sebîlillâhi), innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevme’l- hisâb (hisâbi).: Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni YERYÜZÜNÜN HALİFESİ kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azâb vardır.” (Sâd 38/26)

Yâni ey Davûd, seni hükümran kıldık ki adaleti yerine getirerek, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak, senden önceki peygamber ve sâlih önderlere halef olasın. Bu hilafet, siyasi erkle kayıtlı değildir; eşyânın tümünün âdil kullanımını öngörür.: “Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık ki nasıl davranacağınızı görelim.”

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde HALİFEler kıldık.” (Yûnus 10/14)

İnsana, kâinatta ALLAH’ın biçtiği konum yerine; hak edilmeyen bir statüye kaydırarak yer aramak, eşyâda var olan dengeyi tersine çevirmek demektir.
İnsan, ancak insana temsilci/halife olur. Ontolojik denge açısından eşitliğe sâhib olmayan insanla ALLAH arasında müşterek bir vekâlet sistemi yoktur. O halde ALLAH’ın VEKİL/HALİFE edinmesinden söz etmek mümkün değildir..

(ALLAH’ın Halifeleri miyiz? F. Zülaloğlu, Haksöz, Aralık 92, s. 20-21)
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Mesaj gönderen gullale »

Resim

Resim KULLuk!.

KUR'ÂN-ı KERÎM’de HALİFE KAVRAMı.:

İSTİHLÂF.: Halef bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek. Kendi yerine başkasını tayin etmek..

Kur’ÂN’da halife ve istihlâf kelimeleri, biri genel, diğeri özel olmak üzere iki anlamda kullanılır. Bütün insanların yeryüzünün Halifesi olması, yeryüzündeki her şeyin emir ve istifâdelerine sunulması, mülkiyetin kendisine emanet edilmiş olması, yeryüzünü yönetip ıslah ederek ona sâhib çıkması demektir.
Bakara Sûresi 30. âyetteki “yeryüzünde var edilen halife”nin, kimin halefi/ ardçısı, ve kimin temsilcisi olduğu konusu çok tartışılmıştır. Bu konuda meleklerin, cinlerin veya ALLAH’ın temsilcisi olduğu iddiâ edilmiştir. Ayrıca insan nesillerinin birbirinin yerine geçtiği, insanın yeryüzünde hâkim ve yöneten olduğu görüşleri ileri sürülmüştür. Hiçbir âyette, halife kelimesi ALLAH’a izâfe edilmemiştir; yâni “ALLAH’ın Halifesi” tâbiri Kur’ÂN’da geçmez. Yalın halde veya "ARZ" kelimesiyle tamlama yapılarak kullanılmıştır. Konumuzla ilgili âyetin hemen öncesindeki âyette ALLAH celle celâlihu, yeryüzünde olanların hepsini insan için yarattığını belirtir.:


هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O, yeryüzündeki varlıkların ve imkânların hepsini sizin için yaratandır.Sonra göğe yönelerek çekimini tesis eden, dengesini sağlayan, hükümranlığını kuran, gökleri yaratılış amacına uygun yedi gök olarak düzenleyendir. Her şey, O’nun ilmi, planı, iradesi dahilinde gerçekleşmektedir.” (Bakara 2/29)

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve iz kâle RABBuke li’l- melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeh (halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d- dimâ (dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve RABBin meleklere.: “Muhakkak ki BEN yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de).: “Orada fesad çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz SENİ, hamd ile tesbih ve SENİ takdis ediyoruz.” dediler. (RABBin de): “Muhakkak ki BEN, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

Şu halde insanın istihlâfı, yeryüzüne hâkimiyet ve orasını yönetmekle ilgilidir. Böylece insana, sınırsız değil ama, geniş bir egemenlik alanı verilmiştir..

ÖZEL HİLÂFET/HUSUSÎ İSTİHLÂF.:
1-) Devlet ve Toplulukların İstihlâfı/Halife Kılınması.:
Bu istihlâf, ALLAH'ın bir ümmete, başkalarından sonra hâkimiyet ve istiklâl vermesi, birçok toplumları onun idaresi altında birleştirmesidir. Devlet ve toplulukların istihlâfı bağlamında, Nûh aleyhisselâm'ın ve Kavminin durumu şöyle belirtilir.:


فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
Resim---"Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fî’l- fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetu’l- munzerîn (munzerîne).: “Fakat onu yalanladılar. Sonra BİZ, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları, HALİFEler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların sonu nasıl oldu.” (Yûnus 10/73)
Hûd aleyhisselâm, peygamber olarak gönderildiği Âd Kavmi’ni şöyle uyarıyordu.:


أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَاذكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim---“E ve acibtum en câekum zikrun min RABBikum alâ raculin minkum li yunzirekum, vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di kavmi nûhın ve zâdekum fi’l- halkı bastaten, fezkurû âlâallahi leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve sizi uyarması için sizden (içinizden) bir adama RABBinizden bir zikir gelmesine mi şaşırdınız? Nûh Kavminden sonra sizi HALİFEler kıldığını (onların yerine sizi getirdiğini) ve yaratılışta sizin gücünüzü arttırdığını (bedeninizi büyük ve kuvvetli yarattığını) hatırlayın. Artık ALLAH'ın üzerinizdekilerini (ni'metlerini) zikredin ki; böylece kurtuluşa erersiniz.” (A'râf 7/69)

Hûd aleyhisselâm, ayrıca onlara şu uyarıda bulundu.:


إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---“İnnî tevekkeltu alÂLLÂHi RABBî ve RABBikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne RABBî alâ sırâtın mustekîm (mustekîmin).: Muhakkak ki ben, benim ve sizin RABBiniz olan ALLAH'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (ALLAHû TeALÂ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim RABBim, Sırat-ı Mustakîm üzeredir (Sırat-ı Mustakîm'in kontrolü Allah'tadır).” (Hûd 11/56)

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ
Resim---“Fe in tevellev fe kad eblagtukum mâ ursiltu bihî ileykum, ve yestahlifu RABBî kavmen gayrekum, ve lâ tedurrûnehu şey’â (şey’en), inne RABBî alâ kulli şey'in hafîz (hafîzun).: Eğer hâlâ dönerseniz (yüz çevirirseniz) böylece ben, bana gönderileni (vahyi, kitabı); onu size tebliğ etmiş oldum. Ve RABBim, sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir (HALİFE kılar). Ve siz, ona (hiç) bir şeyle zarar veremezsiniz. Muhakkak ki benim RABBim, herşeyi muhafaza edendir (en iyi koruyan).” (Hûd 11/57)

Âd Kavminden sonra gelen Semûd Kavmine Sâlih aleyhisselâm, ALLAH'ı tanıma ve O'na kulluk etme çağrısını yaptıktan sonra, şunları söyledi.:


وَاذْكُرُواْ إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاء مِن بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا فَاذْكُرُواْ آلاء اللّهِ وَلاَ تَعْثَوْا فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Resim---“Vezkurû iz cealekum hulefâe min ba'di âdin ve bevveekum fîl ardı tettehızûne min suhûlihâ kusûren ve tenhitûne’l- cibâle buyûten fezkurû âlâALLÂHi ve lâ ta'sev fî’l ardı mufsidîn (mufsidîne).: “Ve Ad (kavmin)den sonra, sizi HALİFEler kıldığını (onların yerine sizleri getirdiğini) hatırlayın. Ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Onun ovalarında saraylar ediniyorsunuz ve dağlarda evler oyuyorsunuz. Artık ALLAH'ın ni'metlerini hatırlayın, yeryüzünde müfsidler (fesad çıkaranlar) olarak bozgunculuk yapmayın.” (A'râf 7/74)

Sihirbazlar Musâ aleyhisselâm'ın mucizesini görüp ALLAH'a inandıktan sonra.:


وَقَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَونَ أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءهُمْ وَنَسْتَحْيِي نِسَاءهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
Resim---“Ve kâle’l- meleu min kavmi fir’avne e tezeru mûsâ ve kavmehu li yufsidû fì’l- ardı ve yezereke ve âliheteke, kâle senukattilu ebnâehum ve nestahyî nisâehum ve innâ fevkahum kâhirûn (kâhirûne).: Ve Firavun’un Kavminden ileri gelenler şöyle dedi.: “Musâ (aleyhisselâm)'ı ve onun kavmini, yeryüzünde fesad çıkarsınlar ve seni ve ilâhlarını terketsinler diye bırakacak mısın?” (Firavun).: “Onların oğullarını keseceğiz (öldüreceğiz) ve kadınlarını sağ (canlı) bırakacağız.” Ve muhakkak ki; biz onların üstünde kahharız (onlara güç kullanacak, tutup yakalayacak kuvvetteyiz).” dedi.” (A'râf 7/127)

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللّهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---“Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, inne’l- arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdih (ibâdihî), ve’l- âkıbetu li’l- muttekîn (muttekîne).: Musâ (aleyhisselâm) kavmine şöyle dedi: “ALLAH'tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü ALLAH'ındır. Kullarından dilediğini ona VÂRİS kılar. Ve sonuç (zafer) takvâ sâhiblerinindir.” (A'râf 7/128)

قَالُواْ أُوذِينَا مِن قَبْلِ أَن تَأْتِينَا وَمِن بَعْدِ مَا جِئْتَنَا قَالَ عَسَى رَبُّكُمْ أَن يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الأَرْضِ فَيَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Kâlû ûzînâ min kabli en te’tiyenâ ve min ba’di mâ ci’tenâ, kâle asâ RABBukum en yuhlike aduvvekum ve yestahlifekum fîl ardı fe yanzure keyfe ta’melûn (ta’melûne).: “Şöyle dediler: “Sen, bize gelmeden önce de ve bize getirdiğin şeyden sonra da bize eziyet edildi (Musâ aleyhisselâm da) dedi ki: “Umulur ki; RABBiniz sizin düşmanınızı helâk eder (yok eder) ve yeryüzünde sizleri HALİFEler yapar (onların yerine hakim kılar). Böylece nasıl amel edeceğinize (davranacağınıza) bakar.” (A'râf 7/129)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Firavun ve Yandaşları’na sıkıntılar verdi; onları sınadı, sonunda yok etti.:


وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Resim---“Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bi’s- sinîne ve naksın mine’s- semerâti leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ve andolsun ki; Firavunun Âilesini yıllarca ürünlerden kıtlığa uğrattık. Böylece onlar tezekkür etsinler diye.” (A'râf 7/130)

فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ
Resim---“Fe erselnâ aleyhimut tûfâne ve’l- cerâde ve’l- kummele ve’d- dafâdia ve’d- deme âyâtin mufassalâtin festekberû ve kânû kavmen mucrimîn (mucrimîne).: Bundan sonra, onların üzerine ayrı ayrı (zaman zaman) mucizeler, tufan, çekirge (âfeti), bit (afeti), kurbağa (afeti) ve kan gönderdik. Buna rağmen kibirlendiler ve mücrim (günahkâr ve suçlu) bir kavim oldular.” (A'râf 7/133)

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُم بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنكُثُونَ
Resim---“Fe lemmâ keşefnâ anhumu’r- ricze ilâ ecelin hum bâligûhu izâ hum yenkusûn (yenkusûne).: Böylece onlar, o ecele (sona) ulaşana kadar onlardan azabı kaldırdığımız (açtığımız) zaman, onlar sözlerini nakzediyorlar (sözlerinden dönüyorlar).” (A'râf 7/135)

فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَأَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ
Resim---“Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fî’l- yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn (gâfilîne).: Âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyle, böylece onlardan intikam aldık ve onları denizde boğduk.” (A'râf 7/136)

وَأَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذِينَ كَانُواْ يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الأَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنَى عَلَى بَنِي إِسْرَآئِيلَ بِمَا صَبَرُواْ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُواْ يَعْرِشُونَ
Resim---“Ve evresne’l- kavmellezîne kânû yustad’afûne meşârika’l- ardı ve megâribehelletî bâreknâ fîhâ, ve temmet kelimetu RABBike’l- husnâ alâ benî isrâîle bi mâ saberû, ve demmernâ mâ kâne yasnau fir’avnu ve kavmuhu ve mâ kânû ya’rişûn (ya’rişûne).: Ve zayıf bırakılmış Kavmi, arzın bereketlendirdiğimiz doğusuna ve batısına VÂRİS kıldık. Ve İsrailoğullarına sabırlarından dolayı RABBinizin güzel sözü tamamlandı. Firavunun ve onun Kavminin yapmış olduklarını ve kurdukları çardakları (köşkleri, binaları) harab ettik.” (A'râf 7/137)

Kur'ÂN-ı Kerîmde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e ve Kavmine de, ALLAH'ın uyarılarını dinlemeleri konusunda, benzer hatırlatmalar yapılır.:


وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِ إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِن بَعْدِكُم مَّا يَشَاء كَمَآ أَنشَأَكُم مِّن ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ آخَرِينَ
Resim---“Ve RABBuke’l- GANiyyu zu’r- RAHMeh(rahmeti), in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min ba’dikum mâ yeşâu kemâ enşeekum min zurriyyeti kavmin âharîn (âharîne).: Ve senin RABBin GANÎ’dir (zengindir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur) RAHMet Sâhibidir. Dilerse sizi giderir (yok eder), sizi başka bir kavmin zürriyetinden (neslinden) yarattığı gibi, sizden sonra da yerinize dilediğini getirir (HALEF yapar).” (En'âm 6/133)

إِنَّ مَا تُوعَدُونَ لآتٍ وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ
Resim---“İnne mâ tûadûne le âtin ve mâ entum bi mu’cizîn (mu’cizîne).: Muhakkak ki; size vaadedilen (vaadolunduğunuz) şey mutlaka gelecektir. Ve siz, aciz bırakacak değilsiniz (önleyemezsiniz).” (En'âm 6/134)

ALLAH'a ve PEYGAMBERİ’ne itaat çağrısı ve Peygamberin yalnızca tebliğ/bildirim görevi olduğu, herkesin kendine yüklenenden sorumlu olacağı anlatıldıktan sonra, şunlar belirtilir.:


وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---“Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilû’s- sâlihâti leyestahlifennehum fi’l- ardı kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ (emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â (şey’en), ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humu’l- fâsikûn (fâsikûne).: ALLAH, sizden imân edenlere ve sâlih amel (nefs tezkiyesi) işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde HALİFE kıldığı gibi mutlaka onları da HALİFE kılacağını ve onlara, onlar için razı olduğu dînlerini mutlaka sağlamlaştıracağını ve korkularından sonra (korkularını) mutlaka güvenliğe çevireceğini vaadetti. BANA kul olurlar, hiçbir şeyle (BANA) şirk koşmazlar. Bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar, onlar fâsıklardır.” (Nûr 24/55)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---“Ve ekîmû’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve atîû’r- RESÛLe leallekum turhamûn (turhamûne).: Ve namazı ikâme edin. Ve zekâtı verin. Ve RESÛLe itaat edin ki böylece rahmet olunasınız.” (Nûr 24/56)

لَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَلَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---“Lâ tahsebennellezîne keferû mu’cizîne fî’l- ard (ardı), ve me’vâhumu’n- nâr (nâru), ve le bi’se’l- masî r(masîru).: Sakın kâfirleri, yeryüzünde (ALLAH'ı) aciz bırakıcı zannetme. Ve onların barınacağı yer ateştir. Ve dönüş yerleri mutlaka kötü (bir yer)dir.” (Nûr 24/57)

Bu âyetler, iktidar değişiminin, iktidarın işleyişinin ve amacının temel değişkenlerini açıkça belirtir: İman, sâlih amel, yalnız ALLAH'a ibadet ve hiçbir şeyi O'na şirk koşmama; dinin yerleşmesi, korkuların güvene dönüşmesi; namaz ve zekâtın yerine getirilmesi, Peygamber'e itaat; inkârcıların yoldan çıkışları, cehenneme varışları..
Resim
Kullanıcı avatarı
gullale
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1362
Kayıt: 16 Oca 2008, 02:00

Re: DÎN’de ve DÜNYÂ’da HALİFE KAVRAMı..

Mesaj gönderen gullale »

Resim

2-) BİREYLERİN İSTİHLÂFI/HALİFE KILINMASI.:

Bu tür istihlâf, devlet başkanları için söz konusudur. Bireylerin istihlâfı / Halife Kılınması bağlamında Davûd aleyhisselâm örnek verilir.:


يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
Resim---“Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fî’l- ardı fahkum beynen nâsi bi’l- hakkı ve lâ tettebiil hevâ fe yudılleke an sebîlillâh (sebîlillâhi), innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevme’l- hisâb (hisâbi).: Ey Dâvud! Muhakkak ki BİZ, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, ALLAH'ın yolundan saptırır. Muhakkak ki ALLAH'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azâb vardır.” (Sâd 38/26)

Bu âyet, iktidar sâhiblerinin kendi arzu ve heveslerine, istek ve tutkularına göre değil; adalet esaslarına göre yönetmelerini açıkça vurguluyor. Bilindiği üzere Davûd aleyhisselâm, dinî ve siyasî otoriteleri birleştiren, hem bir peygamber, hem de İbrânilerin başında bir hükümdardı (Bkz. Bakara 2/246-250).

Bireylerin istihlâfı/Halife Kılınması için, ayrıca İMAM (2/Bakara, 124) ve MELİK (Mâide 5/20) kelimeleri de kullanılır. Kur’ÂN-ı Kerim'de halife kavramı, yalnızca Davûd aleyhisselâm için siyasî bir içerikle kullanılmıştır. Devlet ve toplulukların istihlâfı/Halife Kılınması ise, ancak siyasî iktidar ve nesil değişikliği çevresinde siyasî-sosyal bir anlam kazanır. İslam siyasî tarih ve edebiyatında halife kelimesi, bu kavramlarla bağlantılı olarak terimleşmiştir..

HALİFELİK MAKAMI ve HALİFENİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ.:

Bakara, 30. âyette belirtilen meleklerin, halifenin yaratılış hikmetini öğrenmek amacıyla sordukları soru "halife" kelimesini biraz açmaktadır. Onların sorusundan halifenin üç önemli özelliği belli olmuştu.:
* Bunlardan birisi, meleklerin merak sorusunun yorumuyla anlaşılabilecek bir özelliktir. Onlar.: "Halifenin yaratılmasından maksad kulluksa, biz en güzel şekilde yapıyoruz; öyleyse başka bir halifenin yaratılmasının hikmeti nedir? Öyle anlaşılıyor ki, yaratılacak halife de tıpkı melekler gibi ALLAH'ı tesbih edecek, yâni O'na ibâdette bulunacak ve yönetim hakkı olacak.”

* İkinci özelliği “yeryüzünde yaşayacak olması.” Bunu âyetin başında bizzat RABBimiz söylüyor.

* Üçüncü özelliği ise, yer için yaratılacak halifenin orada “fesad çıkaracak ve kan dökecek olmasıdır.”

Melekler, halifenin yaratılış hikmetini anlamak için.: "Yeryüzünde fesad çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" (Bakara 2/30) diye sorarlar. ALLAH, halife insanı bu olumsuz özelliklerle nitelemelerinden dolayı onları yalanlamadı.: "Hayır, siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak" demedi. Buna karşı.: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.

Bütün bunlar, yeryüzü Halifesinin Âdem aleyhisselâm ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir. Şurası kesindir ki Âdem aleyhisselâm yeryüzüne indikten sonra ne fesad çıkardı ve ne de kan döktü. Bu kötü fiilleri ilk olarak kendi oğullarından birisi yaptı. Onun soyundan gelen niceleri tarih boyunca sayısız fesad çıkardılar, haksız yere başkalarının kanını akıttılar. Öyleyse kasd edilen Âdem aleyhisselâm ve onun soyundan gelenlerdir. Kur’ÂN'ın ifâdesinden anlaşıldığına göre ALLAH, bütün Âdemoğullarını yeryüzüne halife olarak gönderdi.” Şu âyet, bu açıdan oldukça dikkat çekicidir.:


ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---“Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).: Sonra nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yûnus 10/14)

Kendilerine verilen ni’metin değerini bilmeyen ve ni’met verene şükretmeyen, elçilere karşı çıkan nice topluluklar cezâlandırıldı, helâk edildi. Onların yerine RABBlerini tanıyan, şükretmesini bilen yeni kuşaklar halife olarak gönderildiler. Onlar, ALLAH'ın hükmüyle hükmederler, yüklendikleri emâneti hakkıyla taşırlar.

Âdem aleyhisselâm’ın şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir. Halifeliğin gereği de şüphesiz ki dağların, yerin ve göklerin taşımaktan korktuğu "EMÂNET"i taşımaktır.
Halifeliğin değeri bununla ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda başta bütün peygamberler halifedir. Onlar en kutsal yük olan emâneti taşıma, ALLAH'ın hükümlerini uygulama ve ümmetlerine anlatma yönüyle kendilerinden önceki peygamberlerin halefleridirler. Peygamberleri dinleyen, ilâhî dâvete kulak verip, ALLAH'ın koyduğu ölçülere göre yaşayan bütün sâlih insanlar da, bu mübârek yükü taşımada kuşaktan kuşağa birbirlerinin yerine halife olmuşlardır. Yine ALLAH'ın adıyla yaşayan, ALLAH'ın indirdikleriyle hükmeden, gücünü ve otoritesini ALLAH'ın adı yüce olsun diye kullanan bütün otorite sâhibleri de bu halifelik sıfatına lâyıktır..

ALLAH celle celâlihu, başta Âdem aleyhisselâm olmak üzere bütün insanları kendi hükümlerinin uygulayıcıları olsunlar diye yarattı. Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. Kim bu emâneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. ALLAH'ın Hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yâni ilâhî emâneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır

İnsan, yeryüzünün hâkimi, yöneticisidir; ama bu farazî ve sembolik bir liderlik ve hâkimiyettir; ALLAH’a itaat etse de, karşı çıksa da böyledir. Çünkü ALLAH’ın meşîetinin/ dilemesinin dışına çıkamaz. Ama itaat ederse kendisi ve kendi saadeti için itaat etmiş olur; irâde ve kaynaklandığı ‘benlik’ emânetini yerinde kullanmış olur. İşte bu emâneti yerinde kullandığında fesad çıkaran değil; selâmeti, sulhü gerçekleştiren bir halife olur. Şu halde, insan yeryüzünün Halifesidir ve bu halifelik yeryüzünde hükmetmektir. Bu şekilde, insan toplulukları, nesiller birbirlerinin yerini alırlar, yâni birbirlerine halef olurlar; bir topluluk emânete ihanet ettiğinde ALLAH onun yerine başka birini getirir, yâni ona başka bir topluluğu halef kılar ve onları yeryüzünün halifeleri yapar. Şu halde, halifeyi yalnızca birinin yerine geçen anlamında kullanmak, kavramın muhtevasını büyük ölçüde daraltmak olur..

Kur’ÂN-ı Kerim’de konu ile ilgili âyetlerden anladığımıza göre ALLAH Teâlâ, genel anlamda bütün insanları yeryüzünün halifeleri olarak yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün yaratıklar, insanoğlu için yaratılmış, onun hizmetine sunulmuştur; insan yeryüzünün efendisi ve Halifesidir. Bu halifelik gereği bütün insanlar ilk plânda ALLAH’a iman etmekle ve bu imanın sonucu olarak O’nun hâkimiyetini kabul etmekle yükümlü tutulmuşlardır. İnsanın yeryüzü halifeliği, onun yönetim ve davranışlarda ALLAH’ın hükmünü uygulaması demektir. Bu uygulamalarda ALLAH’ın kanunları mutlak ölçüdür. İnsan, yeryüzünde halifeliğini ifâ ederken bu ölçünün dışına çıkamaz, bu hükümlere aykırı hareket edemez. Çünkü ALLAH, yeryüzünde halife olarak görevlendirdiği insana mutlak bir serbestlik vermiş değildir. İnsan için birtakım kurallar ve sınırlar çizmiş ve bunları aşmamasını istemiştir..
Zürriyetlerini temsilen halife kılınan ilk insan Âdem aleyhisselâm ve eşi için bile birtakım sınırlamalar söz konusudur (Bkz. Bakara 2/35).
Bu hududa uymak, insanın yeryüzü halifeliğinde, bu yüce makamda kalabilmesinin temel şartıdır (Bkz. Bakara 2/38).
Bu ölçülerin dışına taşanlar ise, ateş azabına düşmekle tehdit edilir. Diğer bir deyişle; insanlardan istenen, halifelik gereklerini yerine getirmeleridir. Bu ise, ALLAH’ın belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde kalmakla mümkün olur. Bu anlamda bütün insanlar, ALLAH’ın yeryüzünde halife tâyin ettiği kimselerdir. Tüm insanların bu şekilde görevlendirilmiş olmalarına “Umumî Hilâfet” diyoruz.
Âdem aleyhisselâm’ın soyundan gelen herkes bunun kapsamı içerisindedir. İnsan, halifeliğinin sonucu olarak yüklenmiş olduğu “emânet”in gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.

ALLAH, bu yükümlülüğü yerine getirmeyenleri, yerlerine başkalarını istihlâf etmekle, başkalarını halife yapmakla tehdit ediyor. Buna göre halifelik makamında, yalnızca bu makamın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirenler kalabiliyor. Yalnız bu kişilerin bu makamda kalabilmelerine de “hususi hilâfet” adını veriyoruz. Tarih boyunca bu anlamda toplumlar birbirlerinin yerine geçmiş ve halifelik onlar tarafından gerçekleştirilmiştir. ALLAH’ın halife yapacağına ve onları yeryüzünde hâkim kılacağına yemin ile söz verdiği kimseler O’nun dinini yeryüzünde hâkim kılanlar ve insanları tağutların tasallutundan kurtarma savaşını sürdürenlerdir..


وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---“Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilû’s- sâlihâti leyestahlifennehum fi’l- ardı kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ (emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â (şey’en), ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn (fâsikûne).: ALLAH, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi mutlaka onları da halife kılacağını ve onlara, onlar için razı olduğu dînlerini mutlaka sağlamlaştıracağını ve korkularından sonra (korkularını) mutlaka güvenliğe çevireceğini vaadetti. Bana kul olurlar, hiçbir şeyle (Bana) şirk koşmazlar. Bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar, onlar fasıklardır.” (Nûr 24/55)

İster genel, isterse özel anlamda olsun hilâfet, ALLAH’ın dinini hâkim kılmak” özünü taşır. Bu öz, hilâfetin sosyal alanda da hissedilir olup, gerçekleşmesiyle ve teşkilâtlanmasıyla siyasî bir görünüm kazanır. ALLAH, Davûd aleyhisselâm’a kendisini yeryüzünde halife kıldığını bildirmekle birlikte ona; insanlar arasında hak ile (ALLAH’ın hükümleri ile) hükmetmeyi (Sâd 38/260) emretmiştir.
İbrahim aleyhisselâm de kendisinin insanlara imam (halife) kılındığı haberini ALLAH’tan alınca, soyundan geleceklerin de bu makama yükseltilmelerini istemiş, ALLAH celle celâlihu ise, bu ahdinin zâlimler hakkında söz konusu olmayacağını (Bakara 2/214) bildirmiştir.

Anlaşılmaktadır ki halifelik, ALLAH’ın hâkimiyetinin her alanda bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir. Bütün insanlar bununla görevlidir. Böyle bir makama yükselmek isteyen, daha doğrusu bu makamdan düşmek istemeyen toplum da ona göre davranmak zorundadır. Bu tür toplumun en yüksek temsilcisi ise, yeryüzündeki halifelerin kendi hür iradeleriyle seçtikleri “halife”dir. Halife, bu emâneti yüklenebilecek nitelikte olmalıdır. Çünkü emânetlerin ehil kimselere verilmesi, Kur’ÂN’ın emirleri arasındadır.:


إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---“İnnallâhe ye’murukum en tueddû’l- emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bi’l- adl (adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ (basîran).: ALLAH size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. ALLAH, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki ALLAH her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Nisâ 4/58)

HALİFE”LİĞİN SİYASİ BOYUTU; İSLÂM DEVLET BAŞKANI OLARAK HALİFE.:

Siyasî anlamda "halife": Bey'at sonucu mü'minler adına tasarruf (yönetme) yetkisine sâhib olan ve ALLAH'ın indirdiği ahkâmın adalet ve istişare ile tatbikini sağlayan kimse demektir.

Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. “Ehl-i Hal’ ve’l-Akd” denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır. Bu kurumun; halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.
Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir.

İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmaz olan temel esaslar.: Bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adalet (ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra prensipleridir..

HALİFENİN GÖREVLERİ.:

*
ALLAH’ın Hükümlerini tatbik etmek,
* Namazları, özellikle Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak,
* Zekât ve diğer vergileri toplamak,
* Kadıları (hâkimleri) ve valileri tâyin etmek,
* İslâm Devletinde yaşayan fertlerin malını, canını, dinini, ahlâkını, neslini korumak.
* İslâm Devletinin sınırların korumak, cihadı tanzim etmek,
* Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tâyin etmek ve gerekirse komutanlık yapmak,
* İslâm Devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,
* İslâm Devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hayatta olduğu sürece peygamberlik görevinin yanı sıra devlet başkanlığını da şahsında toplamıştı. Bu nedenle Peygamber aleyhisselâm hayatta iken, kurulan ilk İslâm Devletinin başkanını belirlemek gibi bir problemle karşılaşılmış değildi. Diğer taraftan Peygamberimiz aleyhisselâm, kendisinden sonraki halifeyi belirleyen herhangi bir söz de söylememişti. Durumun böyle olması nedeniyle Hz. Ebu Bekir (r.a.) halife seçilene kadar bazı farklı görüşlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Ancak bu durumlar geçici ve oldukça kısa bir süre için söz konusu olmuş; bir müddet sonra unutulup gitmiştir. Yâni bu görüş ayrılıkları Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından sonra Hz. Ebu Bekir halife seçilinceye kadar devam etmiş ve onun seçilmesiyle son bulmuştur. Hz. Ebu Bekir, halife seçildikten sonra yaptığı konuşmada şunları söyledi.:
“İnsanlar! Sizin en iyiniz olmadığım halde başınıza getirildim. İyi davranırsam bana yardımcı olun; saparsam düzeltin beni. Doğruluk emânet, yalan hiyanettir. İçinizdeki güçsüz, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. İçinizdeki güçlü de, ALLAH’ın izniyle hakkı ondan alınıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Sizden kimse cihadı terketmesin; çünkü onu terkeden bir kavmi, muhakkak ALLAH zillete düşürmüştür. ALLAH'a ve Rasûlüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. ALLAH'a âsi olursam, bana itaatınız gerekmez!.”

Hilâfet kurumunda bu ilk mesaj, bir yandan onun kişiliğini ve görev anlayışını dile getirirken; bir yandan da, “hilâfet”in hangi temellere dayandığını ve varlık gayesini açıklamaktadır.

RÂŞİD HALİFELER.:

Rasûl-i Ekrem’den sonra, müslümanların devlet ve hükümet reisine “Rasulullah’a halef olan” anlamında “halife” denmiştir. Bu halifelerin ilk dördü hemen her yönüyle örnek halifelerdir. Bunlara hulefâ-i râşidîn/râşid halifeler denir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den sonra gelen ilk dört halifenin hilâfet süreleri, Saâdet Asrının ikinci dönemini teşkil eder. İslâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu, bu dönemdeki uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları İslâm Hukukunun kaynakları arasında görürler. Çünkü onların uygulamaları Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e zaman itibariyle en yakın olmak, O'nun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır, başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler.
Hakkında nass bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir. Bunun nedeni ise, onların hem veliyyü'l-emr olarak mü'minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslâm'ın özünü en iyi kavramış bulunmalarıdır. Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur. Mesela, Hz. Ebu Bekir'in zekât vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz. Ömer (r.a.)'in Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz. Ali (r.a.)'nin Hâricilerle savaşmak ile ilgili tutumları kendi konumlarında olduğu gibi, sonra bunlardan çıkarılan sonuç ve hükümlerle ilgileri bakımından oldukça önemlidir.

Çünkü bütün bunlarla ilk defa karşılaşılıyordu ve bunların islâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi. Yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in vefâtından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek konusu ortaya çıktı. Hz. Ebu Bekir'den sonra gelen diğer üç halife de farklı şekillerde belirlendi. Onlar ile ilgili durumlar İslâm hukukunda devlet başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi. Bu konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur. Bu ise İslâm'ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları arasındadır. Hulefâi Râşidîn’den sonra Muaviye’nin hilâfete geçmesiyle birlikte, hilâfetin tarihinde saltanatın egemenliği de başlamış olur. Artık, 4 halifeden sonra kâmil anlamda halifelik değil; eksik halifelik veya ismi halifelik olan saltanat başlamış oldu..

Emevîlerden toplam 14 halife/Sultan işbaşına geçti. Emevîlerden sonra Abbasilerin uzun saltanat dönemleri başlar. Abbasilerden de toplam 37 halife/Sultan hüküm sürmüştür. Abbasilerden sonra, 1924’teki ilgâsına kadar hilâfet Osmanlılarda kaldı. 29 halife/padişahın idâresindeki Osmanlılardaki hilâfet de ondan öncekilerden pek farklı değildi. Hilâfet kurumu, 23 Mart 1924’de T.B.M.M.’nin 431 nolu kanunuyla tam 1293 yıl devam ettikten sonra şimdilik tarihe terkedilmiştir..

Hilâfetin akdî temeli, ümmetin halifeyi seçme hakkı bulunduğu esasına dayanır. Halife, özel bir seçim olan bey’atla seçilir. “Ehl-i Hal’ ve’l-Akd” denilen ümmetin seçkin temsilcileri tarafından bey’atla seçilerek görev alır; bu kurumun halife küfre meyleder, açıkça fısk olan işleri yapar, yönetimi hakkıyla icra edemeyecek duruma düşerse halifeyi azletme (hal’ etme) yetkisi vardır. Halife, şeriatı, bu seçkin temsilcilerden oluşan organla istişare ederek icra eder. Bu organ, aynı zamanda şûrâ organıdır.

Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmazlardan biri bey’atla başa geçen halifelik/imamlık, adalet (ALLAH’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra prensipleridir..

Kur’ÂN-ı Kerim'de:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve uli’l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmi’l- âhir (âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen).: Ey iman edenler, ALLAH'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu ALLAH'a ve elçisine döndürün. Şayet ALLAH'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---“E lem tera ilâllezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilâ’t- tâgûti ve kad umirû en yekfurû bihî. Ve yurîdu’ş- şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ (baîden).: Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandığını zanneden kimseleri görmedin mi? O'nu (şeytânı) inkâr etmekle emrolundukları halde tagutun önünde muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve şeytân, onları uzak bir dalâletle saptırmak (dalâlete düşürmek) istiyor.// Sana indirilene Kur’ÂN’a, senden önce indirilenlere, diğer kutsal kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? Putlaştırılmış, zalim, azgın diktatörlerle, idarelerle şeytanî güçlerle, tağut ile ilişkilerini kesmeleri emrolunduğu halde, onların hâkimiyetine teslim olmak istiyorlar. Şeytan, şeytan tıynetli ahlâksız azgınlar da onların, bir daha dönemeyecekleri kadar, hak yoldan uzaklaşmalarının, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerinin önünü açmak istiyor.” (Nisâ 4/60)

Mü'minlerin kime, hangi şartlarda ve nasıl itaat edecekleri, neyi kesinlikle reddedecekleri burada açıkça izâh olunmuştur..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Kim ülü'l-emre itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde ALLAH'a, fiilî (amelî) hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Kim de boynunda (ülü'l-emre) beyatı olmayarak ölürse, câhiliyye ölümü ile ölür." buyurmuştur.
(S. Müslim, 2/1478, hadis no: 1851; ayrıca S. Buhari, Ahkâm, 8/105)

İslâmî eserlerde "halife", "imam", "ülü'l-emr" kavramları hep aynı mahiyeti beyan için kullanılmıştır.

Hanefi fıkıh bilginlerinden İbn Hümam.: “Mü'minlerin kendi içlerinden halife/ imam seçmelerinin sebebi, İslâm'ın hükümlerini edâ etmek içindir” demektedir. (İbn Hümam, Kitabü'l-Müsâyere, s. 265)

İmam Nesefî de bu konuda şunları söyler.: "Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan halifeyi/ imamı seçilmiş görmeden bir günün geçmesi câiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halifedir. İmametin/hilâfetin hak olduğunu kabul etmeyen kimse dinden çıkar. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur.” (En-Nesefî, Bahrü'l-Kelâm fi Akaidi'l-Ehli'l-İslâm)

Tarihî Kaynaklarda, Rasûl-i Ekrem aleyhisselâm'in vefâtından sonra sahabenin Rasûlüllah'ı defnetmeden önce halife seçme hususunda titiz davrandığı kayıtlıdır.

Kâfirlerin, tâğutî güçlerin; ALLAH'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü'minler üzerinde velâyet hakkının bulunmayacağı hususu kat'idir. Dolayısıyla mü'minler; kâfirlerin veya mürtedlerin istilasına uğrarlarsa, kuvvetle başlarına geçen bu yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayn olduğunu bilirler.
Nitekim İmam Serahsî.: "Cihaddan maksad; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalıdır" der.
İstila altında iken dahi mü'minlerin müstevlilerin liderine itaat etmeyip kendi içlerinden bir halife/imam seçmeleri vâcibdir..

SoN SÖZ=>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.: “Benden sonra hilafet otuz yıldır.” buyurmuştur.
(Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221)


Resim---Huzeyfe radiyallahu anhu anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.: “Nübüvvet içinizde ALLAH’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilâfet olacaktır. Bu da ALLAH’ın dilediği kadar devam eder; ardından ALLAH onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da ALLAH’ın dilediği kadar devam eder; sonra ALLAH dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberrut bir saltanat olur; o da ALLAH’ın dilediği kadar devam eder, ardından ALLAH dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilâfet olur.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, 4/273). Hafız el-Heysemi-î; “Hadisi, Ahmed b. Hanbel, Bezzar-daha tam-, Taberanî -bir kısmını- rivâyet etmiştir; Râvileri sikâ’dır” diyerek hadisin sıhhatine hükmetmiştir.(bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/226).). Beyhakî de aynı hadise yer vermiş ve herhangi olumsuz bir beyânda bulunmamıştır.(bk. Beyhakî, Delailu’n-nübüvve, 7/413).
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön