KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KİRLimi==->PÂKk EDEN KALBim,
HEmi RÛH->Hem BEDEN KALBim,
==>RABB’ımdan->ÖZüR DİLERim,
KIRdıysam===>BİLMDEN KALBim!.

SEBîLİLLAH==>TEVHiD TEZi,
=>GÖNüL GÜLü=->SÎNE SEZi,
=>DIŞa>KALB... İÇeRi>FUAD,
MUHİTin==>MEVLÂ MERKEZi!.

KALB>ZÂHİRe... FUAD>BÂTıN,
RAHîMîYyet<=>RAHMÂNîYyet!.
==>MELEKüt İLe<=>KÂİNÂTıN,
=->RUBUBîYyet<=>ULUHîYyet!.


ZEVK 9959

HERKEsin YUMRUğu KaDaR=>CÂN MERKEZi=>KAN POMPAsı,
=>HeR ÂN TECELLÎde=>KaDeR==>KALB KaZaNı=>KAFA TASı,
=>ANA RAHMi’nde ÇALıŞAN,
MeZÂR TAŞI’nda SoN BULAN,
===>ÇİLLe ÇÖLÜn=>CÂN ÇİÇEği===->BiR ÇIRPINış HÜLÂSAsı!.


01.06.2021.. 06:01
brsbrsm...tktktrstkkmizdecnntbhçmzzdeecevlÂNımızzz..


KULLuğun=>BÂTıN>ZÂHİRi,
KALB ATIŞı==>ŞE’ÂNuLLAH!.
KÛN feyeKÛN>EVVEL-ÂHİRi,
=>İLÂHE=>İLLÂ=>ALLAH!.
=>İNKÂRın==>İKRÂR TÂHİRi,
Lî-VECHİLLAH=>SEBîLiLLAH!.
=>MESt-i MELÂMEt=>MÂHİRi,
KUL İHVÂNİ’m>İNŞÂe ALLAH!.


Resim

KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta,
===>KALB/FUAD<=>GÖNüL<=>SÎNE..


KaLB;
Sözlükte “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek ve değiştirmek” gibi anlamlara gelen kalb kelimesi (Cevherî, I, 204; Lisânü’l-ʿArab, “Klb” md.) vücudda kan dolaşımını sağlayan organın adıdır. KALB, dinî ve tasavvufî bağlamda bilgi ve düşüncenin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibâret olan kalble bir ilişkisi olmakla birlikte ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe “RABBânî Latife” ve “İlâhî Cevher” de denir..

Kur’ÂN-ı Kerîmde ve Hadis-i ŞerifLerde Fuâd, Sadr, Lüb, Nühâ ve Rû’ gibi terimler genellikle KaLB mânasında kullanılmıştır. FUÂD bazılarına göre kalb ile eş anlamlıdır; bazılarına göre ise KaLB ondan daha özeldir.. Mütercim Âsım Efendi’ye göre KaLBin=>Türkçe karşılığı GÖNÜL, FUÂDınki=>YÜREKtir. (Kâmus Tercümesi, I, 445).
Kur’ÂN’da yüreğe (FUÂD) metânet vermek için önceki peygamberlerin kıssalarından bahsedildiği belirtilir.:


وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve kulle’n- nakussu aleyke min enbâi’r- rusuli mâ nusebbitu bihî FUÂDek (fuâdeke) ve câeke fî hâzihi’l- hakku ve mev’ızatun ve zikrâ li’l- muminîn (muminîne).: Ve sana anlattığımız şeylerin hepsi, resûllerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki FUÂD hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaştırırız. Ve bunda (bu haberlerde) sana hak, mü'minlere öğüt ve zikir geldi.” (Hûd 11/120)

KaLBin/FUÂD göz ve kulak gibi sorumlu olduğunu bildiren âyette ise FUÂD, mecâz yoluyla KaLB anlamına gelir..

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---“Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), inne’s- sem’a ve’l- basara ve’l- FUÂDe kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve FUÂD/İDRAK, onların hepsi, ondan (takfu'dan) mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler).” (İsrâ 17/36)

GÖĞÜS” mânasındaki=>SADR.:

هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bi’l- kitâbi kullih (kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumu’l- enâmile mine’l- gayz (gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâti’s- SUDUR (SUDÛRi).: İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki.: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki ALLAH, SÎNElerde olanı en iyi bilendir.” (Âl-i İmrân 3/119)

ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Summe enzele aleykum min ba’di’l- gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayra’l- hakkı zanne’l- câhiliyyeh (câhiliyyeti), yekûlûne he’l- lenâ mine’l- emri min şey’ (şey’in), ku’l- inne’l- emre kullehu lillâh (lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek (leke), yekûlûne lev kâne lenâ mine’l- emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimu’l- katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî SUDÛRikum ve li yumahhısa mâ fî KULÛBikum, vallâhu alîmun bi zâti’s- SUDUR (SUDÛRi).: Sonra (ALLAH), bu gamın arkasından sizin üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi, içinizden bir grubu sarıp kaplıyordu ve diğer grup, canlarını önemsemişti (canlarının kaygısına düştüler). ALLAH'a karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlar.: "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) var mı?" diyorlar. (Onlara).: "Muhakkak ki emirlerin hepsi ALLAH'ındır." de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir şey saklıyorlar. "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) olsaydı, burada öldürülmezdik." diyorlar. Eğer siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları (ölüp düşecekleri) yere mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) ALLAH 'ın sizin sinelerinizde olanı sınamak ve KALBlerinizde olandan (şüpheden), sizi temize çıkarmak (fitneden kurtarmak) içindir. Ve ALLAH, SÎNElerde olanı en iyi bilendir.” (Âl-i İmrân 3/154)

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah SADRehu li’l- islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’a’l- SADRehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî’s- semâi, kezâlike yec’alûllâhu’r- ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).: Öyleyse ALLAH kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun GÖĞSÜnü yarar ve (ALLAH'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun GÖĞSÜnü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece ALLAH, mü'min olmayanların üzerine azâb verir.” (En‘âm 6/125)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim---“E fe men şerehallâhu SADRehu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min RABBih (RABBihi), fe veylun li’l- kâsiyeti KULÛBuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).: ALLAH kimin GÖĞSÜnü İslâm için (ALLAH'a teslim için) yarmışsa artık o, RABBinden bir nur üzere olur, değil mi? ALLAH 'ın zikrinden KALBleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.” (Zümer 39/22)

ÜLü’L-ELbâb.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---“Huvellezî enzele aleyke’l- kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l- kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî KULÛBihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l- fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ve’r- râsihûne fî’l- ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi RABBinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ULÛ’L- ELBÂB (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtivâ eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat KaLBlerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini ALLAH 'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sâhibleri ise.: "Biz O'na îmân ettik, hepsi RABBimizin katındandır" derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece ULÛ’L- ELBÂB (daimi zikrin ve sırların sâhibleri) (tezekkür edebilir).” (Âl-i İmrân 3/7)

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
Resim---“İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri le âyâtin li ULÎ’L- ELBÂB (ulî’l- elbâbı).: Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ULÛ’L- ELBÂB için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Âl-i İmrân 3/190)

ÜLü’n-Nühâ.:

كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
Resim---“Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ULÎN NUHÂ.: Yeyin ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, AKIL SÂHİBLERİ için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Tâhâ 20/54)

أَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
Resim---“E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum mine’l- kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ULÎN NUHÂ.: Onlar hâlâ hidâyete ermediler mi? Onlardan önce nice nesilleri helâk etmemize (rağmen) ki şimdi onlar, onların meskenlerinde dolaşıyorlar. İşte bunda NEHY SÂHİBLERİ (ALLAH 'ın yasaklarına riayet edenler) için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Tâhâ 20/128)

İfâdeleriyle KaLB Sâhiblerine hitab edilmiştir..
(Râgıb İsfahânî, Müfredât, “Lüb”, “Nühâ”, “Sadr”, “Fuʾâd” maddeleri.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur’ÂN’da =>AKLetme/DÜŞÜNme fiili KALBe nisbet edilmiş, yâni düşünmenin KALBin bir işlevi olduğu belirtilmiştir.:

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum KULÛBun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- KULÛBulletî fî’s- sudur (SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBLeri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki KALBLER kör olur.” (Hac 22/46)

Aynı şekilde fıkhetmenin/anlamanın da kalbin bir işlevi olduğuna dikkat çekilmiştir ve Dinî ve İnsanî Hayatın Merkezinin KALB olduğu Kur’ÂN ve Hadislerde açıkça ifâde edilmiştir.:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l- cinni ve’l- insi lehum KULÛBun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l- en’âmi bel hum edallu, ulâike humu’l- gâfilûn (gâfilûne).: Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların KALBLERİ vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A‘râf 7/179)

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum KULÛBun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- kulûbulletî fî’s- sudur (SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBLERi ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki KALBLer kör olur.” (Hac 22/46)

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَن كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ
Resim---“İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu KALBun ev elkâ’s- sem’a ve huve şehîdun.: Muhakkak ki bunda KALBLERİ olan ve ilka edilenleri işitebilen ve (KALB gözleri ile ALLAH 'a) şahit olan kişiler için mutlaka ibret vardır.” (Kâf 50/37)

Bu âyetler KALBin idrak, ilim, mârifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı KALB (FUÂD) sorumludur.:

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---“Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), inne’s- sem’a ve’l- basara ve’l- FUÂDe kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve FUAD/İDRAK, onların hepsi, ondan (takfu'dan) mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler).” (İsrâ 17/36)

ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh (indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fîd dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet KULÛBukum, ve kânallâhu GAFÛRen RAHÎMâ (rahîmen).: Onları (evlâtlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH 'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat KALBLERİnizin taammüden (kasten) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH GAFÛR'dur (günahları sevaba çeviren), RAHÎM'dir (Rahîm esmâsıyla tecellî eden).” (Ahzâb 33/5)

KALBin bir özelliği de değişken olması (Müsned, IV, 408; VI, 302), renkten renge girmesidir. Bu husus duygu, düşünce ve inançların değişmesini beraberinde getirir. ALLAH TeÂLÂ’nın KALBLeri değiştirdiğini ve yönlendirdiğini Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hadis-i ŞerîfLerinde BİLdirmiştir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey KALBLeri değiştiren, evirip çeviren ALLAH, kalbimi dinin ve taatin üzerine sabit kıl!.” buyurmuştur.
(Müsned, II, 168, 173; Tirmizî, “Daʿavât”, 89, 124).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:KALBLeri sabit kılan ALLAH ’tır.” buyurmuştur.
(İbn Mâce, “MuKaddime”, 13.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:KALBLer ALLAH ’ın iki parmağı arasındadır” buyurmuştur.
(Müslim, “Kader”, 17; İbn Mâce, “MuKaddime”, 13; Tirmizî, “Daʿavât”, 89, “Kader”, 7).

KULLuk İmtihÂNında KuLun Tercihi İkİ YÖNLü OLduğundan =>KALB olumsuz yönde de değişir ve türlü türlü Letâif Renklerinee girer.;

ALLAHu zü’L- CeLÂL=>Kur’ÂN-ı Kerîminde;

KALB Körlüğünden.: Hac 22/46..
KALB Kasvetinden ve Taşlaşmış Yüreklerden.: Bakara 2/74; Mâide 5/13; En‘âm 6/43; Zümer 39/22..
KALBLerin Mühürlenmesi.: Bakara 2/7; Nahl 16/108; Câsiye 45/23..
KALBLerin Gerçeği algılamaktan alıkonulması.: A‘râf 7/101; Yûnus 10/74..
KALBLerin Kilitlenmesi ve Üstüne Perde Çekilmesi.: Bakara 2/88; En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Muhammed 47/24; Mutaffifîn 83/14..

ALLAH celle celâlihu, YoLdan SapanLarın KALBLerini Saptırır.:


وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَد تَّعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Resim---“Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi lime tû'zûnenî ve kad ta'lemûne ennî resûlullâhi ileykum, fe lemmâ zâgû ezâgallâhu KULÛBehum, vallâhu lâ yehdî’l- kavme’l- fâsikîn (fâsikîne).: Ve Hz. Musâ, kavmine şöyle demişti.: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için ALLAH 'ın Resûl'üyüm, (böyle) olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” Artık onlar (HAkk'tan) dönünce, ALLAH da onların KALBLERİni döndürdü. ALLAH, fâsıklar kavmini hidâyete erdirmez.” (Saff 61/5)

Yâni insan kendi iradesiyle kötülüğü tercih edip o yönde teşebbüse geçerse ALLAH da onu kötü yola düşürür..
KALBin; en iyisi imân, en kötüsü küfür ve inkâr olan çok çeşitli halleri vardır. KALB, hem RAHMÂNÎ hem de ŞEYTÂNÎ Kuvvetlerin mücâdele alanıdır..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:KALBde iki dürtü vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, “Tefsîrü’l-Kurʾân”, 2/35) şeklinde ifâde edilmiştir (Gazzâlî, İhyâʾ, III, 26).

KALBin İSLÂM DîNindeki büyük önemi, İMÂN ve İNKÂR Mahalli olmasındandır. Bütün İslâm âlimleri imânın aslî şartının kalbin tasdiki olduğu hususunda ittifak etmiştir..
(Gazzâlî, İhyâʾ, III, 26; I, 121; Fahreddin er-Râzî, Muhassal, s. 174; Teftâzânî, II, 249).
İman gibi, inkâr ve red de kalbin bir fiilidir. İslâm’da vahyin mahalli de kalbdir. Cebrâil aleyhisselâm, Kur'ÂN-ı Kerîm’i Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in KALBİne İNDİRmiştir.:


قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ KALBike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ li’l- mu’minîn (mu’minîne).: Kim Cibril'e düşman oldu ise (ona) de ki.: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrâil aleyhisselâm), onların ellerindeki (kitabları) tasdik eden O (Kur’ÂN'ı), ALLAH'ın izniyle, mü'minlere bir hidâyet (rehberi) ve müjde olarak senin KALBine indirdi.” (Bakara 2/97)

نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
Resim---“Nezele bihi’r- rûhu’l- emîn (emînu).: O'nu, Rûh'û’l- Emîn (Cebrâiil aleyhisselâm) indirdi.” (Şuarâ 26/193)

عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
Resim---“Alâ KALBike li tekûne mine’l- munzirîn (munzirîne).: Nezirlerden (uyaranlardan) olman için senin KALBine.” (Şuarâ 26/194)

Resûl-i Ekrem aleyhisselâm’ın gördüğü RÜYALAR ve aldığı İLHAM =>KALBle ilgilidir. Sûfîlerin büyük değer verdikleri keşif ve mârifetin kaynağı da KALBdir..

Zâhidler ve ilk sûfîler dinî ve ahlâkî açıdan kalbin önemi, KALB Temizliği, bunun sonucu olan İBADET ve İYİ DAVRANIŞLAR üzerinde yoğunlaşmış, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Huzuruna =>KALB-i SeLim ile çıkmanın Uhrevî Kurtuluşun şartı olduğunu vurgulamışlardır.:


إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---“İllâ men etâllâhe bi KALBn SELÎM (selîmin).: ALLAH'a SELÎM (selâmete ermiş) KALBle gelenler hariç.” (Şuarâ 26/89)

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---“İz câe RABBehu bi KALBin SELÎM(selîmin).: O, RABBine SELÎM bir KALB ile gelmişti.” (Sâffât 37/84)

KALBin Fiillerinin =>Namaz, Oruç, Hac, Zekât, Abdest gibi bedenin fiillerinden üstün olduğu konusunda din âlimleri görüş birliği içindedir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Vücudda bir et parçası vardır; o iyi olursa bütün beden iyi, kötü olursa bütün beden kötü olur, bu et parçası KALBdir” buyurmuştur.
(Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “MüsâKât”, 107).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH sizin şeklinize ve malınıza değil KALBinize bakar” buyurmuştur.
(Müsned, II, 285; Müslim, “Birr”, 32; İbn Mâce, “Zühd”, 9.

Kur’ÂN-ı Kerîm’de bazı KALBLerin =>İmânlı, nurlu, bazılarının ise katı ve mühürlü olduğu bildirilmektedir. Bir hadiste mü’minin KALBi pürüzsüz, kâfirin KALBi ters dönmüş, münafıkın KALBi kilitli olarak nitelenmiş, bazı KALBLerin de kapalı olduğu belirtilmiştir.. (Müsned, III, 172; Ebû Tâlib Mekkî, I, 233).

Tasavvufta bilginin kaynağı KALBdir. Ancak KALB, Aklın karşıtı değildir; bir yere kadar akılla iç içedir. Akletme KALBin bir işlevidir, düşünceyi üreten AKLın kaynağı KALBdir. Metâfizik konularda KALBin, Aklı aştığını söyleyen SÛFÎLER bu konularda KALBin sezgisini esas almışlardır. Onlara göre sözlükte “BAĞLAMAK” anlamına gelen “AKL”ın faaliyet alanı dar ve sınırlı, buna karşılık KALB Âlemi çok daha geniştir.. (İbnü’l-Arabî, Fütûhâtü’l-Mekkiyye, II, 155, 394; IV, 25; a.mlf., Fusûs, s. 128).

Hülâsa, Âşıkane Tasavvuf Edebiyatının temel konusu KALBdir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Aziz CÂNKARDEŞLerim;

KaLB =>İnsÂN AKLına gelebilen tüm Değişim ve Devrimlerin Merkezidir.
“Devrim”, eskimez tanımıyla “İnkılab” da, Mukallib de “KaLB”le aynı kökten gelmektedir..
Nitekim, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de,ALLAH’ı “Mukallib el-Kulûb” (KaLBLeri halden hale sokan) diye anarak duâ etmştir. (Tirmizî, Kader 7; İbn Mâce, Mukaddime 13),

Ma’rifet, yâni ALLAH celle celâlihu’yu BİLmek ve TANImak KALBin İŞİdir. (bkz. Buhârî, İman 13) Hased, gazâb, buğz ve nefret gibi Kötü Duyular KaLBte bulunduğu gibi; İman, ALLAH Korkusu, hilm ve takvâ da KaLBe ait fiillerdir..
(Müslim, İman 230; Tirmizî, Fiten 26; Nesai, Cihad 8; Ahmed b. Hanbel, V/71)


Kur'ÂN-ı Kerîm =>KaLBin DurumLarını, İbâdet ve Takvâya MeyiLLi KaLBLer.:
Mutmâin KaLBLer.: Ra’d 13/28..
Selim KaLBLer.: Şuarâ 26/89..
ALLAH’a yönelmiş KaLBLer.: Kaf 50/31-32..
ALLAH anıldığı zaman titreyen KaLBLer.: Enfâl 8/2-3..
ALLAH’a bağlı KaLBLer.: Enfâl 8/11..
Mütevazi KaLBLer.: Hacc 22/54..
Huşû İçerisindeki KaLBLer.: Hadîd 57/16..

Kur'ÂN-ı Kerîm =>KaLBLerin günah ve şirkle hastalıklı hale gelmiş değişik Durum ve Özellikleri OLan KaLBLer.:
Galiz (kaba ve katı) KaLBLer.: Âl-i İmrân 3/159..
Eğri KaLBLer.: Âl-i İmrân 3/7..
Gafil ve Gaflete Düşürülmüş KaLBLer.: Kehf 18/28..
Taş Gibi Katı KaLBLer.: Bakara 2/74..
Kılıflı KaLBLer.: Bakara 2/88..
Hasta KaLBLer.: Bakara 2/10; Ahzâb 33/32..
Mühürlü KaLBLer.: Câsiye 45/23..
Bağlı KaLBLer.: A’râf 7/100..
Kapalı KaLBLer.: Fussılet 41/5..
Kör KaLBLer.: Hacc 22/46..
Kilitli KaLBLer.: MuhaMMed 47/24..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Fitneler, KaLBLere peş peşe isabet ederler. Hangi KaLB, o fitneleri kabul eder de sindirirse, o KaLBte siyah bir nokta oluşur. Hangi KaLB de o fitneleri kabul etmezse; o KaLBte beyaz bir nokta oluşur. Bu şekilde KaLBLer iki çeşit olurlar. Beyaz olanı, beyaz ve sert Sefâ Taşı gibidir. Yeryüzü ve gökler, yerinde kaldığı müddetçe ona fitneler zarar veremez. Siyah olan diğeri ise, içinde olanı dökülmüş bir kap gibi kupkurudur. Ne iyiliği bilir, ne de kötülüğü inkâr eder, ancak Hevâ-i Nefsiyle hareket eder.” buyurmuştur.

(Müslim, 144)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu yahudi, hıristiyan veya mecusî yapar.” buyurmuştur.
buyurmuştur.
(Buhârî, K. Cenâiz 80; Müslim, K. Kader 25)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnsan, bir günah işlediğinde gönlünde siyah bir nokta belirir. Eğer kişi, günahına tevbe eder, pişman olursa, o siyahlık gider, yeri yeniden parlar.” buyurmuştur.

(İbn Mâce, Zühd 29)

Şehr b. Havşeb radıyallahu anhu anlatıyor.: “Ümmü Seleme radiyallahu anha’ya.: “Ey Mü’minlerin Annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem senin yanındayken en çok hangi duâyı ederdi?” dedim.
Ümmü Seleme radıyallahu anha.: O’nun çoğunlukla ettiği duâ şuydu.: “Ey Mukallib el-Kulûb/KaLBLeri çeviren (ALLAH’ım)!. BEN’im KALBimi DİNin üzere sabit kıl!.”
Ben kendisine,.: “Yâ Resûlullah!. "Ey KaLBLeri çeviren (ALLAH’ım)!. BEN’im KALBimi DİNin üzere sabit kıl!.” diye neden çok duâ ediyorsun?” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Yâ Ümmü Seleme! Hiçbir insan yoktur ki KaLBi ALLAH’ın iki parmağı ara buyurdu..

(Tirmizî, Deavât, 89)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kul bir günah işlediği zaman KaLBinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tevbe ve istiğfar ettiği zaman KALBi parlatılır. Günaha devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm KaLBini kaplar. ALLAH’ın, (Kitabı’nda).: "Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları KaLBLerini paslandırmıştır.” diye anlattığı pas işte budur.” buyurdu.
(Ebû Hüreyre radıyallahu anhu’den; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ÂN, 83)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---“Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalplerinin üzerini kapladı (kalplerini kararttı, pas tutturdu.)” (Mutaffifîn 83/14)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Âdemoğlunun KALBinden bütün (arzu) vadilerine (uzanan) yollar vardır. ALLAH, KALBini bütün bu yollara açmış olan kişiyi bunların hangisinde helâk ettiğini önemsemez, fakat kim ALLAH’a güvenirse ALLAH onu (arzularının) keşmekeşliğinden kurtarır.” buyurdu..
(Amr b. Âs radıyallahu anhu’den; İbn Mâce, Zühd, 14)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:KALB, bomboş bir arazide rüzgarların oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 408)

Asr-ı saâdette cereyân eden şu olay, KALBdeki bu “değişme” husûsiyetini gâyet açık bir sûrette ifâde eder.:

Hazret-i Ebûbekir radiyallahu anhu, bir gün Hanzala radıyallahu anh’ya rastladı. Hâl ve hatırını sordu.
Hanzala radıyallahu anh büyük bir teessür ve endîşe içinde.: “Hanzala münâfık oldu, ey Sıddîk!” dedi.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anhu.: “SübhânALLAH! Bu nasıl söz böyle?” deyince,
Hanzala radıyallahu anh şöyle devâm etti.: “Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sohbetinde iken, O bize Cennet ve Cehennem’i hatırlatıyor, hattâ onları gözle görüyormuş gibi bir hâle bürünüyoruz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzûrundan çıkıp çoluk-çocuğumuz ve dünyevî maîşetimizle meşgûl olmaya dalınca da, duyduklarımızın pek çoğunu unutuyoruz. (O’nun sohbetindeki feyz ve rûhâniyetimizi kaybediyoruz.)” dedi.
Hazret-i Ebûbekir radıyallahu anhu.: “VALLAHi, buna benzer hâller bizde de oluyor.” dedi.
Bunun üzerine ikisi de kalkıp hemen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in huzûruna vardılar ve durumu kendisine arz ettiler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de: “Canım kudret elinde olan ALLAH’a yemîn ederim ki, benim yanımdaki hâlinizi devâmlı muhâfaza edip, zikr-i dâimî üzere olabilseydiniz, yatakta yatarken de, yollarda yürürken de melekler sizinle musâfaha ederlerdi. (Sonra da üç defâ tekrarlayarak).: “Yâ Hanzala! Bâzen öyle, bâzen de böyle olur!.” buyurdu.
(Müslim, Tevbe, 12)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAHım, SEN’den DİNde sebât isterim... doğru söyleyen DİL ve SELÎM bir KALB isterim!” diye duâ etmiştir..
(Tirmizî, Deavât, 23; Nesâî, Sehv, 61)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ashâbımdan kimse BANA bir başkasından söz getirmesin!. BEN, sizin karşınıza (peşin hükümlerle değil) SELÎM bir KALBle çıkmak istiyorum!.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 28)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gerçek mücâhid, ALLAH’a itaat hususunda nefsiyle cihad edendir” buyurmuştur.
(İbn-i Hanbel, Müsned, VI, 21)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bir hâkim öfkeli iken, iki kişi arasında hüküm vermesin” buyurmuştur.
(Tirmizî, Ahkâm, 7)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey RABB’im!... KALBime hidâyet eyle, DİLimi doğru kıl, GÖĞSÜMdeki hile ve kin duygusunu gider!.” diye duâ ve niyâzda bulunmuştur.
(Ebû Dâvûd, Vitr, 25; Tirmizî, Deavât, 102)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH’ım!. Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım.” diye duâ buyurmuştur.
(Buharî: Deavât 38; Müslim: Zikr 49; Ebu Davud: Vitr 32; Tirmizî: Deavât 70; Nesaî: İstiâze 6.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, insanlardan pek çoğu onları bilmez. Şüphelilerden sakınıp korunan kimse (takvâ sahibi), ırzını ve dinini muhafaza etmiş olur. Dikkat ediniz!. İnsan vücudunda bir lokmacık et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücud iyi olur; o, bozuk olursa bütün vücud bozuk olur. İşte o et parçası KALBtir!.” buyurmuştur.
(Bûhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bazen KALBimin perdelendiği olur. Bu yüzden ben ALLAH’a günde yüz defa istiğfâr ederim.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 41)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Güçlü mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve ALLAH’a sevgilidir.” buyurmuştur.
(Müslim: Kader 34; İbn Mace: Mukaddime 10, Zühd 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/366.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min, cennete kavuşuncaya kadar kesinlikle hayır işlemeye doymaz.” buyurmuştur.
(Tirmizî: İlim 19.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:ALLAH’tan yardım dile, âcizliğe düşme!.” buyurmuştur.
(Müslim: Kader 34; İbn Mace: Mukaddime 10, Zühd 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/366.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim ==>KALBimm..

HeR NEFEs=>CÂNdır=>CÂNıma,
Bu GüN=>DÜNüme GöZ KIRPaR!.
===>UMUt DOLu===>YARINıma,
HİÇ DURMA!.dan KANat ÇIRPaR!.



KALB lügatta merkez, öz, cevher, ilik, en iyi ya da en çok tercih edilen kısım anlamlarına gelir. (Mutçalı, 1995: 724).
Bir şeyin KALB i, onun bir şekilden başka bir şekle çevrilmesi, döndürülmesi demektir. (Isfahanî, 2006: 2/391).
Hurmanın KALB i onun çekirdeği. (İbn Manzur, Ts: 1/68; Zebidî, H.1306: I/437),
Arab’ın KALB i de kavminin içinde söz sahibi, şerefli olan kişidir denilmiştir. (Zemahşerî, 1973: 270).
Ayrıca KALB in “Göğsün sol tarafında çam kozalağı” şeklindeki et parçası. (Tehanevî, H. 1318: II/1170),
Karında siyah bir alaka olduğunu söyleyenler de olmuştur. (Zebidî, H.1306: I/437).
Bazıları da maddi KALB le bağlantısı olan manevî bir KALB in olduğunu ifâde etmiştir. (Cebecioğlu, 2005: 341).

KALB Kelimesi =>KUR’ÂN-ı Kerîm’de; müfred/tekil, tesniye/ikili ve cemi/çoğul olmak üzere 132 Âyet-i CeLîLede geçmektedir.. (Abdulbaki, 1945, 549- 551).

KALB imizin Hayatımızda hem yapısal hem de işlevsel yönleri vardır.:


أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- kulûbulletî fî’s- SUDÛR(SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALB Leri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin sinelerdeki KALB Ler kör olur.” (Hac 22/46)

KALB =>Kâinatta/Dış/Kesbî Yetenekleriyle/Muhit ve İÇ/Merkezde Fıtrî/Vehbî Yetenekleriyle İletişiminin Ana Kaynağıdır.:

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---“Ellezîne âmenû ve tatmainnu KULÛBuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- KULÛB (kulûbu).: Bunlar, imân edenler ve KALB Leri ALLAH 'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; KALB Ler yalnızca ALLAH 'ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d 13/28)

Buyurulmaktadır. Ayrıca bu ayet KALB e verilen (vehbî) yeteneklerin birbirleriyle sürekli olarak düzenli bir etkileşim içinde olduğunu zımnen ifâde ederek onun da bir sistem olduğunu bizlere anlatır.

Yukarıda anlattıklarımızdan yola çıkarak KALB imizle ilgili şunları söyleyebiliriz.:
KALB imiz;
1-) KALB imizin yapısal ve işlevsel yönü (özelliği) vardır.
2-) KALB imiz kendi içinde bir sisteme sahibdir.
3-) KALB imizin kendisi de bir sistemin bileşenidir..


يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاء إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---“Yudebbiru’l- emre mine’s- semâi ile’l- ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).: Gökten arza kadar emri (ALLAH 'tan gelen ve ALLAH 'a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O'na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.” (Secde 32/5)

Hayatta Fiziksel Objelerin kendilerinden kaynaklanan bir bilinçlilik halinin olmadığını, yüklenen sabit programı/iç güdü olartak uyguladıklarını, kendilerine gösterilen yörüngenin dışına çıkamayacaklarını göstermektedir.:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ
Resim---“Ve evhâ RABBuke ile’n- nahli enittehızî mine’l- cibâli buyûten ve mine’ş- şeceri ve mimmâ ya’rişûn (ya’rişûne).: Ve senin RABB’in, BAL ARISIna, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.” (Nahl 16/68)

ALLAHu zü’L- CeLÂL =>ŞE’ÂNda =>Her ÂN Yeniden Yaratma Halinde Kayyumdur.:

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî ŞE’Nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir ŞE'N (ayrı bir tecellî, YENİ BİR OLuş) üzerindedir.” (Rahman 55/29)

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Resim---ALLAHu lâ ilâhe illâ huve’l- HAYyu’l- KAYYUM (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- ALİYyu’l- AZÎM (azîmu).: ALLAH ki, O'ndan başka ilâh yoktu (Sadece O vardır). HAYy'dır KAYYUM'dur. O'nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O'nundur. Onun izni olmadan, O'nun katında kim şefaat etme yetkisine sâhibtir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O'nun lminden, O'nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), kendisine zor gelmez ve O ALÂ'dır (çok yücedir), AZÎM'dir (çok büyüktür).” (Bakara 2/255)

ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur’ÂNî Uyarılara/İnzara karşı kendisini kapatmış olanların KALB ini, iletkenliğini kaybetmiş yalıtılmış olarak nitelendirmiştir. Ayrıca bu hale kendilerinin sebep olduğunu anlatmaktadır. Bunlar kişinin kendisinin koyduğu, oluşturduğu izolasyonlardır. KALB ini uyarıya (inzâr) kapatanlar bu kategoriye girer.:

Resim---“İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn (yu’minûne).: Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü'min olmazlar.” (Bakara 2/6)

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
Resim---“HatemALLAHu alâ KULÛBihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh (gışâvetun), ve lehum azâbun azîm (azîmun).: ALLAH onların KALB Lerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassas (Bakara 2/7)

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ (keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ KALB ik (KALB ike), ve yemhullâhu’l- bâtıla ve yuhıkku’l- hakka bi kelimâtih (kelimâtihî), innehu alîmun bi zâti’s- SUDÛR (SUDÛRi).: Yoksa ALLAH 'a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer ALLAH dilerse senin KALB ini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, SÎNElerdekini en iyi bilendir.” (Şura 42/24)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur'ÂN ALLAH’tan HEDiye,
->RASÛLuLLAH NEFESİyLe,
AKLı OLan==>HERKEs İÇin,
OKU!.nsun YAŞA!.nsız Diye!.


KALBdeki->BEYİN<=>BEYİNdeki<-KALB

İnsanın, bazılarının zan ve iddia ettikleri gibi, akıl ve BEYİN merkezli değil; KALB merkezli bir yapıya sâhib olduğunu anlatan ve açıklayan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in.: "İnsan vücûdunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücûd düzelir, o bozulduğunda bütün vücûd bozulur. İyi bilin ki, o et parçası KALBdir." (Buhârî, Müslim)
Hadis-i şerifiyle de uyumludur.
Yine Kur’ÂN-ı Kerîmde bir çok âyetlerinde de insanın, özellikle de manevî yapısının KALB merkezli olduğuna işâret eden âyetler vardır.:

"Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek KALBLeri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar) Çünkü gerçekte gözler değil, GöĞüSlerdeki KALBLer (KALB gözleri) kör olur."


أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum KuLûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- KuLûbulletî fî’s- SUDÛR (SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBLeri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin SÎNelerdeki KALBLer kör olur.” (Hac 22/46)

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Resim---“E fe lâ yetedebberûne’l- Kur’ÂNe em alâ KULÛBin akfâluhâ.: Hâlâ Kur’ÂN'ı tefekkür etmezler mi? Yoksa KALBLer üzerinde kilitleri mi var?” (MuhaMMed 47/24)

Görüldüğü gibi KALB ve düşünce o kadar iç içe ve birlikte zikredilmiş ki, bazı alimler akıl ve KALBin aynı olduğunu ya da aklın da KALBde olduğunu iddia etmişlerdir..

İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine göre ise, aklın yeri dimağ/BEYİN dir.
Yukarıda zikredilen hadis-i şerifte (zâhirî mana itibari ile) KALBin bir et parçası olduğu dolayısıyla da maddî/biyolojik bedenimizin merkezi olarak ifâde edilmiş ve diğer organlarımızın sağlıklı çalışması onun sağlıklı olmasına bağlanmıştır ki, bilimsel olarak da bu böyledir..
Bütün organlar KALBe tâbidir ve KALBin durmasıyla diğer organların ölümü gerçekleşir. Nitekim KALBin kan pompalamaması halinde BEYİN ölümü de gerçekleşir..

İnsanın maddî bedenine karşılık bir de manevî bedeni/varlığı vardır ki, maddî bedenimizdeki organlarımıza karşılık manevî bedenimizde lâtifelerimiz vardır. RÛH başta olmak üzere KALB bir lâtifedir, AKIL bir lâtifedir, VİCDAN bir lâtifedir, SIR bir lâtifedir...
Bunlar gözle görülmeyecek kadar ince ve kırılgandırlar, hassastırlar, yâni lâtiftirler ki, o yüzden görülmezler ama hissedilirler..
O yüzden "KALBimiz kırılır", "Vicdanımız sızlar", "Aklımız karışır", "Gönlümüz daralır", "Ruhumuz sıkılır"...
İşte önem ve işlev açısından maddî bedendeki KALB ne ise, manevî bedendeki KALB/GÖNÜL de odur, o kadar önemlidir. Aynı şekilde beynimizin maddî bedenimizdeki önemi ne ise, manevî açıdan akıl o kadar değerlidir..

Şimdi KALB ve AKIL/BEYİN ilişkisi üzerine yapılmış araştırma Yrd. Doç. Dr. Hasan Doğan'ın kaleme aldığı yazının konuyla ilgili bölümlerinin özeti şu şekildedir..:
"Bugün modern tıbbın yeni alanı olan nörükardiyoloji (KALB-Sinir Bilimi) alanında çalışmalar yürüten Dr. Armaur ve Dr Ardell; KALBdeki merkezi sinir sisteminden bağımsız, öğrenme, bilgi işleme, hatırlama ve idrak gibi fonksiyonlarla donatılmış, küçük bir BEYİN olarak vasıflandırılan bir NÖRON AĞI keşfetmiştir. BEYİN den bağımsız en az 40.000 sinir hücresinden meydana gelen, kendine has karmaşık bu sinir sistemi, KALBdeki muhteşem BEYİN olarak târif edilmektedir. KALBde bulunan nöron hücreleri hem BEYİN le iletişim kurmakta, hem de KALBin faaliyetlerini düzenlemektedir. Böylelikle hem KALBden beyne hem de BEYİN den KALBe bilgi akışı gerçekleştirilmektedir. Araştırmalar KALBden beyne gönderilen bilgi miktarının BEYİNden KALBe gönderilenden daha fazla olduğunu ortaya koymuştur..."
"KALB-BEYİN ve KALB-diğer vücûd sistemleri arasındaki bu iki yönlü iletişim ağı, bilinen en kompleks iletişim ağlarından biridir. Her bir KALB atışı sadece kanı pompalamakla kalmaz; Aynı zamanda bütün vücûda kan basıncıyla nörolojik, hormonal ve elektromanyetik yollarla bilgi gönderir ve ondan aynı yollarla bilgi alır..."
"Ferdin içinde bulunduğu hissî duruma göre KALB; atım hızı değişkenliği yoluyla BEYİN sapına, amigdalaya ve kortekse gönderdiği bilgilerle BEYİN dalgalarına ve fonksiyonlarına tesir etmektedir. Bütün bu tespitler, kan pompalamanın yanında, KALBe, bedenin tamamında tesirli uyum ve ritim bütünlüğü düzenleyici ve yönetici SİNYAL MERKEZİ olarak da vazife verildiğini göstermektedir.."

