İSLAMda TESETTÜR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

Resim ANADOLumda..

İSLAM’da TESETTÜR.:

Yeryüzünde insanca ve müslümanca bir hayat sürdürmemiz için kendi katında bize şeriat nizamını gönderen Mutlak Hâkimiyet sahibi ALLAHu TEÂLÂ’ya sonsuz hamd ve senâlar olsun.
Cihanşümul bir şeriat ile gönderilen ebedî önder Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, Âline, Ashabına ve İslam nizamının yeryüzüne hâkim olması için kanının son damlasına kadar azgın/tağutî güçlere karşı amansız bir şekilde cihad ibâdetini sürdüren tüm dünya Müslümanlarına salat-u selâm olsun. Âmin!.


إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim ---İnne’l- muslimîne ve’l- muslimâti ve’l- mu’minîne ve’l- mu’minâti ve’l- kânitîne ve’l- kânitâti ve’s- sâdikîne ve’s- sâdikâti ve’s- sâbirîne ve’s- sâbirâti ve’l- hâşiîne vel hâşiâti ve’l- mutesaddikîne ve’l- mutesaddikâti ve’s- sâimîne ve’s- sâimâti ve’l- hâfızîne furûcehum vel hâfızâti ve’z- zâkirînallâhe kesîran ve’z- zâkirâti eaddallâhu lehum magfiraten ve ecran azîmâ (azîmen).: Gerçekten İslâm olan (ALLAH’a teslim olan) erkekler ve İslâm olan kadınlar ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, kanitin olan erkekler ve kanitin olan kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Rabbine) huşû’ duyan erkekler ve huşû duyan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve ALLAH’ı çok zikreden erkekler ve (çok) zikreden kadınlar! ALLAH, onlar için mağfiret ve azîm bir ecir (mükâfat) hazırladı.” (Ahzâb 33/35)

İslam düşmanı Siyonist ve emperyalistler, bir milleti yıkmak, çürütmek ve İslam’ı bozmak için daima kadını en güçlü silah olarak kullanmış ve halen de kullanmaktadırlar. İslam’ı ve Müslümanları maddî güç ve silahlarla yok edemeyen düşman, çağdaş silah olarak Müslüman kadınımızın ahlâkını bozmayı ve ona İslam’ın kazandırdığı kudsal ve yüce değerini yitirtip, şehvetperestlerin metağı haline getirtip, sokaklara dökmüş, kişiliğini, ahlâkını ve namusunu kaybettirmiştir. Düşman, kadınımızı modanın ve şehvetin kölesi haline getirip istediği şekle ve maskaralığa sokabilmekte ve soyabilmektedir. Bununla beraber bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz konu Müslüman kızlarımızda görülen yozlaşma ve bozulmalardır. Başörtüsü bir kimlik, bir tercih, bir semboldür. İslamî şahsiyetin kimliği, müslümanca bir hayatın tercihi, iffet ve hayatın sembolü. Ama ne yazık ki bugün taktığı başörtüyü, büründüğü tesettürü taşıyamayanlar âdeta onu rencide edercesine hakaret edenler var. Başörtülü kızlarımız tıpkı açık saçık bayanlar gibi erkeklerle el ele, kol kola, sarmaş dolaş bir vaziyette çarşı-pazarda, parklarda, duraklarda, sahillerde dolaşıyorlar. Tabii İslami olarak da hiçbir sakınca görmeden parmaklarına yüzük takan iki genç artık toplumun arkasında her şeyi yapmayı kendilerine mubah sayıyor. Tabi ki kadınlarımızın bu hale gelişinde çevre kültürünün yanı sıra, tesettürün mahiyeti ve gerekliliği hususunda yeterince bilgi sahibi olmamaları da büyük rol oynamaktadır.

Bu sahada yazılmış birçok kitap olmasına rağmen, biz tekrarda fayda olduğuna inandığımızdan dolayı bu meseleyi yeniden gündemimize alıp, İslam Fıkhına göre içeriğini kıymetli eserlerden araştırıp, yazmayı uygun gördük. Hayırlara vesile olması temennisiyle..
[1]

[1] Bakınız: Ebu’l-A’lâ Mevdudî, Hicab, Hilal Yayınları; M.Ali Haşimi, Kur’ân ve Sünnete Göre Müslüman Kadının Şahsiyeti, Ravza Yayınları; Hasan Çalışkan, Örtünme ve Çıplaklık, Tekin Yayınları; Asım Uysal, İzahlı Kadın İlmihali, Uysal Yayınları; Mü’mine Yüksel, Mücahideye Notlar, Ölçü Yayınları.


Resim

TESETTÜRÜN MAHİYETİ.:

Örtünmek, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek mânâsına gelen tesettür, “STR” kökünden “tefe’ul” vezninden bir mastardır. Bir fıkıh terimi olarak, erkek ve kadının şer’an örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir. Bir kimsenin örtmesi gereken ve başkasının bakması haram olan yerlerine “Avret Yeri” denir.. [2]

[2] Şamil İslam Ansiklopedisi, “Tesettür” maddesi, c.6, s.194, Şamil Yayınları, İstanbul,1994.


Tesettür, hem Müslüman kadına, hem de Müslüman erkeğe farz kılınmıştır. Örtünmenin amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinsel isteklerden sakınmaktır. ALLAHu TEÂLÂ’nın şu İlahî Emri, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliklerden birisinin örtünme olduğunu bildirmektedir:!.

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Resim ---Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsu’t- takvâ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu ALLAH’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler/ öğüt alırlar.” (A’râf 7/26)

İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan Hz. Âdem ve Hz. Havva aleyhumusselâm ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu da âyette şöyle belirtilir:!.

يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim ---Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumu’ş- şeytânu kemâ ahrace ebeveykum mine’l- cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealnâ’ş- şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn (yu’minûne).: Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz şeytanları mü’min olmayanlara dost kıldık.” (A’râf 7/27)

Erkeklerin gözlerini sakınması, kadınların iffetini korumak içindir. Âyette şöyle buyrulur: !.

قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Resim ---Kul li’l- mu’minîne yaguddû min ebsârihim ve yahfezû furûcehum, zâlike ezkâ lehum, innallâhe habîrun bimâ yasneûn (yasneûne).: Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak ki ALLAH, yaptıkları şeylerden haberdardır.” (Nûr 24/30)

Âyetteki “Gözlerini sakınsınlar” emri, her şey için değil, yalnız ALLAHu zü’L- CeLÂL’in haram kıldıklarına aittir. Gözü sakınmanın birçok faydaları vardır:.ALLAHu zü’L- CeLÂL’in emri tutulmuş olur. Bir ok gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunulmuş olur. Kalb kuvvetlenir. Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz. ALLAHu zü’L- CeLÂL ile meşgul olmaya alışkanlık peyda eder. Kalbe nur kazandırır. Kalbe feraset verir. Şeytanın giriş yolların kapatılması sağlanmış olur.

Hanefi Mezhebine göre insanların birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısımda toplanır:

1-) Erkeğin erkeğe karşı avreti: Diz kapağından göbeğe kadar olan kısmıdır.
2-) Erkeğin kadına karşı avreti: İster namahremi, ister mahremi olsun, erkeğin kadına karşı avreti, erkeğe karşı olduğu gibi, diz kapağı ile göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur.
3-) Kadının kadına karşı avreti: Erkeklerde olduğu gibi diz kapakları ile göbekleri arasıdır.
4-) Kadının erkeğe karşı avreti: Sahih olan görüşe göre, kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur.

“Gözleri sakınma” hususunda hitab, erkeklere olduğu gibi kadınlara da yapılmış ve tesettürü ne şekilde, kimlere karşı uygulayacakları şu âyet-i kerime ile beyân edilmiştir:


وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Resim ---Ve kul li’l- mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulî’l- irbeti mine’r- ricâli evi’t- tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn (zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâl mu’minûne leallekum tuflihûn (tuflihûne).: Ve mü’min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zâhir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahib oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz ALLAH’a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.” (Nûr 24/31)

“…Ziynetlerini açmasınlar…” âyeti kadınların yabancı erkekler karşısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram olduğuna delâlet eder.

Ziynet; aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası ve kullandığı makyaj malzemesidir. Zirâ ziynet iki çeşittir. Birisi yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet kadının teninin, boy ve endamının ve yüzünün güzelliğine denir.

Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna takıldıktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa, tabiatıyla ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır..
[7]

[7] M.Ali es-Sabunî, Ahkâm Tefsiri (terc: M.Taşkesenlioğlu), c.2 s.173 Şamil Yayınları, İst.-ty.


Âyette, Müslüman kadının diz kapağı ile göbeği arası, karın ve sırtı dışında diğer yerlerini yanlarında örtmek zorunda bulunmadığı hısımları ya da birlikte yaşanacak durumda olduğu kimseler sayılmıştır. Bu kimseler şunlardır:
1-) Kocası: Kadın kocasının yanında dilediği gibi giyinebilir. Eşler arasında örtünme bakımından bir sınır söz konusu değildir.
2-) Babası (Dedeleri).
3-) Kayınpederi.
4-) Oğlu.
5-) Kocasının oğlu.
6-) Erkek kardeşi.
7-) Erkek kardeşinin oğlu.
8-.) Kız kardeşinin oğlu (daha aşağıdaki yeğenler).
9-) Müslüman kadın. Çünkü mü’mine kadın, gayri Müslim kadınların yanında diğer yakın hısımlarının yanında açıldığı gibi açık oturamaz. Bunda gayri Müslim kadınların (ayrıca fâsık olan ve huyundan emîn olunamayan Müslüman kadınların bile) kendi erkeklerinin yanında Müslüman kadını tasvir etmesi ve onu anlatması engellenmek istenmiştir.!.
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’ye (radiyallahu anhum) yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Bana Müslüman kadınların hamamlara müşrik kadınlarla birlikte girdikleri haberi ulaştı. Bu daha önceden kalma bir âdettir. ALLAH’a ve âhiret gününe inanan hiçbir kadının kendi dininden olmayanın avret yerine bakması helâl olmaz.” [8]
[8] İbn Kesir, Muhtasaru’t- Tefsir, C.2, S.600-601, Arapça Baskısı.


10-) Câriyesi: İmam Ebu Hanife (radiyallahu anhu) ve İmam Hanbel (radiyallahu anhu)’e göre köle, hanımefendisi karşısında yabancı erkek gibidir. Onun hanımının ziynetlerine bakması helâl değildir. Bunlara göre âyetteki “kendi ellerindeki memlükeler” den maksat bütün köleler değil, yalnız cariyelerdir.

11-) Erkekliği kalmamış hizmetçiler: Denk olmama, yaşlılık, hastalık v.b. sebeplerle kadınlara karşı istek duymama veya hadım olma gibi nedenlerle evin sahibi kadına cinsel bakımdan zararı dokunmayacak kimseler, kadın için diğer hısımlar gibidir.

12-) ”Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar” ifadesinde âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Bazı âlimlere göre âyetteki, “çocuklar” henüz buluğa ermeyen çocuklardır. Diğer bazı âlimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli yerleri ile gizli olmayan yerlerini birbirinden ayırt etmeyen çocuklardır. Bu ikinci görüş daha sahihtir. Zirâ âyetteki çocuklardan maksat, şüphesiz kadınların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsi bir şuura ulaşmayan küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından küçük olmalıdır. Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına ermese dahi, kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.

Ayrıca âyetteki: “Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar” ifadesine dayanarak Hanefi âlimlerinin bir kısmı, kadının sesinin de avret olduğuna hükmetmişlerdir. Zirâ bu âyet, kadınların ayağına taktıkları halhalların sesini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının sesi, elbette ki halhalın sesinden daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması zarurîdir.(Yalnız fitneden emîn olmak şartıyla kadınların sesinin avret olmadığı, fıkıh kitaplarında geçmektedir.)
[9]

[9] – Bkz: M.Ali es-Sabunî, Ahkâm Tefsiri, c.2 s.179


Âyette geçen “bunlardan görünen kısmı müstesnâ” hakkında Mevdudî (radiyallahu anhu), şu açıklamada bulunuyor: “Âyet-i Kerimedeki bu cümle, kadınların ziynetlerini kasti olarak açmalarının câiz olmadığına delâlet eder. Şu var ki, kendi kasıtları olmadan açılmaları hali müstesnâdır. Bir de, dıştan giydikleri çarşaf ve benzeri giysileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur.” [10]
[10] Bkz; M.Ali es-Sabunî, Ahkâm Tefsiri, c.2, s.183.


Şehid Seyyid Kutub (radiyallahu anhu) ise bu âyet hususunda şu açıklamalarda bulunmuştur: “Yüz ve eller gibi görünmesi zarurî olan ziynet yerlerinin gösterilmesi ise helâldir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, yüz ve ellerin gösterilmesine karşı çıkmamıştır. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Ebu Bekir’in kızı Esmâ’ya yüz ve ellerine işaret ederek: “Ey Esmâ! Kadının ergenlik çağına ulaştıktan sonra, buraların dışında kalan yerlerini başkasına göstermesi câiz değildir” (Ebu Davûd) buyurmuştur. [11]
[11] Seyyid Kutup, Fizilali’l- Kur’ân (çev.Bir komisyon), c.8, s.266 Hikmet Yayınları, İst.1993


Diğer yandan kadın yaşlanıp ay halinden kesilir ve cinsel yönden erkeklere istek duymaz olursa, bunun için örtünmede bazı kolaylıklar getirilmiştir. Âyette şöyle buyrulur:

وَالْقَوَاعِدُ مِنَ النِّسَاء اللَّاتِي لَا يَرْجُونَ نِكَاحًا فَلَيْسَ عَلَيْهِنَّ جُنَاحٌ أَن يَضَعْنَ ثِيَابَهُنَّ غَيْرَ مُتَبَرِّجَاتٍ بِزِينَةٍ وَأَن يَسْتَعْفِفْنَ خَيْرٌ لَّهُنَّ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Resim ---"Ve’l- kavâıdu mine’n- nisâillatî lâ yercûne nikâhan fe leyse aleyhinne cunâhun en yeda'ne siyâbehunne gayra muteberricâtin bi zînetin, ve en yesta'fifne hayrun lehunn (lehunne), vallâhu semîun alîm (alîmun).: Ve kadınlardan nikâh (evlenme) ümidi olmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açmaksızın dış giysilerini çıkarmalarında, bundan sonra onlara vebal (günah) yoktur. Ve iffetli olmayı istemeleri onlar için daha hayırlıdır. Ve ALLAH, Sem’î’dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).” (Nûr 24/60)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

HİCAB (PERDE) ÂYETİ.:

Kadınların ev dışında veya yabancı erkeklerin yanında normal ev içi elbisesinin üstüne bir dış elbise daha giymeleri gerekir. Âyette şöyle buyruluyor: “Ey Peygamber ! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi için daha uygundur. ALLAH çok yarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir.”

لَئِن لَّمْ يَنتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدِينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فِيهَا إِلَّا قَلِيلًا
Resim ---Le in lem yentehil munâfikûne vellezîne fî kulûbihim maradun vel murcifûne fî’l- medîneti le nugriyenneke bihim summe lâ yucâvirûneke fîhâ illâ kalîlâ (kalîlen).: Eğer münafıklar ve kalblerinde maraz (hastalık) bulunanlar ve şehirde yalan ve kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, elbette seni mutlaka onlara saldırtırız. Sonra az bir (zaman) hariç, orada sana komşu olamazlar (orada kalamazlar).” (Ahzâb 33/59)

Âyetin Arapça metninde geçen “Celâlib”, cilbâb’ın çoğuludur. Cilbâb, bütün vücudu örten elbiseye denir. Hicab âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nazil olmuştur. Bilindiği gibi, örtünme Hicri 5.yılda Şevval ayında Nûr sûresi 31. âyeti kerimenin inzali ile farz kılınmıştır. Öyleyse bu âyette emr olunan tesettür, daha önce farz kılınan setr-i avretten başka ve fazla bir örtünmedir. Bunun içindir ki bütün müfessirler, tâbirleri değişik de olsa mefhumda birleşerek âyetteki “cilbâb”tan maksadın kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zamanımızda kadınların çarşaf denilen bir örtü veya onun benzeri bir örtü ile örtünmeleri gerekmektedir. Âyetteki “cilbâb”tan maksat bazı câhillerin sandıkları gibi setr-i avret değildir.[14]
[14] Bkz; M.Ali es-Sâbûni, Ahkâm Tefsiri, c.2, s.325.


Yine: “Bu onların tanınıp ezâ edilmemelerine daha uygundur.” Âyetinde hicabın farziyetinin hikmeti beyân edilmektedir. Şer’i hükümlerin hepsinde meşru’ hikmetler vardır. İşte kadınların örtünmelerindeki hikmet de hem onların namuslarının, hem de cemiyetin korunmasıdır. Ebu Hayyan el-Endülüsi: “Bu onların tanınıp ezâ edilmemelerine daha uygundur” âyetini, “Namus ve iffetle tanınsınlar ki, fasık kimseler onlardan hiçbir şey beklemesinler.” şeklinde tefsir etmektedir. [15]
[15] Bkz; M.Ali es-Sâbûni, Ahkâm Tefsiri, c.2, s.325.


Üstad Mevdudî de âyetle ilgili der ki: ”Elbette (âyette geçen) bu emir, erkeklerin ısrar edici bakışlarından, sarkıntılık etmelerinden ve sataşmalarından rahatsız olan, bunları eğlenceli bulmayan, kötü şöhretli ahlâksız kokak kadınlarından biri gibi kabul edilmek istemeyen, tam aksine ahlâklı, namuslu ev kadınları olarak tanınmak isteyen kadınlar içindir. Böyle ve şerefli kadınlara ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle buyuruyor: “Eğer gerçekten iyi kadınlar olarak tanınmak istiyorsanız ve erkeklerin şehvet dolu bakış ve ilgileri sizi rahatsız ediyorsa, insanların açgözlü bakışları önünde bütün güzellik ve fiziki câzibenizi ortaya koyacak şekilde yeni gelinler gibi süslü bir şekilde sokağa çıkmamalısınız. Tam aksine bütün ziynetlerinizi gizleyen ve yüzünüzü örten sâde bir örtü ile ve ziynetlerinizin şakırtısı bile dikkati çekmesin diye ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek sokağa çıkmalısınız. Kendisini boyayıp süsleyen ve her tür ziyneti takıp takıştırmadan dışarı adımını atmayan bir kadının, erkeklerin dikkatini çekmekten başka bir amacı olamaz. Böyle yaptığı halde insanların, açgözlü bakışlarından rahatsız olduğunu söyleyerek şikâyet ediyorsa ve “sokak kadını” olarak tanınmak istemediğini, namuslu bir ev kadını olarak yaşamak istediğini söylüyorsa, bu, sahtekârlıktan başka bir şey değildir…” Siz aynı zamanda hem sokak kadını, hem de namuslu bir kadın olamazsınız. Eğer namuslu, saygıdeğer kadınlar olarak yaşamak istiyorsanız, sokak kadınlarına yaraşan davranışlardan vazgeçmeli ve namuslu kadın olmanızı sağlayacak bir hayat tarzı benimsemelisiniz…” [16]
[16] Ebu’l-A’lâ Mevdudî, Tefhimu’l- Kur’ân (çev. Komisyon), c.4, s.460, İnsan Yayınları, İst.1991.


Müslümanların vazifeleri, daha sonra örtünmede zorluk çekmemeleri için on yaşına giren kız çocuklarını örtünmeye alıştırmak olmalıdır. Bu örtünme teklif emri değil, fakat terbiye bakımından gereklidir. Namazda da durum böyledir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Çocuklarınız yedi yaşına girdikleri zaman onlara namazı emredin. On yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa onları (hafifçe) dövün. “ buyurmuştur. [17]
[17] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Tercümesi, c.8, s.232-233, Akçağ Yay., Ank-1989.


Atalarımız: “Ağaç yaşken eğilir” demişlerdir. Gerçekten küçükken İslami terbiye verilmeyen kişiler, sonradan İslam’ı yaşamakta zorluk çekmektedirler.

Ahzâb Sûresi 59. âyette geçen “cilbâb” kelimesi hakkında birkaç görüş vardır:

1-) Kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücudunu örten bir örtü, (dış) elbise olduğunda müfessirlerce ittifak olduğunu âyetin tefsirinin başında belirtmiştik.
2-) Cilbâb, bütün vücudu baştan aşağıya örten (çarşaf, ferace, çar..vs gibi örten) dış kıyafetin adıdır.
3-) Üst tarafı göbeğe kadar örten ve “rida” denilen örtüdür.
4-) Cilbâb; bütün vücudu baştan aşağı örten çok geniş ve uzun bir örtüdür.
5-) Taberî ve Ebu Hayyan, İbn-i Abbas (radiyallahu anhu)’dan şöyle rivâyet etmişlerdir: “Kadın cilbâbını üstten alnının üzerine indirir ve oradan sıkar, alttan da burnunun üzerine kadar (yüzünün ekserisini ve göğüslerini tamamen) kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalır.”

Yüzün avret olmadığını söyleyenler, (bir kısım Hanefi Âlimleri gibi) bunu iki şarta bağlamışlardır. Bu şartlardan birincisi; yüzün tabii durumunda olması (yani makyajsız olması), ikincisi; fitneden emîn olunmasıdır. Şâyet yüzün açılması fitneye sebep oluyorsa açılması haramdır.
Şimdi günümüzde tekrar tekrar gözden geçirilip yapılmaması gereken, çok önemli bir konu olan teberrüc hususunu açıklamaya gayret edelim:
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“Evlerinizde oturun. İlk câhiliye (çağı) kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta kırıta) yürümeyin.”


وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Resim ---Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûlehu, innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirakum tathîrâ(tathîran).: Ve evlerinizde karar kılın (oturun). Evvelki câhiliyye zamanındaki gibi (ziynetlerinizi) açmayın. Namazı ikâme edin ve zekâtı verin. Allah ve O’nun Resûl’üne itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah sadece sizden günahları gidermek ve sizi tertemiz temizlemek istiyor.” (Ahzâb 33/33)

Teberrüc: Bir kadının kocasından başka kimselere ziynetlerini (altın, gümüş, gerdanlık…) ve fizikî güzelliğini teşhir ederek göstermesi, böbürlenerek ve kırıtarak yürümesidir.
Âyetteki çağrı her ne kadar Peygamber hanımlarına yapılmışsa da, tüm mü’mine kadınlara da yönelik bir emirdir.
İlk câhiliye çağı kadınlarının toplum içerisindeki dış görünümlerini anlatan “teberrüc” kavramını müfessirler, şu şekilde açıklıyorlar:
”Kadın çıkar erkekler arasında gezebilirdi. Kadınlar evlerinden dışarı çıktıkları zaman, nazlanarak, kırıtarak, üzerlerine ilgi ve dikkatleri çekerek yürürlerdi. Bu âyetle ALLAHu zü’L- CeLÂL bundan mü’mine kadınları menetti. Teberrüc, kadının örtüyü başına bağlamadan onu bırakması; gerdanlık, küpe, boyun ve boğazını açık bulundurmasıdır. İşte o günün çıplaklığı, açıklığı bu idi”

Bu demek değildir ki, “câhiliye kadınları hiç başörtüsü kullanmıyordu. Fakat onlar, yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar, yakaları önden açılır, ziynetleri görünürdü. Yani halaylık yaparlardı. Demek ki son zamanlarda çağdaşlık, asrîlik sayılan kerdenküşalık böyle bir eski câhiliyet şiarı idi. İslam bu açıklığı yasaklayıp, kadınları başörtülerini yakaları üzerine vurarak örtünmeleri farz kılındı.
[18]
[18] Ramazan Altıntaş, Bütün Yönleriyle Câhiliyye, s.45, Ribat Yay., Konya 1990.
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İki sınıf insan vardır ki, bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki hiç elbise giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlardır. Bunlar bu elbiseleri erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler. Bunların saçları da hörgüçlü develerin hörgücüne benzer (saçları kabartılmış). Bunlar cennete girmedikleri gibi, çok uzaktan duyulan cennet kokusunu dahi alamayacaklardır” buyurmuştur. [19]
[19] Müslim, Kitabu’l- Libâs, 125, Ebu Hüreyre’den.


Kadınların başlarının deve hörgücüne benzetilmesi, çeşitli bağ ve sargılarla sararak onları büyüttükleri içindir. Yani başörtünün altında da olsa, tepeye toplanan saçların dikkat çekici olmaması gerekir. [20]
[20] Asım Uysal, İzahlı Kadın İlmihali Ansiklopedisi, Konya, Uysal Yayınları.


Şimdi de günümüzde oldukça kullanılan ipek eşarbın hükmünü açıklamaya gayret edelim: Hz. Ali kerremallahu vechehu: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana bir “siyera” (ipek cinsinden bir kumaş) kostüm vermişti. Onu giyerek dışarı çıktım. Ama (peygamberimizin) yüzünden O’nun bana kızdığını anladım ve onu derhal yırtarak yakınlarım olan kadınlar arasında paylaştırdım; demiştir. Müslim’deki rivâyetinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Onu ben sana giyesin diye göndermedim, yakınlarından kadınların başörtüsü yapmaları için bölesin diye gönderdim.” Buyurduğu ilâvesi vardır. Demek ki ipeğin ipek olduğu için başörtüsü olarak kullanılmasında bir beis yoktur. Başörtünün mahzurlu olması, ipek olmasından değil, süslü-püslü olup, “teberrüc” (sayılacak bir başörtüsü) kapsamına girmiş olmasından dolayı olabilir. Yani rengi ve deseniyle câzib olup, “teberrüc” sayılacak bir başörtüsü, ipekten olmasa bile kadın için mahzurludur. Böyle bir başörtüsü ile de tesettür gerçekleşir, ancak teberrüc yasağına uyulmamış olur. Rengi ve deseni ile teberrüc kapsamına girmeyen bir başörtüsü, ipek olsa bile mahzurlu olmamalıdır. (ALLAHu Alem) [21]
[21] Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvâlar, c.2, s.130, Seha Yayınları, İst-1890.


Kur’ân’ın “evlerinizde oturun”… (Ahzâb 33/33) buyurmasını, her selim akıl sahibi insan anlar ki, eve kapanıp, boşu boşuna gününüzü gün edin anlamı çıkmaz. Bu, çıkmanızı gerektirecek, şer’i bir ihtiyacınız dışında, gereksiz yere, câhiliye kadınlarının açılıp, saçıldığı gibi dışarı çıkmayınız demektir. [22]
[22] Ramazan Altıntaş, Bütün Yönleriyle Câhiliyye, s.46.


Teberrücden korunamayan kadınlarla İslamî bir cemiyet kurulamayacağı için de ilk İslam toplumunu oluştururken ALLAH’ın Resulü, mü’mine kadınlardan teberrüc yapmayacaklarına dair biat alırdı.
Teberrüc; zinâya, boşanmalara, ailelerin dağılmasına, sapık akımlara zemîn hazırladığı için haram kılınmıştır. Dolayısıyla dinimiz “dolaysız çıplaklığı” ve teberrüc dediğimiz “örtülü çıplaklığı” da yasaklamıştır.

Günümüzde “Tesettür Giyim” reklamı altında yeni bir tehlike hortlamış bulunmaktadır. Bir takım firmalar, ürettikleri İslam’a uygun (!) modellerle Müslüman genç kızları âdeta esir aldılar. Yırtmaçlı elbiseler, taşlanmış ipekten yapılmış çeşitli pardösüler, kaplar, tunikler, albenili başörtüler genç kızların hücumuna uğruyor. Gerçekten de bu sektör çok başarılı (!) oldu ve Müslüman kızları bir tüketim kölesi yaptı. Pardösülerin yakaları inip kalkıyor, göğüs kısmı açılıyor, kapanıyor, bir kemerle pardösünün vücuda daha da oturması sağlanıyor. Çeşitli takılar, zincirler, halkalar, iri iri düğmeler de aksesuar olarak bu pardösülerin şıklığını, çekiciliğini tamamlıyor.

Hâlbuki başörtülü kıyafette aranan şartlar şunlardır:
1-) Başörtüsü, saçları ve boynu kapamalıdır:
Bir düğün topluluğunda, başörtülerini ince ve şeffaf alan kadınlara Hz. Aişe (radiyallahu anha): “Siz (Nûr sûresine inanmıyor musunuz? (Mü’min) kadın böyle giyinir mi?” diyerek başörtüsünün kalın ve saçın rengini göstermemesi gerektiğini söylemiştir.

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve Mü’minlerin kadınlarına söyle! (başörtülerini üzerlerine alsınlar. Böyle yapmaları, tanınmamaları ve eziyetlere uğramamaları için, daha iyidir.” (Ahzâb 33/59)
Cilbâb bahsinde beyân ettiğimiz üzere, kadın, dışarı çıktığı zaman yani mahremlerinin görebileceği yerde, başörtüsünün üzerine bir de “cilbâb” (örtü) atmalıdır. Ama vücudun üst kısmını omuzları ve göğüsleri örten geniş bir başörtüsü de cilbâb sayılabilir diyenler de vardır.

2-) Başörtüsü, saçı gösterecek kadar şeffaf olmamalı:
Dihye b.Halife el-Kelbiyye diyor ki: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e Mısır’dan ince keten kumaşları gelmişti. Bir parça da bana verdi ve: “Bunu ikiye böl, birisi ile kendine gömlek yap, diğerini hanımına ver, kendisine başörtüsü yapsın” dedi, (başörtüsünün genişliğine dikkat) ben dönüp gideceğim zaman: “Hanımına söyle, altına bir kumaş daha giysin; saçlarını göstermesin” dedi.
[23]
[23] Ebu Davûd, Kitabu’l- Libâs.


3-) Başörtüsünün altına giyilecek beden kıyafeti olacak bir pardösüde şu özellikler bulunmalıdır:

a-) Pardösülerin ya da daha değişik dış elbiselerin geniş olması, kadın vücut hatlarını belli etmemesi gerekir. Yani batı medeniyetinin bize fırlatıp attığı elbiseler gibi olmamalıdır. O öyle bir medeniyettir ki, modacılar göğüsleri, belleri kalça v.s. yerleri açığa çıkararak elbiseleri bütün duygu ve şehvetleri tahrik edecek elbise üretirler. İşte böylesine pardösü ve manto giyenler de giyinik çıplaktırlar. Böyle bir kıyafette fitnedir.
b-) Erkek pardösülerini ve gayr-ı Müslim kadınların özel kıyafetlerini andırmamalı, benzememeli.
c-) Kadının topuklarına kadar ayaklarını, yenleri (bilek kısmı) açılmayacak şekilde kollarını örtmeli.
d-) Rengi, nakış ve dikişleri dikkat çekici olmamalıdır. Dikkat çekici renkli başörtüler giyilmemelidir. Koyu renkli başörtüler giyilmelidir.
e-) Başın da sade süssüz ve geniş bir üstlük vazifesi gören başörtüyle ve yukarıdaki özelliklere sahip “abaye” ya da “pardösü”yle kapatılması, adına ne denirse kadının dış elbisesi sayılabilir.
[24]
[24] Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, S.150, Nur Yayınları.


4-) Başörtülü kıyafette pantolon ve çorap meselesi:
Kadınlarımızın ve genç kızlarımızın cilbâblarının veya pardösülerinin altına pantolon giymeleri mahzurlu olmadığı gibi övülen bir uygulamadır.

