RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
109- MüeMMiL sallallahu aleyhi ve sellem:

ÜMMetini; Rabbu’l-âlemine irca’, cennetine, SILAsına vuslât gibi yüce emellere kavuşturan ve bunun için ricâcı olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


emele: ummak, ümit etmek.
emmele: çokça ummak.
emel: umut, arzu, ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak.
MüeMMiL: çok emel ettirici.


Resim
110- MuFaZZıL sallallahu aleyhi ve sellem:

“Rahmetenlilâlemîn” kılınarak tüm mevcûdâta tercih edilen ve NÛRundan yaratılan, küllî şey’i-herkesi Hakk ve Hayr Faziletine tAMMlığına-tÜMMlüğüne çağırıcı-görevli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


efdale: birini lutuf ve ihsanla memnun etmek.
faddale: birini başkasına tercih etmek.
fadıl: faziletle sıftlanmış kimse.
fadl-fazL: Âlimlere yakışır olgunluk. İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet. Artmak. Artık, fazlalık (bunun zıddı naks-noksanlıktır.)
fazilet: Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riâyet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemâl ve kemâl ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan ahlâken meziyetli oluş keyfiyeti.


Resim
111- MeHDiYyun sallallahu aleyhi ve sellem:

Hususî ve şahsî bir tarzda ALLAHu zü’l- CeLÂL'in hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı HaKk tarafından rehberlik edilip yol gösterilen, hidâyete erdirilen ve tÜMM mevCÛDatın HaKk’a hidâyetine vesile-sebeb olan, irşad eden Mürşid-i Mutlak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Mehd: Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer. Yeryüzü. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak. Hazırlanmak.
Mehdârâ: f. Beşik süsleyen.
MeHDi: Hidâyete eren veya hidayete vesile olan. Sâhibü’z- zaman. "Hususî ve şahsî bir tarzda Allah'ın hidayetine mazhar olan, kendisine Cenâb-ı HaKk tarafından yol gösterilen" mânâsınadır.

Resim
112- Muhdîn sallallahu aleyhi ve sellem:

ALLAHu zü’l- CeLÂL'in bütün âlemlere RAHMet hediyyesi, armağanı, RAHMet kaynağı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Muhdî: Hediye veren. Hediye gönderen. İhda eden. Hidayete getiren. Hidayete vesile olan..
Muhdî: Mürşid, muvaffak. Risâlet ve nübüvveti bütün âlemlere rahmet ve saadet sebebi olduğundan, ALLAHu zü’l- CeLÂL'in bütün âlemlere hediye ve atiyyesi mânasında Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in mübârek bir ismi de Mühdî diye buyurulmuştur.

ALLAHu zü’l- CeLÂL’ın gönderdiği hediyelerle ilgili olarak Kurân-ı Kerîm’de.:

وَإِنِّي مُرْسِلَةٌ إِلَيْهِم بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
“Ve innî mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nâzıratun bime yerciu’l- murselûn (murselûne).: Ben onlara (Süleyman’a) bir (heyetle) hediye göndereyim de bakayım, elçiler ne ile dönecekler (hediyem kabul mü edilecek, yoksa red mi edilecek)?” (Neml 27/35)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Ve mâ erselnâke illâ RAHMeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
113- MuHTaR sallallahu aleyhi ve sellem:

ALLAHu zü’l- CeLÂL’in tüm KULLarına ve KÂİNÂTa RaSûLuLLah sallallahu aleyhi ve sellem olarak razı olduğu, uygun-münâsib gördüp seçtiği Rasûl-ü Muhtar MuhaMMed aleyhi's-selâm..


Muhtar: Kökeni Arapçadır ve "seçilmiş kişi" anlamına gelir. İhtiyar eden, seçilmiş, seçkin. hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan, dilediğini yapma yetkisi tanınan..
İhtiyar: İstek, arzu. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek.
Tensib: Uygun görmek. Münasib kılmaktır.


Resim
114- MuHYiN sallallahu aleyhi ve sellem:

ALLAHu zü’l- CeLÂL’in kullarını, küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına sebeb olan,
El Hayy celle celâluhu ve El Muhyî celle celâluhu esmalarının mutlak mazharı,

ALLAH ve Resûlüne teslim OLuş,
ALLAH ve Resûlüne imân EDiş,
ALLAH ve Resûlüne tâbi OLuş,
ALLAH ve Resûlüne itâat EDişin tek Menbağı, Merci’i ve DİRLiş Noktası Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Hayy: Diri, canlı, sağ.
Muhyî: Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren.

El Hayy:
Resim

El Muhyî:

Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

115- MuKaDDeM sallallahu aleyhi ve sellem:

Tüm mevcudattan mukaddem (öncelikli) ve müreccah (tercih edilen, üstün kılınan) bu üstünlüğü İlahî Muradullah Tebliği- EMRi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
ALLAhu zü’l- CeLÂL’in, el-MUKADDİM celle celâluhu ve el-EVVEL celle celâluhu hüsnâ isimlerin mazharı ve masdarı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


el-MUKADDİM ALLAH celle celâluhu:
MuraduLlahı EMRuLLaha SüNnetULLAHa ŞeÂNULLaha getirip istediğini ileri geçiren, öne alan ALLAH celle celâluhu..

El Mukaddimü :
Resim

el-EVVEL ALLAH celle celâluhu:
Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan ALLAH celle celâluhu..
Allah Teâlâ bütün varlıklar üzerine mukaddem olup kendi varlığının evveli yoktur. Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Onun için Ona EVVEL demek, "ikincisi var" demek değildir. "Sâbık'ı, yani, kendisinden evvel bir varlık sâhibi yok" demektir.

El Evvelü :
Resim

Allah Teâlâ bütün mahlûkatı yaratmıştır. Fakat, ancak seçtiklerini ileri almıştır. İnsanların bâzısını dince, dünyaca bâzısı üzerine derece derece yükseltmiştir. Fakat bu yükseltme ve seçme, kulların kendi amelleri ile ona lâyık olmaları neticesinde olmuştur.
Elbette tüm peygamberlerim aleyhumu's-selâm’ın Resûl ve Nebî oluşlarında üstünlük ve fark asla yoktur.:


آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr(masîru).: Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bakara 2/285)

Ancak genel olan SÜNNeTuLLahın, Fiiliyatta ve Şe’ÂNuLLahta MekÂN ve zamÂN içinde Uygulanışında her peygamberin SüNNeT farkı vardır ve farklıdır ve birbirinin aynısı değildir:

وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِمَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّينَ عَلَى بَعْضٍ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
Resim---Ve rabbuke a’lemu bi men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve lekad faddalnâ ba’dan nebiyyîne alâ ba’dın ve âteynâ dâvude zebûrâ(zebûren).: Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun, biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık ve Davud'a da Zebur verdik.” (İsrâ 17/55)

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ
مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Resim---Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).: İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır. (Bakara 2/253)

ALLAhu zü’l- CeLÂL’in bu takdim-önceliği tercihi-uygulaması şüphesiz Muradullahtır ve Kur'ân-ı Kerimde bildirmiştir Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için bakınız buyrulana:

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى
Resim---Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ.: Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.” (Necm, 53/9)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).: (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.(Enbiyâ 21/107)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ma'sumdur!. Mukaddem-geçmiş ve Muahhar-gelecek günah ve zellesinin mağfiret olunduğu ve olacağı Kur'ân-ı Kerimde bildirilmiştir:

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا
Resim---Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ: Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını mağfiret etsin ve sana ni'metini tamamlasın ve seni Sıratı Mustakîm'e ulaştırsın diye.” (Fetih 48/2)


Kıdem: Öncelik ve eskilik. Evveli bulunmamak. Ezeli olmak. Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak. Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu..
TakdiM: (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak. Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak. Değerli, üstün..
MuKaDDeM: Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan. Değerli, üstün olan..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
116- MuKaDDeS sallallahu aleyhi ve sellem:

Hiçbir AKLın alamayacağı kadar, her türlü kusur, ayıp, noksan ve benzetmelerden uzak kılınmış, lekesiz ve tertemiz olan ve ÜMMetini de etmekle görevlnedirilen el Kuddûs esmâsına Mazhar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Kuds: Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
Kudsî: (Kuds. dan) Mukaddes, kutsal, muazzez.
Kudsiyyet: Kudsilik, mukaddeslik, azizlik. Temizlik, paklık.
Takdis: Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (celle celâluhu) şükretmek.
Mukaddes: (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsî.

El Kuddûsü:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
117- MuKaFFîn sallallahu aleyhi ve sellem:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ki;
Kur'ân-ı Kerimde kendisine dosdoğru İZLemesi İstenip-EMRedilen ve tümm nebîlerin de İZlediği Sırat-ı Müstakime mutlaka tâbi olup SON-UÇu Hatmeden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, MuKaFFîn sallallahu aleyhi ve sellemdir..


Kafî: Birine uyup peşinden giden.
Kafiye: Tâbi olan şey. Herşeyin son tarafı. Edb: Manzum yazılan satırların ses bakımından sonlarının aynı olması. (Yaman, duman, saman... gibi.)
Mukaffa: Kafiyeli, kafiyelenmiş. Birbirini tâkib eden.
Mukaffî: Resul-i Ekremin (aleyhi's-selâm) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)


Kur'ân-ı Kerimimizde;

ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:

(Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)

الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh (karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm (azîmun) : Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.” (Âl-İ İmrân 3/172)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne) : Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

Allah'ın Resûlüne Tâbi Olun!:

(Bakara 2/143) (Âl-i İmrân 3/20, 31, 53) (A'RAF 7/158) (Enfâl 8/ 64) (Yûsuf 12/108) (Şuara 26/215)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---“Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean (menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg (belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd (ibâdi): Eğer seninle çekişip tartışırlarsa, de ki : "Ben, bana uyanlarla (tâbi olarak-teslimiyetle) birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Âl-i İmrân 3/20)

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun) : De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
“Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn (şâhidîne) : 'Ey Rabbimiz! Biz senin indirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Bizi şahitlerle birlikte yaz!' (Âl-i İmrân 3/53)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A'râf 7/158)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Yâ eyyuhennebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne) : Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.” (Enfâl 8/64)

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) : (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne) : Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.” (Şuara 26/215)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
118- MuKîMü’s- SÜNNET sallallahu aleyhi ve sellem:

EL Mukîm celle celâluhu esmâsının ki, SüNNetuLLAH’ın-ÂdetuLLah’ın Mazharı-Zuhur NOKTAsı, Kâim Kılıcı ve Kıyam KemÂLi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

EL Mukîm celle celâluhu:
Her şeyi, her zaman ve her HÂLde ayakta tutan, devam ettiren ve kayyumiyet sırrıyla bir an bile hiç bir şeyden alâkasız olmayan ALLAH celle celâluhu..


Kâim: Ayakta duran. Mevcut. Baki. Vaktini ibadetle geçiren.
İkâme Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
Mukîm: İkamet eden. Ayakta duran. Okuyan. Bir memlekette devamlı duran.
SüNNet: Kanun, yol, âdet. Siret-i hasene. Istilahta: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı Nebevî de denir.


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim ---Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Â-i İmrÂN 31)

Âyetinde i'cazlı bir iycâz/ Az söyle çok şey anlatmak vardır. Çünkü: Çok cümleler, bu üç cümlenin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: "Allah'a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah'ı seveceksiniz. Mâdem Allah'ı seversiniz, Allah'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah'ın sevdiği zata benzemelisiniz. Ona benzemek ise, Ona ittiba etmektir. Ne vakit Ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allahı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin." İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki: İnsan için en mühim âli maksat, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu âyetin nassıyla gösteriyor ki; o matlab-ı âlânın yolu, Habibullah'a ittibadır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidadır...L.)

Resül-i Ekrem aleyhi's-selâm’ın Sünnet-i Seniyyesinin menba’ı-kaynağı üçtür:
Akvali-SÖZLeri,
Ef'ali-FiiLLeri,
Ahvâli-HÂLLeridir.


Bu üç kısım dahi üç kısımdır:
Ferâiz-FarzLar,
Nevâfil-Nafileler,
Âdât-ı hasenesi- Güzel âdetleridir.


Farz ve Vâcib kısmında ittibaa/tâbi olmak mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab/Şiddetli azab, eziyet, ceza vardır. Herkes ona ittibaa mükellef/bir şeyi yapmağa mecbur olan vazifelidir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî/bağış olarak arzulama ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat, terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azim sevablar var; ve tağyir ve tebdili, bid'a ve dalâlettir ve büyük hatâdır. Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev'iyye ve içtimaiyye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir. Çünkü: Herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ı hayatiye bulunduğu gibi, mutâbaat etmekle o âdâb ve âdetler, ibadet hükmüne geçer. Evet mâdem dost ve düşmanın ittifakıyle Zât-ı Ahmediye (aleyhi's-selâm) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve mâdem bil-ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve mâdem binler mu'cizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehâdetiyle ve mübelliği ve tercüman olduğu Kur'ân-ı Hakimin hakaikının tasdikıyla, en mükemmel bir İnsan-ı Kâmil ve bir Mürşid-i Ekmeldir. Ve mâdem semere-i ittibaiyle milyonlar ehl-i kemâl, meratib-i kemalâtta terakki edip saâdet-i dâreyne vasıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve tâkib edilecek en sağlam rehberlerdir. Ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki: Bu ittiba-ı sünnette hissesi ziyâde ola. Sünnete ittiba etmiyen, tembellik eder ise, hasâret-i azime; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azime; tekzibini işmam eden/kibirden dolayı başı dik yürüyenin tenkidi ise, dalâlet-i azimedir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »


Resim
119- MuKTeFiN sallallahu aleyhi ve sellem:

MuKTeFiN sallallahu aleyhi ve sellem:
ALLAHu zü’l- CeLÂL’e KULLukta; görevli, lâzım, lâyık, yararlı, yeterli-kâfi, DUYulup-Uyulan, tümm nefisler için Tâbi’ olunup ardı sıra İZinden tâkib edilen, Hateme’n- Nebiyyü’l- ÜMMî Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ki; kafî olan/uyup peşinden gidilen Peygamberlerin hatemi ve Kâfi olan/ Kifayet eden yeterli olandır..


Kafî: Birine uyup peşinden giden.
Kâfi: Kifayet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.
Kifâyet: Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek. Bir işe yetecek kadar olmak. İktidar. Liyâkat. Yararlık.
İktifa: Fazla istemeyiş. Yeter bulmak. Kâfi görmek. Var olanı yeter saymak.
Muktefa: (Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş.
Muhtefî: Ardından giden. İzinden giden. İktifâ eden. Misâl alan, örnek tutan.
Muhtefin: "Kendine uyulmuş, kendisi tâkib edilmiş" meâlinde olup, Hz. Resul-i Ekreme (aleyhi's-selâm) verilen isimlerden biridir.
Muhtefin: Bu isim, kendine uyulmuş mânâsında olup cümle Enbiya ve Mürselinden sonra Hatemel Nebiyyindir demektir ve rahmetin TÜMMLeyenidir Ardından gidilmiş, gidilmekte ve gidilecek ve de kendisine uyulmuş olan Rahmetenli’l- ÂLEMîndir aleyhi's-selâm..


Resim ---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Diğer nebilere göre benim durumum şuna benzer. Güzel bir ev yapılır, ama bir kerpici eksiktir. Ziyaretçiler, evi beğenir. Yalnız "Şu boşluğa da bir kerpiç konsaydı" derler. İşte ben o kerpicim, nebîlerin sonuncusuyum.” buyurdu.
(Buharî, Müslim)

''Nebîyyi’l- Ümmîyyi''
Nebîyy nübüvveti, Hateme’n- Nebîyi âyetiyle son bulmuştur Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem’de zâhiren..

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim ---Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm ve lakir rasulellahi ve hatemen nebîyyin ve kanellahü bi külli şey'in alima: Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve Peygamberin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor”'' (Ahzâb 33/40)

El Kâfî ALLAH celle celâluhu esmasına mazhar/masdar-yansımaıdır MuKTeFiN sallallahu aleyhi ve sellem ism-i şerifi..

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim ---Ve tevekkel alâllâh (alâllâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen): ALLAH'a güven. Vekil olarak ALLAH yeter." (Ahzâb33/3)

El Kâfî:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

120-) MuSaDDıK sallallahu aleyhi ve sellem:]

MuSaDDıK sallallahu aleyhi ve sellem:
Sözlerinin doğruluğu ALLAH celle celâluhu tarafından tasdik edilmiş, ümmetini cennet gibi yüce emellere kavuşturan ve bunun için ricâcı-duâcı olan, kendisinden önce gelen peygamberleri tasdik eden, sıdkına güvenilen ve el AHAD ALLAH celle celâluhuyu tasdik edici ve insanları ALLAHu zü’L- CeLÂL’i tasdike çağırmakla görevli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, bu âleme teşrifinden önce Semavî Kitaplarda nübüvveti ve risâleti, doğru sözlü olacağı beyân olunmuştur. ALLAHu zü’L- CeLÂL de onu doğrulamıştır;


وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
“Ve mâ yentıku ani’l- hevâ.: Ve o, hevâsından (kendiliğinden) konuşmaz.” (Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
“İn huve illâ vahyun yûhâ.: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (Necm 53/4)

ALLAH celle celâlihu, Kur’ÂN-ı Kerîm’de Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in daha önceki kitapları doğrulayıp tasdik edişine şöyle işâret eder.:


وَلَمَّا جَاءهُمْ رَسُولٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَرِيقٌ مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ كِتَابَ اللّهِ وَرَاء ظُهُورِهِمْ كَأَنَّهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ
“Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi MUSADDİkun limâ meahum nebeze ferîkun minellezîne ûtû’l- kitâb (kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve onlara ALLAH'ın katından yanlarındaki (Kitab'ı) tasdik eden (doğrulayan) bir RESÛL geldiği zaman, kitap verilenlerden bir kısmı, sanki bilmiyorlarmış gibi, ALLAH'ın KİTAB'ını arkalarına attılar.” (Bakara 2/101) ()

Es Sâdiku.:
Resim

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, es SÂDIK olan ALLAHu zü’L- CeLÂL’i tasdik eden ve Tasdike çağırıcı aleyhi's-selâm..
Kur'ÂN-ı Kerimde ise;

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
"Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed (ahmedu), fe lemmâ câehum bi’l- beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn (mubînun).: Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı-musaddık ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler" (Saff 61/6)

Sıdk: Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. Ahdinde sâbit olmak. Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. Kalb temizliği
Sıdk-u cÂNÂN: Kalblerin Hakk'a sâdık oluşu, sadakatlı.
Sıdk-u Derun: Kalb temizliği.
Sıdk-u Silm: Doğruluk ve selâmetlik içinde oluş.
Sâdık: Doğru, hakikatli, sadakatlı, dürüst.
Sadakat: (Sıdk. dan) Dostluk. Bir kimseye ALLAH (celle celâluhu) için kalbden bağlılık, kalbi ve samimi doğrulukla olan dostluk. Dostlukta sebat, vefadarlık.
Tadik: Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak
Musaddık: Tasdik eden. İmzalayan. Doğruluğunu kabul eden.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

121- MuSaHHiHu’l- HaSeNâT sallallahu aleyhi ve sellem:

MuSaHHiHu’l- HaSeNâT sallallahu aleyhi ve sellem:
Yanlışı, kötüyü, bâtılı, şerr olan çirkinlikleri -> iyi, dogru, hak ve hayra çevirten güzelliklerle düzeltici Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Sahih: Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele. Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
Sahihan: Doğru olarak, cidden, hakikaten, gerçekten.
Musahhih: Tashih eden. Yanlışları düzeltici..
HaSeNâT: Güzellikler. İyi ameller. İyilikler.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

122- MuSLiH sallallahu aleyhi ve sellem:
İnsanları ıslah eden, iyileştiren, terbiye eden, Hakikat lutfuna ulaştıran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Sulh: Barış. Uyuşma. Muharebeyi terk için anlaşma. Rahatlık.
Islah: İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek. ASLına ulaştırmak.
MuSLiHun: (Muslihîn) Islah edenler. Düzeltip iyileştirenler. Terbiyeciler.


Resim

123- MuTâHHAR sallallahu aleyhi ve sellem
Zâhir ve Bâtında bütün ayıp ve kirlerden tertemiz, kudsi, pâklanmış, tâhir kılınmış ve mübârek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

Resim

124- MuTâHHiR sallallahu aleyhi ve sellem

Zâhir ve Bâtında her türlü eksik, noksan ve ayıplardan temizlenmiş ve kendisi de temizleyici kılınmış Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..


Tâhir: Temiz. Pâk. Abdesti bozacak veya guslü icab ettirecek şeylerden birisiyle özürlü olmayan.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim125- MüBeLLiĞ sallallahu aleyhi ve sellem:

MüBeLLiĞ: ALLAHu zü'L- CeLÂL'in EMİRLerini Tebliğ eden. Bildiren. Duyuran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Kur'ân-ı Kerimle bildirilen Nebîliği ve Resûllüğü görevleri;

Tebliğ: Ulaştırmak. Götürmek. Bildirmek. Eriştirmek. Yetiştirme, eriştirmek.
Belağ: Eriştirme, yetiştirme. Maksada uyan güzel ifâde. Kâfi gelme, kifâyet etme. Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkat OL-AN. Hâlin gereğine uygun, hem düzgün, hem yerinde söz.

Kur'ÂN-ı Kerimde;
Belağ: (Âli Imrân 3/20 ) (Mâide 5/99 ) (Ra'd 13/40 ) (Nahl 16/35, 82 ) (Nûr 24/54 ) (Ankebût 29/18 ) (Şûrâ 42/48 ) (Ahkaf 46/35 ) (Cin 72/23 )
Beliğ: (Nisa 4/63 )
Bellağte: (Mâide 5/67 )
Ebleğu: (Cin 72/28 ) olarak geçmektedir..

Tebliğle BİLdirip Uyguladığı;
Tenzir (inzâr): sonunun fenâ olacağını haber vererek KORKUtmak, ihtarda ve îkazda bulunmak, uyarmak ve uyandırmak.
Tebşir: Uyananı CeNNetle, uyanmayanı CeheNNemle MÜJDElemek. Müjde verme, müjdeleme, muştulama. Hayır haber vermek.
Teşhid: Uyanana da uyanmayana da ŞÂHİD olmak...
Dâîyen-Munîrâ: Hakka ve Hayra Çağırıcı-Nur Saçıcı.
Hidâyet Rehberi: Hidâyete Çağırıcı.
Müzekkir: Öğütçü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 126- Beşîr sallallahu aleyhi ve sellem:

Resim127- Mübeşşir sallallahu aleyhi ve sellem:


Beşir: Müjdeli haber veren. Müjde getiren. Güler yüzlü. Hub. Cemil. Peygamberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir vasfı.
(İşte o Zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi; bir rahmet-i binihayenin kâşifi ve ilâncısı; ve Saltanat-ı Rububiyetin mehasininin dellalı, seyircisi; ve künûz-u Esma-i İlâhiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan... S.)
Beşâret: (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. Müjdeye verilen ihsan.
Tebşir: Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek.
Mübeşşer: (Beşâret. den) Tebşir olunmuş. Kendisine müjde verilmiş. İyi haberle sevindirilmiş.
Mübeşşir: İyi haber verip sevindiren. Hayırlı haber veren. Müjdeleyen.


ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Nebîsi ve Resûli/PEYGAMBERi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemin Kur'ân-ı Kerimdeki GÖREVLeri:

1-) TİLAVET-KIRAAT ETME: Kur'ÂN’ı insanlara OKUmak (tilavet - kırâat) ve tebliğ etmek.

2-) DAVET, VAAZ ETME VE ÖĞÜT VERME: İnsanları Kur'ân’a davet etmek, onlara va'z etmek ve öğüt vermek.

3-) TALİM: İnsanlara dini öğretmek (talim).
Resim

4-) TEBŞİR VE İNZÂR: İnsanları uyarmak ve müjdelemek (tebşîr ve inzâr):
“Tebşir”; ödül va’d ederek insanları, iman ve sâlih amellere teşvik etmek, iman edip sâlih ameller işleyenleri Allah’ın nimeti ve cenneti ile müjdelemektir.
“İnzâr” ise, ilahî ceza olduğunu bildirerek inkar ve isyan olan inanç, söz, fiiller ve davranışlardan sakındırmaktır. Peygamberimiz (aleyhi’s-selâm) Kur'ân’da “beşîr”, “mübeşşir” ve “nezîr” olarak da nitelenmiştir:


يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren): Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
(Ahzâb 33/45)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Biz seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar.
(Sebe 34/28)

Peygamber (aleyhi’s-selâm), îman edip sâlih amel işleyenleri cennet ve nimetleriyle müjdeler:

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl(kablu) ve utû bihî muteşâbihâ(muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! O cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: Bundan önce dünyada bize verilenlerdendir bu, derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedî kalıcılardır.
(Bakara, 2/25)

Kâfirleri,
وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilân nâsi yevmel haccıl ekberi ennallâhe berîun minel muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm(elîmin).: Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de... Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azabla müjdele.
(Tevbe 9/3)

Münafıkları,
بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---"Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).: Münafıklara, kendileri için acı bir azap olduğunu müjdele!
(Nisâ 4/138)

Ve dini görevini yapmayanları azabla uyarır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّ كَثِيرًا مِّنَ الأَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû inne kesîran minel ahbâri ver ruhbâni le ye'kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).: Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!
(Tevbe 9/34)

Resim

5-) TEZKİYE: Bu, Peygamberin insanları tevhide (Allah’ı bir olarak kabul etmeye) davet ederek, onları şirk (Allah’a ortaklar koşma), inkâr ve isyandan kurtarmaya vesile olma görevidir.

6-) ŞâHİD OLMA: Bu, peygamberin dünyada; Kur’ân-ı Kerim hükümlerini tatbik ederek insanlara gösterme, kıyamet günü ise, mü’minlere ve diğer ümmetlerin şâhidlerine tanıklık etme görevidir.

7-) EMR-İ Bİ’L MA’RUF VE NEHY-İ AN’İL MÜNKER: Bu, İslâm’a ve akl-ı selime uygun olan iyi, güzel ve faydalı şeyleri emretme ve insanları İslâm’ın ve akl-ı selimin iyi, güzel ve faydalı görmediği, çirkin kabul ettiği şeylerden men etme görevidir.

8 -) CİHAD VE KITÂL: “Cihâd”, İslâm’ın bilinmesi, tanınması ve yaşanması için çalışma; “kıtâl” ise gerektiğinde İslâm düşmanlarıyla sallallahu aleyhi ve sellem aşma görevidir.

9-) HÜDÂ: Bu, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in, Allah’ın izni ile insanlara doğru yolu gösterme görevidir.

10-) TEBYÎN: Bu, Kur’ân-ı Kerim hükümlerini açıklama ve dinî konularda hüküm verme görevidir. Kur’ân-ı Kerim hükümlerini, sözlü ve uygulamalı olarak açıklamak peygamberin temel görevidir ki:

A-) Kur’ân-ı Kerim’de var olan hükümleri sözlü olarak teyit etmek.
B-) Kur’ân-ı Kerim’ı tefsir etmek.
C-) Kur’ân’ın genel hükümlü âyetlerini tahsis etmek.
D-) Kur’ân-ı Kerim’ın mutlak hükümlerini takyid etmek.
E-) Kur’ân-ı Kerim’ın mücmel âyetlerini açıklamak.
F-) Kur’ân-ı Kerim’ın müphem âyetlerini açıklığa kavuşturmak.
G-) Kur’ân-ı Kerim’ın müşkül âyetlerini izah etmek.
H-) Helâl ve haram bildirmek.
İ-) ÜSVE-İ HASENE: Bu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem’in söz, fiil ve davranışlarıyla insanlara örnek olma görevidir.


Resim

Resim 14. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :
Cevheratül-Esrar ismiyle anılan bu salâvât Ahmed er Rufaî Hazretlerine ait evraddır.
Samimiyetle devamında pek çok sırların seyrine ulaşılacağı önemle bildirilmiştir.


Resim

TÜRKÇESİ: Allâhümme salli ve sellim bârik alâ nurikel esbak Resim Ve sıraâtikel muhakkak Resim Ellezi ebreztehu rahmeten ResimŞâmileten livucudike Resim Ve ekremtehu bi şuhudike Resim Ves tafeytehu linübüvvetike ve risâletike Resim Ve erseltehu BEŞİRÂN ve nezirâ Resim Ve dâiyen ilallahi biiznihi ve sirâcen münira Resim Noktati merkezi bâid dâiretil evveliyyeti Resim Ve sirri esrâril elifil kutbaniyyeti Resim Ellezi fetakte bihi ratkal vucudi Resim Ve hassastehu bi eşrafil makâmâti bi mevâhibil imtinân Resim Vel makâmil mahmud Resim Ve âksetme bihayâtihi fi kitâbikel meşhuri li ehlil keşfi veşşuhud Fehüve sirrukel kadimüssâri Ve mâi cevheril cevheriyyetil câri Resim Ellezi ahyeyte bihil mevcudâti min ma’denin ve hayevânin ve nebâtin Resim Kalbil kulubi Resim Ve ruhil ervâhi Resim Ve i'lâmil kelimâtit tayyibât Resim El’kalemil alâ Resim Vel arşil muhit Resim Ruhi cesedil kevneyni Resim Ve berzehil bahreyni Resim Ve sâniye isteyni Resim Ve fahril kevneyni ebil Kasım ebittayyib seyyidinâ Muhammed ibni Abdillah ibni Abdil muttalib abdike ve nebiyyike ve habibike ve rasulike ennebbiyyil ümmiyi ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim teslimen kesira bi kaderi azameti zâtike fikülli vaktin vehinin Resim Subhane rabbike rabbil izzeti amma yesifun ve selâmün alel mürselin vel hamdulillahi rabbil âlemin.

MÂNÂSI: Ey Rabbim, önceki nûrun olan, Kendi mevcudiyetin sebebiyle, kapsayıcı bir rahmet olarak ortaya çıkardığın; Kendini müşâhede ettirerek keremlendirdiğin; Nebiliğine ve Resûllüğüne seçtiğin; müjdeci, uyarıcı olarak gönderdiğin; Kendi izniyle Allah'a bir çağırıcı ve nûruyla aydınlatan bir kandil, ilk "" dâiresinin merkezdeki noktası, kutup "elif"inin sırlarının sırrı kıldığın; varlık çemberini kendisiyle yardığın; en güzel mevhibeleri vererek en şerefli makamları, Makâm-u Mahmûd'u kendisine mahsûs kıldığın; ehl-u keşfe ve şuhûda malûm kitabında hayatına kasem ettiğin; kadîm sırrın ki sârî; cevherlerin cevheri bir "su" ki câri; ki bu suyla Sen maden, hayvan ve bitki gibi mevcûdâta can verdin; kalplerin kalbidir o, ruhların ruhu; hoş kelimeleri yayan; en yüce kalemdir; kuşatan bir Arş, iki kevnin bedenindeki ruhtur; iki deniz arasındaki aşılmaz berzah; ikinin ikincisi; iki kevnin de medârı iftihârı; Ebu'l-Kâsım, Ebu't-Tayyib; Seyyidimiz, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib (sallallahu aleyhi ve sellem), Senin kulun, nebin, sevgilin, resûlün, ümmî olan nebin, işte ona, onun âline, ashâbına çokça, her zaman ve anda Kendi zâtının azameti miktarınca salât ve selâm ediver, onu mübârek kıl! Rabbin işte O azîz olan Rabbin, inkarcıların vasfettiklerinden münezzehtir!. Resûllere de selâm olsun. İşte o hamd ki âlemlerin Rabbine mahsustur!.


ve erseltehu beşîran ve neziran”:

Yâ RABBi'l-Âlemîn Sen O’nu irsal ettin. Rasûl olarak gönderdin. İrsâliyetçi. Getirici götürücü gibi yâni. Rasûliyyetin karşılığı Elçi vs. değildir ne elçisi?.
Elçi sananlar, buraya haber bıraktı gitti sananlar çok postacı bekleyecekler daha. Öyle şey yok!.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem;
beşîran ve neziran” bizi “Lâ ilâhe” de nezir “İllâ ALLAH” ta Beşîrdir.
Lâ ilâhe” de nezir nezredici, uyarıcı, uyandırıcı, ayıktırıcı.
İllâ ALLAH” ta Beşîr, Rubûbiyyet şâhidliğini bile olarak yaşamaktır Beşîr.
Herkes kendisi: “Vay be benim âletteki ceryanda Keban’danmış!”
Buzdolabı diyor: “benimki de oradanmış
Fırın diyor: “benimki de oradan”, lamba diyor “benimki de oradan”, herkes diyor “benimki de oradan”, aynı yerdenmiş.
Biz zannediyorduk herkesin RABB'ı var.
“Herkesin RABB'ı var da, bir tâne RaBBu’l- ÂLEMînmiş.. gibi.
Beşîriyete gider. Beşerata gider. Beşer de budur zâten.
Ne demektir beşer?
Rubûbiyyet şuhûdunu kendine çekti mi beşer olur.
Ama Beşîr ne demek?
RABB'a çekti mi Beşîr olur. Beşîr olur ki, TEKtir ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemdir ki, SONsuz-SINIRsız İLMuLLAHça es SeLÂM Olsun!..


Resim MMM MuHABBetLerimLe..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim 128- Mübîn sallallahu aleyhi ve sellem:

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in İslâm Dinini beyÂN eden/Açık, âşıkâr, ayân kılan; açıklayıp izâh eden; Hakkı hakkınca beyân ve izhar eden. Hakkı-bâtılı ve hayrı-şeri bildiren, açık ve besbelli olan, ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL’in Nebîsi olarak; beyyine, hüccet, delillerini Kullarına sunan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem..

Açık ve zâhir olmak, açıklamak ve izah etmek anlamlarındaki "b-y-n" kökünden türeyen "ebane" fiilinin ism-i faili olan mübîn açık, vâzıh, âşikâr; açıklayan, beyan eden, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hayrı şerden ayıran, açık, anlaşılır, âşikâr ve belli kılan demektir.

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in sıfatı olarak mübîn, varlığı gizli olmayan, apaçık olan, hakkı ızhar eden, gerçeği beyan eden demektir..
El Mübîn celle celâluhu ‘nun zâhir tecellî AYNası/MübîN olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

129- MüCîB sallallahu aleyhi ve sellem:


EL MüCîB celle celâlihu Esmasının Kevniyet Mazharı-Menbağı-Menşei; İlk OLAN ve âLemlerin OLuşmasında Rahmettenli’l- ÂLEMîn olup VARlığı Lâzım gelen, kendisinden sorulanlara en doğru icâbet eden, iş ve suali cevaplandıran Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

El Mücîbü:
Resim

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.(Enbiyâ 21/107)


MüCîB: (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
MüCîB: (Cevab. dan) İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevaplandıran.
İcâbet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.


Resim

130- MüCâB sallallahu aleyhi ve sellem:

Kevniyette; OLÂN KüLLî ŞEY’in İcâdın İcâbı, OLÂN OLmazsa OLmazı, İlk ŞEY’i, İlk Noktası, İlk NÛRu, Duâ edeni kabul görüp cevâb vereni, “KÛN”un “feyeKÛN”u Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn(âlemîne): (Rasûlum!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.(Enbiyâ 21/107)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ın yarattığı şeylerin ilki, benim nûrumdur.” buyurdu.
(Aclûnî, Keşfü’l- Hafâ 1, 309, 311, 827, İmam Suyutî, Kastalanî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evvelu mâ halakallâhu nûra nebiyyike yâ Câbir: ALLAH Teâlâ herşeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu yarattı ey Câbir!”
(Câbir bin Abdillah tarikiyle Abdürrezzak’tan; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:205, 2:129.)

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’in Rahmetenli’l-âlemin Denizi’nde her varlığın damla oluşu.
Nûrullah, Nûr-u Mîm, Nûr-u MuhaMMed SıRRı…


وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin :(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”
(Enbiyâ 21/107)

Her insan için bir kez görünen biçimin ilk maddesi, Büyük Rûh’udur!

Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Evvelü mâ halakallahu nûrî, evvelü mâ halakallahu kâlemü, evvelü mâ halakallahu’l-akl:ALLAH’ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur, ALLAH’ın ilk yarattığı şey kâlemdir, ALLAH’ın ilk yarattığı şey akıldır.”
(İ.Ahmed V/317; Keşfül Hâfâ I/311 (823,824,827); Hilyetül Evliyâ III-318)


Mucâb: Cevabı verilmiş olan. Kabul cevabı almış olan. * Duası, istediği kabul edilen.
İcâb: Lâzım. Lâyık.Lüzum. Gerekli. Sebeb olmak.
Kevniyet: Mevcudat, varlıklar. Vücuda gelmeler.


Resim

131- MüCTeBâ sallallahu aleyhi ve sellem:

Kevniyette; KâiNâtın ŞeÂNuLLahta her AN yeniden Oluşumunda ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Seçtiği Mevcudâtın ANA değeri, Nebiyyü’l- ÜMMîsi Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

MüCTeBâ: Seçilmiş. Kıymetli, ihtiyar olunmuş.
İctibâ: Seçmek. İhtiyar ve intihâb etmek. Seçkin bir şeyi almak.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

132- MüDDeSiR sallallahu aleyhi ve sellem:

Zâhir-Bâtın Zâtına Mahsus, örtünen, bürünen, gizlenen Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem...

Kur'an-ı Kerim'in Mekkî, 74.cü Sûresi olan MüDDeSiR Sûresinde Peygamberimiz Resul-i Ekreme (aleyhisselâm) "Ey müddessir!" diye hitâb vardır.

يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ
Resim---Yâ eyyuhe’l muddessir (muddessiru).: Ey bürünüp örtünen,” (Müddesir 74/1)


el muddessir: disarını giymiş olan, esvabını giymiş olan, esvabına bürünmüş olan.


"Ey, örtüsüne bürünen!"
Müddessir kelimesinin aslı, mütedessir olup "disâr" denilen örtüye bürünen demektir. Disâr; entari, cübbe, kaftan, ihram gibi "şiâr"ın üstüne giyilen veya örtülen dış giysi veya bürgü demektir. Şiâr ise gömlek, don, peştemal gibi vücuda değen iç çamaşırıdır.
Müzzemmil Sûresi'nde de geçtiği üzere denilmiştir ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem)'in büründüğü disâr, bir kadife idi.
İkrime'nin açıklamasına göre, "Peygamberlik ve nefsi olgunluklara bürünüp giyinmiş olan" demektir. Bu mânâlarla bu hitap Müzzemmil gibi Peygamberliğin ilk duyurulmasında şöyle bir kinaye ile uyanık olmaya daveti hissettirir: Ey o bürünen, ey o kendisine verilmiş olan hakikatı halkın bakış ve görüşünden gizlemeye çalışan Muhammed! O bürünmek, uyumak, rahat etmek zamanı geçti. Uyanmak, görünmek, o hakikatı açıklamak, zahmetler çekmek, sıkıntılara katlanmak, halka doğruyu göstermek, etrafı temizlemek için yükümlülükler ve ağır yükler yüklenerek büyük bir kararlılıkla kalkıp hareket etmek zamanı geldi.
(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır)



Resim

133- MüHDi sallallahu aleyhi ve sellem:

Hediye veren, Hediye gönderen, İhda eden, Hidayete vesile olup getiren, Mehdi, Mürşid, Muvaffak, Risâlet ve nübüvveti bütün âlemlere rahmet ve saadet sebebi olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın bütün âlemlere hediye ve atiyyesi, El Hâdî İsminin Muhdî Mazharı Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

El Hâdî : İnsan sûretinde halkedilip, aklı olup, hür olup da özgür iradesini kullanma rüşdüne (bedenî, aklî, nefsî, kalbî ve de ruhî) eren kullarına nebîler gönderip, nakli sunup, açıklatıp ve uygulatıp, salahı ve felahı emredip, sapıklıktan sakındırıp, hakkı ve hayrı ilham edip öğreten, inanmayı tercih edenler için hidâyetini halkeden-, lütufla ve güzellikle yol gösteren, hayra erdiren, murâda yaklaştıran, doğru yola davet eden, her mahluku, kemâlâtı, bekâsı ve vücudunun idâmesi hususunda gerekli olan hususlara yönelten ve ömür boyunca hakta ve hayırda kılavuzluk eden ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL

Hüdâ, hedy, hidâyet (doğru yolu bulmak, yol göstermek, rehberlik etmek) kökünden türeyen sıfat isimdir.
Hâde : Dalâletten uzaklaşmak ve hidâyete gelmek.
Tehevvede : Hidâyete gelip salih amel işlemek..


El Hâdî : Hidâyet yolunu gösteren ve hidâyete doğruluğa eriştiren. Kullarını; Emrullahla Muradullaha ulaştıran. Kullarına kulluk imtihanında gerekli, lâzım ve lâyık olan maddî-mânevî imkanlar bahşedip sıla yollarını da gösteren, dalâletten uzaklaştırıp hidâyette kılıcı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

ZÂTuLLAH -> KeLÂMuLLAH -> ReSûLULLAH -> ABDuLLAH.. YOLUdur HidâyetULLAH..
Rabbu’l- âlemîn SÖZÜ ve Rahmetenli’l- âlemîn SESİ olan Kur'ân-ı Kerimimiz, her ÂN ŞeÂNuLLAHta Dipdiri hidâyet YOLUmuzdur elhamdulillahi!.

Resim

Resim

134- MüHeyMiN sallallahu aleyhi ve sellem

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in El Müheyminu isminin mazharı, Mü'min, Hazır, Sâdık, Hâfız, Hıfz edici, Koruyucu, Gözetici ve Meymenetli olan Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

El Müheyminü:
Resim

MuhaMMedî Âşıkların duasından olan -> "el Aman Yâ RABBi!..." " Heyaman" ile ilgili esmâ denilmiştir.

Heymene alâ kezâ : Hükmü altına ve kontrolüne geçirip gözeticisi ve koruyucusu olmak.

El Müheyminu : Korku ve hüzünden emanda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

135- MüNCî SaLLallahu aleyhi ve seLLem:
MüNCî sallallahu aleyhi ve sellem: İncâ eden, kurtaran, necat veren, Âdemoğlunu gaflet gazabından ve kulluk azâbından kurtarıp dünyâ ve âhiret sevÂBına ULAŞtıran Saadet SeBeBimiz Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..

.
Resim

136- MüNeCCin SaLLallahu aleyhi ve seLLem

Müneccin sallallahu aleyhi ve sellem: KuLLuk Kereminde Mutlak Halaskâr, Kerîm Kurtarıcı-Kurtuluşa SeBeB-SonUÇ Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem..


İncâ: Kurtarma, necâta erdirme, selâmete çıkarma.
Necâ: Halâs olmak, kurtulmak.
Nâci: Kurtulan. Necât bulan.
Nâciyye: Kurtulmuş, necât bulmuş. Cennetlik olan.
Necât: Kurtuluş, selâmet.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

137- MüCîB SaLLallahu aleyhi ve seLLem :

ALLAH-U zÜ'L-CELÂL’in El Mücîbü celle celâlihu esmâsının mutlak mazharı, MevcÛDâtın Varlık sebebe, lâzımı,lâyıkı, gereği ve icâbı olan ve, ÜMMetinin RABB’ımıza DÖNüşte Raziyyeten-Merziyyeten Rızâ Rehberimiz ve Hayatta; her yerde her ÂN her HÂL ve her Nefeste ALLAH-U zÜ'L-CELÂL’e SALL-ULAŞım SON-Uçumuz Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

El Mücîbü celle celâlihu: İcâb eden, lâzım gelen; icâbını, gereğini ve uygununu yapan. Kullarının dua ve dileklere icâbet eden, yalvaranların isteklerini veren, duâlarını kabul eden, karşılık veren, lâzım ve lâyıkını yerine lûtfen getiren ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Resim--- ''Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).: Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm-icâbet ederim. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara 2/186)


Ecebe: Soruya ve isteğe cevâb vermek ve karşılamak.
İstecâbe: Cevâb vermek.
Cevâb: Karşılık. Cevâb.
MucîB: (Cevâb. dan) İcâbet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevâplandıran.
MuciB: (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebeb olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.
İcâb: Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
İcâbî: Müsbet. İcâba âit, icâba dair. * Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
İcâbet: Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
İcâbetgâh: f. Kabul etme yeri.


İslâm Dinimizde KULLuğun temeli DUÂdır..
DUÂlarımızın İSÂLe Hattı HabibuLLAH SaLLallahu aleyhi ve seLLemdir..
Ve tek Temenni ise ALLAH-U zÜ'L-CELÂL’imizin İCâBetidir çünkü O; DuÂlarla yalvaranın duasını işiten ve dualara İCâBet eden-Cevâb veren el-Mucîb ALLAH celle celâlihudur!

El Mücîbü:
Resim

Kur'ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü'L CeLÂL Buyruğuyla DUÂmıza İcâbet:

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَامًا
Resim---Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ (lizâmen).: De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkân 25/77)

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Resim---Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh (hufyeten), innehu lâ yuhıbbu’l- mu'tedîn (mu'tedîne).: Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.” (A'râf 7/55)

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Resim---Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bi’l- gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînete’l- hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ (furutan).: Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf 18/28)

تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---Tetecâfâ cunûbuhum ani’l- medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Secde 32/16)

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ
Resim---Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn (dâhırîne).: Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mü'min 40/60)

هُوَ الْحَيُّ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---Huve'l- hayyu lâ ilâhe illâ huve fed’ûhu muhlisîne lehud dîn (dîne), el hamdu lillâhi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun.” (Mü'min 40/65)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim--- "Emmen yucîbu'l- mudtarra izâ deâhu ve yekşifu's- sûe ve yec’alukum hulefâe'l- ard (ardı), e ilâhun meallâh (meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn (tezekkerûne).: Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)

Ve Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem DİLinde DUÂ:

Resim--- Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Denildi ki: "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! En ziyade icâbete/kabule mazhar olan dua hangisidir?"
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!" diye cevap verdi."
(Tirmizî, Deavât, 80. Hadis no: 3494.)


Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Duâ, ibadetin özüdür, iliğidir." buyurdu.
(Tirmizî, Deavât, 2.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah'ın fazlından isteyin, zirâ Allah istenmesini sever." buyurdu.
(Tirmizî, Deavât, 126.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur." buyurdu.
(Tirmizî, Deavât,1; İbn Mace, Dua, 1.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Kime dua kapısı açılmışsa ona rahmet kapıları açılmış demektir." buyurdu.
(Tirmizî, Deavât, 112.)

Resim--- Hz. Ebû Hüreyre (radiyallahu anhu)'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte, Rabbimizin her gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına nüzul edip "Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim; yok mu benden isteyen, ona vereyim; yok mu benden bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım"
(Tirmizî, Deavât, 80.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

138-NûR sallallahu aleyhi ve sellem:


ALLAHu zü’L- CeLÂL’in en NÛR celle celâlihu Esmâsının Masdarı ve Mazharı, kendi görünen ve görünmeyeni görmeyi sağlayan... Eşyânın hakikâti, aklın aslı, Kur'ân-ı Kerîm'in sırrı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in mâhiyeti, sistemin nüvesi, İlm-i İlâhînin Tecelli Tezgâhı Nurlu peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

En Nûr:

Resim

Resim

139-MüNîR sallallahu aleyhi ve sellem:

Âlemleri ve müminleri nurlandırıcı, nur saçan El Münîr celle celâlihuTecelli Tezgâhı Nurlu peygamberi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

El Münîr:
Resim

Zât–Sıfat–Esmâ–Eşyâ Şeceresinin ASLI ve Astarı;
ALLAHu zü’l- CELÂL’in varından var ettiği NûRudur.
"ALLAH VAR idi..."
Söz bitti, nokta..
Yokluk vs. yoktu ki "ALLAH yoktan var etti." diyebilesin.
Doğru olan söz ise "ALLAH, mevcudat yok iken Mutlak Kudretiyle Nûrundan var etti." dir..

Resim

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NûrUS SEMÂVÂTİ VEL ARD(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. ALLAH, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. ALLAH insanlar için örnekler verir. ALLAH, her şeyi bilendir.(Nûr 24/35)

Nûr; insanın basar-dış görüş ve basireti-iç görüş için şart olan NÛRLu görüşü sağlayan ilâhî ihsândır.
Nûr; kendi görünen ve görünmeyeni görmeyi sağlayan... Eşyânın hakikâti, aklın aslı, Kur'ân-ı Kerîm'in sırrı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in mâhiyeti, sistemin nüvesi, ilm-i ilâhînin tecellîsî.

ALLAHu zü’L- CeLÂL KüLLî ŞEY’i Nûrlandıran; varlıkları aydınlatan ve nûr veren; Nun'un kendisidir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, bu dünyada, bütün karanlıkları giderecek, nurlu İslam Dini içinde yaşayanları kıyamet günü asıl nura kavuşturacak Rıza Resûlüdür..

يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Resim---Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrahu ve lev kerihe’l- kâfirûn (kâfirûne).: Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe 9/32)


Nûr: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber. Zulmeti def eden, şule, ışık.
Münîr: Nurlandıran, nur veren, ziya veren, ışık veren, parlak.
Nûr-u İman: İman nuru. Kur'an ve kâinat hakikatlarının görünmesine ve bulunmasına vesile olan imanın mânevi nuru.
Nûr-u Mübîn: Mübin olan nur. Aşikâr ve açıklayıcı olan ve hak ile batılı ayıran nur. Bilhassa iman ve Kur'an ilminin mânevi nuru.
Nâra: Bir şey parlamak. Aydın olmak.
Nevvera: Bir şey aydın olmak.
Tenevvera: Aydın olmak.
İstenâra: Parlamak.
Enver: Daha nûrlu. Güzel ve hoş.
Menâr: Işık yeri. Işık.
Nâr: Ateş. Cehennem. Görüş.
Nûr: Nûr, aydınlık, ışık.
Neyyir: Parlak. Işık veren. Aşikâr.


أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---''E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûran yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.(En’âm 6/122)

Elbette bahsedile ÇIKış, ayakla değil de ÖZ HüviYyeti Ciheti NÛRuyladır..
KUL’un Zâhiri ->Âdemiyeti, Halkiyyeti, İzâfi NÛR Sahibliği ki AKıL ve Şeriâttır-Tarikattır..
KUL’un Bâtını -> AYNî-Hasbî Hakikatı, Hakikat-ı MuhaMMediyyesi, AYNının Sabitliğe ULAŞıp Hakikî MuhaMMedî NÛR Sahibliği ki NAKiL ve Mârifettir-Hakikattır..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem namaza başlarken şöyle duâ ederdi: "Allah’ım! Bütün hamd ve övgüler Sana’dır. Sen göklerin, yerin ve içindekilerin NÛRusun.."
(Buharî, Cumâ 27; Müslim, Salâtu’l- Müsafirin 17)
Yine;
Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem mescide girerken şöyle dua ederdi: “Allah’ım!. Kabrimde ve kemiklerimde bana bir NÛR ver. NÛRumu artır. NÛRumu artır. NÛRumu artır. Bana NÛR üstüne NÛR ihsan et. Allah’ın adıyla. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlünün üzerine olsun. Allah’ım bana rahmetinin kapılarını aç!”
(Nesaî 1/90,91,92)

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim---E fe men şerahallâhu sadrahu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih (rabbihi), fe veylun li’l- kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh (zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn (mubînin).: Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.(Zümer 39/22)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

140- MüNZiR sallallahu aleyhi ve sellem:


ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, Tenzirle görevli Resûlü olarak; KuLLarını TEVHİDden uzaklaştıracak her hususta uyaran, korkutan, ihttar ve ikâz eden, mü’minlere cennet müjdesi uyarısı, âsi-fâsık-münâfık-kâfirlere cehennem korkusu uyarısı buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

Münzir: (Nezir. den) Olacak bir şeyi haber vererek korkutan, akibetin kötülüğünü bildiren. Kâfir ve münafıkların Cehennem'e gideceğini haber veren.
Tenzir (inzâr): sonunun fenâ olacağını haber vererek KORKUtmak, ihtarda ve ikazda bulunmak, uyarmak ve uyandırmak.
Nezr: Adak adamak. Fıkıhta Cenab-ı Hakk’a ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.
İnzar: Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek.
İnzarat: (İnzar. c.) İhtarlar, tenbihler.


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübârek Münzir ismi ve türevleri Kur'ÂN-ı Kerîm de peygamberlik görevi olarak şu âyet-i celîlerde geçemektedir.

1-) Tenzir olarak (nezirun-munzirun-nezir-inzâr olarak 36 yerde):
Bakara 2/6,25; En’âm 6/51;A’râf 7/184; Hûd 11/12; Ra’d 13/7; Hicr 15/89; Meryem 19/39; Enbiyâ 21/45; Hacc 22/49; Şuarâ 26/194,214; Neml 27/92; Kasas 28/46; Ankebut 29/50; Secde 32/3; Sebe’ 34/44,46; Fâtır 35/18,23; Yâsîn 36/10,11; Sad 38/4,7,65; Fussilet 41/13; Şûra 42/7; Mü’min 40/18; Ahkâf 46/9; Kaf 50/2; Necm 53/56; Kamer 54/5; Mülk 67/26; Nâziat 79/45; Gaşiye 88/21; Müddesir 74/2; Zâriyât 51/50,51..

2-) Tenzir-Tebşir (beşiren-neziren olarak 8 yerde):
Bakara 2/119; A’râf 7/188; Mâide 5/19; Hûd 11/12; İsrâ 17/105; Meryem 9/57; Furkân 25/56; Fâtır 35/24..

3-) Tenzir-Tebşir-Şâhid (2 yerde):
Ahzâb 33/45; Fetih 48/8..

إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
Resim---İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ (nezîren).: Şüphesiz, biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.(Fetih 48/8)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Münzir ismini ümmetine de koymuştur:

Resim---Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: "el-Münzir İbnu Ebî Üseyd doğduğu zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirilmişti Çocuğu kucağına aldı ve: "İsmi nedir?" diye sordu "İsmi falandır" diye ne konmuşsa söylendi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayır! bunun ismi Münzir olacak" dedi ve o gün çocuğa Münzir ismini koydu."
(Buhârî, Edeb 108; Müslim, Edeb 29, (2149)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

141- MüTeVeKKiL sallallahu aleyhi ve sellem:

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in, El VekîL İsm-i Şerîfinin, KüLLî ŞEYy için, Mutlak Masdarı-Mazhariyyet VekîLi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem..

El Vekîl ALLAH celle celâlihu:

Resim


Vekele : Bir işi tamamen birine sipariş edip ısmarlamak.
Vekelebillahi : Herhususta ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e itimad edip, güvenip, bağlanmak. ALLAH'a teslim olmak. İşlerini HAKK'a havâle edip boyun bükmek.
Vekkele : Birini vekil kılmak.
Tevekkele : ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e itimat edip bağlanıp teslim olmak. ALLAH katındakine güvenip halkın elindekilerden ümit kesmek.
vekiL: Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse..
TevekküL: İşi başkasına ısmarlamak. Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek.
MütevekkiL: Kendi yapamıyacağı işde aczini bilip başka birisini vekil kabul etmek. Tevekkül eden. ALLAHu zü’L- CeLÂL’e güvenen ve işlerini O'na güvenerek tanzim eden..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

142- MüŞŞeFâ sallallahu aleyhi ve sellem:
NÛRundan yaratılmaktaa olan tÜMM KÂinÂt için Somutta-Maddî ÂLEMde ŞiFâ’, Soyutta-Manevî ÂLEMde ŞeFâ’olan Rahmetenli’l-ÂLEMîn Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

Şefi’: Şefaatçı. Suçların affı için yardım eden, şifâ yolu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.
Şefi’ü’l- Müznibin: Günahkârların şefaatçısı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.
Şefi’ü’l- Ümem: küllühum tÜMM ÜMMetlerin şefaatçısı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.
Şefaat: Şefaat etmek. Af için vesile olmak. * Fık: Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin affedilmeleri ve itaatli mü'minlerin de yüksek mertebelere ermeleri için Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ve sâir büyük zâtların ALLAHu Teâlâ'dan (celle celâlihu) niyaz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Şifâ’: Maddî Hastalıktan iyi olma, iyileşme. Hastalıktan kurtulma.
Şefâ’: Manevî Hastalıktan iyi olma, iyileşme. Hastalıktan kurtulma.
Müşeffa: (İbranice) Peygamberimizin Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Tevrat'taki ismi..

Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem Efendimizin “BİZ BİR-İZ İZi”nde; Şifâ ve Şefâ’ Şuûrunda, NÛRunda, SürÛrunda ve O-NÛRu Şerefinde ÜMMetleri Oluşumuza elhamdulillahirabbilâlemîn..
MuhammediNÛR Sitemizde çokça işlenmiş olmasına rağmen mübârek İsm-i Şerifi Şerefine Şefaatinden zikredelim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hazretleri Bakra 2/133 Tefsirinde:

Sekizincisi: İncillerde de Hz. Muhammed'in vasıfları hakkında müjdeler bulunmaktadır. Bu cümleden olarak: nassı mevcuttur.
Yani Hz. İsa buyurmuş ki; "O ki, benden sonra gelecek, benden evvel yaratılmıştır.
Ben onun papuçlarının bağını çözme hizmetine bile layık değilim.
" (Matta İncili) .
Dokuzuncusu: Yuhanna İncili'nin Arapça'sında şöyle bir âyet bulunmaktadır:
Hz. İsa Mesih, Havarilerine demiştir ki: "Ben gideceğim ve size Faraklit, o ruhulhak gelecektir ki o, kendiliğinden konuşmaz. Ancak kendisine söylendiği gibi söyler." (Yuhanna)
Gerçekten de Kurân'da "Ben ancak bana vahyedilene uyarım." (En'âm, 6/50); "De ki, onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben bana vahyolunandan başkasına uymam." (Yunus, 10/15) ve "O kendi keyfine, kendi heva ve hevesine göre konuşmaz, onun sözleri vahiyden başka birşey değildir." (Necm, 53/3,4) âyetleri bu ifadeyi doğrulamakta dır. "Faraklit" kelimesi iki türlü tefsir edilmiştir ki: Birisi "Şafî müşeffa" demektir. Bu ise Resûlullah'ın bir sıfatıdır.
İkincisi, hıristiyanlardan bir kısmı demiştir ki; Fariklit hak ile batılı ayıran demektir. Aslı "fâruk"tur, "lit" ise tahkik ve te'kit ifade eder. Bu suretle Fariklit, furkan sahibi demek olur. Bu da peygamberlerin sonuncusu olan Peygamber (aleyhisselâm) Efendimiz'in isimlerinden biridir. Hıristiyanların bu âyetleri anlamak istememeleri dalaletten başka bir şey değildir. Şafi' müşeffa' anlamına gelen Fariklit Yunanca'dan, ikincisi ise İbranîce'den alındığına göredir..

Şu Hadis-i Şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Maddî-Manevî Şifâ ve Şefâatı ne güzel buyurmakta:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yedhulü min ehli hâzihil-kıbleh, ennâre men lâ yuhsî adedehüm illallàh, limâ asavillâhe vecterû alâ ma'sıyetihî, ve hàlefû tàatehû. Feyü'zenü lî fiş-şefâah, feüsniye alellàhi sâciden kemâ üsniye aleyhi kàimen feyükàl: İrfa' re'sek, sel tu'tah, veşfa' tüşeffa'.” buyurdu. .. Sadaka Rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl..
(Râmûzül-Ehàdîs kitabının 509 sayfasından. Abdullah ibn-i Amr ibnil-As RA'dan Taberânî rivayeti)

Bu hadis-i şerifte buyurulan; bu ÜMMetten, yâni ÜMMet-i Muhammed ki, Allah'ın en sevdiği peygamberinin, habîbullahın, en büyük makàmın sahibi o ahir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ'nın ÜMMeti ki, ÜMMet-i merhûmedir. Allah'ın rahmetine nâil olmuş bir ÜMMettir. Sevilmiş, medhedilmiş, Tevrat'ta, incil'de, eski mukaddes kitaplarda medh ü senâsı yapılmış bir ÜMMettir.
Yedhulü min ehli hâzihil-kıbleh, ennâr”:Maalesef bu İmkÂNla İmtihÂN ÂLEMinde ÜMMet-i MuhaMMed aleyhisselâmdan bazıları, Kâbe-yi Müşerrefe'ye yönelen KıBLe EHLi olduğu hâlde Nefsinin hevâ ve hevesine uyarak, NÂRa-ceheNNeme girerler."
men lâ yuhsî adedehüm illallah”: Sayılarını-adetlerini Allah'tan başkası sayamaz!.
Limâ asavillâh”: Şu şeyden-sebebden ki, onlar ALLAH'a asi oldular!.
vecterû alâ ma'sıyetih: Allah'a isyan etmeye cür'et etmeye cesaret ettiler..
ve hàlefû tàatehû: ALLAHu zü’L- CeLÂL’e Halife olmaları EMRedilmişken Muhalefet ettiler ve aykırı gittiler..
Feyü'zenü lî fi’ş- şefâah: ALLAHu zü’L- CeLÂL katında Şefaat etme hususunda bana izin verilir.
Ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Şefîu’l- ÜMMedir, Sıfatlarından bir tanesi ÜMMetin şeffaatçisidir. Şefi', çok fazla miktarda şefaat eden demek; şâfi' kelimesinin mübalâğasıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şefi'dir ve müşeffa'dır. Yâni şefaat ettiği zaman, şefaatine itibâr olunan, yetkili ve etkili bir şefaatçidir. Sözü dinlenmeyen, kulak asılmayan, teveccüh edilmeyen bir şefaatçi değildir. Şefaati makbul olan, kendisine şefaat müsaadesi lütfedilen yüce peygamber aleyhisselâmdır.
Feüsniye alellàh: Ben ALLAHu zü’L- CeLÂL’e hamd ü senâlar ederim.
Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz; AHMeD, Hamîd, Mahmûd, MuhaMMed İsimleriyle Mutlak HAMD Odağı HaMMâd Mutlak MuhaMMedî Dâimiyyet Hakikatı Sahibidir KÂiNÂTın ÜMMdür aleyhisselâm..
Peygamber Efendimiz Allah'a çok hamd ü senâlar etmekte. Onun yüce sıfatlarını, esmâ-ü hüsnâsını anarak, o güzel edebiyle, o sevimli haliyle, edebli haliyle medh ü senâlar etmekte.. (Sâciden) Cenâb-ı Hakk'a secde etmiş bir vaziyette,
kemâ üsniye aleyhi kaimen”: O Yüce ALLAHu zü’L- CeLÂL’imi AYAKta Hamd ü Senâlar ettiğim gibi.
Ve lillâhi’l- esmâü’l- hüsnâ fed'ùhü bihâ": Kur'ÂN-ı Kerîm'imizde;

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---Ve lillâhi’l- esmâu’-l husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâihî, se yuczevne mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.” (A’ra-âf 7/180)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’imiz, kendi yüce-güzel sıfatlarının-isimlerinin İLİM-İRADE- İDRaKını SEViyor ve Fiilen İŞTiRAK iLe söylenmesini EMRediyor ve SONuçta RıZasını BİLdiriyor.. ve işte bunu Tâlim ve Terbiye yani Öğretim ve Eğitim eden yüce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz tatbik ediyor ve istiyor ÜMMetinden de..

Feyükàl”: Bana Denilir ki.. “İrfa' re'sek”: Başını kaldır!. “Sel tu'tahû”: Ben istediğini sana vereceğim-ihsan edeceğim..
İşte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem BİZe ALLAHu zü’L- CeLÂL’imizin bu Muhteşem Şefâat Müjdesini böyle bildirmekte BİZLere hamdolsun!.

İşfa' tüşeffa': Sen kimlere şefâat etmek istiyorsan söyle; şefâatin kabul olunacaktır, şefâatine itibar olunacaktır. Yâni şefâat ettiklerini affedeceğim ey Rasûlüm MuhaMMed aleyhisselâm!"

El Hamdü lillâh, Eşşükrü lillâh, El Minnetü lillâh ebeden...
ALLAHu zü’L- CeLÂL’imiz bizi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in sevgisine, şefâatine erenlerden ve yüreğinde cÂN-cÂNÂN cennetine hesaba çekilmeden girenlerden eylesin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Kur'ÂN-ı Kerîm'imizden sonraki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin BUYurup-DUYurup-Uygulayıp-Uygulamamızı EMRettiği Hadislerin en sahihihleri olan KÜTÜB-i SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLERi; KIYAMET ve KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
, İkinci Bab: Kıyamet Ahvâli, Beşinci Fasıl: ŞEFÂAT kısmını AYNen alarak MüŞŞeFâ sallallahu aleyhi ve sellemin GEÇmiş-GELeceğişu ÂNda-ŞeÂNuLLahta her ÂN Şefâatını tÜMM ÜMMet-i MuhaMMed aleyhisselâm için niyaz EYyLerim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

UMUMİ AÇIKLAMA:
"Şefaat", en-Nihaye'ye göre; lügat olarak insanların arasında cereyan eden cürüm ve zünubun affını taleb etmektir. Bu talebi, yani şefâatte bulunmayı kabul edene şâfî, şefi' ve müşeffi' denir. Dilimizde kısaca şefaatci deriz. Şefaati kabul edilene de müşeffa denir.
Hadislerde dünya ve ahiret işleri için şefâat meselesi sıkça geçer. Kelimenin burada anlaşılan manası dışında başka kullanışları da var. Ancak mevzumuzun dışında kalır. Şefâatle ilgili açıklamalar, başka vesilelerle daha önce de geçti. Bu kısımda şefâatle ilgili hadislerin açıklaması zımnında da bazı teferruata yer vereceğiz.
* Resulullah dünyevî işlerde şefaatte bulunmayı tavsiye ve teşvik eder. Sadece hududa giren cürümlerin affı, tahfifi gibi hususlarda şefaat yasaklanmıştır. Bunun dışındaki her çeşit meselede -yeter ki başkasının hukukunu zayi etmeye müncer olmasın- şefaat teşvik edilmiştir.
* Uhrevî şefaat meselesinde Ehl-i Sünnet icma eder. Bazı dalalet fırkaları uhrevî şefaati inkâr etmiştir. Ahirette şefaatin hak olduğunda ihtilaf yoksa da, bazı teferruatta Ehl-i Sünnet de ihtilaf etmiştir.
Kadı İyaz der ki: "Ehl-i Sünnete göre, şefaat aklen caiz, şu ayetlerin sarahatine göre de rivayeten vacibtir: "O gün Rahman'ın izin verip sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez" (Tâ-Ha 109). Keza: "Onlar, Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler..." (Enbiya 28). Başka ayetler de var. Bu hususta Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in haberi de çoktur. Öyle ki, miktarı tevatür derecesine ulaşmıştır. Ahirette Aleyhissalâtu vesselâm'ın günahkâr mü'minlere şefaat edeceği hususunda selef, halef ve daha sonra gelen Ehl-i Sünnet icma etmiştir.
Günahkârların cehennemde ebedî kalacağı itikadında olan Haricîlerle bir kısım Mu'tezile mensupları şefâati reddederler. Delilleri şu ayettir: "Şefaat edeceklerin şefaati onlara bir fayda vermez" (Müddessir 48). Keza: "Onları o yakın gün ile korkut ki, yürekleri ağızlarına gelir ve dehşetle yutkunur dururlar. Artık zalimler için ne bir samimi dost vardır, ne de sözü dinlenir bir şefaatci" (Mü'min 18). Bu ayetler kâfirler hakkındadır.
Bunların şefâatle ilgili hadisleri "ahirette derecelerin artmasına mütealliktir" şeklindeki te'villerine gelince, bu te'vil batıldır. Hadislerin elfazı onların görüşlerinin batıl olduğu ve ateş vacib olanların cehennemden çıkarılacakları hususunda sarihtir. Ancak şunu da belirtelim ki, şefaat beş kısımdır:
1) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a mahsus olan: Bu şefâat, Mevkıf'ın korkusundan teskin ve hesabın tâcili ile ilgilidir.
2) Bir grup insanın hesapsız olarak cennete girmesiyle ilgili olanı. Müslim'de gelen bir rivayet bunun da Peygamberimiz Aleyhissalâtu vesselâm'a has olduğunu belirtmektedir.
3) Ateş vacib olan bir kısım insanlara Resûlullah ve Allah'ın dilediği başka kimselerin yapacağı şefaat.
4) Günahkârlardan ateşe girenler hakkındaki şefaat. Bunların cehennemden Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in, meleklerin ve mü'min kardeşlerinin şefaatiyle çıkacakları hususunda pek çok hadis gelmiştir. Nitekim şu hadiste ifade edildiği üzere La ilahe illâ Allah diyen herkesi Allah ateşten çıkaracaktır. "Cehennemde sadece kâfirler kalır."
5) Cennet ehlinin, cennetteki derecesinin artmasını sağlayacak şefaat.

1. (5089)- Hz. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde,ÜMMetime şefâat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşâAllah, ÜMMetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır."

[Buhârî, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizî, Daavat 141, (3597).]

AÇIKLAMA:
1- Bu hadise göre "her peygamberin müstecab olan sadece bir duası var olduğu" manası çıkmaktadır. Halbuki, başta Resûlullah olmak üzere bütün peygamberlerin nice duaları makbul olmuştur. Ortada bir müşkil gözükmekte ise de, alimler: "Burada kastedilen kabul edileceği kesin olan duadır, diğer dualarında esas olan kabulü hususunda ümiddir, "kesinlik" yoktur" diyerek cevap vermişlerdir.
* Bazısı: "En efdal duasıdır, başka duaları da var" demiştir.
* Bazısı: "Her birinin ÜMMeti hakkında müstecab umumi bir duası vardır; ya helak olmaları, ya da kurtuluşa ermeleri için. Hususi dualara gelince, bunların bir kısmı müstecabtır, bir kısmı değildir" demiştir.
* Bazısı: "Her bir peygamberin bir duası vardır, onu şahsı veya dünyası için kullanır. Tıpkı Hz. Nuh aleyhisselam'ın: "Ey Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde tek bir kişi bırakma" (Nuh 26) diye yaptığı dua, Hz. Zekeriya aleyhisselam'ın: "(Rabbim) sen yüce katından bana bir veli bağışla!" (Meryem 5) diye yaptığı dua ve Hz. Süleyman aleyhisselam'ın "Benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mülkü bana ihsan et!" (Sad 35) diye yaptığı gibi" demiştir.
2- Hadis, bütün duaların -peygamberler bile yapmış olsa- istendiği şekilde kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Ancak her duaya bir cevap olacağını daha önce belirtmiştik.
Resûlullah, ÜMMetinden (yani ÜMMet-i da'vetten, ÜMMet-i icabetten değil) bir kısmına beddua ettiği vakit, "Kullarımın tedbir ve idaresinden senin elinde bir şey yoktur ve sen onların inkârlarından mes'ul değilsin. Allah dilerse onlara tevbe nasib eder, dilerse zalim oldukları için azab verir" (Al-i İmran 128) ayeti nazil olmuş ve bundan Resûlullah'ı menetmiştir. (***)
______________
(***) Resûlullah Uhud savaşında yaralanınca: "Peygamberlerini yaralayan bir kavme Allah nasıl felâh verir?.." diye bedduada bulunmuştu. Bunun üzerine kaydettiğimiz âyet nâzil oldu. Ayet-i kerimenin ifade ettiği üzere, bilahare, o savaşa katılan niceleri İslâm'a girmiş ve İslâm'ın inkişafında fevkalade hizmetler vermiştir. Hâlid İbnu Velîd radıyallahu anh gibi.

3- İbnu Battal der ki: "Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer peygamberlere olan bir üstünlüğü beyan edilmektedir: "Makbul duada, ÜMMetini kendisine ve ehl-i beytine tercih etmektedir. Keza diğer bir kısım peygamberler kavimlerinin helaki için bu duayı kullanırken, Aleyhissalâtu vesselâm helak-ı ÜMMet için de bunu kullanmamıştır."
İbnu'l-Cevzî de şu yorumu ilave eder: "Bu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hüsn-i tasarrufunun ve kesret-i kereminin de bir ifadesidir. Çünkü duayı en uygun yerde kullandı. Şöyle ki: ÜMMetini kendine tercih etti; isabetli karar vermesinin de bir ifadesidir, çünkü duasını, ÜMMetinden, bu duaya en çok muhtaç olanlara yani günahkârlara ayırdı. Gerçekten günahkârlar ona, muti olanlardan daha ziyade muhtaçtır."
Nevevî de şöyle der: "Bu hadis, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ÜMMetine karşı duyduğu kemal mertebesindeki şefkat ve re'fetini, ÜMMetin menfaatine olan hususlarda itina ve dikkatini göstermektedir. ÜMMetine olan bu şefaati ve yakın ilgisi sebebiyle, müstecab duasını, ÜMMetin en mühim ihtiyaç anına sakladı."
4- Hadiste geçen "Şefaatim ÜMMetimden şirk koşmadan ölenlere ulaşacaktır" ibaresinden, Ehl-i Sünnet "Kebairde ısrar bile etmiş olsa, mü'min olarak ölen, cehennemde ebedî kalmayacaktır" hükmüne bir delil bulmuştur.

2. (5090)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Şefaatim, ÜMMetimden büyük günah sahipleri içindir."

[Tirmizî, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, (4310).]

Tirmizî, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Cabir (radıyallahu anh) dedi ki: "Kebair (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"

AÇIKLAMA:
Hadis, kebair işlemiş olması sebebiyle kendisine cehennem gereken kimseye şefaat sebebiyle ateşe girmeyeceğini, La ilahe illâ Allah Muhammede'r Resûlullah diyenlerden günahı sebebiyle ateşe girenlerin yine şefaat sayesinde cehennemden çıkarılacaklarını ifade etmektedir. Hadisi Tîbî: "Helak olanları kurtaracak olan şefâatim büyük günah işleyenlere hastır" diye anlamıştır. Şefâatle ilgili bazı teferruatı umumî açıklamada kaydettik.

3. (5091)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Adem aleyhisselam'a gelip: "Evlatlarına şefaat et!" diye talepte bulunacaklar. O ise: "Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır" diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler.
Ancak o da: "Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır!" diyecek.
Bunun üzerine O'na gidecekler. O da: "Ben buna yetkili değilim. Lakin Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e gidin!" diyecek.
Böylece bana gelecekler. Ben onlara: "Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh'u senada bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım.
Rabb Teala: "Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir!" buyuracak. Ben de: "Ey Rabbim! ÜMMetimi, ÜMMetimi istiyorum!" diyeceğim. Rab Teala: "(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senalarla hamd ve senalarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek.
Ben de: "Ey Rabbim! ÜMMetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım.
Bana, evvelki gibi: "Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp: "Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine: "Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım.
Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senada bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: "Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!" denilecek.
Ben de: "Ey Rabbim! Bana Lailahe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!" diyeceğim. Rabb Teala: "Bu hususta yetkin yok! -veya: Bu hususta sana izin yok!- Lakin izzetim, celalim, kibriyam ve azametim hakkı için lailahe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak."

[Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).]

4. (5092)- Yine Sahiheyn ve Tirmizî'nin Ebu Hureyre'den kaydettikleri bir rivayet şöyledir:
"Biz bir davette Resûlullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(ndan bir parça) ikram edildi. Bud hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:
"Ben kıyamet günü ademoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Açıklayayım): "Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükle toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar: "İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine:
"Babanız Adem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Adem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. [Bütün isimleri sana öğretti]. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. [Allah katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem aleyhisselam da:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok, çünkü, cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa asi oldum. [Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter]. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nuh aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Nuh aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey Nuh! sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselam da şöyle diyecek:
"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey İbrahim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halili'sin. Bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara: "Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam'a gidin!" İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam'a gelecekler ve:
"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Hz. Musa da: "Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim nezdinde şefaate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. [...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.] Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey İsa, sen Allah'ın peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler! Hz. İsa aleyhisselam da:
"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. -Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin- (Bir başka rivayette): ["Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter."] Nefsim! Nefsim Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalatı vesselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelecekler, bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve:
"Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah senin geçmiş, gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senaları benim için açacak [Ben onlarla Rabbime medh u senalarda bulunacağım]. Sonra:
"Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim; ÜMMetim! Ey Rabbim; ÜMMetim! Ey Rabbim; ÜMMetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed! ÜMMetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek."
Resulullah sonra şöyle buyurdular: "Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesafe Mekke ile Hacer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır."

[Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizî, Kıyamet 11, (2436).]

Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kıssasıyla ilgili bir rivayette şu ziyade var: [Hz. İbrahim, (insanlar, şefaat etmesi için kendine geldikleri zaman, Allah'a şefaat talebinde bulunmasına mani olan üç günahı olarak yıldızlar hakkında sarfettiği "İşte bu Rabbim" (En'am 76) sözünü, atalarının putları hakkında sarfettiği "Belki de bu (putları kırma) işini onların en büyüğü yapmıştır" (Enbiya 63) sözünü ve bir de: "Ben gerçekten hastayım" (Saffat 89) sözünü zikretti."

AÇIKLAMA:
1- Hadiste Resûlullah : "Kıyamet günü ben ademoğlunun efendisiyim" buyurmaktadır. Bunu şarihler, başka rivayetlere dayanarak: "Bütün peygamberler, Aleyhissalâtu vesselâm'ın sancağı altında olacaklar. Çünkü O, makam-ı mahmud üzere haşrolacaktır" diye açıklarlar.
2- Peygamberlerin "günah" olarak beyan ettikleri özürler, aslında günah değildir. Bu hatalarından hepsi mağfiret-i İlahiyeye mazhar olmuşlardır. Kendilerini günahkâr olarak tarif etmeleri tevazu içindir.
Beyzâvî: "..Allah'tan en çok korkan, Allah'a makam itibariyle en ziyade yakın olan ve Allah'ın mağfiretine en ziyade erendir" der. O sözleriyle esas beyan etmek istedikleri husus, kendilerine kıyamet günü şefaat etme yetkisinin tanınmamış olmasıdır. O yetki, rivayette de sarih olarak görüldüğü üzere makam-ı mahmud ve liva-i hamd sahibi, Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa (aleyhissalâtu vesselâm)'ya tanınmıştır. Makam-ı mahmud, herkesin hamd ile tebcil edeceği muazzam makam demektir. Hamdin hakikatıyla ilgili olan mutlak yakınlık (kurb-i mutlak) makamı ki hadis-i şeriflerde bunun, livau'l hamd altındaki şefâat-i kübra makamı olduğu ifade edilmiştir.
3- Başka rivayetlerde, gelen bazı ziyadeleri köşeli parantez arasında göstererek bir kısım gerekli açıklamaları metin içinde yapmış durumdayız. Bu açıklamaların ortaya koyduğu bir husus, önceki peygamberlerin ittifakla: "Bugün günahım affedilir, mağfirete mazhar olabilirsem bu bana yeter" demiş olmasıdır. Böylece Mevkıf'ın korkunç ahvali içerisinde, peygamberler dahil herkesin kendi nefsinin derdine düşeceği anlaşılmaktadır. Bu durumdan sadece Resul-i Ekrem müstesnadır. O, Cenab-ı Hakk'ın kendisine tanıdığı "dua hakkı"nı ÜMMetinin affı için kullanacaktır. Aleyhi efdalu's salavat ve ekmeli't teslimat.
4- Resûlullah'ın geçmiş ve gelecek günahlarının affedildiğini ifade eden ayet (Feth 2) müfessirlerce farklı anlamalara sebep olmuştur: Affedilen bu "geçmiş" ve "gelecek" günahlar nelerdir, bunlardan ne kastedilmiştir?
* Bazıları: "Mütekaddim olanlar peygamberlikten öncekilerdir; müteahhir olanlar ismettir (yani korunmasıdır)" demiştir.
* Bazıları: "Sehiv ve te'ville vaki olanlardır" demiştir.
* Bazıları: "Mütekaddim olanlar Hz. Adem'in günahıdır, müteahhir olanlar ÜMMetinin günahıdır" demiştir.
* Bazıları: "Hata yapılacak olsa mağfurdur" demiştir.
Başka te'viller de yapılmıştır. Sadedinde olduğumuz makamda, dördüncü te'vilin uygun olduğu belirtilmiştir.
5- Hadiste, Hz. Nuh'a: "Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin" denmektedir. Halbuki Hz. Adem ilk peygamberdir. Bu müşkile şu açıklama yapılmıştır:
* Hz. Adem zamanında yeryüzünde ahali yoktu. O tek başına geldi. İnsanlar onun evlatları olarak çoğaldı. Halbuki Hz. Nuh gelince yeryüzünde insanlar vardı.
* Diğer bir açıklama şöyle: Hz. Adem'in peygamberliği, evlatlarına karşı "çocukların terbiyesi" şeklinde idi.
* Şu da muhtemel görülmüştür: "Hz. Nuh, kendi çocuklarına ve değişik bölgelere dağılmış olan diğer cemaatlere gönderilmiştir. Hz. Adem ise, tek bir beldede toplu halde bulunan kendi çocuklarına gönderilmiştir."
Hz. Nuh'un çok şükreden bir kul olarak tesmiyesi, bu manadaki bir ayete işarettir (İsra 3).
Abdurrezzak'ta gelen bir rivayet onun bu vasfının nasıl olduğunu açıklar: "Nuh aleyhisselam helaya gidince şöyle derdi: "Lezzetiyle beni rızıklandıran, bende kuvvetini ibka edip, benden ezasını gideren Allah'a hamd olsun."

5. (5093)- Yezid İbnu Süheyb el-Fakir anlatıyor: "Haricîlerin görüşlerinden biri içime işlemişti, haccetmek, sonra da (propaganda yapmak üzere) insanların karşısına çıkmak arzusuyla, kalabalık bir grup içerisinde yola çıktık. Medine'ye uğradık. Orada Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anh), insanlara hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben: "Ey Resulullah'ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun? Halbuki Allah Teala hazretleri: "(Ey Rabbim!) Ateşe kimi atarsan mutlaka onu rezil rüsvay edersin" (Al-i imran 192); "Ateşten her çıkmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler" (Secde 20) buyurmaktadır" dedim. Hz. Cabir:
"Sen Kur'an'ı okuyor musun?" dedi. Ben de:
"Evet!" dedim.
"Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!" dedi ve sonra ilave etti:
"Sen, Allah'ın Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i dirilteceği makam-ı mahmudu işittin mi?"
"Evet!" dedim. Dedi ki:
"O, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e mahsus mahmud makamdır. Allah Teala hazretleri o makamın hatırına, cehennemden çıkaracaklarını çıkarır!"
(Hz. Cabir) sonra, sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini tavsif etti. Biz:
"Bu ihtiyarın, Aleyhissalâtu vesselâm hakkında yalan söyleyeceğini mi zannedersiniz?" dedik ve Haricîlikten rücû ettik. Hayır! Vallahi bizden bir kişiden başka, Haricîlikte kalan olmadı."
[Müslim, İman 320, (191).]

AÇIKLAMA:
Rivayet, ravimiz Yezid el-Fakir'in bir müddet Haricîlerin temel akidelerini benimsediğini göstermektedir. Bu akide de büyük günah işleyenlerin ebedî olarak cehennemde kalacaklarıdır. Bu batıl inancı benimseyen bir grupla hacca giden Yezid, hacc esnasında Medine'ye uğrar ve orada yüce sahabi Hz. Cabir (radıyallahu anh)'le karşılaşıp, onu dinleme şerefine erer. Hz. Cabir, ebedî cehennemde kalacakları ifade eden ayetin kâfirler hakkında nazil olduğu hususunda Yezid ve arkadaşlarını ikna eder. Böylece o gruptan bir kişi hariç hepsi Haricî fikirleri terkederler.

6. (5094)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyamet günü, cehennemliklerin, dünyada en müreffeh olanı getirilerek ateşe bir kere batırılacak. Sonra: "Ey ademoğlu, denilecek. (Cehennemde) hiç nimet gördün mü? Sana hiç hayır uğradı mı?"
"Hayır! Ey Rabbim, vallahi hayır!" diyecek. Sonra cennetlikler den dünyada en fakir olan getirilecek. O da cennete bir sokulup, çıkarılacak ve kendisine:
"Ey ademoğlu (cennette) hiç fakirlik gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi?" denilecek. O da: "Hayır! Vallahi ya Rabbi! Başımdan hiç fakirlik geçmedi, hiçbir sıkıntı çekmedim" diyecek."

[Müslim, Münafıkûn 55, (2807).]

AÇIKLAMA:
Bu hadis, dünyadaki azab ve nimetin ahirette tamamen sona erdiğini ifade ediyor. Öyle ki: Dünyada en büyük nimete kavuşmuş olan kimse, cehennemde bu nimetlerin hiçbir fayda vermediğini görüyor. Cennetlik kimse de, dünyada çektiği en ağır sıkıntılardan hiçbir şey kalmadığını görüyor. Bu kimsenin cennete daldırılması, belki de cennetin Kevser'ine sokulup çıkarılmasıdır.

7. (5095)- Yine Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teala hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe: "Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azabdan kurtulmaya bedel, fidye olarak verir miydin?" diye soracak. Adam:
"Evet!" diyecek. Rabb Teala bunun üzerine:
"Sen daha Hz. Adem'in sulbünde iken ben senden, bundan daha hafifini istemiş: "Bana hiçbir şeyi ortak kılma da seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım" demiştim. Sen buna yanaşmadın, şirke girdin" buyuracak."

[Buhârî, Rikak 51, 49, Enbiya 1; Müslim, Münafikûn 51, (2805).]

8. (5096)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde oldukları zaman ölüm getirilir. Cennetle cehennemin arasına konup orada kesilir. Sonra bir münadi nida eder: "Ey ehl-i cennet! Artık ebediyet var, ölüm yok! Ey ehl-i nar! Artık ebediyet var, ölüm yok! Cennetliklerin sürûru bununla daha da artar. Cehennemliklerin de hüznü artar."
(Buhârî, Rikak 50, 51; Müslim, Cennet 43, (2850)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

143- MüZeKKiR sallallahu aleyhi ve sellem:

Mü'minleri ve bütün beşeriyyeti tehlikeli şeylerden sakındırıp, arındırıp, hatıra getirtip, yâd ettirip, zikrettiren, mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden sakındırıp, iki cihan saadetine nâil olma yolunu gösteren, ZikruLLAHı Zikreden ve zikrettiren Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

MüZeKKiR: Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan. Zikreden, ibâdet eden. Resul-i Ekrem aleyhisselâm mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'ÂN-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendirilmiştir.

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
Resim---Fezekkir innemâ ente muzekkir (muzekkirun).: Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca müzekkir/bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.(Gâşiye 88/21)

ALLAHu zü’L- CeLÂL
, Zâkir'dir, Müzekkir'dir. Yani kullarına öğüt, zikir ve kitap gönderen, Kendi varlığından haberdar eden, sâlih kullarını Kendi yüksek katında hoşnutlukla anan ve zikredendir. Cenâb-ı Hak kullarının kendisini zikretmelerini ister, zikir yollarını kolaylaştırır ve Kendisini anan kullarından râzı olur.

ALLAHu zü’L- CeLÂL
, Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLemem aracılığıyla kullarını doğru yola çağıran, kullarının ebedî âhiret hayatını hatırlamalarını ve bu hayata hazırlanmalarını isteyen ve kullarına Kendi mukaddes isim ve sıfatlarını tefekkür etmeyi ve zikretmeyi emreder: “Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca müzekkir/bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın.” buyurur. Ez Zâkir celle celâlihu esmâsın Mazharı olur Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem her Mü’min yrürekte ebeden..
Cenâb-ı Hak, zikir hüviyetinde kitab göndermiştir. Kur'ÂN, ALLAHu zü’L- CeLÂL'in bir zikir ve öğüdüdür.

Zâkir ismi ve bu ismin tef'îl babından ism-i fâil şekli olan Müzekkir ismi Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem Efendimizin Cevşenü'l-Kebir'de zikrettiği isimlerdendir. Bu yüce isimler Kur'ÂNda fiil sîgası halinde ve mânâ itibariyle gelmiştir. İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
Resim---''Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn(tekfurûni).: Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” (Bakara 2/152)

ذَلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الآيَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكِيمِ
Resim---Zâlike netlûhu aleyke mine’l- âyâti vez zikri’l hakîm (hakîmi).: Bu sana tilavet ettiklerimiz (anlattıklarımız), âyetlerden ve Hakîm olan (hüküm ve hikmet içeren) Zikir’dendir.(Âl-i İmrân 3/58)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
Resim---Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh (zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnu’l- kulûb (kulûbu).: Bunlar, Allah’ın zikri ile kalbleri huzura kavuşarak iman edenlerdir. Evet, bilin ki, ancak Allah’ı anmakla kalbler yatışır ve huzur bulur/ mutmâin olur..(Ra'd 13/28)

Her bir ALLAHu zü’L- CeLÂL'in hak söyleyen sâdık kelimeleri ve doğru söyleyen konuşan âyetleri hükmünde bulunduğunu beyan eden Bedîüzzaman kaddesallahu sırrahu'ya, göre, Cenâb-ı Hak, varlığının ve birliğinin bildirilmesini, yalnız varlıkların şehâdetlerine bırakmamakta, bizzat Kendisi de, Kendisine lâyık bir ezelî kelâm ile konuşmaktadır. Her yerde ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzır olan Teâlânın kelâmı elbette hadsizdir. Kelâmının mânâsı onu bildirdiği gibi, konuşması dahî Onu sıfatlarıyla bildirmektedir. Yüz binlerce peygamber, İlâhî vahye mazhar olmuşlardır.

Bedîüzzaman kaddesallahu sırrahu'a göre, Cenâb-ı Hak, tüm varlıklarla birden konuşur. Hiçbir suâl bir suâle, bir iş bir işe, bir hitâp bir hitaba, bir konuşma bir konuşmaya mâni olmaz ve karışmaz. Cenâb-ı Hak TeÂLÂ ALLAH celle celâlihu, herkesin ihtiyacına göre, herkes ile konuşur. Bütün o konuşmalar ve ilhamlar birer birer ve beraber, ittifakla, o Şems-i Ezelînin huzuruna, zorunlu varlığına ve birliğine şehâdet etmektedirler.

Kâinat Sânîinin, mahlûkatını yüz bin diller ile konuşturduğu, konuşmalarını işittiği ve bildiği halde kendisinin konuşmamasını mümkün görmeyen Bedîüzzaman kaddesallahu sırrahu, Cenâb-ı Hakk’ın, kâinattaki yüksek İlâhî maksatları insanoğluna vahiy yoluyla bildirmesini bu ulvî sıfata bağlar..

Bedîüzzaman kaddesallahu sırrahu'ya göre, Cenâb-ı Hak şuur sahibi mahlûkatını, bizzat kudret eliyle yaratıp çeşit çeşit ziynetlerle süslediği kâinat içine seyir, tenezzüh, ibret ve tefekkür için almış, onlara o eserlerin mânâlarını ve kıymetlerini bildirmiştir. Hazret-i MuhaMMed aleyhisselâm, bu yüksek tebliğ görevini îfâ için Cenâb-ı Hakkın vahyi olan Kur'ân-ı Kerîm vasıtasıyla cinlere, insanlara, rûhânîlere ve meleklere en azamî bir sûrette rehberlik yapmış, yaratıkların güzellikleri karşısında, Kur'ân üslûbuyla "Sübhanallah!. Mâşallahu Ekber!." zikirleriyle gökleri çınlatmış, kâinatı titretmiş; ALLAHu zü’L- CeLÂL'in güzel yaratışını takdir ve tefekkür ile herkese bildirerek, ALLAHu zü’L- CeLÂL'in TEK-BİRb ve büyük olduğunu zikir ve tevhid ile her tarafta îlân ederek karaları ve denizleri sarsmıştır:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Resim---Utlu mâ ûhıye ileyke mine’l- kitâbi ve ekımı’s- salât (salâte), inne’s- salâte tenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).: Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.(Ankebût 29/45)

MÜZEKKİR..


Resim

Resim MÜZEKKİR sallallahu aleyhi vesellem.

MÜZEKKİR sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Emir ve Yasaklarını =>Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan. mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu Tâlim/Öğretim ve Terbiye/Eğitim eden ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem..

MÜZEKKİR.: ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Emir ve Yasaklarını =>Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan. mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu Tâlim/Öğretim ve Terbiye/Eğitim eden

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
“Fezekkir innemâ ente muzekki r(muzekkirun).: Artık zikret (hatırlat), SEN sadece MÜZEKKİRsin (hatırlatıcısın).// O halde, tebliğe devam et, KurÂN ile öğüt ver. Çünkü SEN vahyi, Kur’ÂN’ı tebliğ ile me’mursun, öğüt vericisin.” (Gâşiye 88/21)


19. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :Güzel bir salâvât-ı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ:
Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ ve
Mevlânâ Muhammedin tıbbil kulubi ve devâihâ
Ve âfiyetil ebdâni ve şifâihâ
Ve nuril ebsâri ve diyâiha
Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim
Yâ selâmü sellim.

MÂNÂSI :
Allahım! Ey Rabbim! Kalblerin hekimi(doktoru)ve devâsı (çâresi) ,
bedenlerin âfiyeti (sağlığı, selâmeti, sıhhati) ve şifâsı,
gözlerin nûru ve ziyâsı (ışığı) olan
Seyidimiz Efendimiz Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem) 'e
Sen salât ediver
, selâm ediver, mübârek kıl onu!
Ona onun ailesine ve sahabelerine de!
Ey mutlak teslim olunan, selâmın kendisi olan Allahım!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

144- Müzemmil sallallahu aleyhi ve sellem:

Peygamberlik yükünü yüklenme örtüsüne bürünmüş, örtünmüş olan Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem.

Müzemmil: Elbise içine sarınan, örtünen, bürünen, sargılanmış.

Müzemmil, tefe'ul bâbından etken ism-i fail (ortaç) olup aslı "mütezemmil"dir. Tâ harfi zâ harfine çevrilmiştir. "Örtüsüne bürünüp örtünen" demektir ki kendisi örtünmüş veya başkası tarafından örtülmüş olabilir. Bunun büyük bir olay karşısında başını içine çekmek, gizlenmek, kaçınmak, rahata meyletmek gibi kinaye mânâları da olabilir. Nitekim Râgıb, istiare yoluyla, işe pek önem vermeyen, kısa davranan mânâsına kinaye ve taşlama olduğunu söylemiştir.
Tezemmül mastarının üç harfli kökü olan "zeml" kelimesinin birçok anlamı vardır. Mesela, zeml ve zemelân; at, davar gibi hayvanların neşe ve cünbüşle bir tür yürüyüşü demektir. Yine zeml, atın terkisine birisini almak, yük yüklemek mânâsına gelir. Zemîl ve ziml, binicinin arkasına oturan, ar k adaş; zümle de çok yoldaş topluluğu demektir. Bu bakımdan "tezemmül" kelimesi bunların herhangi birinden türetilerek bu bâba nakledilmiş olabilir. Fakat özellikle bilinen ve duyulan mânâsının, "elbiseye bürünüp örtünmek" olduğu açıklanıyor. Bir de müzzemmil, yük yüklemek mânâsına gelen zeml'den türetilerek "yükü yüklenen" mânâsına olduğu söylenmiştir.

İkrime, "Müzzemmil, yük yüklemek mânâsına gelen "ziml" kökünden türetilen ve "büyük yük yüklenen, büyük iş altına giren" mânâsından mecaz olarak, "Ey Peygamberlik yükünü yüklenen!" demek olduğunu söylemiştir ki, güzel bir mânâdır. (ElmalılıTefsiri)


يَا أَيُّهَا الْمُزَّمِّلُ
Resim---Yâ eyyuhe’l- muzzemmil (muzzemmilu).: Ey örtünüp bürünen veya peygamberlik yükünü yüklenmiş insan!.” (Müzzemmil 73/1)

قُمِ اللَّيْلَ إِلَّا قَلِيلًا
Resim---Kumi’l- leyle illâ kalîlâ (kâlilen).: Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk:” (Müzzemmil 73/2)

نِصْفَهُ أَوِ انقُصْ مِنْهُ قَلِيلًا
Resim---Nısfehû evinkus minhu kalîlâ (kâlilen).: Onun (gecenin) yarısı veya ondan (yarısından) biraz eksilt.” (Müzzemmil 73/3)

أَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا
Resim---Ey zid aleyhi ve rettili’l- kur’âne tertîlâ (tertilen).: Veya onu daha arttır. Ve Kur’ân’ı tane tane güzel bir şekilde oku.(Müzzemmil 73/5)

إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
Resim---İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ (sekîlen).: Muhakkak ki Biz, sana yakında ağır bir söz ilka edeceğiz (ulaştıracağız).” (Müzzemmil 73/5)

وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Resim---Ve mine’l- leyli fe tehecced bihî nâfileten lek (leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ (mahmûden).: Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O’nunla (Kur’ân’la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut’a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.(İsrâ 17/79)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

145- Nâsih sallallahu aleyhi ve sellem:

Kendisinden önce İsLÂM DİNinin değiştirilen hükümlerini yeniden Hakka ve Hayra döndüren Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in KuLLarının HaKk’a İnanıp Hayrı İŞLemelerini nasihat edip, öğütleyip, yol gösteren Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

Nâsih: (Nesh. den) Battal eden, hükümsüz bırakan. Nesheden.
Nesh: Ist: Şer'i bir hükmü yine şer'i bir emirle kaldırmaktır.
Nâsih: (Nush. dan) Öğüt veren, nasihat eden.
Nush: Nasihat, ögüt.


Kur'ÂN-ı Kerîmde neshedilen âyetler nesh edilip TÜMMLenmiştir:

مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِّنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem ta’lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Biz bir âyetten neyi neshedersek (kaldırırsak ve değiştirirsek) veya neyi unutturursak, ondan daha hayırlısını veya onun mislini getiririz. Allah’ın herşeye kaadir olduğunu bilmiyor musun?(Bakara 2/06)

NESH: "Bir hükmü değiştirmek, iptal etmek."
NASİH: "Hükümsüz bırakan, değiştiren."
MENSUH: "Hükümsüz bırakılan, değiştirilen."


Kur'ÂN-ı Kerîmde Nesh konusu hep tartışmalı olmuştur.
Geçmişte, Kur'ân'da neshedilmiş hiç bir âyet bulunmadığı kanaatinde olanın sadece Ebu Müslim el-İsfehanî olduğu söylenir. İmam Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'inde İsfehanî'den neshle ilgili görüşlerini nakledip susması da onu desteklediği manasında değerlendirilmiştir.
(bkz. Hûdarî, Tarihu't-Teşri', s. 24; Ali Mustafa, en-Nesh fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, s. 17.)

ALLAHu zü’L- CeLÂL
’in Kur'ÂN-ı Kerîminde, şu iki âyetten sonraki öncekini Nesh mi etmiştir TAMMLayıp TÜMMLemiş midir?. Sorusunun doğru cevâbı Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLemi BİLip-BULup-BİLe OLup ANLAyıp YOLUNda YAŞAyarak öğrenilir inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---Ve lillâhil meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” (Bakara 2/115)

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Resim---Kad nerâ tekallube vechike fî’s- semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatra’l- mescidi’l- harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah (şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn (ya’melûne).: Biz, senin (ilâhi emri bekleyerek), yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı (hoşnut) olacağın kıbleye döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız (namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rab’lerinden bir hak (gerçek) olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: RASÛLULLAH (sav) in İSM-i ŞERİFLERİ:

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

146- Nakî sallallahu aleyhi ve sellem:
KudretuLLah NÛRu MuhaMMed Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in NÛRunu KÂiNÂt oLarak Odaklayan Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

Nakî: (Nakiye) Temiz, pâk. Çok takvâlı, temiz-pâk, çok ince, çok güzel, zârif insan..

Resim

147- Nakîb sallallahu aleyhi ve sellem:

AbduLLah iLe RABBu'L ÂLEMîN'in BİLELik Kudreti ki, AKL-ı KüLL NÛRu Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..


Nakîb: Halkın iyisi, kavim veya kabilenin reisi veya vekili, başkanı ve idârecisi. Halkın hayırlısı, erdemlisi , hassası , yıkılmayanı, yılmayan kimse. Bir tekkede, şeyhin yardımcısı olan ve en eski derviş veya dede..
Nakîbe: Akıl. Nefs. İnsan ruhu.


Resim

148- Nâtık sallallahu aleyhi ve sellem:
KudretuLLahın Tayf NÛR-u MuhaMMedi Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem.. ALLAHu zü’L- CeLÂL’in KULLarına EMRuLLAHı Nutk eden Rasûlullah SaLLallahu aleyhi ve seLLem..

Nâtık: Konuşan, nutuk veren. Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyân eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen.
Nâtıka: (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisân, güzel konuşabilme kabiliyeti.
Nutk: (Nutuk) Söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet.

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim---Ve mâ yentıku ani’l- hevâ.: Ve o, hevâsından (kendiliğinden) konuşmaz.” (Necm 53/3)
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön