MERYEM aleyhasselâm..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

MERYEM aleyhasselâm..

Meryem aleyhasselâm, Ulul-Azm Peygamberlerimizden biri olan İsâ aleyhasselâm’ın annesidir. Meryem aleyhasselâm’ın babası, Dâvûd aleyhisselâm'ın soyundan ve Benî İsrâil'in büyüklerinden İmrân adında bir zâttır;

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.”
(Tahrîm 66/12)

Annesinin adı da Hanna'dır. Hanna'nın kızkardeşi İşâ (Elisa, Elizabeth) da Zekeriyya aleyhisselâm'ın zevcesi ve Yahya aleyhisselâm'ın annesidir.
"Meryem", kelime anlamı olarak "ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kulu", "ibâdet eden" (Zemahşerî, I, 142; Beğavî, I, 295; Beydâvî, II, 31.) ya da "dindar kadın" anlamlarına gelmektedir. Erkeklerden sakınan, iffetli anlamında "Betül" adıyla da adlandırılır. Ona “Meryem” ismini veren, annesidir.:


فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---“Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leyse’z- zekeru ke’l- unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mine’ş- şeytâni’r- racîm (racîmi).: Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım."
(Âl-i İmrân 3/36)

Bu ismin “istemeyen, bir yerden ayrılan”, “hizmet eden” (Ebûbekr er-Râzî, Muhtâru's-sıhâh I, 112.) anlamlarında kullanıldığı söylenmişse de o dönemde Âramca “ibâdet eden” anlamına geldiği görüşü daha uygun görünmektedir.
Yeni Ahid'deki adı ise "Mariam", bazen de "Maria"dır.
Hadislerde Meryem aleyhasselâm için “اَلْعَذْرَاءُ الْبَتُولُ” el-azrâ el-betûl
(Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 202 461 V 291; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; Abd b. Humeyd el-Müsned s. 193) tâbirleri geçmektedir. Rivâyetlerin bir kısmında bu tâbirler “kendisine hiçbir beşer dokunmamıştır” (Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 461; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; İbn Ebî Şeybe el-Musannef VII 350). ve “ İsâ aleyhasselâm dışında bir çocuğa hamile kalmamıştır” (Ahmed b. Hanbel el-Müsned I 461; et-Tayâlisî el-Müsned s. 46; Saîd b. Mansûr Kitâbü's-sünen II 228) şeklindeki ilâvelerle açılmış durumdadır. Bu kelimelerden el-azrâ, “bekâr kız”ı ifâde ederken (İbnü'l-Esîr en-Nihâye III 196; İbn Manzûr Lisânü'l-Arab “ب ك ر” mad. (IV 78); el-betûl ise “evlenmeyen.. dünyevî lezzetlerden elini-eteğini çekip kendisini ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ve ibâdete vermiş kız” (İbn Manzûr Lisânü'l-Arab “ب ت ل” mad. (XI 43); el-Fîrûzâbâdî el-Kâmûs I 1246) gibi anlamlara gelmektedir.

Meryem aleyhasselâm, doğum öncesinden başlamak sûretiyle dâima göz önünde olmuş, dâima tartışıla gelmiş büyük bir kadındır. Kur'ÂN-ı Kerîm onu, " ALLAHu zü’L- CeLÂL’in seçtiği, bütün âlemlere tafdil edilen, sıddîka, kerameti zâhir, ikrama mazhar, Kendi ruhundan üflediği ve "Kûn" emrinin tecellîsine mazhariyetle müşerref bir kadın" olarak anmasına, İsâ aleyhasselâm gibi Ulü'l-Azm bir Nebî'yi dâima ona nisbet ederek zikretmesine rağmen, Hıristiyanlar, onu şanına yakışır anmamışlardır. Ona iftiraların en büyüğünü yapagelmişlerdir. Onu evlenmiş veya nişanlanmış gibi göstermektedirler. Kur'ÂN-ı Kerîm, Meryem aleyhasselâm’ın bâkireliğini defaatle tekrar etmesine rağmen, Yusuf isimli birisini Meryem aleyhasselâm’ın nişanlısı gibi göstermektedirler. Yahudiler ise, yine Kur'ÂN-ı Kerîm'in şehâdet ettiği şekilde, ona iftiraların en ağırını yapmaktan çekinmemişlerdir. Belki bunda da, Meryem aleyhasselâm’ın bakım-görümünün kendilerine değil de Hz. Zekeriya aleyhisselâm'a verilmesinin rolü vardır. Oysa Kur'ÂN-ı Kerîm;

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---“Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya’l- mihrâbe, vecede indehâ rızkâ (rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh (indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb (hısâbın).: Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.”
(Âl-i İmrân 3/37)

Güncel Hıristiyanlığın, İsâ aleyhisselâm'ın hakîkatinden tamamen uzaklaştırılarak, Pavlus'un elinde amentüleri yeniden şekillenen beşerî bir dine dönüştürüldüğü malumdur. Hâlbuki İsâ aleyhisselâm’ın ve doğal olarak Meryem aleyhasselâm’ın hakîkati, dinimiz tarafından çok farklı va'z edilmektedir. Her şeyden önce, dinimiz, îmânın vazgeçilmez şartları arasında "hiçbir peygamberi dışarıda bırakmasızın tümüne inanmak" bulundurmaktadır.

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---“Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve’l- mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l- masîr (masîru).: Resûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti ve mü’minler de, hepsi ALLAHu zü’L- CeLÂL’e , O’nun meleklerine, kitaplarına ve resûllerine îmân etti. “Biz, O’nun resûlleri arasından (hiç) birini, diğerinden ayırmayız.” Ve “ışittik ve itaat ettik! Ve Rabbimiz, Senin mağfiretini (dileriz). Ve masîr (varış) Sana’dır (Sana doğru yola çıkarız ve Sana ulaşırız).” dediler.”
(Bakara 2/285)

Kur'ÂN-ı Kerîm, peygamberler arasında fark görmez ve üstelik de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, İsâ aleyhisselâm aleyhisselâm'ı "Ulü'l-Azm" peygamberler arasında gösterir.


وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا
Resim---“Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsâbni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ (galîzan).: Hani biz peygamberlerden kesin sözlerini almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan. Biz onlardan sapasağlam bir söz almıştık.”
(Ahzâb 33/7)

شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
Resim---“Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb (yunîbu).: O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.”
(Şûrâ 42/13)

Kur'ân-ı Kerim'in Meryem aleyhasselâm ve oğlu İsâ aleyhisselâm'a verdiği bu büyük öneme rağmen, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'den bir önce gelen İsâ aleyhisselâm'a ve annesi Meryem aleyhasselâm'a dönük araştırma ve çalışmalar çok sınırlıdır. Bu çalışmaların çoğunluğunda ise ilgi, daha çok İsâ aleyhisselâm ile Kıyâmet arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşmış ve Meryem aleyhasselâm’ın da, İsâ aleyhisselâm’ın da taşıdığı sır, yüklendikleri vizyon biraz geri plana itilmiştir.

Kur'ÂN-ı Kerîm’in; Âl-i İmrân 3/33,36,37, 42,43,44, 45; Nîsâ 4/156,171; Meryem 19/16,27; Enbiyâ 21/91 ve Tahrîm 66/12. âyetleri, Meryem aleyhasselâm’dan bahseder.

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.”
(Tahrîm 66/12)

Kur'an-ı Kerim'de iffetin sembolü Meryem aleyhasselâm’ın zikredilmesi; erkek eğemenliğini savunan, kadınların, kişiliğine değil dişiliğine değer verenlere İslam'ın verdiği en güzel cevab olmuştur.
İffet: Namus. Temizlik. Perhizkârlık. Nefsi behimî temayüllerden men etmek. Helâla razı olup haramdan kaçınmak..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

MeRYeM aleyhasselâm’ın Şahsiyeti ve Üstün Ahlâkı:

Meryem aleyhasselâm hayatının her anında ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ALLAHu zü’L- CeLÂL’e karşı göstermiş olduğu güzel ahlâkıyla, ALLAHu zü’L- CeLÂL’e olan içten bağlılığını ve sadakatini en güzel şekilde ortaya koymuştur. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kendisini denediği tüm zorlu olaylardaki kararlılığı, tevekkülü, kayıtsız şartsız teslimiyetiyle de, ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ne kadar gönülden ve samimiyetle bağlı olduğunu en güzel şekilde ifâde etmiştir.

Meryem aleyhasselâm hayatı boyunca gösterdiği üstün ahlâk ile tüm Müslüman kadınlar için önemli bir örnek olmuştur. ALLAHu zü’L- CeLÂL, Meryem aleyhasselâm'e dünyada önemli bir sorumluluk yüklemiş ve bu şerefli görev için onu Kur'ÂN-ı Kerîm'in Âl-i İmrân 3/37 âyeti ifâdesiyle “güzel bir bitki gibi” yetiştirmiştir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, onu güçlü, samimi ve iman sahibi olan İmran âilesinde dünyaya getirip, onun bu üstün ahlâklı insanlar tarafından özel olarak yetiştirilmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra ALLAHu zü’L- CeLÂL, Zekeriya aleyhisselâm'a onun eğitimini üstlendirmesiyle, Meryem aleyhasselâm'i üstün ve seçkin bir peygamberin ahlâkıyla ahlâklandırmıştır. Kur'ÂN-ı Kerîm'de İsâ aleyhasselâm’ın babasız dünyaya geldiği bildirilmektedir. O dönemde soylu bir Peygamber âilesinden olan Meryem aleyhasselâm, bu iftiralarla dolu hayatında tek başına toplumla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Hamileliği döneminde ALLAHu zü’L- CeLÂL’in izniyle insanlardan uzak sessiz bir yere çekilmiş ve zor şartlar altında çocuğunu (İsâ aleyhasselâm'ı) dünyaya getirmiştir.
Meryem aleyhasselâm’ın yaşadığı tüm bu zorlu anlarda tek başına olması, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in onun için özel hazırladığı başlı başına önemli bir imtihan olmuştur. O, herşeyi yalnızca Allah'tan beklemiş, yalnızca ALLAHu zü’L- CeLÂL’e güvenmiştir.

Meryem aleyhasselâm, İsâ aleyhisselâm'a hamile kaldığında çok önemli ve şerefli bir görev üstlenmiştir. Ancak bu üstün ve şerefli durumun, toplum tarafından gereği gibi anlaşılamaması, inkar içerisinde olan halkının kendisine haksız bir bakış açısıyla yaklaşıp iftiralarda bulunması, Meryem aleyhasselâm için önemli bir sabır ve deneme konusu olmuştur. Bu aşamada da ALLAHu zü’L- CeLÂL’e olan güveninde sabır ve kararlılık göstermiştir. Güçlü, iradeli ve dirayetli kişiliğinden hiçbir şekilde taviz vermemiştir. Her olayın ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kontrolünde olduğunu ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’in kendisini tüm bu iftiralardan en güzel şekilde temize çıkaracağını bilerek, bu olaylara ve insanların câhilce tavırlarına karşı güzel bir sabır ile sabretmiştir.

Meryem aleyhasselâm, cahiliye ahlâkını yaşayan bir toplum içerisinde pek çok zorlu imtihanla karşı karşıya kaldığı ve tüm bunlara tek başına karşı koymak durumunda olduğu halde, çok güçlü ve dirayetli bir karakter sergilemiştir
Meryem aleyhasselâm ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, İsâ aleyhasselâm'ı dünyaya getirme göreviyle şereflendirdiği ve Kur'ÂN-ı Kerîm'de övdüğü mübârek bir ANNedir.:


وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemin (âlemîne).: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.”
(Âl-i İmrân 3/42)

İman eden her insan, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bu lütfuna erişerek ALLAHu zü’L- CeLÂL’in yakınlığını, dostluğunu, sevgisini ve rızasını kazanabilmeyi gönülden ister. Ancak bunun için insanın, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in peygamberlerini lütuflandırdığı bu nimetleri kendisinden kesinlikle uzak görmemesi gerekir. Allah, insanların Kendisi'ne gönülden yönelerek taleb ettikleri her türlü isteklerine karşılık vereceğini bildirmiştir. Bu nedenle kadın olsun erkek olsun, her insanın peygamberlerin bu üstün makamına ulaşabilmeyi hedeflemesi ve bunun için samimi bir çaba harcaması-denenmesi gerekmektedir.

Meryem aleyhasselâm, iffetli, fazîletli olup, gece-gündüz hep ibâdetle meşgûl olurdu. O kadar çok ibâdet ederdi ki, ibâdeti, İsrâiloğulları arasında darb-ı mesel hâline gelmişti. Allahu Teâlâ, ona bir çok kerâmetler ve güzel hâller ihsân etmişti. Onun bu hâl ve kerâmetleri meşhûr olup, yayılmıştır. Meryem aleyhasselâm, o zamanda bulunan kadınların en fazîletlisiydi.
Nitekim Sahîh-i Buhârî'de Ali kerremallahu veche’nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İmrân kızı Meryem, zamânında dünyâda bulunan bütün kadınların hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hadîce'dir.” buyurmuştur.
(Buhârî Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 167.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlemdeki kadınların en hayırlıları dörttür. Meryem binti İmrân, Fir'avn'ın hanımı Âsiye, Hadîce binti Hüveylid ve Fâtıma binti Muhammed Resûlullah” buyurmuştur.
(Enes radiyallahu anhu'dan; Tirmizî)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

MeRYeM aleyhasselâm’ın HaYatı:

İmran'ın hanımı "Hunne”, "Anna" ya da "Hanna" kısır bir kadın olup, hiç çocuğu olmamıştı. Birgün bir ağacın gölgesinde otururken yavrusunu doyurmaya çalışan bir kuş gördüğünde bu olay içindeki çocuk sahibi olma duygusunu alevlendirdi. (İbnül-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 298.)

Kendisine bir çocuk ihsan etmesi için ALLAHu zü’L- CeLÂL’e dua etti ve duası kabul edilirse çocuğunu Beytü’l- Makdis'e hizmetçi olarak adadığını söyledi:

إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---“İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbe’l- minnî, inneke ente’s- semîu’l- alîm (alîmu).: İmrân'ın eşi (Hanne): "Rabbim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve ibadet etsin diye) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki Sen Semi'sin (en iyi işitensin), Alîm'sin (en iyi bilensin)." demişti.”
(Âl-i İmrân 3/35)

O zaman erkek çocukları Beytü'l Mukaddes'e hizmetçi olarak adamak, âdetti. Fakat Hanna, bu adamayı yaparken çocuğunun bir kız olma ihtimali aklına gelmemişti. Eğer çocuk kız olursa Beytül-Makdis'te hizmette bulunması nasıl mümkün olabilirdi. Kadınların özel durumları buna müsaade etmediği gibi, kurallara göre de bu imkansız bir şeydi. Bunun içindir ki, Meryem aleyhasselâm, dünyaya geldiği zaman annesi, Allah Teâlâ'ya şöyle seslenmişti:

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
Resim---“Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’ (sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ (baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh (nefsehu), vallâhu raûfun bi’l- ıbâd (ıbâdi).: Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi kendisinden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.”
(Âl-i İmrân 3/30)

Babası İmran, Meryem'in doğumundan önce vefat etmişti. (Hâkim, Müstedrek II, 646; Taberî, III, 235; Zemahşerî, I, 142)

Meryem aleyhasselâm’ın annesi: “Yâ Rabbî! Ne yapayım kız doğurdum, sen onu kabûl buyur.” diyerek, ALLAHu zü’L- CeLÂL’e yalvardı ve çocuğunu alıp, Beytü'l Mukaddes'e götürdü. “Alınız bu çocuk, buraya adaktır.” diyerek Meryem'i oradaki hizmetçilere bıraktı.
Meryem aleyhasselâm, büyük bir zât olan İmran'ın kızı olduğundan birçok kimse, onu büyütüp yetiştirmek istemişti. Fakat çocuğun gözetilmesi görevini Yahya aleyhisselâm'ın babası Zekeriyya aleyhisselâm üstüne aldı.
Zira onun hanımı, Meryem'in teyzesi veya kardeşiydi.
(İbnül-Esir, a.g.e., I, 299; Ali Sabûnî, en-Nûbûvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 201.)

Fakat teyzesi Elisa'nın kocası ve peygamber olan Zekeriyya aleyhisselâm, Meryem aleyhasselâm'ı alıp evine götürdü. Meryem aleyhasselâm, teyzesinin yanında büyüdü. Daha sonra Hz. Zekeriyya, ona, Beytü'l- Mukaddes’e de husûsî bir oda yaptırdı. Meryem aleyhasselâm, odasına çekildi ve ibâdetle meşgul oldu. Yanına Zekeriyya aleyhisselâm’dan başka kimse giremezdi.

Zekeriyya aleyhisselâm, her gidişinde Meryem aleyhasselâm’ın yanında yiyecek bir şey olduğunu görürdü. Bu yiyecekler, yazın kış meyveleri ve kışın da bulunmayan yaz meyveleri idi. ALLAHu zü’L- CeLÂL, peygamber annesi yapacağı şerefli bir kadını bu şekilde rızıklandırıyordu. Bu hususta Kurân-ı Kerîm'de şöyle buyrulmaktadır:


فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---“Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyya’l- mihrâbe, vecede indehâ rızkâ (rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh (indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb (hısâbın).: Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.”
(Âl-i İmrân 3/37)

Meryem aleyhasselâm, bu temiz ortam içerisinde iffetli ve şerefli bir şekilde yetişti. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in koruması altında Beytü’l- Makdis civârında hayatını sürdüren Meryem aleyhasselâm'e melekler sürekli gelerek, kendisine ALLAH indindeki makamını ve ALLAHu zü’L- CeLÂL’in onu diğer kadınlar arasından bir peygamber annesi yapmak için seçtiğini müjdeliyorlardı.

إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Resim---“İz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fî’d- dunyâ ve’l- âhırati ve mine’l- mukarrabîn (mukarrabîne).: Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.."
(Âl-i İmrân 3/45)

وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---“Ve yukellimun nâse fî’l- mehdi ve kehlen ve mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
(Âl-i İmrân 3/46)

Meryem aleyhasselâm, kendisine verilen bu haber karşısında hayretler içerisinde kalmıştı:

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer (beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’ (yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
(Âl-i İmrân 3/47)

Meryem aleyhasselâm; büyümüş, uzun boyu, ahlâkî ve fizikî güzelliği itibâriyle yaşadığı devrin en güzel kızı olmuştu Hâlâ mâbeddeki yüksek odasında yaşıyor; ancak bütün erkekler dışarıya çıktıktan sonra aşağıya inerek yerleri süpürüyor, mâbedin temizliğiyle meşgul oluyordu.
Birgün, ALLAHu zü’L- CeLÂL, Cebrâil aleyhisselâm'ı parlak yüzü ve güzel görünümlü bir genç sûretinde ona gönderdi:


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا
Resim---“Vezkur fi’l- kitâbı Meryem (meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ (şarkıyyen).: Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.”
(Meryem 19/16)

Meryem aleyhasselâm, onu bir insan zannettiği ve kendisine bir zarar verebileceğinden korktuğu için ne yapacağını şaşırmıştı. Etrafta o an yardıma çağırabileceği kimse de yoktu. ALLAHu zü’L- CeLÂL’e sığınmaktan başka çâresi kalmayan Meryem aleyhasselâm, ona dedi ki:

قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَن مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا
Resim---“Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte takıyyâ (takıyyen).: (Hz. Meryem şöyle) dedi: “Muhakkak ki ben, eğer sen takva sahibi isen (bana bir zararın dokunmaz). Senden Rahmân’a sığınırım.”
(Meryem 19/18)

Cebrâil aleyhisselâm, bir insan şeklinde değil de, melek sûretinde gelmiş olsaydı, onu görünce dehşete düşüp ondan kaçacak ve söylediklerini dinlemeye tahammül edemeyecekti. Onun bu korkusunu gidermek ve geliş sebebini anlatmak için Cebrâil aleyhisselâm ona:


قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا
Resim---“Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ (zekiyyen).: “Ben sadece sana zeki (temiz) bir erkek çocuk bağışlamak için senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.”
(Meryem 19/19)

Meryem aleyhasselâm, onun Cebrâil aleyhisselâm olduğunu anlayınca, sâkinleşti ve getirilen haber, daha önce kendisine (Âl-i İmrân 3/45,46) bildirilmiş bir şey olduğu halde yine de hayretini ifâde etmekten kendini alıkoyamadı ve kendisine hiç bir erkek eli değmemiş; iffetli bir kimse olduğu halde bunun nasıl mümkün olabileceğine bir cevab almak istedi;

قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا
Resim---“Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ (bagıyyen).: O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.”
(Meryem 19/20)

Cebrâil aleyhisselâm şöyle cevab verdi:

قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا
Resim---“Kâle kezâlik (kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin (heyyinun), ve li nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ (makdıyyen).: "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.”
(Meryem 19/21)

ALLAHu zü’L- CeLÂL, İsa aleyhisselâm'nın babasız doğmasını takdir ettiğinden, onu mucizevî bir şekilde dünyaya getirmek için ruhundan üfleyerek yaratmıştır. Meryem aleyhasselâm'ın gebe kalmasını ALLAHu zü’L- CeLÂL şöyle açıklamaktadır:

فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا
Resim---Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen).: Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.”
(Meryem 19/22)

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).: Ve o (Hz. Meryem), ırzını korudu. O zaman Biz, ruhumuzdan onun içine üfledik. Onu ve oğlunu, âlemlere âyet (ibret) kıldık.”
(Enbiyâ 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
Resim---“Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.”
(Tahrîm 66/12)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Meryem aleyhasselâm, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in dilemesiyle hâmile kaldı. Bundan bir müddet sonra normal hâmilelik hâlleri görülmeye başladı. Yahûdîler, Meryem aleyhasselâm’ın hâmile olduğunu anlayınca, ona iftirâ etmeye başladılar. Yapılan dedikodulardan çok üzülen Meryem aleyhasselâm, doğumu yaklaşınca, insanlardan uzak olan, Kudüs'ün 10 km güneyindeki "Beyt-i Lahm" adı verilen kasabaya çekildi denilmekte.
Hamilelik müddeti hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bir kısmı, bu müddetin bir veya dokuz saat kadar olduğunu söylerken; diğer bir kısmı da, sekiz ay olduğunu söylemişlerdir.
(Sabunî, en-Nûbûvve vel-Enbiya, Dımaşk 1985, 202.)
Sahih olan Cumhurun görüşüne göre ise, bir kadının tabiî hamilelik müddeti kadar gebe kalmış ve yine aynı tarzda çocuğunu doğurmuştur. (İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 216.)
Doğumun ilk alâmetleri belirdiği sırada bulunduğu yerin bahçesinde yürürken, kurumuş bir hurma ağacının altına geldi. Doğum sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı. Nihâyet, yaslandığı kuru hurma ağacının altında Îsâ aleyhisselâm dünyâya geldi. İnsanların kendisine ağır ithamlarda bulunarak iftirâ yapacaklarından iyice endişelenmeye başlamıştı.
O, bu haldeyken insanların onu itham edecekleri şeyden dolayı ne kadar büyük bir bunaltı yaşadığını şu âyet-i kerîme açık bir şekilde ortaya koymaktadır:


فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Resim---“Fe ecâehâl mehâdû ilâ ciz’ın nahleti, kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."
(Meryem 19/23)

Bu sırada kendisine ilhâm edildiği Kurân-ı Kerîm'de şu şekilde bildirilmektedir:

فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
Resim---“Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ (seriyyen).: Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."
(Meryem 19/24)

وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا
Resim---“Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ (ceniyyen).: Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş taze hurma dökülüversin."
(Meryem 19/25)

فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا
Resim---“Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)'a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."
(Meryem 19/26)

Meryem aleyhasselâm'e seslenenin kim olduğu hususunda, müfessirler ayrı görüşler belirtmişlerdir. Bir kısmı bunun Cebrâil aleyhisselâm olduğunu ifâde emektedir. Cebrâil aleyhisselâm, vâdinin aşağısından ona seslenmişti. Bu görüşe göre İsâ aleyhasselâm, annesi onu kavmine getirinceye kadar konuşmamıştır.
Diğer bazı müfessirler, ona seslenenin İsa aleyhisselâm olduğu görüşündedirler.
(İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 218)
Meryem aleyhasselâm, çocuğunu dünyaya getirmişti. Ancak, kavminin yanına, onların bu konuda içinde bulundukları fitne halini bildiği halde nasıl dönebilirdi. Onu, hak etmediği halde, iffetsizlikle itham edeceklerdi. O, içinde bulunduğu durumun iç yüzünü onlara nasıl inandırabilirdi. Bu karmakarışık düşünce ve sıkıntı halinde ne yapacağım şaşırmışken, ona seslenen (İsâ aleyhisselâm); sıkılmadan yeyip içmesini ve kavmine gidince nasıl davranması gerektiğini şöylece bildirmişti:

فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا
Resim---“Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ (aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu li’r- rahmâni savmen fe len ukellime’l- yevme insiyyâ (insiyyen).: Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)'a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."
(Meryem 19/26)

İbn Zeyd şöyle demektedir: İsâ aleyhisselâm, annesine, "mahzun olma" dediğinde o; "Benim bir kocam olmadığı ve kimsenin cariyesi de olmadığım halde sen benimle birlikte iken nasıl üzülmeyeyim. Ben insanlara nasıl bir özür beyan edebilirim. Keşke başıma böyle bir şey gelmeden önce ölseydim de unutup gitseydim" dedi. İsâ aleyhasselâm ona: "Konuşmak için sana ben yeterim. Sana bir soru yöneltilirse; "ben Rahmân'a oruç adadım, onun için bugün hiç bir kimseyle konuşmayacağım de!." dedi. İbn Zeyd, bunların, annesine İsâ aleyhasselâm tarafından söylendiğini belirtmektedir. (İbn Kesir, Tefsir, İstanbul 1985, V, 220)
Meryem aleyhasselâm, Rabbinin mu’cizelerini görünce, yaratanının kendisini koruduğunu ve kavmine karşı da mahçub etmeyeceğini idrak etmenin verdiği bir huzura kavuştu. Çünkü yanında mutlak anlamda bir delil vardı ve ortadaki mu’cizevî olayın isbat edilmesi de ALLAHu zü’L- CeLÂL için kolay bir şeydi. Bu inanç içerisinde İsâ aleyhasselâm'ı alıp kavminin yanına gitti. Bu, kavmi için de çözülmesi kolay olmayan bir durumdu. Zirâ onlar daha dogmadan mâbede adanmış ve orada ibâdete dalmış tertemiz, iffetli bâkireyi kucağında bir çocukla karşılarında görünce dehşete düşüp sarsıntı geçirdiler.

Meryem aleyhasselâm’ın Beyt-i Lahm'de olduğunu ve çocuk doğurduğunu öğrenen Yahûdîler, toplanıp Beyt-i Lahm'e gittiler. Meryem aleyhasselâm, onların geldiğini öğrenince, kucağında çocuğuyla berâber onların yanına gitti. Onu kucağında bir çocukla gören İsrâiloğulları, hakâret etmeye başladılar.:


فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا
Resim---“Fe etet bihî kavmehâ tahmiluhu, kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ (feriyyen).: Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
(Meryem 19/27)

يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا
Resim---“Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ (begıyyan).: "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
(Meryem 19/28)

Zikredilen Harun, Meryem aleyhasselâm’ın soyundan geldiği, Musa aleyhisselâm'ın kardeşi Harun aleyhisselâm'dır. Kavmi ona bu şekilde hitab etmekle; onun işlediğini zannettikleri fiil ile Harun aleyhisselâm'un yolu arasındaki büyük tezadı vurgulayarak, yaptığı şeyin ne kadar acayib bir şey olduğunu ortaya koymayı amaçlamışlardı. İbn Cerir'in söylediğine göre ise, Harun aralarında bulunan fâcir bir kimsedir ve onlar Meryem'i itham ederken kötü bir kimsenin kardeşi yaparak, onu aşağılamak istemişlerdi.
(İbn Kesîr, Tefsir, İstanbul 1985, V, 221)
Meryem aleyhasselâm, onların kaba sözlerine karşı hiç ses çıkarmadan parmağıyla işâret ederek çocuğu gösterip: “Buna sorun.” dedi. Onun bu hareketini görenler çıkışarak: “Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz. O çocuk bize cevab veremez.” dediler. Bu sırada kundaktaki çocuk, annesinin işâretiyle dile geldi ve mû’cize olarak konuşmaya başladı. Bu hâl, Kurân-ı Kerîm'de şöyle bildirilmektedir:

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا
Resim---“Kâle innî abdullâhi, âtâniye’l- kitâbe ve cealenî nebiyyâ (nebiyyen).: (Bebek) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî (peygamber) kıldı.”
(Meryem 19/30)

وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا
Resim---“Ve cealenî mubâraken eyne mâ kuntu ve evsânî bi’s- salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ (hayyen).: "Nerede olursam (olayım,) beni mubârek-kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
(Meryem 19/31)

İsrâiloğulları, beşikteki çocuğun şehâdeti üzerine şaşırıp kaldılar, fakat dedikodu yapmaktan ve iftirâlardan da vazgeçmediler.
Meryem aleyhasselâm’ın doğuşundan, İsâ aleyhisselâm'ı mucizevî bir şekilde dünyaya getirişine kadar ki olaylar, Kuran-ı Kerim'de mufassal olarak yer almaktadır. Bunun bu kadar geniş ele alınmasının sebebi, Yahudi ve Hristiyanların sapıttıkları temel meselenin, gerçek yüzüyle vuzuha kavuşturulmasıdır. Allah Teâlâ, İsâ aleyhisselâm'ın dünyaya gelişi ve kendini daha beşikte iken kavmine takdim edişini zikrettikten sonra:


ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ
Resim---“Zâlike îsâbnu Meryem (meryeme), kavle’l- hakkıllezî fîhi yemterûn (yemterûne).: İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz"
(Meryem 19/34)
Buyurmaktadır.

Îsâ aleyhisselâm'ın doğduğu sırada Filistin'deki Yahûdî Kralı, çocukları öldürtüyordu. Meryem aleyhasselâm, oğlu İsâ aleyhasselâm'ı alıp, Mısır'a gitti, 12 sene orada kaldılar. Sonra Kudüs'e gelip, Nâsıra kasabasına yerleştiler.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

MeRYeM aleyhasselâmın Münâcâtları:

Meryem aleyhasselâm, Hatıra ve Hıfz Kapısının önüne geldiğinde ellerini göğe açar, ve önceki peygamberlerin münâcâatları ile ağlayarak Rabbine yakarır, uzun uzun zikrederdi. Aynı kapının önünde, enbiya silsilesini en başından beri tek tek hatırlayarak dua ve münacatta bulunmayı çok sever, önemserdi. Meryem aleyhasselâm'ın Âdem aleyhisselâm’ı hatırlayarak ettiği ilk dua şöyleydi:

Allah'ım! Senden kalbime ebedîyyen mârifetinin nurlarıyla ihyâ etmeni diliyorum.
Yâ Allah! Yâ Allah, Yâ Erhamerrahimîyn! Lütfü kereminle dinimi her türlü arızadan salim kılmanı, son nefeste imanımı muhafaza buyurmanı, merhameti olmayan zâlimleri bize musallat etmemeni ve bir kapıkulun olan bizleri dünyadada âhirette de en hayırlı şeylerle rızıklandırmanı dilerim. Sen herşeye kadîrsin Allah'ım!. Dualara icâbet edecek olan da yalnız SeNsin, dualarımızı kabul eyle!.


Sonra da Nuh aleyhisselâm’a selâm ve salât ederek, onun duasıyla yakarırdı Meryem aleyhasselâm RaBBine:

Hiç kimseye muhtaç olmayan bütün hamdlerin biricik merci’ icraatı ve tecellîleriyle hep müstesnâ güzellikler sergileyen, merhameti, şefkati bol RaBBim!. SeNi her türlü noksan sıfatlarından tenzih ederim Yâ RaBB!.

Ardından da İbrahîm aleyhisselâm’ı hatırlayarak O'nu selâmla yâd eder ve İbrahîm aleyhisselâm’ın zikriyle duasına devam ederdi Meryem aleyhasselâm.:

Ululuk ve azametiyle beraber, yarattıklarına onlardan daha da yakın olan… Nuh Nebî’yi aleyhisselâm sahil-i selâmete çıkaran… âdem peygamberi aleyhisselâm bağışlayıp tövbesini kabul eden Yüce şanı gecenin zulmeti ile gündüzün aydınlığı tarafından bile takdis edilen RaBBim! Seni akla gelebilecek yahut gelmeyecek bütün eksikliklerden tenzih ederim!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

MeRYeM aleyhasselâm’ın Vefâtı ve Kabri

Meryem aleyhasselâm’ın ne kadar yaşadığı ve nerede öldüğü hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135)
İsâ aleyhasselâm’ın dünyadan ayrıldığı sırada elli yaşlarında olduğu tahmin edilen Meryem aleyhasselâm’ın elli altı, yetmiş, yetmiş iki yaşlarında, yahut çok ileri yaşlarda öldüğü görüşleri yanında, nerede ve nasıl vefât ettiği, kabrinin nerede olduğu, öldüğü veya göğe yükseltildiği konuları da tartışıla gelmiştir. (Tümer, s.78-83; Schleifer, s.53; Wensinck, VII,)
Bazı kaynaklarda Meryem aleyhasselâm’ın, oğlu İsâ aleyhasselâm’ın göğe kaldırılmasından 6 sene sonra vefât ettiği belirtilmektedir.
(Hakim, Müstedrek, II, 596.)
Bütün bu ayrıntılar bir yana, Meryem aleyhasselâm’ın ALLAHu zü’L- CeLÂL’e ibâdet ederek hayatına devam ettiği bilgisi, en uygunu görünmektedir.

Hıristiyan kaynaklar, daha çok Meryem aleyhasselâm’ın defnedildiği yere dair bir bilgi bulunmadığı görüşünde olmakla beraber Kudüs, Efes ya da Antakya'da defnedildiğine dair farklı görüşler mevcuddur. Efes'te ona nisbet edilen bir kâbir bulunmayışına karşılık, Kudüs'te birisi Zeytin Dağı ve Tapınak Tepesi arasındaki Jeoshaphat (veya Kedron) vâdisinde, diğeri de Gethsemani'de (Cesmâniyye) olmak üzere birer kilisenin onun defnedildiği yer olduğu ileri sürülmektedir. Siyon Dağında diyenler de vardır. Şam tarihi yazarı İbn Asâkir ise, Meryem aleyhasselâm’ın mezarının Şam'da el-Ferâdîs kabristanında olduğunu kaydetmiştir..

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Hizmetkârı-Hademesi Meryem aleyhasselâm ANNemize es seLÂM olsun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in MÎMinde..


Resim


Resim
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى قَاءِدِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى رَاءِدِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى بَدْرُ الدُّجَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى شَمْسُ الضُّحَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَىنُورُ الحُدَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى عَبْدِكَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلى نَبِيِّنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى رَسُولِنَا وَ أَكْرَمِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِسَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَى شَافِعِنَا وَ شَافِعِ الذُّنُبِنَا سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِه ِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
بِعَدَدَ مَا فِي عِلْمُ الّلهِ صَلَاةً دَاءِمَةَ بِدَوَامِ مُلْكُ الّلهِ وَ عَلَى آلِه ِوَ اَصْحَبِهِ وَ أُمَّةِهِ أجْمَاءِينَ
الصَّلَاةُ وَ السَّلَامُ عَلَى سَيِّدِنَا الْأوَّلِينَ وَ الْآخِيرٍ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَاوَاتُ الرَّحْمَانَ
الْحَمْدُ لِلًّلهِ رَبِّ الْعَلَمِينْ


Allahümme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Kâidinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Biz Müslümanları çekip götüren Başkomutanımız, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Râidinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Dünyada, dinde ve âhirette doğru duraklarımızı göstermek için önceden gönderdiğin Önderimiz, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Bedrü’d- Dücâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Bizi kandırıcı ve yutucu zulmet ve karanlıkların Dolunay’ı Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Şemsü’d-Duha Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Maddî-mânevî en parlak zamanın ve beyânın tek ve eşsiz Güneşi Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Nûru’l- Huda Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Nurundan Nûrunu yarattığın Huda Nûru Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Abdike Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Sana dönük hâlliyle Resûlullah, bize dönük yüzüyle Abdullah Kulun Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Nebiyyinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Bize Hakkın ve hayrın haberlerini getiren Peygamberimiz Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Resûlinâ ve Ekreminâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Risâlet Tâcı giydirdiğin ve tek kerem ve ikram kaynağımız Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Allahümme salli alâ Şefî’inâ ve Şefîi’z- zünübinâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi Seyyidinâ Muhammed.
Allah’ım!
Günahlarımızın affı için tek yardımcımız ve her hususta şefâatçımız Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âilesine salât ve selâm et!


Bi adade mâ fî İlmillahi salâten daimeten bi devami Mülkillahi ve alâ âlihi ve ashabihi ve ümmetihi ecmâîn..
Allah’ım!
Sonsuz İlminde var olanlar adedince ve muhteşem Mülküyün devamınca Efendimiz Muhammed’e,
Azîz âilesine,
Kendisine sahib çıkan ve sahib çıktığı sahabelerine,
Çilekeş ümmetinin cümlesine-hepsine salât ve selâm et!


Es Salâtü ve’s-Selamü alâ seyyide’l- Evvelin Ve’l- Âhirin Seyyidinâ Muhammedin Salâvâtü’r-Rahmân...
Allahu zü’l- Celâl’in Salât ve Selâmı,
Er Rahmân’ın salâvâtları Evvel ve âhirin seçilmiş Efendisi
ve Efendimiz olan Muhammed’e olsun!


Elhamdülillahi rabbi’l-âlemin..
Hamd âlemlerin Rabb’ı Allah’a mahsustur!
Âlemlerin Rabbına hamdolsun!


ÂMİN YÂ MUÎN CELLE CELÂLUHU
Resim

(Kerkük Türkmenlerinden Arapça Hocam kâmil insan Fatih Bayraktar’ın verdiği ve her namaz sonunda 1 defa çekilmesinde faydalar olan Salâvât..)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim


NÛR-u MuhaMMed >KİM >kİMi
CüMMLe CihÂN ->CEMMin CiMi
->ASLın >fASLı!. ->İSÂ ->İSRÂ
->MÂSiVÂ-sı ->MERYEM M İ M i!.

..aleyhumusselâm...


ARZında -> AŞKa ŞAŞkınım!
ASLın->fASLı>HASLı FÂNim!
HAKk AŞKı >ARŞa TAŞkınım!
KIRAT-KITMÎR-KUL İhvÂNim!

NÂR-ı NÛRa ATLa ÂŞIKsaN
ARZın ARŞa kATLa ÂŞIKsaN
SABıR TAŞI
-m ->ÇiLLE ÇiLLe
ÇİÇEK AÇıp çATLa
>ÂŞIKsaN!.

ZEVK 7406

MuhaMMedî MâSİVÂ-da.. YuSEBBih.. ZiKReN KeSiRÂ
ZeRRe<->KüRRe KÂiNÂtta ->KeSiReN FiKReN ZiKiRÂ
MaHMuDî HAVZ-ı HaMîDî... ->AHMeDî FiKReN ŞüKüRÂ
ŞEHâDetuLLAH ->şU ÂNda ->ŞE’ÂN-da ŞüKReN FiKiRÂ

MuhaMMedî-> MEŞKuLLAHta
MaHMuDî MîM KÖŞKuLLAHta
->HaMîDî ->HÂL-i HAZIRda
AHMeDî AŞK ->AŞKuLLAHta!.
“ALLAH’a ABDuLLAH OL!”mak >EL HaMDu ŞüKReN KeBiRÂ!.


17.01.16 06:58
brsbrsmd..MaKSeMCÂMimİZzdcvLÂNn..



ZERReLerin >ZiKRin DUYmak!
EBDÂL EBRÂR FiKRine UYmak!.
KÜRReLerin ŞÜKRün DUYmak!
AHYÂR AHRÂR SaBRına UYmak!.


TEKe TEKtir KÖŞKümüz AŞK
MuhaMMedî MEŞKimiz ->AŞK
MAHMuDîyİZ <-> HAMîDîyİZz
LÂM-ı LEYyLÂ >KELÂMîYyİZz
MÎM-i MecNÛN MELÂMîYyİZz
AHMEDîYyİZz AŞKımız ->AŞK!.


KÛN KERvÂNın KIRATıYyız
YEDi YÖN-e ->KITMÎRiYyiz
“SıRRı SıFıR >SIRATı”-Yyız
KUL İHVÂNiYyiz >DİRİYyiz!.
“EHL-İ BEYt ERİ BİRİ”Yyizz!.


EL HaMDu LiLLâHi RaBBiL ÂLeMînn.
Ves- SeLÂMu ALâ RaSÛLiNÂ MuhaMMedin
Ve ALâ ÂLihi EHL-İ BEYtihi ÜMMetihi EcmÂinn.


Resim
Gavsı Azam Abdulkadîri Geylânî (kaddasallahu sırrehu)'nun salâvâtı (1)

Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme salli ve sellim alâ Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin essâbiki lil-halki nûruhu Resim Ve rahmeten lil-âlemîni zuhûrûhu Resim Adede men medâ min halkike Resim Ve men beka ve men saîde minhum ve men şekâ Resim Salâten testâgrikul-adde ve tuhîtu bil- haddi Resim Salâten lâ gâyete lehâ velâ mühteha velâ inkidâe Resim Salâten dâimeten bi devâmike Resim Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesiren misle zâlike.

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Nûru mahlûkattan önce yaratılan (ilk halk), zuhûru âlemlere rahmet olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)'e; geçmiş ve gelecek mahlûkatın sayısınca, kullarından saîd (ehli tevhid, mutlu) olanlar ve şâki (inkârcı, bedbaht, mutsuz) olanlar sayısınca salât-ü-selâm getir! Rahmetini ihsân eyle, teslimiyet ve istikamet ulaşımımıza vesile kıl! Öyle bir salât ki sayılar, içinde gark olsun (sayıları, adedleri yutsun) ve hadleri (hudud, sınır) ihata etsin (kapsasın, içine alsın). Öyle bir salât ki sınırı (gayesi) ve sonu (nihâyeti) olmasın, asla kesilmesin! Senin sonsuz ebedîliğiyin devâmınca bir salât! Ailesine ve ashabinâ da böylece, çokca, tam bir şekilde selâmla, selâmette kıl rahmet ihsân eyle!

ÂMİN YÂ MUÎN ALLAH CELLE CELÂLUHU



ResimNÂR-ı NÛRa ATLa ÂŞIKsaN.:

İBRAHîM NÂR’ı -> “BERdEN SeLÂM-ÂN”.:


İBRAHîM aLeyhisseLâm.....:
“BeRden seLÂM” et:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim ---Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme): Ey ateş! İbrâhim için serinlik ve esenlik ol! dedik.”
(Enbiyâ 21/69)


ResimMuhaMMedî MâSİVÂ-da..
YuSEBBih.. ZiKReN KeSiRÂ.:


MâSİVÂ: ZÂTuLLAH celle celâlihu’dan gAYRı NÛR-u MUhaMMed'den Yaratılmakta OL!.an KüLLî ŞEYyi-hERKESi..

YuSEBBih..:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim ---Yusebbihu lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ardı'l-meliki'l-kuddûsi'l-azîzi'l-hakîm(hakîmi) : Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sâhibi, eksiklikten münezzeh, azîz ve hakîm olan ALLAH'ı tesbih eder.
(Cumâ 62/1)

SeBBeHa: tesbih eder. Yüzer. Döner durur. AKL-ı SiLm BİLir ki, ATOM yaratıldığı günden beri durmadan dönmektedir ve kıyâmete kadar da dönecektir. Enerjiyi nerden almakta ve alacak sorusunun cevâbının “KÛN feye KÛN-hER ÂN ŞE’ÂNULLAHta yENiden Yaratış” olduğunu materyalist fizik çok geç anlayacaktır sanırım..

ZiKReN KeSiRÂ.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا
Resim ---Yâ eyyuhâllezîne âmenûzkurûllâhe zikran kesîrâ (kesîran).: Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin.
(Ahzâb 33/41)



ResimZeRRe-KüRRe ->KÂiNÂtta..
->KeSiReN FiKReN ZiKiRÂ.:


إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ
Resim ---İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri le âyâtin li ulî’l- elbâb (ulî’l- elbâbı).: Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
(Âli İmrân 3/190)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim ---Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yeTEFEKKERÛNe fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulû’l- elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında TEFEKKÜR ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.
(Âli İmrân 3/191)

قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ
Resim ---Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul hel yestevîl a’mâ vel basîr(basîru), e fe lâ teTEFEKKERÛN (tetefekkerûne).: (Ey peygamber!) De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum. Size, muhakkak ki ben bir meleğim demiyorum. Ancak bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören ve görmeyen bir olur mu, hâlâ TEFEKKÜR etmiyor musunuz?” de.
(En'âm 6/50)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Resim ---E ve lem yeTEFEKKERû fî enfusihim, mâ halakallâhu’s- semâvâti ve’l- arda ve mâ beynehumâ illâ bi’l- hakkı ve ecelin musemmâ (musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn (kâfirûne).: Onlar, kendi nefsleri hakkında TEFEKKÜR etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab’lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.
(Rûm 30/8)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim ---Ve sahhara lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minhu, inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yeTEFEKKERûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, TEFEKKÜR eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.
(Câsiye 45/13)

TEFEKKÜR: Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek..



ResimMaHMuDî.. HAVZ-ı HaMîDî..:

MakaM-ı MahMud: Şefâat-ı Uzmâ.. En yüksek Şefâat Makamı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ve ÜMMetinin kavuşacağı, ALLAHu Zü’L- CeLÂL tarafından vaad edilen MakaM-ı MîM..

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim ---Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı MahMud’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.
(İsrâ 17/79)

AHMeDî FiKReN ŞüKüRÂ.:

BİZ RaBbu’L- ÂLemînin KULLarı, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in ÜMMetine, MutLak AŞKuLLAH AŞAMALarını YAŞatıp Şâhidimiz OLÂN AHMED aleyhisselâm’a İLMuLLAHça Teşekkür ve ALLAHu Zü’L- CELÂLimize KULca ŞÜKRederiz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

MuhaMMedÎYyet ->MahmudîYyet ->HAMîdiYyet ->AHMEDiYyet -> AHADiYYet!.

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
Resim ---Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed (ahmedu), fe lemmâ câehum bi’l- beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn (mubînun).: Ve Meryemoğlu İsa (A.S) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Muhakkak ki ben, elimdeki Tevrat’ta olan herşeyi tasdik eden ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan Resûl ile müjdeleyen, size (gönderilmiş) Allah’ın Resûl’üyüm.” Fakat onlara beyyineler (mucizeler, deliller) getirdiği zaman onlar: “Bu apaçık sihirdir.” dediler.
(Saff 61/6)



ResimŞEHâDetuLLAH ->şU ÂNda.
->ŞE’ÂN-da ŞüKReN FiKiRÂ.:


ــ عن عمران بن حصين رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُما قال: ]دَخَلْتُ عَلى رسولِ اللَّهِ # المَسْجِدَ فَأتَى نَاسٌ مِنْ بَنِى تَمِيمٍ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا بَنِى تَميمٍ، فقَالُوا: بَشَّرْتَنَا فأعْطِنَا مَرَّتَيْنِ، فَتَغَيَّرَ وَجْهُهُ، ثُمَّ دَخَلَ عَلَيْهِ نَاسٌ مِنْ أهْلِ الْيَمَنِ، فقَالَ: اقْبَلُوا البُشْرَى يَا أهْلَ اليَمَنِ إذْ لَمْ يَقْبَلْهَا بَنُو تَميمٍ، قَالُوا: قَبِلْنَا يَا رسولَ اللَّهِ، ثُمَّ قالُوا: جِئْنَا لِنَتَفَقَّهَ في الدِّينِ، وَلِنَسْألكَ عَنْ أوَّلِ هذَا ا‘مْرِ مَا كَانَ؟ قال: كانَ اللَّهُ تَعالى، وَلَمْ يَكُنْ شَئٌ قَبْلَهُ، وََكَانَ عَرْشُهُ عَلى المَاءِ، ثُمَّ خَلَقَ السَّمَواتِ وَا‘رْضَ، وَكَتَبَ في الذِّكْرِ كُلَّ شَئٍ[. أخرجه البخارى والترمذى
Resim---İmran İbnu Husayn (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Mescidde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna girmiştim. (O sırada) Benî Temim kabilesinden bir grup insan geldi. Onlara: "Ey Benî Temim, size müjde olsun!" diyerek söze başlamıştı. Onlar hemen: "Bize müjde verdin. Öyle ise (beytü'l- mâlden) iki kere bağış yap!." diye talebde bulundular. Onların bu cevâbı karşısında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yüzünden rengi attı.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın huzuruna (Hayber'in fethi sırasında) Yemen halkından bir grup (Eş'ârî) girmişti. Onlara:
"Ey Yemenliler! Benî Temim'in kabul etmediği müjdeyi siz bari kabul edin!" dedi. Onlar: "Kabul ettik Yâ Rasulullah!" dediler ve arkadan ilâve ettiler: "Biz dinimizi öğrenmeye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), mahlûkatın ve Arş'ın başlangıcını anlatmaya başladı: "Bidâyette/ ALLAH vardı, O'ndan önce başka bir şey yoktu. O'nun ARŞ'ı SUyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikr (denen kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı." buyurdu.

(Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.)

Ve ŞİMdi-şu ÂNda-hER ÂNda Şe’ÂNULLahta KÛN feyeKÛN.. OLÂN OLmakta.. EL HaMDu LiLLâHi RaBBi’L ÂLeMînn.

EL ÂN her ÂN KÛN ->feyeKÛN!. KüLLîŞEYy’in YENİden yaratmakta OLÂN ve ALLAHu Zü’L- CELÂL.:


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.”
(RahmÂN 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.
(YâSîn 36/82)



Resim“AHMeDî AŞK” ->AŞKuLLAHta!.
“ALLAH’a ->ABDuLLAH OL!”mak.
->EL HaMDu ŞüKReN KeBiRÂ!.:


وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim ---Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey’en ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- ef’idete leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ve Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Ve sizi, işitme hassası, görme hassası ve idrak etme hassası (sahibi) kıldı. Umulur ki; böylece şükredersiniz.
(Nahl 16/78)

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim ---Ve huvellezî enşee lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra ve’l- ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Ve sizin için işitme hassası, görme hassası ve fuad hassası (idrak hassası) inşa eden (yaratan) O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
(Mü'minûn 23/78)

وَمِن رَّحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---Ve min rahmetihî ceale lekumu’l- leyle ve’n- nehâre li teskunû fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz.
(Kasas 28/73)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim ---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: Sonra (Allah), onu dizayn etti (düzeltip bir biçime soktu ) ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
(Secde 32/9)

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim ---Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumu’s- sem’a ve’l- ebsâre ve’l- ef’ideh (ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn (teşkurûne).: De ki: “Sizi inşa eden (yoktan yaratıp var eden) ve size işitme, görme ve idrak etme hassalarını veren O’dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
(Mülk 67/23)

Yâ RABBenâ!
Şu Bahşettiğin-Lutfettiğin İmkÂNLarLa YÂRım NEFesLik KULLuk İmtihÂNımızda KusurLarımıza Bakma HabiBULLAHın HÖRMetine BağışLa-aFfet BİZi İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

MuhaMMedî NûRu BİLen KULLarından,
MuhaMMedî ŞûuRu BULan KULLarından,
MuhaMMedî SüRûRda OLan KULLarından,
MuhaMMedî O-NûRu YAŞAyan ŞÂHiDin KULLarından KıL ÜMMet-i MuhaMMedi İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

YAKÎN GELenedek ->Muhtaç-Mecbur-Me’mur-Mahkum Olduğumuz KULLuğuna KULun-Abdike ve ResûLün-ResûLuke ÖZünde-SÖZünde-İZİ-nde devÂMımız Nâsib et!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..


bî-RAHMetike yâ erhame'r- rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!
bî-RAHMetike yâ erhame'r- Rahîmiyn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe ceLÂLihuu!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’ul yakîne, Allah’a kuL OLmaya ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol- Rabbine ibâdet et!.(Hicr 15/99)

Yâ RABBeNÂ TeÂLÂ!. KüLLî ŞEY SEN'in NÛRun-dur:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillâhi mâ fî's- semâvâti ve mâ fîl ard (ardı). Ve kânallâhu bi kullî şey’in muhîtâ (muhîtan): Ve, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisâ 4/126)

KüLLî ŞEY’i Yaratan SEN'sin:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---“Ve mâ halaktu'l- cinne ve'l- inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım. (Zâriyat, 51/56)

Fiillerimizi.. Yaratan da SEN'sin:

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاء حَسَناً إِنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---Fe lem taktulûhum ve lâkinnallâhe katelehum, ve mâ rameyte iz rameyte ve lâkinnallâhe RaMÂ, ve li yubliye'l- mu’minîne minhu beLÂen hasenâ (hasenen), innallâhe semîun alîm: Onları siz öldürmediniz (Bedir’de o kâfirleri kendi kuvvetinizle öldürmediniz), ama onları Allah öldürdü; (Ey Rasûlüm, bir avuç toprak) attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.(Enfâl 8/17)

DÜŞÜNcelerimizi dâhi Yaratan SEN'sin:

وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ teşâûne illâ en YEŞÂALLÂHu RaBBu'l- âlemin (âlemîne): Ve âlemlerin RaBBi ALLaH dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (Tekvîr 81/29)

ve her ÂN “KÛN ->feyeKÛN!. YENİden yaratmkata OLÂN da SEN'sin”:


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---Yes’ eluhu men fi's- semâvâti ve'l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir oluş-YENİden yaratış) üzerindedir.(Rahmân 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kûn fe yekûn: Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.(YâSîn 36/82)

EL Amann!. Yâ MuheYymin!. Yâ ALLAH celle celâlihu!.

EL Müheyminu:
Resim

Ve'L- HaMDu Li'LLâHi RABBi'L-ÂLeMîn.


MuhaMMedi MuHABBEtLerimİZLe!....

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Resim

İşarî Tefsirlerde Hz. Meryem aleyha's-selâm
Mahmut AY*

İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, 25, 123-138

ÖZET
Bu çalışmada, Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Meryem aleyha's-selâm hakkındaki kıssaların işârî tefsirlerde nasıl yorumlandığı ele alınmaktadır. Özetle ifade etmek gerekirse sûfî müfessirlere göre Kur'an'da Hz. Meryem aleyha's-selâm, arınmış nefsi (nefs-i zekiyye) temsil etmektedir. Nasıl ki Hz. Meryem aleyha's-selâm, RûhuLLah olan Hz. İsâ aleyhi's-selâm'a, babası olmaksızın, yalnızca Allah celle celâluhu'nun bir lütuf ve ikramı olarak hâmile kalmış ve İsâ aleyhi's-selâm henüz beşikteki bir bebek iken hak ve hakikati söylemişse, nefsini arındıran insan da kemâle ermiş ruhu doğurur ve artık onda konuşan bu ruhtur.
Anahtar Kelimeler: Meryem, işârî tefsir, tefsir.

* Arş. Gör. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »



Kur'ân-ı Kerîm'de bahsi geçen kadınlar arasında ismen zikredilen yegâne kadın, Hz. Meryem'dir.(1) T.J. Winter'ın da belirttiği gibi Kur'an, Hz. Meryem'den Kitab-ı Mukaddes'te bahsedildiğinden daha fazla bahsetmektedir.(2) Onun adı, Kur'an'da yirmi üç defa " عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ " (Meryemoğlu İsa)", on defa yalnızca (Meryem) " مَرْيَمَ " bir kere de " وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ " (İmrân kızı Meryem)" olmak üzere toplam otuz dört yerde geçmektedir.

Kur'an'da tasvir edildiği üzere Hz. Meryem, iffet,
(3) zühd, takva (4) dünyevî meşgale ve kaygılardan soyutlanmışlık ve Allah'a adanmışlığın(5) sembolüdür. Bu vasıflar, tam da tasavvuf düşüncesinde ideal bir sûfîde bulunması gereken vasıflarla bire bir örtüşmektedir. Öte yandan Allah tarafından seçilmişliği,(6) kendisine çeşitli kerametlerin verilmesi (7) gibi özellikleri sebebiyle de tasavvufî anlayışta bir "veli"de bulunan özellikleri de taşımaktadır. Bu sebepledir ki sûfî müfessirler, işârî tefsirlerde Hz. Meryem aleyhasselâm hakkındaki âyetlere özel bir önem vermiş ve onu zâhidlik ve veliliğin prototipi olarak ele almışlardır.

Bu çalışmamızda, Kur'an'da Hz. Meryem'in zikredildiği
dört farklı âyet grubu hakkında sûfî müfessirlerin yorumlarını inceleyeceğiz. Bunlardan birincisi, Hz. Meryem'in annesi tarafından mabede adanmasından, doğumundan ve mabedde kendisine Allah katından gelen yiyeceklerden bahsederken, bu pasajdan üç âyet sonraki pasaj ise meleklerin Hz. Meryem'e seçilmişliğini ve temizliğini müjdelemelerini, Hz. Meryem'i kimin himâye edeceğini tespit için insanların kur'a çekmelerini ve meleklerin kendisine Hz. İsa'yı müjdelemelerini konu almaktadır. Üçüncü pasajda da Allah'ın Hz. İsa ile birlikte kendisini, barınacakları yüksekçe bir yere yerleştirmesinden söz edilmektedir.(8) Dördüncü pasaj ise, onun ailesini terk ederek doğu tarafına yönelmesinden, Cebrail'in beşer suretinde temessül ederek kendisine gelip Hz. İsa'ya hâmile kalmasından, daha sonra çektiği hâmilelik sancılarından ve Hz. İsa'yı doğurmasından, bunun üzerine kavminin kendisine gösterdiği tepkiden ve kendisinin suçsuzluğunu ispatlamak üzere henüz beşikteki bir bebek olan Hz. İsa'nın konuşmasından bahsedilmektedir. Bütün bu olaylar, işârî tefsirlerde, zâhirî tefsirlerde anlatılanlardan farklı bir tarzda ele alınmıştır. Şimdi bu âyetlerin işârî tefsirlerdeki yansımalarını ele alalım:


(1) Klasik tefsir kaynaklarında ve tasavvufî kaynaklarda Hz. Meryem hakkındaki yorumlar için bkz. Jane I . Smith ve Yvonne Y. Haddad, "The V i r g i n Mary i n Islam's Tradition and Commentary", The Muslim World, 79, 1989, s. 161-187; Kristin Zahra Sands, Sufi Commentaries on the Qur'an in Classical Islam, Routledge, 2006, s. 97-109; Bilal Gökkır, MeryemSuresi Tefsiri, Fecr Yay.,Ankara 2009.
(2) Bkz. Aliah Schleifer, İslam'ın Kutsal Meryem'i, çev. İbrahim Kapaklıkaya, Gelenek Yay.,İstanbul 2003, s. 13 (T. J. Winter'ın bu kitaba yazdığı önsöz).123
(3) Bkz. Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12.
(4) Bkz. Tahrîm 66/12
(5) Bkz. Âl-i İmrân 3/35.
(6) Bkz. Âl-i İmrân 3/42.
(7) Bkz. Âl-i İmrân 3/37. Nitekim Kuşeyrî (ö. 465/1072), Risâle'de kerâmet bahsini işlerken Kur'an'da yer alan kerâmet örneklerinin ilklerinden olarak bu âyeti zikretmektedir. Bkz. Abdülkerîm el-Kuşeyrî, er-Risâletü'l-Kuşeyriyye, thk. Abdülkerim el-Atâ, Dımaşk 2000, s. 529.
(8) Bkz. Müminûn 23/50.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

1. "İmrân'ın karısı:- "Rabbim! Karnımdakini tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin" demişti. Onu doğurunca -Allah, onun ne doğurduğunu bilip dururken- şöyle dedi: "Rabbim! Onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu senin korumanı diliyorum" dedi. Bunun üzerine Rabbi, onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriya'nın himayesine verdi. Zekeriya ne zaman onun bulunduğu bölmeye girse, onun yanında yiyecekler görürdü. (Ve bir gün) sordu: "Ey Meryem! Bunlar sana nereden geliyor?" O da cevapladı: "Bunlar, Allah karındandır. Allah dilediği kimseye hesapsız rızık bağışlar."(9)

إِذْ قَالَتِ امْرَأَةُ عِمْرَانَ رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنِّي إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu) :


1. iz kâlet : demişti
2. imraetu ımrâne : İmrân'ın kadını
3. rabbi : Rabbim
4. in-nî : muhakkak ki ben
5. nezertu leke : senin için adadım
6. mâ fî batnî : karnımda olanı
7. muharraran : hür olarak
8. fe tekabbel min-nî : artık benden kabul et
9. inne-ke : muhakkak ki sen
10. ente es semîu el alîmu : sen en iyi işiten, en iyi bilensin

Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti. (Âl-i İmrân 3/35)




فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنثَى وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالأُنثَى وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وِإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Resim---Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada’tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(racîmi) :


1. fe lemmâ : fakat .... olunca
2. vadaat-hâ : onu doğurdu
3. kâlet rabbi : Rabbim dedi
4. in-nî : muhakkak ki ben, gerçekten ben
5. vada'tu-hâ unsâ : ben onu kız doğurdum
6. ve allâhu a'lemu : ve Allah bildi, biliyordu
7. bi mâ vadaat : neyi doğurduğunu
8. ve leyse ez zekeru : ve erkek .... değildir
9. ke el unsâ : kız gibi
10. ve in-nî : ve muhakkak ki ben
11. semmeytu-hâ : onu isimlendirdim, adını koydum
12. meryeme : meryem
13. ve in-nî : ve muhakkak ki ben
14. uîzu-hâ bi-ke : onu sana sığındırırım, emanet ederim
15. ve zurriyyete-hâ : ve onun zurriyetini, neslini
16. min eş şeytâni er racîmi : kovulmuş şeytandan

Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım."(Âl-i İmrân 3/36)




فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِندَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın) :


1. fe tekabbele-hâ : böylece onu kabul etti (buyurdu)
2. rabbu-hâ : onun Rabbi
3. bi kabûlin hasenin : güzel bir kabul ile
4. ve enbete-hâ : ve onu yetiştirdi
5. nebâten hasenen : güzel bir şekilde (yetiştirme ile)
6. ve keffele-hâ : ve ona kefil kıldı, bakmakla mükellef kıldı
7. zekeriyyâ : Zekeriyya (A.S)
8. kullemâ dehale : her girişinde
9. aleyhâ : onun yanına
10. zekeriyyâ : Zekeriyya (A.S)
11. el mihrâbe : mihrab, ibadet ettiği yer
12. vecede inde-hâ : onun yanında buldu
13. rızkan : rızık
14. kâle yâ meryemu : ey Meryem dedi
15. ennâ leki hâzâ : bu sana nasıl, nereden
16. kâlet huve : o ... dedi
17. min indillâhi : Allah'ın katından
18. inne allâhe : muhakkak ki Allah
19. yerzuku : rızıklandırır
20. men yeşâu : dilediği kimseyi
21. bi gayri hısâbın : hesapsız

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.
(Âl-i İmrân 3/37)



(9) Âl-i Imrân 3/35-37.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Bu pasajda sûfî müfessirlerin ilk dikkatlerini çeken ve üzerinde yoğunlaştıkları konu, Hz. Meryem'in aleyha's-selâm annesi tarafından mabede, dolayısıyla da Allah'a celle celâluhu tam hür (muharraran) olarak adanmasıdır. Onlar, bu muharraran kelimesinin ne anlama geldiği üzerinde durmaktadırlar. Elde mevcut en eski işârî tefsirin müellifi olan Sehl b. Abdillah et-Tüsterî'ye (ö. 283/896 veya 293/905) göre İmranı'ın hanımının,"Onu, Allah'a tam bir hür (muharraran) olarak adadım" demesi; "Onu, dünyanın köleliğinden, hevâsına tâbi olmaktan ve nefsinin isteklerini yerine getirmekten âzâd ettim" demektir.(10) Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021) de Cafer es-Sâdık'ın muharraran'ı "dünya ve dünya ehlinin köleliğinden kurtulmak" şeklinde yorumladığını aktarır.(11) Muharraran'ın bu şekildeki yorumu, mutasavvıfların hürriyet kavramına yükledikleri anlamla yakından alâkalıdır. Mesela tefsirinde, muharraran kelimesini Tüsterî ve Sülemî'ye benzer şekilde yorumlayan Kuşeyrî (ö. 465/1072), Risâle'de "hürriyet"i "kulun mahlukların köleliği altında bulunmaması ve maddî herhangi bir kudretin ona tesir etmemesi" şeklinde açıklamaktadır.(12) Rûzbihân el-Baklî (ö. 606/1209) ise muharraran kelimesini şöyle açıklamaktadır: "Nefsin köleliğinden âzâd edilmiş, şeytanın etkilemesinden uzak tutulmuş, Senin dışındakileri bırakıp sadece Sana yönelmiş, sevginde samimi, itâatinde sâdık, velilerinin hizmetine uygun. Ayrıca muhabbetinin sıfatıyla ubûdiyetinin makamında cennet ve cehennemle ilgilenmekten kendini kurtarmış ve böylece Sen'den başka hiçbir şeye yönelmeksizin yalnızca Sana kulluk eden."(13)


Sûfî müfessirlere göre, "Allah'ın celle celâluhu, Hz. Meryem'i aleyha's-selâm güzel bir şekilde kabul etmesi", onu günahlardan koruması ve ona katından verdiği nimetlerle peygamber olan Hz. Zekeriya'yı aleyhi's-selâm dahi imrendirecek şekilde yüce bir makama çıkarması,(14) onu yalnızca kendine itâat etmek için seçmesi, velilerine gösterdiği yakınlığı ona göstermesi, ilâhî ismet ile eğitmesi,(15) onda kerâmetler zuhur ettirmesi, enbiyâ ve evliyâsının dizinin dibinde büyütüp yetiştirmesi, zamanının enbiyâsına bile gösterilmeyen bazı hakikatlerin kendisine keşfolunması(16) olarak açıklanmaktadır. "Onu bir bitki gibi güzelce yetiştirmesi" ise, amellerini zikrullahta, bedenini Allah'ın hizmetinde, kalbini de marifetullahta yetiştirmesi,(17) şeriatın yanı sıra ihsân makamının da kendisine verilmesi, hakikat ile korunması,(18) onun bakımını Hz. Zekeriya aleyhi's-selâm gibi bir peygamberin üstlenmesi,(19) nübüvvet meyvesi verinceye kadar rububiyet ağacında kudret sularıyla yetiştirilmesi (20) şeklinde izah edilmektedir. Rûzbihân, "Zekeriya'nın himâyesine verilmesi"ni açıklarken evliyâya hizmet etmenin önemini gündeme getirir. Ona göre Hz. Meryem gibi bir velinin hizmetine Hz. Zekeriya'nın verilmesi oldukça mânidârdır. Zira bir veliye ancak bir başka veli hizmet eder ve onun halvet, murâkabe, sır, necvâ, müşâhede ve mükâşefedeki bütün hallerine muvâfakat eder.(21) Kuşeyrî'ye göre Hz. Meryem'in aleyha's-selâm güzel bir kabule mazhar olmasının bir alâmeti de sürekli mihrabda bulunmasıdır. Dolayısıyla bulunduğu yeri, kulluk ettiği yere -ki o mihrabdır- çeviren herkes azîz bir kul olur." (22) Sülemî'ye göre mihrâb, her iyiliğin ve icâbetin kapısı, yolun genişlemesi için bu kapının açılmasını isteme ve münâcât yeridir. Mihrabdan yüz çevirmek ise, kapının kişiye kapanması demektir.(23) Görüldüğü üzere, Hz. Meryem aleyha's-selâm ile ilgili anlatılan hususlar sûfîler tarafından zâhid ve velilerin durumlarıyla mukayese edilerek genelleştirilmiştir.


"Zekeriya'nın Hz. Meryem'in aleyha's-selâm bulunduğu bölmeye her girişinde, onun yanında yiyecekler görmesi ve bir gün dayanamayıp 'Ey Meryem! Bunlar sana nereden geliyor?' diye sorması ve onun 'Bunlar, Allah katındandır' şeklinde cevaplaması" ile ilgili sûfîler tarafından yapılan yorumlar da şöyledir: Kuşeyrî âyette geçen " كُلَّما " (her ne zaman) ifadesinin, Hz. Zekeriya'nın aleyhi's-selâm , Hz. Meryem'in aleyha's-selâm bakımıyla sürekli ilgilendiğine, her gelişinde onun yanında yiyecek bulmasına rağmen, ona gelmeye düzenli olarak devam ettiğine işâret ettiğini söylemektedir. Tam da bu noktada sözü evliyanın kerâmetinin özelliklerine getirmekte ve evliyânın kerâmetinde devamlılık şart olmadığı için Hz. Zekeriya'nın aleyhi's-selâm onun yanına yiyecek götürmeye sürekli gittiğini belirtmektedir. Hz. Meryem'in aleyha's-selâm "Bunlar, Allah katındandır. Allah dilediği kimseye hesapsız rızık bağışlar" şeklindeki cevabı da tevhidin özünü (aynü't-tevhîd) ve Allah'ın kullarına rızık göndermesi ve ihsanda bulunmasının, yalnızca kendisinin irâdesine bağlı olup, bunların insanların ibadet ve tâatlarının karşılığında verilmediğini açıklamaktadır. Rûzbihân ise burada Hz. Meryem'e aleyha's-selâm verilen "rızk"ın, hizmet ve iffetin karşılığında kendisine kerâmet olarak verilen/ikram edilen "halvet cenneti" olduğunu söyleyerek, bağlamdan anlaşıldığı kadarıyla âyette "yiyecek" anlamında kullanılan "rızık" kelimesinin tasavvufî anlayışta tavsiye edilen "halvet"e işaret ettiğini belirtmektedir. (24) Yine ona göre "Bunlar sana nerden geliyor?" sorusu, bu manevî rızkı hangi amel karşılığında elde ettin? demektir. "Bunlar, Allah katındandır" cevabı ise, "bunu amel külfeti ile ve çalışarak değil ihlâs ile elde ettim" demektir. (25) Kâşânî (ö. 730/1330) ise " مِنْ عِندِ اللّهِ (Allah katından) " ifadesinden, bu "rızk"ın, ledünnî bir rızık olduğuna işâret çıkarmakta ve bunun Allah'tan kendisine gönderilen marifet, hakikat, ilim ve hikmetler olarak anlaşılabileceğini söylemektedir.(26) Görüldüğü gibi sûfîler, bu âyetleri zâhirî tefsirlerden farklı bir biçimde daha derûnî bir boyutta ele almışlardır. Bu yorumlarda dikkat çeken husus şudur: Sûfîler, Hz. Meryem'in aleyha's-selâm yaşadıklarını sadece ona özel tecrübeler olarak değil, onun şahsında âriflerin yaşayabilecekleri tecrübelerin anlatıldığını düşünmektedirler. Nitekim bu âyetlerin genel bir işârî yorumunu yaparken İbn Acîbe şunları söylemektedir:


"Nefsini Allah'a adayan ve onu Mevlâsının hizmetine vererek özgürleştiren herkesin bu amelini Allah güzel bir şekilde kabul eder ve o kişinin nefsinde marifeti güzel bir şekilde yeşertir. Kişiyi hıfzı ve gözetimiyle himâye eder ve daha önceden kader kitabında onu gözettiği için kendisine çeker. Onu, akılların alamayacağı, düşüncenin erişemeyeceği hikmet ve ilim meyveleriyle rızıklandırır. (Aklı) nefsine 'Bunlar nereden geliyor' diye sorduğunda, nefsi 'Bunlar, Allah katındandır. Allah dilediği kimseye hesapsız rızık bağışlar' der."(27)


Görüldüğü gibi İbn Acîbe'nin bu yorumunda Hz. Meryem aleyha's-selâm, kendisini Allah'a adayan ve O'nun hizmetine girerek özgürleşen nefsi, Allah'ın celle celâluhu Hz. Meryem'i aleyha's-selâm güzel bir şekilde yetiştirmesi, böyle bir nefste marifetin yeşermesini, Hz. Meryem'e aleyha's-selâm gönderilen bu nimetlerin kaynağını anlayamayan Hz. Zekeriya aleyhi's-selâm, aklı, Hz. Meryem'e aleyha's-selâm Allah'tan cellecelâluhu gönderilen nimetler de hikmet ve marifeti simgelemektedir.

Yukarıdaki işârî yorumlarda Hz. Meryem aleyha's-selâm, genelde veliliğin sembolü olarak ele alınırken Âlûsî, daha farklı bir sembolleştirme biçimini kullanmaktadır. Onun yorumlarında Hz. Meryem aleyha's-selâm, nefs-i kâmileyi simgelemektedir. O, bu âyetleri işârî açıdan şöyle yorumlamaktadır: Akla itâatinin ilk basamaklarında nefs, "İçimdeki kalbi, mahlûkâttan hiçbir şeyin kölesi olmadan tam hür bir şekilde Allah'a adadım" dedi. Doğan nefs, diğer neftsen mertebe bakımından daha üstündü. O nefse "âbide" adını verdi. Daha kâmil nefsi doğuran nefs, "Rabbim! Melekût bahçelerinden kudsî nefsleri perdeleyen nefsânî şehvetlerden onu ve soyunu senin korumanı diliyorum" dedi. Rabbi, o nefsi, üzerine nurlarını yağdırmak suretiyle güzel bir şekilde kabul etti ve onun, dünyevî meşgaleler ve kaygılara dalmadan güzel bir şekilde gelişmesini sağladı. Allah, o nefsin bakımını üstlenmesi için ona istidât verdi. O istidât, kutsal kalp evindeki taabbüd mihrabında iken nefsin yanına ne zaman girse melekût âleminde ruhları gıdalandıran bir rızık bulurdu ve ona "Bu büyük rızık sana nereden geliyor?" derdi. O da "Tefekkürle elde edilmek ve aktarılmaktan münezzeh olan bu rızık, Allah'tan geliyor" derdi. (28)



(10) Tüsterî, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, s. 48.
(11) Bkz. Sülemî, Hakâiku't-Tefstr, II, 98.
(12) Kuşeyrî, er-Risâletü'l-Kuşeyriyye, s. 348. Ibn Acîbe de benzer şekilde "hürriyet"i şöyle tanımlamaktadır: "Kişinin iç dünyasını (bâtın), kendisinde Allah'tan başkasına ait hiçbir şey kalmayıncaya kadar Hak dışındaki her şeyin sevgisinden arındırmaktır." (Ibn Acîbe, Mirâcu't-Teşevvüf ilâ Hakâiki't-Tasavvuf, s. 78)
(13) Rûzbihân el-Baklî, Arâisu'l-Beyân, s. 80.
(14)Bkz. Sülemî, Hakâiku't-Tefsîr, I, 98.
(15)Bkz. Kuşeyrî, Letâifu'l-îşârât, I, 144.
(16)Bkz. Rûzbihân Arâisu'l-Beyân, s. 80.
(17)Bkz. Tüsterî, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, s. 48.
(18)Bkz. Sülemî, Hakâiku't-Tefsîr, I, 99.
(19)Bkz. Kuşeyrî, Letâifu'l-îşârât, I, 145.
(20)Bkz. Rûzbihân Arâisu'l-Beyân, s. 80.
(21)Bkz. Rûzbihân Arâisu'l-Beyân, s. 81.
(22)Bkz. Kuşeyrî, Letâifu'l-îşârât, I, 145.
(23)Bkz. Sülemî, Hakâiku't-Tefsîr, I, 99.
(24) Bkz. Rûzbihân Arâisu'î-Beyân, s. 81.
(25) Bkz. Rûzbihân Arâisu'î-Beyân, s. 81.
(26) Bkz. Kâşânî, Te'vüât, I , 172.
(27) İbn Acîbe, el-Bahru'l-Medîd, I, 348.
(28) Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, III, 143.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Hz. Meryem'in zikredildiği ikinci âyet grubu meâlen şu şekildedir:

2. "(42). Hani melekler Şöyle demişti: 'Ey Meryem! Allah seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı'. (43). 'Ey Meryem! Rabbine divan dur, secdeye kapan ve (O'nun huzurunda) rüku edenlerle birlikte rükû et!' (44). (Ey Nebi!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'i kim himâyesine alacak diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin. (Bu konuda) tartışırlarken de yanlarında değildin. (45). Hani melekler şöyle demişti: 'Ey Meryem! Allah sana, adı Meryem oğlu İsa Mesih olan, dünyada da âhirette de itibarlı ve (Allah'a) yakınlardan biri olacak kendi katından bir kelimeyi müjdeliyor. (46). 'O, beşikte ve erişkin iken insanlara konuşacak ve sâlihlerden olacak.' (47). (Meryem): 'Rabbim! Bana hiçbir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur!?' dedi. Allah 'Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece 'ol!' der, o da hemen oluverir' dedi." (29)


وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ

Resim---Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne) : Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Ali İmran 3/42)

ve iz kâlet : ve demişdi
el melâiketu : melekler
yâ meryemu : ey Meryem
inne allâhe : muhakkak ki Allah
estafâ-ki : seni seçti
ve tahhare-ki : ve seni temizledi, tertemiz yarattı
ve estafâ-ki : ve seni seçti
alâ nisâi el âlemîne : âlemlerin kadınları üzerin


يَا مَرْيَمُ اقْنُتِي لِرَبِّكِ وَاسْجُدِي وَارْكَعِي مَعَ الرَّاكِعِينَ
Resim---Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne) : Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Ali İmran 3/43)

yâ meryemu : ey Meryem
uknutî : kânitîn ol (Rabb'inin huzurunda huşû ile dur)
li rabbi-ki : Rabbin için
ve uscudî : ve secde et
ve irkai mea er râkiîne : ve rükû edenlerle birlikte rükû et


ذَلِكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيكَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُون أَقْلاَمَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ
Resim---Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(yahtesımûne) : Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.(Ali İmran 3/44)

zâlike : işte bu
min enbâi : haberlerinden
el gaybi : gayb
nûhî-hi ileyke : onu sana vahyediyoruz
ve mâ kunte : ve sen ... değildin
ledey-him : onların yanında
iz yulkûne : attıkları zaman
eklâme-hum : kalemleri
eyyu-hum : onların hangisi
yekfulu meryeme : Meryem'e kefil olacak, bakımını üstlenecek
ve mâ kunte : ve sen ... değildin
ledey-him : onların yanında
iz yahtesımûne : onlar tartışıyorlar


إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
Resim---İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minhu, ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhırati ve minel mukarrabîn(mukarrabîne) : Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır..(Ali İmran 3/45)

iz kâlet : demiş(ler)di
melâiketu : melekler
yâ meryemu : ey Meryem
inne allâhe : muhakkak ki Allah
yubeşşiru-ki : seni müjdeliyor
bi kelimetin : bir kelime ile
min-hu : ondan, kendinden
ismu-hu : onun ismi, adı
el mesîhu îsebnu meryeme : Mesih Meryemoğlu İsa
vecîhan : şerefli, itibarlı
fî ed dunyâ ve el âhıreti : dünyada ve ahirette
ve min el mukarrebîne : ve (Allah'a) yakın olanlardan



وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً وَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne) :Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. (Ali İmran 3/46)

ve yukellimu en nâse : ve insanlarla konuşacak
fî el mehdi : beşikte
ve kehlen : ve yetişkinlik çağı
ve min es sâlihîne : ve salihlerden, salâha erenlerden


قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu) : Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir.(Ali İmran 3/47)

kul : Rabbim dedi
e raeyte-kum : nasıl olur
in etâ-kum : benim çocuğum
ve lem yemses-nî : ve bana dokunmadı
beşerun : bir beşer, insan
kâle : dedi
kezâliki : işte böyle, bunun gibi
allâhu yahluku : Allah yaratır
mâ yeşâu : dilediği şey
izâ kadâ emren : bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman
fe innemâ : sadece
yekûlu lehu : ona der
kun : ol
fe yekûnu : o hemen olur



(29) Âl-i İmrân 3/42-47.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »


İbn Acîbe, bir önceki pasaj gibi bu pasajı da temsîlî bir anlatım olarak okumakta ve bu anlatılanların her zaman ve mekânda geçerli olan küllî ve evrensel bir hakikat ve tecrübeye işâret ettiğini düşünmektedir. Bu okumaya göre, kendini tamamen Allah'a adayan, nefsânî isteklerinden vazgeçerek gençliğini O'na itâat ve ibadetle geçiren herkes, tıpkı Hz. Meryem aleyha's-selâm örneğinde olduğu gibi hem dünyada hem de âhirette ilâhî müjdelere nâil olur. Zira Allah, Hz. Meryem'i önce seçilmişlik ve arınmışlıkla müjdelemiş, sonra da rûhullah ve kelimetullah olan temiz bir evlatla müjdelemiştir. Bütün bu ilâhî ihsanlar, kişinin kendini tamamen Allah'a vermesinin karşılığıdır. Dolayısıyla İbn Acîbe'ye göre Hz. Meryem aleyha's-selâm, kendini Allah'a adayan insanı simgelemektedir ve onun nâil olduğu olağanüstü nimet ve ihsanların benzerlerini, onun gibi kendisini Allah'a adayan herkes elde edebilir.(30)

Âlûsî, "Bu âyetlerdeki işâret, ibâreninki kadar zâhirdir. Şu farkla ki, âfâktakilerin enfüstekilere uyarlanması (tatbik) açıklanmaya muhtaçtır" dedikten sonra bunları açıklar. Onun yaptığı izahlar, tamamen Kâşânî'den alınmıştır. Şu halde Kâşânî ve ondan esinlenen Âlûsî'nin tatbîkî okumalarına göre bu âyetlerin manası özetle şöyledir:
(42). "Ruhânî güçler, nefs-i tâhire-i zekiyyeye "İstidâd ve kabiliyetinden dolayı Allah seni seçip kötülüklerden ve ahlâksızlıklardan temizledi ve seni kötü davranışların örtüsünü zırh edinmiş şehvânî nefslere üstün kıldı. (43). [Ey nefs-i zekiye!] emirlerine sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle Allah'a itâate devam et. Tevâzu (züll) mescitlerinde secde et; (şeytan ve nefsin) hilelerine karşı yaptığın mücâdelede, Allah'a boyun eğenlerle birlikte boyun eğ!" derler. Âlûsî, enfüsî okumaya göre bu âyetin muhatabının "ruh" olduğunu belirterek şöyle bir uyarlama yapmaktadır: (44). Ey ruh! Rûhânî ve nefsânî kuvvetler, hal ve manevî gelişim evrelerini kendisiyle yazdıkları istidat kalemlerini tedbîr denizine atarlarken sen onların yanında değildin.

Riyazetten önce ve riyazet zamanında bu kuvvetler, sadr (31) makamını idaresini ele geçirmek için mücadele ederken de bunların yanlarında değildin. (45). Rûhânî kuvvetler, nefs-i zekiyyeye "Allah, kendisine yönelmiş olmanın karşılığı olarak sana âlemleri ihâta eden, kâinattaki bütün harfleri kendisinde toplayan kalbi müjdeliyor. Onun ismi 'Mesih'tir. Zira o, nurla seni mesh eder. Dünyada itibarlıdır, zira dünyaya ait işleri o görür. Böylece zâhirî ve bâtınî kuvvetler, ona itâat eder. Âhirette de itibarlıdır, zira âhiretin işlerini de o görür. Böylece ruhlar semâsının melekûtu ona itâat eder. Ayrıca bu kalp, ilâhî huzura yakınlaştırılmışlardan ve Zât'ın tecellîsini hak edenlerdendir. (46). Bu kalp, seyr u sülûk esnasında beden beşiğindeyken de ruhlara şeyhlik yapacak makama ulaştığında da insanları irşad edecek sözlerin kaynağı olur. (47). Bunları duyan nefs-i zekiye der ki 'Ey Rabbim! Bir insan beni manevî açıdan eğitmedikçe ben böyle bir kalbe nasıl sahip olabilirim!' Zira insanların yaygın kanâatine göre kendi kendine yetişen ağaç, meyve vermediği gibi, bir şeyh olmaksızın kendi kendini yetiştiren kişi de ya sapıtır ya da pek fayda görmez. Halbuki Allah, dilerse hiçbir mürşidin terbiyesi olmadan sırf cezbe-i ilâhiyye ile bazı nefsleri böyle seçebilir."(32) Görüldüğü üzere Kâşânî, âyette geçen Hz. Meryem'in sembolik karşılığının "nefs-i zekiyye", meleklerin "rûhânî güçler", kalemin "itidat kalemi", denizin "tedbîr denizi", Hz. Muhammed'in (a.s.) ise "ruh" olduğuna işaret etmektedir.


(30) İbn Acîbe, el-Bahru'l-Medîd, I, 356.
(31)Tasavvufî literatürde sadr, kalbin bir mertebesi anlamında kullanılır. Bkz. Süleyman Uludağ,
Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1996, s. 447.
(32)Bkz. Kâşânî, Te'vtlât, I , 174; Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, II, 173.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Hz. Meryem'in zikredildiği üçüncü âyet grubu meâlen şu şekildedir:

3. "Meryem oğlu İsa'yı ve anası Meryem'i birer ibret vesilesi kıldık ve onları oturmaya elverişli, pınarları akan yüksek bir yere yerleştirdik."(33)

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ
Resim---Ve cealnâbne meryeme ve ummehû âyeten ve âveynâhumâ ilâ rabvetin zâti karârin ve maîn(maînin) : Ve Hz. Meryem oğlunu (Hz. İsa’yı) ve onun annesini âyet (mucize) kıldık. Ve akan suyu olan ve barınmaya müsait yüksek bir tepeye, ikisini yerleştirdik. (Mu'minun 23/50)

ve cealnebne (cealnâ ibne) : ve oğlunu kıldık
meryeme : Meryem
ve umme-hu : ve onun annesini
âyeten : âyet
ve âveynâ-humâ : ve ikisini barındırdık, yerleştirdik
ilâ rabvetin : yüksek bir tepeye
zâti : sahip
karârin : karargâh, yerleşme mekânı
ve maînin : ve akan su


Kâşânî, bu âyetin tefsirinde Hz. İsa'yı, "kalb"; Hz. Meryem'i de "nefs-i mutmainne" ile, bunların bir âyet olmalarını da Allah'a yönelme ve yürümede birleştiklerinden dolayı tek bir âyet kılınmaları olarak açıklamaktadır. Hz. İsa'nın Hz. Meryem'den doğmasını ise, manevî gelişim sonunda neftsen kalbin doğması şeklinde yorumlamaktadır.(34)

Baklî'ye göre Allah, İsa ve Meryem'i, basiret sahibi sıddîkler ve ve mukarrebler için kudsiyyetinin nurlarının birer kandili, celâl ve cemâl tecellîlerinin birer aynası kılmıştır. Allah, onları ezeliyeti müşâhede etme yerleri olan tepelere sığındırmıştır. O tepeler, ariflerin sırlarının meskenlerinin ve suyundan içenleri fenâ ölümünden bekâ hayatına çıkaran pınarların sahibidir.(35) Görüldüğü gibi Baklî, yaptığı bu sembolik yorumla, âyette geçen رَبْوَةٍ (tepe) kelimesini, "ezelîyeti müşahede etme yerleri"; ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (oturmaya elverişli, pınarları akan) kelimelerini de "ariflerin sırlarının meskenlerinin ve suyundan içenleri fenâ ölümünden bekâ hayatına çıkaran pınarların sahibidir" şeklinde okumaktadır.

Bursevî, Tevîlât-ı Necmiyye'den naklen, âyette geçen İsa'yı "ruh"; Meryem'i "'ol!' emri"; tepeyi ise "beden" ile yorumlamaktadır. Zira beden, ruhun yerleştiği yerdir. "Oturmaya elverişli" ifadesini ise şöyle açıklamaktadır: Beden, ruh ile emrin yerleştiği yerdir. Yani ruh bedene yerleştiği sürece emir de bedene yerleşir, böylece sorumluluk ondan düşmemiş olur. "Pınarları akan" kelimesini ise kalpten dile akan hikmet pınarı olarak yorumlamaktadır.(36)

İbn Acîbe, Hz. Meryem'in, iffet ve Allah'a adanmışlıkta kadınlar için sembol şahsiyet (âyet) olduğunu belirttikten sonra Allah'ın onu, oğlu İsa ile birlikte istikrar ve temkin, arınmışlık ve vefa ile dolu yakınlık ve seçilmişlik tepesine sığındırdığını söylemektedir.(37) Şu halde İbn Acîbe, âyette geçen رَبْوَةٍ (tepe) kelimesini, "yakınlık ve seçilmişlik" ile; ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ (oturmaya elverişli, pınarları akan) kelimelerini de "istikrar ve temkin, arınmışlık ve vefa ile dolu" şeklinde yorumlamaktadır.



(33) Müminûn 23/50.
(34) Bkz. Kâşânî, Te'vtlât, I I , 108.
(35) Bkz. Baklî, Arâisu'l-Beyân, 70.
(36 )Bkz. Bursevî, Rûhu'l-Beyân, VI, 85.
(37) Bkz. İbn Acîbe, el-Bahru'l-Medîd, III, 579.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Hz. Meryem'in zikredildiği dördüncü âyet grubu meâlen şu şekildedir:

4. "Bu kitapta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafına çekilmişti. Onlarla kendisi arasına bir perde germişti (kendisini onlardan tecrit etmişti). Biz de ona ruhumuzu göndermiştik de ona aynen bir insan şeklinde görünmüştü. Meryem: 'Senden Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkan biriysen(bana dokunma)' dedi. Ruh (Cebrail): 'Ben, yalnızca Rabbi'nin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak üzere gönderildim' dedi. Meryem: 'Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir!' dedi. Cebrail: 'Evet öyle. Rabbin diyor ki: 'O, benim için kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten ezelde hükme bağlanmış bir iştir' dedi. Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı, onu bir hurma dalına yöneltti ve 'Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım' dedi. Bunun üzerine Cebrail, ağacın altından ona şöyle seslendi: Üzülme! Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, 'Şüphesiz ben Rahman'a susma orucu adadım. O sebeple bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım' de. (Meryem) Kucağında çocuğu ile halkının yanına geldi. Onlar şöyle dediler: Ey Meryem! Çok çirkin bir iş yapmışsın. Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi, annen de iffetsiz değildi. Bunun üzerine Meryem, (gerçeği konuşması için) ona (İsa'ya) işaret etti. 'Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz' dediler." (38)


وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا
Resim---Vezkur fil kitâbı meryem(meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ(şarkıyyen) :Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. (Meryem 19/16)

vezkur (ve uzkur) : ve zikret
fîl kitâbı (fî el kitabı) : kitapta
meryeme : Meryem'i
izintebezet (iz intebezet) : çekilmişti, uzaklaşmıştı
min ehli-hâ : ailesinden
mekânen : bir yer, bir mekân
şarkıyyen : şark (doğu) tarafı


فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Resim---Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen) :Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. (Meryem 19/17)


fettehazet (fe ittehazet) : sonra da edindi, yaptı
min dûni-him : onlardan başka, onlardan ayıran
hicâben : bir perde
fe : o zaman
erselnâ : gönderdik
ileyhâ : ona
rûha-nâ : ruhumuz
fe : böylece, artık
temessele : temessül etti, suretinde göründü
lehâ : ona
beşeren : beşer, insan
seviyyen : düzgün, normal




قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَن مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا
Resim---Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte takıyyâ(takıyyen) :Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)."(Meryem 19/18)

kâlet : dedi
in-nî : muhakkak ben
eûzu : ben sığınırım
bir rahmâni (bi er rahmâni) : Rahmân'a
min-ke : senden
in kunte : eğer sen isen
tekıyyen : takva sahibi




قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا
Resim---Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen) :Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."(Meryem 19/19)

kâle : dedi
innemâ : sadece, yalnız
ene : ben
resûlu : resûl (elçi)
rabbi-ki : senin Rabbin
li ehebe leki : sana armağan etmem, bağışlamam için
gulâmen : bir erkek çocuk
zekiyyen : temiz, temiz olan


قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا
Resim---Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ(bagıyyen) O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiç bir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.(Meryem 19/20)

kâlet : dedi
ennâ : nasıl
yekûnu : olur
lî gulâmun : benim bir erkek çocuğum, oğlum
ve lem yemses-nî : ve bana dokunmadı
beşerun : bir beşer, bir insan
ve lem eku : ve ben olmadım
bagıyyen : azgınlık, iffetsizlik



قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا

Resim---Kâle kezâlik(kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin(heyyinun), ve li nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ(makdıyyen) :"İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.(Meryem 19/21)

kâle : dedi
kezâliki : işte böyle
kâle : dedi
rabbu-ki : senin Rabbin
huve : o
aleyye : benim için, bana
heyyinun : kolay
ve li nec'ale-hû : ve onu kılmamız için
âyeten : bir âyet
li en nâsi : insanlara
ve rahmeten : ve bir rahmet
min-nâ : bizden
ve kâne : ve oldu
emren : emir
makdıyyen : kaza edilmiş, yerine getirilmiş


فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا
Resim---Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen) : Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi.(Meryem 19/22)

fe : böylece
hamelet-hu : ona hamile kaldı
fentebezet (fe intebezet) : sonra çekildi
bi-hî : onunla
mekânen : mekân, yer
kasıyyen : uzak


فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Resim---Fe ecâehâl mehâdû ilâ ciz’ın nahleti, kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen) :Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim."(Meryem 19/23)

fe : böylece, sonra
ecâe-ha : onu mecbur etti
el mehâdû : doğum sancısı
ilâ ciz'ın nahleti : hurma ağacının gövdesine
kâlet : dedi
yâ leyte-nî : keşke ben olsaydım
mittu : öldüm
kable : önce
hâzâ : bu
ve kuntu : ve ben oldum
nesyen : unutularak
mensiyyen : unutulan



فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
Resim---Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen) :Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."(Meryem 19/24)

fe : böylece, o zaman
nâdâ-hâ : ona seslendi
min tahti-hâ : onun altından, alt yanından
ellâ : olma
tahzenî : üzülme, mahzun
kad ceale : kılmıştı
rabbu-ki : senin Rabbin
tahte-ki : senin altından (alt yanından)
seriyyen : bir ark, su yolu



وَهُزِّي إِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَبًا جَنِيًّا
Resim---Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen) :Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş taze hurma dökülüversin."(Meryem 19/25)

ve huzzî : ve hızlıca salla, silkele
ileyki : senin üzerine, sana
bi ciz'ın nahleti : hurma ağacının gövdesini
tusâkıt : düşsün
aleyki : senin üzerine
rutaben : taze
ceniyyen : toplanarak, devşirilerek



فَكُلِي وَاشْرَبِي وَقَرِّي عَيْنًا فَإِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ أَحَدًا فَقُولِي إِنِّي نَذَرْتُ لِلرَّحْمَنِ صَوْمًا فَلَنْ أُكَلِّمَ الْيَوْمَ إِنسِيًّا
Resim---Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen) : Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)'a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım."(Meryem 19/26)

fe : böylece, artık
kulî : ye
veşrebî (şeribe) : ve iç : (içti)
ve karrî aynen : ve gözün aydın olsun
fe immâ : fakat, eğer, ama
terayinne : görürsün
min el beşeri : beşerden
ehaden : bir kimse
fe : o zaman
kûlî : (sen) söyle
in-nî : muhakkak ben
nezertu : adadım, nezrettim
li er rahmâni : Rahmân'a
savmen : oruç (konuşmama orucu)
fe len ukellime : bu sebeple asla konuşmayacağım
el yevme : bugün
insiyyen : ins, insan



فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئًا فَرِيًّا
Resim---Fe etet bihî kavmehâ tahmiluhu, kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ(feriyyen) : Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."(Meryem 19/27)

fe : böylece
etet bi (etet) : getirdi : (geldi)
hi : onu
kavme-hâ : kendi kavmine (onun kavmine)
tahmilu-hu : onu taşıyor
kâlû : dediler
yâ meryemu : ey Meryem
lekad : andolsun ki
ci'ti : sen geldin, sen yaptın
şey'en : bir şey
feriyyen : acayip, çirkin, kötü



يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيًّا
Resim---Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki bagıyyâ(begıyyan) : "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."(Meryem 19/28)

: ey
uhte hârûne : Harun'un kızkardeşi
mâ kâne : olmadı, değildi
ebû-ki : senin baban
imrae : bir adam
sev'in : kötü
ve mâ kânet : ve değildi
ummu-ki : senin annen
begıyyen : azgın, iffetsiz



فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيًّا
Resim---Fe eşârat ileyhi, kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ(sabiyyen) : Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"(Meryem 19/29)

fe : böylece, bunun üzerine
eşâret : işaret etti
ileyhi : ona, onu
kâlû : dediler
keyfe : nasıl
nukellimu : biz konuşuruz
men kâne : olan kimse
fî el mehdi : beşikte
sabiyyen : sabi, bebek


(38) Meryem 19/16-29.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Bu âyetlerde anlatılan hususlar, sûfî müfessirler tarafından manevî kemâl basamaklarında ilerleyen bir ârifin ya da arınmış nefsin (nefs-i zekiyye) yaşayabileceği tecrübeler olarak yorumlanmıştır. Yani sûfî müfessirlere göre kıssadaki Meryem, bir ârifi ya da arınmış nefsi temsil etmektedir. Şimdi onlara göre bu temsilin nasıl açıklandığını ele alalım:

Kâşânî, bu âyetleri, bazen târihte bilfiil yaşanmış ve Hz. Meryem'in başından geçmiş olaylar olarak; çoğunlukla ise uyarlama (kendi tabiriyle tatbik) yoluyla anlatır. Bu uyarlamada Hz. Meryem'in rolünde "nefs-i zekiyye" vardır ve onunla ilgili anlatılanlar nefs-i zekiyyeye uyarlanmıştır.

Kâşânî'ye göre âyette geçen "doğu tarafındaki bir yer", tecerrüd eden nefsin, ruhu'l-kudsle iletişime geçtiği yer olan kudsî âlemdir. Hz. Meryem'in ehlinden uzaklaşması ise, kemâle eren nefsin, nefsânî ve tabîî kuvvetlerden uzaklaşması; Hz. Meryem'in kavmiyle arasında perde germesi, maddî kuvvetlerin bilgisinin ulaşabileceği son nokta olan kalp perdesiyle (hicâbus-sadr) engellenmiş olan nefs âleminin ehlinin girmesinin yasak olduğu kudsî alandır (hazîretu'l-kuds). Allah'ın bildirdiği üzere tıpkı Hz. Meryem'in bu şekilde kavminden ayrılmasından sonra kendisine rûhu'l-kuds'ün gönderilmesi gibi, yalnızca tecerrüd ile kudsî âleme yükselmiş olan nefse rûhu'l-kuds gönderilir. Hz. Meryem'in çekildiği uzak bir yer, doğu tarafıdır. Tatbîk boyutundaki manası ise, nefs-i zekiyyenin tabiat âleminden uzaklaşmasıdır. Cebrail'in (Kur'an'ın ifadesiyle ruh'un) Hz. Meryem'e kusursuz bir insan şeklinde temessül etmesi, onun bu yakışıklı ve câzibeli görünümünden Hz. Meryem'in nefsinin hayal âleminde etkilenmesi içindir. Hayal âlemindeki bu etki, bedene sirâyet eder ve böylece tıpkı uykuda olduğu gibi şehveti harekete geçer ve meni gelir. Böylece nutfe, rahme düşer ve Allah da ondan bir çocuk yaratır. Tasavvuf ıstılahında "kalb" olarak ifade edilen "nefs-i nâtıka"ya gelen haller ve onun kudsî ruhlarla irtibatı, "nefs-i hayvânî" ve "nefs-i tabîî"ye sirâyet eder ve beden de bundan mutlaka etkilenir. Bu noktada Kâşânî, yakışıklı bir insan şeklinde temessül eden bu ruhun, Hz. İsa'nın ruhu olabileceği şeklindeki yorumu gündeme getirmekte ve bunun isâbetli olmadığını, bu ruhtan maksadın Cebrail olduğunu söylemektedir. Çünkü Hz. Meryem, bu yakışıklı insanı görünce şehvetlenmiş ve bunun neticesinde o şehvet suyu nutfe haline dönüşmüştür. Dolayısıyla oğlu İsa'nın ruhunun temessül etmiş halinden şehvetlenmesi düşünülemez.
(39)

Hurma ağacı, nefs; alttan seslenen Cebrail; su arkı ise tabîî ilimlere ve fiillerin tevhidine dair değerli bilgilerdir. Üzerine taze hurmaların dökülmesi için hurma dalını kendisine doğru silkeleme emri ise, kemâle eren nefsi, tefekkür ile harekete geçirip ondan marifet ve hakikatlerin devşirilmesidir. Zira rûhu'l-kuds ile iletişime geçtiği için semâya yükselen nefsten, riyâzet sayesinde şehvet suyu ile beslenmesi engellenip kurutulduktan sonra sadece marifet ve manalar meydana gelir. Bundan sonra gelen "Artık ye, iç. Gözün aydın olsun!" ifadesi, "Artık üstündeki (gayb âlemine ait olan) hakikatleri, ilâhî marifetleri, sıfatların tecellîsi ilmini, mevhibeler ve halleri bilebilirsin; altındaki (şehâdet âlemine ait olan) tabîî ilimleri, Allah'ın yarattığı varlıklardaki hârikaları, ilâhî fiillerin güzelliklerini, tevekkülü, fiillerin tecellîlerini bilebilirsin" demektir. Bu noktada Kâşânî, "...üstlerindeki ve altlarındaki nimetlerden yerlerdi"40meâlindeki âyeti hatırlatmaktadır. "Eğer herhangi bir insana rastlarsan 'Ben Rahman'a susma orucu adamışım ve bu sebeple bugün kimseyle konuşmayacağım' de" ifadesini, kemâle ermiş nefse söylenmiş bir ifade şeklinde yorumlamaktadır. Buna göre kendileriyle konuşulmaması istenen kişiler de zâhir ehlidir. Zira onlar sadece sebeplerin zâhirî boyutunu görür, hakikatleri göremezler. Dolayısıyla onlar, kemâle eren bir nefsin hâline dair herhangi bir bilgi ve tecrübeye sahip olmadıklarından, onun, onlara söyleyeceği şeyleri de anlayamayacaklardır. (41)

Rûzbihân, âyetteki gerçek işâretin, Hz. Meryem'in cevherinin, kudsî fıtrat cevheri olduğunu söylemektedir. O, bu yapısı gereği bütün anlarında kurb ve üns vasıtasıyla ilâhî nurlar madenine çekilmektedir. Dolayısıyla o, bütün vakitlerinde melekût doğusundan ceberût güneşinin zuhurunu beklemektedir. Bu sebeple kâinattan büyük bir himmetle yüz çevirmiş, zât ve sıfatların güneşlerinin doğduğu yere yönelmiştir. Böylece müşâhede güneşi onun üzerine doğmuştur. Ezelî olan'ın tecellîsinin doğuşunu müşâhede edince bu tecellînin nurları etrafı aydınlatmış ve sırları Hz. Meryem'in ruhuyla iletişime geçmiştir. Dolayısıyla Hz. Meryem'in ruhu, ğayb ruhuna hâmile kalmış ve böylece en büyük kelime ve en üstün ruha hâmile kalmış oldu. Ayrıca Kâşânî'nin aksine Rûzbihân, Hz. Meryem'e yakışıklı bir insan şeklinde temessül eden ruhun, Übey b. Ka'b'ın görüşüne istinaden Hz. İsa'nın ruhu olduğunu söylemektedir.(42)


(39)Bkz. Kâşânî, Te'vîlât, II, 5-8.
(40) Mâide 5/66.
(41) Bkz. Kâşânî, Te'vîlât, II, 8-9.
(42)Rûzbîhân, Arâisu'l-Beyân, II, 7.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Âl-i İmrân Suresi'nde anlatıldığı üzere, Hz. Meryem, mihrabda kendini ibadete verdiğinde, kendisinden hiçbir şey istenmeksizin rızık gönderilmesine mukâbil, bu hâdisede üzerine hurma düşmesi için kendisinden ağacın dallarını sallamasının istenilmesi, sûfî müfessirlerin dikkatini çekmiş ve bu konuda bazı yorumlar yapmışlardır. Sülemî, İbn Atâ'dan şöyle bir görüş zikretmiştir: Birincisinde, Hz. Meryem, hiçbir dünyevî şeyle meşgul olmaksızın kendisine tamamen ibadete vermişti. İkincisinde ise gönlü, evlat sevgisi ile meşguldü. Dolayısıyla ilkinde hiçbir tekellüf olmaksızın Allah tarafından rızıklandırılıyordu, diğerinde ise rızıklandırılması için ağacın dallarını sallaması istenildi.(43) Kuşeyrî ve Rûzbihân da bu yorumu nakletmektedirler.(44) Hatta Rûzbihân, Hz. Meryem'in "Ah keşke daha önceden ölseydim!" sözünü söylemesinin sebebine dair şöyle bir görüş nakletmektedir: Bana rızık verilmesi için önce talepte bulunmam gereken bu günlerden evvelki tevekkül günlerimde ölseydim keşke!(45) Ancak İbn Acîbe, bu konuda farklı düşünmektedir. O, önce Ebu'l-Abbas el-Mürsî'nin farklı bir yorumunu nakletmektedir. Buna göre Hz. Meryem, birinci kıssada sebeplere tevessül etmeden sadece kerametler gösteriyordu. Ancak ikincisinde, artık yakîni kemâle ermiş olduğu için sebepler âlemine dönmüştü. İkinci hali, birincisinden daha kâmil idi. İbn Acîbe, bu yorumu naklettikten sonra, yukarıda diğer sûfî müfessirlerin konuyla ilgili yorumlarını ise eleştirmektedir. Ona göre "Önceki kıssada Hz. Meryem'in muhabbeti sadece Allah içindi. İkincisinde ise oğluna da muhabbet ettiği için muhabbeti parçalandı ve böylece eski makamından düştü" şeklindeki bir yorum, makbul ve muteber değildir. Zira Hz. Meryem, sıddîkadır. Sıddîkler ise, makam değişikliği olduğunda, bir alta değil, olsa olsa bir üst makama geçerler.(46)

Rûzbihân, ariflerin kendi aralarında sadece işaret diliyle anlaşmalarını Hz. Meryem'in işaretle iletişim kurmasına benzetmektedir. Ayrıca Hz. Meryem'in susarak sadece işaretle derdini anlatmasını ve akabinde Hz. İsa'nın konuşmasından şöyle bir işaret çıkarmaktadır: Hz. Meryem'in dili zâhirin dilidir; Hz. İsa'nın dili ise bâtının dilidir. Nasıl ki zâhiri temsil eden Hz. Meryem susunca bâtını temsil eden Hz. İsa konuşmuşsa, ârifler de zâhiren sustuklarında bâtınları ile, yani dilleri susunca ruhları ile konuşurlar.(47)

İbn Acîbe, bu kıssadan bir takım tasavvûfî ilkeler çıkarmaktadır. Bunlar, özetle şöyle sıralanabilir:
1-) İnsan, namusunun tehlikede olduğu durumlarda bazı şeyleri gizleyebilir ve namusunu koruyabileceği güvenli bir yere gidebilir.
2-) İnsanın, çektiği sıkıntılarını hafifletmek üzere başka bir yere gitmesinde bir besi yoktur ve bu tevekküle aykırı değildir.
3-) Dininin ya da namusunun elden gitmesinden veya kalbi ile arasına giren bir fitneden korkan bir insan ölümü temenni edebilir.
4-) Şok anında kalbin korku hissetmesi, sabır ve rızaya mani değildir. Zira bu, son derece insânî bir durumdur. Ancak şok anı geçtikten sonraki korku, sabır ve rızaya uygun değildir.
5-) Şer'î sebeplere tevessül etmek, tevekküle aykırı değildir. Zira Hz. Meryem'den, hurma elde etmek için hurma ağacının dallarını sallaması istenmiştir.
6-) Kişi, kendisini insanlardan ya da nefsinden koruyacak ibadetleri kendisine farz kılmalıdır.(48)


(43) Bkz. Sülemî, Hakâiku't-Tefstr, I, 424.
(44) Bkz. Kuşeyrî, Letâifu'l-îşârât, II, 239; Rûzbîhân, Arâisu'l-Beyân, II, 8.
(45) Bkz. Rûzbîhân, Arâisu'l-Beyân, II, 8.
(46) Bkz. İbn Acîbe, el-Bahru'l-Medîd, III, 331.
(47) Bkz. Rûzbîhân, Arâisu'l-Beyân, II, 9.
(48) Bkz. İbn Acîbe, el-Bahru'l-Medîd, III, 331.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »


Sonuç

Kur'ân-ı Kerim'de ismen zikredilen yegâne hanım olan Hz. Meryem hakkındaki kıssalarda anlatılan hususlar, sûfî müfessirlerin dikkatini çekmiş ve onlar tarafından çeşitli tasavvufî/işârî yorumlara tâbi tutulmuştur. Özetle ifade etmek gerekirse sûfî müfessirlere göre Kur'an'da Hz. Meryem, arınmış nefsi (nefs-i zekiyye) temsil etmektedir. Nasıl ki Hz. Meryem, rûhullah olan Hz. İsa'ya, babası olmaksızın, yalnızca Allah'ın bir lütuf ve ikramı olarak hâmile kalmış ve İsa henüz beşikteki bir bebek iken hak ve hakikati söylemişse, nefsini arındıran insan da kemâle ermiş ruhu doğurur ve artık onda konuşan bu ruhtur.

İşârî tefsirlerde, Kur'ân'da anlatılan kıssaların senaryolarının, aslında çift boyutlu bir şekilde kurgulanmış olduğundan hareketle insanın iç âleminde cereyan eden hadiseleri de sembolik bir üslupla mündemiç olduğuna inanıldığı ve kıssalardaki kahramanların, alegorik ve mikrokozmik bir dramatizasyonla insanın iç âlemindeki varlıklara da işâret edecek şekilde yorumlandığı görülmektedir. Zâhirî tefsiri iptal veya göz ardı etmeksizin yapıldığı takdirde böyle bir yorum tarzının, zâhirî tefsir şartları açısından meşruiyyetinde bir sorun olmayacağını, bilakis yorum zenginliği olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Hatta bazı işârî yorumların, isrâiliyyât kökenli zâhirî yorumlardan çok daha anlamlı ve derinlikli olduğuna inanıyoruz. Sözgelimi Hz. Zekeriya'nın mihraba her girişinde Hz. Meryem'in yanında bulduğu rızkın hangi meyve ve sebzelerden müteşekkil olduğu üzerinde isrâiliyyât kaynaklı rivâyetlere dayalı spekülasyonlar yapmak
(49) ve meseleyi tarihin sadece bir noktasında olup bitmiş ve sadece tek bir kişi tarafından yaşanılabilecek bir hadise olarak anlamak ve anlatmak yerine, -zâhirî manasını kabul etmekle beraber- bu rızkı tıpkı Hz. Meryem gibi nefsini arındıran ve kendisini tamamen Allah'a adayan insanlara verilen manevî bir rızık olarak, ya da bu insanların rızıklarının Allah tarafından gönderileceği şeklinde yorumlamak, yani bu kıssayı okuyan herkesin ders çıkarabileceği ve kendisini de benzer bir kıssanın kahramanı olarak görebileceği şekilde yorumlamak, kıssaları herkesin ders çıkarması için anlattığını bildiren, onlar üzerinde tefekkür edilmesini isteyen ve kendisini bir "masal kitabı" olarak değil "mesel kitabı" olarak tanıtan Kur'an'a daha uygun görünmektedir.



(49) Mesela bkz. Taberî, Câmiu'l-Beyân, I I I / l , 245-246; Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, I, 434; Suyûtî, ed Dürrü'l-Mensûr, II, 179.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5148
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: MERYEM aleyhasselâm..

Mesaj gönderen Gul »

Kaynaklar

el-Âlûsî, Şihâbuddîn Mahmud, Rûhu'l-Meânî fî Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm ve's-Seb'i'l-Mesânî, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, ts.

el-Baklî, Rûzbihân b. Ebu'n-Nasr eş-Şîrâzî, Arâisu'l-Beyân fî Hakâiki'l-Kur'ân, Haydarâbâd 1301.

el-Beğavî, Ebû Muhammed el-Huseyin b. Mes'ûd, Meâlimu't-Tenzîl, thk. Abdurrazzâk el-Mehdî, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut 2000.

Bursevî, İsmail Hakkı, Rûku'l-Beyân, İstanbul 1389.

Gökkır, Bilal, Meryem Suresi Tefsiri, Fecr Yay., Ankara 2009.

İbn Acîbe, Ahmed el-Hasenî, el-Bahru'l-Medîd fî Tefsîri'l-Kur'âni'l-Mecîd, I-VI, thk. Ahmed Abdullah el-Kureşî Raslân, Kahire 1999, Mirâcu't-Teşevvüf ilâ Hakâiki't-Tasavvuf, (Silsile Nûrâniyye Ferîde içinde), nşr. Abdüsselam el-Umrânî el-Hâlidî, Dâru'r-Reşâd el-Hadîse, ed-Dâru'l-Beydâ 2002.

Kâşânî, Abdurrazzâk, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, Haydarâbâd 1301.

el-Kuşeyrî, Ebu'l-Kâsım Abdulkerim, Letâifu'l-İşârât, haz. Abdullatîf Hasan Abdurrahman, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2000.

er-Risâletü'l-Kuşeyriyye, thk. Abdülkerim el-Atâ, Dımaşk 2000.

Sands, Kristin Zahra, Sufi Commentaries on the Qur'an in Classical Islam, Routledge, 2006.

Schleifer, Allah,İslam'ınKutsal Meryem'i, çev. İbrahim Kapaklıkaya, Gelenek Yay., İstanbul 2003.

Smith, Jane Idleman ve Yvonne Y. Haddad, "The Virgin Mary in Islam's Tradition and Commentary", The Muslim World, 79, 1989, s. 161-187

es-Suyûtî, Celâlüddîn, ed-Dürrü'l-Mansûr fi't-Tefsîr bi'l-Me'sûr, thk Abdurrazzâk el-Mehdî, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut 2001.

es-Sülemî, Ebu Abdurrahman, Hakâku't-Tefsîr, thk. Seyyid İmrân, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2001.

et-Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân, Dâru'l-Fikr, Beyrut 1988.

et-Tüsterî, Sehl b. Abdullah, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, nşr. Muhammed Bâsil Uyûnü's-Sûd, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 2007.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1996.


***

Abstrac

Mary in Esoteric Interpretations of The Qur'an


This article, focuses on how the Qur'anic stories about Maryam (Mary) are interpreted in esoteric exegesis of the Quran. In summary, according to sufis, Maryam in the Qur'an symbolises the purified soul (al-nafs al-zakiyya). Similar to the the fact that Maryam got pregnant to Isa (Jesus) without a father as a blessing from God and Isa spoke the truth while he was a baby in a cradle, a person who purifies his soul gives birth to the satisfied spirit and thus spirit speaks out from him.


Key Words: Mary, the Qur'an, esoteric interpretation, sufî interpretation.
Resim
Cevapla

“İslamda Kadın” sayfasına dön