Hz. Ali kerremallahu vechehu Efendimiz’in rivâyetinde şunlar anlatılmaktadır: “Bulutlu ve yağmurlu bir günde Baki’de Rasûlullah’la beraberdik. Merkebe binmiş bir kadın geçiyordu. Merkepten düşecek oldu da Rasûlullah (bir yeri açılır endişesiyle) ondan yüzünü döndü. Orada bulunanlar: “Kadının pantolonu (sirvalı/şalvarı var) üzeri açılmaz” dediler de Rasûlullah: “ Pantolonlar (sirvaller) edinin. Çünkü onlar en iyi örtücüdür. (Kadınların avretini) de dışarı çıktıklarında onlarla koruyun” buyurdular.
[25]
[25] Münavî, Feyzü’l- Kadir, c.1, s.109-110.


Kadın, dış elbisesinin altında sirval-iç don (pantolon) giyebilir. Bunu da daha iyi örtünmek için yapmışsa güzel bir iş yapmış olur. Ancak hadislerde geçen “sirval/şalvar”i bugünkü pantolonlar gibi tam tamına anlamak da yanlış olur. Eğer paçalar gözükecekse onları erkek pantolon paçalarından farklı yapmalıdır. Erkek pantolonundan farklı olmalıdır. Albenili olmamalıdır. Aslında Anadolu kadınlarının giydiği ve “dizlik” tâbir edilen uzun iç donu “sirval/şalvar” tarifine daha yakındır. (ALLAHu Âlem) [26]
[26] Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, s.150, Nun Yay.


Önemli bir konu da, başörtü ve pardösü giyen bayanların dizkapağından aşağısına giydikleri Jartiyerli-Jartiyersiz diye bilinen naylon çorap giymeleri konusudur. Bacakların rengini ve şeklini gösteren bu tip çoraplarla yabancı erkeklere gözükmek câiz değildir. [27]
[27] Hasan Çalışkan, Örtünme ve Çıplaklık, s.123.


Ayrıca (Nûr Sûresi 31.âyette belirtildiği gibi) kadınların, ayaklarını yere vurdukları zaman ses çıkaran ayakkabıları giymeleri haramdır. Giyilen ayakkabının görünüş olarak ziynet hükmüne girmemesi ve cinsel duygu vermemesi gerekir. Erkeklerin, kadınları görmeseler bile ayakkabılarından çıkan seslerden etkilendikleri bazı psikologlarca tespit edilmiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

HAREMLİK – SELÂMLIK.:


Dinimize göre kadın erkek ilişkilerindeki sınırlamalardan biri de yabancı erkek ve kadınların bir arada oturmamaları hususudur. Oturma mekânlarının ayrı olmasına “Haremlik ve Selâmlık” adı verilmiştir.

Haremlik, harem kelimesinden gelir. Harem ise; Arapça bir kelimedir. “Haram”, “Hürmet, “Mahrem”, “Muhterem” ve “ihtiram” kelimeleriyle aynı köktendir. Haremîn mânâsı, kişinin özenle koruduğu ve uğrunda savaştığı, şehâdeti göze aldığı mukaddes şeydir. Örneğin adamın haremi, ailesi, kadınları ve himâye ettiği şeydir.
[28]
[28] İbn-i Manzur, Lisanu’l- Arab, c.12, s.120-123, Beyrut-1955.


Haremlik, İslam toplumunun bir vasfı olarak İslami aile içerisinde kadına nikahı düşenlerin girmelerinin yasak olduğu ve sadece kocasının ve nikahı düşmeyenlerin girebildiği evlerin özel bölümüne denir.

Selâmlık ise, İslamî aile içerisinde erkeklere açık olan evin özel kısmına denir. Şunu bilelim ki; haremlik selâmlık keyfi bir uygulama ve hadise değil, şer’i naslardan kaynaklanan Rabbanî bir mecburiyettir. Haremlik-Selâmlık; kitab, sünnet ve sahabe-i kiramın icma-ı ile sabit olan bir husustur. İslam dini, “nesil emniyeti”ne önem vermiş ve zinâya yol açan her türlü davranışı mefsedet/bozukluk, fenâlık, fesatçılık, münâfıklık. hükmüne dâhil etmiştir.
[29]
[29] Mustafa Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.170, İst.-1995, Ölçü Yay.
[/i][/color]

Hanefi Fukahası; nikâhlanmaları, neseb, süt emme ve diğer sebeplerden dolayı “ebediyen” haram olanların bir arada oturmasının bir mahzuru olmadığı hususunda müttefiktir. Nikâhlanmaları, “muvakkat” olarak haram olanlara gelince: Bunlar bir arada oturamazlar. Mesalâ, bir mü’min erkek baldızı ile, bir mü’min kadın da; kocasının kardeşleri (kayınları) ile bir arada oturamaz. [30]
[30] Mustafa Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.170.


(Bazı âlimlere göre, ille de kayına veya (nikahlanmaları “muvakkat” olan) enişte gibi kimselere çıkılması icâb ederse, kadın tam tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına, onların yanında kokulanmamaya, süslenmemeye ve onlarla teki tekine bir odada kalmamaya dikkat etmek şartıyla bir arada bulunabilirler) fakat yine de bir arada bulunulmaması en uygun olan görüştür.

Mutlak müctehid Hasan-ı Basri (radiyallahu anhu) şöyle diyor: “Erkekler ile kadınların beraberce (karma bir şekilde) toplanmaları, bir arada bulunmaları bid’attır.
[31]
[31] Aliyyü’l- Kari, El-Esraru’l- Merfua, s.97, Beyrut-1986.


Şunu bilelim ki; “Haremlik-selâmlık tatbikatı; Kur’ân ve Sünnet’den bir delile dayanmaz. Kötülüğü önlemek gerekçesiyle fukaha tarafından tanzim edilmiş kurallardır” diyen kimse, İslam’ın temel hedeflerinden habersizdir. Müctehid İmamlar, keyiflerine göre kural tanzim etmekle suçlayan tipler, büyük bir hata içerisindedirler. [32]
[32] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler, c.2, s.43, İst-1989, ölçü Yay.


Haremlik ve selâmlık tatbikatı; “Zinâya yaklaşmayın. Zirâ o, bir fuhuştur ve kötü bir yoldur.” Emr-i İlahîsinin (isra S. Âyet 32’nin) doğrultusunda atılan Rabbani bir adımdır. Haremlik ve selâmlık prensibinin altyapısı örfü adet değil, âyet ve hadistir. Ahzab sûresinin 53. Âyeti bu konuyla alakalıdır.

وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
Resim ---Ve lâ takrabû’z- zinâ innehu kâne fâhışeten, ve sâe sebîlâ (sebîlen).: Ve zinâya yaklaşmayın! Çünkü o, fuhuş (hayasızlık) ve kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)

“Ey iman edenler! Bir yemek için size izin verilmiş olması hali müstesnâ, Peygamber’in evlerine girmeyin. (Yemeğe çağrılıp da girdiğiniz vakit de) yemek kabını gözetlemeyin. Davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın. (Yemekten sonra) sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz peygamberi üzüyor, fakat o (size bunu söylemekten) haya ediyordu. Ama ALLAH, hakkı söylemekten çekinmez. PEYGAMBERİN HANIMLARINDAN BİRŞEY İSTEDİĞİNİZ ZAMAN HİCAB/PERDE ARKASINDAN İSTEYİN. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin ALLAH’ın Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla câiz olmaz. Çünkü bu, ALLAH katında büyük bir günahtır.”

M.Hamdi Yazır (radiyallahu anhu) şöyle diyor: “Artık onlara bir hicab: Yani görülmelerine mâni’ bir perde, bir siper arkasından sorun. Bundan böyle “harem” farz kılınmıştır ki, o zamana kadar Araplarda âdet değildi.”
[33]
[33] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, s.130.


Dikkat edilirse haremlik ve selâmlık uygulaması, İslam medeniyetini câhiliye medeniyetinden ayıran Rabbani bir alamettir.

Yukarıdaki âyetin tefsirinde Cessas (radiyallahu anhu) şöyle diyor: “Bu hüküm (hicab/perde arkasından isteme), her ne kadar özellikle Rasûlullah ve onun zevceleri hakkında inmişse de, mânâsı onlara da başkalarına da şâmildir. Çünkü biz ALLAH’ın sâdece ona has kıldıkları dışında Rasûlullah’a uymak ve onu örnek edinmekle me’muruz.”
[34]
[34] Mustafa Çelik, Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtârlığı, s.174.[/i]
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

Resim

Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ashabına: “Kadınların yanına girmekten sakının.” buyurdular; Ashabdan biri: “Yâ Rasûlullah, hısım, akraba için ne buyurursunuz?” Deyince: “Hısım-akraba, ölümdür” cevabını vermiştir. Yani mahrem olmayan hısım-akraba da aynıdır. Hatta onun ihâneti daha fecidir.”[35]
[35] (Sahih-i Buharî)


Yukarıda hısımdan maksat kocanın babaları, kayın birâder ve geri kalan akrabalarıdır. Kadı İyaz da: “Bir kadının kayınbirâderleriyle baş başa kalması dinde fitneye ve helâke sebep olur. İşte Rasûlullah bunu ölümle nitelendirmiş ve bu sözü söylerken de şiddet makamında söylemiştir.” [36] der.
[36] Ahmed Davutoğlu, Sahih-i Müslim Terc. Şerhi.


Ümmü Seleme (radiyallahu anhunha) Vâlidemizden rivâyet edilen hadis-i şerif, bu tatbikatın, bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e dayandığını göstermektedir. Hadis şudur:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hicâb (örtü) âyet-i kerimesi geldikten sonra, Ben ve Meymune Rasûl-i Ekrem’in yanında otururken, âmâ Hz. İbn-i Mektum (radiyallahu anhu) yanımıza çıkageldi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize : “Perde arkasına çekilin!” dedi. Biz: “Ey ALLAH’ın Rasûlü!… O âmâ değil mi? Bizi ne görür, ne tanır” dedik. Bunun üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem: “Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?”
[37] buyurdu.
[37] Mustafa Çelik Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.179


Dikkat edilirse; gözleri (harama bakmaktan) sakınmak noktasında, kadınla-erkek arasında pek fark yoktur. Bu hadis-i şerifin şerhinde İslam âlimleri çeşitli açıklamalar yapmıştır.

Hadis Şârihlerinden Azimabadî (radiyallahu anhu) şöyle diyor: “Gerek İmam-ı Şâfii ve gerekse Ahmed b. Hanbel Ümmü Seleme’nin hadisini delil getirerek erkeklerin kadınlara bakmalarının haram olduğu gibi, kadınların da erkeklere bakmalarının haram olduğuna kail oldular. İmam-ı Nevevî de bu iki imamın görüşünü esas görüş olarak kabul eder. Buradaki haram fitne korkusu olduğu zamandır. Kadınlar için fitne korkusu erkeklerinkinden daha şiddetlidir. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendi hanımlarını Abdullah İbn-i Ümmü Mektum (radiyallahu anhu)’ın gelişi esnasında hicâb’ın/perdenin arkasına gönderildiler. Nitekim kadınlarının mutlak olarak kendisini görmemeleri için değil, belki onların yanında Ümmü Mektum (radiyallahu anhu)un avret yerlerinden bir kısmı açılır da Abdullah İbn-i Ümmü Mektum (radiyallahu anhu) farkında olmaz, fakat Rasûlullah’ın hanımları o anda açılan avret mahallini görmesinler diye hicabın /perdenin arkasına gönderildiler. Nitekim kadınların çarşıya, mescide gitmelerine verilen izin de bunu te'yid etmektedir.
[38]
[38] Mustafa Çelik, Uydurma Hadislerle Kadın Aleyhtarlığı, s.179.


İslam Ulemâsından Seharanfuri (radiyallahu anhu)de şöyle diyor: “Cumhura ulemâ’ya göre kadının ecnebi/yabancı olan bir adamın göbeğinden aşağı dizlerinden de yukarısının dışındaki yerlere fitne korkusu olmadığı zaman bakması câizdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de hem men’ vardır ve hem de ruhsat vardır. Men’ durumu, fitne korkusu olduğu zamana hamledilmiş, ruhsat durumu ise fitne korkusundan emîn olunduğu ana hamledilmiştir.” [39]
[39] Mevlüt Özcan, Sorumsuzca söylenen sözler, C.2, s.202, Sabır Yay. İst.


Günümüzde bazı Müslüman hanımların, amca çocukları, teyze çocukları ya da komşu çocukları ile evlerinde alabildiğine pervasızca, karışık olarak, güle oynaya, senli benli oldukları gözlenmektedir. "O benim kardeşimdir, bundan kötülük sadır olmaz. İşi buraya kadar götürmek aşırılıktır” diyenler gerçekten İslam’ın kurallarını tahrib edenlerdir. Bunlar en azından dini kuralları çiğnemenin cezâsını çekeceklerdir. Hiçbir mü’min: “Benim kalbim temizdir” deyip, İslami hududları çiğneyemeyiz. Çünkü bütün mü’minlerin kalbleri temizdir. Zirâ kalb temizliği imanla ilgili bir hadisedir.

Dünya üzerinde mâlum olduğu üzere kadında utanma duygusunun erkekte de kıskanma mefhumunun yok olması sebeplerinden biri de Haremlik-Selâmlık konusuna riâyetsizliktir.

Bu hususta en iffetli yol, kadının yanına erkeğin girmemesi, kadının da erkek cemaatine çıkmamasıdır. Başka bir ifâde ile Haremlik-Selâmlık kuralına uymaktır. Müslümanlığımız da bunu gerektirir.

Bazıları diyor ki: “Kadın tesettürlü olduktan sonra erkeklerle bilhassa akrabalarla (birbirlerine nikahları düşenlerle) bir arada oturmalarında sakınca yoktur, oturabilir, karşılıklı konuşabilirler (!).”
Böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı ortadadır. Kadın-erkek bir arada bulunduktan sonra açıklıktan, kapalılıktan, söz etmenin mânâsı nedir?.

“Kadın, evinde veya evinin dışında kocasını, arkadaşını karşılar onunla sohbet eder, tartışır ve çayı, yemeği vesaire gibi ikramlarda bulunur ve tokalaşırsa o kadının açık veya kapalı olmasında bir farklılık sayılmaz. Zirâ ALLAHu zü’L- CeLÂL birini erkek, birini kadın yaratmış, birbirine karşı meyil ve arzulu yapmıştır. Bu kanunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.”
[40]
[40] El-Cessas, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.3, s.369, Beyrut.


“Sen benim ahret bacımsın, ben de senin dünya-âhiret kardeşin” şeklinde bir söz de haremlik ve selâmlık kuralını çiğnemeye mâzeret sayılamaz. Zirâ İslam dininde nâmahrem (nikâhı düşenlere) olanlar veya mahrem (nikâhı düşmeyenler) olanlar insanların bakış açılarına göre değiştirilemez. Biliyoruz ki İslam’da mahremiyet, neseb, sıhriyet ve süt emme yollarından birisiyle olur. (Nisâ 4/23) Bu üç yoldan başka bir şekilde olması mümkün değildir. Âhiretlik, bacılık kardeşlik ve kirvelik şeklinde mahrem olma dinimizce asla söz konusu değildir. Çünkü Ahzâb Sûresi 53. Âyet-i Celilesi nazil olduktan sonra, yıllarca Rasûlullah’a hizmet etmiş olan ve hanımlarıyla sohbet eden Enes (radiyallahu anhu)’in artık eskisi gibi yanlarına girmesinin menedilmesi. [41]
[41] (Sahih-i Buharî)


Bizdeki şekliyle sun’î/ uydurma kardeşliklerin ve onun doğurduğu serbestliğin ne denli anlamsız olduğunu ifâde etmeye yetmez mi?

Zirâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in hanımlarının, mü’minlerin anneleri olması, buna rağmen ilişkilerin öz anne ile olan münasebetlere benzememesi gösteriyor ki, sun’î bir mahremiyet İslam’da asla söz konusu değildir.

Âyet-i Kerime’nin sonunda belirtilen “kalblerin temiz kalması” şeklindeki illet özellikle bizleri uyarmalıdır. Çünkü bu ilahî hitab hususen ashab-ı kirama ve Nebi’nin hanımlarına yöneltilmiştir. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in terbiyesi altında yetişmişler ve O’nun:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Ashabıma sebbetmeyiniz, (sövmeyiniz, hakaret etmeyiniz) sizden birisi Uhud Dağı kadar altın infak etseydi ashabımdan (birinin verdiği yarım müdde ulaşamazdı.” buyurdu.

(Ayrıca bk. Ebû Davud et- Tayâlisinin müsnedi, hadis no: 21, 83, Sunen-i Ebî Davûd 39. Kitab. bab 10; Sahîhu’t- Tirmizi Hadis no, 2165; Kenzu’l- Ummâl hadis no: 32469; Ashab-ı Kirâm Hakkında Müslümanların Nazih İtikadları, s. 105-106; Şerhul-Akidetit-Tahâviye, s. 468-469; es-Savâikul-Muhrika s. 211; Haşiyetul-Kestelli alâ Şerhil-Akâid s. 187; Muhammed, s. 403; Tarihîhul-Hamîs, II, 97).


Övgüsüne nâil olmuşlardır. Buna rağmen şu fesad çağında “bizler bacı-kardeş olduk” yahut “kalbimize bakın” demenin ne anlamı olabilir? Şüphesiz böyle bir iddiada bulunmak hiçbir mü’minin haddine düşmeyeceğine göre bu nev’i yapmacık ve göstermelik mahremiyetlere bir an önce son vermek ve geçmiş için de ALLAHu TEÂLÂ’ya tevbe etmek, mağfiret taleb etmek en doğru yol olacaktır. Çünkü kimlerin kimlere mahrem sayıldığını ve adabının ne olduğunu tayin edecek olan ALLAH ve RASÛLüdür. ALLAH’ın emirlerinin dışına çıkarak yeni yeni bid’atler uydurmak İslam’ın özüne aykırı yaşayışlar içerisine girmek, dalaletten başka bir şey olamaz. Aslında bütün mü’minler birbirlerinin kardeşleri ve dostlarıdır. Kardeşlik ve dostluk bağlarını kuvvetlendirecek hususlar elbetteki dinen de arzu edilir. Ancak yapılacak şeyler, İslam’ın hoş gördüğü meşru usullerle olmalı. ALLAH’ın koymuş olduğu sınırlar ve hükümler çiğnenmemelidir.” [42]
[42] Zeki Duman, Adab-ı Muaşerat isimli kitabından alıntı.
Resim
Kullanıcı avatarı
rüzgargülü
Aktif Üye
Aktif Üye
Mesajlar: 182
Kayıt: 02 Haz 2011, 14:51

Re: İSLAMda TESETTÜR

Mesaj gönderen rüzgargülü »

Mevzumuza Mevdudî (radiyallahu anhu)’nin şu veciz sözleriyle son veriyoruz:

…İSLAM ŞÖYLE DİYOR:

“-Ey kadınlar! En iyi barındığınız, oturacağınız yer, her şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok… Huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz. Ve evinizle ilgileniniz Fakat zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız. Gözleri aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız. Yürürken ağır başlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız. Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız. Mücevherlerinizi, bilezik ve sâirenizi, gizleyiniz… Bunları şangırdatarak seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. “Benimde cicilerim var” kabilinde hareketler yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bu kanun ve prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda herhangi bir sakınca yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz.”
[43]
[43] Mevdudî, Hicab, s.452.
Resim
Cevapla

“İslamda Kadın” sayfasına dön