"KADIN,GüZEL KOKU ve NAMAZ"="FERDANiYET"

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

"KADIN,GüZEL KOKU ve NAMAZ"="FERDANiYET"

Mesaj gönderen dibbace »

Not:Okuyacak kardeslerimizin kavramlari degilde,mantigi anlamak üzerinde durmasini rica ediyorum...Zira ibn-i Arabi(k.s)´nin deger algisi ile günümüz insaninin deger algilari bir olmayip,hersey olmasi gereken üzerinde bir örtü teskil etmektedir...Nihayetinde bu AKADEMiK bir calismadir,ve burdaki hakikatler TAHKiK eden zatlarin malumudur...Bu calismanin da,bu bilincle yayinlandigi kanaatindeyim...
***********************************************************

ÜC SEYIN SEVDIRILMESI:TESLIS VE Hz.MUHAMMED´in FERDiYETi
Resulullah(s.av) buyurdular ki:

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi...Kadın,Güzel Koku ve Namaz Gözümün Nuru Kılındı”

***Nesâî, Sünen-i Nesâî, Kitabu aşratü’n-nisâ, Bab 1, tahk.: Abdulfettah Ebu Gudde, Beyrut 1988;Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, 2, 3, 128, 199, 285, İstanbul 1982...
***********************************************************

İbnü’l-Arabî, ilk olarak hadisten Hz. Muhammed’in ferdiyeti ve teslîs prensibini çıkarır:

İbnü’l-Arabî şöyle der(Fusus-ul Hikem):
“Tek sayıların ilki üçtür. Üçün üzerindeki sayılar, ondan türemiştir. Bu bakımdan Rasul (sav), Rabbine ilk delîldir. Binaenaleyh ona, Âdem’in isimlerinin müsemmâlarından ibaret olan ‘cevâmiu’l-kelim’ verilmiştir. Şu halde Hz.Muhammed, teslîsinde delîle benzer oldu. Ve delîl, kendi nefsi için delîldir.Hz. Muhammed’in hakîkati, yaratılışı üçlü olması dolayısıyla ilk ferdiyeti vermiştir. Bunun için varlıkların aslı olan muhabbet hakkında teslîse işaretle‘Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi’ buyurmuştur”.

İbnü’l-Arabî’ye göre hadiste zikredilen ‘üç (selâs)’ ifadesi, sıradan bir ifade olmayıp bir hakîkate işaret etmektedir ki, bu da teslîstir. Onun doktrinine hâkim olan teslîs anlayışını ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in varlık hiyerarşisindeki yeri itibariyle ferdiyetini, hadiste zikredilen ‘üç’ ifadesine dayandırdığı veya en azından onunla irtibatlandırdığı açıktır.

İbnü’l-Arabî’nin, teslîs düşüncesini hangi kaynaktan aldığı bir tarafa,onun doktrininde teslîs, Allah ile kâinat arasındaki ilişkiyi kuran ya da varlığın meydana gelişini izah eden yegane unsurdur. Zira “birden ancak bir çıkar” prensibi çerçevesinde düşünüldüğünde,âlemdeki kesretin nasıl meydana geldiği ya da yaratılışın nasıl gerçekleştiği problemi karşımıza çıkmaktadır.

İbnü’l-Arabî, varlığın birliğini savunan bir sufi olarak bu sorunu teslîs ile aşmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan İbnü’l-Arabî’nin düşüncesinde teslîs, duyusal, mantıksal ve manevî varlık alanında sonuç çıkarmanın ilkesi ve yaratmanın aslıdır. Teslîsin şartları yerine geldiği zaman, yaratma eylemi gerçekleşebilir.

Nitekim İbnü’l-Arabî, âlemin yaratılmasında gerek yaratıcı tarafında, gerekse yaratılan tarafında üçlü bir yapının olduğu görüşünü savunur: İlâhî zat, birdir; fakat hak ve halk boyutları vardır.Zatın taayyün ettiği sûret, ilim, âlim ve ma’lûm olmak üzere üçtür. Yaratmayı sağlayan "hub", hub, muhib ve mahbûb olmak üzere üçtür. Âlemin yaratıldığı "zat", zat isim ve eser olmak üzere üçtür.“Biz, bir şeyin yaratilmasını dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece ‘ol’ dememizdir. Hemen oluverir” (Nahl, 16/40) âyetinde işâret edilen yaratma işleminde, emri veren açısından üç esasın yani zat, irade ve söz şartlarının yerine gelmesi gerektiği gibi bir şeyin varlık ile vasıflanması için de o varlığın şeyliği, işitmesi ve emre imtisali olmak üzere üçözelliğin bulunması gerekir.Şu halde İbnü’l-Arabî’ye göre yaratılış sürecinin tamamlanması için gerek yaratanda, gerekse yaratılanda üçlü bir yapının bulunması gerekir.

İbnü’l-Arabî, teslîs anlayışını ispatlamak üzere varlığın teslîs üzerine kurulduğunu ortaya koymakla kalmaz, aynı zamanda mantıkî delîlde de üçlü bir yapı olduğunu ifade eder: Büyük önerme, küçük önerme ve netice. Büyük terim,küçük terim ve orta terim.35 Öyleyse her türlü varlık alanında üçlü bir yapı olduğu içindir ki, teslîs İbnü’l-Arabî’nin doktrininin mihverini oluşturmaktadır.

Bu denli önem taşıyan bir kavramı, İbnü’l-Arabî’nin bir hadise dayandırması oldukça dikkat çekicidir.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

HZ.PEYGAMBER´e KADININ SEVDIRILMESI:HAK-HALK ya da ASIL-FER’ iLiSKiSi

İbnü’l-Arabî şöyle der:

“Hz. Peygamber önce kadını zikretti, namazı ise sona bıraktı. Bunun sebebi,kadının aynının zuhûrunun aslı itibariyle erkeğin bir cüz’ü olmasındandır.İnsanın kendini bilmesi, Rabbini bilmesinden öncedir. Rabbini bilmesi isekendini bilmesinin neticesidir…Âlemdeki her bir parça, kendi aslı olan Rabbine delildir. Bunu iyi anla!”.

İbnü’l-Arabî’ye göre erkek ile kadın arasındaki ilişki, asıl ile fer’ arasındaki bir ilişkidir. Kâşânî’nin belirtmiş olduğu gibi nefs ruhun bir cüz’ü olduğuna göre nefsin sureti olan kadın da ruhun sureti olan erkeğin bir cüz’üdür.“Her cüz, aslının bir delîlidir” prensibi çerçevesinde düşündüğümüzde kadın erkeğin delîli olmaktadır. Öyleyse kadından ibaret olan cüz’ü bilmek, kül olan erkeği bilmekten daha öncedir, ya da erkeğin bilinmesi kadının bilinmesinin neticesidir.

İşte tam bu noktada İbnü’l-Arabî, Allah-âlem ilişkisini, erkek-kadın ilişkisine benzetir. Buna göre Allah asıl, âlem ise cüzdür. Şu halde Allah’ın bilinmesi,âlemin bilinmesinden sonra gelir ve âlemin bilinmesinin neticesidir.Nitekim İbnü’l-Arabî, “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisiyle bu hususa işaret edildiği görüşündedir. Câmî’nin de belirttiği gibi hadiste kadının namazdan önce zikredilmesinin nedeni de budur. Zira kadın, âlemi ya da insanın kendisini bilmesini;namaz da Allah’ın bilinmesini sembolize eder. Öyleyse Hz. Peygamber kadını namazdan önce zikretmekle cüzün (âlemin) bilgisinin, aslın (Allah’ın) bilgisinden önceliğine işaret etmiş olmaktadır.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

SEVDiRiLDi iFADESi:iLAHi SEVGi(muhabbet-iştiyâk) DOKTRiNi


“Kadın, Hz. Peygambere sevdirildi. Bu yüzden o, kadınlara muhabbet duydu(hanne). Bu muhabbet, küllün cüz’üne muhabbet duyması cümlesindendir”.

Daha önce de belirtildiği gibi kadın, erkeğin bir cüz’üdür. Asıl fer’ini, kül
cüz’ünü sevdiği gibi erkek de kadını sever. İbnü’l-Arabî’ye göre kadınların Hz.Peygambere sevdirilmesi, özel ve genel olmak üzere iki kısımdır. Özel anlamda kül ve asıl olarak Hz. Muhammed, kadınları sever. Ama daha önemlisi ise teslîsin temel unsuru olarak Muhammedî Hakîkat, cüz’ünü sevmektedir.

İbnü’l-Arabî, hadiste zikredilen “kadınlar sevdirildi” ifadesinden hareketle
ilâhî sevgi doktrinini geliştirir. Yaratılışın dayandığı prensip olarak muhabbet,Hakk’ın halkı sevmesi ve halkın Hakkı sevmesi şeklinde iki kısma ayrılır.

İbnü’l-Arabî’nin genel düşüncesinden hareket edildiğinde, Hak, kendi
yetkinliklerini izhar etmeyi istemiş (hub) ve bu nedenle de âlemi yaratmıştır.Kuşkusuz, yaratılış hiyerarşisinde insan, önemli bir yer tutar. Zira yaratılışın sebebi muhabbet olduğu gibi, muhabbetin gerçekleşmesi ve gayesi de insandır.

İbnü’l-Arabî’nin belirttiği gibi Allah, insana kendi ruhundan üflemiş ve onu
kendi sûretinde yaratmıştır. Öte yandan Allah, erkek için onun sûretinde kadın olarak isimlendirilen bir varlık yaratmıştır. Bu bakımdan Allah’ın, kendi sûretinde yaratmış olduğu insana iştiyâkı, gerçekte kendi nefsine iştiyâkı;aynı gerekçeyle erkeğin kadına iştiyâkı da kendi nefsine iştiyâkı demektir.

Öte yandan İbnü’l-Arabî, kadının erkeğe, insanın da Hakka yönelik muhabbetini bir şeyin kendi aslı ve vatanına duyduğu muhabbet olarak izah eder. Şu halde o,hadiste belirtildiği gibi kadının erkeğe sevdirilmesi ile Allah’ın kendi sûreti üzerine yarattığı insana muhabbet göstermesi arasında ontolojik bir ilişki kurduğu gibi kadının erkeği, insanın da Hakkı sevmesi arasında da ontolojik bir ilişki kurar.

İşte İbnü’l-Arabî’ye göre erkekle kadın ve Hak ile insan arasındaki ilişki (obuna münâsebet der) bu noktadan başlamaktadır. Kuşkusuz münâsebetin kurucu unsuru ise, sûrettir. Zira sûret vasıtasıyladır ki, tek olan varlık çiftleşmiştir.Nitekim Hakkın varlığı sûret ile ikileştiği gibi erkeğin varlığı da kendi sûretinde yaratılan kadın vasıtasıyla ikileşmiştir. Bu bakımdan düaliteyi ortaya çıkaran sûret ile Hak, erkek ve kadın olmak üzere üç unsur meydana gelmiştir.Buradaki üç unsurdan birisi olan erkeğin muhabbeti, hem kendi cüz’ü olan kadına, hem de kendisini yaratan ve aslı olan Hakk’a yöneliktir.

İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Muhammed’in, muhabbeti kendi nefsine nisbet ederek “sevdim”demeyip sûreti üzerine yaratıldığı Rabbiyle irtibatlandırarak “sevdirildi”demesi oldukça önemlidir. Zira bu ifadesiyle Hz. Muhammed, ilâhî ahlaka uymak üzere kadını Allah’ın sevgisiyle sevdiğini anlatmış olmaktadır.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

Öte yandan İbnü’l-Arabî, hadiste zikredilen “bana sevdirildi” ifadesinden
hareketle kadınla Allah’ın bilinmesi arasında epistemolojik bir ilişki kurar:

“Erkek Hakk’ı kadında müşâhede ettiğinde, onun bu müşâhedesi münfailde olur. Fakat kadının kendisinden zuhûr etmesi açısından Hakkı kendi nefsinde müşâhede ederse, onun bu müşâhedesi, fâilde olur. Eğer erkek, kendisinden zuhûra gelmiş olan şeyin sûretini hatırına getirmeksizin Hakk’ı kendi nefsinde müşâhede ederse, onun bu müşâhedesi, vasıtasız Hak’tan münfailde gerçekleşir. Erkeğin Hakk’ı kadında müşâhedesi, tam ve mükemmeldir.Zira Hakk’ı hem fâil, hem de münfail olması cihetinden müşâhede etmiştir.Halbuki Hakk’ı kendi nefsinde müşâhedesi, yalnızca münfail olması bakımındandır.Bu sebeple Hakkın kadınlarda müşâhedesi tam olduğu için Hz.Muhammed (sav) kadınları sevdi”.

İbnü’l-Arabî’nin burada anlatmak istediği şudur: her konuda olduğu gibi
Hakk’ın fâillik ve münfaillik olmak üzere iki boyutundan bahsetmek gerekir.Onun, birinci yönü erkekte, ikinci yönü ise kadında tecellî etmiştir. Hak, kesinlikle sûretten bağımsız bir şekilde müşâhede edilemeyeceğine ve erkek ve kadın olmak üzere iki sûreti olduğuna göre O, ancak bu iki sûretten birisinde müşâhede edilebilir.

İbnü’l-Arabî, Hakk’ın bu iki sûretteki müşâhedisini üç kısma ayırır:

-Birincisi, Hakk’ın kadında müşâhede edilmesi. Kadın, erkekten meydana geldiği için erkeğe oranda münfaildir ve bu nedenle de bu, Hakk’ın
münfail boyutunun müşâhedesidir.

-İkincisi, kadının kendisinden zuhûr etmesi bakımından kendi nefsinde Hakk’ı müşâhedesi ki, bu Hakk’ın fâil boyutunun müşâhedesidir.

-Üçüncüsü ise, erkeğin kadının sûretini hatırına getirmeksizin Hakk’ı kendi nefsinde müşâhedesidir. Burada erkek Hakk’a oranla münfail durumda olduğu için Hakk’ı münfail boyutuyla müşâhede etmektedir.

İbnü’l-Arabî’ye göre Hakkı kadında müşâhede etmek tam ve mükemmel bir müşâhededir. Zira burada Hak, hem fâil boyutuyla, hem de münfail boyutuyla müşâhede edilmektedir. Nitekim yukarıda sıralanan birinci tür müşâhedede,Hak kadında müşâhede edildiği için münfail boyutunun;ikinci tür müşâhedede ise, kadının sûreti hazır olmakla birlikte erkek kendi nefsinde Hakk’ı müşâhede ettiği için fâil boyutunu müşâhede etmektedir. Bu müşâhede çeşitleri ile incelememize konu olan hadis arasında ne tür bir bağlantı olabilir?

İşte tam bu noktada İbnü’l-Arabî, “Bu sebeple Hakkın kadınlarda müşâhedesi tam olduğu için Hz. Muhammed (sav) kadınları sevdi”diyerek hadisle bağlantı kurmaktadır. Şu halde Hz. Peygambere kadınların sevdirilmesi, gerek ontolojik açıdan, gerekse epistemolojik açıdan büyük önem taşıyan bir durumdur.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

MER´E DEGiL DE NiSA iFADESi:KADININ MÜNFAiL OLMASI


İbnü’l-Arabî’ye göre hadiste ‘mer’e’nin değil de, ‘nis⒠kelimesinin kullanılmasında önemli bir ayrıntı vardır. Buna göre Hz. Peygamber ‘nis⒠kelimesini kullanmakla kadının ontolojik yerine vurguda bulunmuştur.

Zira ‘nisâ’nın türemiş olduğu ‘nüs’e’, ‘te’hîr (geciktirme)’ anlamına gelir. Öyleyse Hz. Peygamber ‘nisâ’yı kullanmakla varlık hiyerarşisinde kadının erkekten sonra geldiğine işaret etmiş olmaktadır. Nitekim daha önce de belirtildiği gibi kadın, erkeğe göre infial mahallidir ve ondan sonraki bir mertebede yer almaktadır.

İbnü’l-Arabî, Kur’an’daki “Erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler”(Bakara, 2/228) âyetini de kadının varlık hiyerarşisinde erkekten bir alt mertebede olduğu şeklinde yorumlar. İşte Hz. Peygamberin kadını mertebesi itibariyle sevmesi, aslında ilâhî bir sevgidir.

Bu nedenle ontolojik boyutu itibariyle değil de, şehvet boyutuyla kadını seven kimse, İbnü’l-Arabî’ye göre, hadisin hakîkatini anlamamış olduğu gibi onun sevgisi de içerikten yoksun şeklî bir sevgidir. Zira kadın sevgisi, gerçekte şehvetten öte ilâhî tecellîye yönelik bir sevgidir.

İbnü’l-Arabî, erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi, Hak ve halk arasındaki
ilişkiye benzetmeye devam etmektedir. İlişkinin benzerliğindeki esas nokta,asıl ile fer’ arasındaki ilişkiye dayanmaktadır. Buna göre infial mahalli olan kadın ile erkek arasındaki ilişki, âlemin sûretlerinin mahalli olan tabîat ile Hak arasındaki ilişkiye benzer. Şu halde kadın, erkekten bir derece aşağı olduğu gibi Hakk’ın sûretinde yaratılmış olan varlık da, Hakk’tan aşağı bir derecededir.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

MÜENNESiN MÜZEKKERE GALEBESi:ÂLEMDEKi DiSiL UNSUR


İbnü’l-Arabî, hadisin iki açıdan gramatik tahlilini yapar ve ulaştığı sonuçları bu tahlîl üzerine bina eder:

Birincisi; Arap gramerinde müzekker siğası, müennes üzerine hâkimdir.
Zira Araplar, her ne kadar erkek bir, kadın çok olsa bile “Fatma’lar ve Zeyd çıktılar (müennes çoğul)” şeklinde değil, “Fatma’lar ve Zeyd çıktılar (müzekker çoğul)” ifadesini tercih ederler. Öte yandan Arap dilinde ‘selâs’ kelimesi müennes,‘selâse’ ise müzekkerdir. Bu bakımdan söz konusu kurala göre üç şeyin zikredildiği hadiste bir müzekker dahî olsa bunların bedeli olan ‘üç’ ifadesinin ‘selâs’ şeklinde değil de, ‘selâse’ şeklinde gelmesi gerekirdi.

Şu halde Hz. Peygamber, hadiste ‘selâs’ ifadesini kullanmakla Arap gramerine aykırı bir tutum takınmıştır. Arap olan ve Arapçayı fasîh bir şekilde kullanan Hz. Peygamberin hata yapması söz konusu olmayacağına göre onun bu tercihi bilinçli bir tercihtir.

İşte tam bu noktada İbnü’l-Arabî, Hz. Peygamberin münennesi müzekkere tercih etmekle kadınların önemine vurgu yaptığını düşünmektedir.

İkincisi; Hadiste zikredilen üç şeyden ilki olan kadın ile sonuncusu olan
namaz müennes, ortadaki ‘tîb’ ise müzekkerdir. Buna göre iki müennes arasına bir müzekker yerleştirilmiştir.

İbnü’l-Arabî’ye göre bu, varlık mertebelerine uygun bir sıralamadır. Zira erkek, kendisinden zuhûr ettiği zat (müennes) ilekendisinden zuhûr eden kadın arasına yerleştirilmiştir. Ya da iki müennes arasına yerleştirilen ‘tîb’ gibi Âdem de, kendisinden mevcût olduğu zat (müennes) ile kendisinden mevcût olan Havva arasında orta bir noktada bulunur. Erkeğin ve kadının bu ontolojik statüsüne vurguya ilave olarak İbnü’l-Arabî, hadîsteki müennes baskınlığından hareketle varlıktaki dişil boyutun önemine de dikkat çeker. Zira o “sen hangi mezhepten olursan ol, daima te’nîsin (dişilliğin) önce geldiğini görürsün” sözüyle her türlü varlık alanında müennesliğin hâkim olduğunu ifade etmek ister. Söz gelimi, ‘hakîkat’, ‘zât’, ‘ayn’, ‘sıfat’ gibi esas kavramların hepsi müennestir.

Şu halde İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Peygamber Arap gramerine aykırı bir şekilde müennesi müzekkere galip kılmakla ve baştaki ve sondaki iki müennesin arasına bir müzekker koymakla, müennesliğin her şeyin aslı ve varlıkların illeti olduğuna işaret etmiştir.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

KADINDAN SONRA GÜZEL KOKUNUN ZiKREDiLMESi:GÜZELLiK-CiRKiNLiK


İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Peygamber kadınlardan sonra güzel kokuyu (tîb) zikretmekle önemli bir hakîkate işâret etmiştir. Zira kadınlarda yaratılış veya varlık kokusu vardır. Yaratılış kokusu ise, güzeldir.

İbnü’l-Arabî, sözün nefes, nefesin ise kokudan ibaret olduğunu söyler. Bu noktadan itibaren koku ile nefes-i rahmânî arasında bir ilişki kurmaktadır. Nefes-i rahmânî güzel koku yaydığı içindir ki, yaratılış güzeli sembolize etmektedir. İşte tam bu noktadan hareket eden İbnü’l-Arabî, hadiste geçen güzel koku (tîb)’dan yaratılışta mevcût olan ‘güzel’ (tayyib) konusuna geçer ve bu çerçevede husun-kubuh, hayır ve şer meselesini inceler.

Esas olarak her şey, ilâhî olması itibariyle güzeldir. Bu nedenledir
ki, “varlıkta ancak güzel vakidir” ifadesi, varlığın mutlak anlamda ‘hayır’ ve ‘güzel’ olduğu, onda ‘şer’ bulunmadığı şeklindeki genel düşüncesine işaret eder. Peki İbnü’l-Arabî, varlıkta görülen ‘kötü’ ve ‘çirkin’i nasıl izah eder?

Her şey, ilâhî olduğu cihetle iyi ve güzel olmakla birlikte, beğenilmesi veya hoşa gitmemesi bakımından iyi ve kötü olarak nitelenir. Söz gelimi, Hz. Peygamber sarımsak hakkında “O bir bitkidir ki, ben, onun kokusunu kerih görürüm”buyurmuştur. İbnü’l-Arabî’ye göre hadisin “ben onu kerih görürüm”şeklinde değil di, “ben onun kokusunu kerih görürüm” şeklinde ifade edilmesi,sarımsağın aynının (zatının) kötü olmadığına, tam tersine onda zahir olan şeyin kerih görüldüğüne işaret eder.

Öyleyse İbnü’l-Arabî’ye göre, eşyâdaki özsel olmayan bu sıfatlar, şunlardır: tabiata uygun olmamak, amaca uygun olmamak,şeriata uygun olmamak veya istenilen kemal derecesinden noksan olmak.İşte özsel olarak iyi olduğu halde bir şeyi çirkin ve kötü olarak nitelememize sebep olan özellikler, bunlardır.
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

NAMAZ GÖZÜMÜN NURU KILINDI:NAMAZ-MÜSAHEDE


Her şeyden önce İbnü’l-Arabî, namazı ferdiyetin tamamlandığı üçüncü unsur olarak görmektedir. Namaz, ona göre, Hak ile onun mazharı olan kul arasındaki özel bir ilişkiden ibarettir. O, kendi doktrini ekseninde namaz ile ilgili olarak pek çok hususa değinir. Ne var ki, burada hadisle irtibatı açısından onun yorumlarına değinildiği için bu hususlar incelenmeyecektir.

İbnü’l-Arabî, hadisi yorumlarken şöyle der:
“Hz. Peygamberin ‘benim göz aydınlığım namazda kılında’ sözüne gelince,
o, ‘kılınma’ eylemini kendisine nisbet etmedi. Çünkü Hakk’ın namaz kılan
kimseye tecellî etmesi, namazı kılana değil, yine kendisine döner”.


Hz. Peygamberin söz konusu eylemi kendi nefsine nisbet etmemesinin sebebi, namazda tecellî edenin ve gerçek fâilin Hak olmasından dolayıdır. Öte yandan İbnü’l-Arabî, hadiste geçen ‘kurratu aynî’ ifadesini ‘istikrâr’ anlamında yorumlamıştır. Buna göre anlam şöyle olmaktadır:
-Benim gözüm namazdasabitleştirilmiş, namazda müşâhede ettiğim mahbûbumdan hiçbir zaman ayrılmaz.Bu itibarla namazda başkasının varlığı ortadan kalktığı için gözüm bir başkasını göremez.Bu bakımdan namaz, sevenin gözünün nurlandığı bir müşâhededir.(Câmî, Şerh alâ Fusûsi’l-hikem, s. 530-531; Afîfî, Ta’lîkât alâ Fusûsi’l-hikem, s. 343-344.)
Kullanıcı avatarı
dibbace
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 222
Kayıt: 15 Nis 2008, 02:00

Mesaj gönderen dibbace »

Son olarak;bu kismida faydali bir izahat olur zanni ile ibn-i Arabi(k.s)´den bizzat aktariyorum...

“Allah yolunun ehline göre, işaret uzaklığı veya başkasının bulunuşunu dile getirir…Allah âlemi yarattığında insanı da tarz tarz yarattı.Aramızda bilgincahil,insaflı-inatçı, ezen-ezilen, hükmeden-hükmedilen, zorlayan-zorlanan,başkan-başkanlık edilen, emreden-emredilen, hükümdar-tebaa, hasetçi-haset edilen kimseler vardır. Allah, kendi ehline karşı şekilci âlimleden daha katı ve şiddetli kimseleri ise yaratmadı. Allah ehli, kendisini kulluğa adamış ve vehbî bilgi yolundan O’nu bilen insanlardır. Allah, onlara yaratıkları hakkındaki sırlarını bahşettiği gibi kitabının anlamlarını ve hitabının işaretlerini açıklar. Bu bağlamda Allah ehli karşısında şekilci âlimlerin durumu, peygamberlere karşı firavunun durumuna benzer. Varlıkta durum, kadim ilmin taktir ettiği üzere böyle gerçekleşince, arkadaşlarımız işâretlere yöneldi.Onların bu tavrı,kendisine iftira eden sapkınlardan dolayı işaret diline yönelen Hz. Meryem’in durumuna benzer. Onların Allah’ın kitabını izahları, hakîkat ve faydalı anlamların yorumu olsa da işaretlerden ibarettir. Onlar, bu yorumları,Kur’an’ın kendi dillerinde indiği dilcilerin bilgilerine ve genel anlayışına sunsalar bile bütün bu anlamlar, kendilerine döner. Allah bu yöntemle onlar için Kur’an-ı Kerim’in iki yönünü birleştirmiştir. Nitekim Allah şöyle buyurur:‘Onlara âyetlerimizi nefislerinde ve ufuklarında göstereceğiz’ (Fussilat, 41/53).Başka bir ifadeyle “ufuklara ve nefislerine” indirilmiş âyetleri onlara gösterecektir”(İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev.: Ekrem Demirli, c. II, s. 347-348.)

Cezallahu Enna Seyyidina Muhammedin Ma Huve Ehluhu...
Vesselamun Alal Mürseliyn...
Vel´hamdulillahirrabbilalemiyn...
...
Cevapla

“İslamda Kadın” sayfasına dön