SALİHA Kadınlarımız..

Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Hafız Zehebi, Siyerü A'lami'n-Nübela'da Muhammed b. Hüseyin'in şu sözlerini rivayet ediyor:[/color] "Bişr b. Salih diyor ki: "Süfyan-ı Sevrî'nin de içlerinde bulunduğu büyük âlimlerden bir topluluk Rabiâ'nın huzuruna girmek için izin istediler. Onun yanında bir müddet konuştular ve biraz da dünyadan bahsettiler. Kalktıklarında Rabiâ hizmetçisine: "Bu şeyh ve arkadaşları gelince artık onlara izin verme, çünkü gördük ki, onlar dünyayı seviyorlar."
Dünyanın her türlü süsünden ve zinetinden uzak kalmasını bilmiş olan anamızın çok defalar yiyecek temin etmede bile güçlükler çektiğini bilmekteyiz. O tablolardan bir tanesini yine Feridüddin Attar İlâhiname'sinde şöyle anlatmaktadır:
"Rabiâ gibi makam sahibi bir kadın tam bir hafta hiçbir şey yememişti. Açlık onu ayaktan alınca azasına kuvvetli bir zayıflık, bir titreme düştü. Komşularından namuslu bir kadın onun durumunu anlayarak ona bir kap yemek getirdi. Rabiâ oruçtu ve bir ışık bulup belki de iftarını o yemekle açacaktı. Tam bu sırada bir kedi gelerek yemek kâsesini döktü. Rabiâ testiyi alıp bari su ile iftar edeyim dedi. Tam bu sırada testi de elinden düşerek kırıldı ve içindeki su döküldü. İçecek su bulamadı. Nihayet ciğeri yanık kadın ciğerinden bir ah çekerek naz makamında Rabbine münacaatta bulunarak şöyle dedi: "Ya Rabbî! Bu çâresiz miskinden ne istersin ki, başıma bu gelenler hep Sen'den gelmektedir."
Bu sırada Allah'tan hitap geldi:
"Ey Rabiâ dilersen şimdi aydan balığa kadar her şeyi senin emrine bağışlayayım. Fakat bunca yıllık derdi de ona karşılık gönlünden alırım. Çünkü, hilebâz dünya ile benim derdim bir gönülde yerleşmez. Sana daima bizim derdimiz gerekse, sen daima dünyayı terketmelisin."

Rabiâ gerçekten de bu derdi sonuna kadar taşıdı ve dünyadan perhizli olarak Yüce Dostun huzuruna varmayı başardı.
Rabiâtü'l-Adeviyye yaptığı bütün amellerinde Allah'ın rızasını ve O'nun muhabbetini gözetirdi. O'nun rızasının olmadığı hiç bir işi yapmaz ve yapılmasına da razı olmazdı. İmam Gazzali, İHYÂ'da onun samimiyeti ve ihlası ile alâkalı şu hâdiseyi nakleder:
Süfyan-ı Sevrî bir gün Rabiâ'ya
''İmanın hakikati nedir?" diye sorar. Rabiâ: "Kötü bir işçi gibi, ne cehennem korkusu ne de cennet ümidi ile Allah'a ibâdet ediyorum. Allah'a ibâdetim O'nu sevmem ve O'na saygı duymamdandır." sonra da Rabiâ-i Adeviye muhabbet-i ilâhî ile alâkalı şu beytini söyledi: "İlâhî seni iki sevgi ile seviyorum. Biri Sana olan muhabbetim, diğeri de Senin bu muhabbete lâyık olmandır. Arzularım ve muhabbetim Sana meylederek Seni sevmem, başkasını bırakıp Seni anmamla ancak mümkün olmaktadır. Senin ehli olduğun muhabbet ise, perdeyi kaldırıp cemâlini göstermendir. Her iki muhabbetimde de övülmeye ve şükrana lâyık ben değilim. Her iki muhabbette de hamd ü senâya lâyık sensin Allah’ım!"
Yine Gazzali'nin naklettiğine göre Rabiâ'ya cennet hakkında ne dersin? diye sormuşlar da: "Önce komşu sonra mesken" diye cevâp vermişti. Rabiâ bu sözü ile kalbinde cennete değil de cennetin Rabbı olan Allah'a karşı muhabbeti olduğunu ve kalbini O'na bağladığını ifade etmek istemişti.
Kendisine bu mevkiye ne ile yükseldin diye soranlara karşı:
"Lüzumsuz şeyleri terkedip, fâni ve zâil olmayan Mevlâm ile ünsiyyetim sayesinde" diye cevâp vermişti.

Kendisine evlenme ve dünyalık verme teklifinde bulunan insanlar zaman zaman oluyordu ve onlara verdiği cevâplar da büyük birer nasihatti. Bunlardan bir tanesini İbn-i Hallikan Vefeyatü'l-A'yan'ında şöyle anlatıyor:
"Basra'da günlük kazancı 80.000 dirhem olan Ebu Süleyman el-Haşimi isimli bir zât vardı. Basra ulemâsıyla evlenme konusunda iştişarede bulundu ve kendisine Rabiâtü'l-Adeviyye ile evlenmesini teklif ettiler. O da Rabiâ'ya mektup yazarak şöyle dedi: "Allah'a hamdden sonra benim dünya geliri olarak günde seksen bin dirhem gelirim var az zaman sonra bunu yüzbin dirheme çıkaracağım. Size mehir olarak yüzbin dirhem vermeyi taahüt ediyorum. Lütfen bana cevâp veriniz" Rabiâ aldığı bu mektuba şu cevâbı verdi:
"Allah'a hamd ü senâdan sonra, dünyada zühd, kalb ve beden rahatıyladır. Dünyaya rağbet üzüntü ve keder getirir. Mektubum sana geldiği vakit o, azığın ve âhiret için de öncün olsun. Tavsiyeni başkası için değil, nefsin için yap. Bütün zamanını oruçlu geçir, iftarın ölümün olsun. Allah sana verdiği nimetin kat katını bana verdi de onlar beni göz açıp kapayıncaya kadar ancak meşgul ediyorlar vesselâm!."

Rabiâtü'l-Adeviyye gecesini ibâdetle ve gündüzlerini de oruçla geçirirdi. Ebu Süleyman ed-Daranî diyor ki: "Bir gece Rabiâ'da misafir olarak kaldım. Geceyi baştan başa ibâdetle geçirdik. Sabaha yakın ben: “Bize bu imkanı bahşedene karşı vazifemiz ne olacak?” diye sordum. Rabiâ da: “Yarın O'nun için oruç tutmak olacak!” diye cevâp verdi."
Giyim kuşam ve halinin mağduriyetine bakan Süfyan-ı Sevrî bir gün kendisiyle karşılaşınca ona şöyle dedi: “Ya Rabiâ nedir bu halin böyle? Eğer falanca komşuna gitsen bir kısım işlerin düzelir, yani bu giyim kuşamını onun vereceği şeylerle düzeltebilirsin!”
Bunun üzerine Rabiâ, Süfyan-ı Sevrîye şu cevâbı verdi: “Ey Süfyan benden ne kötü hal gördün. Kendisinde asla zillet, fakirlik ve vahşet olmayan azîz, ganî ve ünsiyet edilen İslâm dini üzerinde değil miyim? Ben dünyayı ona Sahib olandan istemeye utanıyorum, nerede kaldı ki, ona sahib olmayan kullardan isteyeyim!.”
Bu sözü işiten Süfyan dehşet içinde: "Ben böyle söz hiç işitmedim!" demiştir.

Gecenin tamamını namaz kılarak geçiren Rabiâ, sabaha yakın birazcık namazgâhında dinlenir ve sonra da: "Ey nefis ne kadar da çok uyudun!" diyerek nefsini ikaz ederdi.
Bir gün kadının birisi ona: "Ey Rabiâ Allah için seni çok seviyorum!" demişti de Rabiâ kendisine şu cevâbı vermişti: "Beni kim için seviyorsan O'na itâat et!"
Her şeyde çok samimi olan Rabiâ samimiyetsiz her işin karşısında olurdu. Mesela bir gün yanında Süfyan-ı Sevrî: "Va hüznah" demişti de, Rabiâ: “Ey hüznün azlığı!” karşılık vermişti. Nitekim Abbas b. Velid'in yaptığı nakilde kendisi şöyle demiştir: "Estağfirullah! Sözümdeki doğruluğumun azlığından dolayı da estağfirullah diyorum!."

Vefatından sonra Beşşar b. Galib en-Necrani Rabiâ'yı rüyasında görüyor ve ona: "Ben sana çok dua ediyorum" deyince Rabiâ da ona:
"Hediyelerin nurdan tabaklar içerisinde bize geliyor." dedi.
Ben kendisine: "Bu nasıl oluyor" diye sordum. O da:
"Hayatta olan müminler, ölüler için dua ettikleri vakit, ipek mendiller içinde nurdan tabaklara konur ve ölüye götürülür. İşte bu filanın sana hediyesidir" denilir, diye cevâp verdi..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

ResimRabiâtü’l- Adeviyye
kaddesallahu sırrahu

Tâbiînden ve hanım velîlerin büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 752 (H. 135) yılında Kudüs civârında vefât etti.
Babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine; "Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?" dedi. Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip; "Kapı açılmadı" deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü. Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki:
"Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver." Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler.

Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi. Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı:
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi. Bu sırada bir ses duydu. "Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu. Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığındaRâbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki: "Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..." Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı. "Artık Râbia köle olamaz!" diyordu. Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim." Râbia; "Gideyim." dedi. Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.

Kimseden bir şey almazdı. Bir keresinde Hasan-ı Basrî hazretleri kendisini ziyârete gelmişti. Kulübesinin kapısında, zenginlerden birinin ağladığını gördü. "Niçin ağlıyorsunuz?" diye sordu. O zengin; "Zühd ve kerem sâhibi şu hâtun olmasa, halk mahv olur. O, zamânın bereketidir. Allahü teâlâ bizi, bir çok belâ ve sıkıntılardan onun hürmetine muhâfaza etmektedir. Ona bir mikdar yardımım olsun diye şu keseyi getirdim. Fakat kabûl etmez diye ağlıyorum. Bunu ona verseniz, belki sizin hatırınız için kabûl eder" dedi. Hasan-ı Basrî hazretleri içeri girip olanları bildirince, Râbia-tül Adeviyye buyurdu ki:
"Ben bu dünyâlıkları bunların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâdan istemeğe utanır iken başkasından nasıl alırım? Allahü teâlâ bu dünyâda, kendisini inkâr edenlerin bile rızkını verirken, kalbi O'nun muhabbetiyle yanan birinin rızkını vermez mi zannediyorsunuz? O kimseye selâmımızı söyle. Kalbi mahzûn olmasın. Biz Allahü teâlâdan başkasından bir şey almamaya ahdettik. Hiç bir kimseden bir şey beklemiyoruz. Geleni kabûl etmiyoruz. Bir defâsında devlete âid olan bir kandilin ışığından istifâde ederek gömleğimi yamadım da kalbim dağıldıkça dağıldı ve dikişleri sökünceye kadar kalbimi toparlayamadım."

Mâlik bin Dinâr şöyle anlatır: Birgün Râbia'nın yanına gittim. Abdestini almış, kalan sudan bir kaç yudum da içmişti. Dikkat ettim, testinin bir tarafı kırıktı ve çok eski bir hasırda oturuyordu. Kerpiçten bir de yastığı vardı. Bunları görünce çok üzüldüm, içim yandı ve; "Ey Râbia! Zengin arkadaşlarım var. Kabûl edersen sana onlardan bir şeyler alayım" dedim. Bana dönerek; "Yâ Mâlik! Bana da, onlara da rızkı veren Allahü teâlâdır. O, fakirleri fakir olduğu için unutup, zenginleri de zengin olduğu için hatırlıyor ve yardım mı ediyor sanıyorsun?" dedi. Ben de "Hayır, hiç öyle olur mu?" dedim. Bunun üzerine "Mâdem ki Rabbim benim hâlimi biliyor, benim hatırlatmama ne lüzum var. O, öyle istiyor, biz de O'nun istediğini istiyoruz" diye cevâp verdi.

Râbia-tül Adeviyye, "Niye evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
"Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı garanti ederseniz, o zaman evlenirim. Birincisi, (Acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?) İkincisi, (Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol tarafımdan mı verecekler?) Üçüncüsü, (Herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım?)" dedi. O kimseler; "Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz" dediler. "O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim?" buyurdu.

Bir gün ikindi vakti yanına bir misâfir geldi. Tencerede bir parça et vardı. Eti pişirip misâfire ikrâm edeyim diye düşündü. Fakat, yemeği hazırlamak için de misâfirin yanından ayrılamadı. Nihâyet akşam vakti oldu. Namazlarını kıldılar. Kendisi de, misâfiri de oruçlu idiler. Nihâyet evde bulunan bir kuru ekmek ve bir mikdar suyu misâfire ikrâm için hazırladı. Sonra, etin bulunduğu tencerenin Allahü teâlânın izni ile kaynadığını ve yemeğin çok güzel piştiğini gördü. Misâfire ikrâm ile iftarı birlikte yaptılar. Misâfir; "Hayâtımda bu kadar lezzetli bir yemek yemedim." deyince, Râbia-tül Adeviyye; "Her hâlinde Allahü teâlâyı hatırlıyan ve sâdece O'nun rızâsını istiyenlere işte böyle yemek pişirirler." buyurdu.
Râbia-tül Adeviyye'nin hacca gitmek arzusu çoğaldı. Bir kâfileye katılarak yola çıktı. Yolda merkebi ölünce kâfiledekiler; "Eşyâlarınızı bizim hayvana yükleyelim" dediler. Onlara;
"Ben Allahü teâlâya tevekkül ederek yola çıktım. Siz yolunuza devâm ediniz, ben yavaş yavaş gelirim" dedi ve kervan yoluna devâm etti. "Yâ Rabbî! Çok âciz olduğumu görüp, biliyorsun. Beni evine dâvet ettin ama bineğim yarı yolda öldü. Koca çölde yalnız kaldım. Durumu sana havâle ettim." diyerek eşyâlarını yüklendi. Onun bu yalvarışından sonra Allahü teâlâ merkebi diriltti. Hazret-i Râbia buna çok sevindi.

Bir gün, Râbia-iAdviyye'ye yemek yapmak istediler, fakat soğan yoktu.Komşudan alalım dediler. O da;
"Kırk senedir, Allahü teâlâdan başkasından bir şey istememek üzere söz verdim. Zararı yok soğansız olsun." buyurdu. Sözünü yeni bitirmişti ki, bir kuş ayaklarındaki soğanları oraya bırakıp gitti. Bunu gören hazret-i Râbia; "Bu ilâhî bir imtihandır, Allahü teâlânın azâbından emin değilim, korkuyorum!" deyip, yemek yerine kuru ekmeği yedi.
Bir gün, Hasan-ı Basrî hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. O sırada evin damında bulunan Hasan-ı Basrî, Allahü teâlânın muhabbetinden pek çok ağlamış, göz yaşlarını rüzgâr, aşağıdan geçmekte olan Râbia-tül Adeviyyenin yüzüne düşürmüştü. Damlanın nereden geldiğini araştırıp, yukarıda ağlamakta olan Hasan-ı Basrî'yi görünce;
"Ey Hasan! Sakın gözyaşların nefsinin arzusuyla akmış olmasın! Bu gözyaşlarını içinde muhafaza et ki, içerde bir derya olsun. Allahü teâlânın muhabbeti ile kaynasın" dedi.
Bir defâsında kendisini sevenler ziyârete gelmişlerdi. Evde, odayı aydınlatacak bir kandil yoktu. Gelenlere ise ışık lâzımdı. Râbia-tül Adeviyye hazretleri parmaklarına üfledi. Bunun üzerine Allahü teâlânın izniyle sabaha kadar parmaklarından ışık yayıldı ve oda aydınlandı.
Bir kimse, kendisine, cebinden çıkardığı parayı vermek istedi. Hazret-i Râbia elini havaya doğru uzâttı. Avucu altınla dolu olduğu halde o kimseye; "Sen cebinden alıyorsun, bana böyle veriyorlar." dedi.
Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yimek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi.Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: "Ekmekler yirmi olsa gerektir." Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular. "Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin."Cevâbında şöyle buyurdu: "Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde
(En'âm sûresi 160. ayet-i kerîmesinde) bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim."

Bir defâsında namaz kılarken gözüne bir kamış saplandı. Kalb huzûru ve Allahü teâlânın muhabbetinin her tarafını kaplamış olması hâli o kadar fazla idi ki, namazda bunu hiç farketmedi. Namaz bitince oradakilere; "Gözüme bir bakın. Gâlibâ gözüme bir şey girmiş" dedi. Baktılar kamış parçası gözüne saplanmıştı. Güçlükle çıkardılar.
Hasan-ı Basrî hazretleri suâl edip: "Ey Râbia, yokluğu nerede buldun?" dedi. Cevâbında; "Kendimi Hak teâlâya teslim ve işlerimi O'na havâle ettim." buyurdu. Yine Hazret-i Hasan suâl edip; "Ey Râbia! Hak teâlâ aşkına sana ihsân olunan ilim ve amelden bana bir harf öğret" dedikte, cevâbında: "Ey Hasan, câriyelikten kurtulalı beri iplik eğirip satarım, geçimimi temin ederim. Lâkin hiç bir zaman iki akçeyi bir elime almadım. İkisi bir yere gelir de beni Hak teâlânın yolundan ve mârifetullahtan alıkoyar diye korktum." buyurdu.
Birinin; "Yâ Rabbî, bana rahmet kapısını aç!" diye duâ ettiğini işitince, Rabiâ-i Adviyye; "Ey câhil, Allahü teâlânın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açık ise de giriş kapısı olan kalbler, herkeste açık değildir. Bunun açılması için duâ edilmelidir." dedi.
Kendisine, Hasan-ı Basrî hazretlerinin; "Cennet'te, Allahü teâlâyı görmekten bir an mahrum olursam öyle ağlayıp, feryâd edeceğim ki, bütün Cennet ehli bana acıyacak." dediğini naklettiklerinde; "Bu çok güzeldir. Lâkin, eğer dünyâda, Allahü teâlâdan bir an gâfil olduysa ve bu gafletinden dolayı aynen bildirdiği üzüntü, ağlamak ve inlemek meydana geldiyse âhirette de dediği gibi olacaktır. Aksi halde olmayacaktır." buyurdu.

Râbia-tül Adeviyye bir gece;
"Yâ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim bütün dünyâdaki arzum ve işim, seni yâdetmek, âhirette de Cemâl-i ilâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla!" diye yalvardı.
Bir gün Râbia ağlıyordu. "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu niçin ağlıyorsun? Rabbinle yakınlığın var." dediler. Buyurdular ki: "Ayrılıktan korkuyorum, belki ölüm vaktinde (Sen bana gerekmezsin ey Râbia !) diye Allahü teâlâ hazretleri hitâb buyurursa benim hâlim nice olur? Eyvah, eyvah!" deyip ağladı.
Tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki; "Gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir bitki bitmese ve dünyâdaki bütün insanlar benim çocuğum olsa, Allahü teâlâya yemîn ederim ki onlara nasıl bakacağım düşüncesi kalbime gelmez. Çünkü, Allahü teâlâ hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır" derdi.

Bir zaman hasta olmuştu. Ziyâretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Duâ et de Allahü teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin." dediklerinde, buyurdu ki: "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırâbı çekmemi Allahü teâlâ irâde etmiştir.""Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irâdesine muhâlefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl istiyebiliyorsunuz?" dediği zaman, onlar; "Ey Râbia, peki senin arzun nasıldır?" diye sordular. O da; "Allahü teâlâ benim hakkımda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmak" buyurdu.
Bir gün kendisine sordular ki: "Ölümü arzu ediyor musun?" Buyurdu ki: "İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. Halbuki Allahü teâlâya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki, huzûruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?"
"Bu yüksek derecelere ne ile kavuştun?" dediklerinde;
"Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu istemekle" buyurdu.
Râbia-tül Adeviyye devâmlı inlerdi ve onu hep dertli bir hâlde görürlerdi.Yakınları; "Hiç bir hastalığınız yok, ağlayıp sızlanmanıza, yakınmanıza sebep nedir?" dediler. O da; "Benim gönlümde öyle bir dert var ki, tabibler tedâvisinde âciz kaldılar. Yaramın merhemi Allahü teâlâya vuslattır (kavuşmaktır). Böyle yanıp yakılıyorum ki, belki maksadıma kavuşurum. Bu benim yaptığım ise, bu işte en az olanıdır" diye cevâp verdi.

Yaşı sekseni bulmuştu. Yolda yaşlılığın tesiriyle yürümekte güçlük çekerdi. Öyle ki görenler, ha düştü, ha düşecek zannederlerdi. Böyle olmakla beraber kimsenin yardımını kabûl etmezdi. Vefâtı yaklaşınca yakınlarından Abede bintiŞevvâl adında bir hâtunu yanına çağırdı. Her zaman yanında taşıdığı kefeni göstererek; "Vefât ettiğim zaman beni bu beze sar ve defnet." diye vasiyet etti.
Vefât etmeden önce hasta yatağının başucunda bekleyen sevdiklerine; "Kalkınız, burayı boşaltıp, yalnız bırakınız. Allahü teâlânın melekleriyle başbaşa kalayım" deyince, oradakiler odayı boşalttılar. Kapıyı örttüler. İçerden meâlen şu âyet-i kerîmenin okunduğu işitiliyordu: "Ey mutmainne nefs, râzı olmuş ve râzı olunmuş olarak Rabbine dön! Has kullarımın arasına katıl ve Cennetime gir."(Fecr sûresi: 89) Aradan biraz zaman geçti ses kesilmişti. İçeri girdiklerinde vefât ettiğini gördüler. Vefâtından sonra Abede binti Şevvâl vasiyyetini yerine getirdi. Tur Dağı üzerine defnedildi.

Abede binti Şevvâl şöyle anlatmıştır: "Râbia'yı vefatından bir sene sonra rüyâda gördüm. Yeşil elbiseler giymiş, başında da yeşil bir örtüsü vardı. Ben; "Seni sardığım kefenine ne oldu?" dedim. "Allahü teâlâ onları çıkardı ve bana bunları verdi." dedi.
Vefâtından sonra kendisini rüyâda görenler; "Münker ve Nekir melekleri ile aranızda ne gibi bir şey oldu?" diye sordular.
"O iki heybetli melek gelip de bana Men rabbüke (= Rabbin kim?) suâlini sorunca, onlara dedim ki, ey melekler! Hemen geri gidip Rabbime şöyle arzediniz: (Ey Allah'ım! Dünyâda bunca halk arasında, ihtiyar bir kadıncağızı unutmadın. Ben, seni hiç unutur muyum?)"
Nakledildiğine göre Muhammed bin Eslem Tûsî ile Nu'mân Tûsî, Râbia-tül Adeviyye'nin kabri başına gelip; "Hâlin nasıldır?" diye sordular. Allahü teâlânın izni ile şöyle cevâp verdi: "Allahü teâlâ bana çok nîmet ihsân etti. Nîmetler içindeyim elhamdülillah."

Bessâr bin Gâlib en-Necrânî diyor ki: "Râbia-tül Adeviyye için vefâtından sonra hep duâ ederdim. Bir defasında onu rüyâmda gördüm. Bana; "Hediyelerin nûrdan mendil içinde ve nûrla kaplanmış tabaklarla bize sunulmaktadır." dedi. "Bu nasıl oluyor?" dedim. "Hayatta olan müminler ölüler için duâ ettiklerinde, ipek mendiller içinde nûrdan tabaklara konup, ölüye götürülür ve (Bu, sana filân dostunun hediyesidir) denilir" buyurdu.

"Yâ Rabbî, dünyâda, bana neyi takdir etmiş isen onların hepsini düşmanlarına ver. Âhirette benim için hangi nîmetleri ihsân etmeyi takdir etmiş isen onları da dostlarına ver. Ben sâdece seni istiyorum."
"Yâ Rabbî, eğer sana ibâdet etmem Cehennem korkusu ile ise beni Cehennem'e at. Eğer Cennet'e girmek ümidi ile ibâdet ediyor isem, Cennet'ini yasak eyle. Eğer sırf, senin rızân için ibâdet ediyor isem, bâkî olanCemâlin ile müşerref eyle."

Çok defâ şöyle derdi: "İstiğfâr etmekle kurtulduk sanırız... Halbuki o istiğfârımız da, bir başka istiğfâra muhtaçtır."
Allahü teâlânın muhabbeti ile çok ağlar, hep mahzûn olarak yaşardı.Cehennem lafzını duyunca, onun dehşeti ile kendinden geçerek bayılıp düşerdi.
"Bir kulun Allahü teâlânın takdirine râzı olup olmadığı nasıl bilinir?" diye sordular. "Gelen nîmetlerden zevk aldığı gibi, gelen musîbetlerden de zevk aldığı zaman." buyurdu.
Bir kimse; "Yâ Rabbî! Benden râzı ol!" dedi. Bunu gören hazret-i Râbia; "Kendisinden râzı olmadığın (Kazâ ve kaderine rızâ göstermediğin) bir zâtın, senden râzı olmasını istemeğe utanmıyor musun?" dedi.
Kendisine sordular ki: "İnsanı Allahü teâlâya yaklaştıran en üstün şey nedir?" "Muhabbet sâhibi olan kişi, muhabbetinde öyle sâdık olmalı ki, gönlünde O'nun için olmıyan hiç bir sevgi bulunmamalı." buyurdu.
"İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."
"Sabır insan olsaydı çok kerîm olurdu."
"Mârifetin alâmeti, her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."
"Kul Allahü teâlânın sevgisini tattığı zaman, Allah o kulunun kusurlarını kendisine gösterir. Böylece o, başkalarının kusurlarını göremez olur."


BENİ KENDİNLE MEŞGÛL EYLE:

Hazret-i Râbia, çok oruç tutardı.Bir defâsında bir hafta hiç yiyecek bulamadı. Sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi. Nefsine eziyet ettiğini düşünürken birisi kapıyı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, o da yemeği alıp, yere koydu. Mum getirmeğe gitti, gelince bir kedinin yemeğini dökmüş olduğunu gördü. Su bardağını almaya gitti. Mum söndü. Su içmek isterken bardak düşüp kırıldı. O da; "Yâ Rabbî! Bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat âcizliğimden sabredemiyorum." diyerek bir âh çekti. Bu âhtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu: "Ey Râbia, istersen dünyâ nîmetlerini üstüne saçayım. İstersen, üzerindeki dert ve belâları kaldırayım. Fakat bu dertler, belâlar ile dünyâ bir arada bulunmaz." Bu sözü işitince; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle ve senden alıkoyacak işlere bulaştırma." diye duâ etti. Bundan sonra dünyâ zevklerinden öyle kesildi ki; kıldığı namazı;"Bu benim son namazımdır." diye huşû ile kılar, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olurdu. Hattâ birisi gelip kendisini Allahü teâlâ ile meşgûliyetten alıkoyar korkusuyla; "Yâ Rabbî! Beni kendinle meşgûl eyle de, kimse senden alıkoymasın." diye duâ ederdi.

BOŞA YORULMUŞ:

Râbia-tül Adeviyye, bir gece, evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuya kaldı. Bu arada evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, çalacak bir şey bulamadı. Giderken; "Girmişken boş çıkmayayım" diyerek, Râbia hazretlerinin dışarıda giydiği örtüsünü aldı. Evden çıkarken yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı. Geri dönüp örtüyü aldığı yere bıraktı. Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu. Kapıyı bulunca tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. Fakat yine kapıyı bulamadı. Bu hâl yedi defa tekrarlandı. Yedinci defâ tekrar örtüyü eline alınca şöyle bir ses duydu: "Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yok iken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? Git, yorulma, boşuna uğraşma. O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır." Bu hâdiseden korkup dışarı fırlayan hırsız, tövbe edip bu kötü huyundan vazgeçti.


1)El-A'lâm; c.3, s.10
2) Ed-Dürr-ül Mensûr; s.202
3) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.285
4) Câmi-u-Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.10
5) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.65
6) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.39
7) Nefehât-ül-Üns; s.692
8) Keşf-ül-Mahcûb; s.253
9) Risâle-i Kuşeyrî; s.262, 290, 329, 424, 516, 531, 624
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

ResimRaBiâtü’l- Adeviyye DUÂsı
kaddesallahu sırraha

Euzubillahîmineşşeytanirracim
Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm

Yâ ilahî!
Gözler uyudu, melikler, padişahlar kapılarını kapattılar; sevgililer sevdikleriyle başbaşa kaldılar, ben ise şimdi Senin huzurunda ve emrinde ayaktayım!.

Yâ Rabbî!
Gece arkasını döndü gitti, gündüz de yüzünü verdi. Kabul ettiğini bilseydim tebrik edip, bayram ederdim. Kabul etmediğini bilseydim, kendimi bu musibetten dolayı taziye ederdim!.
Yâ Rabbî!
Azametine yemin ederim ki, bu hâlim benim için ahlâk olmuştur. Beni kapından kovsan da Senin kerem ve cömertliğine sığınır, yine kapından ayrılmam. Çünkü kalbime öylece yerleşmiştir!.

Yâ Rabbî!
Eğer ben Sana cehennem korkusu ile ibadet ediyorsam, yak beni cehenneminde!
Eğer ben Sana cennet ümidiyle ibadet ediyorsam, kov beni cennetinden!.
Ama ben Sana Senin rızan için ibadet ediyorsam, Beni Senden ayırma, ölümsüz güzelliğini esirgeme benden!..

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmûdiyyeti) ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ümmetihi... ''Resim

ÂMiN Yâ LaTîF ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ KeRîM ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ RaHiM ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ VeDûD ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ VeHHâB ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ FeTTâH ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ GaFFâR ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ SeTTâR ALLAH celle celâluhu!
ÂMiN Yâ ALLAH Yâ ALLAH Yâ ALLAH celle celâluhu!
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim HZ. RABİATü'l- ADEVİYYE

Tabiin devrinde yetişen büyük hanım evliyalardandır. Dünyaya düşkün olmaması ve ibâdetleriyle meşhur bir hanımdır. Basrada doğdu. Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen RABİA koydular. Babası çok fakir olduğundan o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Annesi çok ağlayıp mahsun olmuştu. O gece babası rüyasında Peygamberimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) gördü ve kızının büyük bir kimse olacağı müjdelenip, basra beyine bir kağıda; 'Her gece Rasulullah'a yüz salavat getirdin, dün gece unuttun,bunun için bu kağıdı getirene 400 dinar ver'diye yazıp götürmesini söyledi. Bunun üzerine babası böylece yazıp götürdü. Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip,onlara hep yardımcı olacağını söyledi. Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler.
Rabiâ-i Adeviyye biraz büyüyünce anna babası öldüler,kızkardeşleri dağıldı. Basrada kıtlık başgösterdi. O da bir ihtiyara hizmete yani köleliğe başladı öyle ki bir gece:
“Ya Rabbi, biliyorsunki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa sana ibâdetten bir an geri kalmazdım fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibâdet edemiyorum!” derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve kabul ederse ona hizmet edebileceğini söyledi. Ancak Rabiâ-i Adeviyye kabul etmeyerek onun yanından ayrıldı.

Günlerini sürekli ibâdetle geçirirdi, geceleride ibâdet ederdi. Kefenini daima yanında taşır, namazını üzerinde kılardı. Kefenini yanına almadan gezdiğini, konuştuğunu kimse görmedi. Çok oruç tutardı. Bir defasında bir hafta yiyecek bulamadı, sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi, nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı. Bir tabak yemek getirdi, mum almaya gitmiştiki döndüğünde kedinin yemeğini döktüğünü gördü. Su bardağını almaya gitti mum söndü içmek isterken bardak düştü, kırıldı. O da:
“Ya Rabbi,bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun,fakat acizliğimden sabredemiyorum!” diyerek ah çekti. Bu ahtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu. “Ey Rabiâ, istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım fakat gamımı alayım. Çünkü benim gamım ile dünya birarada bulunmaz!” Bu sözü işitince şöyle dua etti: “Ya Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma!”

Bir gece yarısı yine kalkmış Rabbiyle başbaşayken arkadan biri yaklaşmış onun minacatını dinliyor: “Allah'ım gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler. Âşık mâşuk şimdi sarmaş dolaş. Benim MÂŞUKUM SENSİN! BENDE KALKTIM SENİN YANINA GELDİM! Sana çeşitli şeyleri şefaatçi olarak arzediyorum. Benim sevgimde bir hayli derindir… İsteğim, dileğim çoktur. Aşığın mâşuktan istediği herşeyi istiyorum. Aşkımı şefaatçi değil, senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!!!!!' Dikkat ediniz bu emin bir kalbin ifadesidir. 'Allah'ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek istiyorsanız onu nekadar sevdiğinize bakın' O öyle çok öyle delicesine seviyorduki Rabbininde onu nekadar sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil Rabbinin ona olan sevgisini şefaatçi yapıyordu.

Rabiâ-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve hertürlü güzel ahlaka sahip, dünyaya değer vermeyen yani düşkün olmayan, Rabbinin rızasından başka birşey düşünmeyen, gece ve gündüzünü ona ibâdet ve tefekkürle geçiren, hayatı boyunca çok işkence ve eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbinin hayalinden başka hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır. 752'de (doğumu bilinmemektedir) Kudüs civarında vefat etmiştir. Allah bizi onun şefaatine nail eylesin. ÂMİN!.

Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer, Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur:

“Ya Rabbi (cc) şu vakitte bir çok kimse uyudu, bir çoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin!”
Sonra zikir başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı. Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü. Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok! Az önce girdiği kapı hiç bir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki: “Ey hırsız! Seven uyudu ama sevilen ayakta!”
Hırsız kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Rabiâtül Adeviyye meydanı, Mısır'da ordunun katliamı ile başlayan direnişe sahne oldu. Peki her gün yeni bir habere konu, her metrekaresine Mısırlı direnişçilerin kanı dökülen o meydanın adını nereden aldığını biliyor musunuz?

Mısır'da eylemlerin adresi olan Rabiâ dünyanın gündemine oturdu.
Peki bu meydana adını veren,


ResimRabiâtül- Adeviye kimdir?

Rabiâtü’l- Adeviye, Tabiin (sahabeleri görüp onların sohbetinde bulunanlara verilen isim) devrinde yetişen büyük hanım evliyalardandır. Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen Rabiâ koydular. Rabiâtü’l- Adeviyye genç bir kızken anne ve babası öldü, kız kardeşleri dağıldı.

Basrada kıtlık baş göstermişti. O da bir ihtiyara hizmet etmeye başladı. Bir gece:
Ya Rabbi, biliyorsun ki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa sana ibâdetten bir an geri kalmazdım, fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibâdet edemiyorum! derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azâd etti.
Rabiâtü’l- Adeviyye onun yanından ayrıldı. Bundan sonraki ömrünü ilim ve ibâdet ile geçirdi. Günlerini sürekli ibâdetle geçirirdi, geceleri de ibâdet ederdi. Kefenini daima yanında taşır, namazını üzerinde kılardı. Kefenini yanına almadan gezdiğini, konuştuğunu kimse görmedi.
İlk dönem sufi şairleri arasından en önemli isimlerden biri olan Rabiâ'nın İlahi aşk öğretisi kendisinden sonraki sufileri de önemli ölçüde etkilemiştir.

Rabiâ yaşadıkları ve yaşadıklarına karşı dik ve hak duruşu sebebiyle
"dişi aslan" olarak anılır.
Zamanın şeyhleri ve mürşitleri Rabiâtül Adeviyye'yi ziyaret eder sohbet meclisleri oluştururlardı. Rabiâtü’l- Adeviyye son derece tevekkül, sabır ve her türlü güzel ahlaka sahip, dünyaya değer vermeyen, Rabbinin rızasından başka bir şey düşünmeyen, gece ve gündüzünü ibâdet ve tefekkürle geçiren, hayatı boyunca çok işkence ve eziyet görmesine rağmen sabreden, bir evliya olarak anılır.
Rabiâtü’l- Adeviye 752'de Kudüs civarında vefat etmiştir.

Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer
Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur:

"Ya Rabbim ALLAH celle celâluhu, şu vakitte bir çok kimse uyudu, bir çoğu sevdiğine gitti,bende sana geldim,çünkü benim sevdiğim sensin!
Sonra zikire başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı.
Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü.
Ama bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü.
Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktıki kapı yok! Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı.
Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu.
Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu!
Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dediki:
“Ey hırsız ! SEVen uyudu ama SEVilen ayakta!”
Hırsız kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.
Birgün Hz. Rabiâ'nın bir elinde ateş, diğer elinde su taşıyarak koşa koşa gittiğini arkadaşları görmüşler yaklaşarak sormuşlar:
“Nereye gidiyorsun ve ne yapmak istiyorsun?”
cevâp vermişti: Gökyüzüne gidiyorum ateşi Cennete atacağım, suyu Cehenneme dökeceğim. Ta ki ikiside ortadan kalksın da asıl maksad belli olsun!. Kullar da ALLAH celle celâluhuya ümitsiz ve korkusuz baksınlar. Bir mükafat ummadan bir cezadan korkmadan O'na ibâdet etsinler."
İlahî! Cehennemden korkarak sana ibâdet ettimse beni Cehennemde yak!.
İlahî! Cennete tamah ederek ibâdet ettimse Cennetini bana haram kıl!
İlahî! Yalnız sana ve yalnız senin için ibâdet ettimse beni “Cemâl”ini görmekten mahrum etme!. Âminn!..
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

ResimRabiâtül- Adeviye ANNemİZ kaddesallahu sırraha..

Rabiâ-i Adeviyye kaddesallahu sırraha, İslamın velî hanımlarından biridir. Basra’da büyüyüp, Kudüs’te 135 tarihinde (Miladi 752) vefat etmiştir. Rabiâ-i Adeviyye, Basra’da dindar bir babanın fakir çocuğu olarak doğmuş, baliğ olmadan vefat eden anne-babasından sonra da, fakirlik ve öksüzlük mihneti altında yalnız bir hayata mecbur kalmıştır.
Allah âdildir. Bir yandan alırsa, diğer yandan verir. Bu yokluk ve mahrumiyet, kendini Allah’a veren Rabiâ’da mânevi duyguların inkişafına sebep olmuş; iç âlemine dönen Rabiâ, kısa zamanda günün, büyük velîlerinden Süfyân-ı Sevrî, Hasan-ı Basrî gibi zâtların da gıbta ve takdirlerine lâyık hâle gelmiştir.
Kulübeciğinin içinde serili bir hasır, köşesinde ise içi hurma yaprağı ile dolu bir minderciğinden ibaret ev döşemesi, onu hiçbir zaman üzmemiş, bilâkis huzur verip vecd almasına sebep olmuştur.
Nitekim kendisini ziyarete gelen Süfyân-i Sevrî:
“Yâ Rabiâ, arzu ederseniz yakınlarınız size yardım ederler. Bulunduğunuz bu mütevâzı döşemeyi değiştirir, hâlinize bir çekidüzen verebilirsiniz.” yollu bir teklifte bulunmak istemiş, ancak Rabiâ’nın cevâbı kesin olmuştur: “Ben hâlimden müşteki değilim ki, onlara müracâat ihtiyacını duyayım. Hattâ içinde bulunduğum hâlden, Bütün Dünya Elinde Olan’a dahi müracaat etmedim. Nerede kaldı ki, o dünyanın zerresine sahip olan âciz insanlara rica edeyim!”

Tarihlerin kaydettiklerine göre, Rabiâ’da bir tek ölçü vardı. O da şu fanî ömrün, İslâm’a en uygun şekilde yaşanıp yaşanmaması idi. Şayet, dinî emirlere tıpatıp uyan bir hayat yaşanıyorsa, onun nazarında işte bu hayat gayesini bulmuş, hedefine ermişti. İsterse o hayat, hasır üstünde geçsin, isterse hasır dahi bulamasın da toprak üstünde devâm etsin!..
Bundandır ki, Basralı zenginlerden olan Süleyman Haşimî kendisine bir mektup yazıp, kazancını ve ileride daha da çoğalacak servetini izah ettikten sonra:
“Bütün bunlar senin emrine âmâdedir. Yeter ki, beni kabul eyle, nikâhım altına girmeye razı ol.” deyince, Rabiâ’nın cevâbı sert olmuştur: “Kazancınla mağrur olup, ona güvenme. Bunlar köpük gibidirler. Ne ölüme mâni' olurlar, ne de başına gelecek bir takdire. Sen yarın varacağın İlâhî huzurda sana lâzım olana bak, onunla teselli ol. Bir de sakın ben ölürken vasiyet ederim de bu servetimle arkamdan hayır işlerler, diye bir vesveseye de aldanma. Sen kendin kendine vâsi ol, servetini kendi elinde İslâmî hizmete harca, ölmeden vasiyetini kendin yerine getir. Şunu da unutma ki, emrime âmâde edeceğini yazdığın şey, gönlüme ağırlık, kalbime karanlık verir. Benim için cazib birşey olmaktan çoktan uzaklaşmıştır onlar!.”
Rabiâ Anne, vefâtından önceki günlerde babasına sık sık şöyle hatırlatma yapardı:
“BABACIğIM, BİZİ HARAMLA BESLEMEKTEN KORK!. BEN DÜNYADA AÇ KALMAYA SABREDEBİLİRİM. AMA CEHENNEM ATEŞİNDE YANMAYA DAYANAMAM!.”

Hanımlar, ziyâretine gelirler, nasihat isterlerdi. Söylediklerinden biri de şöyledir: “İyiliklerinizi de gizleyin. Tıpkı kötülüklerinizi gizlediğiniz gibi. İyiliklerini ilân etmek, rüzgârın karşısında un savurmak gibidir. Alıp götürür. Eliniz boşta kalır!.”
Rabiâ, bütün varlığını imana, İslâm’a bağlamış, dinî hayatın İslâmî hizmetin dışında hiçbir şeyi düşünemez, kalbine getiremez olmuştu. Bu yüzden evlenmeyi bile düşünmemişti.

Bir gün kendisine, niçin evlenmediğini sordular. Cevâbı şöyle oldu:
“Üç şey vardır ki benim bütün dünyamı dolduruyor. Evlenmeyi düşünmeye vakit bırakmıyor.” Sordular: “Nedir o üç şey?” Cevâp verdi: “Son nefesimi verirken imanla gidecek miyim? Mahşerde kitabım sağımdan mı, solumdan mı verilecek? Halk, cennetle cehennem yolunda ikiye bölününce, ben hangisinde yer alacağım.”

Bir gün namazda iken evine hırsız giren Rabiâ, namazını bitirinceye kadar hırsızın birşey bulamayıp eli boş döndüğünü anlayınca seslendi: “Ey muhtaç adam, bari ibrikteki sudan abdest alıp iki rek’at namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin...”
Hırsız şaşırmış, korkuyla karışık bir ruh hâline kapılmıştı. Hemen abdest alıp orada namaza durdu. Rabiâ bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti: “Yâ Rab, bu muhtaç, benim evimde alacak bir şey bulamadı, onu Senin kapına gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boş çevirmezsin!.”
Namazı bitiren hırsızın, tevbe, istiğfar etmeye başladığını duyunca, bu defa da şöyle yalvardı: “Yâ Rab, bu adam kapında birkaç dakika bekledi, hemen kabul ettin; ama bu âciz, bütün ömür boyu kapındayım, hâlâ böyle kabul edilemedim!” Kalbine doğan ses şöyleydi: Üzülme, onu senin hürmetine kabul ettik!.
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

ResimRabiâtül- Adeviyye ANNemİZ kaddesallahu sırraha..

Bir sohbetlerinde Hasan-ı Basrî (kaddesallahu sırrahu) Nasıl ki erkeklerin aslanları varsa, dişi aslanlar da vardır dedi. “Kimdir bu dişi aslan?” diye sorulunca, o da dişi aslanın Rabiâtül- Adeviyye olduğunu söyledi.

Bunun üzerine, zamanın şeyhleri ve mürşid’leri Rabiâtü’l- Adeviyyenin evine ziyarete geldiler. Rabiâtü’l- Adeviyyenin evi o kadar mütevâzı idi ki, dünyalık birkaç parça eşyadan başka hiç bir şey yoktu. Evinde ışık dahi bulunmamakta, karanlık bir yerdi. Gelen ziyaretçiler, Rabiâ anamızı tebrik edip, bu makama nasıl geldiğini soracaklardı. Hasan-ı Basrî o karanlıkta: -“Sen sağa, sen sola, sen de buraya otur diyerek, herkesi yarım ay şeklinde topladı. Bundan sonra:


إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh (fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm (azîmun).: Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.”
(Teğâbün 64/15)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an zikrillâh (zikrillâhi), ve men yef'al zâlike fe ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne): Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.”
(Münâfikûn 63/9)

âyetlerini okuyarak sohbete başladı. Çeşitli âyet ve hadislerle ALLAH’ı (celle celâluhu) sevmenin yollarını anlattı. Daha sonra sözü Rabiâ anamıza bıraktı. O mübârek kadın da: “Herkes sevdiğinden bahseder. Ben ALLAH-ü Teâlâ Hazretlerini öyle seviyorum ki Muhammedil- Mustafaya dahi kalbimde yer kalmadı” deyince, orada bulunanların hepsi “ALLAH!” diye hayıflanıp ağlamaya başladılar.

Rabiâtü’l- Adeviyye (kaddesallahu sırraha)’ın sözlerinden anladığımız O’nun hem Rasulullah’ta hem de ALLAH-ü Teâlâ da fâni olduğudur.

Hasan-ı Basrî, kadınları irşad edecek, onlara ALLAH ve Resulü’nü sevdirecek bir insanla hayatına devâm etmek istiyordu. Bu sebeple Rabiâtü’l- Adeviyye ile evlenmek istedi. Onunla görüşmeleri için aracılar yolladı.
Rabiâtü’l- Adeviyye bu teklifi duyunca:
Ben dokuz nefsime sahib oldum da, O bir nefisine sahip olamadı mı? Hayır, istemiyorum! deyip aracıları geri yolladı.

Cevâbı duyan Hasan-ı Basrî Hazretleri:
Eyvah! Teklifimi nefsanî zannetmiş, yanlış anlaşılmışım! deyip, bizzât kendisi yanına gitti.
Ona:
Yâ Rabiâ! Biz seni burada mahcup gördük. Seni ALLAH için nikâhlayıp, hâneme götürmek istedim. Tüm mü’minlerin senden ve senin ilminden istifade etmesini arzuladım deyince.

Rabiâtü’l- Adeviyye:
“Eğer benim son nefesimde imanla gideceğime, kabrimde suallere cevâp verebileceğime, sırat köprüsünden geçebileceğime dair bir ruhsat,bir imza verebilirsen, hemen kıyalım nikâhımızı!” dedi.
Bunun üzerine Hasan-ı Basrî Hazretleri:
Katiyen böyle bir şey yapamam! deyip ağlayarak evine gitti.
Bu olaydan kısa bir süre sonra Rabiâtü’l- Adeviyye vefat etti. O’nun tabiri ile: “Âşık, mâşukuna kavuştu”
O sıralarda Selman-ı Farisi (radiyallahu anhu) Hazretleri 129 yaşında olduğu halde, Kufe şehrine Hasan-ı Basrî Hazretleri ile görüşmeye geldi. Ona ALLAH-ü Teâlâ’da fâni olmanın formüllerini gösterdi. Böylece Hasan-ı Basrî Hazretleri, Seyr-i Sülûk’unu tamamladı. Kemâle erip, Efendimizin varisi yani Varis-i Nebi oldu.
Bir gün Rabiâtü’l- Adeviyyenin (radiyallahu anha) kabrinin başına gelerek:
Ah Rabiâ ah! Öyle ruhsatlar varmış ki; eğer şimdi benden o ruhsatları isteseydin; İman ile gitmene, Kabir suallerine yardımcı olacağıma, Sırat köprüsünden geçeceğine, Amel defterinin sağdan verileceğine, Livaü’l-Hamd sancağına gideceğine dair, değil imza, mühür basarım! der.

Bir gün iki kişi, Râbia-tül Adeviyye'yi (radiyallahu anha)ziyârete geldiler. İkisi de açtı. "Yemeği helâldir" diye içlerinden yemek yemek geçti. O anda kapıya biri gelerek, Allah rızâsı için bir şeyler istedi. Râbia hazretleri evdeki iki ekmeğini buna verdi. Gelen sevinerek gitti. Bir saat kadar sonra bir kişi kucağında bir yığın ekmekle geldi. Râbia hazretleri ekmekleri saydı. On sekiz ekmek vardı. Dedi ki: “Ekmekler yirmi olsa gerektir.”
Ekmeği getiren, ikisini saklamıştı. Çıkarıp iki ekmeği de verdi. Oradakiler hayretle sordular: “Bu ne sırdır? Biz senin ekmeğini yemeye gelmiştik. Önümüze koyacağın ekmekleri kapıya gelene verdin. Ardından ekmek geldi. Eksik olduğunu söyledin!”

Cevâbında şöyle buyurdu: “Siz ikiniz gelince karnınızın aç olduğunu anladım. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelene verdim. Allahü Teâlâdan bu ekmeklerin misâfirlerin karnını doyuramayacağını, bunun için bir yerine on vermesini istedim. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde bire on vereceğini bildiriyor. Ben O'nun bu vâdine güvendim. İki ekmek yerine yirmi ekmek geleceğini bildiğim için de ekmeklerin noksan olduğunu söyledim!”


مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى إِلاَّ مِثْلَهَا وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---“Men câe bi’l- haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne): Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.”
(En'âm 6/160)
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

ResimRabiâtül- Adeviyye ANNemİZ kaddesallahu sırraha..

Çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde onu saracak bir parça bez bile bulunmaz. Gece çerağ yakacak yağları bile olmadığından anası kimseden bir şey istememeye ahdetmiş olan derviş babasına komşudan yağ istemesi için yalvarır. Dışarı çıkıp hiçbir yere uğramadan geri dönen derviş baba kapının açılmadığını söyler. O gece ağlayarak uyuyan ana, rüyasında Peygamber Efendimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) görerek O'ndan kızının ümmetten yetmiş bin kişiye şefaat edecek bir kimse olduğunu öğrenir. Ayrıca Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisine, bir tek gece salavat getirmeyi unutan Basra beyine giderek bu ihmalin bedeli olarak Rabiâ´ya dört yüz dinar vermesi gerektiğini de söylemesini ister. Bunu duyunca ağlayan Basra beyinin o günden sonra ailenin tüm ihtiyaçlarını karşıladığı söylenir. Rabiâ büyüdükten sonra ana ve babası ölür. Basra şehrinde kıtlık olur. Zalim bir kimse Rabiâ´yı esir alarak satar. Efendisi onun sürekli oruç tutup sabahlara kadar namaz kılmasına şaşırır. Bir gün Rabbine yalvarışını duyup başının üstünde duran kör kandilin odasını nasıl aydınlattığını görünce onu azad eder. Azad olan Rabiâ, vaktinin tamamını büyük bir şevkle ibâdete ayırır.

Rabiâtü’l- Adeviye´nin hac yolunda iken Rabbinden yardım dileyip Kâbe´yi yanına istediği söylenir. Rivâyete göre Allah onun bu dileğini kabul eder. O sırada bin bir güçlükle Kâbe´ye varmış olan İbrahim Edhem, Kâbe´nin ruhunun yerinde olmadığını görür ve kendisine durum malum olduğunda bir kadının Allah katında bu seviyede olmasına şaşırır. Rabiâtü’l- Adeviye´nin çağdaşı Hasan Basrî ile yaptığı konuşmalar da pek meşhurdur: Hasan Basrî Hazretleri bir gün suya seccadesini sererek Rabiâ´yı namaz kılmak için çağırır. Rabiâtü’l- Adeviye ise seccadesini hava üzerine bırakarak:
"senin ettiğini balık, benim ettiğimi de sinek ler eder; bunlar iş değil" diyerek kerâmet göstermeye önem vermediğini ortaya koyar. Bir başka rivâyette Rabiâ geyikler arasında otururken Hasan Basrî gelir. Onu görünce geyikler kaçar. Duruma üzülen Hasan Basrî sebebini sorduğunda Rabiâtü’l- Adeviye´den: "Bunların iç yağını yemişsin de ondan!" cevâbını alır.

Rabiâ´nın seviyesini anlayan Hasan Basrî ona:
"Halik´in gönlüne bıraktığı ilimden bana da bir harf öğret" diye yalvarır. Rabiâ şunu anlatır: "Birkaç kilo iplik eğirip pazarda iki akçeye sattım. Akçanın birini bir elime, diğerini öbür elime aldım. Üst üste koyarsam çift olur; beni yoldan çıkarır diye korktum. Dört akçayı üst üste koyan bu ilimden öğrenemez" diyerek fakirlik, açlık ve kanaatin bu yoldaki önemini vurgular. Rabiâtü’l- Adeviye Hazretleri: Yâ Rabbi! Senin cehenneminden korkup sana ibâdet ediyorsam, o cehenneminde beni yak, senin cennetine girmek için çalışıyorsam o cennetine de beni ebedi koyma. Senin cemâline, didarına, gurbiyyetine âşıksam ondan da beni ayırma!” buyurdu.

Rabiâtü’l- Adeviye bir gün başı ağrıyınca bir tülbenti başına sarıvermişti. Sarıvermesi ile çıkarıp atması bir olmuş. Kendi kendine:
Ey utanmaz nefsim. Rabbim yıllar boyu sağlık, afiyet verdi. Bir günden bir güne bu sağlığını belirtecek bir zünnarı başına sarmamışken, bir defacık başın ağrıyınca başına bu zünnarı bağlayıp, dünya âleme ilan etmeye haya etmiyormusun! diye nefsine öfkelenivermiş. Rabiâ’dır o… kitaplarda Rabiâtü’l- Adeviyye… Tanıyanların gönlünde parıltılı bir yerin sahibi, Rabbim'in hanım âşıklarından Rabiâ… Ömrünün her gecesine; uyku vakti geldiğinde, fakir kulübeciğinin bir köşesinde serdiği seccadeyle başlayan, Rabiâ… Her gece insanlar yataklarına çekilirken, Rabiâ, seccadesini usulca serip fısıltıyla seslenir: Allah’ım! Şu dakikalarda bütün sevenler sevdiklerinin yanına gidiyorlar, bende sana geldim…
Ve sonra, ömrünün her gecesi Rabiâ’nın, o seccade üzerinde tan ağarıncaya kadar bir destan yazılmaya başlanır. Gözyaşlarıyla yıkanan, dua, Kur’ ân, rükû ve secde ile taçlanan bir destan... Ömrünün her gecesi böyle geçer Rabiâ Sultanın... Bu gecelerden biri henüz yeni bitmiş, sabah namazı da kılınmış maddi olarak yorgun ve halsiz vücut uykuya emanet edilmişti ki; “Hırsız” denilenlerden zavallı bir kem talih ise, kapının kilidini sessizce kırıp, kulübecikten içeri süzülmüştür. İlkin gözü, köşede uyumakta olan yaşlı Rabiâ’ya kayar fakat ilgilenmez... Sonra kulübeyi gözden geçirir. Canı sıkılır. Yanlış yere girmiştir. Çünkü para eder cinsten hiçbir şey yoktur burada... Hırsızın canı sıkılsa da: ”eli boş çıkmayalım” düşüncesiyle kap kacak cinsinden bir şeyleri çuvala koyup kapıya yönelir. Hırsızı bir şok beklemektedir... Kapı yerinde yoktur... Ufacık bir kulübe ve az önce içinden süzüldüğü tek kapı. Fakat yerinde yoktur işte... Fal taşı gibi açar gözlerini hırsız, dört duvarı tek tek gözden geçirir, elleriyle de yoklar. Fakat karşısında duran dört adet duvardır. Tam o esnada olup bitenden habersiz Rabiâ Sultan, hasır yatağının üzerinde uyumaktadır. Bu dünyanın dışında uzanan bir tecelliye karşı karşıya bulunduğunu anlayan hırsız, büyük bir utançla ve şaşkınlıkla soğuk terler boşalırken anlından çuvaldakileri çıkarır. Yatığına da tövbe eder. Kapı karşısında belirmiştir. Sevinir tekrar heveslenir “Kap kacak “ yeniden çuvala doldurulur. Başını kaldırır, gözleri kararır. İşte kapı yine yok... Bu kedi-fare oyunu birkaç kez tekrarlanır. Ve sonuçta kesin olarak anlar ki, kendisi o çaldıklarıyla bu kapıdan çıkamayacaktır... Ve Rabiâ Sultan hala uyumaktadır. Hırsız, bambaşka bir manevî iklime doğru, adım atmakta olduğunu hissederek, samimi bir tövbeyle çuvalı boşaltır. Bu olay “hırsızlık kariyerine de” son vermiştir. Amacı artık kapıyı Hak dostuna sonsuz tövbe, af yoluna sığınarak Rahmet-i Rahmana açmaktı... Hırsız olarak girdiği Rabiâ kulübesinden bir mü’min olarak çıkmaktadır. Fakat daha göreceği, duyacağı şeyler kalmıştır, geriye... Tam kapının eşiğinden geçerken... Dört duvarın dördü birden dile gelir, konuşur... Yeni tövbekâr duydukları karşısında inler... Sarsılır… SEVEN UYUDU AMA SEVİLEN HEP AYAKTA!
Rabiâ Sultan hâlâ hasır yatağında, uyumakta... Hürmetlerimle.



Gülden BULUT.
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Resim---Rahîmiyyet Ravzamız Kadınlara ve RahmÂNiyyet Zincirimiz çocuklara her zaman ve kesinlikle şefkatin timsâli olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in vedâ haccı sırasında, kafiledeki develerinin yürüyüşünü ezgileriyle diri tutan bir hizmetkârı vardı. Adı Ençeşeydi, sesi çok güzeldi. Ençeşe bazı ezgiler okumuş develeri iyice hızlandırmıştı. Develer ezgiye göre hızlanıp yavaşlıyorlardı. Kervandaki kadınların ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem eşlerinin güc yetirmeyeceği şekilde develerin hızlı gittiğini gören Efendimiz Ençeşe’ye seslendi:
يا أنجشة رويدك سوقك بالقوارير
Yavaş ol ey Enceşe! cam eşyaları (kristalle kadınları kastediyorlardı) kıracaksın!”
(Buharî (8/44,46,55) Müslim(fazâil 70)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bakışıyla kadın bir billur, bir kristal, bir pırlantadır. Asla şiddet görecek, ezilecek, dövülecek, şeytanî şehvet malı ve âleti değildir, tam tersine Şehâdet şehrimizdir ki Anamız ve EŞİmizdir....

İslam dininde erkek kadın eşitliği değil, apayrı görev ve sorumlulukları vardır. Ve her nefis KULLUK İmtihanındadır.
Çünkü İslam Dini temelde yükseklik alçalığa değil “MuhaMMedî-ReSÛLî SEVİYE”ye dayanır.. Her nefsin KuLLuk İmtihanı Hayyatı kaybı-kazancı kendi sorumluluğundadır ve de Yaratanın rehinidir..:

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Resim---Ve en leyse li’l- insâni illâ mâ seâ.: Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/ 39)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
Resim---Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).: Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar). " (Müddesir 74/38)

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim---Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).: Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltip hesaba çekileceksiniz) " (Kıyâmet 75/2)

Şefkat ve şefâat Peygamberi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Nefesinden-SESinden ALLAH celle celâluhu keLÂMuLLAHında bakınız kadın-erkek SEViYyesine:

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---İnne’l- muslimîne ve’l muslimâti ve’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti ve’l- kânitîne ve’l- kânitâti ve’s- sâdikîne ve’s- sâdikâti ve’s- sâbirîne ve’s- sâbirâti ve’l- hâşiîne ve’l- hâşiâti ve’l- mutesaddikîne ve’l- mutesaddikâti ve’s- sâimîne ve’s- sâimâti ve’l- hâfızîne furûcehum ve’l- hâfızâti vez zâkirînallâhe kesîren vez zâkirâti eaddallâhu lehum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).: Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokca zikreden erkekler ve (Allah'ı çokca) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzâb 33/35)

وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d (ba’dın). Lir ricâli nasîbun mimmâktesebû ve lin nisâi nasîbun mimmâktesebn (mimmektesebne). Ves’elûllâhe min fadlihî. İnnallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir.” (Nisâ 4/32)

Şu anda da ne acı ki, karanlıklara gömülen kadına ancak İslam Dini Hakkça ve İnsanca ANA, Bacı, Kız, EŞ ve Gelin kıymeti ve değeri vermiştir.
Ömer radiyallahu anhu: “Doğrusu biz Cahiliye devrinde kadınlara hiç önem vermezdik. Nihayet İslam’ın gelişiyle kadınlar hakkında ayetler indirilmiş ve birçok haklar tanınmıştır”buyurmuştur. (İslam Ansiklopedisi, 24 / 91)

Şimdi hacca gittiğimizde gördüğümüz Arapların kadına muamelesi ile, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin kadınları nasıl hayatın içine soktuğu, mescid, düğün, bayram ve eğlencelere iştirak ettiririp ettiği açıkça ortadır
Aişe radiyallahu anha ANAmızın Medine’de bir bayram günü Sudanlılar tarafından yapılan gösteriyi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin omuzlarına asılarak izlediği gün gibi ortadadır. (İslam Ansiklopedisi. 4/ 91-92)

Kız Çocuklarını Câhilliyyet döneminin kızgın çöl kumlarında gömerek öldüren vahşileriyle günümüzün modern işkence cenderelerinde sıkıp suyunu çıkarıp çılgın bir çığlık halinde başıboş bırakan, şehvet için yaratılmış gören, insan değeri bile vermeyen alçalttıkça alçaltan ve sonunda;
ANAsız, Bacısız, Kızsız, EŞsiz ve Gelinsiz kalan zavallı sözüm ona erkek milleti elini vicdanına koyup Kur'ân-ı Kerimmize iyi bakmalı ve unutmamalı ki;
ÖLüm ÖLdürelemez, Kabir Kapısı kapatılamaz ve bir gün bunun hesabını küllî Şeyi var edene vercektir:

وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ
Resim---''Ve ize’l- mev’udetu suilet.: Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:” (Tekvîr 81/8)
el mev'ûdetu: diri olarak toprağa gömülen kız çocuğu.

بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ
Resim---Bi eyyi zenbin kutilet.: "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvîr 81/9)



وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالأُنثَى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).: Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle taşarak yüzü simsiyah kesilir.” (Nahl 16/ 58)

يَتَوَارَى مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ عَلَى هُونٍ أَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلاَ سَاء مَا يَحْكُمُونَ
Resim---''Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşire bih(bihî), e yumsikuhu alâ hûnin em yedussuhu fît turâb(turâbi), e lâ sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).: Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?(Nahl 16/ 59)

أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُم بِالْبَنِينَ
Resim---''Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn(benîne).: Yoksa O, yarattıklarından kızları (kendine) edindi ve erkekleri size mi ayırdı?(Zuhrûf 43/16)

وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُم بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---''Ve izâ buşşire ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).: Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur.(Zuhrûf 43/17)

Kızları Allah’tan, oğulları kendilerinden saydıkları için kız çocuğunun doğum haberine üzülür ve sinirlenirlerdi. Sonra da kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kadın ve kızlar onur kırıcı bir biçimde eğlence âleti gibi görülerek aşağılanıyordu. Kızı olan baba bundan utanıyordu.

أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ
Resim---''Em le hul benâtu ve le kumul benûn(benûne).: Yoksa kızlar O'nun da, erkek çocuklar sizin mi?(Tûr 52/39)

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---Lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâuz zukûr(zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder.(Şurâ 42/49)

أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ
Resim---Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ(inâsen), ve yec’alu men yeşâu akîmâ(akîmen), innehu alîmun kadîr(kadîrun).: Veya erkekler ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini kısır bırakır. Gerçekten O, bilendir, güç yetirendir.(Şurâ 42/50)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz kız çocuklarını bakmak büyütmek ile ilgili şöyle buyuruyor: “Kimin kız çocukları olur ve onları geçindirmede sabır ve tahammül gösterirse, o kız çocukları o kimse için cehenneme karşı siper olur”. Buyurdu.
(Buharî, Zekat.10.)

Kız çocuğu, babasının cennete girmesine vesiledir.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kimin bir kız çocuğu olur da, onu toprağa gömmez, hor görmez ve erkek çocuğunu ona tercih etmezse, Allah (cc) o kimseyi cennetine koyar”. Buyurdu.
(Ebu Davûd. Edeb. 121.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Aziz ve Yüce olan Allah, annelere saygısızlık etmeyi,, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, hak etmediğini istemeyi size haram kılmıştır. Sizin için üç şeyi de çirkin görmüştür. Dedikodu, anlamsız çok soru sormak ve malı boşa harcamak!” Buyurdu.
(Müslim, Akdiye, 12.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimse ile ben şöyle yan yana olacağız”. Buyurdu.
(Müslim, Birr. 149.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Henüz ergenlik çağına ulaşmamış, üç çocuğu ölen her müslümanı Allah (celle celâlihu), çocuklara olan rAhmed ve şefkati sebebiyle cennetine koyar”. Buyurdu.
(Buharî, Cenaiz. 6.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim üç çocuğunun geçimini sağlar, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, cennet onundur!” Buyurdu.
(Ebu Davûd. Edeb, 120-121.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim anneyi yavrusundan ayırırsa, Allah da kıyamet günü onu sevdiklerinden ayırır.” Buyurdu.
(Tirmizî, Büyü’,52.)

“Dediler ki: “Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir. Kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şâyet yavru ölü doğarsa, o zaman kadın-erkek hepsi onda ortaktır.” Allah bu değerlendirmelerinin cezâsını verecektir..” 1818


وَقَالُواْ مَا فِي بُطُونِ هَذِهِ الأَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِّذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلَى أَزْوَاجِنَا وَإِن يَكُن مَّيْتَةً فَهُمْ فِيهِ شُرَكَاء سَيَجْزِيهِمْ وَصْفَهُمْ إِنَّهُ حِكِيمٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve kâlû mâ fî butûni hazihil en’âmi hâlisatun li zukûrinâ ve muharramun alâ ezvâcinâ, ve in yekun meyteten fe hum fîhi şurakâu, se yeczîhim vasfehum, innehu hakîmun alîm(alîmun).: Bir de dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize aittir, eşlerimize ise haramdır. Eğer o, ölü doğarsa onlar da bunda ortaktırlar." Allah, (bu) düzmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, hüküm sahibi olandır, bilendir.” (En’âm 6/139)

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(tayyibeten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).: Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl 16 /97)

Bu âyeti kerimelerde görüldüğü gibi erkeklerle kadınlar arasındaki farkı kaldıran İslam, diğer yandan da kadınlara görüş belirtme ve oy verme hakkını tanımıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz onları kabul ederek kadınlara bu hakkı yüzyıllar öncesinden vermiştir.

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَن لَّا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْنِينَ وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---''Yâ eyyuhen nebiyyu izâ câekel mu'minâtu yubâyi'neke alâ en lâ yuşrikne billâhi şey'en ve lâ yesrikne ve lâ yeznîne ve lâ yaktulne evlâdehunne ve lâ ye'tîne bi buhtânin yefterînehu beyne eydîhinne ve erculihinne ve lâ ya'sîneke fî ma'rûfin fe bâyı'hunne vestagfirlehunnallâh(vestagfirlehunnallâhe) innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).: Ey Peygamber, mü'min kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp uydurmamak (gayri meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere, sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret iste! Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Mümtehine 60/12)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ilk olarak inanan, yani ilk Müslüman olan Hz. Hatice aleyhasselâm anamızdır. Yani ilk iman eden insan bir kadındır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin soyu EhL-i Beyt aleyhumusselâm, kızı Fatıma aleyhasselâm’dan devâm etmiştir
İlk İslam şehidi yine bir kadındır ki, Ammâr İbn Yâsir´in annesi Sumeyye Bint Habbât´ radiyallahu anhumdur. İlk inanan İslam’ın kadınları Mekke ve Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten kaçınmamışlardır. Askerî ve siyasî işlerde erkeklere yardımcı olmuşlardır. Hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, yaralı mücahidleri tedâvi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralıların yaralarını sarmak ve hatta yaralıları Medine’ye kadar taşımak gibi fedâkarlıklarda bulunmuşlardır. Mücahidlerin yanında onlara destek ve cesaret veren Müslüman hanımların kahramanlıkları hadislerde kaydedilmektedir.

Unutmamalıyız ki, yüce kitabımız Kur’an-i Kerim’de Nisâ (kadınlar) isminde bir sûre mevcuddur. Mümtehine sûresi (imtihan olunan kadın), Mücâdele sûresi (mücadele eden kadın), Meryem sûresi (Hz. İsa aleyhisselâm’nın annesi) gibi sûreler mevcuttur. Fakat ricâl sûresi (erkekler) diye bir sûre yoktur.
İslam’da anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. Ana-babaya itaatsizlik şirkten sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece şu buyruk prensibi ile sınırlandırılmıştır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allah’a isyanda kula itaat yoktur.” buyurdu.
(Buharî, Ahkam, 4; Müslim, İmare, 39.)

Ana-babaya itaat etmek, iyilik yapmak, şefkat ve merhamet göstermek, tatlı ve yumuşak davranmak gibi hususlar âyet ve hadislerle emir buyrulmuştur:

وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيمًا
Resim---Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ(kerîmen).: Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.” (İsrâ 17/23)

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا
Resim---Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).: Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsrâ 17/24)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, en çok kime saygı, şefkat ve merhamet ve bağlılık göstermek gerektiğini soran sahabeye “anana” diye cevâp vermiştir. Bu soru üç defa tekrar edilmiş, üçüncüde de aynı cevâbı vermiş, ondan sonra kime sorusuna ise “ babana” cevâbını vermiştir. 2323 (Buharî, VII, 69)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Anne baba cennet kapılarının en ortancasıdır. Bu kapıdan girme fırsatını ister kaçırırsın ister yakalarsın.” buyurdu.
(Tirmizî, Birr ve sıla, 3)

Resim---Hz. Ebu Bekir ‘in kızı Esma (radiyallahu anhum) nın babasından boşanmış ve müşrik olarak kalmış annesi, bir gün kızı Esma’yı görmeğe gelmişti. Esma (radiyallahu anha), Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme: “ Müşrik olan annem bana geldi. Onunla görüşeyim mi? Dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Annenle görüş” buyurdu.
(Buharî, Edeb 2 lll.142; Müslim, Birr.19)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurdu.
(Nesaî. Cihad, 6: Ahmed. b. Hanbel, III, 429. el- Acluni, Keşfu’l-Hâfâ, l, 335. H.1078.)
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim

Sumeyye Bint Habbât
radiyallahu anhâ


Ammâr İbn Yâsir’in annesi Sumeyye Bint Habbât’tır. Ebu Huzeyfe İbnu’l-Muğîre’nin azatlı kölesiydi. Yâsir, kardeşini aramak için Yemen’den gelip, Mekke’de yerleşmiş ve Ebû Huzeyfe’nin müttefiki idi. Ebû Huzeyfe, Sumeyyeyi Yâsir’le evlendirdi. Sumeyye Ammâr’ı doğurunca Yâsir’i âzât etti. Yâsir oğiu Ammâr, Abdullah ve hanımı Sumeyye İslâm’a ilk girenlerdendir.

Sumeyye, İslâm’da ilk yedi kişinin yedincisiydi. Mekke’de müslümanlıkiarını açığa vuran ilk yedi kişi şunlardı: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sallallahu aleyhi vesellem, Ebû Bekr, Bilâl İbn Rabah, Habbab İbnu’l-Erett, Suheyb er-Rûmî, Ammâr İbn Yâsir ve Sumeyye Bint Habbât, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemi amcası Ebû Tâlib himaye etmiş ve ona yardımcı olmuştu. Ebû Bekr’i de kabilesi Teym oğulları korumuştu. Diğerlerine ise kabîleleri, hapsetmek, dövmek, aç ve susuz bırakmak suretiyle işkence etmek ve yeni dinînden döndürmek üzere saldırmışlardı. Sıcak yaz gününde onlara demir zırhlar giydirirlerdi., İşkencenin şiddetine kendileri bile dayanamazlardı. Ebû Cehl İbn Hîşam müşrikleri buna teşvik ederdi. Şerefli ve güçlü birisinin müslüman olduğunu duyarsa, ona gelir: “Bundan sonra görüşüne itibar edilmiyecek ve şerefin düşecek” derdi.
Eğer müslüman olan tâcirse: “Senin ticâretini kesada uğratıp malını yok edeceğiz” derdi.
Eğer zayıf birisiyse, onu tehdit ederdi.

Yâsir ailesini, dininden döndürmek için işkence yapıyorlardı. Fakat onlar küfre dönmediler. Ebu Huzeyfe Muğîre onlara tehdit ve işkence yağdırıyordu... Bathâ’da Yâsir’e ve Ammâr ile Sümeyye’ye işkence yapıldığı sırada, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, Yâsir ailesinin yanına uğrayıp: “Yâsir ailesi sabredin. Size cennet vâdedilmiştîr!” diyordu.

Yâsir müşriklerin söyletmek istedikleri şeyleri söylemedi. İslamın şerefi için ölmeyi göze aldı.. Ve müşriklerin işkenceleri altında şehîd oldu. İslamda ilk erkek şehîd, Yâsir idî.
Yâsir’in oğlu Abdullah da okla vurulup yere düşürüldü ve şehîd edildi...

Sumeyye Bint Habbât; çok yaşlı ve zâif olmasına rağmen -dininden döndürülmek için yapılan en ağır işkencelere katlanır, müşriklerin yaptırmak istediklerini yapmaz, İslamin şerefi için ölmeyi göze alır, müşriklerin söyletmek istediklerini söylemezdi..

Kocası Yâsir, işkencelerle şehîd edildikten sonra, Ebû Cehil’in amcası Ebû Huzeyfe İbnu’l-Muğİre, işkence etmesi için onu Ebû Cehl’e vermişti.
Ebû Cehl ona: “Nasıl atalarının İlâhlarını terkeder de Muhammed’in ilâhına tâbi olursun!” dedi.
Sumeyye Bint Habbât: “Bana hidâyet vermişken benimle Allah hakkında mı tartışıyorsun!” dedi.
Ebû Cehl de ona: “Bana şu ilâhını göster bakalım!” dedi.
Sumeyye Bint Habbât: “Gözler onu görmez. O bütün gözleri görür, o latiftir, haber-dârdir.” diye cevap verdi.

لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
Resim---Lâ tudrikuhu’l- ebsâru ve huve yudriku’l- ebsâr (ebsâra) ve huve’l- lâtîfu’l- habîr (habîru).: Görme hassaları onu idrak edemez. Ve O, görme hassalarını idrak eder. Ve O, lâtiftir, herşeyden haberdardır.” (En’âm 6/103)

Ebû Cehl ona: "Lât'a yemin olsun, Muhammed seni büyülemiş!" dedi.
Sumeyye Bint Habbât: "Aksine o beni nûre ulaştırdı!" dedi.
Ebû Cehl ona: “Sen güzelliğine âşık olduğun için Muhammed’e îman ettin!” dedi.
Sumeyye ona hakaret etti. Bunun üzerine Ebû Cehl de onun önüne mızrağı saplayıp şehîd etti...
Böylece Sümeyye İslamda ilk kadın şehîd oldu..

Sümeyye Bint Habbât, ecrini ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek en kıymetli varlığı olan canını ALLAH celle celâlihu yolunda hiç gözünü kırpmadan fedâ etmiştir. Onun îmanı bunu gerektirmişti..

Sümeyye Hatun, ALLAH celle celâlihu yolunda canını böyle fedâ ederken, bugünün müslümanları ALLAH celle celâlihu yolunda, İslam için nelerini fedâ edebiliyorlar acaba!. Canlarımızı fedâ edebiliyor muyuz Sümeyye (radiyallahu anhâ) gibi evlatlarımızı fedâ edebiliyor muyuz Hattâ ve hattâ mallarımızı bile fedâ edebiliyor muyuz acaba!..

Günümüz kadınları ise; modadan, eğlenceden, gezip-tozmadan, süslenmeden, dedikodudan vesâir boş şeylerden vakit bulup ta Allah’a kulluk ve ibâdet bile edemiyorlar.. Veyâ gerek görmüyorlar!...

Bunun yanında bazı müsiüman kadınlarının, bu mübarek kadın gibi îmanlarında sabır ve metanet göstermeleri imrenilecek bir şey tabiî, asıl mesele kişinin kalbine îmanın bir kere yerleşmesi. Bundan sonra artık herşey ona çok kolay gelir.

Uğrunda can verilen buna benzer pek çok aşk ve cezbe olayı şimdi de işitiliyor.. Fakat insanın kendini fedâ etmesi eğer ALLAH celle celâlihu yolunda oluyorsa, hak yolda oluyorsa, öldükten sonra başlayacak olan sonsuz hayatta insanın yüzünün ağarmasına vesîle olur. Yok eğer her-hangi bir dünya işi, bir nefis işi uğruna yapılıyorsa o kişinin âhiretini de harap ve berbat eder...
(Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler), Uysal Kitabevi: 372-374.)
Resim
Kullanıcı avatarı
alpervahit
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 436
Kayıt: 17 Şub 2007, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen alpervahit »

Resim Aişe bintü Ebu Bekr radıyallahu anhâ ANNEmiZ..

Resim---Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana: "Ey Aişe! İşte Cebrail! Sana selâm ediyor" dedi. Ben de: "Ve aleyhisselâmu ve rahmetullâhi ve berakâtuhu!" dedim. Resûlullah benim görmediğimi görürdü."
(Buhârî, Fezâilu'l-Ashab 30, Bed'ül-Halk 6, Edeb 11, İsti'zân 16, 19; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 91, (2447); Ebû Dâvud, Edeb 166, (5232); Tirmizî, Menâkıb, (3876); Nesâî, İşretu'n-Nisa 3, (7, 69).)(278)

Ebû Musa radıyallahu anh anlatıyor:"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashabı olan bizlere her ne zaman bir hadis müşkilat arzedecek olsa, hemen Hz. Aişe'ye sorardık, o bize bu hususta mutlaka bir bilgi sunardı."
(Tirmizî, Menâkıb, (3877)(280)

Ebû Vâil anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, asker toplamak için Ammâr İbnu Yâsir ve Hasan İbnu Ali radıyallahu anhüm'yi Kufe'ye gönderince, Ammâr halka şöyle hitab etti:"Ben de biliyorum. O (Hz. Aişe), dünyada da âhirette de Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcesidir. Velâkin Allah sizleri imtihan ediyor. Kendisine mi, yoksa, Aişe'ye mi tabi olacaksınız?"
(Buhârî, Fezâilu'l-Ashâb 30, Fiten 17.)(282)

Resim

Aişe radiyallahu anha , Ebu Bekr radiyallahu anhu'n kızıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile Nübüvvetin onuncu yılında altı yaşında iken evlendi. Fakat evliliğin tamamlanması dokuz yaşında iken oldu. Bu evlilik hususunda Havle Bintü Hakim önayak oldu. Ebu Bekr radiyallahu anhu düğün merasimini yaptı. Peygamber aleyhisselâm'ın verdiği mehir miktarı dörtyüz dirhemdi. Fakat Aişe radiyallahu anha’nın rivâyetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarına ödenen mehir miktarı her zaman beşyüz dirhem olurdu.
(Müslim ve İ. Ahmed).

Resim---Aişe radiyallahu anha vâlidemizin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından sonra bile öğrenip uyguladıklarını yayarak İslam'a büyük hizmetinin geçtiği gözönüne alınırsa, muhtemeldir ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Aişe radiyallahu anha ile yaptığı evliliğe ilahî vahiy ile işâret edildiği intiba’ına varılabilir. Aişe radiyallahu anha’nın bizzât kendisinin bildirdiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona, rüyâsında Aişe radiyallahu anha’nın kendisine gösterildiğini ve üç gece ardarda meleğin onun resmini bir ipek kumaşa iliştirmiş olarak getirip: "Bu senin zevcendir" dediğini söyledi. Yine dedi ki: "Yüzünden örtün çekildiği zaman o senin ta kendindi." Daha sonra da "Eğer bu ALLAH'tan ise onu hakikat kılsın." buyurdu. (Buharî ve Müslim).

Tirmizi bunu Aişe radiyallahu anha’dan şu ifadelerle nakletti: "Cibril benim resmîmi yeşil ipek bir bezde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e getirdi ve dedi ki: 'Bu senin dünya ve âhirette zevcendir."

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hususî hayatını ve İslam'ı nasıl yaşadığını bize en iyi tanıtan Aişe radiyallahu anha vâlidemizdir. Diğer vâlidelerimizin ne kadar hadis rivâyet ettiklerini gördükten sonra rahatlıkla diyebiliriz ki, şâyet Aişe radiyallahu anha olmasaydı, Rasul-i Ekrem aleyhisselâm'ın hayatının pek çok safhası bize kapalı kalacaktı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in neden O'nu en çok sevdiğini, diğer hanımlarının odalarında değil de,. neden sadece O'nun yanında iken vahiy geldiğini, Aişe radiyallahu anha’nın üstün zekâsına, derin ilmine ve anlayışına, muazzam hafıza gücüne bağlamak gerekir. Hafızasında yüzlerce şiir bulunan, 160 beyitlik uzun bir kasideyi ezbere okuyabilen (Tabakat, İbn Sa'ad) Aişe radiyallahu anha, Resul-i Ekrem'in en büyük talebelerinden biridir. Vahyin ışığıyla aydınlanan evinde, dokuz küsur yıl boyunca İslam eğitimi görmüştür. Ensab ilmine ve Arap Edebiyatı kültürüne büyük ölçüde âşinâ bir babanın kızı olarak, ilim ve kültür atmosferinde yetişmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in en yakın arkadaşının kızı sıfatıyla, İslam'ın ilk yıllarındaki zor ve çileli hayat, çocukluk yıllarının bütün safhalarında derin izler bırakan çekirdekten yetişme ideâlist bir müslümandır. Mekke'nin zengin tüccârlarından biri olan ba-basının, bütün servetini İslamiyet uğrunda harcadığını görmüş ve her şeyini ALLAH için vermenin engin zevkini ve şuurunu ailece yaşamışlardır. Böylece o, iki gün ard arda arpa ekmeğinden bile karınlarını doyuramayan, üç ay boyunca evlerinde yemek pişmeyen Peygamber evinin mütevâzı havasını yadırgamayacak bir görgüye sahipti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in o genç ve şuurlu talebesi, işte bu sebeple Peygamber'le beraber olduğu yıllar boyunca, daha müreffeh bir hayat sürmek için değil, islam'ı daha iyi öğrenip öğretmek için gayret sarfetmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in O'na neden çok değer verdiğini, O'nu neden daha çok sevdiğini işte bu gibi sebeplerde aramak gerekir. Görevi, sadece ve sadece İslam'ı tebliğ etmek ve müslümanlara ideal yaşama biçimini göstermek olan Rasul-i Ekrem aleyhisselâm'ın, diğer ashabı kiram'ın vakıf olmadığı hayat safhalarını bir objektif hassasiyeti ile tesbit edecek genç ve uyanık bir talebe edinmesi gerekiyordu. O da çevresindekilerin içinde Aişe radiyallahu anha’yı buldu. Bu tesbitinde ne kadar isabet ettiğini, Aişe radiyallahu anha gibi değil, ona yakın vasıfta bir diğer hanımın daha çıkmamasında görmek mümkündür. Aişe radiyallahu anha ile dokuz yaşında iken evlenmesi, o devrin icâblarına göre elbette son derece tabii idi; zira o zamanlar böyle bir evliliğin yadırgandığına dâir kaynaklarda bilgi yoktur. Bu evlilik birkaç sene daha gecikseydi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hayatından yüzlerce sahne meçhulümüz olacaktı.
(Doç. Dr. M. Yaşar Kandemir, Hanımlarının dilinden Peygamber, İSAV'a tebliğinden, İstanbul, 1988).

Âlimler arasında evliliğin yapıldığı zamana dâir görüş farklılıkları vardır. Fakat, en doğru olanı Aişe radiyallahu anha’nın, Hatice aleyhasselâm'ın vefâtından sonra altı yaşında iken evlenmiş olması ve evliliğin Medine'de hicretten sonra dokuz yaşında iken tamamlanmış olmasıdır. Sevde rad.a ve Hatice aleyhasselâm ile ilgili hadisler yukarıda nakledildi. Aişe radiyallahu anha, Hatice aleyhasselâm'ı görmediğini fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sık sık onu hatırladığını ve zaman zaman kurban kesip parçalarını Hatice'nin arkadaşlarına dağıtılması için gönderdiğini bildirmektedir. (Buharî).

Aşağıda yer alan hadise Aişe radiyallahu anha’nın ve diğer zevcelerin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sevgisini kazanmaya nasıl iştiyâklı olduklarını göstermeye yeterlidir.

El-Kasım, Aişe radiyallahu anha’dan rivâyetle anlatıyor: “Peygamber her ne zaman sefere çıkacaklarsa hanımları arasında kur'a çekerdi. Bir seferinde kur'a Aişe ve Hafsa'ya çıktı. Sefer sırasında Peygamber gece olunca atını Aişe’nin devesinin yanına sürer, onunla sohbet ederdi. Yolculuk bu şekil sürüp giderken Hafsa, Aişe'ye develerini değiştirmeyi teklif etti, o da kabullendi. Peygamber, Hafsa'nın sürdüğü Aişe’nin devesinin yanına gelir. O gece konakladıklarında Aişe, Hafsa'nın planının farkma varır ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelmemesi üzerine ayaklarını yılan yuvası olarak bilinen izhir otlarının arasına sokarak: "Ya Rabbî, beni ısırması için yılan veya akrep gönder ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e birşey söylemeğe muktedir olmayayım." diye dua etti. (Buharî).

Resim---Aişe radiyallahu anha’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: "Bir kere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana: "Ey Aişe, benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı gazablı bulunduğun vakti pek iyi anlarım” buyurdu. Aişe radiyallahu anha der ki ben de: "Yâ Resûlullah, bunu nasıl bilirsin?" diye sordum. Resul-i Ekrem şöyle cevâb verdi: 'Benden razı ve memnun olduğun ve birşey inkar ederken: “MuhaMMed'in RaBB'i hakkı için öyle değildir!” dersin. Bana karşı asabı olduğun zaman da: “İbrahim'in RaBB'i hakkı için öyle değildir!” dersin, adımı anmazsın!. Aişe radiyallahu anha der ki: 'Ben de: "Evet yâ Resûlullah, vallahi öyledir. Fakat ben asabî halde yalnız sizin adınızı bırakırım. Sevginizse gönlümde yaşar!” diye arzettim." (Buharî).

Aişe radiyallahu anha’nın peygamberler arasında İbrahim aleyhisselâm'ın ismini anması Peygamberimiz'in ve tevhid dininin atası olması yönüyledir ki, bu seçim Aişe radiyallahu anha’nın yüksek fetânet ve zekâsının bir delilidir.
Bir bayram gününde Mescid-i Nebevi'nin avlusunda gösteri yapan Habeşîleri seyretmek için izin isteyen Aişe radiyallahu anha'ye Peygamber aleyhisselâm hem izin vermiş, hem de uzun süre orada kalarak seyretmesine yardımcı olmuştu. Muhtelif seferler Aişe ile koşu yarışı yapıp bâzen Aişe'nin, bâzen de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in geçtiği bu meyanda hatırlayabileceğimiz hadiselerdir. (Ebu Davûd).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i öteki ortaklarından kıskanma konusundaki duygularını anlatan ve hatta zaman zaman kendini tenkid eden Aişe vâlidemiz, bir defâsında yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i yanında göremeyince karanlıkta eliyle araştırdığını, secde etmekte olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ayağını tuttuğunu bir başka gece, yine O'nun diğer bir eşinin yanına gitmiş olabileceğini düşünürken, secde veya rükuda dua etmekte olduğunu görünce, kendi kendine: "Anam babam sana fedâ olsun!” Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! sen ne yapıyorsun, ben ne düşünüyorum!" dediğini itiraf ediyor. (Müslim, Neseî ve İ.Ahmed).

Bir başka seferinde Aişe, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e kendilerini teklif eden kadınları kıskanarak şöyle diyor: "Hiç kadın, kadınlığını mehirsiz hîbe eder mi?” derdim. Ne zaman ki ALLAHu Teâlâ:

تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَا
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
Resim---Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk (aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn (kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalblerinizde olanları bilir. Allah, Alîm’dir (en iyi bilen), Halîm’dir.” (Ahzâb 33/51)

Âyetini inzal buyurdu.
O zaman anladım ki, ALLAH, Peygamberi'ne mü'minlerin üzerinde bir hak ve yüksek irade vermiştir. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e; Rabb'in Teâlâ, kadınlarının değil, ancak senin arzun cihetinde acele davranıyor" dedim. (Buharî ve Müslim).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Resim
Hz. HATİCE (aleyhasselâm)

Hz. Hatice aleyhasselâm,Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanımlarının ilkidir.
O, Arapların en asıl kavmi olan Kureyş kavminden ve Kureyş kavminin de, en asıl, pak ailelerinden idi. Babası Huveylid, annesi Fâtima'dır.

(İbn Ishak, es-Sîre, Nesr. Muhammed Hamidullah, s. 60).

Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece kendisine güvenilen bir insan olduğunu öğrenince, O'na ticaret ortaklığı önerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Hatice'nin bu teklifini kabul etti. Hz. Hatice O'nun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam'a gönderdi. Aynı zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sırasında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'de harikulâde hallere şâhid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (aleyhisselâm) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (aleyhisselâm) hakkında Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. O'na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e evlenme teklifinde bulundu.
(İbn Ishak, a.g.e., 59)

Hz. Peygamber (aleyhisselâm) durumu amcası Ebu Talib'e anlattı. Ebu Talib Hz. Hatice'yi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem için istedi. İki aile anlaştı. Düğünleri o zamanın örf ve âdetlerine göre, Hz. Hatice'nin evinde yapıldı. Düğünde Ebû Talib ve Hz. Hatice'nin amcası Amr b. Esed birer konuşma yaptılar. İkisi de konuşmalarında hikmetli ifâdelerde bulundular ve evlenecekler hakkında güzel seyler söylediler. Ondan sonra misafirlere ikram yapıldı, yemekler yenildi. Ebû Talib nikâhlarını kıydı. Mehir olarak 500 dirhem altın tesbit edildi.
(İbn, Sa'd Tabakat, VIII, 9)

O zaman, rivâyetlerin ekseriyetine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem 25 ve Hz. Hatice 40 yaşında idiler. Aralarında 15 yaş fark vardı.
(İbn Hacer, el-Isâbe, 539)

Bazı rivâyetlerde bu yaş farkının daha az olduğu kayıtlıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in evlendiği ilk kadın, Huveylid'in kızı Hatice aleyhasselâm'dır. Hz. Hatice aleyhasselâm ilk olarak Atik b. Aziz'le evlendi, ondan bir kızı oldu. Onun ölümünden sonra, Temim oğullarından Ebû Hale ile evlendi. Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu. Onun da ölümünde sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile evlendi .

(İbn Ishak, a.g.e., 229)

Hz. Hatice aleyhasselâm'ın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den Fâtima, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kâsım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi.
Kelbî'nin rivâyet ettiğine göre, önce Zeyneb, sonra Kâsım, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi. Ali b. Azız el-Cürcânî de, Kâsım'ın Zeyneb'den daha önce doğduğunu nakletmiştir.

(İbn el-Esir, Usdü'l-Gâbe, I, 434)

Hz. Hatice aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat olan kişi vasfını kazandı. Daima Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile, onun başarılarına katkıda bulunmaya çalıştı.

Hz. Hatice aleyhasselâm, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e (Allah kendisini Peygamberlikle şereflendirdiği zaman) teskin etmek için: "Ey amca oğlu, beni melek geldiği zaman haberdâr edebilir misin?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Evet" cevâbını verdi. Bir gün Hatice aleyhasselâm 'ın yanında iken, ona Cibril geldi ve: "Ey Hatice! İşte bu Cibril'dir, bana geldi!" dedi. Hatice aleyhasselâm: "Şu anda onu görüyor musun?" diye sordu. "Evet" karşılığını verdi. Hatice bu kez sağ tarafına oturmasını söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Hatice aleyhasselâm'ın sağ tarafına oturdu. Hz. Hatice aleyhasselâm: "Şimdi görüyor musun?" sorusunu tekrarladı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yine olumlu cevâb verince, Hz. Hatice aleyhasselâm örtüsünü çıkarıp attı. O sırada Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin hâlâ kucağında oturuyordu. "Onu, simdi görüyor musun?" diye tekrar sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu kez: "Hayır!" cevâbını yerince, Hz. Hatice: "Bu şeytan değil; bu kesinlikle melek, ey amca oğlu!. Sebât et, seni müjdelerim!" dedi.

(İbn Ishâk, a.g.e., 114)

Hz. Hatice aleyhasselâm, ALLAH celle celâlihu’n selâmına ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir kadındı. O, imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir aNNeydi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hristiyan kadınlarının en hayırlısı Imrân'ın kızı Meryem, müslüman kadınlarının en hayırlısı ise Hüveylid'in kızı Hatice'dir" buyurdu. Bu konudaki diğer bir hadisinin meâli şöyledir: " Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır. Imran'ın kızı Meryem; Firavun'un karısı Asıye, Hüveylid'in kızı Hatice ve Muhammed (aleyhisselâm)'in kızı Fâtima".
(İbn Ishak, a.g.e. s. 228).

Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm), Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e gelerek söyle buyurdu: "Hatice'ye Allah'in selâmlarını söyle."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ya Hatice, bu Cebrâil'dir, sana Allah'tan selâm getirdi" deyince, Hz. Hatice aleyhasselâm, ALLAH'in selâmını büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrâil'e de iâde-yi selâmda bulundu.

(İbn Hişâm, es-Sîre,, I, 257)

ALLAH celle celâlihu'nun rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teskil eden Hz. Hatice aleyhasselâm nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefât etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defn edildi..
(M. Asım Köksal, a.g.e. s. 302)

HiMmeti VAR OLsun Ruhuna el Fâtihâ mâs’s- SaLâvât..

Nureddin TURGAY
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Resim KaLB-i SAV.

Hz. HATİCE (aleyhasselâm)

عَن عَلِيّ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ يَقُولُ سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلّىٰ اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ ‏

"‏ خَيْرُ نِسَائِهَا مَرْيَمُ ابْنَةُ عِمْرَانَ، وَخَيْرُ نِسَائِهَا خَدِيجَةُ "‏‏.

Resim---İmam Ali kerremallahu vechehu, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittiğini ifâde etmektedir: Kendi zamanındaki yeryüzü kadınlarının en hayırlısı İmran’ın kızı Meryem’dir. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatice’dir.

(Buhârî, Enbiyâ: 47 ; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 69.)

O bizim annemizdi. Bu ümmetin annesi... Sevgililer Sevgilisinin sevgili eşi:

النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو الْأَرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ إِلَّا أَن تَفْعَلُوا إِلَى أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفًا كَانَ ذَلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
Resim---“En nebiyyu evlâ bi’l- mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlû’l- erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi mine’l- mu’minîne ve’l- muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ (ma’rûfen), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestura (mestûren).: Nebî (Peygamber), mü’minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O’nun (Nebî’nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, Allah’ın Kitab’ında, mü’minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab’ta satır satır yazılıdır.”
(Ahzâb 33/6)

Buyruğunun yücelttiği ilk kişi. O, Allah’ın Habîbi’nin dünyada en çok sevdiği üç şeyden birinin asr-ı saadet aynasında yansıyan en mükemmel ifadesi.

Resim---Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselâm) bir Hadis-i şeriflerinde, Dünyada bana kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Namaz da gözümün nuru kılındı.
(Nesâî, işratü’n-nisâ 1)

Buyurarak bu üç şeye işaret etmiştir. Elbette bunların en sevgilisi ve sürekli huzur kaynağı olanı namazdır.

Allah’ın dininde Cennet, bir kişinin bile annesi olanların ayakları altına serilmişken bütün ümmetin anneliğine lâyık görülene bilmem ki ne demeli! Sanırım Sevgili Efendimizin onu bu ümmetin kadınlarının en üstünü olarak nitelemesini hatırlarsak onun Allah katındaki yüce makamını tahmin edebiliriz belki.


Güneşin Sığındığı Gölge:

Hz. Hatice annemiz (aleyhasselâm), Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) dünya hayatındaki ikinci sığınağıydı. İlk sığınağı, çocukluğunda kendisine kucak açarak yetimliğin ve öksüzlüğün mahzunluğunu bir nebze olsun unutturan Ebû Talib ailesiydi. Bu ailede amcası Ebû Talib ve onun hanımı Fâtıma Hâtun O’na öyle iyi davranmışlardı ki, Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hayatı boyunca onları hep hayırla yâd etti.

Öyle ki, Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma Hâtun vefat ettiğinde Rasûlullah aleyhisselâm kendi gömleğini ona kefen yapmış, kabrine önce kendisi inerek teessüründen ağlamış ve:
Bu kadın beni doğuran annem gibiydi… buyurmuştu.

(Hâkim, Müstedrek, III, 108)

İkinci olarak gençlik devresiyle Peygamberlik döneminin fırtınalı zamanlarında sevgili eşi Hz. Hatice (aleyhasselâm) Onun için bir huzur limanı, saadet sığınağı oldu. Özellikle İslâmî tebliğin ilk zamanlarında Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın korku ve endişelerden kurtulmasında, dikenler ve tuzaklarla dolu davet yolunda metanetle, sabırla yürümesinde Hz. Hatice (aleyhasselâm), Peygamberimizin en büyük destekçisiydi.

İlk vahiy geldiğinde Efendimiz aleyhisselâm korkuya kapılmış neye uğradığını bilememişti. Hira Mağarası’ndan koşarak evine sığındığında şiddetli fırtınaya yakalanmış birisi gibi titriyor, üşüyor ve:
“Beni örtün!” diyordu. Hiç üstelemeden Ona örtüler getiren Hz. Hatice (aleyhasselâm), yapıcı tavırları ve teselli eden sözleriyle Sevgili eşinin gönlündeki fırtınaları dindirmiş, âdeta ılık bahar meltemleri estirmişti. O gün, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) meydana gelen hâdiseyi ona haber vererek: “Kendimden korktum.” dediğinde Hz. Hatice (aleyhasselâm) Ona: “Öyle deme; Allah'a yemin ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda meydana gelen olaylarda halka yardım edersin.” demiş; sonra da O’nu iyice yatışması için bilgin bir zât olan amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e götürmüştü.

(Buhârî, Bedyü’l-Vahy 1.)

Hz. Hatice binti Huveylid (aleyhasselâm) O’na iman etti. Allah’tan getirdiği şeyleri tasdik etti. Görevinde O’nun yardımcısı oldu. O Allah’a ve Rasûlü’ne iman edip Rasûl’ün Allah’tan getirdiği şeyleri doğrulayan ilk kimseydi. Allah, onunla Elçisi’nin işlerini kolaylaştırıyordu. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hayatı boyunca ondan inkâr ve yalanlama sözü ile Kendisini üzecek türden hoşuna gitmeyecek hiçbir şey işitmedi. Bilakis Hatice, Efendimizin dışarıdaki alay, hakaret ve işkence ortamından her eve gelişinde sebatını arttırmak, davet yükünü hafifletmek, Onu tasdik etmek ve insanlara karşı vazifesini kolaylaştırmak için O’nu teselli edip destekliyor ve böylece sıkıntısını gideriyordu.
(İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, (I-IV) Beyrut, ty. I, 257.)

Hz. Hatice (aleyhasselâm), İslâmî davetin en zorlu günlerinde Rasûlullah aleyhisselâm ve henüz küçük bir çocuk olan Hz. Ali (kerremallahu vechehu) ile birlikte Kâbe’de ibadet ediyor ve bu haliyle müşriklere meydan okuyordu. Bu günlerde yeryüzünde onlardan başka Allah’a ibadet eden bulunmuyordu. Hz. Hatice annemizi Kâbe’de ibadet ederken gören Hz. Abdullah b. Mes’ûd (radiyallahu anhu), onun daha tesettürün emredilmediği o günlerde örtülere iyice sarınarak güzelliğini gizlemiş olduğunu söylemiştir.
(Zehebî, Siyer-i A’lâmi’n-Nübelâ, (I-XXV) I, 463; Ahmed, I, 209 – 210.)

Bu durum onun tesettür konusunda basiretinin enginliğini gösterir. Ayrıca iffetini kale gibi koruma konusunda Hz. Meryem aleyhasselâm ile benzerliğinin de işareti sayılabilir.

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet minel kânitîn(kânitîne).: İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.”
(Tahrîm 66/12)

Hem zâten o, üstün iffeti sebebiyle İslâmiyet’ten önce de “Tâhire: Tertemiz kadın” lakabıyla anılırdı. (Yaşar Kandemir, “Hatice” DİA, XVI, 465.)

Allah’ın Selâm Ettiği En Faziletli Kadın: HATİCETÜ’L-KÜBRÂ aleyhasselâm

“Kübrâ” Arapçada “en büyük” demektir. Yeryüzü kadınlarının faziletçe en büyüğünü anlatmak için Hz. Hatice annemize lakab olmuştur.

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz, Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in dilinde kadınlar arasında kemâle ermiş dört kişiden biridir ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
“Erkeklerden kemâle erenler çoktur. Kadınlardan ise İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un hanımı Âsiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtımâ’dan başka kemâle eren yoktur. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü ise tirid (isimli et yemeğinin) diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” Buyurdu.

(Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 70; Tirmizî, Et’ıme 31)

Yine Efendimiz aleyhisselâm’ın Müslümanlara örnek olarak gösterdiği kadınlar arasında Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz de vardır ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem “Dünya kadınları arasında İmran’ın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed’in kızı Fâtımâ ve Firavun’un hanımı Âsiye örnek olarak yeter.” Buyurdu.
(Tirmizî, Menâkıb 61.)

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz Yüce Allah’ın husûsî selâmına mazhar olmuş en müstesnâ kadındır. Şöyle ki, Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Hira Dağında iken Cebrail, Peygamberimize gelmiş ve: “Yâ Rasûlallah! İşte şu Hatice'dir. Sana doğru geliyor. Yanında bir kap var, içinde katık yâhud yiyecek şey yâhud şerbet var. Hatîce sana geldiğinde ona Rabb'inden ve benden selâm söyle! Ve cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele ki, onun içinde gürültü patırtı yok, çalışmak çabalamak da yok!” buyurmuştur.
(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 20.)

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz o kadar fedakâr bir insandı ki her işini hizmetçilere gördürebilecek kadar zengin olmasına rağmen Sevgili eşi için elinde yemek kaplarıyla kilometrelerce yürüyerek Hira’ya gidip geliyor; çocuklarının gürültü patırtılarına ve ev işlerinin ağırlığına yüksünmeden katlanıyordu.

Hz. Selman (radiyallahu anhu)’ın bildirdiğine göre, Firavunun hanımı Hz Âsiye aleyhasselâm, Musa aleyhisselâm’a iman edince Firavun ona çöl güneşiyle işkence etmeye başladı. İşkenceciler çekilince melekler onu kanatlarıyla gölgelendiriyordu. Bu sırada o, Cennet’teki evini görüyordu.

(Hâkim, Müstedrek, II, 496.)

Belki de bu kerâmet onun dünya sarayında kraliçe olmayı reddedip âhiretin Cennet’ini arzuladığı: “Rabbim, bana katında Cennet’te bir ev yap!” duasının cevabıydı.

وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ آمَنُوا اِمْرَأَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ لِي عِندَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّنِي مِن فِرْعَوْنَ وَعَمَلِهِ وَنَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---“Ve dareballâhu meselen lillezîne âmenûmreete fir’avn (fir’avne), iz kâlet rabbibni lî indeke beyten fî’l- cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî mine’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar."
(Tahrîm 66/11)

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz de tıpkı onun gibi dünyanın konforuna ve zenginliğine itibar etmeyip birçok zahmetlere katlandığı için Cennet’te inciden bir köşkle müjdelenmişti. Elbette bu iki mübarek hanımın tercihinde rol oynayan en etkili dinamik sarsılmaz imanlarıydı. Müslüman kadınlara önder ve örnek olarak gösterilen hanımların dünyayı ellerinin tersiyle itmelerine karşılık bu günün sözüm ona dindâr(!) bazı kadınlarının tek gayelerinin saray gibi evlerde oturmak ve dünyanın bütün nimetlerinden istifade etmek olması ne kadar acıdır!

Hz.Hatice aleyhasselâm’ınn Büyüklük Sırrı:

Hz. Hatice annemizi Allah katında bu kadar yüksek dereceye ulaştıran sır acaba neydi? Elbette ki bu sır onun dağlar kadar büyük imanında ve iman kervanında Müslüman kadınların öncüsü oluşunda gizliydi. O öyle bir iman etmişti ki bu imanda şüphenin zerresi bile yoktu. İlk oğlu Kâsım daha emzikli bir bebekken vefat ettiğinde gösterdiği destansı tavır göz kamaştırıcıydı:
Emzirdiği yavrusunu kaybeden acılı anne Efendimiz aleyhisselâm’a gelerek:
“Ya Rasûlallâh!. (göğsüm) Kâsım’ın sütüyle dolup taşıyor. Keşke süt emme süresini tamamlayana kadar olsun yaşasaydı.” demişti. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem): “O süt devresini cennette tamamlayacaktır.” buyurunca: “Keşke bunu (kesin bir bilgiyle) bilseydim yâ Rasûlallah! O zaman onun acısına sabretmem kolaylaşırdı.” deyiverdi.

Onun bu talebi, İbrahim aleyhisselâm’ın isteğine benziyordu..
Hz. İbrahim Peygamber (aleyhisselâm), ALLAHu Zü’l- Celâl’e, ölüleri nasıl dirilttiğini görmek için niyazda bulunmuştu:


وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyi’l- mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten mine’t- tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ (sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Hz. İbrâhîm: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster.” demişti. (Allah) “İnanmıyor musun?” buyurdu. (Hz. İbrâhîm de): “Evet (inanıyorum). Fakat kalbimin tatmin olması için.” dedi. “Öyleyse kuşlardan dört tane tut, sonra onları kendine alıştır (parçalayıp) her dağın üzerine onlardan bir parça koy, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Ve Allah’ın, Azîz (ve) Hakîm olduğunu bil!”
(Bakara 2/260)

Resim---Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem): “İstersen Allâh’a duâ edeyim de sana onun sesini işittireyim.” buyurdu. İşte bu noktada Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemizin muhteşem imanı devreye girdi ve hemen hemen hiçbir annenin geri çeviremeyeceği bu teklifi: “Hayır, yâ Rasûlallâh! Ben Allâh ve Rasûlü’nü tasdîk ediyorum!.” diyerek reddetti.
(İbn Mâce, Cenâiz 27)

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemizin Cennet yolcularının en önünde olması, onun bu yola çıkan ilk Müslüman kadın olmasının tabi bir sonucuydu. Çünkü İslâm dinindeki bir prensibe göre, iyi bir çığır açan kimse kendi sevabıyla birlikte o konuda kendisini takip edenlerin sevabından da pay alıyordu. Elbette ki bu durum kötü çığır açanlara yazılacak günah için de geçerliydi.
(Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64.)

Hz. Hatice annemiz de Rasûlullah’a iman eden ilk kadın olarak kıyamet gününe kadar gelecek Müslüman kadınların sevabından hisse alacaktı. Fakat onların sevabı da azalmayacaktı. Aslında İslâm’ın öncüleri olan sahâbîlere, faziletçe kimsenin yetişememesinin sırrı da bu noktada gizliydi.

En Sevgilinin En Çok Sevdiği İnsan:

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz, Rasûlullah aleyhisselâm’ın dünyada en çok sevdiği insandı. Bu durum vefat edene dek böylece sürüp gitti. Rasûlullah Efendimiz Hz. Hatice ile 30 yıla yakın bir süre evli kaldı ve bu süre zarfında başka hiçbir kadınla evlenmedi. Onun vefat ettiği yıl Efendimizin dünyadaki en hüzünlü yılıydı. Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ömrü boyunca Hz.Hatice (aleyhasselâm)’nin yakınlarıyla dostlarına iyilik yaparak ve hatırlarını sayarak ona olan sevgisini belli etti.

Hz. Âişe (aleyhasselâm)’nin bildirdiğine göre Rasûlullah aleyhisselam ne zaman bir koyun kesse:
Onu Hatice’nin dostlarına gönderin” buyururlardı. Hz. Âişe (aleyhasselâm) bir gün Onu kızdırıp “Hatice hâ!.” deyince:“Bana onun sevgisi bahşedildi!.” buyurdular.

(Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 75.)

Yine Hz. Âişe (aleyhasselâm) şöyle demiştir: “Ben Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'in hanımlarından hiçbirisi hakkında, Hatice'ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç olmadım. Hâlbuki ben Hatice'yi görmemiştim. Fakat Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) onun adını çok anardı. Çok defa koyun keserdi, sonra da etini uzuv uzuv parçalar, daha sonra onları Hatice'nin sâdık kadın dostlarına gönderirdi. Bâzı defa ben sabırsızlanarak, Hz. Peygamber'e hitaben: “Sanki yeryüzünde Hatice’den başka hiç kadın yok.” deyince Rasûlullah da:“Hatice şöyle idi, Hatice böyle idi.” (diye iyiliklerini sayar) ve “Ondan benim çocuklarım da var.” buyururdu.
(Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 20.)

Bir defasında Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hâle, Rasûlullah’ı ziyâret edip yanına girmek için izin istemişti. Onun sesini Hz. Hatice (aleyhasselâm)’nin sesine benzeten Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) heyecanlanmış ve hâli değişmişti. Bu durum sevenin sevdiğini hatırlamasından başka bir şey değildi. Rasûlullah aleyhisselam Kendisini teskin etmek için: “Allahım! Bu Hâle’dir!.” diye söyleniyordu..
(Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 20.)

En Büyük Sevgiye Lâyık:

Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’yi en güzel övgülerle andığı bir zaman Hz. Âişe annemiz:“Onda ne buluyorsun. Allah Sana ondan hayırlısını verdi.” demişti. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) ise: “Allah bana ondan hayırlısını vermedi. İnsanlar beni yalanladığında o tasdik etti. İnsanlar benden mallarını esirgediklerinde o, malıyla destekledi. Allah başka (hanımlarımdan) bana çocuk ihsan etmediği halde ondan ihsan ederek rızıklandırdı.” buyurdu.

(Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, thk. Hamdi Abdülmecid es-Selefî, (I – XXV), Kahire 1404/1983 XXIII, 13.)

Yine Hz. Âişe (aleyhasselâm) annemizin kıskançlık gösterdiği bir vakit Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) kızıp hoş karşılamayınca Hz. Âişe (aleyhasselâm): “Seni hakla gönderen Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra onu ancak hayırla anacağım.” diyerek özür beyan etti.
(Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXIII, 15.)

Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemiz Allah’ın En Sevgili Kulunun (sallallahu aleyhi vesellem) sevgisine gerçekten lâyık bir insandı. Hayatı boyunca Hak davada hep O’nu desteklemiş, maddi ve manevi yardımlarıyla gölgesini üzerinden hiç eksik etmemişti. Hz. Hatice (aleyhasselâm) Peygamberimizin hatırını öyle sayıyordu ki, küçüklüğünde O’na sütannelik yapan Hz. Halîme kendilerini ziyaret edip kıtlıktan ve hayvanlarının helâk olduğundan bahsedince ona bir çırpıda kırk koyun ve üstünde kurulu tahtıyla bir deve bağışlamıştı.
(İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Thk. Dr. Ali Muhammed Ömer (I – XI), Kahire, 1421/2001 c. 1 shf. 93.)

Rasûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) evlilikleri boyunca Kendisini üzecek hiçbir şey yapmayan sevgili eşini hiç unutmadı.
(İbn Hişâm, a.g.e. I, 257.)
Hep hayırla andı. Allah Hz. Hatice (aleyhasselâm) annemize ve diğer annelerimize rahmet etsin!.


Yazan:Erol DEMİRYÜREK
Düzenleyen : Latif YILDIZ


Resim
Fatimatü’z- Zehrâ Annemizin Salâvâtı

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ رُحُهُ مِحْرَبُ الْاَرْوَاحِ وَ الْمَلاَئِكَةِ وَ ألْكَوْنِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُوَ إمَامُ الْأَنْبِيَاءِ وَ الْ مُرْسَلِين
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مَنْ هُو إمَامُ أهلِ الْجَنَّةِ وَ إبَادِاللّهِ الْمُؤْمِنِين


TÜRKÇESİ :

Allhümme salli alâ men ruhuhu mihrabü'l- ervâhi ve'l- melâiketi ve'l- kevni
Allahümme salli alâ men hüve imâmü
'l- enbiyâi ve'l- mürselin,
Allahümme salli alâ men hüve imâmü ehli'l- cenneti ve ibâdillahi'l- 'minin...


MÂNÂSI :

Allahım!
Ruhu, kâinâtın, meleklerin ve ruhların Mihrabı olan O yüce Zâta sallallahu aleyhi ve sellem salât ü selâm et!
Allahım!
Katından gönderilenlerin ve peygamberlerin İmamı olan O yüce Zâta sallallahu aleyhi ve sellem salât ü selâm et!
Allahım!
Cennet ehlinin ve Allahın mümin kullarının İmamı olan O yüce Zâta sallallahu aleyhi ve sellem salât ü selâm et!

(7 letâifimizin sallini-isalini-sılasını-ulaşımını sağla!)
Âmin!...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »


ResimAişe bintü Ebu Bekr radıyallahu anhâ ANNEmiZ..

Resim

AKLı ->NAKle>ULAŞanLar
BİZ BİR
-İZe ->bULAŞanLar
->ANLAr ->ÂİŞE ANNEmİZi
AŞK KÂBESÎ
-n >dOLAŞanLar!.

ZEVK 6891

NÂRdan NÛR DOĞurAN ANNem!. ->ŞeRiâtın ->MeŞÂLeLesi!.
ÂMİNe.. HATiCe.. FaTıMa.. ->AŞK KÂBESÎ-n zÂHiR KÖŞesi!.
->BeZM-i BeLÂ ->BÂKiR SESi.. ->NeBîYuLLAH NÂZ NEŞ’esi!.
->DİZLerinde >cÂN VERdiği.. ->R a S û L U L L A H’ın ->ÂİŞEsi!.

..aleyhumu’s- SeLâm…


kul ihvÂNi


16.06.15 ->14:44
brsbrs..tktktrstkkmdbzbrzde..
Resim
AŞK KÂBESÎ: Kadın KÂBEmiz..
ALLAHu zü’L- CeLÂL'in KeVNiyyet-Yaratış Sıfatı NeBîYuLLAH aleyhisselâm NûRu OLarak, ANcak ve Ancak ÜMM-ANNe-Kadında teCELLî eder.. FeyeKÛN SIRRıdır Kadın..
İslâm DİNive Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem KÂBe-OLuşumunda , ÂMİNe.. HATiCe.. FaTıMa.. Âişe aleyhune’s- SeLâm Köşe TAŞlarımızdırlar hamd OLsun RABBımız TeÂLÂmıza!.


NÂRdan NÛR DOĞurAN ANNem!.
->ŞeRiâtın ->MeŞÂLeLesi!.:

NÛR Sûresinin İnzâl sebebi, ÂİŞE aleyhasselâm ANNEmİZdir ve 2210 Hadis-i Şerfi rivâyetiyle de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Şariat-ı GÂRRÂsının özellikle Kadın kısmının açıklayıcısı-dilidir ÂİŞE aleyhasselâm ANNEmİZ..

->BeZM-i BeLÂ ->BÂKiR SESi..
->NeBîYuLLAH NÂZ NEŞ’esi!.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yalnızca ÂİŞE aleyhasselâm ANNEmİZLe bâkire olarak evlenmiştir.. ve çokça Nâzını çekmiştir ve SEVmiştir..

->DİZLerinde >cÂN VERdiği..
->R a S û L U L L A H’ın ->ÂİŞEsi!.:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz son nefesini ÂİŞE aleyhasselâm ANNEmİZin DİZlerinde İLLiYYîn-i ÂLÂ’ya Uçurmuştur!.

Resim---Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana: "Ey Aişe! İşte Cebrail! Sana selâm ediyor" dedi. Ben de: "Ve aleyhisselâmu ve rahmetullâhi ve berakâtuhu!" dedim. Resûlullah benim görmediğimi görürdü."
(Buhârî, Fezâilu'l-Ashab 30, Bed'ül-Halk 6, Edeb 11, İsti'zân 16, 19; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 91, (2447); Ebû Dâvud, Edeb 166, (5232); Tirmizî, Menâkıb, (3876); Nesâî, İşretu'n-Nisa 3, (7, 69).)(278)

Resim---Ebû Musa radıyallahu anh anlatıyor:"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ashabı olan bizlere her ne zaman bir hadis müşkilat arzedecek olsa, hemen Hz. Aişe'ye sorardık, o bize bu hususta mutlaka bir bilgi sunardı."
(Tirmizî, Menâkıb, (3877)(280)

Resim---Ebû Vâil anlatıyor: "Hz. Ali radıyallahu anh, asker toplamak için Ammâr İbnu Yâsir ve Hasan İbnu Ali radıyallahu anhüm'yi Kufe'ye gönderince, Ammâr halka şöyle hitab etti:"Ben de biliyorum. O (Hz. Aişe), dünyada da âhirette de Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın zevcesidir. Velâkin Allah sizleri imtihan ediyor. Kendisine mi, yoksa, Aişe'ye mi tabi olacaksınız?"
(Buhârî, Fezâilu'l-Ashâb 30, Fiten 17.)(282)

Resim---Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Aişe radiyallahu anha Annemizi göstererek: “Dininizin üçte ikisini şu Humeyrâ'dan alınız.” buyurdu.
(Keşfu'l- Hâfâ, 1/384.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »


Aişe radiyallahu anha , Ebu Bekr radiyallahu anhu'n kızıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile Nübüvvetin onuncu yılında 6 yaşında iken evlendi. Fakat evliliğin tamamlanması 9 yaşında iken oldu. Bu evlilik hususunda Havle Bintü Hakim önayak oldu. Ebu Bekr radiyallahu anhu düğün merasimini yaptı. Peygamber aleyhisselâm'ın verdiği mehir miktarı dörtyüz dirhemdi. Fakat Aişe radiyallahu anha’nın rivâyetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarına ödenen mehir miktarı her zaman beşyüz dirhem olurdu.

(Müslim ve İ. Ahmed).

Resim---Aişe radiyallahu anha vâlidemizin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından sonra bile öğrenip uyguladıklarını yayarak İslam'a büyük hizmetinin geçtiği gözönüne alınırsa, muhtemeldir ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Aişe radiyallahu anha ile yaptığı evliliğe ilahî vahiy ile işâret edildiği intiba’ına varılabilir. Aişe radiyallahu anha’nın bizzât kendisinin bildirdiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona, rüyâsında Aişe radiyallahu anha’nın kendisine gösterildiğini ve üç gece ardarda meleğin onun resmini bir ipek kumaşa iliştirmiş olarak getirip: "Bu senin zevcendir" dediğini söyledi. Yine dedi ki: "Yüzünden örtün çekildiği zaman o senin ta kendindi." Daha sonra da "Eğer bu ALLAH'tan ise onu hakikat kılsın." buyurdu.
(Buharî ve Müslim).

Resim---Tirmizi bunu Aişe radiyallahu anha’dan şu ifadelerle nakletti: "Cibril benim resmîmi yeşil ipek bir bezde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e getirdi ve dedi ki: 'Bu senin dünya ve âhirette zevcendir."

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hususî hayatını ve İslam'ı nasıl yaşadığını bize en iyi tanıtan Aişe radiyallahu anha vâlidemizdir. Diğer vâlidelerimizin ne kadar hadis rivâyet ettiklerini gördükten sonra rahatlıkla diyebiliriz ki, şâyet Aişe radiyallahu anha olmasaydı, Rasul-i Ekrem aleyhisselâm'ın hayatının pek çok safhası bize kapalı kalacaktı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in neden O'nu en çok sevdiğini, diğer hanımlarının odalarında değil de,. neden sadece O'nun yanında iken vahiy geldiğini, Aişe radiyallahu anha’nın üstün zekâsına, derin ilmine ve anlayışına, muazzam hafıza gücüne bağlamak gerekir. Hafızasında yüzlerce şiir bulunan, 160 beyitlik uzun bir kasideyi ezbere okuyabilen (Tabakat, İbn Sa'ad) Aişe radiyallahu anha, Resul-i Ekrem'in en büyük talebelerinden biridir. Vahyin ışığıyla aydınlanan evinde, dokuz küsur yıl boyunca İslam eğitimi görmüştür. Ensab ilmine ve Arap Edebiyatı kültürüne büyük ölçüde âşinâ bir babanın kızı olarak, ilim ve kültür atmosferinde yetişmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in en yakın arkadaşının kızı sıfatıyla, İslam'ın ilk yıllarındaki zor ve çileli hayat, çocukluk yıllarının bütün safhalarında derin izler bırakan çekirdekten yetişme ideâlist bir müslümandır. Mekke'nin zengin tüccârlarından biri olan ba-basının, bütün servetini İslamiyet uğrunda harcadığını görmüş ve her şeyini ALLAH için vermenin engin zevkini ve şuurunu ailece yaşamışlardır. Böylece o, iki gün ard arda arpa ekmeğinden bile karınlarını doyuramayan, üç ay boyunca evlerinde yemek pişmeyen Peygamber evinin mütevâzı havasını yadırgamayacak bir görgüye sahipti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in o genç ve şuurlu talebesi, işte bu sebeple Peygamber'le beraber olduğu yıllar boyunca, daha müreffeh bir hayat sürmek için değil, islam'ı daha iyi öğrenip öğretmek için gayret sarfetmiştir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in O'na neden çok değer verdiğini, O'nu neden daha çok sevdiğini işte bu gibi sebeplerde aramak gerekir. Görevi, sadece ve sadece İslam'ı tebliğ etmek ve müslümanlara ideal yaşama biçimini göstermek olan Rasul-i Ekrem aleyhisselâm'ın, diğer ashabı kiram'ın vakıf olmadığı hayat safhalarını bir objektif hassasiyeti ile tesbit edecek genç ve uyanık bir talebe edinmesi gerekiyordu. O da çevresindekilerin içinde Aişe radiyallahu anha’yı buldu. Bu tesbitinde ne kadar isabet ettiğini, Aişe radiyallahu anha gibi değil, ona yakın vasıfta bir diğer hanımın daha çıkmamasında görmek mümkündür. Aişe radiyallahu anha ile dokuz yaşında iken evlenmesi, o devrin icâblarına göre elbette son derece tabii idi; zira o zamanlar böyle bir evliliğin yadırgandığına dâir kaynaklarda bilgi yoktur. Bu evlilik birkaç sene daha gecikseydi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hayatından yüzlerce sahne meçhulümüz olacaktı.

(Doç. Dr. M. Yaşar Kandemir, Hanımlarının dilinden Peygamber, İSAV'a tebliğinden, İstanbul, 1988).

Âlimler arasında evliliğin yapıldığı zamana dâir görüş farklılıkları vardır. Fakat, en doğru olanı Aişe radiyallahu anha’nın, Hatice aleyhasselâm'ın vefâtından sonra altı yaşında iken evlenmiş olması ve evliliğin Medine'de hicretten sonra dokuz yaşında iken tamamlanmış olmasıdır. Sevde rad.a ve Hatice aleyhasselâm ile ilgili hadisler yukarıda nakledildi. Aişe radiyallahu anha, Hatice aleyhasselâm'ı görmediğini fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sık sık onu hatırladığını ve zaman zaman kurban kesip parçalarını Hatice'nin arkadaşlarına dağıtılması için gönderdiğini bildirmektedir.
(Buharî).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Aşağıda yer alan hadise Aişe radiyallahu anha’nın ve diğer zevcelerin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in sevgisini kazanmaya nasıl iştiyâklı olduklarını göstermeye yeterlidir.

Resim---El-Kasım, Aişe radiyallahu anha’dan rivâyetle anlatıyor: “Peygamber her ne zaman sefere çıkacaklarsa hanımları arasında kur'a çekerdi. Bir seferinde kur'a Aişe ve Hafsa'ya çıktı. Sefer sırasında Peygamber gece olunca atını Aişe’nin devesinin yanına sürer, onunla sohbet ederdi. Yolculuk bu şekil sürüp giderken Hafsa, Aişe'ye develerini değiştirmeyi teklif etti, o da kabullendi. Peygamber, Hafsa'nın sürdüğü Aişe’nin devesinin yanına gelir. O gece konakladıklarında Aişe, Hafsa'nın planının farkına varır ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanına gelmemesi üzerine ayaklarını yılan yuvası olarak bilinen izhir otlarının arasına sokarak: "Ya Rabbî, beni ısırması için yılan veya akrep gönder ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e birşey söylemeğe muktedir olmayayım." diye dua etti.
(Buharî).

Resim---Aişe radiyallahu anha’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: "Bir kere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana: "Ey Aişe, benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı gazablı bulunduğun vakti pek iyi anlarım” buyurdu. Aişe radiyallahu anha der ki ben de: "Yâ Resûlullah, bunu nasıl bilirsin?" diye sordum. Resul-i Ekrem şöyle cevâb verdi: 'Benden razı ve memnun olduğun ve birşey inkar ederken: “MuhaMMed'in RaBB'i hakkı için öyle değildir!” dersin. Bana karşı asabı olduğun zaman da: “İbrahim'in RaBB'i hakkı için öyle değildir!” dersin, adımı anmazsın!. Aişe radiyallahu anha der ki: 'Ben de: "Evet yâ Resûlullah, vallahi öyledir. Fakat ben asabî halde yalnız sizin adınızı bırakırım. Sevginizse gönlümde yaşar!” diye arzettim." (Buharî).

Aişe radiyallahu anha’nın peygamberler arasında İbrahim aleyhisselâm'ın ismini anması Peygamberimiz'in ve tevhid dininin atası olması yönüyledir ki, bu seçim Aişe radiyallahu anha’nın yüksek fetânet ve zekâsının bir delilidir.

Bir bayram gününde Mescid-i Nebevi'nin avlusunda gösteri yapan Habeşîleri seyretmek için izin isteyen Aişe radiyallahu anha'ye Peygamber aleyhisselâm hem izin vermiş, hem de uzun süre orada kalarak seyretmesine yardımcı olmuştu. Muhtelif seferler Aişe ile koşu yarışı yapıp bâzen Aişe'nin, bâzen de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in geçtiği bu meyanda hatırlayabileceğimiz hadiselerdir.
(Ebu Davûd).

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i öteki ortaklarından kıskanma konusundaki duygularını anlatan ve hatta zaman zaman kendini tenkid eden Aişe vâlidemiz, bir defâsında yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i yanında göremeyince karanlıkta eliyle araştırdığını, secde etmekte olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ayağını tuttuğunu bir başka gece, yine O'nun diğer bir eşinin yanına gitmiş olabileceğini düşünürken, secde veya rükuda dua etmekte olduğunu görünce, kendi kendine: "Anam babam sana fedâ olsun!” Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! sen ne yapıyorsun, ben ne düşünüyorum!" dediğini itiraf ediyor. (Müslim, Neseî ve İ.Ahmed).

Bir başka seferinde Aişe, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e kendilerini teklif eden kadınları kıskanarak şöyle diyor: "Hiç kadın, kadınlığını mehirsiz hîbe eder mi?” derdim. Ne zaman ki ALLAHu Teâlâ:

تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَا
تُرْجِي مَن تَشَاء مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَن تَشَاء وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ذَلِكَ أَدْنَى أَن تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا
Resim---“Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk (aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn (kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.: Onlardan dilediğini ertelersin, dilediğini yanına alırsın. Ve azlettiklerinden (bıraktıklarından) istediğini (tekrar) yanına almanda bundan sonra sana günah yoktur. Bu, onların gözlerinin aydın olması (sevinmeleri), onların hüzünlenmemesi ve bu onların hepsinin senin verdiğin şeylerden razı olmaları için en uygundur. Ve Allah, kalblerinizde olanları bilir. Allah, Alîm’dir (en iyi bilen), Halîm’dir.”
(Ahzâb 33/51)
Âyetini inzal buyurdu.
O zaman anladım ki, ALLAH, Peygamberi'ne mü'minlerin üzerinde bir hak ve yüksek irade vermiştir.
Resim---Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e; Rabb'in Teâlâ, kadınlarının değil, ancak senin arzun cihetinde acele davranıyor" dedim.
(Buharî ve Müslim).

Resim---Aişe radiyallahu anha, bir seferinde O'na şöyle sorduğunu söyledi: "Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, lütfen bana bildirir misin? Sen bir vâdiye insen de orada iki çeşit ağaç bulsan:
1- Üzerindeki mahsulü yenmiş.
2- Mahsulü yenilmemiş.
Deveni hangisinde yayar, otlatırsın?."
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Başkası tarafından otlatılmayan ağaçta" deyince,
Aişe radiyallahu anha: "Ben işte o ağacım." dedi.
Aişe radiyallahu anha bu sorusu ile Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendisinden başka bâkire olarak kimseyle evlenmediğini kastediyordu..

(Buharî).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Aişe radiyallahu anha ile Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem arasında derin bir muhabbet bağı vardı. Bu samimi ve içten ilişkinin mahiyetini hadis ve siyer kitapları yeri geldikçe izâh ederler. Peygamber hoşnut etmek için ashabı hediyelerini Aişe radiyallahu anha 'nın hânesinde takdim etmek isterlerdi. Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in hanımlarının teşkil ettiği grubtu..

Resim---Aişe radiyallahu anha'dan rivâyet edilen hadiseyi başından nakledelim: "Ashabın takdim etmek istediği bir hediyesi bulunursa o hediyesini Rasûlullah, Aişe'nin hânesinde iken gönderirlerdi. Bu hâliyle Ümmü Seleme grubu dedikoduya başladı da bunlar, Ümmü Seleme'ye: “Var, Rasûlullah'a söyle! Halka ilân etsin! Ve her kim Rasûlullah'a bîr hediye vermek isterse, o kimse Rasûlullah kadınlarından hangisinin odasında bulunursa bulunsun hediyesini versin!” demişlerdi. Ümmü Seleme; kadınların kendisine söyledikleri bu sözü Rasûlullah'a söyledi. Fakat Rasûlullah ona cevâb vermedi. Ümmü Seleme grubuna dahil olan kadınlar Ümmü Seleme'den durumu sorduklarında, o da: “Rasûlullah bana bir şey söylemedi" diye cevâb verdi. Onlar da Ümmü Seleme'ye: “Artık Rasûlullah sana bir cevâb verinceye kadar bu dileğimizi arzet!” dediler. Hakikaten Ümmü Seleme de Rasûlullah'a kendi nöbetinde dönüp geldiğinde söyledi. Bu defâ Rasûlullah cevâben : “Sakın Aişe hakkında söylenip bana ezâ verme, baha hiçbir kadının nöbetinde iken vahiy gelmez de yalnız Aişe'nin odasında iken gelir” buyurdu, Ümmü Seleme, ben de: “Yâ Rasûlullah, sana ezâ vermekten tevbe ederek ALLAH'a rücu ederim!” diye özür diledim” dedi. Daha sonra onlar Rasûlullah'ın kızı Fatıma'yı çağırdılar ve onu Rasûlullah'a gönderdiler. Fatıma bu mesele hakkında O’nunla konuştu, fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kızım, sen benim sevdiğimi sevmez misin?” diye sordu. Fatıma aleyhasselâm: “Elbette severim!” deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Öyleyse Aişe'yi de sev!” buyurdu."

(Buharî ve Müslim).

Yine Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in kendisi İle Şevval ayında evlendiğini ve Şevval'de birleştiğini (zifâf) dolayısıyla Rasûlullah'ın hangi hanımının Peygamber tarafından daha çok sevilmiş olabileceğini söyledi.
(Müslim).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarına karşı bu sevgi ve muhabbeti onun dürüst tabiat ve karakterini göstermektedir. O, doğru ve kusursuz bir insandı. O bütün hisleri, zihnî duyguları ve fıtrî arzuları herhangi bir insan gibi duydu ve tecrübe etti. Onları meşru bir zeminde yerine getirdi. Bu durum, onun için ne gayri tabii birşeydir, ne bir kötülüktür, ne de muttaki olmaya aykırıdır; o bunu insan medeniyet ve kültürünün doğuşundan bu yana beşeriyetin tanıdığı normal ve makul olan yolla tatmin etti. Bu sûretle, MuhaMMed aleyhisselâm'ın aile hayatı, beşeriyetin uyması için tam bir örnek modeldir. O bu normal ve tabii davranış ve meşru tatmin yolunu şehvete düşkünlükten, yani hafif meşreplikten ayırmış, gerek teoride, gerekse fiilen ona uyan insanlara yegâne örnek bırakmıştır. Sözleri her zaman evlilik ilişkileri üzerine yerleştirdiği ulvî ve asıl prensipleri aksettirmektedir.

Resim---Ebu Zer'e göre Rasûlullah şöyle buyurdu: "..Ve herbirinîzin cinsî fiilinde hayır vardır." Ashabı: "Ya Rasûlullah, her hangi birimiz cinsî arzumuzu ifâ ettiğimizde bunun için hiç sevâb olur mu?" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Düşünmüyor musunuz ki, onu gayrımeşrû şekilde işlediğiniz zaman, günah işlenmiş oluyor. Kezâ eğer kişi bunu meşru olarak işlemişse, ona sevâb mükafatı vardır."
(Müslim).

Hatta Aişe'ye derin bir muhabbeti olmasına rağmen, bu sevgi hiçbir yönde ALLAH tarafından ona yüklenen esas gayeye olan dikkatini dağıtmamıştır, çalışmalarını da azaltmamıştır. Tarihte de bildirildiği gibi, onun muhtelif söz ve davranışları, hanımlarıyla olan ilişkileri hakkında iyi münasebetlerini göstermektedir.

Resim---Bir defâsında O’nun şöyle buyurduğu bildirildi: "Mu’tedil olun! Halkı yakınlaştırmaya çalışın ve onlar iyi meziyetlerinden dolayı değil ancak, ilâhî lütuf ve rahmetten dolayı Cehenneme girmiyeceklerıni söyleyin!”
Aişe radiyallahu anha dedi ki: "Yâ Rasûlullah! Bu senin için de geçerli mi?"
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Evet, ben de O'nun af ve rahmeti için dua ediyorum!." buyurdu.


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Aişe radiyallahu anha'yı, ilk hanımı Hatice aleyhasselâm'ın vefâtından sonra diğer hanımlarını sevdiğinden daha çok sevdi, fakat bu sevgisi, O'nun ALLAHu zü’L- CeLÂL'e olan sevgisini ve vazifesindeki bağlılığını azaltmadı. Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in herşeyi unutup kendisiyle konuşup eğlendiğini, fakat ezânın okunmasıyla rengi değişerek, sanki onunla hiçbir şey yokmuş gibi ezân için dışarı gittiğini söyledi.

Yine Aişe radiyallahu anha, bildirdi ki, eve girerken onun şu sözleri tekrarlanması her zamanki âdetiydi:
Resim--- "Eğer bir insanın altın dolu iki vâdisi olsa, o bir üçüncüsünü arzu eder. Onun arzusunu, ağzını sadece toprak doldurur. Zenginlik yaratıldı ki, insan Rabbine şükrünü edâ etsin ve muhtaçlara yardım etsin; her kim ki, ALLAH'a dayanırsa ALLAH da ona dayanır."

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Eğer Âdem oğluna altın ile dolu bir vâdî verilseydi, o kendisine ikinci bir vâdî verilmesini arzu ederdi. Şâyet kendisine ikinci bir vâdî verilse, üçüncüsünü isterdi. Âdem oğlunun iç boşluğunu ancak toprak kapatır. Allah da (hırstan) tevbe eden kimsenin tevbesini kabul eder" buyurdu.

(Bu İbn Abbâs hadîsi, rivâyet yollan çok olan hadîslerdendir. Buhârî bu bâbda beş yol ile İbn Abbâs'tan, İbnu'z-Zubeyr'den, Enes ibn Mâlik'ten getirmiştir.)

Resim---Aile üyelerini bu dünyanın geçici zenginliğine karşı uyarmak için bu sözler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından sık sık tekrarlanıyordu. Yine Aişe radiyallahu anha, bildirdi ki her ne zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e iki şeyden biri için tercih yaptırılsa, yapılmasında günah olmadığı takdirde o her zaman kolay olanı seçerdi. Aişe radiyallahu anha, kendisinin üzerinde hayvan resimleri olan bir yastığı olduğunu söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onu gördüğü zaman, kapıda durup içeri girmedi.
Aişe radiyallahu anha onun yüzündeki hoşnutsuzluk alâmetlerini farketti ve dedi ki: "Ya Resûlullah! Ben ne kötülük işledim?.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Bu küçük yastık nedir?" dedi. Aişe: "Onu sana oturman ve uzanman için aldım!" diye cevâbladı.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Bu resimleri yapan o kimseler Kıyâmet günü cezâlandırılacaklardır."

(Buharî).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hanımlarının odalarına yatsı namazından sonra gider, dişlerini misvakladıktan sonra da doğruca yatağa girerdi. O, gecenin üçte birinde veya son çeyreğinde kalkar, teheccüd namazı kılardı. Aişe radiyallahu anha ile beraberken onu da, sabahın erken saatlerinde kaldırır, fecre kadar namaz kılarlardı. Her ikisi sünnet namazlarını edâ ettikten sonra biraz daha dinlenirler ve sohbet ederlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem daha sonra mescide farz namazı için giderdi. Bâzen bütün gece namaz kılardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Aişe radiyallahu anha'ye imam olurdu. Kur'ÂN'dan; Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûreleri gibi uzun sûreleri okur, gazab ile ilgili âyet geçse, onlar bağışlanmak için duada bulunurlar, ALLAH'a sığınırlardı. Rahmet ve müjde âyetleri okunduğunda ALLAH'tan mağfiretini ümid ederlerdi. Bu sûretle bu iki muttaki ve muhsin kişi ile ALLAHu Zü’l- Celâl arasında kurulan manevi diyalog, bâzen bütün gece devâm ederdi. Sabahleyin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem farz namazı mescitte edâ eder, Aişe radiyallahu anha de kendi bölmesinde diğer hanımlarla imama uyarak namaz kılardı..

Aişe radiyallahu anha’nın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e olan muhabbeti ve bağlılığı, üstün zekâsı, derin ilmi, anlayışı ve hafizâ gücü, onû diğer Peygamber hanımlarından üstün yaptı.


Resim---Ebû Musa (radiyallahu anhu)’den rivâyete göre, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Erkeklerden pek çok kimse olgunluğa erişti kadınlardan ise Imrân kızı Meryem ve Firavun’un karısı Asiye kemâle erişenlerden oldu. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” buyurmuştur.

(Buhârî, Enbiyâ, 34; Nesâî, Muaşeret: 3; Müslim)

Tirmizî, Bu konuda Âişe ve Enes’den de hadis rivâyet etmiş ve bu hadis hasen sahihtir demiştir.

Resim---Amr b. As, Zât-ı Selâsil gazasından döndüğünde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem 'ın huzurunda iken sordu: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ashab içinde size en sevimli kimdir?" Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Aişe radiyallahu anha'dır" buyurdu. O, "Erkeklerden kimdir?' dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Aişe radiyallahu anha’nın babası" dedi.
(Buharî).

Resim---Bir seferde Aişe radiyallahu anha’nın devesi ürktü ve üzerindeyken büyük bir hızla koştu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem telâşlandı, yerinde duramaz oldu; kendi kendine: "Vah gelinim!" dedi.
(Müsned-i Ahmed)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Aişe radiyallahu anha'ye olan muhabbeti, Aişe radiyallahu anha’nın fizikî câzibesi veya zerâfeti sebebiyle değildir.
Çünkü hanımları arasında ondan daha fazla değilse bile güzellikte ve zerâfette eşit olanlar vardı. Zeyneb bintü Cahş, Safiyye ve Cüveyriyye gibi. Ayrıca onlar gençti de. Sîret ve hadis kitaplarında onların güzellik ve zerâfetlerini söz konusu eden birçok haber vardır.
Birkaç hadise dışında Aişe radiyallahu anha’nın bu yönleri hakkında pek az haber yer almaktadır.


Gerçek şu ki, Aişe radiyallahu anha çok zeki, maharetli ve akıllı idi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den pek çok fıkhı mesele hakında derin bilgiler elde etti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem , Aişe radiyallahu anha’nın gelecek nesiller arasında uzun süre Kur’ÂNî bilgilerin ve kendi uygulamalarının yayılmasına vesile olacağını gördü. O ise, çok genç olmasına rağmen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den her ne görüyor idiyse aynen onu kavrıyor ve yaşıyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem için Aişe radiyallahu anha, diğer ashabın vakıf olmadığı hayat safhalarım bir objektif hassasiyeti ile tesbit edecek genç ve uyanık bir talebeydi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in neden O'nu en çok sevdiğini, diğer hanımlarının odalarında değil de neden sadece O'nun yanında iken vahiy geldiğini, Aişe radiyallahu anha’nın Üstün zekâsına, derin ilmine ve anlayışına, muazzam hafizâ gücüne bağlamak gerekir. Sonraki yıllarda görüleceği gibi Aişe radiyallahu anha zamanının birçok fakih ve müfessirleriyle ilmî müzakerelerde bulunmuş, onlara fıkhın ve Kur’ÂN'ın inceliklerini tefsir etmiştir. O dinî ilimlerde ve edebiyatta ileri bir mevkiye sahipti.

Hafizâsında yüzlerce şiir bulunuyor, 160 beytlik uzun bir kasideyi ezbere okuyabiliyordu. En çok hadis rivâyet edenler arasında yer almıştır. 2210 hadis rivâyet etmiştir. Ashabın büyükleri, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ahvâlini ondan sorup öğrenirlerdi. Ashab ile yaptığı ilmî münakaşalarda delillerinin kuvveti sâyesinde haklı çıkardı. Bazı meselelerde Ebu Hureyre'ye, Abdullah b. Ömer'e, Abdullah b. Abbas'a ve başkalarına muhalefet etmiş ve makul itirazları kabul edilmiştir.


Ebu Musa şöyle dedi: "Haklarında bilgi sahibi olmayıp Aişe radiyallahu anha’dan soruşturduğumuz hiçbir şeyde asla güçlükle karşılâşmadık."

Tabiin'in büyüklerinden İmamı Zuhri; "Bütün halkın arasında en büyük alîm Aişe radiyallahu anha idi, ashabın önde gelenleri ondan bazı meseleleri sorarlardı." dedi.

(Tabakat, c. II).

Urve b. Zübeyr; Kur’ÂN'da, feraizde, helâl ve haram konusunda fıkıhta, şiirde, tıbda, Arap tarihinde ve neseb ilminde Aişe radiyallahu anha’dan daha büyük bir âlim bulunmadığı fikrindeydi. İmamı Zühri bu konuda şu görüşünü ileri sürmektedir: "Eğer bütün erkeklerin ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarının bilgileri bir tarafa konsa, Aişe radiyallahu anha’nın bilgisi hepsini aşar." O, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ashabı tarafından müçtehidler arasında sayıldı. Hiç şüphesiz onun adı, Ömer, Âli, Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas ile birlikte zikredilir. O, Ebu Bekr radiyallahu anhu, Ömer, Osman'ın hilâfetleri dönemlerinde fetva verirdi. Bazı âlimlere göre Şer'i emirlerin dörtte biri. onun tarafından nakledildi.

Aişe radiyallahu anha’nın bu vasıfları onu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a çok yakın yaptı. Bu husus, evlenilecek kadındaki nitelikleri anlatan hadisde Aişe radiyallahu anha’nın bizzât kendisi tarafından tasdik edilmiştir.

(Müsned-i Ahmed)

Resim---Ebu Hureyre; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu bildirdi: "Kadın dört şey için nikah edilir: Malı için, şerefi için, güzelliği için ve dini için. Sen dindarı al da yoksulluktan ellerin toprağa yapışsın."
(Buharî Nikah 15; Ebu Davud Nikah 2; Nesaî Nikah 13; ibn Mace Nikah 6; Darimi Nikah 4; Malik Nikah 21; A.b. Hanbel III 428.)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Bu durum Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hatice'den sonra diğer hanımlarından daha çok İslam'ı ve O'nun emirlerini daha iyi anladığı, keskin zekâlı olduğu, insanların meselelerinde dinin gösterdiği çözüm yollarını bilmesinden dolayı Aişe radiyallahu anha'ye muhabbetini göstermektedir. Kendisinden on-beş yaş büyük olan Hatice'ye de Peygamberi-miz'in muhabbet duymasındaki sebep budur. Hatice, İslam'ı ilk kabul eden ve onu destekleyendi. Ve o herşeyini İslam'ın ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yoluna fedâ etti. Hatice'nin adı anıldığında Aişe radiyallahu anha’nın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e kıskançlığını imâ eden sözleri karşısında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Hatice'nin İslâm yoluna sarf ettiği maddî ve manevî fedâkârlıkları dile getirmiştir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, şüphesiz Hatice'yi ve Aişe radiyallahu anha’yı, onların büyük bağlılıkları ve İslâm'ın başarısı için gösterdikleri gayretleri sebebiyle herkesten daha çok sevdi. Mekkeli müşriklere karşı ilk mücâdeleleri sırasında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in en büyük teskîn ve teselli kaynağı Hatice idi. Yine Kureyşin müttefik kuvvetlerine, Yahudilere ve müşrik Araplara karşı savaşa giriştiğinde onun huzuru ve sükûnu Aişe radiyallahu anha idi. Bu arada, Aişe radiyallahu anha’nın çok erken yaşlarda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in eşliğinde eğitim ve öğrenim görmesi onu, Kur’ÂN ilmini ve Rasûl'ün sünnetini ileri yıllarda insanlara yayma işine hazırladı.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu sûretle, kendi örneğiyle bir kocanın hanımını nasıl memnun ve mesud etmeye çalışması gerektiğini göstermektedir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bâzen onu farklı bir yol ile sevindirir ve neşe ile selâmlardı . Onun günlük mutfak faâliyetleriyle ilgilenirdi.

Yine Aişe radiyallahu anha’nın rivâyetinden; bir bayram günü Aişe radiyallahu anha’nın ensâr'dan iki kızla birlikte eğlendiklerini, def çalıp şarkı söyleyen kızların rahatsız olmaması için Rasûl-i Ekrem'in sedire uzanıp yüzünü de örttüğünü; fakat bu hâli gören Ebû Bekir'in, kızını azarlayarak: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanında böyle şeyler yapılır mı?.” demesi üzerine Rasûlullah'ın duruma müdahale ederek onları rahat bırakmasını söylediğini bilmekteyiz.


Resim---Bir bayram günü Ensar kadınlarının def eşliğinde kahramanlık şiirleri söyleyip eğlenmelerini duyan Hz. Ebû Bekir (radiyallahu anhu), onlara engel olmak istemişti. Fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Ebâ Bekir, her milletin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır.” buyurarak onları kendi hallerinde bırakmalarını tavsiye etti.
(Müslim, İydeyn: 16-22, Buhârî, İydeyn: 25)

Yine böyle bir bayram günü Mescid-i Nebevî'de harp oyunları gösterisi yapan Habeşlileri seyretmek üzere Aişe radiyallahu anha’yı beraberinde götürdüğünü, o'nu arkasına alarak ve rahatça görmesini sağlamak üzere öne doğru eğilerek gösterileri seyrettirdiğini görmekteyiz.

Bir bayram günü Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynayıp raksederken Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onları görür, Hz. Âişe radiyallahu anha’nın bu oyunu seyretmesine izin verir.
Hz. Âişe radiyallahu anha bu durumu şöyle anlatıyor: “Habeşliler gelerek raksetmeye başlayınca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem beni çağırdı. Ben de gelerek başımı onun omuzuna dayadım. Habeşlilerin oyununa bakmaya başladım. Nihâyet onlara bakmaktan ilk vazgeçen ben oldum.”

Hatta böyle bir oyunda Peygamberimiz aleyhisselâm'ın Habeşlilere:
“Haydi bakalım Efride oğulları göreyim sizi!” buyurarak bir teşvikte de bulunmuştu.

Öyle ki, böyle bir ekibi görünce taşlamak sûretiyle onlara engel olmak isteyen Hz. Ömer’e (radiyallahu anhu) Peygamberimiz aleyhisselâm: “Bırak onları, yâ Ömer!” diyerek teskin etmişti.
(Müslim, Îydeyn: 18-22)

Bu sonuncu hadîsi rivâyet eden Aişe radiyallahu anha, genç kızlara bu kabil eğlenceleri göstermenin iyi olacağını söylemekte, onlara anlayışlı davranmayı tavsiye etmektedir. Çünkü kendisi de Rasûl-i Ekrem'den aynı anlayış ve müsamahayı görmüştür.

Aile fertlerinin topluca bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla da her akşam, bütün hanımlar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem o gece kimin yanında geceleyecekse, topluca oraya gelirler, sohbet eder, ibretli kıssalar anlattığı, bu arada hepsine güldürücü şakalar vaptığı rivâyet edilmiştir. "

(Heysemî)

Resim--- Bir defâsında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem , Aişe radiyallahu anha'ye bir hikâye anlatırken Karefe adını andı ve: "Sen Karefe'nin kim olduğunu biliyor musun? O Azra kabilesine mensuptu ve cinler onu alıp kendi yerlerine götürdüler. O, orada bir çok garip şeyler gördü ve döndüğünde bunları halka anlattı. Bu yüzden halk ne zaman acaib bir hikâye duysa, “Bu Karâfe'nin hikâyesi derler" dedi.
(Müsned-i Ahmed, Tirmizî).

Resim---Bir defâsında Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem 'e on bir kadının hikâyesini anlattı. Ümmü Zer hadisi diye bilinen, Buharî ve Müslim'in Sahih'lerinde yer alan Cahiliyyet döneminde on bir kadının bir araya gelerek kocalarının kusur ve meziyetlerini birbirlerinden saklamaksızın anlattıkları uzun rivâyette son kadının kocası cömert ve asil bir kişi olan Ebu Zer idi. Aişe radiyallahu anha, hikâyesini bitirince, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ümmü Zer'e göre Ebu Zer neyse, ben de sana göre öyleyim" demek sûretiyle aralarındaki eşsiz muhabbetin artmasına imkân hazırlamıştır.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Aişe radiyallahu anha ile birlikte yemek yerken birşeyi önce O'nun içmesini ister, sonra da özellikle O'nun ağzının değdiği yerden içerdi.

Eşler arasındaki mesâfenin kalkmasını, muhabbetin artmasını temin edecek davranışlara Peygamberimiz'in ne kadar önemsediğini gösteren bir çok misâl verilebilir.


Resim---Bir defâsında bir Farslı komşusu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i akşam yemeğe davet etti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Aişe radiyallahu anha benimle gelecek" dedi. Komşusu: "Hayır" deyince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu daveti kabul etmedi. Komşusu ikinci ve üçüncü defâ da gelip davetini tekrarladı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem da her defâsında: "Aişe radiyallahu anha de davetli olacak" dedi. Son kez komşusu olumlu cevâb verince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem davete Aişe radiyallahu anha ile birlikte icabet etti.

(Müslim)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ANNelerimizle iligili çok güzel nükteli şakalar buyururdu.

Resim---Enceşe (radiyallahu anhu), Vedâ Haccı dönüşünde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarını taşıyan develerini sürmektedir. Yanık sesi ve hızlı ritmiyle söylediği şarkılar develeri koşturunca, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ey Enceşe! Yavaş sür, billurları (kırmayasın).” diyerek hanımların nâzik olduklarını, bu süratten incinebileceklerini îmâ sûretiyle şaka yapmıştır.
(Dârimî, İstizân, 65; Buhârî, a.g.e., B. 133, H.264.)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, zaman zaman hanımlarıyla şakalaşır, aynı şekilde hanımları da O’na şaka yaparlardı. Hanımları içinde en çok ilgi duyduğu da Hz. Âişe radiyallahu anha idi.

Resim---Gerek gençlik ve güzelliği, gerek bilgi ve zekâsı yönüyle ezvâc-ı tâhirât arasında temâyüz eden Âişe radiyallahu anha’nın, Peygamber aleyhisselâm’a karşı bazı muamele ve şakalarında ileri gittiği olurdu. Bir defasında, annesinin de bulunduğu bir sırada, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzurunda yaptığı bir şakada biraz ileri gitmiş olmalı ki annesi: “Yâ Resûlullah! Bu mahalle insanlarının bazı şakaları ok torbasındandır (ok gibi keskindir).” dedi. Buna cevâben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de: “Bilâkis bizim şakalarımız, bu mahalle insanlarıdır.” buyurdu.

(Buhârî, a.g.e., B. 133, H. no: 267)

Hâdiseden de anlaşılacağı gibi, Âişe radiyallahu anha’nın yaptığı mizah biraz sertçe olmuş, fakat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buna pek alınmamış, kendisinin de onlara böyle şakalar yaptığını dile getirmiştir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hanımlarıyla aralarındaki sevgi bağlarını pekiştirecek, yakınlığı arttıracak tarzda senli-benli olurdu. Hadislerde görülen söz ve davranış şekillerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile ashabı arasında geçmiş gibi değil de karı-koca arasında vukubulmuş hâliyle bakılmalıdır.


Resim---Aişe radiyallahu anha’nın nöbeti günü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kapıdan girer girmez onun baş ağrısından dolayı: "Vay başım!" diye sızlandığını gördü. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Aişe radiyallahu anha'ye şöyle söyleyerek takıldı: "Sen benden önce ölsen de, seni kendim yıkasam, kendim kefenlesem, üzerine namazını kılsam, kendim defnetsem olmaz mı?" Bunu duyan Aişe radiyallahu anha: "Vay başıma gelenler! Vallahi öyle sanıyorum ki, sen gerçekten benim ölmemi istiyorsun. Eğer ben ölürsem, sen o günün akşamı hanımlarından biriyle beraber olursun" deyince Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tebessüm buyurdu.
(Müsned-i Ahmed, İbni Mace, Dârimî)

Resim---Bir seferinde Aişe radiyallahu anha’nın odasına bir tutsak kapatıldı. Aişe radiyallahu anha kadınlarla sohbetle meşgulken, tutsak kaçtı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem geldiğinde tutsağı bulamayınca Aişe radiyallahu anha'ye sordu. Aişe radiyallahu anha olanları anlattı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, öfkeyle ona: "Senin elin kesilmeli" dedi. Daha sonra dışarı çıkıp ashabına haber verdi, bu arada tutsak yakalanmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem geri döndüğünde Aişe radiyallahu anha’yı ellerini çevirip onlara bakar halde buldu. Ne yaptığını sordu. O da: "Hangi elimin kesileceğini kararlaştınyorum" dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem çok sarsıldı ve dua için ellerini kaldırdı.

(Müsned-i Ahmed).

Aişe radiyallahu anha Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e karşı itaatkâr ve hizmetkârdı. Evde hizmetli olmasına rağmen işleri kendisi yapardı. Buğday öğütüp hamur yapardı. Yemeğini pişirir, yatağını sererdi.
(Buharî, Tirmizî).

Abdest alması için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e suyunu getirirdi.
(Müsned).

O'nun saçını tarar, güzel koku sürer, elbiselerini yıkardı.
(Buharî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yatmaya girdiğinde, yanına misvak ve su koyardı.
(Ahmed).

Misvaklarını temizlerdi.
(Ebu Davud).

Resim---Her ne zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bir misâfiri evine gelse Aişe radiyallahu anha onlara hizmet ederdi.
Suffe ashabından biri olan Kays Giffarî şöyle bildirdi: "Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize Aişe radiyallahu anha’nın evine gitmemizi söyledi. Biz vardığımızda dedi ki;
“Aişe, bize biraz yemek ver.” Aişe radiyallahu anha biraz yemek getirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem daha fazla yemek istedi ve o (kurutulmuş hurmadan yapılmış) harire getirdi. Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem biraz içecek istedi ve o büyük bir kap süt ile bir küçük kap su getirdi. "

(Ebu Davud).

Aişe radiyallahu anha Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile dokuz yıl yaşadı ve ona hizmet etti. Asla itaatsizlik etmeksizin O'nun bütün ihtiyaçlarını ve taleplerini karşıladı. Aslında Aişe radiyallahu anha O'nun hizmetinden memnun ve mesrur oluyordu. Her ne zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir şeyden hoşlanmadığım belli etse, o hemen o şeyden çekinir ve onu evinden Çıkarırdı.
(Buharî).

Ashabı kiramdan biri, halkı velime'ye davet edecekti. Fakat evinde ikram edeceği bir şey yoktu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ona Aişe radiyallahu anha'ye gidip bir küfe buğday verdi. Öyle ki evde akşam için onlara yiyecek hiç bir şey kalmamıştı.
(Müsned-i Ahmed).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Âişe, vakit namazlarına ve teheccüde ilâveten Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile işrak namazını da (güneşin doğuşu ile öğle arası) edâ ederdi. O, çok defâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte Ramazan dışında da oruç tuttu. Ramazan ayının son on gününde İtikafa da girdi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in itikafa girmesini sağlamak için O'na çadırı Aişe radiyallahu anha kurardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sabah namazından sonra bir müddetliğine Aişe radiyallahu anha'ye giderdi. İtikaf çadırı Aişe radiyallahu anha’nın odasına yakındı. Oradan başını uzatır, Aişe radiyallahu anha de saçlarını tarardı.

İpek giysi ve altın takıların kadınlara helâl olmasına rağmen, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ev halkının onları giyip takmalarını hoş görmezdi. Çünkü O'nun dünyevî süs ve zînetlere karşı fıtrî bîr memnuniyetsizliği vardı Bir defâsında Aişe radiyallahu anha altın bir bilezik takmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona:
"Sana daha iyi bir fikir vereyim mî? Bu bilezikleri çıkar ve İki gümüş bilezik al. Onların da üzerine safran boyası sür."
dedi. (Nesaî)

Normal olmayan durumlarda bile Aişe radiyallahu anha’nın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e olan muhabbeti ve bağlılığı dâim kaldı. Onların evlilik münasebetleri daha yakınlaştı. Bu husus müteakib olaylarda net bir şekilde görülecektir.

Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vaktini Zeyneb bintü Cahş ile geçirdiğini ve Zeyneb'in de O'na içmesi için bal şerbeti ikram ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Aişe radiyallahu anha, Hafsa ve Şevde, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onları ziyâret edeceği zaman: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, megafir mi yediniz? Sizde megafır kokusu duyuyorum?" demeyi kararlaştırdı. Megafir, yapışkan ve tatlı bir zamk olup fenâ bir kokusu vardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem onların odalarını ziyâret ettiği zaman hepsi aynı şeyi söylediler. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hayır ben megafir yemedim. Yalnız Zeyneb bintü Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Artık bir daha onu içmem." diye and içti. Ve: "İşte yemin ettim, sakın bunu bir başkasına duyurma!" diye tenbih buyurdu.
(Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesaî ve İ. Ahmed).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in helâl ve mubah olan bir gıdayı haram kılması ve bunun mahrem kalmasına ihtimam buyurması kadınları memnun etmek ve kıskançlığının aile düzeni üzerinde ters etki göstermesinden kaçınmak sebebine dayanıyordu. Fakat bunun bir helâli haram kılacak dereceye varması muvafık olmadığı âyette işâret olunmakla beraber ALLAHu Teâlâ'nın Gafur ve Rahîm olduğu zikrolunarak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in müteessir olmaması bildirildi:

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek (leke), tebtegî merdâte ezvâcik (ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).: Ey Nebî! Zevcelerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi sen niçin kendine haram ediyorsun? Ve Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.”
(Tahrîm 66/1)
El Gâfuru:

Resim

er RahîM:
Resim

Aişe radiyallahu anha tarafından plânlanan megafir sözünü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem 'a söyleyen bir rivâyete göre Aişe radiyallahu anha ile Ömer radiyallahu anhu'n kızı Hafsa radiyallahu anha idi.

Daha sonra aynı dönemde bir başka hâdise oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hanımlarından birine bir sır söyledi ye başkasına aktarmamasını istedi. Buna rağmen başkasına açıkladı. Bunun üzerine şu âyet meâlinde ifâde olunduğu üzere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e vahiy ile bildirildi:


وَإِذْ أَسَرَّ النَّبِيُّ إِلَى بَعْضِ أَزْوَاجِهِ حَدِيثًا فَلَمَّا نَبَّأَتْ بِهِ وَأَظْهَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَأَعْرَضَ عَن بَعْضٍ فَلَمَّا نَبَّأَهَا بِهِ قَالَتْ مَنْ أَنبَأَكَ هَذَا قَالَ نَبَّأَنِيَ الْعَلِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---“Ve iz eserren nebiyyu ilâ ba’dı ezvâcihî hadîsâ (hadîsen), fe lemmâ nebbeet bihî ve azherehullâhu aleyhi arrefe ba’dahu ve a’rada an ba’d (ba’dın), fe lemmâ nebbeehâ bihî kâlet men enbeeke hâzâ, kâle nebbeeniyel alîmu’l- habîr (habîru).: Nebî, bazı zevcelerine sır olan bir sözü gizlice söylemişti. Fakat onu (o sırrı) başkasına haber verince Allah, ona (durumu) izhar etti (peygamberine bildirdi). (Nebî de) bazısını açıkladı ve bazısını (bildirmekten) vazgeçti. Ona (zevcesine) onu (bunu bildiğini) haber verdiği zaman, (zevcesi): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Nebî): “Bana Alîm (en iyi bilen) ve Habîr (herşeyden haberdar) olan bildirdi.” dedi.”
(Tahrîm 66/3)

El Alîm:
Resim

El Habîru :
Resim

Bu yönüyle sırrı yaymak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'a itaatsizlikti, halbuki onlara Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ne veriyorsa almaları, neyi seviyorsa sevmeleri ve yasakladıklarından kaçınmaları emredilmişti. Kur'ÂN-ı Kerîm onlara şu sözlerle İhtar etmektedir:

إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ
Resim---“İn tetûbâ ilâllâhi fe kad sagat kulûbukumâ, ve in tezâherâ aleyhi fe innallâhe huve mevlâhu ve cibrîlu ve sâlihu’l- mû’minîn (mû’minîne), ve’l- melâiketu ba’de zâlike zahîr (zahîrun).: Siz ikiniz de Allah’a tövbe etseniz (ki, mutlaka etmelisiniz). Çünkü ikinizin de kalbi kaymıştı. Ve eğer O’na (Hz. Peygamber (aleyhisselâm)’e) karşı yardımlaşırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, O; O’nun (Hz. Peygamber (aleyhisselâm)’in) Mevlâsı’dır, Cibril (aleyhisselâm) ve mü’minlerin salih olanları ve bunlardan başka melekler de O’na zahirdirler (yardımcıdırlar).”
(Tahrîm 66/4)

İbni Abbas'a göre söz konusu hanımlar Aişe radiyallahu anha ile Hafsa radiyallahu anha idi.
(Buharî).

Bu ve benzeri hadiseler Allah'ın Rasulünü huzursuz kıldı ve Aişe radiyallahu anha dahil bütün hanımlarından uzak, bir ay kadar münzevî bir hayat geçirdi. Aişe radiyallahu anha merak ve sabırsızlıkla günleri sayıyordu.
Yirmidokuz gün geçtikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Aişe radiyallahu anha’nın odasına geldi. Aişe radiyallahu anha ona: "Yâ Resûlullah!. Beni bir ay ziyâret etmeyeceğinize yemin ettiniz. Fakat ben günleri saydım, henüz yirmidokuz gün geçti." dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de:
"Bu ay yirmidokuz gün çekiyor." dedi.

(Buharî)

Daha sonra da: "Aişe! Seni iki şey arasında muhayyer bırakıyorum. Cevâbını vermeden önce anâ-babana başvur!." buyurdu. Aişe radiyallahu anha’nın: “Hangi meseleden dolayı ana-babasına başvuracağım?” diye sorması üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ahzâb Sûresi'nden şu âyeti okudu.:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ إِن كُنتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ أُمَتِّعْكُنَّ وَأُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَمِيلًا
Resim---“Yâ eyyuhen nebiyyu kul li ezvâcike in kuntunne turidne’l- hayâte’d- dunyâ ve ziynetehâ fe teâleyne umetti’kunne ve userrihkunne serâhan cemîlâ (cemîlen).: Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine de ki: "Eğer dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, o zaman gelin sizi metalandırayım (mehrinizi vereyim). Ve sizi güzel bir bırakışla boşayayım.”
(Ahzâb 33/28).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Aişe radiyallahu anha’dan başlayarak bütün kadınlarını muhayyer bıraktı. Aişe radiyallahu anha hemen: "Ben ALLAH'ı, Rasûlullah'ı ve âhiret muradını isterim!." diye cevâb verdi. Bunu duyunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yüzünde sevinç ve neşe alâmeti belirdi.
(Buharî ve Müslim).
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Teyemmüm ile ilgili âyetin gelişini Aişe radiyallahu anha’nın bir rivâyetinden şöyle öğreniyoruz.:

Aişe radiyallahu anha anlatıyor: "Nebiyy-i Ekrem'in seferlerinin birinde birlikte yola çıkmış idik. (Medine Mekke yolu üzerinde) Beydâ veya Zâtü'l-Ceyş'e vardığımızda bir gerdanlığım kopup kayboldu. Aransın diye Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, o mahalde bekledi. Herkes de beraber bekledi. Halbuki bir su başında değillerdi. Halk, Ebu Bekr radiyallahu anhu'e gelip: “Ya Ebâ Bekr! Aişe'nin yaptığını gördün mü? Resûlullah'ı da, herkesi de yollarından alıkoydu. Su başında değiller. Kimsenin yanında da su yok!” dediler. Ebu Bekr radiyallahu anhu benim yanıma geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de uyumuş, (mübârek) başını dizime koymuştu. Ebu Bekr radiyallahu anhu: “Sen Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'i da, herkesi de yolundan alıkoydun. Su başında değiller, kimsenin yanında da su yok!” dedi. Ebu Bekr radiyallahu anhu bana kızıp birçok söz söyledi. Eli ile de böğrüme vurmaya başladı. (Böyle iken yine) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in (mübârek) başı dizimde olduğu için hiç kıpırdamadım. Sabah olunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kalktı. Hiç su yoktu. ALLAH Azze ve Celle Hazretleri teyemmüm âyetini inzâl buyurdu. Herkes teyemmüm etti. Useyd b. Hudayr (bana): "ALLAH seni hayır ile mükafatlandırsın. Vallahi senin başına hoşlanmadığın hiçbir iş gelmez ki, ALLAHu Teâla onda senin için de, müslümanlar için de bir hayır bulundurmasın!.” dedi.
(Buharî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in de: "Senin gerdanlığının bereketi ne büyük imiş," buyurdukları İshak-ı Bustî'nin tefsiri kaydeder.

Rivâyetinin sonunda Aişe radiyallahu anha der ki: "Sonra gideceğimiz sırada üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Gerdanlığı altında bulduk."

(Buharî).

Bu kaçınılmaz durumlar -daha sonra bahsedileceği üzere- Aişe radiyallahu anha'ya ve ailesine ve hatta Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e bile acı, keder ve sıkıntı getirdi. Fakat bu kederin veya taciz olmanın hiçbir miktarı dürüst ve asil iki insan arasındaki gerçek muhabbet ve bağlılığa zarar verememiştir. Onların evliliklerinin fizikî tatmin esasına dayalı olmayıp, ruhî ve aklî esaslar üzerine kurulmuş olması sevgi münasebetlerini daha da sağlam-laştiran bir etken oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Aişe radiyallahu anha’nın hem kendi, hem de babası Ebu Bekr radiyallahu anhu'in terbiyesinde büyümesinden, O'nun takva sahibi, zeki ve ictihad edecek derecede ilmî şahsiyete sahip olmasını takdir ediyordu.

İfk Olayı ve İlgili Âyetler vardır..


İfk: Bühtan. Bir suçu birisine yüklemek. İftiradır.

Bu olay Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in zevcesi ve Ümmehatu'l-Mü'mininden Aişe radiyallahu anha'ye atılmış bir iftira olduğu için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in aile hayatını doğrudan ilgilendiren konulardan biridir. Kur’ÂN-ı Kerîm bu olayı "İfk" diye isimlendirmiştir. İfk, sözlük manası ile iftira etmek, yalanı doğru, doğruyu yalan göstermek, bühtan etmek demektir. Kur’ÂN-ı Kerîm, olayın bir iftira olduğunu ve dedikodusunun yapılmamasını açıkça ifâde etmiştir.

Hadis kayıtlarının Aişe radiyallahu anha'ye dayanarak verdikleri haberi kısaltarak aktaralım:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekmek alışkanlığında idi. Onlardan hangisinin kur'ası çıkarsa Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile yola çıkardı. Benî Müstâlik Gazâsı'na gitmek murad edildiği zaman da aynı şekilde kur'a çekilmişti ve kur'ada Aişe radiyallahu anha’nın ismi çıkmıştı. Sefere deve üstünde bulunan mahmil/ Deve üzerine konulan sepet ile götürüldü ve konaklama yerlerinde de mahmuden indirildi.

Nihâyet harb bitti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem geri döndü. Medine'ye yaklaştığında bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra göç edilmesini bildirdi. İşte tam bu göç emrinden önce de Aişe radiyallahu anha, kazât-ı hacet İçin ordudan uzaklaştı. Döndüğünde gerdanlığının kaybolmuş olduğunu farketti. Bunu aramak için tekrar geri gitti. Hiçbir zaman için kendisi olmadan, bir yanlışlık eseri olarak kendi devesini harekete geçireceklerini aklından bile geçirmemişti. Fakat yolda kendisine hizmet edenler, onun mahfesini devesine yüklemişler ve onu da mahfenin içinde sanmışlardı. Çünkü kendisi son derece hafif ve küçük yaşta bir kadındı. Konaklama yerlerinde kimseyi bulamayınca beklemeye başlamış ve bir süre sonra da uyuyakalmıştı.


Ordunun arkasından gelen ve unutulanları toplamaya me'mur Saffân b. Muattal, bir karaltı görmüş ve yanına yaklaştıktan sonra kendisini farketmiş, deveye binmesini işâret etmiş, kendisi de önde yürüyerek yola revân olmuştu. Öğlen sıcağında konak yerinde bulunan kafileye yetişmişlerdi. Aişe radiyallahu anha hakkında çirkin iftirayı atan Abdullah b. Ubey b. Selûl olmuştur.

Hadisenin bundan sonraki kısmını bizzât Aişe radiyallahu anha vâlidemizin dili ile nakledelim. Çünkü bu hadise öneminden dolayı bizzât Rabb lisanı ile açıklanmıştır:


Aişe radiyallahu anha: "Medine'ye gelince, ben bir ay hastalandım. Meğer bu sırada halk arasında Ashab-ı İfk'in iftiraları dolaşıyormuş. Bundan tamamen habersizdim. Yalnız hastalığım sırasında beni şüphelendiren bir durum vardı.
Nebî aleyhisselâm'dan, başka hastalıklarım sırasında görmüş olduğum lütf u şefkati bu hastalığım sırasında görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selâm veriyordu ve ismimi bile söylemeden: “Hastalığınız nasıl?” buyuruyor, bu kadarla yetiniyordu.

Benim, İftiracıların söyledikleri hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihâyet hastalığım biraz iyileşmişti. Bir gece Mistah'ın anasıyla kaza-ı hacet yerimiz olan "Menâsı" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet, evimizin yanında tuvaletler yapılmadan önce idi. Ben, Ebu Rühm'ün kızı ve Mistah'ın anası (Selmâ) ile kazâ-yı hacet mahalline yönelip giderken onun ayağı takılmış ve düşmüştü. Araplar arasında felâket zamanında söylenmesi âdet olan "düşmanım helâk olsun!" duası yerine Selma kadın: "Mistah helâk olsun!" diye oğluna bed-dua etti. Ben kadına: "Ne fenâ söyledin, Bedir'de hazır bulunan bir kişiye bed-dua edersin!" Dedim. Bunun üzerine kadın bana: "Hele şu saf tâzeye! Ortada dönen iftiraları duymadın mı?" dedi. Bana iftiracıların bühtan ve iftiralarını anlattı. Artık hastalığımın üstüne bir hastalık daha yüklendi. Evime dönünce de yanıma Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem geldi. Selâm verdi ve: "Hastalığınız nasıldır?" diye sordu. Ben de: "Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, anne ve babamın evine gitmek üzere bana izin veriniz!" dedim. Aişe radiyallahu anha’nın gayesi, hâdiseyi bizzât anne ve babasından enine boyuna öğrenmek ve araştırmaktı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana izin verdi. Ben de anne ve babamın yanına geldim. Annem Ümmü Rûman'a: "Anneciğim, halk arasında dönen bu ne biçim söylentidir?" dedim. O da: "Kızım, kendini üzme Kendini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın, senin gibi güzelliğe mâlik ve eşinin yanında sevimli olsun ve birçok ortakları bulunsun da aleyhinde dedikodu etmesinler, bu pek nâdirdir." dedi. Ben de: "SübhânALLAH!. Halk böyle söz söylesin. Doğrusu şaşılacak şeydir." dedim.
O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sonra sabaha ermiştim ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, da Âli b. Ebi Tâlib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmıştı. Vahy gecikince ehli ile ayrılıp ayrılmaması hususunda bunlarla istişâre etmişti. Üsame, Ehl-i Beyt için nefsini bilip, gönlünde beslediği muhabbeti Rasûl-ü Ekrem'e tavsiye ve işâret etti de: "Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, zevcât-ı tâhiratmız afîf ve zatınıza lâyık ehlinizdir. Biz Aişe radiyallahu anha hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz." dedi. Âli b. Ebî Tâlib'e gelince o da: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ALLAH sana dünyayı dar etmemiştir. Aişe radiyallahu anha’dan başka kadın çoktur. Mamafîf Aişe radiyallahu anha’nın cariyesi Berîre'ye sorunuz. O, doğrusunu size söyler!." demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem da Berîre'yi çağırıp; "Ey Berire, hanımında sana şüphe veren bir hal gördün mü?" diye sordu. Berire de: "Hayır, Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, görmedim. Sizi hak peygamber olarak gönderen ALLAH'a yemin ederim ki, ben hanımımdan katiyyen ayıp olarak sadır olmuş birşey görmedim!" demiştir.


Aişe radiyallahu anha diyor ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Zeyneb bintü Cahş'a da benim hâlimden sormuştu da: "Ey Zeyneb, Aişe hakkında ne bilirsin ve ne gördün?" demişti. Zeyneb cevâben: "Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben, Aişe hakkında hüsn-ü şehâdetten başka birşey bilmem!." diye hüsnü şehâdet etmişti.


Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, o gün Mescid-i Saâdet'te bir hutbe irad ederek ve bu bühtanı (iftirayı) en evvel ortaya çıkaran Abdullah b. Ubey b. Selûl’den ötürü söz söylemekte ma’zur tutulmasını isteyerek: "Ehlim hakkında bana ezâ eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de, benim için ondan intikam alır?. Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zât hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu kimse, şimdiye kadar ehlimin yanma girmemiştir!." buyurmuştur. Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak: "Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu (müzevvir) sözü çıkaran Evs'dense biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazreç kardeşlerimi zdense ne yapmak lazımsa siz emredersiniz, biz de emrinizi yerine getiririz." demiştir.

Bu defâ da Sa'd bin Ubâde ayağa kalkmıştır. Bu da, Hazrec kabilesinin büyüklerindendi ve bu olaydan önce sâlih bir kimse idi. Fakat bu defâ kabile hamiyet ve gayreti ile Sa'd İbn Muâz'a karşı: "Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve öldürmeğe muktedir değilsin!" demiş. Bu defâ da (Eşhelî ve Evsli) Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye karşı: "ALLAH'ın bekâ ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz, elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun." diye mukabelede bulunmuştur. Bu sûretle Evs ve Haz-reç kabileleri ayaklanmışlardır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ise henüz minberde bulunuyormuş. Hemen minberden inmiş ve bunları teskin edinceye kadar taltif buyurmuş. Kendisi de başka bir şey söylemeyip sükût etmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Aişe radiyallahu anha hakkında İfk Hadisesi sebebi ile ortaya çıkan dedikodular Cenâb-ı Hak tarafından henüz yalanlanmamış olduğu bir zamanda Nebiyyi Ekrem Efendimiz o gibi yakışıksız sözlerden dolayı yukarda zikredildiği gibi Sahabe-i Kiram ile müşaverede bulunurlarken Ömer radiyallahu anhu: "Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Aişe radiyallahu anha’yı sana tezvîc eden kimdir?" diye sordu. "ALLaHu Teâla'dır" cevâbını alınca: "Onu sana verirken Rabbin Teâla ve Tekâddes hazretlerinin seni aldatmış olmasını hiç hatıra getirir misin?" dedi. Nitekim daha sonra Aişe radiyallahu anha’nın beraeti ile ilgili olarak gelen âyetin içinde bu hüküm de yer almıştır.
(Bana gelince) "Ben, o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler.
Ben, bu şekilde tam iki gece, bir gün ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki, sanki ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım.
Bir ara annem ve babamın yanımda oturdukları, ben de ağlamakta olduğum sırada Ensar'dan bir kadın benimle beraber ağlamak üzere benden izin istemişti. Ben de vermişti. O da oturup benimle ağlıyordu.
Biz bu vaziyette iken ansızın Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem içeri girdi. Yanıma oturdu. Halbuki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bundan evvel, hakkımda dedi-kodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı ve Rasululah bir ay bekleyip gözlediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolummamıştı.

Aişe radiyallahu anha sözüne devâmla demiştir ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şehâdet ederek ve iftiracilânn bühtanlanndan kinaye olarak dedi ki:
"Ey Aîşe, hakkınca bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnadlardan uzak ve berî isen yakında ALLAH seni berî kılar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaşımsa ALLAH'tan mağfiret dile ve ALLAH-u Teâlâ'ya tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince, ALLAH da ona af ile muamele buyurur."

Aişe radiyallahu anha devâmla demiştir ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu konuşmasını bitirince musibetin şiddetli harareti ile gözümün yaşı kesildi, nihâyet göz yaşından bir katre bile bulamıyordum. Hemen babama: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in söylediği söze benim namıma cevâb ver." dedim. Babam ise: "Vallahi kızım, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Hazreti Aişe radiyallahu anha vâlidemiz diyor ki: "Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur’ÂN'dan bir çok kısmını okumamıştım, bu sebeble ben şöyle dedim: "Vallahi ben bilirim ki, siz halkın dedi-kodusunu işittiniz, nefsinizde büyütüp ona inandınız. Şimdi ben size; "beriyim" desem -ALLAH bilir ki, ben muhakkak beriyim"- benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir işle itiraf etsem, ALLAH katî olarak berî olduğumu biliyor, siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için bir mesel (örnek) bulamıyorum. Ancak Yusuf un kardeşleri Yusuf un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi getirdikleri zaman Ya'kub, oğullarına şöyle demişti.:

وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ
Resim---“Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhu’l- musteânu alâ mâ tasıfûn (tasıfûne).: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah’tır.”
(Yûsuf 12/18)

El Müsteânü :
Resim
Ben bu sözü söyledim. Sonra yatağıma doğru döndüm. Ben yalnız ALLAHu zü’L- CeLÂL'in suçsuzluğumu ortaya koymasını umardım. Fakat vallahi hakkımda okunur bir vahiy inzâl buyrulmasını hiç zannetmezdim ve kendimi, bana ait bir mesele için Kur’ÂN lisanı ile konuşulmaktan çok hakir sayardım. Fakat şunu muhakkak sûrette umardım ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem uykusunda bir rüyâ görsün de ALLAHu zü’L- CeLÂL beni o rüyâ ile temize çıkarsın. Vallahi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiç biri de odadan çıkmamıştı. Nihâyet Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e vahiy inzâl buyruldu ve onu vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy belirtileri kapladı. Hatta kış günleri bile vahiy esnasında ondan inci tanesi gibi ter dökülürdü. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'dan vahiy kaybolunca, o, sevincinden gülüyordu ve bana ilk söylediği söz şu oldu: "Yâ Aişe!. ALLAH'a hamdet!. ALLAH seni (ehl-i ifk'in isnadından) kesin sûrette berî kıldı!”
Bunun üzerine annem bana: "Kızım, kalk da Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e teşekkür et." dedi. Ben: "Hayır, kalkmam ve yalnız ALLAH'a hamdederim!." dedîm.
Aziz ve celîl olan ALLAH-u Teâlâ beraatım hakkında şu âyet-i kerimeleri inzâl buyurdu.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »


وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennellâhe tevvâbun hakîm (hakîmun).: Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)?”
(Nûr 24/10)

Et Tevvâbü :
Resim

El Hakîmü :
Resim


إِنَّ الَّذِينَ جَاؤُوا بِالْإِفْكِ عُصْبَةٌ مِّنكُمْ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَّكُم بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ لِكُلِّ امْرِئٍ مِّنْهُم مَّا اكْتَسَبَ مِنَ الْإِثْمِ وَالَّذِي تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---“İnnellezîne câû bi’l- ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerren lekum, bel huve hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe mine’l- ism (ismi), vellezî tevellâ kibrehu minhum lehu azâbun azîm (azîmun).: Muhakkak ki (Hz. Ayşe hakkında) ifk (iftira) ile gelenler, sizden bir gruptur. Sizin için onun bir şer olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için hayırdır. Onlardan herbirinin günahtan kazandıkları (cezalar) vardır. Ve onun büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.”
(Nûr 24/11)

لَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُّبِينٌ
Resim---“Lev lâ iz semi’tumûhu zanne’l- mu’minûne ve’l- mu’minâtu bi enfusihim hayran ve kâlû hâzâ ifkun mubîn (mubînun).: Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, onu (bu iftirayı) işittikleri zaman kendi içlerinde hayır zanda bulunsalardı ve “bu apaçık iftiradır” deselerdi olmaz mıydı (demeleri gerekmez miydi)?”
(Nûr 24/12)

لَوْلَا جَاؤُوا عَلَيْهِ بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاء فَإِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَاء فَأُوْلَئِكَ عِندَ اللَّهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Resim---“Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ (şuhedâe), fe iz lem ye’tû bi’ş- şuhedâi fe ulâike indellâhi humu’l- kâzibûn (kâzibûne).: Ona karşı dört şâhidle gelmeleri gerekmez miydi? Şâhidleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.”
(Nûr 24/13)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ لَمَسَّكُمْ فِي مَا أَفَضْتُمْ فِيهِ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim---“Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu fî’d- dunyâ ve’l- âhırati le messekum fî mâ efadtum fîhi azâbun azîm (azîmun).: Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.”
(Nûr 24/14)

إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُم مَّا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمٌ
Resim---“İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm (azîmun).: Onu (iftirayı) dillerinizle anlatıyordunuz (soruyordunuz) ve hakkında sizin bilginiz olmayan bir şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz. Ve o, Allah’ın katında büyük (bir suç) olduğu halde siz, onu önemsiz sandınız.”
(Nûr 24/15)

وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم مَّا يَكُونُ لَنَا أَن نَّتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ
“Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm (azîmun).: Ve onu işittiğiniz zaman: “Bizim bunu konuşmamız olmaz (bize yakışmaz), sen Sübhan’sın (Allah’ım Sana sığınırız). Bu büyük bir bühtan (uydurulmuş bir iftira)dır.” deseydiniz olmaz mıydı (demeniz gerekmez miydi)?”
(Nûr 24/16)

يَعِظُكُمُ اللَّهُ أَن تَعُودُوا لِمِثْلِهِ أَبَدًا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---“Yeızukumullâhu en teûdû li mislihî ebeden in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Eğer mü’min iseniz ebediyyen onun gibi bir olaya dönmenize karşı (dönmemenizi) Allah size vaazediyor (emrediyor).”
(Nûr 24/17)

وَيُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Resim---“Ve yubeyyinullâhu lekumu’l- âyât (âyâti), vallâhu alîmun hakîm (hakîmun).: Ve Allah, size âyetlerini açıklıyor. Ve Allah, Alîm’dir (en iyi bilendir) Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).”
(Nûr 24/18)

El Alîm:
Resim

El Hakîmü :
Resim

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَن تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Resim---“İnnellezîne yuhıbbûne en teşîa’l- fâhışetu fîllezîne âmenû lehum azâbun elîmun fî’d- dunyâ ve’l- âhırah (âhırati), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Çirkin utanmazlıkların (fuhşun) iman edenler içinde yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmiyorsunuz.”
(Nûr 24/19)

وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ وَأَنَّ اللَّه رَؤُوفٌ رَحِيمٌ
Resim---“Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu ve ennallâhe raûfun rahîm (rahîmun).: Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (size azap ederdi). Ve muhakkak ki Allah, Rauf’tur (çok merhametli, çok şefkatlidir) Rahîm’dir (Rahîm esmasıyla tecelli edendir).”
(Nûr 24/20)

Er Raufu :
Resim

er RahîM:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: SALİHA Kadınlarımız..

Mesaj gönderen Gul »

Kur'ÂN-ı Kerîmde bu âyetlerin inişiyle Aişe radiyallahu anha’nın günahsız olduğu ortaya çıktı ve iftira atanlar da, "hadd-i kazf”e müstehak oldular. İftiraya hedef olmak hoş bir şey olmamasına rağmen, âyetlerin nüzulüyle, hedef olanların günahsızlığı ortaya çıktığı ve şerefleri daha da arttığı İçin âyette, bu olayın haklarında şer olduğunu sanmamaları emredilmiş ve bunun onlar için büyük bir hayır olduğu bildirilmiştir.

Hadd-i kazf: Nâmuslu bir kadına zina isnad edene karşı verilen şer'î ceza.

Ayrıca bu âyetlerde mü'minlere bîr terbiye ve içtimai ahlak kuralı da öğretildi. Çünkü bazı mü'minler, münafıkların propagandasına inanmış ve bu dedî-koduya katılmışlardı.

Halbuki İslam'da hüsn-i zan ve beraet-i zimmet asıldır. Meseleyi işittiklerinde kendilerini Aişe radiyallahu anha’nın yerine koyarak iyice düşünüp, O yüce insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak sûretiyle böyle çirkin bir işi yapmayacağını ye bunun apaçık bir iftira olduğunu söylemeleri gerekirken, onlar da iftiracılara katıldılar. Ayrıca bu iddiayı ortaya atanlar, bu hususta İslam'ın şart koştuğu dört şahidi de getiremediler. Dolayısıyla ALLAHu zü’L- CeLÂL katında yalancı oldukları ortaya çıktı. Mü'minler, bu olayın büyüklüğünü ve çirkinliğini kavrayamamış, olayı birbirlerine nakletmişlerdi. Halbuki olay ALLAHu zü’L- CeLÂL katında büyüktü. Mü'minler bu sözü işitir işitmez, bundan uzak durmaları ve bunun büyük bir bühtan olduğunu söylemeleri gerekirdi. Ancak bunu yapmadılar, dolayısıyla ALLAHu zü’L- CeLÂL tarafından azarlandı ve kınandılar. İslam, işlenmiş olan bir zina suçunun bile toplum arasında yayılmasını hoş görmezken, münafıklar olmamış bir olayı yaymaya çalıştılar. Dolayısıyla ALLAHu zü’L- CeLÂL tarafından hem dünyada hem de âhirette, azaba çarptırılacakları bildirildi. Bütün bunlara rağmen yine de Yüce ALLAH, mü'minlere lütuf ve merhametiyle muamele ettiğini açıkladı.
O'nun lütuf ve merhameti olmasaydı mü'minlerin bu olay yüzünden büyük bir felâkete uğrayacaklarım da bildirdi.

Berâet-i zimmet: Aksi yönde bir delil bulunmadıkça herkesin suçsuz ve borçsuz kabul kabul edileceği evrensel hukuk kriterinin osmanlıca'sı.. mecelle'nin yüz ana kuralından sekizincisi.

Hicretin 5. yılında münafıklar henüz Medine'de kalabalık ve müessir/hükmünü yürüten idiler. Bunlar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte gazalara katılıyorlar ve her fırsatta müslümanlar arasında ayrılık çıkarmaya çalışıyorlardı. Nitekim, Benî Müstâlik gazasında kuyu başında muhacirlerle ensan birbirine düşürmek istemişlerdi.
(Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet)

Aişe radiyallahu anha’nın ordudan geri kalması ve Saffan tarafından getirilmesi münasebetiyle aradıkları fırsatların, kendilerince, en iyisini yakalamışlardı. Aişe radiyallahu anha'ye iftira etmekle hem onun hem de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile Ebu Bekr radiyallahu anhu'n şeref ve haysiyetini zedelemek istiyorlardı. Ancak, ALLAH onların bütün planlarını bozguna uğrattı ve müslümanlara karşı yaptıkları gizli teşebbüslerini açığa vurdu. Bu kesin olarak ulvî dürüstlüğün ve bilginin kadım olarak ALLAHu zü’L- CeLÂL'in Dinine sevgisi ve bağlılığı şüphesiz olan Aişe radiyallahu anha’nın mertebesini ve hususîyetlerini arttırdı. Bu O'nun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e olan sevgisinin ölçüsünü de gösterdi. Büyük acı ve sıkıntıya düştüğü halde O'na hiçbir şey söylemedi. Bu olay, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in da ona olan muhabbetini gösterdi. Çünkü vahyi alır almaz Aişe radiyallahu anha hariç herkesten daha fazla memnun ve mesud oldu. Heyecanlandı ve müjdeyi büyük bir neşe içinde verdi.

Aişe radiyallahu anha’nın her hususta mükemmelliği, özellikle İslâmî ilimler sahasında büyük İslam âlimlerinin hepsi tarafından kabul edilmiştir. İbni Teymiyye ve talebesi İbni Kayyım'a göre, eğer üstünlük âhirette kemâlât derecesi demek ise, o halde bunu sadece ALLAHu zü’L- CeLÂL bilir. Fakat dünyevî açıdan bakıldığında gerçek olan hesaba dahil mükemmellikler çeşitlidir: Eğer bu, neslin asalet ve soyluluğu bakımından ise, o zaman Fatımat-ü'l-Zehra aleyhasselâm hepsinden üstündür. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e imanda önde olması, O'nun iyiliği ve saâdeti için yardım ve fedâkarlıkta bulunması, İslâm'ın ilk dönemlerindeki sıkıntı ve zorluklara tahammül etmesi açısından bakarsak, o zaman Hatice't-ül Kübra aleyhasselâm'ın kemâlâtı hepsini aşmaktadır. Bununla beraber eğer zekâsı ve edebî üstünlüğü, dine hizmetini, Peygamber aleyhisselâm'ın öğrettiklerini, söylediklerini ve tatbik et-tiklerini yaşamasını nazarı itibara alırsak, o zaman Aişe radiyallahu anha-i Sıddıka'nın rakibi yoktur.

(Zarkanî, İbni Mevâhib, c.III).

Aişe radiyallahu anha’nın, Haticealeyhasselâm hariç diğer hanımlarından üstünlüğünü beyan eden birçok hadis vardır. Bunlardan bazılarını önceden görmüştük.

Hepsinin üzerinde, aslında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in son günlerinde Aişe radiyallahu anha’nın odasında kalmak için diğer hanımlarından müsaade istemesi ve nitekim onun yanında kalması ve onun kolları arasında vefât etmesi diğer hanımlarına karşı bir rüçha-niyeti olduğunu göstermektedir.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, hastalandığı günün gecesinde Meymûne'nin odasında idi. Vâkıdî, hastalığının Zeyneb bintü Cahş'ın odasında şiddetlendiğini bildirir.
Aişe radiyallahu anha der ki: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hastalığı agırlaşıp ağrısı şiddetlenince benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin istedi. Böyle bir izin almaya lüzum görünce, hiçbirisinin gönlü kırılmasın diye, bu izni açık bir şekilde istemeyerek hanımlarına: “yarın nerede kalacağım?.” diye ihsas etmişti. Onlar da muvafakat ettiler."
(Buharî).

Yine Aişe radiyallahu anha anlatıyor: "ALLAH'ın bana ihsan ettiği nimetlerinden birisi Rasâlullah'ın benim odamda, benim nöbetimde (mübârek başı) benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefât etmesidir. Bir de ALLAH'ın, onun vefâtı sırasında benim tükürüğümle onun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir.
(Şöyle ki: kardeşim) Abdurrahman elinde bir misvakla odaya girmişti. Ben de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'ı (göğsüme yan) dayamıştım. Onun misvaka dikkatle baktığım gördüm. Misvakı çok sevdiğini bildiğim için: “Size misvakı alayım mı?” diye sordum. Başıyla: “Evet al!” diye işâret etti. Hemen alıp sundum. Fakat katı gelmişti. “Ya Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! Biraz yumuşatayım mı?.” diye sordum. Başı ile “evet” diye işâret etti. Ben de misvakı yumuşatıp verince ağzında yürütüp fırçaladı.
Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanımda sahtiyandan ufak bir su kabı, içinde su ile beraber dururdu. Ara sıra iki elini bu kaba batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzünü sivâzlıyor ve: "La ilâhe İllallah! Ölümün de şiddetleri, kademeleri var!” buyuruyordu. Sonra elini kaldırdı. Tâa ruhu alınıncaya kadar: “ALLAH'ım beni refîk-i a'lâ câmiasında kıl!” duasına devâm etti. Ve bu dua ile Hatemü'1-Enbi-ya'nın (Mucizeler izhar eden mübârek) eli düştü."
(Buharî).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, vefâtını müteakip Aişe radiyallahu anha’nın odasının bir köşesine gömüldü.

Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından 49 sene sonra Muaviye'nin idaresi döneminde 67 yaşında iken vefât etti. Kendi vasiyeti üzerine Cennet el-Bâki'ye gömüldü. Cenâze namazını, zamanın Medine Vâlisi olan Ebu Hureyre kıldırdı.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtında Aişe radiyallahu anha’nın yaşı 18 idi. Onun künyesi “Ümmü Abdullah” olarak yeğeni Abdullah b. Zübeyr'in isminden sonra Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından verilmişti. Aişe radiyallahu anha her zaman mübârek bir şahsiyet olarak müslümanlar tarafından sayıldı, hizmetleriyle dâima hayırla anıldı. Doğrudan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den nakledip bildirdiği hadislerin sayısı 2210'dur. Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den sonra ashaba, tabiun'a, onların kadınlarına, çocuklarına, câriyelere ve kölelere İslam inancıyla ilgili vaaz vermeye devâm etti. O, mümtaz bir Kur’ÂN ve Sünnet takipçisiydi. Kendisine sık sık ilmî ve fıkhî konularda başvuruldu. Çünkü O'nun uzun süre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem 'ın yanında bulunma ve onun köklü değişikliklerine şâhid olma üstünlüğü vardı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den birşeyler öğrenmeye her zaman gayretli idi. Kabiliyetinden dolayı çokça övüldü. Cahiliyye döneminin muhtelif uzun şiirlerini ezber olarak hafizâsında bulunduruyordu. Okuyup yazabiliyordu. Ebu Davud, onun hususî bir Kur’ÂN kopyasına sahip olduğunu nakletmektedir. Aişe radiyallahu anha, bütün kadınların en bilgini olarak tarihteki müstesnâ mevkiini almıştır.

Aişe radiyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in evlendiği tek bâkire olmakla ve kendisinin Cibril aleyhisselâm tarafından ona gösterilmiş olmasıyla iftihar ederdi. Hergün O'nun kabri yanında bulunurdu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in vefâtından sonra kabrinin nezâretçisiydi. Kendi odasında bulunduğundan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in kabrine: "Kendi malım!" buyururdu.

Aişe radiyallahu anha ANNemizin ÜMMet-i MuhaMMede HiMMeti dâim ve RÛHuna RAHmetler olsun


Gavsu'l-Azam Abdülkadîr Geylânî (kaddasallahu sırrehu)'nun salâvâtı

Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme innâ nes'eluke bicâhi nebîyyike Muhammedin sallallahu Teâla aleyhi ve sellem el mağfirete verrizâ Resim Vel kabule kabulen tâmmen Resim La tekilnâ fihi ilâ enfüsinâ tarfete aynîn yâ ni'mel Mevlâ veya ni'mel Mûcîb Resim Yâ Azîzu yâ Gaffâr Resim Fe inne gufrâne zünûbil halki bi ecmâ'ihim Resim Evvelihim ve âhirihim Resim Ve birrihim ve fâcirihim kekatretin fi bahri cûdikel vasi'illezi la sâhile lehu Resim Fekad kulte ve kavlukel hakkul Mûbin Resim Vemâ erselnâke illâ rahmaten lil âlemîn Resim Ve sallallahu ve selleme alâ seyyidinâ ve Mevlânâ ResimMuhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi ettayyibînettâhirîn Resim Ve alâ sâdâtinâ ve aleynâ mâahum vel mü'minîne vel mü'minâti ecmâine. Âmîn.

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Senin Peygamberin Muhammed Sallallahu Tealâ Aleyhi Vessellem hürmetine (katındaki i'tibarını vesile edinip) Senden mağfiret (bağışlanma) ve rıza istiyoruz. (diliyoruz)! Ve tam bir kabülünü; O nun hakkında (bu hususunda) nefislerimize göz açıp kapayıncaya kadar çabalama yorgunluğu verme! Ey güzel Sahibimiz ve ey dualarımıza güzel icâbed edenimiz (icâbını yerine getiren RABB'ımız)! EY AZÎZ (gücü yeten, değeri olan) EY GAFFÂR (çokça affeden) Celle Celâluhu! Muhakkak ki cümle halkıyın, evvelkilerin, sonrakilerin, iyilerin, kötülerin günâhını gufran (bağışlama, yarlıgama), Senin sahilsiz genişlikteki (yaygınlıktaki) cömertlik denizinde bir damla değildir! Açık seçik hakk olan sözünle buyurmuştun :
"(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)
Ve ALLAH; Efendimiz, Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, ailesine, ehl-i beytine ve ashabına tertemiz ve en güzelinden (ayıblardan arınmış) salât-ü-selâm eylesin (salâtımızı O'na ve onlara sılaya vesile kılsın)! Sadatlarımıza (seyitlerimize) ve onlarla beraber bizlere ve mü'min erkeklere ve mü'min kadınların cümlesine de salât-ü-selâm eylesin!. Âmin!
Resim
Cevapla

“İslamda Kadın” sayfasına dön