ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

21- EL BÂRRU celle celâluhu

Resim

El Bârru : Bir kalıbtan dökürcesine düzgün, tertibli ve güzel yaratan. Herkesi ve herşeyi Lâzım ve Lâyıkı üzere mütenâsib, umumî nizâma ve gayelere uygun halk eden Cenâb-ı HAKK celle celâluhu. Yaratan, yaratıcı, lâzım ve lâyık şekli veren ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Berâ : Taş vs.yi yontmak, düzeltmek.
Ebterâ : Yontmak, düzeltmek.
El berâ : Toprak, toz, yer, halk

Barr isminde ki, çoğulu Berere, iyilik ve ihsan edici Muhsin anlamı da vardır.

El Bârru celle celâluhu, İbni Mâce'nin Listesinde olan bir İsmullahtır. Kur'ân-ı Kerimde direkt geçmez.
El Bârru celle celâluhu isminin, El Bâriu ve El Berru celle celâluhu ismleri ile anlam bütünlüğü vardır.
Mahlükat özelliklerinden mutlak berî
(berâet eden, sâlim, kurtulmuş; temiz) olan, yaratan, şekil veren, seviyelendiren, lâzım ve lâyık şekilde yerleştiren, hastalık ve hatadan berî kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
“Bery” kökünden yontmak tesviye etmek anlamında
Ber’ kökünden, maddesiz-modelsiz yaratan, sıfatlarında yarattıklarının sıfatlarından beri olan yarattığı en küçük zerreden en büyük küreye küllî ŞEY’in düzen ve denge ve ahenk içinde yaratan..


El Bâriü :
Resim


22- EL BERRU celle celâluhu

El Berru:
Resim

Birr/El-Birru:

Birr: Temizlik. Günahtan çekinmek. Takvâ. İn'âm ve ihsan etme. Amel-i sâlih, iyi amel. Koyunu sevketmek. Gönül, kalb.
Birr: bol hayır ve iyiliktir. Genişliğinden dolayı yeryüzüne de berr ve berriyye denilmiştir. Bu, bütün hayırlı işleri kapsayan bir isimdir.

Birru'l-vâlideyn demek, ana-babaya itaat etmek demektir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İyilik kaybolmaz, günahlar da unutulmaz. Hakim olan Allah ölmez. O halde dilediğini yap. Nasıl davranırsan öyle muamele görürsün.” Buyurdu.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned; Ali el-Muttakî)

Birr, ihsan, geniş hayır, tam hayır demektir. "Birr" ile "hayr" arasında fark vardır. "Birr", hayra ulaşan, kastedilmiş fayda, "hayr" ise, -kasıtsız bile olmuş olsa- mutlak anlamda faydadır. "Birr"in zıddı "ukuk" (isyan etmek), "hayr"in zıddı "şer"dir. Bununla birlikte "birr", "hıns" (günah)ın karşıtı olarak da kullanılır.

"Birr"e erişmek, hayır ve iyilik etme sıfatıyla sıfatlanmış olmak veya;


إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ
İnnel ebrâre le fî naîm(naîmi): Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler.”
(Mutaffifîn 83/22)

Âyetinin belirttiği gibi iyiliğe ve ilahî sevaba ermek manalarından her biriyle tefsir edilmiştir ki ikisi birbirinden ayrılmaz. Buna göre “iman”, dinin temeli, "birr", dinin gayesi demektir.

"Birr" kelimesini Hamza ve Âsım'dan Hafs, "ra"nın fethasıyla, diğerleri "râ"nın zammı ile okur-lar ki, evvelinde "el-birr", "leyse"nin haberi, ikinci de ismi olur. "Velâkinni'l-birru" ifadesini Nafi ve İbni Âmr, "nûn"un tahfif ve kesri ve "ra"nın zammı ile "velâ inne'l-birra" şeklinde okur ve mutabakisi (geri kalan) "nûn"un teşdid ve fethi "râ"nın fethi ile okur.
Ebrâr ise "berr" kelimesinin çoğuludur. Nitekim "rabb" kelimesinin çoğulu da "erbâb" gelir. Nitekim "fail" vezni "ef'al" şeklinde çoğul yapılabildiği için "ebrâr"ın da "bar" kelimesinin çoğulu olduğu söylenmiştir.

Berr, iyilik sahibi, tam anlamıyla hayr sahibi, itaat edici, iyi insan demektir. Allah'ın emrini yerine getiren, Allah'ın hakkını gözeten, adağını yerine getiren kimse diye de tarif edilmiştir. Hasen: "Karıncayı incitmez, kötülüğe razı olmayan kimse" diye tarif emiştir.


Kur'ân-ı Kerimimizde el-Birr, üç şekilde tefsir edilmiştir:

1. el-Birr, Sıla/akrabalık bağını gözetmek anlamında:

وَلاَ تَجْعَلُواْ اللّهَ عُرْضَةً لِّأَيْمَانِكُمْ أَن تَبَرُّواْ وَتَتَّقُواْ وَتُصْلِحُواْ بَيْنَ النَّاسِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Ve lâ tec’alûllâhe urdaten li eymânikum en teberrû ve tettekû ve tuslihû beynen nâs(nâsi), vallâhu semîun alîm(alîmun): Bir de yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah'ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.”
(Bakara 2/224)

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
“Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fîd dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbul muksitîn: Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.”
(Mümtehine 60/8)

2. el-Birr, itaat manasında da kullanılır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni vettekullâh: Ey iman edenler, Allah'ın şiarlarına, haram olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”
(Mâide 5/2)

وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُن جَبَّارًا عَصِيًّا
“Ve berren bi vâlideyhi ve lem yekun cebbâren asıyyâ: Ana-babasına saygılı ve iyi davranırdı. Hiç zorba ve isyankâr olmadı.
(Meryem 9/14)

وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا
“Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ: "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
(Meryem 9/32)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû iza tenâceytum fe lâ tetenâcev bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûli ve tenâcev bil birri vet takvâ, vettekûllâhellezî ileyhi tuhşerûn: Ey iman edenler, kendi aranızda gizli konuşmalarda bulunacağınız zaman, bundan böyle günah, düşmanlık ve Peygamber'e isyanı fısıldaşıp konuşmayın; birri (iyiliği) ve takvayı konuşun ve huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.”
(Mücâdele 58/9)

كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ
“Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn: Hayır; ebrar olanların kitabı, "İlliyîn"dedir.”
(Mutaffîfîn 83/18)


3. el-Birr, Takvâ anlamında:

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn: Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?”
(Bakara 2/44)

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
“Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn: Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.”
(Bakara 2/177)

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”
(Âl-i İmrân 3/92)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »



Resim

23- El Bâsitu celle celâluhu

El Bâsitu :

Resim

El Bâsitu: Dilediği kullarına lûfünü keremini esirgemeyen, rızkı, keşfi, ilmi vs. cûd-cömertlik ve rahmetiyle açan, genişleten ve ruhları bedenlere yayan, bast eden, veren, bırakan, genişleten, genişlik ve bolluk veren, ihsan eden (rızk ve kalb) ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

El Bâsitu celle celâluhu, Tirmizî'nin vee İbni Mâce'nin Listesinde olan bir esmâdır. Kur'ân-ı Kerimde direkt geçmez, kavramlar olarak geçer. El Kâbizu celle celâluhu ile doğrudan ilişkilidir.

Resim

24-El Kâbizu celle celâluhu

El Kâbizu:

Resim

El Kâbizu: Kabzeden, alan, tutan, sıkan, darlık veren, kısan (rızkı). Lâzım ve lâyık olanı sıkan, canları alan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

ALLAH celle celâluhumuzun bazı İSİMleri birbirini TüMMler ve BİRlikte incelenmesi gerekir ki, El Kâbizu ile El Bâsitu celle celâluhu da böyledir.

Bast: Genişlemek, açmak, yaymak. Bast (gönül ferahlığı)
Bast: ALLAH celle celâluhu’nun Maddî-Manevî rızkı kullarına lütuf ve hikmetiyle açması…
Bast Açılma.. Genişlemek, açmak, yaymak. Bir şeye el uzatmak. Sevindirmek. Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak. Özür kabul etmek. Kaplamak. Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. Bast-ı yed: El açma.
Bast-ı zaman: Az zamanda çok uzun bir zaman yaşamış olmak..
İnbisat: Genişleme. Yayılma. Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşmedir.

Bast, Kur'ân-ı Kerimde, ALLAH celle celâluhu’nun el açıklığı-cömertliği bağışlayıcılığı olarak:

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاء وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ كُلَّمَا أَوْقَدُواْ نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Resim---“Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn: Yahudiler, "Allâh'ın eli bağlıdır" dediler. . . Söyledikleri kendilerinde açığa çıktı, kendi elleri bağlandı ve lânetlendiler! Bilakis, Allâh'ın iki eli de açıktır; dilediğince bağışlamaya devam ediyor! Andolsun ki, Rabbinden sana inzâl olunan, onlardan çoğunun inkâr ve tuğyanını (isyan ile haddini aşmayı) arttırır! Onların arasına kıyamet sürecine kadar düşmanlık ve nefret duygusu yerleştirdik! Her ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allâh onu söndürdü. . . (Gene de) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. . . Allâh inançları saptırma peşinde koşanları sevmez.”
(Mâide 64)

Bast, Kur'ân-ı Kerimde, elini boynuna bağalamak-çok cirmri olmak anlamında olarak:

وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا
Resim---“Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kullel bastı fe tak’ude melûmen mahsûrâ: Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.”
(İsrâ 29)

Bast Kur'ân-ı Kerimde, elini haddinden çok uzatmak olarak:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ
Resim---“İn yeskafûkum yekûnû lekum a’dâen ve yebsutû ileykum eydiyehum ve elsinetehum bis sûi ve veddû lev tekfurûn: Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkâr etmenizi içten arzu etmişlerdir.”
(Mümtehine 2)

Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. Kabz (iç darlığı)
Kabz: ALLAH celle celâluhu’nun Maddî-Manevî rızkı kullarına lütuf ve hikmetiyle kapatması…

Kabz: Tutmak, almak, avcunda sıkmak, sahib olmak, daraltmak. Sıkıntı.. dan sıfat isimdir.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. Tahsil etmek. Teslim almak. Amelde zorluk çekmek. Kuşun süratle uçması. Mülk. Anlamlarındadır.
Kabz yok ederek olan bir kapatmadır ve örtmek değildir. Meselâ tekabbuz, derinin yanmasıdır..

Kabada : Bir şeyi avuçla almak. Toplamak. Zabdetmek. Kanat çırpmak. Almak. Gidermek. Dürmek. Sıkı tutup sıkmak.ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL için verdiği canı almak, rızkı daraltmak.
Kubda : Kabza, yumruk.
Kabsa: parmakla almak iken,
Kabza: bütün avuçla bir şeyi almaktır:

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي
Resim---“Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî: Samiri: «Ben onların görmediklerini gördüm de Resülün izinden bir avuç toprak avuçlayıp attım, nefsim bana böyle hoş gösterdi.» dedi.”
(Tâ-Hâ 20/96)

Kabz, Kur'ân-ı Kerimde kuşun kanat açıp kapayarak, kanat çırparak yer değişimi hareketi olarak:

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَنُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ
Resim---“E ve lem yerev ilet tayri fevkahum sâffâtin ve yakbıdn(yakbıdne), mâ yumsikuhunne iller rahmân(rahmânu), innehu bi kulli şey’in basîr: Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.”
(Mülk 67/19)

Kabz, Kur'ân-ı Kerimde elini sıkıp-kapatmak, sımsıkı tutup cimrilik etmek olarak:

الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---“El munâfikûne vel munâfikâtu ba’duhum min ba’din, ye’murûne bil munkeri ve yenhevne anil ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe fe nesiyehum innel munâfıkîne humul fâsikûn: Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.”
(Tevbe 9/67)

Bu fâni hayat sonunda-BEDEN Ölümünde, Nefs-RUHların KABZedilmesi:
ALLAH celle celâluhu Kur'ân-ı Keriminde;


وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ
Resim---“Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn: Kullarının fevkında kahir o, üzerinize harekâtınızı zabteden hafaza gönderir, hattâ birinize ölüm geldiği vakit onu gönderdiğimiz Melekler kabzederler ve onlar vazifelerinde kusûr etmezler”
(En'âm 6/61)

قُلْ يَتَوَفَّاكُم مَّلَكُ الْمَوْتِ الَّذِي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ
Resim---“Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn: De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız."
(Secde 32/11)

Resim---Resûlullah sallallâhû aleyhi ve sellem: “Allah, ruhların kabzedilmesi için bir melek müekkel kılmıştır. Şehidler müstesna, onların ruhlarını Allah direkt kendisi alır.” buyurdu.
(Ebû Ümâde radıyallahû anh’dan; İbn-i Mâce)

Azrâil aleyhi's-selâm Cenâb-ı Hakk'a: "Ruhların kabzedilmesi vazifemden dolayı senin kulların benden şikayet edecekler, benden küsecekler." demiş, Cenab-ı Hak' da hikmetinin lisanı ile: "Seninle kullarımın arasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım, tâ ki şikayetler onlara gidip, senden küsmesinler." buyurmuş.
(Tefsir Ed-Dürr-ül Mensur - Suyutî 5/173- 174; Tefsir-i Ruh-ul Beyan İsmâil Hakkı Burusevî 7/114)

Kelbi demiş ki: “Melekü'l-Mevt ruhu cesedden alır-kabzeder, rahmet veya azab meleklerine teslim eder. Ölüm meleğinin mümin ve kâfire nisbeten şeklinin değişmesi ise açıktır. Çünkü, “meleklerin istedikleri şekle girebildikleri” mukarrar- İkrâr olunmuş, “vardır, öyledir evet." denilmiş bir meseledir.”
(İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları: 106.)

Tabakat ve Siyer Kitablarımızda bildirilen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin RUHunun Kabzı:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin beden ÖMRü son VAKTında Cebrâil aleyhi's-selâm ile Azrâil aleyhi's-selâm birlikte geldi. Cebrâil aleyhi's-selâm Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in halini hatırını sordu; sonra da: “Ölüm meleği içeri girmek için izninizi ister” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müsaade edince Azrâil aleyhi's-selâm içeri girdi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in önüne oturdu: “Yâ Rasûlullah! Yüce Allah, senin her emrine itaat etmemi bana emretti. İstersen ruhunu KABZedeceğim, istersen sana bırakacağım.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Cebrâil aleyhi's-selâm’a baktı. O da: “Yâ Rasûlullah! Mele-i Âlâ sizi beklemektedir.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ Azrâil gel, görevini yerine getir.” buyurdu ve ruhunu teslim etti…
(Tabakât, 2:259.; ibn-i Kesîr, Sîre, 4:550.)

Resim---Aişe radiyallahu anha: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sıhhati yerinde iken şöyle diyordu: "Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabzedilmez. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır." Aleyhissalatu vesselam hastalandığı zaman O'nu, (başı) dizimin üstünde baygın vaziyette gördüm. Bir ara kendine geldi. Gözlerini evin tavanına dikti ve sonra: "Ey Allahım Refik-i A'la'da (bulunmayı tercih ederim)" dedi. Bu sözü işitince ben (kendi kendime): "Demek ki (makamı gösterildi) ve bizimle olmayı tercih etmiyor" dedim. Bunun, sıhhatli iken bize söylediği şu hadis olduğunu anladım: "Hiçbir peygamber cennetteki makamını görmeden kabzedilmez, sonra yaşamaya devam veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır." Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in telaffuz ettiği son söz: "Allahım, Refik-i A'la'da" cümlesi oldu." buyurdu.
(Buhari, Megazi 83, 84, Tefsir, Nisa 13, Marda 19, Da'avat 29, Rikak 41; Müslim, Fezail 87, (2444); Muvatta, Cenaiz 46 (2, 238, 239); Tirmizî, dâvat 77 (3490)

Refik-i A'la: Cennetin en yüksek makamında bulunan peygamberler cemaatidir. En yücede yol sunu yoldaşlığı..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5162
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen Gul »

Resim


cAN KÂRdeşimiz haYY Dost!..

DüŞmek N-dir? TuTmak N-dir?
HiÇ ken HeP i YuTmak N-dir?
SeN ZâR-hoş musun ihvÂNîm?
UY-k-UY-u UY-utmak N-dir?



ZEVK 3935

YÂRım Nefeslik BeNliğim!.. YÂRım Nefes Kabz u Bastım!
ŞaH Damarımdan YAKINın "KUL" u OLmak Azm ü Kastım!
İŞte İmkANla İmtihAN!.. cANların cENGİNde cihAN!
"Mûtu kable ente mûtu!" DOSTum Omuzumda Postum!..


19.11.09 00:02
kuRBda…


Kabz-ü bast (a): Tasavvufta iç âlemin kapanıp açılması, daralıp genişlemesi ve sıkıntı-neş'e hâli. Tavasvvuf Tenceresindeki NEFSin, Naz-Niyâz Öğretim ve Eğitim Çölü Çilesi...

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Mûtu kable ente mûtu: Ölmeden önce ölünüz!... " buyurmuştur. (Keşfü'l-Hâfâ II-291-2669)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ân-ı Kerimde yerkürenin akibetinin “kabz” ve göklerin nihayetinin “dürülmek” olduğunu, belirten âyetler:

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan KABDATUHU yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn: Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.”
(Zümer 39/67)

يَوْمَ نَطْوِي السَّمَاء كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِ كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ
Resim---“Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduh(nuîduhu), va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn: O gün ki Semâyı kitablar için defter dürer gibi düreceğiz evvel başladığımız gibi halkı iade edeceğiz, uhdemizde bir va'd, şübhe yok ki biz yaparız!”
(Enbiya 21/104)

ALLAH celle celâluhu’nun, El Kâbizu ve El Bâsitu celle celâluhu isimlerinin; Ed Dârru gibi celalî ismleriyle ve En Nâfiu, El Vâsi'u gibi cemalî ismleriyle Tümmleyen anlamdaş olduğu açıktır:

Ed Dârru :
Resim

En Nâfiu :
Resim

El Vâsi'u :
Resim


El Bâsitu ve El Kâbizu celle celâluhu Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde genellikle bilikte geçmektedir:
Kur'ân-ı Kerîm'de 5 âyette kavram olarak 4 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir:


مَّن ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً وَاللّهُ يَقْبِضُ وَيَبْسُطُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---"Menzellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehû ed’âfen kesîrah(kesîraten), vallâhu yakbidu ve yebsut(yebsutu) ve ileyhi turceûn(turceûne): Kim Allah'a güzel bir borç verirse, o taktirde, o (verdiği) kendisine kat kat çoğaltılarak ödenir. Ve Allah, (ilâhi kanun gereği kişinin rızkını) daraltır ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.
(Bakara 2/245)

أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاء لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا
Resim---"E lem tera ila rabbike keyfe meddez zill ve lev şae le cealehu sakina sümme cealneş şemse aleyhi delila: Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delil kılmışızdır.”
(Furkân 25/45)

أَلَمْ تَرَ إِلَى رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاء لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا
Resim---“Sümme kabadnahü ileyna kabday yesira: Sonra da onu tutup kendimize ağır ağır çekmişizdir.”
(Furkân 25/46)

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn: Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.”
(Zümer 39/67)

Bu âyet-i celilede Kabzda olan Mülkullahtır ve mutlakdır.
Oysa Bastta olan Mülkullah Mukayed-Muayyendir ve kullarına i’tibarî-izafî-geçici olarak temlik edilip–geçici mal sahibi edilmiş, sanki gerçek mülküymüş gibi mülk olarak KULLUK imkanla-imtihanı gereği verilmiştir.


Hadis-i Şeriflerde de kabz u bast birlikte bildirilmiştir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Değer olgusuna hükmeden, rızkı daraltıp genişleten, insanların geçimine medâr olan nimetleri lûtfeden ALLAH'tır. Ben, can ve mal güvenliği konusunda hiç kimsenin şahsımdan davacı olmayacağı bir konumda RABB'ıma kavuşmayı arzu ediyorum." buyurmuştur.

(Enes b.Mâlik Radyallahu anhu'dan;İbni Mâce, Ticâret-27, Dua-10;Tirmizî, Buyû-49)

El Kâbızu ismi zikredilirken, karşıtı ve tamamlayıcısı olan El Bâsitu ismiyle birlikte kullanılmalıdır.
Tasavvufta iniş-çıkış gibi seyr ü sülûkun havf ü recâ cilvelerinden ve de çile çöllerinin çiğdem çiçeklerindendir…
Çeken bilir, çektirenle "bile" ise…

Nefsin letaif kemâlâtındaki manevî aşamaları aklen-naklen anlatımda;


Seyr ü Sülûk
AŞK u Cezbe
Zühd ü Takvâ
Sıdk u Huşû
Havf u Recâ
Kabz u Bast
Heybet ü Üns
Lâ ilâhe ve İLLâ ALLAH..

Havf u Recâ-> gelecek için
Kabz u Bast
-> şu AN yaşanır.
Kabz -> Havf -> Heybet:
Kula Celâlî Tecellîler. Kahren kabz..
Bast -> Recâ -> Üns: Kula Cemâlî Tecellîler. Lutfen bast..

Kabz u bast HÂLi tasavvufta; anlayış-yaşayış hayatında, Hizmet eden-Mürşid ve hizmet alan-Mürid ilişkilerinde de çokça anlatılmıştır.

Yıllarını verdiği ve gittikçe azalan öğrencilerinin tükenip sadece bir teki kalan Mürşid sorar: “Oğul nere gitti gidenler?” sadık öğrenci: “Efendim ben de vedâlaşmaya gelmiştim! Çok emeğiniz var bende, ancak son zamanlarda sizi zındıkça deyiş-davranışlar içinde gördüm!” deyince Mürşid-i Kâmil: “Üzülme evlâd, ben 40 yıldır bu halde olduğumu Levh-i Mahfuzda İzlemekteyim! Ancak, gidecek başka kapı bulamadım!” deyince derviş bir ahh çekip : “Anladım hocam anladım Kaderi! Mübremini de! Muallakını da!” der.. dergâha dİZ çöker!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

İnsan mânen Kabza düşünce-kabız olunca kıvranır dururda içindekin atamaz!. İçsıkıntısı, konuşmaktan ve düşünmekten kaçış!.

Kabz u Bast MuhaMMedî MeLÂmette İNSAN HAYyatının Dış Düzen ve İÇ Denge Denlemidir.. nefes alıp-vermek gibidir.. gerek zâhiri gerekse bâtınî hayat sonucunu ancak Yaratanın bilecegi bir Kabz-Korku ve Bast-Umut içinde geçer..
Kabza girene dünyâ dar gelir-cehennem oluken, kabza girene cennet gibidir..
Zâten, Dünyâ-Âhiret arakesitidir DİN.. İnsan oğlu, İmkânla
(Olsun-Olmasın Tercih mekânı) Kulluk İmtihanı olmaktadır son nefese kadar.
Sâlim Akıl sâhibleri için TEK-BİR yol Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selemi DUYup-Uymaktır.. burası-orası yoktur.. burası orasının tarlasıdır..


Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Dünyâ, âhiretin tarlasıdırbuyurmuştur.
(İmam Münavî ve Deylemî)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Sizin hayırlınız düny'ası için âhiretini, âhireti için dünyâsını terk etmeyendir.buyurmuştur.
(Kenzü’l-Ummal, III/238, hn: 6336)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışınız!buyurmuştur.
(İbni Asakir)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.buyurmuştur.
(Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork." buyurmuştur.
(Münavi. Feyzü’l-Kadir, II/12; Kenzü’l-Ummal, III/40, hn: 5379)

Dünyâ ve içindekiler saldırıldığında çeldirici-saptırıcıdır:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Dünya sevgisi bütün hataların başıdır!
(Münavî, Beyhakî, imam-ı Rabbanî, Kenzu’l-Ummal)

MuhaMMedî Mü’minin yolu ise ifratsız-tefritsiz, İ’tidal yoludur;

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem :İşlerin hayırlısı vasat-orta olanıdır.buyurmuştur.
(Deylemî, Beyhakî, İ.Süyutî)

Ve insan oğlu iki ANA SERmayesini Hakkça kullanmalıdır:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem :İki büyük nimet vardır ki insanların birçoğu bunlar hakkında aldanış içerisindedir. Sıhhat ve boş vakit!buyurmuştur.
(Buharî, Rikaak 1; Tirmizî, Zühd 1; İbn Mâce, Zühd 15; Dârimiî Rikaak 2;İ. Ahmed, Müsned I, 258, 344.)

Bu Hadis-i Şeriflerin kaynağı elbette KeLÂMullahta EMRullahtır:


فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ

Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ(zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fî'd-dunyâ ve mâ lehu fî'l-ahirati min halâk: (Hacc) ibâdetlerinizi bitirdiğinizde, artık (câhiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hattâ ondan da kuvvetli bir anma ile ALLAH'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "RABBimiz, bize dünyâda ver" der; onun âhirette nasibi yoktur.
(Bakara 2/200)


وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fî'd-dunyâ haseneten ve fî'l-âhirati haseneten ve kınâ azâbe'n-nâr: Onlardan bir kısmı da: Ey RABBimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru! derler.
(Bakara 2/201)


أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ

Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîu'l-hısâb: İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. ALLAH, hesabı pek seri görendir.
(Bakara 2/202)


وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ

Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemine'd-dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fî'l-ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn: "ALLAH'ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, dünyâdan da kendi payını (nasibini) unutma. ALLAH'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü ALLAH, bozgunculuk yapanları sevmez."
(Kasas 28/77)

Her ÂNımız tebeddül-değişimde v temkin-istikardan uzak hayatımızın (ki içinde âhiretimiz-dinimiz de var!) iki kanadı gibidir..

Kabz-> korku-sıkıntı- hayret, ürperti, yokluk ve hiçlik gibi maddî-mânevî daralmalarımız HÂLinde, Tevbe-İstiğfar etmek..
Bast-> maddî-manevî, umut-ferahlık- neş’e, sevinç ve şatahat-mânevi sarhoşluk gibi maddî-manevî genişliklerimiz HÂLinde, Hamd ü Şükürler etmek.... hepsi de KULLuk gereklerimizdir..

Maddî-Manevî Muhtaç-Mecbur-Me’mur ve Mahkum olan insan oğlu sâdece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemde;

HAKKı DUYmak ve HAYRa UYmak! Nefsin-Şeytanın BâtıLını DUYmamak ve ŞeRRe Uymamak!” TERCİHi sahibidir..Halkeden-Kılan-Yapan HAKK teâlâdır..

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Kalb, Hazret-i Rahman’ın parmakları arasındadır ve onu hâlden hâle çevirir ve istediği şekli verir.buyurmuştur.
(Müslim, kader 17; İbn Mâce, duâ 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/168)

Kabz u Bastı târif eden âyet-i celîle:


فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ

Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu li'l-islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fî's-semâi, kezâlike yec’alûllâhu'r-ricse alâllezîne lâ yu’minûn: ALLAH kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. ALLAH inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.(En’âm 6/125)

Kabza sabrın sonunda Bastı bildiren Kur'ân-ı Kerim Hükümleri vardır:


وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ

Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn: Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
(Bakara 2/155)


الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ

Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Onlara bir musîbet isâbet ettiğinde, derler ki: "Biz ALLAH'a âit (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
(Bakara 2/156)


أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humu'l-muhtedûn: RABBlerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidâyete erenler de bunlardır.(Bakara 2/157)

Bast-İnşirah-gönül ferahlığ-kalb rahatlığı..


أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

E fe men şerehallâhu sadrehu li'l-islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun li'l-kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn: ALLAH, kimin göğsünü İslâm'a açmışsa, artık o, RABBinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat ALLAH'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay hâline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
(Zümer 39/22)

Rasûlullah sallallÂhu aleyhi ve selem Efendimizin beşerî hayâtının da Kur'ân-ı Kerîm anlatımında kabz u bastı:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:Ben Beytte-Kâbe’de uyku ile uyanıklık arasında bir halde iken “Üç kişinin arasındaki” diye bir ses duydum. sonra içinde zemzem olan altın bir tas-leğen getirildi. Birisi göğsümü, karnımın alt tarafına kadar yardı. Kalbim dışarı çıkarıldı Zemzem suyu ile yıkandı sonra yerine kondu. Sonra ona iman ve hikmet dolduruldu.buyurmuştur.
(Tirmîzi, Hadis no: 3346)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin GÖĞSÜNÜN YARILMASI henüz çocukken emzirilmek için süt annesi Halime’nin yanına verildiği esnâda gerçekleşmiştir.

Hadis ulemâsından Ebü Ya'la ve Ebü Naîm’in İbni Asakir nakillerine Seddad b. Evs’den(r.a) rivâyet olunmuştur ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:Çocuk idim. Bir gün kendi akranım olan sabilerle bir dere içinde idik. Birden gördüm ki, üç kimse geldiler. Yanlarında bir altın leğen dahi vardı, içi karla doluydu. Hemen beni sabîler arasından aldılar. Sabiler de süratle koşup kabileye gittiler. Sonra o kimselerden biri beni yer üzerine yanım üstüne yatırdı. Karnımı yardı. Ben bakıp duruyordum. Ama hiç acısını duymazdım. Karnımda olan bağırsakları dışarıya çıkarıp o leğende olan kar ile iyice yıkadı. Yine karnıma koydu. Biri daha geldi, kalbimi dışarı çıkarıp yardı ve içinden bir parça pıhtılaşmış kara kan çıkarıp attı. Sonra eliyle sağ ve sol yanımdan bir şey alır gibi oldu. Hemen gördüm, elinden nurdan bir hatem peyda oldu. Ki bakar kimsenin aklı hayran olurdu. O hatemle kalbimi mühürledi ondan sonra kalbim nur-u nübüvvet ve hikmetle doldu. Ve yüreğimi getirip yine yerine koydu. Nice zaman o hatemin soğukluğunu k a l b i m d e duyar idim. Ondan sonra üçüncü kimse gelip karnımın yarılan kısmını eliyle sıvadı, biznillahi Teala yarası iyi oldu ve elime yapışıp lütufla beni ayak üzerine kaldırdı.
(İbnül Hatip el-Askalanî, Mevahibül Ledünniye, Mtc.: Abdulbaki, Der-saadet. 1316,C.I,s.26.)

İkincisi ise Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem mirac gecesinde Hatîm ya da Hicr denen yerde (Kabe’nin etrafında), yan üzere yatmış ve yan uykulu yarı uyanık bir halde bulunuyorken Cebrail aleyhi's-selâm gelip göğsünü yarmış. Rivayetlerde boğazdan göbeğe kadar, veya göğüs kısmı yarıldığı anlatılıyor. Bazı rivayetlerde de Hz. Peygamber Mescid-i Haram’da uyumaktayken üç neferin geldiği, birinin:o hangisidirdediği, diğerinino ortada olandırdediği, o gece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in onları görmediği, ertesi gün yeniden gelip O’nu götürdükleri ve o üç neferden Cebrâil’in teslim aldığı, sonra Cebrâil’in, boğazından gırtlağına kadar yardığı anlatılır. Sonra altından bir leğen getirilir. İçinde de hikmetle ve îmanla dolu bir tas vardır. Kalbi göğsü zemzemle yıkanır. Akabinde o iman dolu tasdan göğsüne boşaltılır. Göğsü ile boğazındaki damarlar, içi hikmet ve imanla dolu kabın içindekiyle sıvazlanır. Yarılan yerler tekrar kapatılır, eski hâline getirilir. Arkasından, burak adında, gözün alabildiği yere basan bir “h a y v a n” ya da binit getirilir ve mirac yolculuğu başlar…
(Buharî, Sahih, Mircç; Mevahip, II/7-8; İbni Kesir, 1X/4606-4616; Tecrid-i Sarih, 1551 nolu hadis. Buharî, bu mevzuya ait hadisleri Salat, Hacc, Enbiya, Tevhid ve Menakip bablarında da rivayet etmiştir.)

Kur'ân-ı Kerîmimizde Duhâ Ve İnşirah Sûrelerini anlayarak okumalıyız:


أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ

E lem neşrah leke sadrek: Göğsünü senin için şerhetmedik mi (yarıp genişletmedik mi)?
(İnşirah 94/1)


وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ

Ve vedagnâ anke vizrek: Ve senden yükünü kaldırdık (kaldırmadık mı?).
(İnşirah 94/2)


الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ

Ellezî enkada zahrek: Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.
(İnşirah 94/3)


وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ

Ve refa’nâ leke zikrek: Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
(İnşirah 94/4)


فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

Fe inne maal usri yusra: Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
(İnşirah 94/5)


إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

İnne maal usri yusrâ: Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.
(İnşirah 94/6)


فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ

Fe izâ feragte fensab: Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya devam et(İnşirah 94/7)

وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

Ve ilâ rabbike fergab: Ve yalnızca Rabbine rağbet et.
(İnşirah 94/8)

ALLAH celle celâluhu’nun, El-Kâbizu ve El-Bâsitu celle celâluhu isimlerinin Nû-U MîMM Mazharından Hayatlarımıza zuhuru, tercihlerimiz ve Tecellîleri; cehennem-cennet yolumuz ve de,OLsun!-OLmasın!-OLAN!ÇİLE ÇÖLÜmüzdür..
Elbette bu Hayat Sırat Köprüsü, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmın EREN EDEBiyle yetişmiş halis-muhlis-sıddık ve âdil MuhaMMedî Kâmil Hizmetçilerin MuhaMMedî Tâlim-Öğretim ve Terbiyesi-Eğitimiyle GEÇileBİLinecektir inşae
ALLAHu Teâlâ..

Konumuzu Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve selemin öğrettiği bir
ALLAH celle celâluhu’nun, Kabz u ve El Bast DuÂsıyla bitirelim:

Ebû Said El-Hudrî radıyallâhu anhu:Bir gün, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem mescide girdi. Bir de orada Ebû Umâme adında ensardan bir adam bulunuyordu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ona:Ey Ebû Umâme! Böyle namaz vakti olmadığı bir zamanda seni burada oturuyor görmekteyim, (nedir bu halin)?dedi. Ebû Umâme:Üzerime çöken üzüntüler ve borçlar, ya Rasûlallah!deyince Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:Sana bir takım sözler öğreteyim mi ki, onları söylediğin zaman, ALLAH senin üzüntünü gidersin ve senden borcunu ödesin?buyurdu. Ben de:Evet (öğret) ya Rasûlallah!dedim. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:Sabahladığın ve akşamladığın vakitlerde şunları söyle: Allâhumme innî eûzü bike mine'l-hemmi ve'l-hazeni ve eûzü bike mine'l-aczi ve'l-keseli. Ve eûzü bike mine'l-cübni ve'l-buhli. Ve eûzü bike min ğalebeti'd-deyni ve gahri'r-ricâli: ALLAH’ım! Üzüntü ve kederden sana sığınırım. Acziyetden ve tenbellikten sana sığınırım. Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borç altına düşmekten ve düşmanların üstün gelmesinden sana sığınırım.buyurdu
Ebû Umâme der ki:Ben bunu yaptım. ALLAH Tealâ, üzüntü ve kederimi giderdi ve borcumu benden kaldırdı.
(Ebu Davud)

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: Bir adam: Ey ALLAH’ın Resûlü, ALLAH’a hangi amel daha sevimlidir?diye sordu. Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyancevabını verdi.Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?diye ikinci sefer sorunca: Kur’ân’ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlarcevâbını verdi.
(Tirmizî, Kırâat 4, 2949)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim

25- El Basîru celle celâluhu

El Basîru :

Resim

El Basîru celle celâluhu: Vâkıf-Hâbir-Âşinâ-Hâzır-Nâzır olarak açığı ve gizliyi gören... Mutlak görücü ve basîretin sahibi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

El Mübsiru : Görücü. Muhafız. Gözcü. Gösterici. Âşikâr. Bilici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Basara : Görebilecek miyim diye bakmak. Görmek. Bir şeyi bilmek.
Basar : Göz. Görme kuvveti. İdrak kuvveti.
Basîret : Basîret. İdrak kuvveti. Yakîn Mârifet ve ferâset. Akıl. Zekâ. Hüccet. Bürhan. İbret. Avın yolda bıraktığı kan izi.

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr: Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”
(Mü’min 40/56)

Kur'ân-ı Kerimimizde daima es semîu esması el Basîru Esmasından önce zikredilmiştir..
Semi’: Gizli aşikâr her şeyi Basîretle Kalbî DUYuş-GÖrüşle ANlayış-İşitişidir.
Basîr: Aydınlık karanlık, uzak yakın, büyük küçüklük gibi Aklî değer yargılarının ötesinde Baş Basarıyla Bakış-GÖRüştür, her şeyi müşahede ediştir.

Basar Objektifiyle Basîret Okuleri ReSÛLî SEViyede BİLinir-BULunur ve Sahibi OLUnursa,
İnsan AKLı/Nefsi Dış ÂLEM DÜZENi ve İÇ ÂLEM DENGEsini MuhaMMedî Mihenge SOKmuş demektir..
Elbette İlahî DUYuş-İŞitiş ile İlahî BAKış-GÖRüş yaratıklarınınkiler gibi değildir. Ben doğrusu bunu ANlamak için Yanmakta olan AMMpulümü, Elektiriği var eden Keban Merkezinin DUYup-GÖRmesi gibi Düşünmekteyim ki.. sen de ŞAHh Damarından da YAKÎNi DİNlersen DUYacaksın inşae ALLAHu Teâlâ!..
Basar-görmek, bilmek, sezmek-kökünden sıfat isim.
Basar, kafa gözüyle muhiti afakî görüştür.
Basîret ise, kalb gözüyle merkezi enfusî görüştür.

Zâten KUL olan insanoğlu İçten ve Dıştan GÖZLnemektedir:


وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ
Resim---“Vasbir li hukmi rabbike fe inneke bi a’yuninâ, ve sebbih bi hamdi rabbike hîne tekûmu.: Ve Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü muhakkak ki sen gözümüzün önündesin. Ve kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et!” (Tûr 52/48)

Kur'ân-ı Kerîm'de 51 âyette geçmekte ve 41 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilerek sıfatlarından biri olarak kullanılmamıştır.
10 âyette Semi' (işiten), 1 âyette RABB ve 5 âyette Habîr (haberdâr olan) ismi ile birlikte kullanılmıştır.[/b][/color]


ÂYET SONLARINDA GELEN El ALÎMU ile İKİLi İSİMLERin GÜLcesi:

a- EL HABÎRU'L-BASÎRU celle celâluhu : Haberdâr olan-Gören (5 defa): İsrâ 17/17, 30, 96; Fatır 35/31; Şûrâ 42/27.

Resim

وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِن بَعْدِ نُوحٍ وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًَا بَصِيرًا
Resim---Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâ: Nuh'tan sonra nice kuşaklar helâk ettik. . . Kullarının suçlarından Habiyr ve Basıyr'dir Rabbin!”
(İsrâ 17/17)

إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاء وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Resim---İnne rabbeke yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), innehu kâne bi ibâdihî habîran basîrâ: Muhakkak ki Rabbin, dilediğine rızkı genişletir ve (ölçüsünü) taktir eder (daraltır). O, mutlaka kullarını gören ve (onlardan) haberdar olandır.”
(İsrâ 17/30)

قُلْ كَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا
Resim---Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîren basîrâ: De ki: “Benimle sizin aranızda, Allah şahit olarak yeter.” Muhakkak ki O, kullarından haberdar olandır, (onları) görendir.”
(İsrâ 17/96)

وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ إِنَّ اللَّهَ بِعِبَادِهِ لَخَبِيرٌ بَصِيرٌ
Resim---Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh(yedeyhi), innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr: Ve sana kitaptan vahyettiğimiz, onların ellerindekini tasdik edici olarak haktır. Muhakkak ki Allah, kullarından mutlaka haberdar olandır, (onları) görendir.”
(Fatır 35/31)

وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ
Resim---Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr: Ve eğer Allah, kullarına rızkı genişletseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Fakat O, dilediği kadarını indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, (onları) görendir.”
(Şûrâ 42/27)

b- ER RABBÜ'L-BASÎRU celle celâluhu: Görücü olan Rabbü'lâlemîn (1 defa): Furkân 25/20.

Resim

وَما أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا
Resim---Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme ve yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve kâne rabbuke basîrâ: Ve senden önce (de), gerçekten yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan resûllerden başka (farklı bir) resûl göndermedik. Ve sizin bir kısmınızı bir kısmınıza “sabrediyor musunuz” diye fitne (imtihan) kıldık. Ve Rabbin, en iyi görendir.”
(Furkân 25/20)

c- ES SEMİ'U'L-BASÎRU celle celâluhu: Herşeyi işitici-Herşeyi görücü (10 defa): Nisâ 4/58,134; İsrâ 17/1; Hacc 22/61, 75; Lokman 31/28; Mü'min 40/20, 56; Şûrâ 42/11; Mücâdele 58/1

Resim

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ: Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
(Nisâ 4/58)

مَّن كَانَ يُرِيدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---Men kâne yurîdu sevâbed dunyâ fe indallâhi sevâbud dunyâ vel âhırah(âhırati). Ve kânallâhu semîan basîrâ: Kişi (sadece) dünya sevabını istemiş olsa (dünya malını, ganimeti almak için savaşsa) bile, dünya sevabı da, (eğer Allah'ın rızasını da dilerse) ahiret sevabı da Allah'ın katındadır. Ve Allah, Semî'dir (en iyi işitendir), Basîr'dir (en iyi görendir).”
(Nisâ 4/134)

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.”
(İsrâ 17/1)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Zâlike bi ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve ennallâhe semîun basîr: Böylece (Allah, haksızlığa uğrayana yardım edecektir ve buna kadirdir). Çünkü Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar. Şu da muhakkak ki Allah, hakkıyla işiten ve görendir.”
(Hacc 22/61)

اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr: Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.”
(Hacc 22/75)

مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe semîun basîr: Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas edilmesi) gibidir. Muhakkak ki Allah; Sem'î'dir (en iyi işiten), Basîr'dir (en iyi gören).”
(Lokman 31/28)

وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---Vallâhu yakdî bil hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi şey’in, innallâhe huves semîul basîr: Allah, adaletle hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiten ve görendir.”
(Mü'min 40/20)

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr: Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sinelerinde sadece (Allah'a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık Allah'a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
(Mü'min 40/56)

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Fâtırus semâvâti vel ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve minel en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huves semîul basîr: Gökleri ve yeri yaratan, sizin nefslerinizden eşler kıldı ve hayvanlardan da eşler kıldı. Orada sizi çoğaltır, yayar. Hiçbir şey, O'nun gibi değildir. Ve O, en iyi işiten, en iyi görendir.”
(Şûrâ 42/11)

قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilallâhi vallâhu yesmeu tehâvurekumâ, innellâhe semî’un basîr: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyet edenin (kadının) sözünü işitmişti. Ve Allah, sizin konuşmalarınızı işitir. Muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi görendir.”
(Mücâdele 58/1)

Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Ta'melune Basiyr: Bakara 2/110, 233, 237, 265; Âl-i İmrân 3/156; Fussilet 41/40; Fetih 48/24; Mümtehine 60/3; Teğâbün 64/2; Enfâl 8/39, 72; Hûd 11/112; Ahzâb 33/9; Sebe' 34/11.

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَمَا تُقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Ve ekîmus salâte ve âtûz zekât(zekâte), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâh(indallâhi) innallâhe bi mâ ta’melûne basîr: Ve, namazı ikâme edin (kılın), ve zekâtı verin. Nefsleriniz için hayır olarak ne takdim ettiniz (sundunuz) ise , onu Allah'ın indinde bulursunuz. Muhakkak ki Allah, amellerinizi en iyi görendir.”
(Bakara 2/110)

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr: Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile, ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mirasçının üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşavere ederek (görüşerek) rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o taktirde onların ikisi üzerine bir günah yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (taktir ettiğiniz emzirme ücretini), marufla (örf ve adete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!”
(Bakara 2/233)

وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Ve in tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne ve kadfaradtum lehunne farîdaten fe nısfu mâ faradtum illâen ya’fûne ev ya’fuvellezî bi yedihî ukdetun nikâh(nikâhı), ve en ta’fû akrabu lit takvâ ve lâ tensevul fadla beynekum innallâhe bi mâ ta’melûne basîr: Ve onlar için bir mehir taktir ettiyseniz ve eğer onlara dokunmadan önce boşarsanız, o zaman onlar için (farz olarak) takdir edilen mehirin yarısını vermek size farz kılınmıştır. (Kadınların) bunu affetmesi (vazgeçmesi) veya nikâh ahdi elinde bulunanın (erkeğin) affetmesi (diğer yarısını da kadına bağışlaması) hariç. Sizin affetmeniz (diğer yarısını da vermeniz) takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın. Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.”
(Bakara 2/237)

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاء مَرْضَاتِ اللّهِ وَتَثْبِيتًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَإِن لَّمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Ve meselullezîne yunfikûne emvâlehumubtigâe mardâtillâhi ve tesbîten min enfusihim ke meseli cennetin bi rabvetin esâbehâ vâbilun fe âtet ukulehâ dı’feyn(dı’feyni), fe in lem yusıbhâ vâbilun fe tall(tallun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr: Allah'ın rızasını talep ederek (isteyerek) ve kendi nefslerinde (bunu) sabit kılarak (sebat ederek) mallarını infâk edenlerin (verenlerin) durumu, münbit bir tepe üzerinde bulunan bahçeye benzer ki, ona kuvvetli bir yağmur isabet edince, böylece ürününü iki kat verir. Hatta kuvvetli bir yağmur ona isabet etmese, çiselese bile. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.”
(Bakara 2/265)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ وَقَالُواْ لإِخْوَانِهِمْ إِذَا ضَرَبُواْ فِي الأَرْضِ أَوْ كَانُواْ غُزًّى لَّوْ كَانُواْ عِندَنَا مَا مَاتُواْ وَمَا قُتِلُواْ لِيَجْعَلَ اللّهُ ذَلِكَ حَسْرَةً فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr: Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Âl-i İmrân 3/156)

إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri hayrun em men ye’tî âminen yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), i’melû mâ şi’tum innehu bimâ ta’melûne basîr: Muhakkak ki, âyetlerimizde saptırma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Kıyâmet günü ateşin içine konulanlar mı yoksa Bize emin olarak gelenler mi hayırlıdır? Dilediğinizi yapın. Muhakkak ki O, yaptıklarınızı en iyi görendir.”
(Fussilet 41/40)

وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
Resim---Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferekum aleyhim ve kânallâhu bi mâ ta’melûne basîrâ: Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke'nin göbeğinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
(Fetih 48/24)

لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevmel kıyâmeh(kıyâmeti) yefsılu beynekum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr: Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Mümtehine 60/3)

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ فَمِنكُمْ كَافِرٌ وَمِنكُم مُّؤْمِنٌ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Huvellezî halakakum fe minkum kâfiru ve minkum mû'min(mû'minun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr: Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir.”
(Teğâbün 64/2)

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه فَإِنِ انتَهَوْاْ فَإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe inintehev fe innallâhe bimâ ya'melûne basîr: Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.”
(Enfâl 8/39)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُوْلَئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُواْ وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---İnnellezîne âmenû ve hâcerû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi vellezîne âvev ve nasarû ulâike ba'duhum evliyâu ba'dın, vellezîne âmenû ve lem yuhâcirû mâ lekum min velâyetihim min şey'in hattâ yuhâcirû, ve inistensarûkum fîd dîni fe aleykumun nasru illâ alâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâk(mîsâkun), vallâhu bimâ ta'melûne basîr: Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiç bir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Enfâl 8/72)

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلاَ تَطْغَوْاْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr: O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”
(Hûd 11/112)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَاءتْكُمْ جُنُودٌ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا وَجُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَا وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz câetkum cunûdun fe erselnâ aleyhim rîhan ve cunûden lem terevhâ, ve kânallâhu bimâ ta’melûne basîrâ: Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Ahzâb 33/9)

أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Enimel sâbigâtin ve kaddir fîs serdi va’melû sâlihâ(sâlihan), innî bimâ tamelûne basîr: "Geniş zırhlar yap, (onları) düzenli bir biçime sok ve hepiniz salih ameller yapın. Gerçekten ben, sizin yaptıklarınızı görenim" (diye vahyettik).”
(Sebe' 34/11)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Vallahü basiyrum: Bakara 2/96: Âl-i İmrân 3/15, 20, 163; Mâide 5/71; Hucurât 49/18..

وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Resim---Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh(senetin), ve mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en yuammer(yuammere), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn: Ve onları, hayata karşı insanların en hırslısı bulursun. Ve (hatta) o şirk koşanlardan herbiri şâyet bin sene ömürlendirilse, (yaşamayı) ister. Onun ömrünün uzatılması, onu azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.”
(Bakara 2/96)

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd: De ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb'lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah'ın rızası vardır." Allah kullarını en iyi görendir.”
(Âl-i İmrân 3/15)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.”
(Âl-i İmrân 3/20)

هُمْ دَرَجَاتٌ عِندَ اللّهِ واللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Resim---Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn: Allah katında onlar derece derecedir. Allah yaptıklarını görendir.”
(Âl-i İmrân 3/163)

وَحَسِبُواْ أَلاَّ تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُواْ وَصَمُّواْ ثُمَّ تَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُواْ وَصَمُّواْ كَثِيرٌ مِّنْهُمْ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
Resim---Ve hasibû ellâ tekûne fitnetun fe amû ve sammû summe tâballâhu aleyhim summe amû ve sammû kesîrun minhum vallâhu basîrun bimâ ya’melûn: Ve yaptıklarının bir fitne olmayacağını sandılar böylece kör ve sağır (hakkı görmez ve işitmez) oldular. Sonra, Allah onların tövbesini kabul etti. Sonra yine onlardan bir çoğu kör ve sağır oldular. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir.”
(Mâide 5/71)

إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---İnnallâhe ya’lemu gaybes semâvâti vel ard(ardı), vallâhu basîrun bimâ ta’melûn: Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Ve Allah yaptıklarınızı görendir.”
(Hucurât 49/18)


Resim

İnnellahe basiyrum: Mü’min 40/44; Fatır 35/45.

فَسَتَذْكُرُونَ مَا أَقُولُ لَكُمْ وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd: Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah'a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.”
(Mü’min 40/44)

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَى ظَهْرِهَا مِن دَابَّةٍ وَلَكِن يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا
Resim---Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ: Ve eğer Allah insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle muaheze etseydi (sorgulasaydı), onun üstünde (yeryüzünde) dabbe (yürüyen bir canlı) bırakmazdı. Ve lâkin belirlenmiş bir zamana kadar onları tehir eder (erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (hesaba çeker). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.”
(Fatır 35/45)


Resim

Kane bihi basiyren.: İnşıkak 84/15.

بَلَى إِنَّ رَبَّهُ كَانَ بِهِ بَصِيرًا
Resim---Belâ, inne rabbehu kâne bihî basîrâ: Hayır, (öyle değil) muhakkak ki Rabbi, onu en iyi görendir.”
(İnşıkak 84/15)


Resim

İnnehu bikulli şey'in basiyrun: Mülk 67/19..

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا الرَّحْمَنُ إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصِيرٌ
Resim---E ve lem yerev ilet tayri fevkahum sâffâtin ve yakbıdn(yakbıdne), mâ yumsikuhunne iller rahmân(rahmânu), innehu bi kulli şey’in basîr: Onlar, üstlerinde sıra sıra süzülerek kanat çırpan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Muhakkak ki O, herşeyi en iyi görendir.
(Mülk 67/19)


Resim

Kane rabbüke besiyra: Furkân 25/20.

وَما أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا
Resim---Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme ve yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve kâne rabbuke basîrâ: Senden önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarda gezen (elçi)lerden başkasını göndermiş değiliz. Biz, sizin kiminizi kimi için deneme (fitne konusu) yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin görendir.”
(Furkân 25/20)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

26- Es Semîu celle celâluhu

Es Semîu :
Resim

Es Semîu : Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Resim

27- Es Sâmi'u celle celâluhu

Es Sâmi'u :

Resim

Es Sâmi'u : Duyumların Sahibi. Herşeyi işiten. Halkını hakkıyla duyan. Mutlak duyuculuk sahibi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Es Semîu : Her sesi ve sessizliği işiten ve duyan. Mutlak duyucu olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Es Sâmi'u : Herşeyi işiten. Halkını hakkıyla duyan. Mutlak duyuculuk sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Semea : İşitmek, dinlemek, kulak vermek. Kabul etmek. Anlamak.
Semmea : İşittirmek, duyurmak.
istemea : Dinlemek, kulak vermek, işitmek.
semmü : Kulak, işitme duyusu. İşitilen şey.
Sum'a : Sumâ, gösteriş için ve duysunlar diye yapılan iş. Şöhret.

Es SEMÎ’u celle celâlihu,
Kur’ân-ı Kerim’de 46 Âyette Allah celle celâlihu ya izâfe edilmiştir.
Es SEMÎ’u celle celâlihu;
32 defa El Alîm celle celâlihu dan önce,
11 defa El Basîr celle celâlihu dan önce,
1 defa El Karîb celle celâlihu dan önce,
2 defa da Semîu’d-Dua- Duayı işiten-kabul eden olarak geçmektedir.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hadislerinde çokça geçer.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Namazda Rükû’dan doğrulurken: “ Semiallahu li-men hamideh! : Allah celle celâlihu hamdedenin hamdini duyar” buyurmuştur.
(Kütüb-i Sitte)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir Duasında:
“Allahım! Ürpermeyen Kalbden, Duyulmayan-Kabul olunmayan Duadan,Doymayan Nefisten ve Fayda sağlamayan İlimden Özelikle bu 4 şeyden Sana Sığınırım!..” buyurmuştur.

(İbn Mâce, Mukaddime, 23; Tirmizî, da’avât, 68; Nesâî, istiâze, 64)

Es SEMÎ’u celle celâlihu Allah celle celâlihu nun ZÂTında ezelî Sıfatır. Gizli-Açık, konuşma-Sükut vs. fark etmez külli şeye en yakîn Olandır.
Es SEMÎ’u celle celâlihu ismi genellikle Zâtî-Subûtî Sıfatlardandır. İşittiren Mânâsına gelen yerlerde ise Fiilî Sıfatlardandır.
Es SEMÎ’u celle celâlihunun, Basîr celle celâlihu ile muhteva parelelliği vardır.
El Alîm ve El Habîr celle celâlihu ile de kısmen anlam yakınlığı vardır..
Es Sâmiu celle celâlihu ise bu Es SEMÎ’u celle celâlihu Sıfatına sahib oluşudur..

İnsanoğlu;
BEDENle Temas eder, NEFİSle Görürür, KALBle Duyar, RUHla Koklar Hakkı..
Kalbî DUYuş Muhammedî Melâmette o kadar önemli ki Mü’min kılar İnsÂNı..

Şu Kâinâtta, Ezelden-Ebede-Bâtından-Zâhire Şe’enullah yayını yapan Muhammedî Merkez istasyonunun yayını sürekli ve elân mevcûddur...

Ancak HAM AKILın Kalben DUYması için;
Kur’ân-ı Kerîm okulunda, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem baş öğretmeninde okuması, terbiye edilip, eritilip, süzülüp, arındırılıp, cilâlanıp, kıbleye anten ayarı yapılıp, Nur-u Muhammed Cereyanı (elektiriği) bağlanıp, sağ elinin şehâdet parmağındaki tevhid mühürüyle Hacerü’l-Esved düğmesine Eûzû Besmele şerefli kelimesiyle basılıp 4 âlem 4 kanaldan seyderedebilmesi gerekir!...
İşte AKL ve NAKL tevhidi budur...
Lâ ilâhe İllâ ALLAH!...


Aşkı Duyan Bir Kuyu
UYarır Bin Kuyuyu
Şeker Şerbet Bal Keser
Binbir Kuyunun Suyu!...


İşte o zaman yerleri ve markaları farklı olan televizyon kutularından, Medine’den Merkezdeki Muhammedî Yayın aynen dinlenir ve seyredilir...

UYandırılan, diriltilen ve şerden hayra tebdil eden, AKL-ı SELİM:


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr: Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.”
(Bakara 2/285)

“Semiğnâ ve ateğnâ : Daha şimdi duyduk ve uyduk!...” der...

“Lebbeyk yâ Rabbenâ lebbeyk yâ Rasülünâ sallallahu aleyhi ve sellem!...”

Eğer Akıl; Tercihini Nefsinden/Dünya hayatından yana kullanır da, İlâhî Tebliği Muhammedî Merkezden duyar da uymazsa:

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواْ قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ
Resim---Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn: Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!”
(Bakara 2/93)

“Semiğna ve aseynâ -: Duyduk ve isyân ettik” der!
Nefsin en Üste Dercelerine yükselmek ve İlliyîne ULAŞmakla EMR olunan NEFS,
Alt Derekelerin dibi olan Esfeli Sâfilinde Firavuna Yoldaş olur.. Allah celle celâlihu korusun!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ÂYET SONLARINDA GELEN Es SEMİ'U'L ile İKİLi İSİMLERin GÜLcesi:



a- ES SEMİ'U'L-ALÎMU celle celâluhu : İşitici-Bilici olan. (32 defa)

(Bakara 2/127, 137, 181, 224, 227, 244, 256) (7 defa),
(Âl-i İmrân 3/34, 35, 121) (3 defa),
(Nisâ 4/148)(Mâide 5/76),
( En'âm 6/13, 115,) (2 defa),
(A'râf 7/200),
(Enfal 8/17, 42, 53, 61) (4 defa),
(Tevbe 9/98, 103) (2 defa),
(Yûnus 10/65)(Yûsuf 12/ 34)(Enbiyâ 21/4),
(Nûr 24/21, 60) (2 defa),
(Şûarâ 26/220),
(Ankebut 29/5, 60)(2 defa),
(Fussilet 41/36)(Duhân 44/6)(Hucurât 49/1)

Resim

(Bakara 2/127, 137, 181, 224, 227, 244, 256) (7 defa).


وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve iz yerfeu ibrâhîmu'l-kavâide mine'l-beyti ve ismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke ente's-semîu'l-alîm(alîmu) : Hani İbrâhîm, İsmâîl ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey RABBimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
(Bakara 2/127)



فَإِنْ آمَنُواْ بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Eğer onlar böyle sizin îmân ettiğiniz gibi îmân ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. ALLAH, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir..
(Bakara 2/137)



فَمَن بَدَّلَهُ بَعْدَمَا سَمِعَهُ فَإِنَّمَا إِثْمُهُ عَلَى الَّذِينَ يُبَدِّلُونَهُ إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh(yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm(alîmun) : Her kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı ancak onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz ALLAH hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Bakara 2/181)



وَلاَ تَجْعَلُواْ اللّهَ عُرْضَةً لِّأَيْمَانِكُمْ أَن تَبَرُّواْ وَتَتَّقُواْ وَتُصْلِحُواْ بَيْنَ النَّاسِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve lâ tec’alûllâhe urdaten li eymânikum en teberrû ve tettekû ve tuslihû beyne'n-nâs(nâsi), vallâhu semîun alîm(alîmun) : İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize ALLAH’ı siper yapmayın. ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Bakara 2/224)



وَإِنْ عَزَمُواْ الطَّلاَقَ فَإِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve in azemût talâka fe innallâhe semîun alîm(alîmun) : Eğer (yemin edenler yeminlerinden dönmeyip kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, ALLAH hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Bakara 2/227)



وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve kâtilû fî sebîlillâhi va’lemû ennallâhe semîun alîm(alîmun) : ALLAH yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz ALLAH hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir.
(Bakara 2/244)



لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Lâ ikrâhe fî'd-dîni kad tebeyyene'r-ruşdu mine'l-gayy(gayyi), fe men yekfur bi't-tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bi'l-urveti'l-vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun) : Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp ALLAH’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Bakara 2/256)



(Âl-i İmrân 3/34, 35, 121) (3 defa)


ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d(ba’din), vallâhu semîun alîm(alîmun) : Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. ALLAH her şeyi işitendir, bilendir.
(Âl-i İmrân 3/34)



إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke ente's-semîu'l-alîm(alîmu) : Hani, İmran’ın karısı, “RABBim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.
(Âl-i İmrân 3/35)



وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve iz gadavte min ehlike tubevviu'l-mu’minîne makâide li'l-kıtâl(kıtâli), vallâhu semîun alîm(alîmun) : Hani sen mü’minleri (Uhud’da) savaş mevzilerine yerleştirmek için, sabah erken âilenden (evinden) ayrılmıştın. ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Âl-i İmrân 3/121)


(Nisâ 4/148)(Mâide 5/76)


لاَّ يُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوَءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَن ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا عَلِيمًا

Resim---Lâ yuhibbullâhu'l-cehra bi's-sûi mine'l-kavli illâ men zulim(zulime). Ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen) : ALLAH, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Şüphesiz ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Nisâ 4/148)


قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا وَاللّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Kul e ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lekum darran ve lâ nef’â(nef’an) vallâhu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : (Ey Muhammed!) De ki: “ALLAH’ı bırakıp da, sizin için ne bir zarara ne de bir yarara gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
(Mâide 5/76)


( En'âm 6/13, 115,) (2 defa)


وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve lehu mâ sekene fî'l-leyli ve'n-nehâr(nehâri), ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
( En'âm 6/13)



وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih(kelimâtihî), ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : RABBinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adâlet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
( En'âm 6/115)



(A'râf 7/200)


وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve immâ yenzeganneke mine'ş-şeytâni nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu semîun alîm(alîmun) : Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen ALLAH’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(A'râf 7/200)



(Enfal 8/17, 42, 53, 61) (4 defa)


فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ remeyte iz remeyte ve lâkinnallâhe remâ, ve li yubliye'l-mu’minîne minhu belâen hasenâ(hasenen), innallâhe semîun alîm(alîmun) : (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat ALLAH onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat ALLAH attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için ALLAH öyle yaptı. Şüphesiz ALLAH hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Enfal 8/17)



إِذْ أَنتُم بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُم بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَى وَالرَّكْبُ أَسْفَلَ مِنكُمْ وَلَوْ تَوَاعَدتَّمْ لاَخْتَلَفْتُمْ فِي الْمِيعَادِ وَلَكِن لِّيَقْضِيَ اللّهُ أَمْراً كَانَ مَفْعُولاً لِّيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَن بَيِّنَةٍ وَيَحْيَى مَنْ حَيَّ عَن بَيِّنَةٍ وَإِنَّ اللّهَ لَسَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---İz entum bi'l-udveti'd-dunyâ ve hum bi'l-udveti'l-kusvâ verrekbu esfele minkum, ve lev tevâadtum lahteleftum fîl mîâdi ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef'ûlen li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh(beyyinetin), ve innallâhe le semî'un alîm(alîmun) : Hani siz vadinin (Medine’ye) yakın tarafında; onlar uzak tarafında, kervansa sizin aşağınızdaydı. (Onlar sayıca sizden öylesine fazla idi ki), şâyet buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız (durumu fark edince) sözleşmenizde ayrılığa düşerdiniz (savaşa yanaşmazdınız). Fakat ALLAH, olacak bir işi (mü’minlerin zaferini) gerçekleştirmek için böyle yaptı ki, ölen açık bir delille ölsün, yaşayan da açık bir delille yaşasın. Şüphesiz ALLAH, elbette hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Enfal 8/42)



ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Zâlike biennallâhe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(alîmun) : Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar ALLAH, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. ALLAH şüphesiz işitendir, bilendir.
(Enfal 8/53)



وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve in cenehû li's-selmi fecnah lehâ ve tevekkel alallâh(alallâhi), innehu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve ALLAH’a tevekkül et. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Enfal 8/61)


(Tevbe 9/98, 103) (2 defa)


وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ مَغْرَمًا وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَائِرَ عَلَيْهِمْ دَآئِرَةُ السَّوْءِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Ve minel a'râbi men yettehızu mâ yunfiku magremen ve yeterabbesu bi kumu'd-devâir(devâire), aleyhim dâiretu's-sev’ (dâiretussev’i), vallâhu semîun alîm(alîmun) : Bedevilerden kimi de vardır ki, verdiğini angarya sayar ve size zamanın türlü türlü belalarını gözetir. O kötü devir kendi başlarına olsun! ALLAH, herşeyi işiten, herşeyi bilendir.
(Tevbe 9/98)



خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun) : Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara duâ et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Tevbe 9/103)


(Yûnus 10/65)(Yûsuf 12/34)(Enbiyâ 21/4)



وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve lâ yahzunke kavluhum, innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan), huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü ALLAH'ındır. O, işitendir, bilendir.
(Yûnus 10/65)



فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Festecâbe lehu rabbuhu fe sarefe anhu keydehunn(keydehunne), innehu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : RABBi, onun duasını kabul etti ve kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Yûsuf 12/34)


قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاء وَالأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Kâle rabbî ya’lemu'l-kavle fi's-semâi ve'l-ardı ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Peygamber, onlara dedi ki: “RABBim yerdeki ve gökteki her sözü bilir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
(Enbiyâ 21/4)


(Nûr 24/21, 60) (2 defa)


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâti'ş-şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâti'ş-şeytâni fe innehu ye’muru bi'l-fahşâi ve'l-munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun) : Ey îmân edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer ALLAH’ın size lütfu ve merhâmeti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat ALLAH, dilediği kimseyi tertemiz kılar. ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Nûr 24/21)



وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاء اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَن يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَن يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَّهُنَّ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Vel kavâıdu mine'n-nisâillatî lâ yercûne nikâhan fe leyse aleyhinne cunâhun en yeda'ne siyâbehunne gayra muteberricâtin bi zîneh(zînetin), ve en yesta'fifne hayrun lehunn(lehunne), vallâhu semîun alîm(alîmun) : Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. ALLAH, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Nûr 24/60)


(Şûarâ 26/220)


إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---İnnehu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Şûarâ 26/220)


(Ankebut 29/5, 60)(2 defa)


مَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ[/size]

Resim---Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Her kim ALLAH’a kavuşmayı umarsa, bilsin ki ALLAH’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Ankebut 29/5)



وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Nice hayvanlar var ki, rızkını (yanında) taşıyamaz; ALLAH onlara da rızık veriyor, size de! O herşeyi işitendir, bilendir.
(Ankebut 29/60)



(Fussilet 41/36)(Duhân 44/6)(Hucurât 49/1)


وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Resim---Ve immâ yenzeganneke mine'ş-şeytâni nezgun festeız billâh(billâhi), innehu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen ALLAH’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
(Fussilet 41/36)



رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ[/size]
Resim---Rahmeten min rabbik(rabbike), innehu huve's-semîu'l-alîm(alîmu) : RABBinden bir rahmet olarak; gerçekten O öyle işiten, öyle bilendir.
(Duhân 44/6)



يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim---Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm(alîmun) : Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, ALLAH hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Hucurât 49/1)

b- ES SEMİ'U'L-BASÎRU celle celâluhu: Herşeyi işitici-Herşeyi görücü (11 defa):
Nisâ 4/58,134; İsrâ 17/1; Hacc 22/61, 75; Lokman 31/28; Mü'min 40/20, 56; Şûrâ 42/11; Mücâdele 58/1; İnsan 76/2.


Resim

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---İnnallâhe ye’murukum en tueddû'l-emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beyne'n-nâsi en tahkumû bi'l-adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ: Muhakkak ki ALLAH, emânetleri sâhibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki ALLAH, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki ALLAH, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
(Nisâ 4/58)


مَّن كَانَ يُرِيدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---Men kâne yurîdu sevâbe'd-dunyâ fe indallâhi sevâbu'd-dunyâ ve'l-âhırah(âhırati). Ve kânallâhu semîan basîrâ: Kişi (sâdece) dünyâ sevâbını istemiş olsa (dünyâ malını, ganimeti almak için savaşsa) bile, dünyâ sevÂbı da, (eğer ALLAH'ın rızâsını da dilerse) âhiret sevâbı da ALLAH'ın katındadır. Ve ALLAH, Semî'dir (en iyi işitendir), Basîr'dir (en iyi görendir).”
(Nisâ 4/134)


سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen mine'l-mescidi'l-harâmi ile'l-mescidi'l-aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huve's-semîu'l-basîr: Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten ALLAH, Subhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.”
(İsrâ 17/1)


ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَأَنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Zâlike bi ennallâhe yûlicu'l-leyle fî'n-nehâri ve yûlicu'n-nehâre fî'l-leyli ve ennallâhe semîun basîr: Böylece (ALLAH, haksızlığa uğrayana yardım edecektir ve buna kadirdir). Çünkü ALLAH, geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar. Şu da muhakkak ki ALLAH, hakkıyla işiten ve görendir.”
(Hacc 22/61)


اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Allâhu yastafî mine'l-melâiketi rusulen ve mine'n-nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr: ALLAH, meleklerden ve insanlardan rasûller seçer. Muhakkak ki ALLAH, en iyi işitendir, en iyi görendir.”
(Hacc 22/75)


مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe semîun basîr: Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas edilmesi) gibidir. Muhakkak ki ALLAH; Sem'î'dir (en iyi işiten), Basîr'dir (en iyi gören).”
(Lokman 31/28)


وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---Vallâhu yakdî bi'l-hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi şey’in, innallâhe huve's-semîu'l-basîr: ALLAH, adaletle hükmeder. O'nu bırakıp taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz ALLAH, hakkıyla işiten ve görendir.”
(Mü'min 40/20)


إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huve's-semîu'l-basîr: Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan (delil) olmaksızın, ALLAH'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sinelerinde sadece (ALLAH'a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık ALLAH'a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
(Mü'min 40/56)


فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
Resim---Fâtıru's-semâvâti ve'l-ard(ardı), ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve mine'l-en’âmi ezvâcâ(ezvâcen), yezreukum fîh(fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huve's-semîu'l-basîr: Gökleri ve yeri yaratan, sizin nefslerinizden eşler kıldı ve hayvanlardan da eşler kıldı. Orada sizi çoğaltır, yayar. Hiçbir şey, O'nun gibi değildir. Ve O, en iyi işiten, en iyi görendir.”
(Şûrâ 42/11)


قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
Resim---Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilallâhi vallâhu yesmeu tehâvurekumâ, innellâhe semî’un basîr: ALLAH, kocası hakkında seninle tartışan ve ALLAH'a şikâyet edenin (kadının) sözünü işitmişti. Ve ALLAH, sizin konuşmalarınızı işitir. Muhakkak ki ALLAH; en iyi işitendir, en iyi görendir.”
(Mücâdele 58/1)


إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---İnnâ halakne'l-insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ: Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.”
(İnsan 76/2)

c- ES SEMİ'U'L-KARÎBU celle celâluhu:


قُلْ إِن ضَلَلْتُ فَإِنَّمَا أَضِلُّ عَلَى نَفْسِي وَإِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحِي إِلَيَّ رَبِّي إِنَّهُ سَمِيعٌ قَرِيبٌ

Resim---Kul in dalaltu fe innemâ edıllu alâ nefsî, ve in ihtedeytu fe bimâ yûhî ileyye rabbî, innehu semîun karîb: De ki: "Eğer dalâlette olursam, o zaman sadece kendi nefsim üzerine (sebebiyle) olurum. Eğer hidâyete erersem, o taktirde bu RABBimin bana vahyi sebebiyledir. Muhakkak ki O; en iyi işiten ve en yakın olandır."
(Sebe' 34/50)

d- Semîu’d- duâ’:


هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء

Resim---Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîu’d- duâ"
(Âl-i İmrân 3/38)



الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء

Resim---Elhamdulillâhillezî vehebe lî ale'l-kiberi ismâîle ve ishâk(ishâka), inne rabbî le semîu'd-duâ: Hamd, ihtiyarlık hâlinde bana İsmâîl ve İshak'ı bağışlayan ALLAH'a mahsustur. Muhakkak ki; benim RABBim, duâyı mutlaka işitendir.
(İbrahîm 14/39)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

27- El Evvelu celle celâluhu
28- El Âhiru celle celâluhu
29- El Muâhhiru celle celâluhu
30- El Zâhiru celle celâluhu
31- El Bâtınu celle celâluhu


*

Resim

*

28- El Evvelu celle celâluhu

Resim

Kur'ân-ı Kerim’in ŞeHÂDEtte ŞÂH ÂYetlerinden birisi vardır ki, ALLAH celle celâluhuyu 4X4 lük vasıflandırır:

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huve’l- evvelu ve’l- âhiru ve’z- zâhiru ve’l- bâtınu, ve huve bi kulli şey’in alîm: O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”
(Hadîd 57/3)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisinin de bizzat okuduğu ve kızı Fâtımâ aleyha's-selâm’a ögrettiği DUÂ: “Allah’ım! Sen Evvelsin. Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhirsin, Sen’den sonra da hiçbir şey yoktur.” buyurdu.
(Müslim, Zikir 61; Ebû Dâvud, Edeb 109; İbn Mâce, Duâ 2, 15)

El Evvelu ve’l- Âhiru ve’z- Zâhiru ve’l- Bâtınu celle celâluhu BİRlite incelenmeli diye azmettim inşae ALLAHu Teâlâ…

El Evvelü : Varlığının ibtidası (başlangıcı) olmayıp herşey üzerine sabık (önce) olan. Birincisi olmayan mutlak evvel olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

El Evvelü :
Resim

İlk mânâsına gelen "evvel" kelimesinin kökü hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de başlagıcı olmayan ilktir.Tasavvufta evvel-âhir yerine; kadîm-bâkî, ezelî-ebedî, lem yezel-lâ yezâl tabirleri de kullanılmaktadır.
Sözlükte “ilk” manasına gelen “evvel” kelimesi, “varlığının başlanğıcı bulunmayan” anlamında Allah’a izâfe edilen isimlerdendir. ALLAH celle celâluhu’ın sıfatı olan “evvel” kelimesi başlanğıcı olmayan ezelî kadîm manasınadır. Cümle eşyâdan Zât-ı ezelîsi evveldir ki, evveliyyetin dahi evveli ve ileri geçmesi söz konusu olmayandır.
O, başlanğıcı olmayan ezîlî kadîmdir. Âhir ise sonu olmayan, varlığının sonu olmayandır. manasına gelmektedir. ALLAH celle celâluhu yarattığı bütün masivânın i’tibarî-geçici vücûdlarından sonra Zâtı ebedî bâkî ve bekâsına nihâyet de yoktur. O, mutlak olarak sonu olmayan el Bâkî ALLAH celle celâluhudur.

El Evvelü ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 1 âyette
(Hadid 57/3) El âhir ismi ile birlikte geçmektedir. İlk ve son demek değildir. İlki ve sonu olmayan anlamındadır. ilklik ve sonluk biri birine benzeyen yaratıklar için söz konusu edilebilir. Esas olan, her husus ve külli şeyde mutlak olarak evveliyyet ve âhiriyyet hakkı ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'indir.

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun) : O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”
(Hadîd 57/3)

Evvel: İlkin başlangıcı-ezel olan.Varlığının başlangıcı, kendisinden başka önde biri ve sonu olmayan Âhir..
Âhir: ne sondan sonraki-ebed olan. Varlığının son-uçu, kendisinden başka geride biri ve gizli olmayan Zâhir..
Ve de AKLen YÜCElik ve Ulvîliğinin ANLAtılması Bâtın olan..
Anlatılan Evvel- Âhir AKLendir-izafî-görcelidir ve ALLAH celle celâluhu Aklen olmaktan münezzehtir…
Naklen ise..> HaKKta Evvel <- İnsan AKLı -> HaKKta Âhir..
Kısacası İLK-İZimiz SON-İZimizle HATM olur.. AKLımızı ortalıkta OLmadığı NOKtaya-nAKLe-BİZ BİR-İZe- ULAŞırız ve’s-SeLÂM DÂİRE TaMMaMlanır.. DÂRu's- seLÂM da BUdur...


هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا
Resim---Hel etâ alel insâni hînun mined dehri lem yekun şey’en mezkûrâ: İnsanın üzerinden, henüz “anılmaya değer bir şey” değilken,(anılmaya değer bir varlık olana kadar) uzun bir zaman geçmedi mi?”
(İnsân 76/1)

قَالَ كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِن قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْئًا
Resim---Kâle kezâlik(kezâlike), kâle rabbuke huve aleyye heyyinun ve kad halaktuke min kablu ve lem teku şey’â: (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: - Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım."
(Meryem 19/9)

ALLAH celle celâluhu eVVelde el ÂHİR, Âhirde el EVVEL celle celâlihudur..

Resim

Dairenin merkezini Evvel-KÛN, çenberi ise Âhir-feyeKÛN gibi düşünürsek merkezle çenber arasında iki yönlü okla gösterilen yarıçapta ÂLEM gibi olur.

el EVVEL celle celâluhu (KÛN) ->feyeKÛN ÂLEMLer ->ÂDEM -> el ÂHİR celle celâluhu..

ALLAHu zü’l- CELÂL'in el EVVEL Vâcibliği, İHSÂN ile BAŞLlaması-Halkı var etmesi itibariyle el EVVEL celle celâluhudur.
ALLAHu zü’l- CELÂL'in el ÂHİR Vâcibliği, MAĞFİREti ile SONLanması-Halkı affetmesi itibariyle el ÂHİR celle celâluhudur..

Sünnetullahta Sistemullaha iyi BAKar-GÖRürsek:

EL HaYy -> el EVVEL -> ez ZÂHiR -> Küllî ŞEY-HaYyat -> HAMDini SeBBeha Tesbihini Şe’ÂNullahta her AN GÖRürüz.. ki el BÂTIN -> el ÂHİRi ZEVK ü HAZZ EDElim inşae ALLAHu Teâlâ.. TüMM bunlar KüLlî ŞEYe ESMÂULLAH Sîrayetidir her ÂN Yeniden Yaratış Şerefinde…

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا
Resim---Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ: 7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, O'nu (Allah'ı) tesbih ederler. O'nu hamd ile tesbih etmeyen bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki O; Hakîm'dir, Gafûr'dur (mağfiret edendir).”
(İsrâ 17/44)

HaKK celle celâlihu -> AKLî-İ’tibarî-İzafî-Geçici HALK..
HALK -> NAKLî-ZATî-Gerçek-Bakî HAKK celle celâlihu..


El Evvelü celle celâluhu ile çokça esmanın ilişkisi vardır ancak El Hâliku celle celâluhu esmasıyla ilişkisi çok açıkça zikredilmiştir:

El Hâliku :
Resim

وَاتَّقُوا الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْأَوَّلِينَ
Resim---“Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn: O sizi ve sizden evvelki cibilleti yaratan hâlıktan korkun”
(Şuarâ 26/184)

قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
Resim---Kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merreh, ve huve bi kulli halkın alîm: De ki: "Onu ilk defa inşa eden (Yaratan), ona hayat verecek. Ve O, bütün yaratışları En İyi Bilen'dir."
(Yâ-Sîn 36/79)

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدتُّمْ عَلَيْنَا قَالُوا أَنطَقَنَا اللَّهُ الَّذِي أَنطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Resim---“Ve kâlû li culûdihim lime şehidtum aleynâ, kâlû entakanallâhullezî entaka kulle şey’in ve huve halakakum evvele merretin ve ileyhi turceûn: Kendi derilerine-ciltlerine-uzuvlarına: dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz."
(Fussilet 41/21)

أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
Resim---“E fe ayînâ bil halkıl evvel, bel hum fî lebsin min halkın cedîd: Ya, biz ilk yaratılışta güçsüz mü düştük? Hayır, onlar 'karmaşık bir kuşku' içindedirler.”
(Kaf 50/15)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.”
(Kaf 50/16)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle;

قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ
Resim---"Kul innî umirtu en a’budallâhe muhlisan lehud dîn: De ki: Bana, dini Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu.”
(Zumer 39/11)

وَأُمِرْتُ لِأَنْ أَكُونَ أَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---"Ve umirtu li en ekûne evvelel muslimîn: Ve teslim olanların-müslümanların ilki olmakla emrolundum.”
(Zumer 39/12)

El Evvelü : Varlığının ibtidası (başlangıcı) olmayıp herşey üzerine sabık (önce) olan. Birincisi olmayan mutlak evvel olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Evile : Öne geçmek.
Evvelü : Evvel. Sonuncunun zıttı birinci. Başlangıç.
Evvelen : İlk olarak. Asılda.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Fatıma (aleyhasselâm) anamıza öğrettiği duada : " ALLAhım! Sen EVVEL'sin Sen'den önce hiç bir şey yoktur ve Sen ÂHİR'sin, Sen'den sonra da hiç bir şey yoktur." buyurmuştur.
(Müslim, Zikir, 61;Ebu Dâvûd, Edeb, 109; İbni Mâce, Dua, 215)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »


29- El Âhiru celle celâluhu

Resim

Resim

30- El Muâhhiru celle celâluhu


Resim

Resim

EL Âhiru : Varlığının sonu olmayan bâkî olan... Sonsuz olan... Zatı Ebedî-Bâkî.. Bekâsı sonsuz, sonucu olmayan mutlak Bâkî ve dâim olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Muâhhiru : Eşyâyı yerlerinde te’hir eden, hesaba çekmeyi geciktiren, sonraya bırakan. Sonsuz olup en sonları yaratan. Arkadan sonu, âhiri olmayan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Âhhare : Geri bırakmak. Geciktirmek. Engellemek.
Teâhhare : Arkada kalmak, geri kalmak, gecikmek.
Âhiru : Son, uç, nihâyet, bitim.
El âhiretü : Âhiret, ölüm sonrası, hayat yurdu.
El uhrâ : Âhiret.
El uhur : Geri, her şeyin sonu, arka, ense.


Sonu olmayan son mânâsına gelen El Âhir ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 1 âyette (Hadid 57/3) El Evvel ismi ile birlikte geçmektedir ve birlikte kullanılırlar.
El Evvel'e Er Rahmân, El Âhir'e ise Er Rahîm isimleri zevkiyle bakabiliriz.
El Âhir ismi ile El Bâkî ismi yakın anlamlıdırlar.

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun) : O, Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadîd 57/3)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kızı Fatımatu’z- Zehrâ aleyha's-selâm Annemiz'e öğrettiği duada: “Allahım! Sen Evvelsin Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhirsin Senden sonra da hiçbir şey yoktur!” buyurmuştur.
(Müslim, Zikir 61; Ebu Davûd, Edeb 109; İbni Mâce, Dua 2, 15)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehadet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, Ahadsin-birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur." Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular: "Nefsimi kudret dinde tutan Zat'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Azamı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Azamla dua ederse Allah ona icabet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir." buyurdu.
(Büreyde radiyaallahu anhudan; Tirmizi, Da'avat 65, (3471); Ebu Davud, Salat 358, (1493)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın: "Ey Allah'ım, Ahad-bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıyla senden istiyorum. Günahlarımı mağfiret et, sen Gafursun, Rahimsin!" dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi: "O mağfiret edildi. O mağfiret edildi. O mağfiret edildi!" buyurdu.
(Mihcen İbnu'l-Edra radiyaallahu anhudan; Ebu Davud, Salat 184, (985); Nesai, Sehv 57, (3, 52)

El Evvel ve El Âhir celle celâluhu isimleri yaratıklar için düşünüldüğü gibi
ALLAH celle celâluhuya nisbet edildiğinde, Evveliyyet ve Âhiriyyeti zaman
mevhumundan münezzehtir ve bu nedenle birlikte kullanılagelmiştir.
Böylece izâfet, öncelik ve sonralık düşünülemez.
İnsanın akıl sahasında evvel denmesi için iki şey olması gerekir ki, ŞEYleri-Eşyâyı yaratan için söz konusu değildir.
ALLAH celle celâluhu, akla ve aklın algıladığı yaratıklara izafetle
El Evvel ve El Âhir dir ZÂTen anlaşılmamalıdır ki zamansız, başlangıcı ve sonuçu olmayan Vâcibu’l- VüCÛDdur...
İnsan aklının kendi geçmişi açısından
El Evvel ve geleceği açısından El Âhirdir.
ALLAH celle celâluhu Nefsi-Aklı-fASLı; Evvel yaratan ve Âhir (ASLa) dönülendir..
Mülkullahın DÖNüşü ALLAH celle celâluhu’yadır:


وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاء اللّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim---“Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh(ehıbbâuhu) kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak(halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ(yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr(masîru) : Yahudiler ve hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda DÖNÜŞ de ancak O'nadır.” (Mâide 5/18)

ez ZÂHİR celle celâlihu: ZÂTı için zuhur eden HALKı zâhir kılan ALLAHu zü’l- CELÂL.
el BÂTIN celle celâlihu: ZÂTı için HALKının imtihanı gereği HALKında gaib olduğu halde basarla görülmeyen basiretle seyredilen ALLAHu zü’l- CELÂL..

Batınî Hududullah perdeleri EŞYÂnın mevCÛDluk sebebidir.
El Bâtını inkar eden NEFSLer/AKILLar, “HAKk”ı kendilerinde defn eden define sahibleri gibidirler..

MuhaMMedî Kâmil: HAKk’ın bildirdiğiyle, Halkın bilmediğini ikmâl edendir.

قُلْ إِنِّي عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَكَذَّبْتُم بِهِ مَا عِندِي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِهِ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِلِينَ
“Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bihî, mâ indî mâ testa’cilûne bihî, inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), yakussul hakka ve huve hayrul fâsılîn(fâsılîne).: De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.” (En’âm 6/57)

KelimuLLah -> feyeKÛN olandır.

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâ’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn (mu’minîne).: Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.” (A’râf 7/143)

Musâ aleyhi's-selâm KeLÂMuLLAH’ı DUYdu ->GÖRmek İsteyince ->Musâ aleyhi's-selâm bayıldı. -> dağ ise dağıldı gitti..

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ
Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).: Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara 2/156)




Âhiret İnancı İslam Dininin teme itikadlarındandır..

El ÂHİRU celle celâluhu Esmasının zuhuru olarak çeşitli kavramlarda Kur'ân-ı Kerimde geçmektedir;


Âhiret: Bakara 2/4,86,102,114,130, 200, 201, 217, 220; Âl-i İmrân 3/22,45,56,72,77,85,145,148,152, 176; Nisâ 4/74,77,134; Mâide 5/33,41; En'âm 6/32,92,113,150; A'raf 7/45,147,156,169; Enfâl 8/67; Tevbe 9/38,69,74; Yûnus 10/64; Hûd 11/16,19,22,103; Yûsuf 12/37,57,101,109; Ra'd 13/26,34; İbrâhim 14/3,27; Nahl 16/22,30,60,107,109,122; İsrâ 17/10,19,21, 45,72; TâHâ 20/127; Hac 22/11,15; Mü'minûn 23/33,74; Nûr 24/14,19,23; Şuarâ 26/84; Neml 27/3,4, 5,66; Kasas 28/70; Ankebût 29/27; Rûm 30/7,16; Lokman 31/4; Ahzâb 33/29,57; Sebe' 34/1,8,21; Sâffât 37/78,108,119,129; Zümer 39/9,26,45; Mü'min 40/39,43; Fussilet 41/7,31; Şûrâ 42/20; Zuhruf 43/35; Necm 53/25,27; Vâkıa 56/49; Hadîd 57/20; Haşr 59/3; Mümtehine 60/13; Müddessir 74/53; Kıyâmet 75/21; A'lâ 87/17; Leyl 92/13; Duhâ 93/4.

Yevmi’l- âhiri: Bakara 2/8,62,126,177,228,232,264; Âl-i İmrân 3/114; Nisâ 4/38,39,59,136,162; Mâide 5/69; Tevbe 9/18,19,29,44,45,99; Nûr 24/2; Mücâdile 58/22; Mümtehine 60/6; Talâk 65/2.

Daru’l- âhiratü: Bakara 2/94; (A'raf 7/169; Yûsuf 12/109; Nahl 16/30; Kasas 28/77,83; Ankebût 29/64; Ahzâb 33/29,
Sevabi’l- âhirah: Âl-i İmrân 3/148
Likâi’l- âhirati: A'raf 7/147; Mü'minûn 23/33; Rûm 30/16.
Ecru’l- âhirati: Yûsuf 12/57; Nahl 16/41.
Azabü’l- âhirati: Ra'd 13/34; TâHâ 20/127; Zümer 39/26; Fussilet 41/16; Kalem 68/33.
Sevabe’-l âhirati: Âl-i İmrân 3/145,148.
Yüridü’l- âhirah: Âl-i İmrân 3/152.
Va'dü’l- âhirati: İsrâ 17/7,104.
Erade’l- âhirate: İsrâ 17/19.
Dâra’l- âhirate: Bakara 2/94; En'âm 6/32; Yûsuf12/109; Nahl 16/30; Kasas 28/77,83; Ankebût 29/64; Ahzâb 33/29.
Neş'etel âhira: Ankebût 29/20.
Yahzerul âhirate: Zümer 39/9.
Yehafune’l- âhirete: Müddessir 74/53.

İnsanın, Evveli fASLına-Hilafete Uruc ve Âhiriyse ASLına Rücu’dur..
MuhaMmedî Melâmet Seyr u sülûkunda;
Âhire Rücu’ Resim Evvele Uruc,
Hatm-i NeBiyy sallallahu aleyhi ve sellemi anlamakla anlaşılır...

ResimZuhuru AHMeD aleyhisselâmladır ve Şehâdetinde "BİZ BİR-İZ inşae ALLAH!

İlmullahça genis Salât ve Selâm olsun!..


''ALLAHümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn abdike ve nebîyyike ve Resûlike ve Nebîyyûl-ümmîyyi ve alâ âlihi ves-sahbihi ve Ehl-i Beytihi''

Subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!
Subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!
Subhaneke allahümme ve bi hamdike, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve’etubileyke!


ElhamdulillâhirABBilâlemin!
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

31-El Zâhiru celle celâluhu

Resim

Ez Zâhiru :
Resim

Ez Zâhiru :
Zâhiren gözükenlerin zuhûruna sebeb olan; varlığı açık belli, belgeli, âşikâr ve şüphesiz olan. Zuhûratta varlığı zâhir olan ve her şeyin üstünde görülen. Zâhir gözüken şu geçici mevcûdları var eden, mutlak var ve zâhir olan, zuhûratın halkedicisi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..

Zâhir kelimesi açık ve âşikar olmak, yüksek ve gâlib olmak mânalarına gelen zuhur kökünden türemiştir.
Bâtın ise aklen gizli olmak, görünmemek, idrak edilememek mânasındaki butûndan türemiştir. Zâhir ve Bâtın zıt olan sıfatlardandır.
ALLAH celle celâluhu, vücûdu a'yân olmakla NURundan yarattığı Küllî ŞEY’e gâlibiyetle âşikârdır. Azamet İsmeti ve Kibriyâ örtüsüyle mâsivâdan perdelidir. Sıfatları ve Eserleriye-Yaratıp yaptıklarıyla Zâhir, Zâtının hakîkatiyle ise Bâtındır.

Ez Zâhiru ve el Bâtinu celle celâluhu Esmaları da BİRlikte kullanılmıştır.

Rabbul-âleminin zâhir ve bâtın oluşu hadislerde de geçmektedir:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Muhakkak siz, dolunay gecesinde ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz." buyurmuştur.

(Buhârî, Mevâkît 16, Ezân 129, Tevhid 24; Ebû Dâvud, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbn Hanbel, 3/16)

Resim---Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Allah Teâla: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek için mahlukatı yarattım" buyurdu. buyurmuştur.
Kaynakları:
1. Ed-Dürerü’l-Münte’sire, Celâlettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmet Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23

zahere : Bir şey gizliyken açığa çıkmak. Galib olmak, kahretmek, üzerine çıkmak. Yardım etmek. Bir şeyle övünmek.
ezhera : Bir şeyi âşikâr kılıp ortaya çıkarmak. İlân etmek. İzhar etmek. Kadrini yükseltmek.
istezhera :Yardım istemek. Hazır ve ihtiyatlı olmak.
zâhirü : Zâhir, bâtının zıttı, aşikâre, açık, vâzıh, dış.
zâhire: buğday..
zahrü : Arka, sırt, çok mal, haber.
zuhr: öğle vakti.. gölgesini yutuş vAKTı..
zuhuru : Zâhir olanlar, ortaya çıkış, hadîsler, âyetler.
mazharu : Mazhar, zuhûr etme yeri
zahar: güç.. açlık..
insanın içinin tersi-> zahrı-sırtı:

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min ZUHÛRihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn: Hani Rabbin, Adem oğullarının SIRTLARından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.”
(A’râf 7/172)

Zihâr:

مَّا جَعَلَ اللَّهُ لِرَجُلٍ مِّن قَلْبَيْنِ فِي جَوْفِهِ وَمَا جَعَلَ أَزْوَاجَكُمُ اللَّائِي تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا جَعَلَ أَدْعِيَاءكُمْ أَبْنَاءكُمْ ذَلِكُمْ قَوْلُكُم بِأَفْوَاهِكُمْ وَاللَّهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبِيلَ
Resim---Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih(cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed’ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlul hakka ve huve yehdîs sebîl: Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalp kılmadı ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız (zıharda bulunduğunuz) eşlerinizi sizin anneleriniz yapmadı, evlatlıklarınızı da sizin (öz) çocuklarınız saymadı. Bu, sizin (yalnızca) ağzınızla söylemenizdir. Allah ise, hakkı söyler ve (doğru olan) yola yöneltip iletir.”
(Ahzâb 33/4)

Tuzâhırûne: zıhar yaptığınız (zıhar yapmak: sen bana benim annemin sırtı gibisin diyerek eşini boşamak istemek).

Zahrî: zâhirde kalan, arda arkaya atılan, yüz çevrilen:

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيًّا إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Resim---Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâh(minallâhi), vettehaztumûhu verâekum ZIHRİYYÂ(zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît: Ey kavmim! Benim rahtım (arkadaşlarım), sizin yanınızda Allah'tan daha mı üstün? Ve O'nu (Allah'ı) unutarak arkanıza attınız (önem vermediniz). Muhakkak ki benim Rabbim, yaptıklarınızı ihata eder (ilmi ile kuşatır).”
(Hûd 11/4)

Zuhr: galib gelmek:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ فَآَمَنَت طَّائِفَةٌ مِّن بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَت طَّائِفَةٌ فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِمْ فَأَصْبَحُوا ظَاهِرِينَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû ensârallâhi kemâ kâle îsebnu meryeme lil havâriyyîne men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), fe âmenet tâifetun min benî isrâîle ve keferet tâifeh(tâifetun), fe eyyednellezîne âmenû alâ aduvvihim fe asbehû zâhirîn: Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun! Meryem oğlu İsa'nın havarilere: "Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?" demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: "Allah'ın yardımcıları bizleriz." Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.”
(Saff 61/14)

Ez Zâhiru İsmi Kur'ân-ı Kerîm'de 1 âyette (Hadid 57/3);

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun) : O, Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.”
(Hadîd 57/3)

Kur'ân-ı Kerimde el Evvel, el Zâhir, el Bâtın ve el Âhir İsimleri İÇ-İÇedir:

Ehl-i Hikmet BİLir ki; 4-lü sistemde MuhaMMedî TeceLLîde HATmuLLAH Matrisi:

Resim

Evvel>Mebde’-Başlangıç.
Âhir> Merci’-Dönüş-sonuç..

Zâhir> ŞeHÂDEt -Halk-Görünen Ni’metler Âlemi.
Bâtın>Gayb-HaKK-Emr-Bilinen Ni’metler Âlemi...

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn: Semaları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O'nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O'nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.”
(A’râf 7/54)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ:Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.”
(İsrâ 17/85)

ALLAH celle celâluhu, Bâtını Zâhirde gizlemeden, Bâtınla Zâhiri doğrular.

İlginç bir konudur ki;
Kesin Hükümler Getirip-Koyan Nübüvvet, Zâhirde Sürekli değildir, HaTMolunmuştur.
Hükümler CeryÂNının Kablosu gibi olup, hüküm koyamayan ama sürekli Uygulama aracı olan VeLÂyet DERColunmuştur..
Kısacası NübüVVet Bâtınken, Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâm Velâyetini ZâHİRen Doğrular ve İÇİnde DERC-Batınî var olmuştur.. Bunun hayatta fitne oluşu ise Hikmet dili bilmekle anlaşılabilmektedir..
MuhaMMedî İmamet ve Hilâfet de el ÂN CÂRİdir.. ancak!..
Musa aleyhi's-selâm kıssasında geminin parçalanıp delinmesi Zâhirde mahvoluşken Bâtında kurtuluştur.
KEVN -> ZâHİRî -> Halk GÖZükür İnsan AKLına ki kafa gözü Basarıyla Sûretlerin AYNIn görür..
Oysa her ZâHİRîn İÇinde BÂTINı vardır ki EMR -> kalb gözü Basîretiyle ANlaşılan Sîretlerin ASLı..
Demek ki -> HALKın Basrî Sûretleri el Zâhir Tecellîsi.. AKLın Basiretî Sîretleri el Bâtın Tecellîsi..
El HaKK -> El Evvel –> El Zâhir –> Zuhur-Çokluk -> El Bâtın -> El Âhir -> El HaKK celle celâluhu..


ALLAH celle celâluhu El HaKK İsmiyle “Halk” Tecellîsini kuşatandır:

وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ
Resim---Vallâhu min verâihim muhît: Allah ise, onları arkalarından sarıp kuşatmıştır.”
(Burûc 85/20)

İnsanoğlu AKLı 2 boyutlu DÜZlemseldir.. İkİ UÇludur.. ZâHİRni BİLir ve BÂTINını ANlar.. Evvel ve Âhirine bir şey yapama ki gerçek olarak NAKİLsiz Bilemez!.
İnsanın ZâHİRi AYAN-ı Sabitesi-Madde-Somut-ŞEYin AYNı -> HAKK’ın El BÂTINı..
İnsanın BÂTINı AYAN-ı Değişkeni-Madde-Somut-ŞEYin AYNı -> HAKK’ın El ZâHİRi..
HaKK’ın Zâhiri Değişken.. HaKK’ın Bâtını Sabittir..
Bu Anlatılanlar daima AKLa Anlatım içindir…
İnsanın ZâHİRi <- berzâh-İnsÂN-ı Kâmil -> İnsanın BÂTINı...


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH İnsanı KENDİ Sûretinde yaratmıştır!” buyurdu.
(Ebu Hüreyre’den; feyzü’l- Kadir, C:III, 447)

AKLın ANlayış Tarzı Fıtraten o ki;
El BÂTIN <- Hüviyyet <- Bâtında HaKK <- AKLın Hakikatı -> Zâhirde Halk -> Mazhar -> Ez ZâHİR..
ASL<- NAKLin Hakikatı -> AYN..
Tek gerçekse: ASL AYNın ne Aynı ne de Gayrıdır..
Burnunu AYNaya daya bak bakalım SEN KİMsin?..
Zâhir > Şeriat Dili-Kitab-Bilgi.
Bâtın > Hakikat Dili-Hikmet-Anlayış:


رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ
Resim---Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm: Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap'ı (Kuranı Kerim'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz'sin, Hakîm'sin.”
(Bakara 2/129)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

32- El Bâtınu celle celâluhu

Resim

El Bâtinu : Zâtı ve künhü (aslı, cevheri, özü, vechi v.s.) itibariyle mahlûkatına gizli olan Cenâb-ı HAKK celle celâluhu. Zât'ının görülmesi, kühnünün bilinmesi gizli olan. Gizli ve sırları mutlak bilen ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

El Bâtinu :
Resim

Batn ve butün (gizli olmak; bilmek, bir şeyin iç yüzüne ve bir kimsenin sırlarına vakıf olmak) kökünden sıfat isim.
Bâtane : İçini dışını bilir olmak. Samimî ve yakın olmak. Gizli olmak.
Ebtane : Bir şeyi gizlemek.
Tebâttane : İşin iç yüzünü bilmek, vâkıf olmak.
Bâtinen : Kalben, derûnen.
Bâiniyyetü: Batıniyye.
Bâtnü : Karın, mide, oba, her şeyin içerisi.
Batn: İç, karın, insanın içi. Mide. ANa karnı-rahim.. Soy, nesil. Göbek bağımız.. batnen bâde batnin: nesilden nesile göbek bağı..
Batın: İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli.
Batınî: İçe ait olan. Dış görünüşe ve zâhire dâir olmayan. Bâtına mensub ve müteallik. Dâhili ve manevî meselelere âit.

El Bâtınu celle celâluhu Hadis-i Şerifte Esmâ olarak:

Resim---Fâtımâ aleyha's-selâm Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek bir hizmetçi istemiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona şöyle buyurmuştur: “Şu duâyı oku(man senin hizmetçi edinmenden daha hayırlı) dedi: “Allah’ım! Sen yedi semâmın Rabbi, Arş-ı Âzam’ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve her şeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân’ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından tutmuşsun (dizginleri Senin elindedir.). Evvel Sen’sin, Sen’den önce bir şey yoktur. Âhir Sensin, Senden sonra da bir şey mevcud değildir. Sen Bâtın’sın, Senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl!.”

(Ebû Hüreyre’den; Müslim, Zikir 61; Tirmizi, Da’avât 68; İbn Mâce, Duâ 2; Ebû Dâvud, Edeb 98)
Kur'ân-ı Kerîm'de Esmâ olarak:

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun): O evveldir ve âhirdir ve zâhirdir ve bâtındır. O, her şeyi bilendir.”
(Hadid 57/3)

El Bâtın, eserleri aşikâr olduğu hâlde kafa gözüyle görülemeyen, mâhiyyeti bilinemeyen, kemiyyet ve keyfiyyetle nitelenemeyen, kulun tasavvur sınırlarına sığmayan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i duyan ve Muradullah'ı anlayıp Emrullah'a uyanlara zâhir iken, duyup da asî olanların görüş ve duyuşlarına gizli olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Kur'ân-ı Kerîm'de butün masdarı, zıttı olan zuhûr masdarıyla 2 âyette mâzi, 4 âyette ism-i fâil sigasıyla, karşılıklı olarak "gizli- aşikâr" anlamında 7 âyette buyurulmuştur.

إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm: Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”
(Âl-i İmrân 3/35)

وَذَرُواْ ظَاهِرَ الإِثْمِ وَبَاطِنَهُ إِنَّ الَّذِينَ يَكْسِبُونَ الإِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُواْ يَقْتَرِفُونَ
Resim---Ve zerû zâhirel ismi ve bâtıneh(bâtınehu), innellezîne yeksibûnel isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn: Ve günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; günah işleyenler (kazananlar), kazandıklarından dolayı yakında cezalandırılacaklar.”
(En'âm 6/120)

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاء إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Vallâhu halaka kulle dâbbetin min mâin, fe minhum men yemşî alâ batnih(batnihi) ve minhum men yemşî alâ ricleyn(ricleyni) ve minhum men yemşî alâ erba’(erbain), yahlukullâhu mâ yeşâu, innellâhe alâ kulli şey’in kadîr: Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
(Nûr 24/45)

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ
Resim---“E lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin): Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.”
(Lokman 31/20)

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Resim---Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn: Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.”
(Sâffât 37/144)

وَهُوَ الَّذِي كَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ عَنْهُم بِبَطْنِ مَكَّةَ مِن بَعْدِ أَنْ أَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا
Resim---Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bi batni mekkete min ba’di en azferekum aleyhim ve kânallâhu bi mâ ta’melûne basîrâ: Ve sizi, Mekke'nin ortasında onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, onların ellerini sizden ve sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Ve Allah, yaptıklarınızı görendir.”
(Fetih 48/24)

يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذِينَ آمَنُوا انظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِن نُّورِكُمْ قِيلَ ارْجِعُوا وَرَاءكُمْ فَالْتَمِسُوا نُورًا فَضُرِبَ بَيْنَهُم بِسُورٍ لَّهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فِيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِن قِبَلِهِ الْعَذَابُ
Resim---Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min nûrikum, kîlerci’û verâekum fel temisû nûrâ(nûren), fe duribe beynehum bi sûrin lehu bâb(bâbun), bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb: Münafık erkeklerle münafık kadınların, müminlere: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, diyeceği günde kendilerine: Arkanıza dönün de bir ışık arayın! denilir. Nihayet onların arasına, içinde rahmet, dışında azap bulunan kapılı bir sur çekilir.”
(Hadîd 57/13)

El Bâtın olan Rabbü'l-âlemîn'in kullarına bunca gizliliğine rağmen şah damarından da yakın oluşundan dolayı Zâhir-Bâtın birlikte buyurulmuştur ve öylece zikredilir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Sen Evvelsin, Senden önce hiç bir şey yoktur; Sen Âhirsin, Senden sonra da hiç bir şey yoktur. Sen Zâhirsin, fevkinde hiç bir şey yoktur. Sen Bâtınsın, dûnunda (Senin ötende) hiç bir şey yoktur." buyurmuştur.

(Müslim, Zikir, 61; Ebu Davûd, Edeb,98)

Bu nasslar söze hâcet bırakmamaktadır ki resimler ile Ressam'ı, eserler ile Usta'yı, yaratıklar ile Yaratan'ı DÜŞÜNe BİLenler için sadece birer ZEVKtir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

33- El Bedîü celle celâluhu

Resim

El Bedîü : Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren... Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Ulühiyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Resim

34- El Mübdiü celle celâluhu

Resim

El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan.
Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan
ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Resim

Bed' (örneksiz ve benzeri bulunmayan bir şeyi icâd etmek, iş yapmak. İlk, benzersiz ve eşsiz olmak.) kökünden türeyen bedi' kelimesi ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in ismi dışında izâfi kullanılabilinir.
Bi'dat
(sonradan ortaya çıkan şey) kelimesi de ayni köktendir.
İbdâ' kökünden türeyen Mübdi'
(eşsiz, örneksiz ve benzersiz yaratan) kelimesi ile de anlam tamlarlığı vardır.


El Bedîü : Eşsiz, benzersiz, zıdsız güzellikte olan. Benzersiz şeyleri vücûda getirişte benzersiz olan. Sanatkâr-ı Mutlak olup seyrâna seren... Eşsiz, örneksiz ve benzersizliği mutlak olup, mahlükatını da her zerrenin şahsına mahsus eşsizlik, örneksizlik ve benzersizlik kimlik ve kişiliği içinde Uluhiyyeti hakkı olarak yaratma kudretiyle yaratan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan. Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

Bedea : Eşi nümunesi olmayan bir şeyi yapmak. İcâd etmek.
Bedüa : Eşi, nümunesi olmamak. Bid'at olmak. Hadis olmak.
Ebdea : Örneksiz bir şey icâd etmek. İşini güzel yapmak. Bid'at işlemek.
İbtedea : Yeniden bir şey peyda eylemek. Bid'at icâd etmek.
El bid'ü : Moda. İlk yapan.
El bid'atü : Bid'at. İlk yapan. Sonradan ihdas olunan. Benzeri hiç olmamış.
İbtida : Başlama, başlangıç.İlkin, en önce, başta
Bâdîbeden : Bir şeyin evveli.
Bâdiyetü : Bâdiye, sahra, vâhâ.
El bâdî : Zâhir, açık.Düşünmeksizin zâhir olan fikir. Bâdiyede ikâmet eden bedevî.
Tebeddâ : Zâhir olmak, aşikâr olmak.
Ebdâ : İzhar etmek, açıklamak, açıkca göstermek.
Bedee : Bir şey zâhir olmak, aşikâr ve açık olmak, belirmek

Bedi’ ismi, Allah’ın zâtında ve sıfatlarında misilsiz ve benzersiz olduğunu ifade eder. ALLAH celle celâluhu zâtı bütün zâtlara muhalif olduğu gibi, sıfatları da mahlukatın sıfatlarına muhaliftir. Allah hem zâtı, hem sıfatları hem fiilleri ve icraatı bakımından bütün mahlukata muhalif olmakla misilsiz bir Bedi’dir.
Allah Kâdîm’dir, mahlukat ise hâdistir; yani sonradan yaratılmışlardır. Allah Bâkî’dir, mahlukat ise fânidir. Allah’ın sıfatları mutlaktır, kayıt altına alınamaz. Mahlukatın ise bütün sıfatları sınırlı ve kayıtlıdır. Bütün varlıkları eşi ve örneği olmadan sanatkârâne bir şekilde yaratan ALLAH celle celâluhu.

“Bedî” kelimesi, Arapça’da “icad etmek, örneksiz ve modelsiz olarak bir şey yapıp ortaya koymak, inşa etmek, iş yapmak; ilk olmak, eşsiz ve benzersiz olmak” anlamlarındaki “bd’a” kökünden türemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’deki iki âyette, “göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısı” anlamında, “Bedî’u's-semâvâti ve’l-ard” şeklinde Allah’a nisbet edilmektedir. El Bedî'u ismi Kur'ân-ı Kerîm'de 2 âyette geçmektedir :


بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu): Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.”
(Bakara 2/117)

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---“Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbeh(sâhıbetun), ve halaka kulle şey’(şeyin), ve huve bikulli şey’in alîm(alîmun): Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O'nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir."
(En’âm 6/101)

Esmâ-i hüsnâ hadîsinde de yer alır. (İbn Mâce, “Du’â”’, 10; Tirmizî, “Da’avât”, 82)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazı dualarda da zikredilmesini tavsiye buyurmuştur.
(Tirmizî, “Da’avât”, 99; Müsned, III, 120.)

İslâm ulemâsının ittifakla esmâ-i hüsnâ arasında kabul ettiği el-Bedî”’ isminin anlamın konusunda, birbirinden farklı iki görüş ileri sürülmüştür. Başta Ebû Mansûr el-Mâtüridî olmak üzere, Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, Halîmî, Abdülkâhir el-Bağdâdî ve Fahreddin er-Râzî gibi pek çok Ehl-i sünnet âliminin yanı sıra bazı Mu’tezile bilginlerinin de benimsediği birinci görüşe göre El Bedîü, “bütün varlıkları, başka bir şeyden değil, yoktan (lâ şey’) yaratan varlık” demektir.

Başta Gazzâlî olmak üzere bir kısım Sünnî kelâmcı tarafından benimsenen ikinci görüşe göre ise bedî’”, “benzeri bulunmayan yegâne varlık” anlamına gelmektedir.
Bu isme verilen bütün anlamların Allah’ın zât, sıfat ve fiil açısından hiç bir varlığa benzemediğini ortaya koyduğunu belirtmek gerekir. Bu anlamda mutlak bedî’in Allah Teâlâ olduğunda şüphe yoktur.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

35- El Burhânü celle celâluhu

Resim

El Bürhân : Hak ve doğru yolu delil, hüccet ve isbât vasıtalarıyla gösteren. Zâtının varlığına bizzât zâtı delil olan ve tüm delillerin de halkedicisi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Resim

Bûrhan: Doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zarurî bilgi getiren kesin delil ve hüccettir.
Berehe (berraklaştırmak, açığa çıkarmak, delil getirmek) kökünden isimdir.
EL BURHÂNÜ celle celâluhu, İbni Mâce'nin Listesinde olan bir esmâdır. Kur'ân-ı Kerimde direkt geçmez.


RaBBımız Teâlâ’nın Bürhanı olarak 3 âyette geçmektedir:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُورًا مُّبِينًا
Resim---“Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn(mubînen): Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”
(Nisa 4/174)

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
Resim---“Ve le kad hemmet bihî ve hemme bihâ, levlâ en reâ burhâne rabbih(rabbihi), kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâ(fahşâe), innehu min ibâdinel muhlesîn(muhlesîne): Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”
(Yûsuf 12/24)

اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Resim---“Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne): Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır (diye seslenildi).”
(Kasas 28/32)

Kur'ân-ı Kerîm'de hak ile bâtılı, hayr ile şerri birbirinden ayıran kesin delil anlamında buyurulmuştur: (bürhaneküm: Bakara 2/111, Enbiyâ 21/24; Mü'minun 23/117; Neml 27/64; Kasas 28/75)

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ
Resim---“Emittehazû min dûnihî âliheh(âliheten), kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fehum mu’ridûn(mu’ridûne).: Yoksa O'ndan (Allah'tan) başka ilâhlar mı edindiler? “Haydi burhanınızı (kesin delilinizi) getirin. (İşte) bu, benimle beraber olanların ve benden öncekilerin zikridir (kitabıdır).” de. Fakat onların çoğu, hakkı bilmezler. Bu sebeple onlar, yüz çevirenlerdir.”
(Enbiyâ 21/24)

Maddî gözüken asâ'nın ejderha oluşu, elin meşâle gibi parlaması mânevî mûcize burhanlarıdır:

اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِن رَّبِّكَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Resim---“Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).: Elini koynuna sok, onu kusursuz beyaz olarak çıkar. Korkudan (emin ol), kanatlarını (kollarını) kendine çek. Bu ikisi, senin Rabbinden, firavuna ve onun (kavminin) ileri gelenlerine iki burhandır (delildir). Muhakkak ki onlar, fasık bir kavimdir.”
(Kasas 28/32)

Doğruluğu devâmlı ve değişikliğe uğraması imkansız olan Kelâmullah Kur'ân-ı Kerîm ve hûlükû'l-azîm Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de kulluk bûrhanlarımızdır.
Zerre, kürre ve kâinâtta naklen ve aklen bûrhanlarımızdır.
Aklı olan bilir ki bu sayısız bürhanları halkediş kendisi mutlak bûrhân olan El Bûrhân'ın tevhid tecellîleridir.
Aklını başına alan akıl için ise en açık bûrhan kendi kimliği, kişiliği ve bizzât varlığıdır.


El Bürhân: Zâtının varlığına bizzât zâtı delil olan ve tüm delillerin de halkedicisi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Hak ve doğru yolu delil, hüccet ve isbât vasıtalarıyla gösteren.

Bürhân: Delil, hüccet, isbat vasıtası. Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas. Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran delil. İlahi aydınlık.
Ebrahu : Delil getirmek.
Berhene : Delil getirmek. İsbat ve izâh etmek. Hüccet getirmek.
Bürhân : Bûrhan. Kesin delil. Kanıt. Hüccet.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

36- El EL CÂMİ'U celle celâluhu

Resim

El Câmiu : Zıdları cem edici, toplayıcı ve düzenleyici, her husus ve herşeye câmi' olan, âhirette mahlûkatını toplayacak olan. Halkettiği tüm mevcûdatını (maddî-mânevî şeyleri, fiilleri, düşünceleri) vücûdî kudret varlığı içinde cem' edip İlâhî ahenk ve nizâm içinde tutan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…

Resim

EL CÂMİ'U

Cem' (toplamak, bir araya getirmek) kökünden sıfat isim.
El Câmi' isminin mübârek, muhteşem ve mükemmel tecellîsi, âlemlerin rahmet kaynağı ve masdarı olan Muhammed Aleyhisselâm'dır.

Madden Mevcûdat Âleminin CEMiyyet Tohumu her ÂN Şe’Ende NûR-u MuhaMMedddir ve küllü ŞEY NûR-u MîMde CEM’dir.


ALLAHu zü’l- Celâlin dışındaki her şey iğnenin ucu gibi o noktadan doğmuştur. O da NÛR-u MÎM’dir.
ALLAHu zü’l- Celâlihunun NÛRundan, NÛR-u MÎMi halk etmiştir.
Hareketinden bütün sistem var olmuştur madde, harekesinden mânâ doğmuştur.

Her ÂN YENİden YARATIŞı iyi ANLAmalıyız!:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Yâ Câbir, ilk halkedilen nur-u nebîyyike, senin Nebîyyin nurudur. buyuruyor.

Câbir bin Abdullah radiyallahu anhu’dan:
“Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Yâ Câbir! eşyâdan önce, Kendi Nurundan (Nurullah) senin PEYGAMBERİNİN NURUnu yarattı.” Ve şöyle buyurdu:
“O nur ALLah’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki:
“ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı:
İlk parçadan KALEMi yarattı.
İkinci parçadan LEVH’i yarattı.
Üçüncü parçadan ARŞ’ı yarattı.
Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı:
İlkinden GÖKleri yarattı.
İkincisinden YERi yarattı.
Üçüncüsünden CENNET ve CEHENNEMi yarattı.
Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı:
Birincisinden mü’minlerin GÖZlerinin NURUnu yarattı.
İkincisinden KALBlerinin NURUnu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir.
Üçüncüsünden DİLlerinin NURUnu yarattı ki o da Kelime-yi Tevhiddir....”

(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Bir kul için; tüm sistemin, ilk halkedilen Nûr-u Muhammed'den südûr etmesi ve cem' i, yerin ve semâların nûru olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in Tevhidî Tecellîsinin aklen ve naklen şuûru için Muhammedî Şuûr'un, nûrun, sürûrun ve onurun bilinmesi, anlaşılması ve yaşanması,
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in hidâyeti,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şefâatı,
Erenlerin hayır dua himmeti ve kulun kendi tercih ve gayretinin ne kadar önemli olduğu aşikârdır.
Elbette sözümüz, kendi aklının yarattığına tapmak sapıklık ve alışkanlıklarına alışmış kişiler için değildir.
Sünnetullah (İlâhî tavır, tarz ve sitil) maddî-mânevî ortadadır ve uygulanmaktadır.
Tekniğin çok ilerlemesi, İlâhî Nizâm'ı kör kardeşlerimize dahi göstermektedir.
Kul için,
"yevmi'd-din" (Fâtiha 1/4) ve "yevmü'l-cem'" (Şûrâ 42/7; Tegabün 64/9) in geçmişte "Bezm-i Elest" günü veya gelecekte "mahşer" günü olmasından da önemli olan "can" tende ve imtihanda iken "ŞE’Ende şu ÂN" olduğu Muhammedî Şuûru'na ulaşıp kulluğun kemâlât gereklerini bilip, bulup ve olup yaşamak Emrullah ve Muradullahtır.
Bu hususu anlamak tahkik imân, yaşayarak isbat etmek ve şâhidi olmak ise salih ameldir.
Elbette Muhammedî ahlâkı yaşayış kâmil ahlâk ve Habibî hâldir.
Kul için, Muhammedî Şuûr'a ulaşıp, ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in tebliğcisi, tenzircisi ve tebşircisi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bizzât şâhidimiz de olacağı Emrullahını unutmadan, neşrimizin çıkış noktası olan "Nûr-u Mim"in haşrimizin de giriş noktası olduğunu anlayış şerefi ve şifâsı, Şefâat-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in tâ kendisidir.

"Cim-Mim" zevki; cisim ve canların "mim" de cem'ini, neşrini ve haşrını hâl-i hazır ve huzurunda olduğumuz mutlak Hazır ve Nâzır'ın El Câmi' ism-i şerîfinin tevhidî tecellîsi olduğunu bedenî söz, nefsî sohbet, kalbî zevk ve ruhî hazzla anlayış ve yaşayıştaki abdin niyâzına Rabbü'l-âlemîn'in nazındaki raziyyeten-merziyyeten meşkine iştiraktir…


El Câmi'u: Zıdları cem edici, toplayıcı ve düzenleyici, her husus ve herşeye câmi' olan, âhirette mahlûkatını toplayacak olan.
Halkettiği tüm mevcûdatını (maddî-mânevî şeyleri, fiilleri, düşünceleri) vücûdî kudret varlığı içinde cem' edip İlâhî ahenk ve nizâm içinde tutan
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL…

İnsan AKLına mevCÛD gözükenleri; ki ZÂTen NÛRu olup ZÂTında CEM’eden El Câmiu ALLAHu zü’l- CELÂL…

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَا يَكُونُ مِن نَّجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ إِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَا أَدْنَى مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْثَرَ إِلَّا هُوَ مَعَهُمْ أَيْنَ مَا كَانُوا ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
E lem tere ennellâhe ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), mâ yekûnu min necvâ selâsetin illâ huve râbiuhum ve lâ hamsetin illâ huve sâdisuhum ve lâ ednâ min zâlike ve lâ eksere illâ huve me’ahum eyne mâ kânû, summe yunebbiuhum bi mâ amilû yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innellâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).: Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında gizli bir konuşma olmaz ki, onların dördüncüsü O (Allah) olmasın. Ve beş kişi (arasında gizli bir konuşma) olmaz ki, onların altıncısı O (Allah) olmasın. Ve bundan daha azı veya daha çoğu, nerede olurlarsa olsunlar, mutlaka O (Allah), onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü, yaptıklarını onlara haber verecektir. Muhakkak ki Allah; herşeyi en iyi bilendir.” (Mücâdele 58/7)

Bu Âyet-i Celîlede ki “daha azı” 1 ve 2 dir.
Bu Âyet-i Celîlede ki “daha çoğu” 3 den sonraki sonsuz rakamlardır..

Arapçada TEKiL vardır: Mutlak TEK olan el Ahadu’l- Vâhid ALLAHu zü’l- CELÂL…
Arapçada iKiL vardır: ALLAH ve NÛRu.. Ki NÛRunun SON-UÇu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemle HizBULLAH olarak veya İbLis’e uyanlarda HizbuşşeytÂN lığa çıkmaktadır..
Arapçada ÇOKuL vardır: 3 den sonrası sonsuza kadar çoğuldur..

El Câmi'u celle celâluhu, Tirmizî ve İbni Mâce Hadis-i Şerîfleriye İbni Hacer Kur'ân-ı Kerîm listelerinde bildirilmiştir.

Kur'ân-ı Kerîmde 1 âyette geçmektedir.:

رَبَّنَا إِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ
Resim---"Rabbenâ inneke câmiu’n- nâsi li yevmin lâ raybe fîh (fîhî), innallâhe lâ yuhlifu’l- mîâd (mîâde).: Rabbimiz muhakkak ki insanları, hakkında şüphe olmayan günde toplayacak olan Sen'sin. Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.” (Âl-i İmrân 3/9)

Cemaa: Dağınık şeyi toplamak. Birleştirmek.
İcmâen: İttifâken bir iş üzerinde birleşmek.
İctemaa: Toplanmak. Birikmek.
İctimâu: Cemiyyet. Toplantı.
Kelâmü câmiu: Lâfzı az mânâsı çok kelâm.
Cemâatü: Cemâat. Topluluk. Zümre.
Cem'u: Cem'. Topluluk.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gerek madden gerekse mânen El Câmiu celle celâluhu esmasının mazharıdır-NURu zuhur yeridir.. Peygamberler zincirinin amacı ve sonuncusudur. Vasıflarını bildirirken:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Bana câmi'ül kelâm verildi. (lâfzı az, manası çok söz), düşmanların kalbine korku salındı, ganimetler helâl kılındı, yeryüzü namazgâh ve temiz kılındı, tüm insanlara peygamber gönderildim, benimle Peygamberlik silsilesi (zinciri) son buldu." buyurmuştur.

Câbir radiyallahu anhu'dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Benden önce hiç kimseye verilmemiş 5 şey bana verildi:
1) Bir aylık mesafeden düşmanımın kalbine salınan korku ile zafer kazandırıldım.
2)Her yer benim için namazgah ve (gerektiğinde) temizleyici (teyemmümde olduğu gibi su yerine geçer) kılındı. Ümmetimden her kime namaz vaktine kavuşursa, (mescid şartı olmaksızın bulunduğu yerde (namazını kılsın, (ve su bulamazsa toprakla-teyemmüm etsin).
3) Ganimet malları bana helâl kılındı; halbuki benden önce hiç kimseye helâl kılınmamıştı.
4) Bana en büyük şefaat yetkisi verildi.
5) Her peygamber özellikle kendi kavmine gönderilirdi; ben ise, bütün insanlara peygamber olarak gönderildim." buyurdu.

(Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:Bana cevâmi-ül-kelîm verildi.” buyurdu.
(Buhârî)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

37- El Cebbâru celle celâluhu

Resim

El Cebbâru : Mahlûkatını kaza, kader, irade ve meşiyetine mecbur edip, emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan zorlayan ve bu hususda da yüce ve gücü olan, muktedir olan, eksikleri tamamlayan. Kırıkları saran ve el ulaşamayan, güçlü olan... Kuvvetli, lâyık olana lâzım olanı zorla yaptırıcı ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

El Cebbâru :
Resim

EL CEBBÂRU celle celâluhu, Tirmizî ve İbni Mâce Hadis-i Şerîfleriye İbni Hacer Kur'ân-ı Kerîm listelerinde bildirilmiştir.

Cebbâr, Arapça cebr kökünden mübâlağalı ism-i fâildir.
Cebera : Kırılan kemiği düzeltmek. Fâkirin ihtiyacını gidermek. Zenginleştirmek. Yetime ihsan etmek.
Ecbera : Zorlamak, zorla yaptırmak.
İlmü'l-cebr : Cebir ilmi.
Ceberût : Kudret, azamet, kahr, üstünlük.
Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât’ında “cebr” kelimesini şöyle tarif eder: Herhangi bir şeyi bir çeşit baskı ile ıslah etmek, düzeltmek. (el-Müfredat, 117)

Kırık Dökük ve bozuk olan şeyleri zorla ya da zorlamadan düzeltip onaran Her şeyi tasarrufu altına alan ve iradesini her hâlde yürüten.
Cebr (bozuk olan bir şeyi isla edip düzeltmek, birine zor kullanarak iş yaptırmak) kökünden mübâlâğa sıfat ismidir.
Cebir, “seçme hakkından mahrum bırakma’” demektir ve iradenin zıddıdır. kırıkları onarmaktır. zorla iş yaptırmaktır.
Bu kâinat ve içindeki mahlukat, yokluktan varlığa kendi iradeleriyle değil, bir cebir ile sevk edilmişlerdir.
Sünnetullahta, güneşin güneş olması gibi Ay’ın ay, dağın dağ, denizin deniz, her ŞEYin her ŞEY olmaları da icbar yoluyla, yani bir zorlama ile gerçekleşmektedir.

Câbir: Kırıkları onaran, nizâmından çıkanı islah eden, güç olanı kolaylaştıran demektir.
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ceberût, Melekût, Kibriyâ ve Azamet sahibi olan Allah’ı tesbih ederim!.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Salât, (873); Ahmed b. Hanbel, 5/388, 398, 400, 401.)

el-Ceberrût: Kudret, azamet, kahır ve üstünlük Sahibi ALLAH celle celâluhu
Melekût: Ruhlara has gayb âlemi, izzet, saltanat, Allah’ın mülkü.
el-Kibriyâ: Ululuk, yücelik, Azamet Sahibi ALLAH celle celâluhu

Cebbâr ismi, insanlar için kullanıldığında; bencil, haksız, kibirli, zorba, fiziken ve ruhen kaba, ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e boyun eğmeyen mânâlarını anlatır:

الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ

Resim---“Ellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum, kebure makten indallâhi ve indellezîne âmenû, kezâlike yatbaullâhu alâ kulli kalbi mutekebbirin cebbâr(cebbârin).: Onlar kendilerine bir sultan (bir delil) gelmediği halde, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele ederler. Gadap, Allah'ın ve âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) indinde büyük oldu. Allah bütün zorba mütekebbirlerin kalbinin üzerini işte böyle tabeder (açılmamak üzere mühürler).”
(Mü’min 40/35)

نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ

Resim---“Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.: Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbar (zorlayıcı) değilsin. Öyleyse Benim vaadimden (vaadettiğim cezadan, azaptan) korkanları Kur'ân ile ikaz et.”
(Kâf 50/45)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cebbâr ve Mütekebbir olanlar, kıyamet gününde insanların üstüne basarak çiğnediği karınca gibi haşredilirler” buyurmuştur.
(Timizî, Sıfatu’l-Kıyamet 47 (2492). Timizî bu hadise hasen sahih demiştir.)

Kur'ân-ı Kerîm'de; cebbâr, cebbârin, cebbâran şeklinde zorbalık ifadesi olarak geçmektedir:

Cebbar- cebbarine- cebbaran: Mâide 5/ 22; Hûd 11/ 59; İbrahîm 14/ 15; Meryem 19/14, 32; Kasas 28/19; Mü’min 35; Kaf 50/45.

Cebr kökünden gelen el-Cebbâr İsmi, Kur'ân-ı Kerimde 1 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir:

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

Resim---“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmelikul kuddûsus selâmul mû’minul muheyminul azîzul cebbârul mutekebbir(mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn(yuşrikûne): O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selâm'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Azîz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir.”
(Haşr 59/23)

ALLAH celle celâluhunun bu âyeti kerimesi hakkında İbni Abbâs radiyallahu anhu şöyle dedi: O, Azîmdir. Allahın Ceberûtu azametidir. (Kurtubî Tefsiri, 18/47.)

EL CEBBÂRU celle celâluhu ZEVKİ:
Bu ism-i şerîfin insan olarak zuhûr yeri sadece ve sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Rabbü'l âlemîn'e tâbi olmaya mecburdur. Ancak bütün insanlar ise önce beşer ve Resûl olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e teslim ve tâbi' olmaya mecburdur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, dâvetine icâbetin mecbur olduğunu ilân eder. Başka hiçbir insan, Hakkın kullarını dâvetlerine mecburi gibi çağıramaz...Bizim nâsibimiz ise, nefsimizin RABB'ımıza kulluktan başka bir fereci (çıkış yolu) olmadığını anlamamız ve yaşamamız olur...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

38- El Celîlü celle celâluhu
39- El Celâlü celle celâluhu
40- Zü'l-Celâli ve'l- İkrâmü celle celâluhu


Resim
El Celîlü: Mutlak Büyük ve Ulu olan, Tecellînin yaratıcısı ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.


وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَكِنِ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyke, kâle len terânî ve lakininzur ilâ’l- cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu li’l- cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelu’l- mu’minîn (mu’minîne).: Musâ (aleyhisselâm), tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda gelince, Rabbi onunla konuştu. (Musâ aleyhisselâm) şöyle dedi: “RABBim, bana (Kendini) göster, Sana bakayım.” (ALLAH celle celâlihu): “Beni asla göremezsin. Ve fakat dağa bak! O, mekânını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse); o zaman sen, Beni görürsün.” buyurdu. Rabbi, dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musâ (aleyhisselâm), bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman: “Sen SÜBHÂn’sın (Seni tenzih ederim). Sana tövbe ederim. Ben, mü’minlerin ilkiyim.” dedi.” (A'râf 7/143)

El Celîlü:
Resim

El Celîlü celle celâluhu, CeLÂL Zâtî Sıfatıyla Ârifleri fÂNi kılar.
El Celîlü celle celâluhu, CeMÂL Zâtî Sıfatıyla SEVenleri fÂNi kılar..

El Celîlü celle celâluhu, sadece Tirmizî Hadis-i Şerîfiye bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerimde doğrudan geçememektedir.


Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü : Sonsuz kereminden ikrâmını kullarından şükredene lütûf, küfredene ise lânet etme (celâliyyet) hakkının mutlak sahibi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL. Celâl ve ikrâm sahibi olan Gübreden GÜL veren Cenâb-ı HAKK celle celâluhu.

Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü celle celâluhu, Tirmizî Hadis-i Şerîfi ve İbni Hacer Kur'ân-ı Kerîm listelerinde bildirilmiştir.

EL CELÂLÜ - ZÜ'L-CELÂLİ VE'L- İKRÂMÜ celle celâluhu.

Resim
Resim

Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü :
Resim

ZÜ'L-CELÂL (Celâlet) : Cenâb-ı HAKK celle celâluhu'nun kahrının ve azametinin tecellîsi olup tüm varlık, celâl tecellîsi ile kendisine ihsân edilen ikrâmdan emredildiği şekilde faydalanır. Aksine davrananlar ise mahvolurlar. Ateş ocakta aşı pişirir, ancak kurallara uyulmazsa insanı da yakar. İnkâr edene Celâl tecellîsi, ikrâr edene Cemâl tecellîsi...

Cenâb-ı HAKK celle celâluhu'nun; Vahdaniyetine delil olarak yarattığı şeylerin künhü, ihata ve hislerle idrakten uzak ve CELÎL (celadet sahibi, âzim, mertebesi anlaşılamaz) oluşuna CELÂL denilir.
Bir yanda celâl bir yanda ikrâm..

Cemâl: lütûf ve ihsânla tecellî...

Cenâb-ı HAKK’ın;
Sıfat-ı Ezelîyesinde celâlî ve cemâlî tecellîsi..
Sıfat-ı Efaliyesinin (bu âlemde) tecellîsinde: Kahr (lânet) -lütuf, hüsn-heybet, inkâr-ikrâr, haram-helâl, yalan-sıdk, tenzih-tezyîn v.s.vardır.
Âhiret âleminde ise; cehennem-cennet, nar-nûr, olarak tecellî eder...


MuhaMMedî tasavvuf âleminde: Terhib (korku)-Tergib (rağbet), Tenzir-Tebşir, Havf-Recâ ki havf ile celâl tecellîsinden korunurken, recâ ile cemâl tecellîsine rıza ve İhsânullah aranır....
ZÜ'L İKRÂM: İnsanoğlunu mükerrem kılan-ikramlar eden Cenâb-ı Hakk celle celâluhu, imkan -maddî-manêvi tüm ni'metleri- ile imtihan (tevhid-i tahkikî bilip anlayıp, yaşayıp, şâhid olup öyle hesaba gelmek) da karşılıksız ve sonsuz ni'met veren ikrâm sahibidir.


وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---“Ve lekad KERREMNÂ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).: Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem sahibi (şerefli) kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın çoğundan fazilet (açısından) üstün kıldık.”
(İsrâ 17/70)

CELÎL: Celâdet (eşsiz kuvvet, şiddet, muhkemlik, metanet, salâbet) sahibi olup kuvvet ve kudretinde -potansiyel güc- mertebesi büyük ve Azîm ve kimseye muhtaç olmayan tek.

Celâl ve celâle “azamet sahibi, büyük, yüce, münezzeh olmak. Uzun ömürlü olmak” kökünden türeyen bir sıfat isismdir.

El Celâlü ismi; kayıdsız şartsız azamet sahibi, kadr ü kıymeti ve mertebesi en yüce olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Kur'ân-ı Kerîm'de Zü'l-Celâl terkibiyle iki âyette geçmektedir:

Resim

وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---“Ve yebkâ vechu rabbike zûl celâli vel ikrâm(ikrâmi): Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”
(Rahmân 55/27)

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---“Tebârekesmu rabbike zîl celâli vel ikrâm(ikrâmi): Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir.”
(Rahmân 55/78)

Celle : Büyük ve ulu olmak.
Cellü : Gül, yasemin
Celâ : Açıklamak. Gelini süslemek. Cilâlamak. Pasını gidermek.
Cellâ : Açık. Vâzıh. Cilâlı.

El Celîlü : Mutlak büyük ve ulu olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Celâlü : Kayıdsız ve kıyassız azamet ve celâliyyet sahibi, kadr ü kıymeti ve mertebesi en yüce olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Zü'l-Celâli Ve'l- İkrâmü : Sonsuz kereminden ikrâmını kullarından şükredene lütûf, küfredene ise lânet etme (celâliyyet) hakkının mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL. Celâl ve ikrâm sahibi olan Cenâb-ı HAKK celle celâluhu.

Aklı olan insanın tercih ve cüz'i irade imtihanı dolayısıyla yapılan bu târif, diğer varlıklar -hayvan, bitki ve cansızlar- da ise kendilerine fıtraten yüklenen ne ise "o şeylik" dışına asla çıkamama İlâhî engelidir.
Koyun asla kurtluğa kalkışamaz…
Şartları oluşan tohum çimlenmek zorundadır…
Oksijen yakıcı, hidrojen yanıcı ve su ise daima söndürücü olmak zorunda gibi…
İclâl masdarından doğan celâlden doğan Celîl ise;
zâtî sıfatlarından tecrid (soyutlanmış) etmenin mümkün olmadığı (ta'til),
zâtına izâfe edilecek sıfatların yaratılmışlık özelliklerini asla taşımadığı (teşbih),
akıl ve duyularla mâhiyetini tanımanın ve anlamanın imkânsızlığı (tesbih),
Ulühiyyetinin aşkınlığının bilinmesi ve şâhid olunması zâtî hakkı olduğu (tâzim),
varlığının başlangıcı olmadığı (kıdem),
sonunun da gelmeyeceği (bekâ),
kulluk imtihanında hakka inanıp hayrı işleyen kısacası Muradullahı duyan ve Emrullaha uyan kullarını sonsuz merhameti ve muhabbeti gereği yücelteceği (kemâl),
Külli şey'in üzerinde geçerli ve ezici olan Celâliyyetiyle her zerreyi insanoğlunun tevhid kemâlinde hizmetçi kılarak ni’metlerini sayısız yollardan lûtfen ikram etmekte olduğu (yaşam) ve
sonunda daha nice ihsanını bahşedeceği vaadi (cemâl) mânâlarını da cem' eder.

El Celîlü ism-i şerîfi ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in tüm sıfatlarının mutlak kemâlini bildirirken, El Kebiru ismi zâtının, El Azîmü ismi ise zât ve sıfatlarında Azametullah kemâlini ilân eder ve yaşatır.

Onun için her şey, her şeyliğini yaparken insan aklından dolayı tercih ve cüz'i iradesiyle kulluk imtihanı içinde sınırlı sorumlu olarak kısmî, izâfi ve geçici bir serbestlik içinde bırakılacak şekilde yaratılmıştır ve su gibi azîz ve kâmil bir kişi olabileceği gibi zehir gibi zelil ve câhil bir kişi olmayı da tercih edip seçebilir.
Sünnetullahın bu hârika ve ince sırrı sebebiyle kimisi, Ebu Kemâl olan
Rahmetenli'l-âlemîn Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i Mutlak İmâm BİLir, BULur, OLur ve UYar-YAŞAr;
Kimisi ise kulluk imtihanı gereği halkedilen İblis'e ve onun Ebu Cehillerine uyar ve kölesi olur, iki âlemde de bulacağını bulur, olacağını olur.
Celîl'in mâzi fiili olan "celle" ile Azîz'in mâzi fiili olan "azze" birlikte "azze ve celle" sözü ile
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in maddî-mânevî tecllîlerini azametiyle ortaya çıkarışı (zühûrat) ululanır, yüceltilir ve şâhidi oluş şerefi YAŞAnır.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Hadis-i Şerifelerde de çokça geçmektedir Zü’l- Celâli ve’l- İkrâm İsm-i şerifi:

Aziz Hocam Münir DERMAN kaddesallahu sırrahu’nun da çokça okuduğu bir duasıdır ki:

Lâ ilâhe illâ ente yâ Hannân yâ Mennân Yâ Bedies- semâvati vel- ardı Zel- Celâl-i vel ikrâm:
Senden başka el İlâh yok ancak Sensin el İlâh! Yâ Hannan (rahmeti bol) ya Mennan (ni’meti bol) yâ semâvat ve arzın örneksiz yaratıcısı, yâ ze’l- Celâli ve’l- İkrâm…

Resim---Enes radiyaallahu anhu: “Bir adam şöyle dua etmişti: "Ey Allah'ım, hamdlerim sanadır, ni’metleri veren sensin, senden başka ilâh yoktur. Sen semavat ve arzın (Zü’l- CeLâl, ve’l- İkrâm) celâl ve ikram sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyumsun (kâinâtı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!" (Bu duayı işiten) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sordu: "Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir?" denildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin ederim ki, o Allah'a, İsm-i Azam'ı ile dua etti. O İsm-i Azam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir." buyurdu.
(Enes radiyaallahu anhudan; Tirmizî, Da'avat 109 (3538); Ebu Davud, Salat 368, (1495); Nesai, Sehv 57, (3, 52)

Sevban (radiyaallahu anhudan)'dan rivayet edilen bir hadisi şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem selam verince -bir rivayete göre namazı bitirince- üç kere "estağfirullah" der ve:"Allahumme ente’s- selâmu ve minke’s- selâm, tebarekte yâ zü’l- celâli ve’l- ikrâm!."buyururdu.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ bedi'ü’s- semâvâti ve’l- ardı, yâ zü’l- celâli ve’l- ikrâm” diye dua edenin duası kabul olur.” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Lâ ilâhe illâ ente yâ hannân yâ mennân ya zü’l-celâli ve’l- ikrâm” diye dua eden zâta: “Allah’ın ism-i a'zamı ile dua ettin. Böyle dua edilince, Allahü teâlâ o duayı kabul eder.” buyurdu.
(Nesaî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ zü’l- celâli ve’l- ikram” diyen birine: “Allah’tan ne istersen iste, kabul olur” buyurdu.
(Tirmizî)

Resim---Büreyde el Eslemî (radiyallahu anhu)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber (aleyhi's-selâm), bir adamın şöyle duâ ettiğini işitti:“Ey Allah’ım Ben senden istiyorum ki: Senin tek olduğuna senden başka gerçek ilah olmadığına ben inanıyor ve bu gerçeği de başkalarına da bildiriyorum. Sen ikincisi düşünülemeyen teksin. Sen kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayansın fakat herkes ve her şey sana muhtaçtır. O Allah kesinlikle baba olmamıştır ve çocuğu da yoktur. Hiçbir şey ona denk ve benzer olamaz o hiçbir şeye benzetilemez.” Bunun üzerine Rasûlullah (aleyhi's-selâm ) buyurdu ki: Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu adam Allah’tan, kendisine onunla duâ edildiği zaman mutlaka kabul edeceği ve kendisinden onunla istenildiği zaman mutlaka vereceği, ismi Azam duâsını yapmış oldu!”
Zeyd dedi ki: Bu hadis bundan birkaç yıl sonra Züheyr’e hatırlatmıştım da şöyle demişti: “Bu hadisi bana Ebû İshâk Mâlik b. Mığvel’den aktarmıştı.”
Zeyd diyor ki: Sonra bu hadisi Sûfyân’a anlattım o da bu hadisi bana Mâlik’den aktardı.

(İbn Mâce, Duâ: 27)

Burada bir nebzecik de olsa Zü’l- Celâli ve’l- İkrâm İsm-i şerifinin Söz Zevki ve Hâl Hazzına girelim İnşâe ALLAH..

El Azîz ismi şerîfindeki, özdeki "ze" nin mânevî sahib oluş, "ye"nin kul yaşamındaki, "ze" maddî sahib oluş, "ayn" ı ise Zâtullah'a mahsus Ayniyyet olarak zevkedersek, "azze" dediğimiz zaman sınırlı-sorumlu sahib oluşlarımızın yok olduğunu anlarız ve Hakku'l- HAKK'ı (HAKK'ın hakkını) teslim etmiş oluruz.

El Azîz :
Resim

"Celle" dediğimiz de ise; ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in Muradullah hikmeti gereği, sanki bir usturanın bir yüzü "Lâ" lâneti diğer yüzü ise "Lâm" İlâhî lûtfü olmuş da usturanın agzında "CEM" olup kulluk imtihanı olarak biz insanların alın yazısı ve parmak izi olmuş gibi…
Muradullah ile Emrullah arasındaki Kulluk Kemâli Köprüsü…
Sistemin sahibini tanıyışın Tevhid Türküsü…
İnanışın Yaşayış Şâhidliği… Nârın Nûra Dönüş
DevrÂNı…
Livechillah Cemâlullah'a vechen cehdediş erdemi ve
seyrÂNı…
İki cihân cennetinde hâl-i hazır ve Huzurullah'da, Habîbullah havzasında ve de ravzasında, açıkçası rızasında ebedî oluş şuûru, onuru ve
cevlÂNı…
"ASL"a şükür ve "VEKİL"e teşekkür kulluk kıvancı ve
hayrÂNı…
"Celle celâlihu: Azameti yüce ve ulu olan" demek olup Esmâü'l-Hüsnâ sonlarında söylenir ki saygı, bilinç ve samîmiyyetimizi ifâde edip, söylediğimizi kulağımız duyup ve de kalbimiz uygulama emrini versin de teyp bandı gibi boşu boşuna söylenip durmayalım.
Her esmânın kendisine mahsus sır, bereket ve hünerlerinden faydalanalım Kulluk Kemâlâtımızı tamamlayalım İnşâe ALLAH…

El Celâlü ism-i şerîfini
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in kahr ve gazabına tahsis etmeyi asla doğru bulmuyoruz.
Celâlde, Zâtullah'ın İzzet Perdesi oluşu vardır ve bu mutlak hakkıdır da…
Kulları yönünden ise kulluk kemâlâtı oluşmasında tıpkı yazı tahtası gibi ana unsurdur.
Sözde tasavvuf ehli geçinip celâl-cemâl münâkaşası açanlar, altın tozu dolu tasta hayal gülleri yetiştirmeye ugraşıp da, gübreyi taşa tutan ve midesiyle kalbi arasının dört parmak olduğundan habersiz lâf ebeleridir…

Cemâldeki MuhaMMedî lütûf cem'i elbette celâldeki; Lânet-Lütûf, İnkâr-İkrâr imtihanı tecellîlerinden sonraki MuhaMMedî meyvedir ki ezelî Ahdullah tohumunu ebedî Şehâdetullah tohumuna (âhiret âleminin tohumuna) sılâ ettirip ulaştırmıştır.
İşte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Rahmetenli'l-âlemîn ve Şâfîü'l- âlemîn oluş şerefiini anlayış şuûru ve MuhaMMedî Nûr'a Ulaşım Sürûru ve MuhaMMedî Yaşayış Onuru…
Onun için celâlde insan için haşyet, dehşet ve heybet hissedilmesi doğaldır.
Çocuğunu çok seven anne, dayanılmaz agrı ve acılar içinde doğurmadan nasıl olacak da bağrına basıp anlatılmaz bebek kokusunu ve sevgisini tadabilecek ve yaşayabilecektir…

Zâten insan aklı fıtrî proğramı gereği mutlak celâli anlayamaz, kadarınca-kaderince izâfî celâli anlar ve kemâlât yoluna devâm eder.

ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL, Sünnetullah'ı gereği Emrullah doğrultusunda Muradullah'ı gözeten kullarına; Celâl-Kemâl-Cemâl Yolu olan Sırat-ı Müstakîm hidâyetini nâsib eder ve vaadidir, vaadinden de hâşâ dönmez elhamdulillahi..
Cemâl peşinde koşanların ilk anlaması gereken şey, Cemâlin tecellî noktası olan Nûr-u Mim (Nûr-u MuhaMMed)'i iyice bilmesi, anlaması, özünde bulması ve de hayatında yaşaması ŞUÛRudur.
İlk HALKedilen "Şey" i -> NÛR-u MuhaMMedi
BİLelim ve bULalım ki O'nunla OLalım da Şehâdetullahı YAŞAyalım inşae ALLAH!..

Ve o ilk NOKTAnın;
HAREKETinden (devrânından, mevcûdiyyetinden) -> tüm şekiller,
HAREKEsinden (seyrânından, masdarından) -> tüm mânâlar türesin inşae ALLAH!..


Bütün Kur’ÂN -> “Lüb-ÖZ” gibi Rasûlullah SALLallâhu aleyhi ve SELLem’in yüreğidir ve oradan çıkmakta zâten ŞeÂNullahta -> her ÂN..
“Kâinat” desem, İLK yaratılan ve ÜMM-ANA OL-AN NOKTA -> Nur-u MuhaMMed’dir. Her şey oraya gidecektir.


Resim---Câbir radiyallâhu anhu: "Babam anam sana feda olsun ya Resulullah, Allah'ın eşyadan önce yarattığı ilk şeyin ne olduğunu bana haber ver" dedim: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle dedi: Ey Câbir! ALLAH Teâlâ, eşyâyı yaratmadan evvel kendi nûrundan senin nebinin nûrunu yarattı. Bu nur, ALLAH'ın dilediği şekilde onun kudretiyle deveran ediyordu. Bu vakitte, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, Mülk, Semâ, Yer, Güneş, Ay, Cin ve İnsan ortalarda yoktu.
Ne zaman ki ALLAH, mahlûkatı yaratmayı diledi; bu nûru dört parçaya böldü. Birinci bölümden kalemi, ikincisinden levh'i, üçüncüsünden de Arş'ı yarattı. Sonra da dördüncü bölümü tekrar dört parçaya ayırdı. Bunun ilk parçasından Hameletu'l-Arş'ı, ikincisinden Kürsi'yi, üçüncüsünden de kalan melekleri yarattı. Sonra da dördüncü parçayı tekrar dört kısma ayırdı. Bunların ilkinden gökleri, ikincisinden yerleri; üçüncüsünden de Cennet'i ve Cehennem'i yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dörde böldü. Birinci bölümle müminlerin gözlerinin nûrunu, ikincisiyle ma'rifetullah (ALLAH bilgisi) olan kalblerin nûrunu, üçüncüsüyle de Kelime-i Tevhîdi yarattı".

(Aclûnî'nin Keşful-Hafâ’da naklettiği bu hadisi Abdurrezzak, İbn Câbir'den rivâyet etmiştir. Aclûnî, Mevâhib'de de hadisin aynı şekilde rivâyet edildiğini kaydetmektedir.)

Eflâk-Felekler-Âlemler Nûr-u Mimden yaratılan ALLAHın Nurlarıdır..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, Hadis-i Kudsî de ALLAH celle celâluhu: “Levlâke levlâke Lema halaktü’l-eflâk: Sen olmasaydın, sen olmasaydın Ben âlemi yaratmazdım” buyurdu.
(Suyutî’nin El-Leâli’l-Masnûa; Aliyyü’l-Kârî’nin El-Esrâru’l-Merfûa ve diğer bir eseri olan Şerhü’ş-Şifâ; Şevkânî’nin El-Fevâidü’l-Mecmûa; Hâfız Aclunî’nin Keşfü’l-Hafâ; Muhammed Said Zalûl’ün Tahkîk; İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eserlerinde kayıtlıdır. Diğer yandan Mevlânâ Câmî, Ahmed-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid, İmam-ı Rabbânî, Bedîüzzaman Said Nursî gibi nice İslâm âlimleri bu hadis-i kudsîyi eserlerine alıp tevhid inancına uygun izahlar getirmişlerdir.)

Yaratılışı ZeVK ü HAZZetmek MuhaMMedî Yürek İşidir..

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH var idi ve ALLAH’tan başka bir şey mevcut değildi.” buyurdu.
(Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1317)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ın yarattığı şeylerin ilki, benim nûrumdur.” buyurdu.

(Aclûnî, Keşfü’l- Hafâ 1, 309, 311, 827, İmam Suyutî, Kastalanî)

NeFHa-yı rahmÂN -> A’ma (zât-asl) -> UMM (ilk zarf-fasl)-> SaYFa-yı RaHîM…

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ALLAH celle celâluhu: “Ben kenz-i mahfi-gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.” buyurdu.

Bu Hadis-i Kudsînin kaynakları şöyledir:
1.
Ed-Dürerü’l-Müntesire, Celalettin-i Suyuti,125
2. El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273
3. Aclunî , Keşfu’l-Hafa, Aclunî, 2:133
4. El-Fetevâ, El-Halîlî, 1:72
5. Mesnevi, Celâleddin-i Rumî, 5:104
6. Divan-ı Mevlânâ Câmî, 37
7. Divân-ı Niyaz-i Mısrî, 2
8. Divân-ı Şeyh Ahmet Cezerî, 1:190
9. İşârâtu’l-İ’câz, Bediüzzaman Said Nursi, 23..


وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.”
(Zâriyat 51/56)

KULLUK ise -> Akıl, Nakille buluştuktan sonra cisime can ceryÂNı bağlanır da dışa bakar şekili (cisim-cihân), İÇe-HaBLi’l- VeRîDine bakar da VusLÂt Vekil'i -> Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i görür, Hayat İmâmına uyar, kısacası kendini/nefsinin ABDULLAH OLuşunu BİLir ve RABB'ini BİLir de MuhaMMedî İnanç, Amel, Ahlâk ve Hâl içinde; her zaman, her yer ve her hâlde HAKK'ın şâhidi OLarak YAŞAr inşae ALLAHu Teâlâ!.
Kişinin kendini BİLmesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemi BULup Yüreğinde Olmasıyla Mümkündür ki, RESÛL -> ALLAH yoludur..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu: Nefsinin Bilen RABBini BİLir ” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

"Asl" ı ise "habli'l-verid" vuslatında bâsîretle Rabbü'l-âlemîn olarak Yakînü'l- Yakîn BİLir, BULur, OLur ve YAŞAR gider…
Hayal ile hakikât, ırak ile yakîn arasındaki "sır" aklın hamlığı ve tek yönlü "benlik" yansıtmasıdır.
Akl-ı selîm cem' camında ise "Dış-İç" ve "Olsun-Olmasın" yoktur ve sadece "OL-AN" vardır ki o da -> "Hükm-ü HAKK" tır. Ve’s- SeLÂM!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun içindir ki MuhaMMedî; Salih, Ârif, Âşık ve Kâmillerin Kemâlât Kâbesi'nin Dört Yüzünde;

Aşk ü Cezbe,
Zühd ü Takvâ,
Sıdk u Huşû
Havf ü Recâ;
Tavanında; Üns ü Heybet,
Tabanında ise Hayret ü Dehşet yazmaktadır

Elbette sözümüz, ÖZündekini OKUyanı DUYana ve UYanadır…

Yakıştırıp takıştırdığımızı zannetme de, özünden dinle ki;

ŞEKİL-AKIL-VEKÎL-ASIL dörtlüsü bizzâtihi "tevhid" dir.

"-ilâhe-illâ-ALLAH"

Gerçek olmayıp izâfi, geçici ve kısacası "Lâ" olan "Şekil" dir.
Mevcûdatın masdar “Vekîl” i olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Tebliğ, Tenzir ve Tebşir buyurduğu nakle tenezzül etmeyip, öğretimsiz ve eğitimsiz kaldığı için nefsini "İlâh" sanan "Akıl"dır.
Ham aklın "hiç bir ilâh yoktur" inat ve direnmesi karşısında, İlâhî Vekîl: "illâ: ancak" itiraz ve "ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL hariç" rızasını, rahmet kaynağı olduğu kâinâta haykırınca, eserler "USTA"sını, resimler "RESSAM"ını, abdler "RABB"ini bilir ve de şah damarından da yakîn bulur ve emîn bir ŞÂHİDi olarak ebedî yaşar.
Cehâlette ölür de Kemâlâtta doğar ki bir daha ölmez, olsa olsa ölümü tadar ve zevk eder..
Zâikatü'l- mevt- ÖLÜM ZEVKİni Neş'esini de AŞK u mEŞK etmiş olur kulluğu gereği şu Esmâullah'ın ŞE'AN ŞehrindeŞimdi..


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem!: “Mûtû kable en temûtû: ÖLmeden önce ÖLünüz ! ” buyurmuştur.

( A c l u n î , K e ş f u ’ l - H â f â I I - 2 9 1 - 2 6 6 9 )

Kul İhvânî'm "sıRR" serilmez
-> ÇİLEsiz "sıRR"a erilmez
-> "ÖLü" ler öLür dirilmez
SAĞlar
->Hüseyin! Hüseyin!.. aleyhi's-selâm


Azîz kardeşlerim,
Uyanık ve ayık olalım ki, CEMÂL Cennetlerinin KEMÂL yolu, kulluk imtihanının Çile Çölü olan "CELÂL" den geçmektedir…
Zihninmizi boşuna yormayalım, kul olan herkes için Sünnetullah-
ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in her ÂN yaratış tavrı, tarzı stili budur…
Celâl ile Cemâl'in ara kesiti; inkâr ile ikrârın da ara kesiti olan; insan aklının, tercihini hakka imân ve cüz'i iradesini hayr işleme yönünde kullanış şuûrudur ki bunun Rahmetenli'l-âlemin ve Şâfîü'l- âlemîn olan tek ve eşsiz örneği MuhaMMedî Şuûr'dur.
Elbette insan sûretinde yaratılıp, aklı olup, hür olup, rüşde ulaşıp da yitiğni aramayan ahmaktır ve bulduğu hâlde arayan da ahmaktır!..
Bulma yolları kasden kapatılan, el atma dalları budanan ve fitneler içinde mânen yapayalnız kalan MuhaMMedî Gençlerimize, nefislerini ve RABB'lerini
BİLmeleri, BULmaları, OLmaları ve fiilen YAŞAmaları hususunda Hasbî ve Habibî Hizmet ise,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Adına, Hesabına, Şerefine ve de sadece
"Livechillah" için hâlisen, sıddîken ve adîlen kulluk kemâlâtımızdır..


Kemâl : Türkçemizde zât, vücûd ve sıfat bakımından olgun, ergin ve yetkin olma hâli diye târif edilebilen kemâl, bir şeyin veya hususun lâzım ve lâyıkınca TAMmlığı ve TÜMmlüğüdür.
Bu TAMmlık ve TÜMmlük nitelik ve nicelikçe yeterli ve yerinde ise KÂMİLdir.

MuhaMMedî Tasavvufta ise kemâl;
Kul için takdir edilen hayat imtihanının, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in vahyî Emrullah'ı Tebliğini, Tenzirini, Tebşirini duyup ve ayni zamanda bizim gibi bir Abdullah olarak harfiyyen tatbikine iştirak edip uyarak Muradullah'a ulaşıma lâyık ve müstehak olmak HÂLidir.

Elbette Zâtı, Sıfatı, İsimleri ve Fiilleri itibâriyle mutlak kemâl, ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in hakkıdır.
Biz kulluk kemâlinden bahsediyoruz .
Birilerinin ortaya çıkıp da kâinâttaki resimlerin ressamı olma arzu ve hayaline bu günkü bilgisayar gençliği değil de kargalar bile gülerler!.
Ve yine birisi Firavunluğunu ilân edip: "Bu âlemi ve insanları ben yarattım!" dese ona sadece acınır.
Ancak, kişilerin özlerindeki; gizli, bencil ve şirke çekici özel firavunluk kör düğümleri ve çözüm yolları MuhaMMedî Tasavvufun Öğretim ve Eğitim (Tâlim-Terbiye) metodları ile mümkündür ve emredilmiştir.

Onun içindir ki MuhaMMedî çizgiden sapmadan, yakıştırıp- sokuşturmadan, İfratsız (aşırısız), Tefritsiz(yeterince) ve İ'tidal (adalet) üzere hakkı ve hayrı, akıl-nakil imkanları içinde gençlerimizle konuşmak, anlaşmak ve yaşamak arzumuz ve amacımız ALLAH rızası içindir hamdolsun!.

İlk işimiz ise, ham aklın; MuhaMMedî mektebde öğretim (ilim tâlimi) ve eğitim (edeb terbiyesi) ile kemâlini temindir ki aklın bu hâline “Akl- Selim” denir.
HAKK'a imân eden ve hayra azmeden akl'a "AŞK" diyoruz.
Akıl-Nakil hattının taşıdığı Nûr-u MuhaMMed ve onunda aslı olan Nûrullah, bizim tüm âletlerimizi çalışır ve iş görür hâle getirecektir.
Kemâlât; bu hâle ulaşımı biliş, anlayış ve yaşayış şuûrunun gelişimidir.
Bu gelişim, insan nefsinin dışarda bir şey arayış ve ulaşımı olmayıp bizzât kendisinin kemâlâtı (olgunlaşması, erginliği ve yetkinliği) dir.
Esfel-i Safilinden -> İlliyyine ulaşım seyr ü sülûküdür. Ve kulluk imtihÂNı KEMÂLÂTıdır.
Muradullah ve Emrullah bunun içindir.
Bu muhteşem sistemin ve göz bebeği insanın yaratılışı da bunun içindir.
Her hâlde hedef ise CEMÂLULLAH'tır.


EL CELÎLÜ celle celâluhu ZEVKİ:

Celâl sıfatlarının tecellîsine mazhariyetten nâsibi olup Fakriyet, Acziyet, Zillet ve İlletle sıfatlanıp ve sırf kulluk yapmaya mutmaîn olunca; kalbi tecellî ile cilâlanıp, canlanıp ve cıvıl cıvıl NÛRlanınca; Cemâlullah'a can atar ve sevinç, bilinç ve bilelikle kulluk yapar, umar ve bekler...
Her güzellikte gerçek Celîl ve Cemil olanı görür de, İlâhî Aşkla Mâşukuna ÂŞIK olurlar...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Zü’l- Celâli Ve’l- İkram celle celâlihu SoHBeTiMm:

Zül, sahibi demektir. Arapçada sahib oluştur.
Zü’l- Celâl, Celâl sahibi olandır. Celâle sahib olandır.
Ve’l- İkram, ikrama da sahib olandır.
Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu Celâlinden ikram eder daima. Gübreden gülü çıkarır.
Bir kadın kıyamet koparır “bir doğurabilsem!” diye.
Ama çocuğunu kucağına aldığı zaman Cemâl olur.
Her şey zıddıyla TESVİYE edildiğinde ancak TEVHİD olur.

Lâ İlâheinkardır. İllallah ikrardır. İkisi beraber Şehâdettir.
Birini çıkarırsanız şehâdet değildir o. İkisini SEVİYEliyeceğiz. MuhaMMedî SEVİYEye getireceğiz.
Birini öldürmeyeceğiz. Birini kaldırmayacağız. SEVİYEleyeceğiz o kadar...

Körü körüne “Ateşe gerek yok!” demeyeceksiniz, Ateş lâzım.
Ateş, 370 C derecede Cennettir.
400 C derece de Cahim Cehennemidir- Yandırıcı Cehennem Kur'ân'ımızdaki.
300 C derecede sıtma hastalığıdır. bu da Zemharira Cehenemidir –Dondurucu Cehennem Kur'ân'ımızdaki.
Oysa ateş-ısı, 370 C derecede Naim Cennetidir Kur'ânımızdaki.
Hepimizin vücud ısısına bir bakın lütfen.

MuhaMMedî SEViye, tesviye daima esastır.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram buradaki El Kerîm, ikramdan El Kerîm Esmâsı var.

Aşağıda ise Celâl, Celîl ve Celâl esmâları var.
Zü’l- Celâli, Celâl Celîldendir çünkü. Onlara bir bakın.
Celîl , Celâlette, muhkemlikte, metanette, selâmette oluştur.
Yani mevcud ve potansiyel gücünde mertebesi kimseye ihtiyaç olmayandır. Daha doğrusu lânet ve lütuf cem’i yapabilendir.
Yaptığı zaman “Lâm” ın biriyle lânet yapabilir.
Diğer “Lâm”la da lütfen halife de yapabilir. Bu imkanı var yani.
Bunu cana ve cihana, cana ve cisme Cem’ edebilir .
Bu gücü olan demektir Celîl onun içinde çift Lâm taşıdığı için benim anladığımı söylüyorum, Ateşlidir .
Tehlikedir Celâl İsmi. El Celâl ismi Tehlikeden kastım dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Neden? Kime ne dediyse yaptırır.
Onun için hiçbir varlık, insan dışında varlığının kendi programının dışına çıkamaz katiyen. Öldürseniz de bir köpeğe koyunluk yaptıramazsınız. Sistemde değişiklik yaptıramazsınız. Tek insan hariç o da imtihan olduğu için.
Celâl, Zülcelâl, Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu kahrının, Azametinin tecellîsini tüm varlık üzerine tecellî. Tecellî diyoruz bak. Tecellî de bu anlamdadır zâten.
Menfi müsbet her ne yapıyorsa mutlaka yapar anlamındadır.
Tecellî de Celâl kökündendir demek istiyorum.
Celâl tecellîsi ile ikram edendir Zü’l- Celâli Ve’l- İkram...
Bunun kuralı Emrullah’a uyuştur. Aksi Celâl hemen lânet olarak tecellî eder.
Bizim elimizde bir kablo var ucu açık. Emrullah diyor ki fiş tak ve kullan. İkram edecek sana.
Ham akılda diyor ki ne gerek fişe var. Ben alırım elime! Aldığında ne oluyor?
Sanki lânet gibi müthiş bir yok ediş olur. Oysa lütuftu o işe yarayacaktı!.

Şunu demek istiyorum, Celâldeki lütuf kurallara bağlıdır.
Tersi ise negatifi ise kuralsızlıktan dolayıdır. İkramı da böyledir çünkü.
Ateşi normal kullandığınızda ısınırsınız aksi takdirde evi yakarsınız.
Celâl tecellîsidir bunlar bütün. Onu anlatmaya çalışıyorum.
Ateş ocakta aşı pişirir ama tersi olduğunda insanı yakar.
İnkar edene Celâl tecellîsi, ikrar edene ordaki Lâm MuhaMMedîyet kazanır Cemâl’e dönüşür.
Lütuf kabul edene, kurala uyana derhal aynen elektrik gibi bakmışsınız ışık olmuş, âlet çalıştırıyor.
MuhaMMedî lütufa dönüş, MuhaMMedîyete dönüşür .
Ordaki lânet tecellîsi kalkar yerine MuhaMMedî Bizim işimize yarayacak fiilen hayatta kullanabileceğimiz hale getirir bunu. Cemâle getirir.
Cenâb-ı Hakk Celle Celâlihu Celâlet sahibi oluşu, Azim mertebesi anlaşılamaz oluşuna Celâl denir.
Bir yanda Celâl bir yanda ikram. Celâl lütuf ve ihsanla tecellî edişidir, Cenâb-ı Hakkın.
Kahren de gelir lânet olarak, Lütfen de gelir lütuf olarak. Bunun ikisi de Celâlle gelir.
Lâzım ve lâyık olana yalınız. Kime lâyıksa, kime lâzımsa o onu bulur. Tıpkı bu Nar-Nur Tecellîsi gibidir.
Terse Nar haline dönüşür. Normal ise Nur-İkram haline dönüşür.
Bizim MuhaMMedî tasavvuf âlemimizde terhib-tergib dediğimiz korku ve rağbet tenzir-tebşir, Havf u Recâ ile ancak bu Celâl Tecellîsinden korunulur.
Recâ ile Cemâl Tecellîsine rıza ve ihsanullah aranır.
Bunun için zâten celâlin ters geleninden lânetinden havf eder, recâ eder ki Cemâl doğsun. Havf-u Recâ bu demektir. Ve önemli bir şeydir.


Aşk u Cezbe, Sıdk u Huşû. Havf u Recâ, Zühd ü Takvâ

Bunlar Kâbenin dört yüzü gibidir tasavvufta . Ve havf u Recâ da çok önemlidir.
Böyle havf edecek… MuhaMMedî MeLÂMette böyledir çünkü mesela.
“Bir kişi af olmayacak desen o benim!” der. Korkar.
“Bir kişi affedilecekmiş desen o benim!” diye bu kadar da Umar::

İşte Celâl Tecellîsi böyle bir, Celâl Esmâsı böyle bir esmâdır ki araya canı sokarsın iki Lâm ın arasına, bu da olabilir, bu da olabilir. Şaşar kalır .
Bir yüzünde Firavun, bir yüzünde Musa (aleyhi's-selâm) var gibi araya girer çünkü Celâl Tecellîsi zor tecellîdir. Onu demek istiyorum.
Onun için “Celle Celâlihu” deriz ALLAH celle celâluhuya.
Çünkü “ALLAH” ta da çift Lâm vardır. Esmâdır demek istiyorum.
Celle Celâlihu getirir -> Allah Celle Celâlihu.

Celâl Tecellîsi korkulan bir tecellîdir.
Bize çok bağlıdır, bizde ayarımız tam olmadığı için korkmamız gereken bir tecellîdir.

Zü’l- İkram, Allahu Zü’l- Celâl insanoğlunu mükerrem kılmıştır:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim---" Ve le kad kerramna beni ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesirim mimmen halakna tefdiyla: “Şanım hakkı için biz benî ademi tekrîm ettik karada ve denizde binidlere yükledik ve hoş hoş ni'metlerden besledik, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik””
(İsrâ 17/70)

“And olsun ki insanoğlunumükerrem kıldı!””
Kerem sahibi. Halbuki El Kerîm olan kendisidir Allahu Zülcelâl’in .
Ama insana bu sıfattan da yüklemiştir.
Maddî Manevî bütün ni’metleri İmkan Âleminde insana verir.
Ama imtihan eder. Tahkikî Tevhidi, bilip, anlayıp, yaşayıp, şâhid olup öyle hesaba gelmeyi emreder.
İmkanla imtihan ederken ikram ettiği bütün maddî manevî tüm ni’metleri karşılığında hesaba çeker. Ve karşılıksız vermiştir bunları zâten.
Ve sonsuz bu ni’metleri, sayılamayacak bu ni’metlerinin tümünün ikram sahibi, kerem sahibi El Kerîm olan kendisidir.


Zü’l- Celâli Ve’l- İkram Esmâsı Kur’ân-ı Kerimimizde Rahmân Sûresinde iki kere geçmektedir:


وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---"Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel'ikrami. : Bakı o Rabbının yüzü o zülcelâli vel'ikramAncak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.”
(Rahmân 55/27)

تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Resim---"Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram. : Yüce çok yüce rabbının adı onun o celâl, onun o ikram”
(Rahmân 55/78)

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Resim---" Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.: Öyleyken Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlayabilirsiniz?”
(Rahmân 55/28)

Zü’l- Celâli Ve’l- İkram olarak geçer zâten orda da siz bu ni’metlerden hangilerini yalanlıyorsunuz?
Niye iki tane? Maddî Manevî, Zâhir- Bâtın verilenler.
İnsana verilenler. Ya da Akıl ve Nakil. Bunlar da insana ni’mettir.
Aklımızın oluşu da bir ni’mettir.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin nakli getirişi de bir ni’mettir.
Akıl kendini bilip, Rabbini bilecekti. Kendini bilecekti. Nakli bulacaktı.
Birlikte olacaktı. Şehadet edecekti ve yaşayacaktı.
Şu ANda El Hayy olan Allahu Zülcelâlin Hayy olan şahidi olacaktı.
Bu bakımdan da Zü’l- Celâli Ve’l- İkram i düşünmemiz gerekir.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram kendisi de öyledir. Onu demek istiyorum.
Lâ ilâhe İllallah gibidir. Celâl Lâ ilâhe gibi temizleyendir.
İllallah ikramdır zâten. Tevhid gibidir bu esmâ.
Yani mânâ bakımından söylüyorum.

El Celîl mutlak kendi güç, kuvvetinde lânet ediş ve lütuf verişte en büyük olan yüce Allah Celle Celâlihudur.
Celâl de Celîl gibidir. Kayıdsız, kuyudsuz Azamet ve Celâliyet çok kadir kıymeti ve mertebesi olan anlamındadır.
Sonsuz kereminden ikramından kullarına hadsiz hesapsız şükreden kullarına lütuf olarak, küfredene ise lânet olarak tecellî eden, celâliyet gösteren bu.
Çok dikkat etmek lâzım!
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram, şükredene lütuf etmekte, küfredene lânet etmek hakkının sahibi olan demektir.
Çünkü Celâliyette böyle bir şey vardır. Neden?
İkramı, “ikrama nankörlük yapan, hainlik yapana cehennem yapacağım!”” buyuruyor. Âyetler çok çünkü var.
Öbürüne ne diyor: “Daru’s- Selâma koyacağım!””
Yaaa buna çok dikkat etmemiz gerekiyor diye söylüyorum.
Bu aslında bizim üzerinde çalıştığımız esmâ idi yani bir zamanlar bunun üzerinde bayağı çalışılmıştır.
Burda insan kendisi tercih ve cüz’i irade kullanıyor imtihanda.
Aklı olduğu için duyduğu için tebliği, gördüğü için Kâinâtı kendisinin bir tercih yapması gerekiyor.
Ve cüz’i irade kullanıyor. Yani İlmen bildiği şeyi irade edebiliyor.
Karar veriyor İdrak edip doruğa çekiyor tepeye ve İştirak e geçiyor fiilen işleyerek imtihanı içinde yaşıyor.
Diğer varlıklarda böyle bir şey yoktur. Herkes kendi ana görevi ne ise aksesuardır.
İmtihan kağıdı gibi, kâlem gibi herkes bir yerde kullanılmaktadır. İnsan için kullanılmaktadır.
Hür türlü varlık bir sebebi vardır, hikmeti vardır ve de hakikaten onlar o işte kullanılırlar.

Burda İclâl kökü, Celâlin de Cemâlin de Celîl inde temelinde olan iclal kökü kullanılmıştır. Bu da çok önemlidir.
Yani bütün Allahu Zülcelâl Esmaları inasana hizmetteyken çok az esmâ bildiğim kadarıyla şiddet esmâlarıdır. İntikam alıcıdır, kahredicidir, kahâardır, mâni’dir men’eder.


Ed- Dârru, El- Kâbızu, El- Kahhâru, EL-Kâhiru, El- Mümîtü, El- Mâniu. EL- Müntakimü…

Ed Darr’dır zarar verir, dalal, saptırır.
Bu esmâlarda tercihlere göre kullanır. Kendi esmâlarıdır Allahu Zülcelâlin ve ağır şekilde söyler.
Allah intikam alıcıdır diye. Tüm bunlar celâl tecellîsidir.
Yani celâli ciddiye almamak durumunda Allahu Zülcelâl bunu hiç affetmez.
Çünkü kendisine karşı şey yapılmıştır.
Ama benim bu hususta size söyleyeceğim şey Kemâl da bununla ilgilidir. Cemâlle ilgilidir çünkü.
Bu olgunluğa erdiği zaman çok cemâl kemâle dönüyor. Sizin olur artık.
Meyve vermiş bir ağaca dönersiniz, sizden artık cemâl fışkırır. Celâl susar.
Cemâlullah, Muradullahı Emrullahta işleyenler Cemâlullaha giderler.
Bir de Cemâlde bir şey vardır, MuhaMMed Aleyhisselâmın güzellîği vardır.
Onun için hizmet ile desti kemâl, himmet ile seyri cemâl.
Nedir hiMMet?
Himmet çift Mimlidir. Zâhir ve Bâtın MuhaMMedî lütfa ermektir.
Hakk olmasıdır. Ne demek?
Verenin de alanında MuhaMMedî olması lâzım.
Fişinde Pirizinde, alanında vereninde. Ellerin ellerin...


إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"İnnellezine yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydihim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü'tihi ecran aziyma: Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
(Fetih 48/10)

“Sana biat edenlerin, ellerini ellerine verenlerin ellerinin üzerinde Allahın eli var!.””
Bu senin elinden Allahu Zülcelâlin eline kadar MuhaMMedî ellerdir bunlar.
Zü’l- Celâli Ve’l- İkram gerçekten muhteşemdir.
Daha fazla bilgi için ana sayfadaki esmâlar var.
Orda esmâlarda Tirmizî’nin listesinde de vardır.
Hepisinde de vardır da. Orda üç tane liste vardır orda çünkü esmâlara basarsanız.
Tirmizî, İbn-i Mâce, İbn-i Hacer.
İbn-i Hacer Kur'ân-ı Kerîmdekileri tespit etmiştir.
İbn-i Mâce ve Tirmizî de kendileri Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin hadisinden esmâlar getirmişlerdir.
Ama bunların tümü hadisle gelen birbirinden çıkardığımız zaman 140 esmâ vardır.
Bir zaman bu esmâlar üzerinde çalışmıştık bunların orda detaylı bilgisi vardır.
Size bunu söyleyen arkadaşımız neden söyledi 100 tane çekmeyi bilemiyorum ama.
Esmâdır harikadır hepsi güzeldir. Bütün esmâlar harikadır zâten.
Herkesin kendi bir sırrı vardır.
Ama sabah namazından sonra Zü’l- Celâli Ve’l- İkram , celâlinden ikram eden, zülcelâl ü velikram, celâlinden ne ikram eder onu biz bilemeyiz.

Bu Zü’l- Celâli Ve’l- İkram güzel bir esmâdır.
Çekilir, hepimiz çekeriz ama. Neden çektiriyorlar, nasıl çektiriyorlar. Kim diyor bilemiyorum.
Ama Zülcelâl Velikram olduğu için söylüyorum çekilmez demiyorum fakat ben bilmiyorum diyorum.
Ama birisi dese ki Ed- Darr çekeceğim. Zarar veren, yani zarara sokan esmâyı çekeceğim dese ki derim: “Kardeşim niye Ed Darr’ı çekiyorsun. Ed Darrı çekeceğine ne bileyim ben “Er Rezzak”ı çek..
Zü’l- İntikam, intikam esmâsını çekeceğine “Er Rauf”u çek!”gibi ne bileyim ben.
Esmâları çekenin, çektirenin bir sebebi bir bilenin olması uygun olur…

Sübhâneke Allahümme ve bihamdike eşhedü en Lâ ilâhe ille ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve utubi ileyh.

Bu biliyorsunuz antivirüs gibi bir şeydir.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizin hadisi şerifidir.
Abdestlerden sonra ve sohbetlerden sonra 3 defa okunması istenmiştir.

Elhamdulillahi Rabbül âlemin.

Allahümme salli ala seydina MuhaMMedîn abdike ve nebiyyike ve rasûlike nebiyyil ümmiyyil ve ala alihi ve sahbihi ve ehl-i beytihi. Ya Rabbül âlemin. Selâmün aleyküm.

Allah gecelerimizi gündüz eylesin Hakkta ve hayr da buluştursun!
Bizi Rasûlullah Sallallahu aleyhi Vesellem Efendimizin;

Tevbe Biz-Birliğini
Dua Biz-Birliğini
RızaBiz-Birliğini
Şehâdet Biz-Birliğini
Bilip, Bulup, Olup da Yaşayanlardan Kılsın!..
İnşâallah…


Eûzu billâhi's-semîi'l-alîmi min e'ş-şeytâni'r-racîm
Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve Mevlânâ MuhaMMedîni'l-fâtihi limâ uğlika ve'l-hâtimi limâ sebeka Ve'n-nâsiri'l-hakkı bi'l-hak ve'l-hâdi ilâ sırâtike'l-mustakîm Sallallâhu aleyhi ve alâ âlihi ve ashâbihi hakka kadrihi ve mikdârihi'l-azîm
Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidina ve mevlâna MuhaMMedîn sallallâhu Teâlâ aleyhi ve sellem.
Hakk vakad hılleti edrikni Ya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem.
''

Hamd ALLAHu Zü'l-CELÂLe olsun. Sonsuz sınırsız. Şükür her an herşeyi yaratmakta olan ALLAHu Zü'l-CELÂLe, RuBûBiyyet kevniyyetine şâhidlikte iştirak olsun!.
Elhamdu lillâhi RABBi'l-âlemîn.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »


41- El Cemîlü celle celâluhu

Resim

El Cemîlü : Çok güzel olan ve herkese herşeye Sûret-yüz ve Sîret-öz güzelliğini veren. Mutlak güzellik Cemâlullah sahibi olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL...

Resim

El Cemîlü celle celâluhu İSM-i Şerifi, İbni Mâce Hadis-i Şerîfiyle bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerîmde doğrudan bildirilmemiştir. Kur'ân-ı Kerimde kelime olarak;

sabrun cemil- güzel bir sabırdır: Yûsuf 12/18,83; Meâric 70/5 âyetlerinde.
safhal cemil- güzel muamele et: Hicr 15/85 âyetinde.
serahan cemila- güzel bir şekilde serbest bırakın: Ahzâb 33/28,49 âyetlerinde.
hecren cemiylen- güzellikle ayrıl..: Müzzemmil 73/10 âyetinde geçmektedir..

Cemül : Ahlâkı, şekli ve yaratılışı güzel olmak.
Cemmele : Güzelleştirmek. Tezyîn etmek. Süslemek.
Tecemmele : Güzelleşmek. Süslenmek.
Cemâl : Güzellik, cemâl.
Cümmeyl : Bülbül.
Cemîl : İhsan, iyilik, güzellik.
Cemîle : Hoşa gitmek için yapılan hareket, güzellik.
Cemîlekâr : f. İyilik sever, güzel ahlâk ve huy sâhibi olan.
Cümâl : İnci.
Mücmel : Özet.
Cemil-i ale’l-ıtlak: Her cihetle çok güzel ve mükemmel.
Cemil-i zül-celâl: Celal sâhibi, cemil olan Cenab-ı ALLAH celle celâluhu.

وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Resim---"Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhu’l- musteânu alâ mâ tasıfûn (tasıfûne).: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.” (Yûsuf 12/18)

Cemîl , daha çok sûreten güzellik anlamında ALLAH celle celâluhunun isimlerinden birisidir. Hüsn ise aynı manaya gelmekle beraber sîretendir ve hüsn-ü hulk güzel ahlâk gibi... Tezyinde böyledir. Süslemek, bezemek, donatmak. Cemmele : Güzelleştirmek. Tezyîn etmek. Süslemek.

يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ
Resim---“Yâ benî âdeme ḣużû zînetekum ‘inde kulli mescidin vekulû veşrabû velâ tusrifû(c) innehu lâ yuhibbu-lmusrifîn(e): Ey âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin; çünkü ALLAH israf edenleri sevmez."
(A'raf 7/31)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şüphesiz Allah güzeldir, güzelliği sever.” buyurdu.
(Müslim, İman, 147; İbn Mace, Dua, 10)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah güzeldir, güzelden başkasını kabul etmez.” buyurdu.
(Müslim, 1015)

Bu muhteşem kâinâtta insan aklının algılayabildiği tüm güzellikler, el Cemîl Esmâsının Cemâlullah NûRu yansımasıdır.
Cemil-i zü’l- Celâl ALLAH celle celâluhu, tüm güzellikleri CEM’ eden El- Cemâlullahın İSM-i HÜSNüdür..
Kâinâtı, hayatı ve insÂNı en güzel bir şekilde yaratmıştır:


الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ ۖ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ
Resim---“Elleżî ahsene kulle şey-in ḣalekah(u)(s) vebedee ḣalka-l-insâni min tîn(in): Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.”
(Secde 32/7)

Yaratılan Küllî ŞEY ya bizzât güzeldirler ya da SON-Uç olarak neticeleri cihetiyle güzeldirler.
Nefsin Kulluk imtihanı, AKLın; Hayr-Doğru-Güzel ve Şerr-Eğri-Çirkin olan İKİ UÇ-unu HATM etmesidir..
Muradullahı-EMRullahı, Güzellik Sultanı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden güzelce DUYup UYarsa;


يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ
Resim---“Yâ eyyuhâ-nnâsu kulû mimmâ fi-l-ardi halâlen tayyiben velâ tettebi’û ḣutuvâti-şşeytân(i)(c) innehu lekum ‘aduvvun mubîn(un): Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin güzel ve temiz olanlarından nasibinizi alın ve şeytanın peşinden gitmeyin, zira o kendi gizli olsa da sizin apaçık düşmanınızdır.”
(Bakara 2/168)

وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَىٰ
Resim---“Ve saddeka bilhusnâ: Ve en güzel olanı doğrularsa,”
(Leyl 92/6)

فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَىٰ
Resim---“Fesenuyessiruhu lilyusrâ: Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.”
(Leyl 92/7)

ALLAHu zü’l- CELÂL ü zü’l- CEMÂLin, ZÂTen-SIFATen-ESMÂyen ve EŞYÂyen güzelliği Kur'ân-ı Kerim ve Kâinât Âyet-i CELÎLelerinde OKUnup durmaktadır nAKLen-AKLen..

قُلِ ادْعُوا اللَّهَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمَٰنَ ۖ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَىٰ ۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا
Resim---“Kuli-d’û(A)llâhe evi-d’û-rrahmân(e)(s) eyyen mâ ted’û felehu-l-esmâu-lhusnâ(c) velâ techer bisalâtike velâ tuḣâfit bihâ vebteġi beyne żâlike sebîlâ(n): De ki: 'Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur.' Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse.”
(İsra 17/110)

Mutlak CEMÂLuLLah ise AKLın->N-AKLde YANıp YOK OLduğu Ahadiyyet SIRRındadır ki;
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ın zâtı sıfatlarla, sıfatları da fiillerle örtülmüştür. En mükemmel sıfatlarla yüce ve üstün niteliklerle örtülen bir güzelliği nasıl tasavvur edebilirsin?” buyurdu.

(Müslim)

Ve Kur'ân-ı Kerim hükmü açıklar;

لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ ۖ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
Resim---“Lâ tudrikuhu-l-ebsâru vehuve yudriku-l-ebsâr(a)(s) vehuve-llatîfu-lḣabîr(u): Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır.”
(En’am 6/103)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ceNNet CemÂLini buyuruken:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cennetlikler cennete girdikleri zaman ALLAH celle celâluhu şöyle buyurur: “Siz bir şey ister misiniz ki, verdiğim nimetlerden fazlasını vereyim?” Onlar: “Yâ Rabbî; Sen yüzümüzü ak etmedin mi? bizi cennete koymadın mı? Bizi ateşten korumadın mı? Daha ne isteriz? Derler. Bunun üzerine perde kalkar, artık cennetliklere Rablerini müşahadeden (gözetmekten) daha sevimli bir şey verilmemiştir.” buyurdu.

(Ebu Müslim, Kitab-ul imân)

El CeLÂLinden el CELÎLini TeCELLî ETTiren ALLAHu zü’l- CELÂL, KULunun da, Maddî-Sûreten ve Manevî-Sîreten Güzellik Timsâli Olmasın EMReder ve İSTER!.

İşte burada -> bir “GÜZELLik SAHnesi” Açmadan geçemeyeceğim..:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Risaletin Livaü’l- HAMD Sancağını HİRA Dağın Tepesine dikince kıyametler koptu Mekke’de.. Sömürücü Müşrikler tehlikeyi gördüler.. taarruza geçtile hemen!..

Mekke’nin en zenginlerden bir aileye mensub olan Sûreten-Sîreten GÜZELLik timsÂLi Mus'ab bin Umeyr radiyallahu anhu ki onun için;


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Mekke'de Mus'ab bin Umeyr'den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim” buyurdu.
(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116)

Mus'ab bin Umeyr radiyallahu anhu ki;
Medine'ye ilk hicret eden sahabi Mus'ab bin Umeyr'dir
Mus'ab bin Umeyr Bedir ve Uhud savaşlarına katıldı.
Her ikisinde de İslam ordusunun bayraktarlığını yaptı.
Uhud savaşında ŞEHÎD oldu..

Mekke müşriklerinden İbn-i Kâmia adında biri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e saldırırken, Mus'ab bin Umeyr radiyallahu anhu onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhal sol eline aldı. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. Bu haliyle kendini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e siper yapan Mus'ab bin Umeyr radiyallahu anhu'n üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sabladı Musab bin Umeyr mızrağı çıkarıp yerine sancağı taktı, daha sonra yere yıkıldı şehid oldu. Defni sırasında onu kefenleyecek örtü bulunamadı.

Sahabelerden Habbab radiyallahu anhu, bu olayı şu şekilde rivayet eder:

Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'le birlikte Medine'ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah'tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu ni’metlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki Mus'ab bin Umeyr bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Muhammed bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de izhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti.
(Buharî, Cenaiz 27)

vASL-ı vUSlat YOLU YOLcusu AzîZ Kardeşlerim,
Bu ZENginlik-VARlık ve FaKR-YOKluk mâ-SALLımızı CANdan-GÖNÜLden OKUyup ANLAyın inşae ALLAHu Teâlâ..

Musab radiyallahu anhu’nun İslamiyete yeni girdiği anlardı
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sahabeleriyle birlikte oldukları bir anda Musab radiyallahu anhu uzaktan görününce,
Sahabe-yi GÜZÎN çok güzel giyinen ve yakışıklı olan Musab radiyallahu anhu’yu göstererek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e güzel giyimin hükmünü sordular.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : " ALLAH güzeldir, güzeli sever." buyurmuştur.

(Müslim, İmân, 147; İbni Mâce, Dua, 10)

Benzeri hadis-i şerifteyse;
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever.” buyurdu.

(Tirmizî)

Güzelliğin UBUDiyyet Boyutundaki MERKEZi RuBuBiyyetin ANAhtarı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir..
Cemîl-i Mutlakın Cemâl-i Zâtına;
ZÂHİRen-BÂTINen-EVVLen-ÂHİRen CEMÂL CEM’liği CÂNda-cihÂNda-CeNNette DEDiğimİZ NÛR-u MÎMdedir bİZ KULLarı için ve’s- SELÂM!..
SELL ü SALLımız O’na OLsun inşae ALLAHu Teâlâ..


CELÂL: Sonsuz büyüklük, haşmet, ululuk, yücelik ve haşmet sahibi olan ALLAH celle celâluhu.

CELÎL: Celâl sahibi, azîm, mertebece herşeyden yüksek olan ALLAH celle celâluhu.

CELÎL-i BÂKÎ: Azîm, mertebece herşeyden yüksek olan ve sonsuz hayat sahibi Zât; ALLAH celle celâluhu.

CELÎL-i CEMÎL: Tam güzellik ve büyüklük sahibi ALLAH celle celâluhu.

CELÎL-i PÜRKEMÂL: Tam kemal sahibi ulu ALLAH celle celâluhu.

CELÎL-i ZÜ’L- CEMÂL: Güzellik sahibi ulu ALLAH celle celâluhu.

CEMÎL-i ALE’l- ITLAK: Sonsuz ve kusursuz güzellik sahibi olan ALLAH celle celâluhu…

Onun için İnsan NEFSlerindeki Galib ESMÂsı-MüreBbîsi, el CELÎL celle celâluhu olanlar;
Musab radiyallahu anhu gibi MuhaMMedî Mahşerin GÜZELLik ÇİÇEKleridirler..
Onların seyr ü sülûk YOLculuklarında, RaBBÂNî Rehberleri Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden yANsıyan el CELÎL celle celâluhu TeCELLÎsi CeMÂLuLLAH olur ve’s- SeLÂM inşae ALLAHu Teâlâ..

Şu gÖZlerim Zâhir-Bâtın, nice SekrÂNeleri divÂNeleri Ellerinde, İlahî Aşk Kâsesi Yürekleriyle Kâinât Meşherinde, Mest ü Mahmur SeBBehasında/YÜZüşünde gördü çok şükür..
Ve nice Velâyet-i Kübrâ Mahşerinde KaHR olup GİDişlerini YAŞAdım Hamdolsun!..


Cemâl:
ZÂTında, SIFATlarında, İSİMlerinde, FİİLlerinde ve ŞEYlerindeki güzelliğin aslen ve zâten sahibi Subhân ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e samimî senâ ve gönül eğilimi MuhaMMedî Tasavvufun ana direğidir.
Tüm CELÂL Tecellîleri
(Emrullah), CEMÂL (Muradullah) Zuhûru içindir.
İkisi arasındaki Kulluk Kemâli hakiki HAYATtır.
Ayni şeyin iki yüzünü "bİLE" kılıp birleştirmek-HaTM için aklın hamlık sırrını silmesi serüveni ve seyr ü sülûk seferidir. Bu silme İşlemi ve Sistemi ise, Nakil İlâcı ile mümkündür.
Kemâlâtın zıttı Cehâlet olduğu gibi Güzelliğin zıttı Çirkinlik de haktır..

Kulları için ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in Hikmet ve İbret Sahneleri müşteri beklemekte ve insanlar akılları ve özgür iradeleriyle rollerini kendileri seçip oynamakta ve hesaba doğru koşmaktadırlar…

Güzeller güzeli ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'in çirkini ve çirkinliği yaratmasındaki hikmeti, insanoğlunun kulluk imtihanı gereği TERCİH-iyle buluşturmasıdır ki bunda bile güzele dönüş, tevbe ve istiğfâr fırsatı olduğu açıktır.

İnsan aklı, cüz'i CEMÂL anlayışıyla Küllî CEMÂL-in peşine düşer ve yürümesi gereken yolun NAKİL
(Kur'ân-ı Kerîm), rehberinin VEKİL (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem), ve hedefinin ASIL (livechillah) olduğunu ANLAr!.
Zıtlar âleminde akıl, her GÜZELi ve güzelliği -> zıttı olan çirkin ve çirkinlikle BİLir, BULur, OLur ve YAŞAr inşae ALLAHu Teâlâ..

Aşk-ı mecâzi'den Aşk-ı Hakikiye GEÇiş;
İnsan AKLının KaDERince-Kadarınca, BEDENî BİLişten, NEFSî BULuştan, KALBî OLuştan ->RUHî YAŞAyışa GEÇiş MuhaMMedî Şuûru-Nûru-Süruru ve O-NURudur.
İşte bu Muhteşem ve Mübârek Sılâ Seyâhatı, Sall ve Secde Zevkinin zîneti
(süsü); insan nefsinin aklıyla, mutlak güzeli (ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'i) ve mukayyed[/b] (kayıdlı, kısıtlı, sınırlı, sorumlu) güzeli Nûr-u MîMi -> mâsivâ olan kâinâtın her zerresinde, MuhaMmed Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemde; BİL-BUL-OL-YAŞAmasıyla mümkündür bu SüNNetullah-Şe’ENuLLAH Çarşısında-ARŞısında inşae ALLAHu Teâlâ..
Gerisi boş ve kuru laftır iki gözüm!..
Es Salât ve’s- seLÂM olsun Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemde OL-ANlara!..


ResimEssalâtü vesselâmü aleyke YÂ HÂMİLE LİVÂİ'L-HAMD
ALLAHU Teâlâ' nın salâtı ve selâmı sana olsun!
Ey Livâi'l-Hamd Sancağını taşıyan!


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn ve enzilhil mak'adel mukarrabbi indeke yevmel kıyâmeti Resim Vâhşurnâ fi zümretihi tahte livâihi fi zılli arşikel mecîd Resim İnneke alâ kulli şey'in kadîr.

MÂNÂSI: “ALLAH'ım! Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e salât, selâm ve bereket dileklerimizi ilet, salât et ! Onu kıyâmet gününde yâkînlerin makamında konuklandır.Ve bizi, Mecîd (ulu) Arşıyın gölgesinde onun livâ'sı (bayrağı) altında haşrolan zümresi içinde haşret. Şüphesiz ki sen herşeye kadirsin!”
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

42- Ed Dâimu celle celâluhu

Resim

Ed Dâimü : Varlığı dâim olan, varlığının önü-sonu olmayan. Geçici mevcûdatı halkeden dâim, kaim, bâkî olan vâcibü'l-vücûd ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Resim

Ed Dâimü : Varlığı dâim olan, varlığının önü-sonu olmayan. Geçici mevcûdatı halkeden dâim, kâim, bâkî olan vâcibü'l-vücûd ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL..

Ed DÂİMÜ celle celâluhu, İBNİ MÂCE hadisi listesinde bildirilen bir esmâdır. Kur'ân-ı Kerîmde doğrudan bildirilmemiştir. Kur'ân-ı Kerimde pek çok Sıfatullahın ebediliğini pekiştirir ve Esmâ ile ilgilidir....

El Hay: Ebedî hayatla dâima diri ALLAH celle celâluhu anlamında,
El Kayyûm: Zevâl bulmayan dâim ALLAH celle celâluhu anlamında,
El Bâki: Zât, Sıfat, esmâ ve Eşyasında Azameti ve Kudreti Bâki Olan ed Dâim ALLAH celle celâluhu..
Bazı hadislerde aynı anlamları ifâde etmek üzere ed-Dâim isminin de kullanıldığı kaydedilmektedir. (Beyhakî, I, 39.)

Dâme: Bir şey devamlı ve kararlı olmak. Hareketli bir şey sakin olmak. Durmak. Sabit olmak.
Mâdâme: Müddetce, devam ettikçe.
Dâveme: Devamını istemek.
Tedevveme: Beklemek. bir şeyi gözetmek.
İstedâme: Bir hususta acele etmeyip tenni eylemek (ilerisini düşünerek acelesiz ve dikkatli davranmak).

الَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ
Resim---"Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn (dâimûne).: Onlar namazlarına devam edenlerdir.” (Meâric 70/23)

Ed Dâim ALLAHım celle celâluhu!..
Vücud-u Mutlak ki Vâcibu’l- VüCÛD, Ebedî, Dâimî Bâki, Fenâ ve Zevâlsiz Dâim el HaKKcelle celâluhu;
Esma-i Zâtiyesiyle,
Esma-i Sıfatiyesiyle,
Esma-i Efâliyesiyle,
Her ÂN Şe’ÂNuLLahta -> Muradullah, EMRullah, SünnetuLLAHını;
Âlemü’l- EMRinden, Kibriyâ-Cebbâriye-Azametiyle;
VüCÛDundan -> MevcÛDuna..
MeleKÛtundan -> Mülküne..
CebRUtundan -> Nasutuna..
KÛN feyeKÛN TeCELLîsini Dâim-i Mutlak Kılan ve Hâkim-i Muhakkak Olan,
Dâim-i bî-zevâl! Kâim-i lâyezâl OL-AN ALLAH’ım celle celâluhu!..
İmDÂD EYyle Dârda kalan KULLarına, ben bî ÇâRE Kıtmîrine de inşae ALLAHu Teâlâ..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12907
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

43- Ed Dârru celle celâluhu

Resim

Ed Dârru : Hak edene zarar verici, mihnet, belâ, ziyan, sıkıntı ve şiddete sokucu. Tercih edene şerri halkedici. Emrullah'a uymayanlara gerçek zarar ve elem verici şeyleri de yaratan ve dokunduran ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

Ed Dârru :

Resim

Ed Dârru celle celâluhu, Tirmizî ve İbni Mâce Hadis-i Şerîfleriye bildirilmiştir. Kur'ân-ı Kerîmde doğrudan bildirilmemiştir..

Darr veya durr (zarar vermek) masdarından sıfat isim. Kur'ân-ı Kerîm'de daha çok menfât, hayır ve rahmet karşıtı olarak bunlarla birlikte kullanılmış ve 6 âyette ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilmiştir. En Nâfiu ismiyle beraber zikredilir. Akla ve açık seçik Emrullah'a rağmen batılı ve şerri tercih edenlerin tercihleri gereği zarar dokunmaktadır. Onlar tercih etmekteler Ed Dârru olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL de tercihlerini külli şey, olay, zaman ve zannların da yaratıcısı olarak yaratmaktadır. Muradullah ise kullarını, tercih ettikleri zararlar başlarına gelmeden önce açıkça uyarmaktır:

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---“Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu):Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O'ndan (Allah'tan) başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O'nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O'nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nurunun sahibi).”
(Yunus 10/107)

Yüce Rabbü'l-âlemîn ALLAH celle celâluhu, etkin kudretini ve eşsizliğini sergilemektedir…Kullarının, zarar verici şeylerden fayda verici şeylere dönmelerini dilemiştir. Ed Dârru-El Nâfiu karşıtlığı kulun menfâatınadır ve uyarıdır. Kur'ân-ı Kerimde de genellikle zarar ve fayda olarak bildirilmiştir ve bizde bu iki güzel ismi birlikte inceleyceğiz inşae ALLAH..

“Darr” veya “Durr” mastarından türemiş olan ed-Dâr ismi;
Zarar veren, zarar verici şeyleri yaratan, zarar verilmesine fırsat veren, zarar verme kuvvetini ve kudretini yaratan anlamlarına gelmektedir.

Dârr; dilediği kullarına zarar ve sıkıntı isabet ettirendir. Ve kimi kullarının kimi kullarına zarar vermesine izin verendir. Yeryüzündeki bütün zarar imkânlarını ve kudretini yaratan, elinde bulundurandır.


Darru-durru : Zarar vermek.
Darr: Zarar veren, zarar yaratan, zararlı seyleri yapan.
İdtarra : Bir şeyi muhtaç ve çâresiz kılmak. Mecbur etmek.
Tedarrara : Zarara maruz kalmak.
Eddarru : Ziyan, fâkirlik, hastalık, zarüret vs. Kötü durum.
Darar : Zarar, darlık, özür.

ALLAHu Zü'L-CELÂL, her ÂN ŞeÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere Kûn -> feyeKÛn EMruLLAH ile MuraDuLLAHça Kâinatını KüLLi ŞEY’in; Merkezinde-İçinde DENGe, Muhitinde-Dışında DÜZEN esasınca Yaratmakta, yaşatmakta ve bu Âlemde MevCÛDiyetlerini korumaktadırlar.
Bu düzen, çoğunlukla zıtların dengesi, bütün pozitiflerle negatiflerin dengesi, dolayısı ile faydayla zararın ve faydalıyla zararlının dengesidir ki, tüm Olan ve olaylar,
ALLAHu Zü'L-CELÂL’in Ed Dârru celle celâluhu ve EN Nâfiu celle celâluhu isimlerinin Tecellîleridir..

Unutmamalıyız ki, ALLAHu Zü'L-CELÂL; hayrı emreder ve şerri yasaklar.. ancak kul yerinde aklı ve kendi nefsi ile hangisin tercih ederse yaratır ve hesabını da sorar ki, bu ULUHİYYETi gereği ve farkıdır..:

قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا وَاللّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
"Kul e ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lekum darran ve lâ nef’â (nef’an) vallâhu huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: De ki; “Allah’tan başka, size zarar ve fayda (yarar) vermeye gücü yetmeyen (malik olmayan) şeylere mi kul oluyorsunuz?” Ve Allah, O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.” (Mâide 5/76)

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indallâh (indallâhi), kul e tunebbiûnallâhe bimâ lâ ya'lemu fî’s- semâvâti ve lâ fî’l- ard (ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve “Bunlar, Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semalarda bilmediği bir şeyi Allah’a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan’dır (münezzehtir), onların ortak koştuğu şeylerden yücedir.” (Yûnus 10/18)

سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
"Se yekûlu leke’l- muhallefûne mine’l- a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â (nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ (habîren).: Arablardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalblerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah’tan (gelen) bir şeye kim mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.” (Fetih 48/11)


Kur'ÂN-ı Kerîm’de 16 âyette ALLAH celle celâlihu’ya nisbet edilen, fayda ve zarar kelimeleri birlikte kullanılmaktadır. Âyetlerde; bâzen zararı önce, faydayı sonra: “Her zararlıda bir fayda vardır” gibi. Bâzen de faydayı önce zararı sonra buyurmuş ki: “Her faydalıda bir nebze zarar vardır” anlamındadır.
Bu şu Hayatımızda hep böyledir. Balık için nefes almak suda, insan için havadadır ve faydadır. Tersi ise ölümleridir zarardır. Hayvanlar O2 nefeslenip CO2 verirken, besin zincirinin temeli olan bitkiler havadaki CO2 yi nefeslenip havaya lâzım olan O2 vermekte.. ve bitkiler aldıkları CO2 ile fotosentez sonUÇu karbon hidrataçevirmekte ve ot yiyenlere besin sağlamakta ve et yiyenler de ot yiyenlerle beslenip gitmektler.. ve’s- SeLÂMmm!.

İşte, Ez ZÂHir ALLAH celle celâlihu zuhuratında ZıtLar ZEVkinde Ed Dârru celle celâluhu ve EN Nâfiu celle celâluhu isimlerinin Tecellîleri ve’s- SeLÂMmm!.
Yine insanları öldürücü olan, arıların zehirlerindeki alkaloit maddeden ve histaminden, yılanların zehrinde bulunan bakteri antikorları ve enzimlerinden eczacılıkta, ilaç yapımında kullanıldığı bir gerçektir.
Kur'ÂN-ı Kerîmde isim ve sıfat sigası ile ALLAH celle celâlihu’ya nisbet edilmiş Ed Dar ve En- Nafi isimleri drekt geçmemektedir.
Kullarının tercihleri ve Yaratıcılık gereği, yarattıklarının zarar ve fayda vermelerin yaratan, zarar ve fayda verilmesine fırsat veren kuvvetini ve kudretini yaratan anlamı bakımından doğrudan ALLAHu Zü'L-CELÂL’e nisbet edildiği âyetler:

وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
"Vettebeû mâ tetlû’ş- şeyâtînu alâ mulki suleymân (suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinne’ş- şeyâtîne keferû yuallimûne’n- nâses sihra, ve mâ unzile alâ’l- melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût (mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beyne’l- mer’i ve zevcihî, ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fî’l- âhirati min halâkın, ve le bi’se mâ şerav bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).: Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.” (Bakara 2/102)

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدُيرٌ
Resim---"Ve in yemseskallâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O’ndan başka giderecek yoktur. Sana bir hayır dokundurursa, artık O, herşeye kaadirdir.” (En’âm 6/17)

قُلْ أَنَدْعُو مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلَى أَعْقَابِنَا بَعْدَ إِذْ هَدَانَا اللّهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الأَرْضِ حَيْرَانَ لَهُ أَصْحَابٌ يَدْعُونَهُ إِلَى الْهُدَى ائْتِنَا قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَىَ وَأُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
"Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethu’ş- şeyâtînu fî’l- ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilâ’l- hude’tinâ, kul inne hudâllâhi huve’l- hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbi’l- âlemin (âlemîne).: De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı, arkadaşlarının da “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki, Allah’a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.” (En’âm 6/71)

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
"Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh (mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemu’l- gaybe lesteksertu mine’l- hayri ve mâ messeniye’s- sûu, in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn (yu’minûne).: De ki: “Allah’ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü’min olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.” (A’râf 7/188)

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ لِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ إِذَا جَاء أَجَلُهُمْ فَلاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
"Kul lâ emliku li nefsî darran ve lâ nef'an illâ mâ şâallâh (şâallâhu), li kulli ummetin ecel (ecelun), izâ câe eceluhum fe lâ yeste'hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn (yestakdimûne).: De ki: “Allah’ın dilediği şey hariç, ben nefsime (kendime) bir fayda veya bir zarar vermeye malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli geldiği zaman artık bir saat tehir edilmez ve öne alınmaz.”” (Yûnus 10/49)

وَلاَ تَدْعُ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُكَ وَلاَ يَضُرُّكَ فَإِن فَعَلْتَ فَإِنَّكَ إِذًا مِّنَ الظَّالِمِينَ
"Ve lâ ted’u min dûnillâhi mâ lâ yenfeuke ve lâ yadurruke, fe in fealte fe inneke izen mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah’tan başka sana fayda ve zarar vermeyen şeylere dua etme. Bundan sonra eğer öyle yaparsan, o zaman sen mutlaka zalimlerden olursun.” (Yûnus 10/106)

قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ
"Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.: (İbrâhîm A.S): “Hâlâ size bir faydası ve zararı olmayan, Allah’tan başka şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.” (Enbiyâ 21/66)

يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ
"Yed’û min dûnillâhi mâ lâ yadurruhû ve mâ lâ yenfeuhu, zâlike huve’d- dalâlu’l- baîd (baîdu).: O, Allah’ı bırakır da kendine ne zarar, ne de fayda veren şeylere tapar. Bu da derin sapıklığın ta kendisidir.” (Hacc 22/12)

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلَى رَبِّهِ ظَهِيرًا
"Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeuhum ve lâ yadurruhum, ve kâne’l- kâfiru alâ rabbihî zahîrâ (zahîran).: Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere tapıyorlar. Ve kâfir, Rabbine (karşı) zahir oldu (şeytana arka çıktı).”(Furkân 25/55)
أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
"Ev yenfeûnekum ev yedurrûn (yedurrûne).: Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?” (Şuarâ 26/73)

أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ
"E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridni’r- rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûni.: Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana bir (şey) fayda vermez (sağlamaz). Ve onlar beni kurtaramazlar.” (Yâsîn 36/23)

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
"Ve le in seeltehum men halaka’s- semâvâti ve’l- arda le yekûlunnallâhu, kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetihi, kul hasbiyallâhu, aleyhi yetevekkelu’l- mutevekkılûn (mutevekkılûne).: Ve eğer gerçekten onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka: “Allah” derler. De ki: “Allah’tan başka taptıklarınızı gördünüz mü? Eğer Allah bana bir zarar dileseydi, O’nun zararını onlar giderebilir mi? Veya bana bir rahmet dileseydi, O'nun rahmetini tutabilirler mi (engelleyebilirler mi)?” De ki: “Allah bana yeter! Tevekkül edenler (yalnız) O'na tevekkül ederler (O'nu vekil ederler).” (Zümer 39/38)

إِنَّمَا النَّجْوَى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
"İnne men necvâ mine’ş- şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh (iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkeli’l- mû’minûn (mû’minûne).: Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah’ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler.”(Mücâdele 58/10)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanlar içerisinde en şiddetli sıkıntılarla karşılaşanlar, peygamberlerdir. Sonra da derecelerine göre diğer insanlar gelir. Kişi dinine bağlılığına göre sıkıntıyla karşılaşır. Dinine bağlılığı kuvvetli ise sıkıntısı da şiddetli olur. Dinine bağlılığı zayıf ise sıkıntısı da az ve hafif olur. Günahsız bir şekilde dünyadan ayrılıncaya kadar sıkıntı ve musibetler, mü‟min kulun yakasını bırakmaz.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, Fiten 23)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü‟minin durumu, ekine benzer. Rüzgârlar onu bir o tarafa, bir bu tarafa eğer, doğrultur, bazen yere yatırır. Nihayet ona ölüm gelir. Kâfirin durunu ise, “ladin” ağacına benzer. Ona hiçbir şey isabet edip onu eğemez. Sonunda o bir defa da kökünden kopar, mahvolur gider.”
(Darimî, Kitabu’r- Rikak 2752)


Resim

44- EN NÂFİU celle celâluhu

Resim

En Nâfiu: Menfâat verici; fayda, şifâ ve yarar sağlayıcı, hayrı halkedici... Mutlak fayda verici olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

En Nâfiu :

Resim
“Nef” kelimesinden türemiş olan en-Nâfi ismi, fayda veren, menfaat verici şeyleri yaratan, menfaat yollarını ve sebeplerini yaratan, imkân veren anlamlarına gelmektedir.
Nâfi: Yeryüzündeki bütün fayda imkânlarını ve kudretini yaratan, elinde bulunduran ve kimi kullarının kimi kullarına fayda sağlamasına izin verendir. Nâfi; dilediği kullarına menfaat ve fayda isabet ettirendir.


Nefea : Fayda vermek, faydalandırmak, faydalı olmak.
İntefea : Faydalanmak.
Menfeat : Fayda, faydalı nesne, kâr.
Neffea : Çok fayda vermek.
İntefea : Faydalanmak.
İstenfea : Birinden fayda taleb etmek.
Menfâat : Menfâat, fayda demektir.

ALLAHu zü’l- Celâl, bu âlemde Zıdlar Düzeninde kullarını imkÂNlarıyla imtihÂN etmektedir.. Zarar ve Faydayı bildirip, zararı yasaklayıp faydayı emrederek kulluk tercihini yaptırıp uygulatmak ve uygulamak üzere bir sistem kurmuştur..

Ed Dârru ve En Nâfiu isimleri de zıdların zevki esmâlardır. Menfilerin müspetlerle dengesidir. Kur'ân-ı Kerimde 16 yerde Allah celle celâluhu’ya nisbet edilerek fayda ve zarar kelimeleri birlikte kullanılmıştır. Onun içindir ki, bu esmâlar ancak birlikte vird/ders olarak çekilir.. yani Ed Dârru esmâsı tek başına çekilemez ve hemen arkasından En Nâfiu ismi gelmelidir.
Resim
Cevapla

“Kul İhvani Divanında Esmalar” sayfasına dön