Bir çok kişi ve hatta modern tıp, KALBi sadece kan pompalayan fizyolojik yapısıyla sınırlandırdığı için, anlama ve karar verme merkezi olarak akıl, hislerin kaynağı olarak da BEYİN ön plana çıkarılmıştır. Bu yanlış bilgi ile Kur’ÂN ve Hadisleri tenkid etmeye yeltenen bir takım aklı evveller de yok değildir. Bu tipler güya kendilerince Kur’ÂN ve Sünnet'in bilimle çeliştiğini ispatlama gayreti içine girseler de, gerçek bilimsel verilen Kur’ÂN-ı Kerim’in yanılmaz ve yanıltmaz ALLAH Kelâmı olduğu, her zaman olduğu gibi bu konuda da yine apacık ortaya çıkmştır..
Onlar bilmiyorlar ki..: "Zaman ihtiyarladıkça=>Kur’ÂN gençleşmektedir"

"Yer yüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünce KALBLeri işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, GöĞüSlerdeki KALBLer (KALB gözleri) kör olur."


أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum KuLûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- KULÛBulletî fî’s- SUDÛR (SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBLeri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin SÎNelerdeki KALBLer kör olur.” (Hac 22/46)

Gerçekten AKIL=> Nurunu, Işığını, Sinyallerini KALBden almaktadır. Yeter ki o KALB =>İmÂN ve Kur’ÂN'ın Nuruyla nurlanmış vahyin aydınlık ikliminden nasibini almış olsun.. Yâni "KALB-i Selim" olsun. İşte o zaman akla doğru sinyaller gönderecek, onu nurlandıracak ve yolunu da aydınlatacaktır. İşte o zaman akıl doğru işlere kafa yoracak, sâhibinin ve insanlığın hayrına işler yapacaktır..

Bize düşen, bir bahçıvanın bahçesini zararlı otlardan, dikenlerden temizlediği gibi KALBimizi önce her türlü zararlı duygu ve düşüncelerden (şirkten, nifâktan, iki yüzlülükten, kinden, hasedden, fesaddan...) temizlemek ve imÂN ve Kur’ÂN Nuru’yla aydınlatmak ve Ahlâk-ı MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem’e benzemektir.:

" O gün ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak ALLAH'a KALB-i selim (temiz bir KALB) ile gelenler ( o günde fayda bulur/kurtulur)"


يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
Resim---“Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn (benûne).: Çocukların ve malın fayda vermediği gün (beni utandırma).” (Şu’arâ 26/88)

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---“İllâ men etâllâhe bi KALBin SELÎM (selîmin).: ALLAH 'a SELÎM (selâmete ermiş) KALBle gelenler hariç.” (Şu’arâ 26/89)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur’ÂN-ı KERÎM’imizde KALB/FUAD-GöNüL-SÎNE Geçen SÛRELer ve Âyet-i CeLîLeR.:

Bakara 2/7,10,74,88,93,97,118,198,204,225,235,260,283; Âl-i İmrân 3/8,103,118,119,126,151,154,158,159,166,167; Nisâ 4/63,90,155; Mâide 5/7,13,41,52,113; En’âm 6/25,43,46,110,113; A’râf 7/43,101,179; Enfâl 8/2,10,11,12,24,24,43,49,63,70; Tevbe 9/8,15,45,60,64,77,87,93,110,117,125,127; Yûnus 10/57,74,88; Hûd 11/5,23; Ra'd 13/28; İbrahîm 14/37,43; Hicr 15/12,47; Nahl 16/22,78,108; İsrâ 17/36,46,51; Kehf 18/14,28,37,57; Enbiyâ 21/3; Hac 22/32,35,46,53,54; Mü'minun 23/60,63,78; Nûr 24/37,50; Furkân 25/32; Şu’arâ 26/89,114,200; Neml 27/74; Kasas 28/10,69; Ankebût 29/10,49; Rûm 30/59; Lokmân 31/23; Secde 32/9; Ahzâb 33/4,5,10,12,26,32,51,53,60; Sebe’ 34/23,48; Fâtır 35/38; Sâffât 37/84; Zümer 39/7,22,23,45,48; Mü'min 40/18,35; Fussilet 41/5; Şûrâ 42/24; Câsiye 45/23; Ahkâf 46/26; MuhaMMed 47/16,20,24,29; Fetih 48/4,11,12,18,26; Hucurât 49/3,7,14; Kaf 50/33,37; Hadîd 57/16,27; Mücâdele 58/22.
Haşr 59/2,10,14; Saff 61/5; Nâzi'ât 79/8; Münâfikun 63/3; Tegâbün 64/11; Tahrîm 66/4; Mülk 67/13,23; Müddesir 74/31. Mutaffifin 83/14; Hümeze 104/7. Nâs 114/4..


Kur’ÂN-ı KERÎM’imizde KALB/FUAD-GöNüL-SÎNE Geçen SÛRELerden BİRer âdet Âyet-i CeLîLeR SUNALım.:


فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Resim---“Fî KuLûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ (maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn (yekzibûne).: Onların KALBlerinde maraz (hastalık) vardır. ALLAH da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzib etmiş olmaları (ALLAH'a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azâb vardır.” (Bakara 2/10)

قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ KALBike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ li’l- mu’minîn (mu’minîne).:
Kim Cibril'e düşman oldu ise (ona) de ki: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrâil aleyhisselâm), onların ellerindeki (kitabları) tasdik eden O (Kur’ÂN'ı), ALLAH 'ın izniyle, mü'minlere bir hidâyet (rehberi) ve müjde olarak SENin KALBine indirdi.” (Bakara 2/97)

وَمِنَ النَّاسِ مَن يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّهَ عَلَى مَا فِي قَلْبِهِ وَهُوَ أَلَدُّ الْخِصَامِ
Resim---“Ve minen nâsi men yu’cibuke kavluhu fî’l- hayâti’d- dunyâ ve yuşhidullâhe alâ mâ fî KALBihî, ve huve eleddu’l- hısâm (hısâmi).:
Ve insanlardan, dünya hayatında sözü senin hoşuna giden kimseler vardır. Ve KALBinde olana, ALLAH'ı şâhid tutar, (oysa) O, hasımların (düşmanların) en azılısıdır.” (Bakara 2/204)

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Resim---“RABBenâ lâ tuziğ KuLûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh (rahmeten), inneke ente’l- VEHHÂB (vehhâbu).: RABB’imiz, bizi hidâyete erdirdikten sonra, KALBlerimizi saptırma. Senin katından bize vehbî olarak rahmet bağışla. Muhakkak ki SEN, VEHHÂB'SIN (vehbî olarak bağışlayansın).” (Âl-i İmrân 3/8)

أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
Resim---“Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî KuLûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ (belîgan).: İşte onlar, ALLAH'ın KALBlerinde olanı bildiği kişilerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara vaaz et (nasihat et) ve onlara kendileri hakkında belagatli (güzel) söz söyle.” (Nisâ 4/63)

فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ
Resim---“Fe terâllezîne fî KuLûbihim maradun yusâriûne fîhim yekûlûne nahşâ en tusîbenâ dâireh(dâiretun) fe asâllâhu en ye’tiye bi’l- fethi ev emrin min indihî fe yusbihû alâ mâ eserrû fî enfusihim nâdimîn (nâdimîne).: Böylece, KALBlerinde maraz (hastalık) bulunanların (yahudi ve hristiyanları dost edinip), “olaylar (tersine) dönerse, bize bir musibet isabet etmesinden korkuyoruz.” diyerek onların aralarında koşuştuklarını görürsün. Oysa ki ALLAH'ın katından bir fetih veya bir emir getirmesi umulur ki, böylece onlar da kendi içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.” (Mâide 5/52)

وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُواْ بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Resim---“Ve nukallibu EF’iDetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Biz onların KALBlerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz.” (En’âm 6/110)

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l- cinni ve’l- insi lehum KULÛBun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l- en’âmi bel hum edallu, ulâike humu’l- gâfilûn (gâfilûne).: Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların KALBLeri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onla hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A‘râf 7/179)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beyne’l- mer'i ve KALBihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).: Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, ALLAHa ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak ALLAH, kişi ile KALBi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Resim---“Ve emmâllezîne fî KuLûbihim maradun fe zâdethum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve hum kâfirûn (kâfirûne)..: Ve fakat; KALBlerinde hastalık (nifak, şüphe, inkâr) olanların ise böylece murdarlıklarına (inkârlarına, şüphelerine ve pisliklerine) murdarlık katar (daha da artırır). Ve onlar, kâfir olarak ölürler.” (Tevbe 9/125)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءتْكُم مَّوْعِظَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَشِفَاء لِّمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev'ızatun min RABB’ikum ve şifâun limâ fîs SuDûRi ve huden ve rahmetun li’l- mu'minîn(mu'minîne).: Ey insanlar! Size, RABB’inizden öğüt (vaaz) ve GöĞsünüzde olana (nefsinizin KALBindeki hastalıklara) şifâ ve mü'minlere hidâyet ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus 10/57)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُواْ إِلَى رَبِّهِمْ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve AHBEtû ilâ RABB’ihim ulâike ashâbu’l- cenneh (cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: İman edip sâlih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine KALBleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır.” (HHûd 11/23

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---“Ellezîne âmenû ve tatmainnu KuLûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- KULÛB (KuLûbu).: Bunlar, imân edenler ve KALBLeri ALLAH'ın zikriyle mutmâin olanlardır. Haberiniz olsun; KALBLer yalnızca ALLAH'ın zikriyle mutmâin olur.” (Ra’d 13/28)

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Resim---RABBenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilke’l- muharremi RABBenâ li yukîmu’s- salâte fec’al EF’İDEten mine’n- nâsi tehvî ileyhim verzukhum mine’s- semerâti leallehum yeşkurûn (yeşkurûne).: Ey RABBimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını ekin bitmeyen bir vadiye, Senin Beyt-i Haram'ının yanında iskân ettim (yerleştirdim). Ey RABBimiz! Namazı ikame etsinler. Bir kısım insanların KALBini onlara meylettir. Ve onları ürünlerden rızıklandır. Böylece onlar şükrederler.” (İbrahîm 14/37)

كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
Resim---“Kezâlike neslukuhu fî KuLûbi’l- mucrimîn (mucrimîne).: İşte böylece onu (alay etmeyi), mücrimlerin KALBlerine sokarız.” (Hicr 15/12

كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
Resim---“Kezâlike neslukuhu fî KuLûbi’l- mucrimîn(mucrimîne).: İşte böylece onu (alay etmeyi), mücrimlerin KALBlerine sokarız.” (Nahl 16/22)

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---“Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), innes sem’a ve’l- basara ve’l- FuâDe kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve KALB, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ 17/36

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Resim---“Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne RABBehum bi’l- gadâti ve’l- aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînete’l- hayâti’d- dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ KALBehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).: Sabah akşam, O'nun Vechi'ni (Zât'ını) isteyerek RABB’ine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! KALBini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevâsına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!” (Kehf 18/28)

كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى
Resim---“Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.: Yeyin ve hayvanlarınızı otlatın! Muhakkak ki bunda, akıl sâhibleri için elbette âyetler (deliller) vardır.” (Tâhâ 20/54)

لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّواْ النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ
Resim---“Lâhiyeten KuLûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn (tubsırûne).: Onların KALBleri, (ALLAH'ın söylediklerine) önem vermemekte. Ve zulmedenler, gizlice (şöyle) fısıldaştılar: “Bu (Hz. MuhaMMed aleyhisselâm), sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey mi? Yoksa siz, görerek (göz göre göre) sihre mi kapılıyorsunuz?” (Enbiyâ 21/3)

الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---“Ellezîne izâ zukirallâhu vecilet KuLûbuhum vas sâbirîne alâ mâ esâbehum ve’l- mukîmis salâti ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar, ALLAH'ı zikrettikleri zaman KALBleri titreyenlerdir (ALLAH'tan gelen bir cereyanla KALBleri ve vücudları sarsılanlardır). Onlara isabet edenlere (musîbetlere) sabredenlerdir ve salâtı (namazı) ikâme edenlerdir. Ve onlar, onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.” (Hacc 22/35)

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l- ardı fe tekûne lehum KuLûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l- ebsâru ve lâkin ta’ma’l- KuLûbulletî fî’s- SUDÛR (SUDÛRi).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBLeri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin SÎNelerdeki KALBLer kör olur.” (Hac 22/46)

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---“Ve huvellezî enşee lekumus sem’a ve’l- ebsâra ve’l- EF’iDeh (EF’iDete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Ve sizin için işitme hassası, görme hassası ve FuaD hassası (GöNüL-idrak hassası) inşa eden (yaratan) O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Mü'minun 23/78)

أَفِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَمِ ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَن يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ أُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---“E fî KuLûbihim maradun emirtâbû em yehâfûne en yehîfallâhu aleyhim ve resûluh (resûluhu), bel ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).: Onların KALBlerinde hastalık mı var yoksa şüphe mi ediyorlar veya ALLAH'ın ve O'nun Resûl'ünün, onlara karşı taraf tutacağından (haksızlık edeceğinden) mı korkuyorlar? Hayır, işte onlar, onlar zâlimlerdir.” (Nûr 24/50)

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ الْقُرْآنُ جُمْلَةً وَاحِدَةً كَذَلِكَ لِنُثَبِّتَ بِهِ فُؤَادَكَ وَرَتَّلْنَاهُ تَرْتِيلًا
Resim---“Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhi’l- Kur’ÂNu, cumleten vâhideh (vâhideten), kezâlike li nusebbite bihî FuâDeke ve rettelnâhu tertîlâ (tertîlen).: İnkâr edenler dediler ki: "Kur’ÂN ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla KALBini sağlamlaştırıp pekiştirmek için böylece (âyet âyet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.” (Furkân 25/32)

إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---“İllâ men etâllâhe bi KALBin SELÎM (selîmin).: ALLAH 'a SELÎM (selâmete ermiş) KALBle gelenler hariç.” (Şu’arâ 26/89)

وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Resim---“Ve inne RABBeke le ya’lemu mâ tukinnu SuDûRuhum ve mâ yu’linûn (yu’linûne).: Ve muhakkak ki senin RABB’in, şüphesiz onların GöĞüSlerinde gizli olanı da açıkladıklarını da bilir.” (Neml 27/74)

وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Resim---“Ve RABBuke ya’lemu mâ tukinnu SuDûRuhum ve mâ yu’linûn (yu’linûne).: Ve senin RABB’in, onların SÎNelerinde gizli olan şeyi ve alenî olan (gizlemedikleri) şeyi bilir.” (Kasas 28/69)

بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا الظَّالِمُونَ
Resim---“Bel huve âyâtun beyyinâtun fî SuDûRillezîne ûtû’l- ilm (ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn (zâlimûne).: Hayır O (Kur’ÂN-ı Kerim), ilim verilenlerin SÎNelerinde beyân olunan âyetlerdir. Ve zâlimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.” (Ankebût 29/49)

كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Kezâlike yatbaullâhu alâ KuLûbillezîne lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: ALLAH, bilmeyenlerin KALBlerini işte böyle tabeder (mühürler).” (Rûm 30/59)

وَمَن كَفَرَ فَلَا يَحْزُنكَ كُفْرُهُ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Ve men kefere fe lâ yahzunke kufruh (kufruhu), ileynâ merciuhum fe nunebbiuhum bi mâ amil (amilû), innallâhe alîmun bi zâtis SuDûR (SuDûRi).: Ve kim inkâr ederse, onun küfrü seni mahzun etmesin (üzmesin)! Onların dönüşü, Bize'dir. Böylece yaptıkları şeyleri (amelleri) onlara haber vereceğiz. Muhakkak ki ALLAH, SÎNelerde olanı en iyi bilendir.” (Lokmân 31/23)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---“Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a ve’l- ebsâre ve’l- EF’iDeh (efidete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra (ALLAH), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücûdun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve FuaD (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Secde 32/9)

وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ مَّا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا
Resim---“Ve iz yekûlu’l- munâfikûne vellezîne fî KuLûbihim maradun mâ vaadenallâhu ve resûluhû illâ gurûrâ (gurûran).: Ve münâfıklar ve KALBlerinde maraz (hastalık, şüphe) bulunanlar: "ALLAH ve Resûlü gururdan (aldatmaktan) başka bir şey vaadetmedi." diyorlardı.” (Ahzâb 33/12)

وَلَا تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ عِندَهُ إِلَّا لِمَنْ أَذِنَ لَهُ حَتَّى إِذَا فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَا قَالَ رَبُّكُمْ قَالُوا الْحَقَّ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---“Ve lâ tenfeuş şefâatu indehû illâ li men ezine leh (lehu), hattâ izâ fuzzia an KuLûbihim kâlû mâzâ kâle RABBukum, kâlû’l- hakk(hakka), ve huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: Ve O'nun huzurunda, kendisine izin verdiği kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez. Onların KALBlerinden korku giderilince: "RABB’iniz ne buyurdu?" dediler. (Onlar da) "Hakkı buyurdu." dediler. Ve O; Âli'dir (çok yüce), Kebir'dir (çok büyük).” (Sebe’ 34/23)

إِنَّ اللَّهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti ve’l- ard (ardı), innehu alîmun bi zâtis SuDûR (SuDûRi).: Muhakkak ki ALLAH, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Muhakkak ki O, SÎNelerde olanı en iyi bilendir.” (Fâtır 35/38)

إِذْ جَاء رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
Resim---“İz câe RABBehu bi KALBin selîm (selîmin).: O, RABB’ine selîm bir KALB ile gelmişti.” (Sâffât 37/84)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim---“E fe men şerehallâhu SaDRehu li’l- islâmi fe huve alâ nûrin min RABB’ih (RABB’ihi), fe veylun li’l- kâsiyeti KuLûbuhum min zikrillâh (zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: ALLAH kimin GöĞsünü İslâm için (ALLAH'a teslim için) yarmışsa artık o, RABB’inden bir nur üzere olur, değil mi? ALLAH'ın zikrinden KALBleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.” (Zümer 39/22)

الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
Resim---“Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli KALBi mutekebbirin cebbâr (cebbârin).: Onlar kendilerine bir sultân (bir delil) gelmediği halde, ALLAHın âyetleri hakkında mücâdele ederler. Gadâb, ALLAH'ın ve iman edenlerin indinde büyük oldu. ALLAH bütün zorba mütekebbirlerin KALBinin üzerini işte böyle tabeder (açılmamak üzere mühürler).” (Mü'min 40/35)

وَقَالُوا قُلُوبُنَا فِي أَكِنَّةٍ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ وَفِي آذَانِنَا وَقْرٌ وَمِن بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ إِنَّنَا عَامِلُونَ
Resim---“Ve kâlû KuLûbunâ fî ekinnetin mimmâ ted’ûnâ ileyhi ve fî âzâninâ vakrun ve min beyninâ ve beynike hicâbun fa’mel innenâ âmilûn (âmilûne).: Ve dediler ki: “Bizi kendisine dâvet ettiğin şeye karşı, KALBlerimizde (idrak etmeyi önleyen) ekinnet, kulaklarımızda (işitmeyi engelleyen) vakra ve seninle bizim aramızda bir perde var. Artık (sen dilediğini) yap! Muhakkak ki biz de dilediğimizi yapacak olanlarız.” (Fussilet 41/5)

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ (keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ KALBik (KALBike), ve yemhullâhu’l- bâtıla ve yuhıkku’l- hakka bi kelimâtih(kelimâtihî), innehu alîmun bi zâtis SuDûR (SuDûRi).: Yoksa ALLAH'a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer ALLAH dilerse senin KALBini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, SÎNelerdekini en iyi bilendir.” (Şûrâ 42/24)

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Resim---“E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve KALBihî ve ceale alâ basarihî gışâveh (gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh (ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Hevâsını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve ALLAH, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve KALBini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda ALLAH'tan sonra onu kim hidâyete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” (Câsiye 45/23)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فِيمَا إِن مَّكَّنَّاكُمْ فِيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَأَبْصَارًا وَأَفْئِدَةً فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَا أَبْصَارُهُمْ وَلَا أَفْئِدَتُهُم مِّن شَيْءٍ إِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
Resim---“Ve lekad mekkennâ hum fî mâ in mekkennâkum fîhi ve cealnâ lehum sem’an ve ebsâren ve EF’iDeten fe mâ agnâ anhum sem’uhum ve lâ ebsâruhum ve lâ EF’iDetuhum min şey’in iz kânû yechadûne bi âyâtillâhi ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn (yestehziûne).: Ve andolsun ki BİZ, onlara size dahi vermediğimiz imkânları verdik. Ve onlara işitme, görme hassaları ve FUAD/idrak verdik. Fakat işitme ve görme hassaları onlara fayda sağlamadı. Ve idrakleri de onlara bir şey sağlamadı. ALLAH'ın âyetlerini bilerek inkâr ediyorlardı. Ve alay etmiş oldukları şey onları kuşattı.” (Ahkâf 46/26)

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
Resim---“E fe lâ yetedebberûne’l- Kur’ÂNe em alâ KULÛBin akfâluhâ.: Hâlâ Kur’ÂN'ı tefekkür etmezler mi? Yoksa KALBLer üzerinde kilitleri mi var?” (MuhaMMed 47/24)

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَن لَّن يُخْرِجَ اللَّهُ أَضْغَانَهُمْ
Resim---“Em hasibellezîne fî KuLûbihim maradun en len yuhricallâhu adgânehum.: Yoksa KALBlerinde hastalık olanlar, ALLAH'ın, onların (gizli) kinlerini asla ortaya çıkarmayacağını mı zannettiler?” (MuhaMMed 47/29)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ وَلِلَّهِ جُنُودُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا
Resim---“Huvellezî enzeles sekînete fî KuLûbi’l- mu’minîne li yezdâdû îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti ve’l- ard (ardı), ve kânALLÂHU ALÎMEN HAKÎMâ (hakîmen).: Mü'minlerin KALBlerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O'dur. Göklerin ve yerin orduları ALLAH'ındır. Ve ALLAH; ALÎM'dir, HAKÎM'dir.” (Fetih 48/4)

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
Resim---“Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin mine’l- emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumu’l- îmâne ve zeyyenehu fî KuLûbikum, ve kerrehe ileykumu’l- kufre ve’l- fusûka ve’l- isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn (râşidûne).: Ve aranızda ALLAHın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat ALLAH, size îmânı sevdirdi ve onu KALBlerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.” (Hucurât 49/7)

أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
Resim---“E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea KuLûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele mine’l- hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtû’l- kitâbe min kablu fe tâle aleyhimu’l- emedu fe kaset KuLûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn (fâsikûne).: İman edenlerin, ALLAH'ın ve haktan inmiş olanın zikri için KALBlerinin “saygı ve korku ile yumuşaması” zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece KALBleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fâsık olanlardı.” (Hadîd 57/16)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî KuLûbihimu’l- îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: ALLAH'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki,ALLAH'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (ALLAH) KALBlerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. ALLAH, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, ALLAH'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz ALLAH'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (Mücâdele 58/22)

وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِن بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne RABBenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bi’l- îmâni ve lâ tec’al fî KuLûbinâ gıllen lillezîne âmenû RABBenâ inneke raûfun rahîm (rahîmun).: Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "RABB’imiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve KALBlerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. RABB’imiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr 59/10)

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَد تَّعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Resim---“Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi lime tû'zûnenî ve kad ta'lemûne ennî resûlullâhi ileykum, fe lemmâ zâgû ezâgALLAHu KuLûbehum, vALLAHu lâ yehdî’l- kavme’l- fâsikîn (fâsikîne).: Ve Hz. Musâ, kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Muhakkak ki ben, sizin için ALLAH 'ın RESÛLü'yüm, (böyle) olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” Artık onlar (HAKk'tan) dönünce, ALLAH da onların KALBLerini döndürdü. ALLAH, fâsıklar kavmini hidâyete erdirmez.” (Saff 61/5)

قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ
Resim---KuLûbun yevmeizin vâcifeh (vâcifetun).: O gün YüRekler (dehşet içinde) hoplayacak-çarpacak." (Nâzi'ât 79/8)

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi KALBeh (KALBehu), vallâhu bikulli şey'in ALÎM (alîmun).: ALLAH'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim ALLAHa iman ederse, onun KALBini hidâyete yöneltir. ALLAH, her şeyi bilendir.” (Tegâbün 64/11)

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
Resim---“İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat KuLûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihu’l- mû’minîn (mû’minîne), ve’l- melâiketu ba’de zâlike zahîr (zahîrun).: Siz ikiniz de ALLAHa tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de KALBi kaymıştı. Ve eğer O'na (Hz. Peygamber aleyhisselâm)'e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki ALLAH, O; O'nun (Hz. Peygamber aleyhisselâm'in) Mevlâsı'dır, Cibril (aleyhisselâm) ve mü'minlerin sâlih olanları ve bunlardan başka melekler de O'na zâhirdirler (yardımcıdırlar).” (Tahrîm 66/4)

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---“Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a ve’l- ebsâre ve’l- EF’iDeh (EF’iDete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: De ki: "Sizi inşâ eden (yaratan), size kulak, gözler ve GöNüLLer veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk 67/23)

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ
Resim---“Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtû’l- kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtû’l- kitâbe ve’l- mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî KuLûbihim maradun ve’l- kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ (yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde RABB’ike illâ hû (huve), ve mâ hiye illâ zikrâ li’l- beşer (beşeri).: Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. KALBlerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "ALLAH, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte ALLAH, dilediğini böyle şaşırtıp saptırır, dilediğini böyle hidâyete erdirir. RABB’inin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.” (Müddesir 74/31)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---“Kellâ bel râne alâ KuLûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların KALBlerinin üzerini kapladı (KALBlerini kararttı).” (Mutaffifin 83/14)

الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ
Resim---“Elletî tettaliu ale’l- EF’iDeh(EF’iDeti).: Ki o (hutame) YüReklerin üstüne çıkar (yükselir).” (Hümeze 104/7)

الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ
Resim---“Ellezî yuvesvisu fî SuDûRin nâs (nâsi).: Ki o, insanların GöĞüSlerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);” (Nâs 114/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'de =>KALB.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALBe, KALB denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasıdır. KALBin misâli çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuş tüyünün misâli gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, IV, 409.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey KALBLeri hâlden hâle çeviren RABB’im! Benim KALBimi de Dinin üzere sabit kıl!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 89.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH TeÂLÂ sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza değil, KALBLerinize ve amellerinize değer verir.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 34; İbn-i Mâce, Zühd, 9.)

Resim---Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e.: “Yâ Resûlullah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim!.” dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!.”
buyurdu.

(Müslim, İmân 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.)

Kendisine iyilik ve kötülüğün ne olduğunu soran Vâbisa b. Ma’bed’in GöĞsüne mübârek elleri ile dokunarak KALBine danışmasını tavsiye etmiş ve safiyetini koruyan KALBin iyi ve kötüyü işaret eden bir pusula, bir mihenk noktası olduğunu ifade eden şu sözleri buyurmuştur.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: İYİLİK, KALBinin huzur bulduğu ve içine sinen şeydir; KÖTÜLÜK ise insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, IV, 227.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHım, senden dinde sebât isterim... doğru söyleyen diL ve SeLîm bir KALB isterim” diye DUÂ etmiştir..
(Tirmizî, Deavât, 23; Nesâî, Sehv, 61.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ashabımdan kimse bana bir başkasından söz getirmesin! Ben sizin karşınıza (peşin hükümlerle değil) SeLîm bir KALBle çıkmak istiyorum.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 28.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, insanlardan pek çoğu onları bilmez. Şüphelilerden sakınıp korunan kimse (takvâ sâhibi), ırzını ve dinini muhafaza etmiş olur. Dikkat ediniz! İnsan vücûdunda bir lokmacık et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücud iyi olur; o, bozuk olursa bütün vücud bozuk olur. İşte o et parçası KALBtir” buyurmuştur.
(Bûhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107.)

Resim---Tabîbü’l-KuLûb olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “KuL bir hata işlediği zaman KALBine siyah bir nokta düşer. Eğer tevbe edip affını dilerse, KALBi bu lekeden temizlenir, cilâlanır. Ancak tekrar günaha dönerse bu noktalar çoğalarak KALBin tamamını kaplar. İşte ALLAH TeÂLÂ’nın Kur’ÂN’da zikrettiği (el-Mutaffifîn 83/14) KALBin kirlenmesi (paslanması) budur.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîr, 83; İbn Mâce, Zühd, 29.)

كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---“Kellâ bel râne alâ kulûbihim mâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: Hayır, bilâkis kazanmış oldukları şeyler, onların kalblerinin üzerini kapladı (kalblerini kararttı).” (Mutaffifîn 83/14)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Bazen KALBimin perdelendiği olur. Bu yüzden ben ALLAH’a günde yüz defa istiğfâr ederim.” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 41.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’min, bir günah işlediği zaman KALBinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen terk edip tövbe ve istiğfar ederse KALBi cilâlanır, eski parlaklığına kavuşur. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve neticede KALBini büsbütün kaplar.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîr, 83.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Zühd, 30. No: 4251, II, 1420.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Günahına tövbe eden kişi günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Zühd, 31.)

Tahkik İmân ve Sâlih Amel ile Yapılan TÖVbe İLe Kaskatı Taşkesen Kalbler RahmetLer fışkırır.:

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Resim---“Summe kaset kulûbukum min ba’di zâlike fe hiye kel hıcâreti ev eşeddu kasveh (kasveten), ve inne mine’l- hıcâreti lemâ yetefecceru minhu’l- enhâr (enhâru), ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku fe yahrucu minhu’l- mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).: Sonra, bunun (bu mucizenin) arkasından kalbleriniz (gene) kasiyet bağladı (katılaştı ve karardı), öyle ki taş gibi hatta daha da katı oldu. Ve gerçekten, taşlardan öyleleri vardır ki, ondan nehirler fışkırır. Ve gerçekten, onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, yarılır, böylece içinden su çıkar. Ve mutlaka onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, ALLAH'a karşı duyduğu huşûdan yuvarlanıp aşağı düşer. Ve ALLAH yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (Bakara 2/74)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH’ım! Günahlarımı kar ve dolu suyu ile yıka ve beyaz elbiseyi kirden temizler gibi KALBimi hatalardan arındır.” buyurmuştur.
(Buhârî, Deavât, 39.)

Resim---GöNüL sâhibi, gözü yaşlı bir sahabe olan Vâbisa İbni Ma’bed radıyallahu anh şöyle anlatıyor.: “Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna varmıştım. Bana hitab ederek.: “İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. Ben de.: “Evet yâ Rasûlullah!” dedim. O zaman.: “KALBine danış. İyilik, sana uygun gelen ve yapılmasını KALBinin tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye fetva verse bile içinde şüphe uyandıran şeydir.” buyurmuştur.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227-228.)

Resim---Lokman Hakîm, oğluna.: “Âlimlerin (ve âriflerin) meclislerinde bulun! Hikmet Ehlinin sözlerini dinle! Çünkü ALLAH TeÂLÂ, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü KALBi de Hikmet Nûru’yla diriltir.” buyurmuştur.
(Heysemî, I, 125.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, KALBinin katılığından şikâyetçi olan birine yüreğinin yumuşaması için fâkirin ihtiyacını karşılamasını ve yetimin başını okşamasını tavsiye etmiştir. buyurmuştur.
(İbn Hanbel, II, 264.)

Kendisine iyilik ve kötülüğün ne olduğunu soran Vâbisa b. Ma’bed’in GöĞsüne mübârek elleri ile dokunarak KALBine danışmasını tavsiye etmiş ve safiyetini koruyan KALBin iyi ve kötüyü işaret eden bir pusula, bir mihenk noktası olduğunu ifade eden şu sözleri buyurmuştur.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İYİLİK, KALBinin huzur bulduğu ve içine sinen şeydir; KÖTÜLÜK ise insanlar ona onay verseler bile gönlünü huzursuz eden ve içinde bir kuşku bırakan şeydir.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, IV, 227.)

KALBLerin bu ÖZELLİğinden dolayıdır ki;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım!. Fâkirlikten, küfürden, şirkten, nifaktan ve görsün duysunlar diye yapılan amelden SANA sığınırım.” buyurmuştur.
(İbn Hibbân, Sahîh, III, 300.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri (mâlâyâniyi) terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd, 11.)

Resim---Enes b. Mâlik radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “DUÂ =>KuLLuğun ÖZÜdür.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 1.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ashabıyla birlikte otururken.: “Şimdi cennetlik bir adam geliyor.” buyurmuş, o esnâda sakalından abdest suyu damlayan, nalınları elinde bir sahabi çıkagelmişti. Bu olay iki gün daha tekrar etmiş, gelen yine aynı kişi olmuştu. Abdullah b. Amr onu cennetlik yapan özelliğin ne olduğunu merak etmiş, sahabinin peşine düşmüştü. Babasıyla tartıştığı ve üç gün eve gitmeyeceğine yemin ettiği bahanesiyle cennetlik sahabiden evinde kalmak için izin istemişti. Böylece onu yakından gözlemleme imkânı bulacaktı. Üç gün boyunca gece gündüz ne yaptığını izlemiş, ibâdet yönünden pek de farklı bir yönünü görmemiş hatta küçümseyecek olmuştu. Bununla birlikte konuşurken hep güzel şeyler söylediğini işitmişti. Sonunda ona.: “Babasıyla tartışmadığını, sırf cennetlik diye nitelenmesinin sebebini öğrenmek ve aynısını yapmak istediği için yanında kaldığını” söyledi ve.: “Seni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın söylediği mertebeye ulaştıran şey nedir?.” diye sordu. Cennetlik Sâhabi.: “Yalnızca gördüklerin.” dedi. Abdullah b. Amr yanından ayrılacağı esnada ise tekrar çağırdı ve dedi.: “Ancak bir şey daha var. Ben KALBimde hiçbir Müslüman’a karşı kin ve nefret beslemem. ALLAH’ın kendisine ihsânda bulunduklarından dolayı hiç kimseye hased etmem.” dedi..
(Ahmed b. Hanbel, III, 166.)

Unutmamalıyız ki;
Resim---Enes radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Muhakkak ki şeytÂN, insanın vücûdunda kanın dolaştığı gibi dolaşır.” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu’dan; Müslim, Selâm, 24.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

KALB.:
KALBin Kelime ve Terim Anlamı KALB, ka-le-be fiilinin masdarıdır. Çoğulu KuLûb, Eklâb, Kılebe ya da Eklub olup, Akıl, Merkez, İç, Öz, Esas, Cevher, Meselenin Ruhu anlamlarını taşır. Fiil halinde kullanılınca, devirmek, zihninde evirip çevirmek, bozmak, duruma uymak, değiştirmek, bir şeyi bulunduğu halden bir başka hale çevirmek, altını üstüne getirmek mânâlarını ifade etmektedir..

(Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l- Kurân, trc, Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, İstanbul, 2007, II/391)

KALBe KALB denilmesi, çeşitli etkiler sebebiyle sürekli bir değişim içerisinde bulunmasından ya da insanın maddî ve manevî varlığının özünü oluşturmasındandır..
(Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l- Kurân, trc, Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, İstanbul, 2007, II/392)

Vücudda kan deveranını gerçekleştirmesi ve irade, idrak, duygu ve bilgi gibi manevî dinamikleri, aksiyon haline çevirmesi sebebiyle de bu ismi aldığı söylenebilir. Manevî dinamiklerin müşahhas bir şekilde tezâhürüne sebep olması, müşahhas tezâhürlerden manevî sonuçlar çıkarabilmesi de KALBin bu çevirici özelliğini teyid etmektedir..
(Âdem Ergül, Kurân ve Sünnet Işığında KALBî Hayat, İstanbul, 2000, s. 96)

SaDR.:
SaDR kelimesi: Arapça’da “sadera” fiilinin mastarıdır. Çoğulu SUDÛR olarak gelir. Sadır, lügat itibariyle isim olarak, GöĞüS, kutu, hazîne, YüRek, KALB, GöNüL, bir şeyin baş tarafı veyâ en üst kısmı, kişinin yöneldiği taraf, boyundan karın boşluğuna kadar olan vücûdun ön kısmı anlamına geldiği gibi, reis ve kumandan mânâsına da gelir..

(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, IV/445-446)

Fiil olarak kullanılınca: Çıkmak, ileri gitmek, ortaya çıkmak, kabarmak, ayağa kalkmak, vücûda getirmek, ürünün çıkması, ilan etmek, olmak, ısrarla istemek, zorla almak, vazgeçirmek, dönmek, mânâlarını ifâde etmektedir.
(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, IV/445-446)

SaDR kelimesi, KALBi içine alması (mahalliyet) veyâ KALBin, SaDRın bir parçası olması (cüz’iyyet) sebebiyle zaman zaman KALB anlamında da kullanılmıştır..

(Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, Beyrut, 1411/1990, VIII/13)

FUÂD.:
FUÂD Lügatte KALB anlamına gelen FUÂD kelimesi, Arapça’da “f-’e-d” kökünden türeyen bir isimdir. Çoğulu “EF’iDe”dir. Yanıp tutuşmak anlamındadır. KALBe bu ismin verilmesi sevgi ve acı gibi duygular sebebiyle yanıp tutuşmasındandır..

(Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l- Kurân, II/348; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, III/329)

Ayrıca onun kızartılmış et renginde olması da bu ismin verilmesine sebep olmuş olabilir. Nitekim ateşte kızartılmış et, feîd diye vasıflandırılır.
(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, III/329; Mustafa Öztürk, a.g.t., s. 3.)

İlahi Tecellîleri temâşa ve seyretme mahalli olup atvar-ı seb’anın üçüncüsüdür.
KALBe nisbeti, göz bebeğinin göze, ceviz özünün cevize nisbeti gibidir. KALB SaDRın ortasında olduğu gibi FUÂD’ta KALBin ortasındadır..

(Hakîm et-Tirmizî, a.g.e., s. 38 43 İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, III/329.)

Zaman zaman, KALBin ortası, kılıfı, içi gibi mânâlarda da kullanılmıştır. FUÂDı KALBin kılıfı diye târif edenler, KALBi de siyah noktacığın (SÜVEYDÂ) adı olarak değerlendirmişlerdir.
FUÂD kelimesi, Kur’ÂN-ı Kerim’de on altı âyet-i celîlede zikredilir..


AKIL.:
AKıL, arapça bir kelimedir. Sözlük anlamı, ahmaklığın zıddı, ilim ve idrak mânâsına geldiği gibi, mani olmak, engellemek, alıkoymak ve bağlamak anlamına da gelir. Akla bu ismin verilmesinde, sâhibini kötülüklerden menedip tehlikelerden alıkoyması etkili olduğu söylenmektedir. Çoğulu UKÛLdur..

(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, XI/458 73)

Aklın bir başka mânâsı ise.. “BiLmek, anlamak, şuurlu olmak, duymak, temkinli ve işinde gücünde derli toplu olmaktır.”
(Hüseyin Atay, Kur’ÂN’da İman Esasları, Ankara, 1998, s. 101)
(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, XI/458 74 Hüseyin Atay, Kur’ÂN’da İman Esasları, Ankara, 1998, s. 101)


Râğıb el-İsfehânî (v. 243/1108) şöyle der.: “İlmi elde etmeye yarayan güce AKIL denir. Yine insanın bu kuvve ile elde ettiği ilme de AKIL adı verilir.
Bunun için İmam Ali kerremallahu vechehu (v. 40/660).: “AKLın “MATBÛ” (doğuştan sâhib olunan) ve “MESMÛ” (Matbû AKıLla elde edilen) olmak üzere iki kısım olduğuna işâret etmiştir..
Kur’ÂN-ı Kerim’de gereği gibi Hakta ve Hayrda kullanılmadığı için yerilen AKIL, Mesmû AKILdır. AKıLsızlık sebebiyle kuldan sorumluluğun kalktığı bildirilen yerlerde ise, AKıLdan maksad, Matbû AKıLdır”..

(Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l- Kurân, II/232-233)

Muhammed Hamdi Yazır (v. 1942)’da AKLı =>Madeni KALB ve ruhta, şuâsı dimağda bulunan ve duyu organları ile elde edilemeyen şeyleri idrak eden Manevî bir NÛR olarak târif eder..
(Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili.)

Kur’ÂN-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonuna anlam kazandıran ve İlâhî Emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan AKıLdır. Kur’ÂN’da “AKIL” kelimesi biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde olmak üzere kırk dokuz âyet-i celîlede fiil şeklinde geçmektedir. Bu âyetlerde genellikle “akletme”nin yâni aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur. Kur’ÂN-ı Kerim “ancak bilenlerin akledebileceğini”

وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا إِلَّا الْعَالِمُونَ
Resim---“Ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâs (nâsi) ve mâ ya’kıluhâ ille’l- âlimûn (âlimûne).: Ve işte bu örnekleri insanlar için veriyoruz. Ve onu, âlimlerden başkası akıl (idrak) edemez.” (Ankebût 29/43)

AKLı, bu gücü ve bu bilgiyi kullanmadıkları için kâfirleri, “…Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bu yüzden akledemezler” diyerek yermiştir.:

وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---“Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ (nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler).” (Bakara 2/171)

“O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir” âyetiyle bütün insanlığı uyarmıştır.:

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---“Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yec’alu’r- ricse alellezîne lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve ALLAH'ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü'min olması (mümkün) olamaz. Ve (ALLAH), akıl etmeyen kimselerin üzerine cezâ (azâb) verir.” (Yûnus 10/100)

Ve AKıLlarını kullananların cehennem azâbından kurtulacakaları belirtilmiştir.:

وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ أَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا فِي أَصْحَابِ السَّعِيرِ
Resim---“Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbi’s- saîr (saîri).: Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.” (Mülk 67/10)

Kur'ÂN-ı Kerîm’in birçok âyetinde, AKıL sayesinde kazanılan bilginin gene bu gücün kontrolünde kullanılması gerektiği, bunu yapmayanların sorumlu tutulacağı sık sık ifade edilmektedir. Kur’ÂN-ı Kerim’de, eşyadaki nizamı anlama gücüne sâhib olan akla, aynı zamanda İlâhî Hakikatleri sezme, anlama ve onların üzerinde düşünüp yorum yapma görev ve yetkisi de verilmiştir. Nitekim.: “ALLAH âyetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır” âyetiyle aklın bu fonksiyonuna işâret edilmiştir.:

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---“Kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: ALLAH size âyetlerini işte böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz akıl edersiniz.” (Bakara 2/242)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KeLÂMuLLAH-ta ve RESÛLuLLAH-ta =>KALB/FUAD-GÖNüL-SÎNE..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Resim LÜBB.:

=>BURSA’mın GÖZü==>ÂŞIKkLar,
=>“Es SELÂ!.”=>SÖZü=>ÂŞIKkLar,
====>BEŞinci BAŞ ŞEHiR DİREğim,
LÜBBü’L-LÜBB’ün ÖZü=> ÂŞIKkLar,
=>YANgın YERim!.=>YÂR YÜREğim,
DUMANı=>HAYy!. KÖZü=> ÂŞIKkLar,

LÜBBü’L-LÜBB’ün ÖZü.:

LÜBB.: AKIL. İÇ. ÖZ.. Her şeyin iyisi, hülâsası. İÇLi şeyin İÇi.
LÜBB’L-LÜBB.: İLAHî NÛR NAKLine ULAŞmış NÛRLu ÂKıL..


وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

LÜBB.:
LÜBB kelimesi sözlük mânâsı “öz, iç, AKıL ve cevher” demektir. Çoğulu “elbâb” şeklinde gelir. Kelime çoğu zaman içi yenip dışı atılan ceviz gibi kabuklu meyve ve sebzelerin içini (özünü) ifâde için kullanılır..
(İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, I/729-730.)
Ayrıca vehim ve hayal kabuğundan arındırılmış ve Kudsîyet NûRu ile aydınlatılmış halis, saf ve tam AKıL anlamına da gelir. Bazı âlimler AKıL ile lüb arasında fark bulunduğunu, bu sebeple her “LÜBB Sâhibi”ne “AKıLLı” denildiği halde, her AKıLLıya “LÜBB Sâhibi” denilemeyeceğini ifâde ederler.
LÜBB kavramı, Kur’ÂN-ı Kerim’de her türlü şâibeden uzak, saf, temiz ve tam AKıL anlamında kullanılmıştır..
(Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fi Garîbi’l- Kurân, II/528 .)

“Ülü’l- Elbâb” şeklinde terkip olarak kullanıldığında ise içi çürük veyâ kof olmayan, sağlam özlü, temiz AKıLLı kimseler anlamına gelir. (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, V/108.)

LÜBB kavramı, normal AKıLdan ziyâde, Hidâyet Nûru'yla aydınlanmış AKıLdır. Nitekim Kur’ÂN’da ilâhî hükümlerin inceliklerini.:

وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---“Ve lekum fî’l -kısâsı hayâtun yâ ulî’l -elbâbi leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey ULÛ’L- ELBÂB (temiz aklı, temiz özü olanlar)!. Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takvâ sâhibi olursunuz." (Bakara 2/179)

Takvânın en Önemli Azık OLduğunu.:

الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ
Resim---“El haccu eşhurun ma’lûmât (ma’lûmâtun), fe men farada fîhinne’l -hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fî’l -hacc(haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh (ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulî’l –elbâb (elbâbi).: Hac, bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı (kendine) farz edinirse, artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fâsıklık (günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz hayırdan ne yaparsanız ALLAH onu bilir. Ve (hayırlarla) (kendinize) azık hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı muhakkak ki takvâ sâhibi olmaktır. Ve ey ULÛ’L- ELBÂB (akıl ve vicdan sâhibleri)!. BANA karşı takvâ sâhibi olun.” (Bakara 2/197)

Hikmetin Önemini.:

يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
Resim---“Yu’ti’l -hikmete men yeşâu, ve men yu’te’l -hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l –elbâb (elbâbi).: (ALLAH) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir. Ve ULÛ’L- ELBÂBtan başkası tezekkür edemez.” (Bakara 2/269)

İlâhî Öğütlerin Kıymetini.:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
Resim---“Huvellezî enzele aleyke’l -kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummu’l -kitâbi ve uharu muteşâbihât (muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâe’l -fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh (illâllâhu), ver râsihûne fî’l -ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulû’l –elbâb (elbâbi).: Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat KALBlerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini ALLAH'dan başka kimse bilmez ve İlimde Rusuh Sâhibleri ise.: "Biz O'na îmân ettik, hepsi RABBimizin katındandır." derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece ULÛ’L- ELBÂB (dâimi zikrin ve sırların sâhibleri) (tezekkür edebilir).” (Âli-İmrân 3/7)

Yerlerin ve Göklerin Yaratılış Hikmetlerini.:

لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِّأُوْلِي الأَلْبَابِ مَا كَانَ حَدِيثًا يُفْتَرَى وَلَكِن تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûlî’l –elbâb (elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn (yu’minûne).: Andolsun ki; onların kıssalarında ULÛ’L- ELBÂB için (sır sâhibleri için) bir ibret vardır. (Bu Kur'ÂN) Uydurulan bir söz değildir ve lâkin onların ellerindekini tasdik eder ve herşeyi ayrı ayrı açıklar. Mü'min kavim için bir hidayet ve rahmettir.” (Yûsuf 12/111)

Görüp anlayan ve ibret alanların ancak Ülü’l-Elbâb olduğu vurgulanmaktadır. İdrak ve duyguların merkezi ve insanın maddî-manevî varlığının özünü oluşturması sebebiyle KALBin, lüb kavramının müteradifi olduğu söylenebilirse de esasen “LÜBB”, KALBin en önemli fonksiyonu olan idrak, anlayış ve ibret alma melekesinin (AKıL) îmanla aydınlanmış halinin adıdır..

Tasavvufta.:
Gazzâlî’ye Göre KALBin Mâhiyeti İslâm düşünce tarihinde KALBle ilgili en geniş değerlendirmeler, hiç şüphesiz sûfiler tarafından yapılmıştır. Mutasavvıflar KALBin mâhiyetine yönelik değişik görüşler ileri sürmüşlerdir..
Bazı mutasavvıflar, KALBin mâhiyetinin bilinebîleceğini, ancak bu ilme herkesin vakıf olamayacağını belirtmişlerdir. Nitekim bu konuda Gazzâlî (v. 505/1111) şöyle der.: “KALB derken, “YüRek” dediğimiz et parçasını kasdetmiyorum. Aksine KALB, duyuların anlayamadığı, ALLAH’ü TeÂLÂ’nın sırlarından biri ve ilahi bir latifedir. Buna bazen “İnsanın Ruhu”, bazen de “Nefsi Mutmâinne” adı verilir. Bu konuda söylenebîlecek son söz şudur: “KALB, şu görülen varlıklardan daha yüce ve değerli bir cevher ve bir Emr-i İlâhîdir.”
KALBi, “Cismanî KALBle ilgisi bulunan RABBânî bir latifedir” diye tanımladıktan sonra bu ilginin keyfiyetini iki sebepten dolayı açıklayamayacağını belirtir. Birincisi, konu İlm-i Mükâşefe ile ilgilidir. İkincisi de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bile açıklamaktan kaçındığı ruh sırrını ifşâ sayılma endişesidir.

Kısaca o, kendisinin de Ruhânî KALBin Hakikatini değil sadece vasıf ve hallerini tanıtmaya çalıştığını ifâde eder. Burada düşünürümüzün Ruhânî KALBin mâhiyetinin ifâde edilemez bir şey mi olduğu yoksa, onun ifâdesini sakıncalı bularak sadece tezâhürlerini ve sıfatlarını anlatmakla yetinmeyi mi uygun bulduğu hususundaki düşüncesini tam olarak tesbit etmek mümkün görünmemektedir.

İmâm-ı RABBânî (v. 1034/1624)’ye göre bu ilme herkesin vâkıf olamayacağını, ancak Seyrû Sülûkünü gereği gibi tamamlamış ve velâyet makamına ulaşmış kimseler erişebilir.
(İmâm RABBânî, Mektûbat, İstanbul, 1977, I/48-49.)

Yâni KALB ilmi, bir anlamda havâs (seçkinler) ilmidir. Binâenaleyh bu ilmi, ehli olmayan kimselere açıklamak doğru değildir. Aynı endişeler sebebiyle İbrahim Hakkı Erzurûmî (v. 1195/1780) KALBin mâhiyeti ile ilgili olarak.: “Onu bilen demez, söyleyen bilmez!” demiştir.. (İbrahim Hakkı Erzurumî, Mârifetnâme, İstanbul, 1330, s. 294.)

Bazı sûfiler ise KALBin mâhiyetinin bilinmeyeceğini söylemektedirler. Nitekim Ali. b. Sehl el-İsfahânî’nin şöyle dediği nakledilir.: “Âdem aleyhisselâm’ın yaratılışından kıyamete kadar insanlar, “KALB! , KALB!” der, dururlar. Ben ise KALBin ne olduğunu ve nasıl olduğunu bana vasfedecek bir ER görmeyi o kadar çok arzu ettiğim halde yine de göremem.” (Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb, İslâmâbâd, 1995, s. 209.)

Hücvîrî (470/1077) önceki görüşe şu sözleriyle katılır.:
“Halk et parçası olan yüreğe KALB adını verir. Oysa bu et parçası, delilerde, çocuklarda ve meczublarda bile vardır. Ama yine de bunlar KALBsizdirler.
Şu halde KALB nedir? KALB adına duyduklarımız ibâre ve sözden başka bir şey değildir.
Yâni eğer “Akl”a KALB ismini verecek olursak, o KALB değildir.
Ruh”a KALB desek o da KALB değildir.
İLM”e KALB desek o da KALB değildir.
Binâenaleyh HAKk’ın Tecellî ve İlhamlarının KALBe nüzül gerçeğinden başka KALB adına söylenecek bir başka söz mevcud değildir.”
(Hücvîrî, Keşfü’l-mahcûb, İslâmâbâd, 1995, s. 210.)

KALBin mâhiyetinin bilinemeyeceği ya da sözle ifâdesinin mümkün olamayacağı iddialarına rağmen birçok sûfi, KALBle ilgili beyânlarda bulunmuşlardır. Ancak şunu ifâde edelim ki KALBin mâhiyetine yönelik ortak bir târifin varlığından bahsetmek zordur. Yapılan izâhların büyük bir kısmında KALBin RABBânî bir latîfe olduğu üzerinde durulmuş ve bu latîfenin çam kozalağı (sanavberî) şeklindeki Cismânî KALBle ilişki içinde olduğu vurgulanmıştır, denilebilir. Bu anlayışa göre KALB, insanın bilen, idrak eden, muhatab alınan ve sorumlu tutulan yegâne hakikatidir.. (Gazzâlî, İhyâ, III/11.)

Kur’ÂN’da ve Hadislerde KALBin mâhiyeti ve târifi üzerinde değil işlevleri ve nitelikleri üzerinde durulmuştur. Kur’ÂN’da ve Hadislerde geçen KALB Kelimesi insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakikatini bilme yönünü, başka bir ifâdeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliğini dile getirir. İnsanın idrak eden, bilen ve kavrayan tarafı olduğu için KALB ilâhî Hitâba muhatabtır, 163 yükümlü ve sorumludur. (Gazzâlî, İhyâ, III/9)
Dinî ve insanî hayatın merkezinin KALB olduğu Kur’ÂN ve hadislerde açıkça ifâde edilmiştir.(Süleyman Uludağ, “KALB”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV/230.)

KALBLeri var ama onunla bir şey anlamıyorlar”

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran mine’l -cinni ve’l -insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike ke’l -en’âmi bel hum edallu, ulâike humu’l –gâfilûn (gâfilûne).: Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların KALBleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A’râf 7/179)

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
Resim---“E fe lem yesîrû fî’l -ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânunyesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma’l -ebsâru ve lâkin ta’ma’l -kulûbulletî fî’s -sudur (sudûri).: Onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki onların, onunla akıl ettikleri KALBleri ve onunla işittikleri kulakları olsun. Fakat baş gözleri kör olmaz. Lâkin SÎNElerdeki KALBler kör olur.” (Hac 22/46)

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَن كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ
Resim---“İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu kalbun ev elkâs sem’a ve huve şehîdun.: Muhakkak ki bunda KALBleri olan ve ilkâ’ edilenleri işitebilen ve (KALB gözleri ile ALLAH'a) şâhid olan kişiler için mutlaka ibret vardır.” (Kâf 50/37)

KALBin idrak, ilim, mârifet ve düşünme aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı KALB (FuâD) sorumludur.:

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---“Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), innes sem’a ve’l -basara ve’l -fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ (mes’ûlen).: Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve FUÂD (idrak), onların hepsi, ondan (takfu'dan-ardından yürüdüğünden) mes’ul (sorumlu) oldu (mesuldürler).” (İsrâ 17/36)

ادْعُوهُمْ لِآبَائِهِمْ هُوَ أَقْسَطُ عِندَ اللَّهِ فَإِن لَّمْ تَعْلَمُوا آبَاءهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ وَمَوَالِيكُمْ وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Ud’ûhum li âbâihim huve aksatu indallâh (indallâhi), fe in lem ta’lemû âbâehum fe ıhvânukum fî’d- dîni ve mevâlîkum, ve leyse aleykum cunâhun fîmâ ahta’tum bihî ve lâkin mâ taammedet kulûbukum, ve kânallâhu gafûren rahîmâ (rahîmen).: Onları (evlâdlıklarınızı) babalarının namı ile çağırın. Bu, ALLAH'ın katında daha adaletlidir. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız, o zaman onlar, dînde sizin kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Ve hata ettiğiniz şeylerden dolayı sizin için günah yoktur. Fakat KALBlerinizin taammüden (kasden) yaptırdığı şeylerden (günah vardır). Ve ALLAH GAFÛR'dur (günahları sevâba çeviren), RAHÎM'dir (Rahîm esmâsıyla tecellî eden).” (Ahzâb 33/5)

Bazı Âlimler de KALBin yedi tabakasının olduğunu söyler:
Birincisi.: Vesvese ve İslâm’ın mahalli olan SaDR,
İkincisi.: İmânın mahalli olan KALB,
Üçüncüsü.: Yaratıklara yönelik sevginin bulunduğu ŞEĞAf/Yürek Kabı.
Dördüncüsü.: HAKk'ı müşâhede yeri olan FuâD,
Beşincisi.: HAKk TeÂLÂ’nın muhabbetinin yer aldığı Habbetü’l-KALB,
Altıncısı.: Dinî ilimlerin mahalli olan SÜVEYDÂ;
Yedincisi.: İse ilâhî Sıfatların Tecellî Mekânı olan Mühcetü’l-KALBtir.(KaLBin Cânı-Rûhu.)

(Süleyman Uludağ, “KALB”, DİA, İstanbul, 2001, s. 274.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALB, bomboş bir arazide rüzgârların oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Mukaddime, 10, İstanbul, 1992; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 408, İstanbul, 1992.)

Resim---Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, fert ve toplum olarak kişilerin davranışlarının doğrudan KALBe etkisini, namaza dururken safları bizzat kendi elleriyle düzelttikten sonra söylediği şu sözleriyle dile getirmiştir.: “Karışık durmayın ki KALBLeriniz ayrılığa düşmesin!.” “VALLAHi ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut ALLAH KALBLerinizi başka yönlere çevirir!” buyurmuştur.
(Ebu Dâvûd, Salât, 93, İstanbul, 1992 192 Ebu Dâvûd, Salât, 93.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Muhakkak ki ŞeytÂNın ve meleğin insanoğlunun KALBi üzerinde yönlendirici etkisi vardır. ŞeytÂNın etkisi, kötülüğe sevk etmeye ve hakkı yalanlamaya, meleğin etkisi ise hayra ve hakkı tasdik etmeye yöneliktir. Meleğe ait hayra yönelik tesiri gönlünde hisseden kimse, bunu ALLAH’tan bilsin ve ALLAH’a hamdetsin. Kötülük tarafına çekmeye çalışan bir tesir hisseden kimse de, ŞeytÂNdan ve şerrinden Cenâb-ı HAKk’a sığınsın.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîr, 2, İstanbul, 1992.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey KALBLeri halden hale değiştiren ALLAHım! Benim KALBimi DÎNin üzere sabit kıl!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Kader, 7, Deavât, 89..)

Resim---ALLAH’ın Nazargâhı olan KALBin önemini vurgulayan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH, sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. Sadece KALBLerinize ve amellerinize bakar.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 34; İbn Mace, Zühd, 9 247 Müslim, Müsâkât, 107.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Helâl belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, insanlardan pek çoğu onları bilmez. Şüphelilerden sakınıp korunan kimse (takvâ sâhibi), ırzını ve dinini muhafaza etmiş olur. Dikkat ediniz!. İnsan vücûdunda bir lokmacık et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücûd iyi olur; o, bozuk olursa bütün vücûd bozuk olur. İşte o et parçası KALBtir!.” buyurmuştur.
(Bûhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İhtiyarın KALBi iki şeyi sevme hususunda gençtir. Bunlar, çok yaşama ve mal sevgisidir.” buyurmuştur.
(Müslim, Zekât, 113; Tirmizî, Zühd, 28.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hediyeleşiniz! Zirâ hediye KALBten kini giderir” buyurmuştur.
(Tirmizî, Hibe, 6.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH güzeldir, güzelliği sever” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân, 147.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Sizden birisi kesinlikle, ALLAH’a hüsn-i zanda bulunmadan ölmesin.” buyurmuştur.
(Müslim, Cennet, 82.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben ALLAH’ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınızım” buyurmuştur.
(Buhârî, Edeb, 72, İ’tisâm, 5.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hasedden kaçının! Çünkü o, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 52.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: KALBinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremeyecektir.” buyurmuştur.
(Müslim, Îmân, 147; Ebû Dâvûd, Libâs, 26.)

Resim---ALLAH’u TeÂLÂ .: Hadis-i Kudsî.: “Azamet benim izarım Kibriya da benim ridamdır, bu ikisi hususunda bana ortak olmaya yeltenenin belini kırarım.” buyurmuştur.
(Benzer rivâyetler için bkz. Müslim, Birr 136; Ebû Dâvûd, Libas 29, (4090).)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Mü’minlerin îmân bakımından ekmeli, huyca en güzeli ve ehline, âilesine karşı en lütufkâr olanıdır.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Îmân, 6.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kanın dolaşımı gibi, ŞeytÂN da insanoğlunun vücûdunda dolaşır. Öyle ise onun dolaşım kanallarını açlıkla daraltın.” buyurmuştur.
(Bu rivâyet, son cümle hariç (Öyle ise onun dolaşım kanallarını açlıkla daraltın) Müslim, Selam, 23; Ebu Dâvud, Sünnet, 18; Tirmizî, Radâ, 17’de geçmektedir.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Harama bakış İblis’in oklarından zehirli bir oktur. ALLAH korkusuyla bu bakıştan vazgeçen kişiye Aziz ve Celil ALLAH KALBinde tadını hissedeceği bir imân verir.” buyurmuştur.
(Hâkim en-Nisaburî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut, 1990, IV/350.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: İhlâs, ALLAH ile kul arasında bir sırdır. Öyle bir sır ki onu melek bilip yazamaz, ŞeytÂN bilip ifsad edemez. Çünkü “İhlâs” KALBe ait bir ameldir.” buyurmuştur.
(Buhârî, Îmân, 39.)

Cüneyd Bağdâdî kaddesallahu sırrahu (v. 297/909) ise.: “İhlâs, amellerde, KALBin sıkıntı ve üzüntülerden arınmasıdır.” şeklinde açıklar. (Gazzâlî, İhyâ, IV/768, 769 611; Gazzâlî, İhyâ, IV/769; Gazzâlî, Minhâc, s. 333.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey ALLAH’ım! İçimi dışımdan daha hayırlı eyle. Bana sâlih bir dış görünüş ver!.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Deavât, 125; Gazzâlî, Erbaîn fi Usûliddîn, s. 334 - İhyâ, IV/785..)


Resim
Âmin!. Âmin!. Yâ RABBeNÂ,
MUHAMMEDî HAMd-ü-SeNÂ,
BİZ BİR-İZ>NAHNU DUÂmız,
ŞÜKRümüz>HAMDimiz SANA!.


celle celâlihu..
aleyhumusselâm..


ResimMuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...


Resim

Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebiyyike ve
Rasûlike ve
Nebiyyi'l- Ummiyi ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve's-sahbihi ve uMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-Selâmet
İZZet-i İhsÂNınla LûTFet-TAHKik İMÂNLa
=>RABBımız TeÂLÂ’dan=>DUYmayı ve de,
=>Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’imize
=>SÂLiH AMELLe UYmayı=>KUR'ÂN-ı KERÎM’imizi YAŞAmayı ÖMRÜMüze CEM’ et!.
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..


Resim
ResimResim

Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.



Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön