MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim SiNÂ-SÎNe DAĞı..

Aşk Dağı işte böylesine sarp ve çetindir..
Ne buyuruyor Meryem aleyhasselâm Kur'ÂN-ı Kerîmce:


فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
Resim---“Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh (nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.”
(Meryem 19/23)

Resim---Ve ne buyuruyor Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cennet ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Muzahim'in kızı ve Firavun'un eşi Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel Mesned kitabında (1. cüz, s. 293) İbn-i Abbas'tan naklediyor; Ebu Davûd da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya kadınlarının en hayırlısı dört tanedir: Meryem binti İmran, Asiye binti Mzahim, Hâdice binti Hüveylid ve Fatıma binti Muhammed” buyurmuştur.
(Ebu Davûd bu hâdisi İstiab adlı kitabında Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) Enes'ten nakletmiştir. abdulvaris de İstiam (Hz. Hatice ve Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında Hureyre'ye istinaden nakletmiştir.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Meryem binti İmran'dan sonra cennet ehli kadınların efendisi Fatıma binti Muhammed, Hatice ve Asiye'dir.” buyurmuştur.
(İbn-i Abbas'tan; Ebu Davûd da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında)

Meryemde aleyha's-selâmda, Salâh-İffet-Takvâ ve Zühd birleşmiştir. Böylesine zor, sarp, acı ve pahalı bir imtihÂNı başarmış ve kadınlar âleminin zirvesine oturmuştur.

وَإِذْ قَالَتِ الْمَلاَئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفَاكِ عَلَى نِسَاء الْعَالَمِينَ
Resim---“Ve iz kâleti’l- melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâi’l- âlemîn (âlemîne).: Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve âlemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti.”
(Âl-i İmrân 3/42)

Şimdi sen, başını ili eliyin arasına alıp derince bir düşün ki;
Zamanımızdaki kerâmeti kendinden menkul, mürşid, murid lakablı güyâ mübâreklerin saçmasapan hâllerine bir bak!.

Bir de, insafa gelip de, Mübârek Meryem aleyha's-selâmı seyret!.
Aklını başına Almak İÇin, NAKLuLLahı-Kur'ÂN-ı Kerîmi-RABBımız TeÂLÂ’nın SÖZünü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SESinden, kendi Nefsinden-Nefsinden DUY ve UYy!.
İnsaf edip de şu Yalan Dünya oyunu ve oyunbazlığını, can canbazlığını ve sûret soytarılığını bırak da, ÖZüne ve Sîretine GEÇç!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

MuhaMMedî Merhamete, Muhabbete ve Hasbî Hizmete koş ki, Hakikkat-i MuhaMMedîyyene ULAŞaBİLesin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Sakın sakın, seni bir tarikata, bir cemiyyete, bir insana ya da, kendime-Bana çağırıyorum sanmayasın!..

Bendeniz MuhaMMedî Hasbî Hizmetçiyim hamd olsun ve sizleri, HAKK celle celâluhu'nun HaBîBi sallallahu aleyhi ve sellem'in Hirâ’sına çağırıyorum!.

Çünkü kâinât denilen Kahhariyet ve Kibriyâ Deryasında, Nûh aleyhi’s-selâm’ın Gemisi geçeli çok zaman oldu..
MuhaMMedî Hakikat GEMin ise, Ömür İskelenden ayrılmak üzere.. Bir meZÂRlığa doğru Cesedini taşıtmadan ve hemence; Ebû CEhLî Cehâletinde ÖL!. MuhaMMedî Kemâlâtında DİRİL!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Toprağa BELEnmek İÇin
BELEnip ->ELENmek İÇin
“ÖLMEden ÖNce ÖL!”üp de!.
ŞE’N-de NEŞ’eLENmek İÇin!..


“ÜZme!. ÜZÜLme!.” cÂN CeheNNemini, MustaKÎM SIRATtan GEÇerek cÂNÂN CeNNetine el ÂN-Şe’ÂNda EREN, LUTFuLLAHIn VüCÛD BULduğu şu ÂN mevCÛD -> ALLAH ELi VELîLERi Dostun EDinn!..
VeliyuLLah YOLu ->KÂR-u-BeLÂ ->YOLu ÇiLE.. SEV!. SEViL!.e..
Şu HAYyat ÇÖLünde her NEFes.. İLLe ÇiLLE.. İLLe ÇiLLE.. ÖLüp ÖLüp de DİRiliş ÇiLLEsi..


ÖL-meden ->ÖL!.:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem!: “Mûte kable en temûte: ÖLmeden önce ÖLünüz!.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l- Hâfâ II-291-2669)

VeliyuLLah; Zikr-i Dâim, Fikr-i Dâim, Şükr-ü Dâim Sabr-ı Dâimîdirler.

Kısacası, şimdi şu anda ve kıyâmete kadar tek ve eşsiz bir gemi kaldı, kalanları topluyor..
İşte önünde ->kıble yönünde ->ve son fırsat ömründe!..
->MuhaMMed Aleyhi's-selâtü ve's-selâmın Gönül Gemisi ->Habli’l- Verîdin gibi ve şu ÂNda SÎNende ve SENde!.

Güzel gönüllü azîz kardeşlerim;
Kafa Tasımıza ve Kalb Kazanımıza toprak dolmadan, şu gaflet uykumuzdan uyanalım artık ki, Gaflet-Cehâlet-Dalâlet-İhânet Bataklarında boğulup ebediyyen Ölmeyelim!.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin MuhaMMedî Şifâ Şefâatı şerefine Şâhidi OL!.aBİL!.elim İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Ve sen dönek nefisli düzenbâz-sahtekâr!
Bu Mukaddes TûVâ’da iki ata binmeyi bırak.. Kur'ÂN-ı Kerîmimizi DUY-UY!. İKİLik ->ŞEY-tÂN-Lık pabucunu çıkartıp art artık!.

GeL ->Mukaddes, Muhterem, Mükemmel, Muhteşem, Muazzam, Mübârek ve Müşfik MUHAMMEDî Maverâ'ya;

BeDeLsiz
KıYaSsız,
ŞARTSız,
SeBeBsiz, Çırılçıplak, Tertemiz ve Teklifsiz daL!. ->İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


Sen de içinde yaşamakta ve tanınan İmkÂNLarla KULLuk İmtihÂNı OLmakta olduğun SÎNA-SÎNe ÇÖLündeki Mukaddes TûVâ-SENLik VÂDinden, CÂN-CihÂN CeheNNeminden geçmektesin!. NEFSine insaf ett!.

Yeri gelmişken Zâhir Mukaddes Vâdi Tûvâ ve Bâtın takdis edilmiş-kudsal BeLâ VÂ’dimizi hatırlayalım ve hepimizin, şöyle ya da böyle her nefeste İÇinden geçmekte olduğumuzu unutmayalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Mukaddes Vâdi Tûvâ, Şam Çölünde Tûr-i Sinâ Dağının eteğinde bir vâdidir. Tûvâ, bu vâdinin ismi ve onun açıklamasıdır. Önce temiz ve mübarek demek olan "mukaddes" sıfatıyla nitelenmesi ilâhî feyiz ve bereketin önce temiz kalblere geleceğine ve dolayısıyla her şeyden önce temizliğin gerekli olduğuna dikkat çekmektir.

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Kur'ÂN-ı Kerîmde Buyruğudur ki;

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
Resim---“İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyke, inneke bil vâdi'l- mukaddesi tuvâ (tuven).: Muhakkak ki Ben, Ben senin Rabbinim. Şimdi pabuçlarını çıkar. Şüphesiz sen, mukaddes vadi Tuva’dasın.”
(TâHâ 20/12)

إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
Resim---" İz nâdâhu rabbuhu bi'l- vâdi'l- mukaddesi tuvâ (tuven).: Rabbi ona kutsal vadi Tuva’da nida etmişti (seslenmişti).”
(Nâziât 79/16)

Bazı âlimler bu tûvâ-kelimesini, "iki kez" mânâsına alarak "iki kat mukaddes kılınmış vâdi" demek olduğunu söylemişler dir. Bu durumda "iki defa takdis" mânâsında "mef'ulü mutlak" demek olup aynı hatırlatmayı te'kit (vurgu) ile yapmış olur. (Elmalılı, Naziât 16. ayetin tesfiri)

Musa aleyhisselâm'ın niçin pabuçlarını çıkarmasının istendiği açıklanırken bazı müfessirler, pabuçların yapıldığı malzeme üzerinde durmuşlarsa da, daha çok ayaklarının o kutsal mekâna doğrudan temas etmesinin ve bereketinden nasiblenmesinin istendiği yorumu tercih edilmiştir. (bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri)

Ayrıca buna ilave olarak, ilâhî vahye muhatap olacak olan Musa'nın kendisini ruhen buna hazırlamasının amaçlandığı, dolayısıyla kendisine çeki düzen vermesi ve daha özel bir saygı göstermesi için uyarıldığı söylenebilir. İbn Atıyye de buna yakın bir yorum yapmaktadır. (bk, Taberî, İbn Atıyye, ilgili ayetin tefsiri)

İşte bu kudsal vâdide peygamberlik görevi Musa aleyhisselâm'a verildi. Bütün vücudu gelen sese kulak oldu. Dikkati tek noktada toplandı. Gelen ses kulaktan kalbe intikal edip ruhu sardı. O nedenledir ki, kudsal KÂBE'mizde de yalınayak bir vaziyette KULLuk Tavafı yapılır!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Aziz kardeşler;

Ciddî ve samimî özürler diliyorum.. RABB'im celle celâluhu biliyor ki maksadım;
HAKk TeÂLÂ’ya KULLuk Şehâdetini lâzım ve lâyıkıyla getiren ve MuhaMMed Ümmeti olan hiçbir kimse, bu oyun ve eğlence diyarında şeytâna yem olmasın!..

Bir örnek de erkek seçkinlerden arzedelim;
Bilirsiniz ki Yakub aleyhi’s-selâm, İbrâhim aleyhi’s-selâm'ın torunudur.


وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَقَ وَمِن وَرَاء إِسْحَقَ يَعْقُوبَ
Resim---“Vemraetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb(ya'kûbe).: Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik.”
(Hûd 11/71 ve 6 sûrede) ...

Çark-ı Çile tezgâhında her insanın canından canı olan evlâdları ile imtihÂNa çekildi. Bizlere İlim, Edeb, İrfan ve Erkân ibreti için...
Yûsuf aleyhi’s-selâm hârika güzellik ve özellikte halk edilmiş ve övülmüştür...
İbrâhim aleyhi’s-selâm'in ateşe atılırken giydiği gönül gömleği; İshak aleyhi's-selâm Dedesinden, Babası Yakub aleyhi's-selâma, ondan da oğlu Yûsuf aleyhi’s-selâm'ın Sûret Sırtına geçmişti...

Yakub aleyhi's-selâmın diğer anadan doğma 10 oğlu: "Kurt yedi Yûsuf'u!.. şu da kanlı gömleği!.." deyince:


وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ

Resim---“Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhu’l- musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).: Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane (yardım) istenecek olan (sadece) Allah'tır.”
(Yûsuf 12/18) buyuruyor.

Feryâd-ü figan yok... Özünden inliyor...
"Bu kurt; kuzu gibi bir kurtmuş, Yûsuf'umu parçalamış da gömleği sapasağlam... hayret ki ne hayret!.." diyor.
Havf-ü-Recâ çıkışı, Üns-ü-Heybet Zirvesine sarınca, yaşlı gönlünün avuntusu Yûsufu’n küçüğü oğlu Bünyamin de gurbet ellerde mahpus oldu!..

Diğer oğulları: "Yûsuf Hırsız çıktı!" dediklerinde Yakub aleyhi’s-selâm yine:


قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---“Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â (cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).: Yâkub (A.S) şöyle dedi: "Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini bana getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.”
(Yûsuf 12/83) buyuruyor.

Şimdi şunu bilmemizi isterim ki;
ÇiLLe gerçeğinin ipini, mekiğini, tarağını ve makasını canıyla bilen, çilekeş ve âciz bir MuhaMMedî Âşık olarak, her Kur'ân-ı Kerîm'i hatmimde ya da zaman zaman ağlamak için okuduğum bir âyet-i kerîme vardır.
Yakub aleyhi’s-selâm:


قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilâllâhi ve a’l- emu inallâhi mâ lâ ta’l- emûn (ta’l- emûne).: (Yâkub A.S ) şöyle dedi: “Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah'a arz ederim (şikâyet ederim). Ve sizin bilmediğiniz şey(ler)i ben Allah'tan (Allah'ın bildirmesi ile) bilirim."
(Yûsuf 12/86)

Nefsî şikâyetini, kalbî tasasını-sıkıntısını ve ruhî hüznünü sistemin sahibi Subhan ALLAH'ü Tealâ ya arz... Kulluk çilesinin tezgâhta dokunuşu...
Bir yanda:


قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْرًا فَصَبْرٌ جَمِيلٌ عَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَنِي بِهِمْ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---“Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â (cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).: Yâkub (A.S) şöyle dedi: "Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası güzel (bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini bana getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.”
(Yûsuf 12/83)

"Fe sabrun cemîl!.." ve diğer yanda ise:

وَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظِيمٌ
Resim---“Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm (kezîmun).: Ve onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yûsuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım" dedi ve gözleri üzüntüsünden (ağardıkça) ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu."
(Yûsuf 12/84)
Ah Yûsufum Ah!.. sessiz şikâyeti...

Âşık; buz gibi eriyince ARK'a gelir, su olur fARKa gelir, buharlaşır fARKı tERKe gelir, saf, arı ve ÂŞIK olunca gARKa gelir ve Rahmet bulutu olur. İşte budur, MuhaMMedî Rahmetenli’l- ÂLEMîn KULLuk Güzergâhı... Ve işte budur, MuhaMMedî Mahviyet ve Rahmetenlilâlemin'e salâvât sılası vuslâtı..


Sabır: Nefse, RABB'ısından geleni başkasına şikâyet ettirmemek... Hükm-ü Hakk’a baş eğmek/eğdirmek... Ama nefsin yapısında, mayasında Fıtrî olarak şikâyet sızlanması da vardır... O hâlde, şükrünü ve şikâyetini RABB'ine celle celâluhu yap!..

Şikâyet: Nefsin kişilik ve şahsiyet (mâhiyet ve hüviyet) sıkıntılarını, kulluk çilesini dışa vurması... Biriyle paylaşma arzusu... Yakınması!..

Bessî: kimseye demese de dumanı tüten tasa, başkasınca hissedilen küçük sıkıntı.
Hüzn (ahzân): koru da külü de dumanı da içerde kalan derunî keder; gizli, şahsî acı... Çilenin çiçek açması... Birlik ve bilelik baharı...


Azîz kardeşlerim, bakınız arka arkaya gelen 4 âyet-i celîlede: Sabır-Şikâyet-Kınama ve Arz-ı hâl...
Hazır ve Nazır olan HAKK'ın celle celâluhu HUZUR TEVHİDİ...

İnşâe ALLAH ileride, Ehl-i Beyt aleyhi’s-selâm ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in çilelerini de çiçeklendirir ve meyvelerinden yeriz...

İşte mübârek İsa aleyhi’s-selâm'ın annesi Mübârek Meryem aleyha’s-selâm mâverâsı... Kadın deyip geçme...

Arabî Muhiddin (Kaddasallahu sırrıhu): "HAK celle celâluhu'dan hakkını alan esmâ, kadın kapısından çıkar" buyuruyor...

Bakma sen ham sofulara... İlimsiz, Edebsiz, İrfânsız ve Erkânsız bıraktıkları kadınları Sözden, Sohbetten ve İlâhî Zevklerden uzak tutanlara...
Bizim için bu âlemde 5 kadın vardır: Biri anamız, biri eşimiz, biri kızımız, biri de gelinimiz. Geri kalanlar ise kız kardeşlerimiz, çünkü bize zinâ haramdır!..
Kadın; aşk aşının ateşidir... Olmasa kokarız. Sistem çöker...
Normal olarak aş ile ateş arasında tencere vardır. Çile imtihÂNında kadın ile koca arasında AHDULLAH vardır. İşte ateşle aşın tenceresiz tevhidi...

Meryem aleyha's-selâm, Hâdice aleyha's-selâm, Fatime aleyha's-selâm, Asiye aleyha's-selâm, Aişe aleyha's-selâm ...
Bir düşün bunları ve Rabiatü'l-Adviye leri kaddasallahu sırrıha...


Çile Kuşlarının Çavuşu anlatmıştı:
"Orgeneral olan bir şahsın zamanı dolmuş, ölmüş...
Getirmişler Hacı Bayram Velî Hazretlerinin Câmiisinin avlusuna...
Ayaklar doğuya doğru baş batıya uzatmışlar musalla taşına...
İmâm cenâze namazını kıldıracak.
Müezzin cemâatı uyarıyor ki: "Er kişi niyyetine!.. Er kişi niyyetine!.." deyince, emir subayı fırlamış müezzine doğru:
"Ulan sen benim paşama nasıl er dersin!." deyince müezzin de erenlerden ve hırlı değilmiş: "Sâkin ol oğul, sâkin ol! Bu taşa nice erkek kılığında insan oğlu yattı ki kadın kılığında gelen ER-lerin ayak tozu bile değildi!.."
demiş...

Mesele MuhaMMedî oluş şuûruna eriştir..
Kadın, erkek, sen, ben, o, biz:
BİZ BİR-İZ ve Biz MuhaMMedîyiz Elhamdülillah...

Salât-ü-es seLÂM OLsun Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ve ÜMMetine ecmâin!.



28. SALÂVÂT-I ŞERÎFE:(Ebu'l-Hasen-eş-Şâzeli (kaddasallahu sırrehu)'ya âit Salâtu'n- Nuri'z- Zâtî)
İç sıkıntıları ve zorlukların aşılmasında şifâdır.


Resim

TÜRKÇESİ: Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ Seyyidinâ
ve Mevlânâ Muhammedin Nûri'z
-Zâti
Ve's-sirri's-sâriî fî cemi'i'l-âsâri
Ve'l-esmâi ve's-sıfâti Ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim
Adede kemâl'illâhi ve kemâ yelîku bikemâlihi
.


MÂNÂSI: "ALLAH'ım! Zâtın nûru,
Esmâ ve sıfatların bütün eserlerine
(mevcûdat) sârî (süren, süregen, sürücü, yayılan) sırrı olan
Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed
(salallahu aleyhi ve sellem)'e,
ailesine ve ashabına salât-ü-selâm ve bereketini ihsân eyle!
ALLAH'ın kemâli adedince ve O'nun kemâlinin lâzım ve lâyıkınca!"
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


3.3.11. AKDES:

Habibî Makamdır..

kuds: Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
Kudsî (Kuds. dan) Mukaddes, kudsal, muazzez.
Kudsî: kudsal olan, ALLAH celle celâluhu'a mensub ALLAH celle celâluhu ile
ilgili, ilâhî, lâhutî...
Kudsîyan: Kudsiler. Melekler. Melâike tâifesi.
Kudsîyyet: Kudsilik, mukaddeslik, azizlik. * Temizlik, paklık.
Hazretü'l- Kuds: cennet bahçesi.
Mukaddes: (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
Akdes: En kudsî. En mübarek.: saf, arı, sırf, zâtî, mübârek...


Akdes, aslında insanlara mahsus bir letâif olmaktan ziyâde;
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ait tüm insanların KULLuk FİŞinin, O’nunla ilişki kurup da, NuruLLaHı almasını sağlayan MuhaMMedî bir Prizdir..
Letâifler dıştan içe doğrudur ve dıştaki içtekini kapsar...
Neticede Ahfâ'nın içinde bir kara delik kalır ki bu sonsuz YUTucu AKDESdir..

AKL-ı Sİlm her insana Terakki ve Tekemmülle, İNSÂN iken SuLtÂN (kul) olunca bu kara deliğe fıtren ayarlanmış olan MuhaMMede'r -Resûlullah pirizi monte olur..



Resim

Her insanın kendisine verilenlerle, Bildirilen Sıart-ı Mustakîm YOLunda;

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Sözünü-Şerîatı İlimle BİLir,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Amelini/Fiilini- Tarikatını İradeyle BULur,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ahlâkını-Mârifetinde İdrakla OLur,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Hâlini- Hakikatini İştirakle YAŞArsa;


Enfüs-Merkez-ÖZünden de AKREBi-AKRABası RABBÜ’L- BİRRUN celle celâluhu'un ikrâmı olan:
“BİLE”lik Boşluğu,
Sırr-ı Sıfır Noktası,
KULLuk Kara Deliği OLÂN;
Ahadî ->Ahmedî ->Akdesî ->Habibî oLan "MuhaMMede'r- Resûlullah" Pirizine,
Ahdullah "Lâ ilâhe illallah" Fişini bu hayatın SON NEFESinde takarsa ebediyyen çalsın oynasın!..
Çünkü İhsânuLLAHa kavuştu...
Yoksa, derdine yansın.. ya da, yanmasın biraz daha çalsın oynasın!..
Çünkü İhsânuLLAHa kavuştu...
Yoksa, derdine yansın ya da yanmasın biraz daha çalsın oynasın!..

Hâşâ, hâşâ, uydurmuyorum, dava da etmiyorum, dâvet de etmiyorum...
Sâdece ve sâdece kendi nefsimle beraber Ümmet-i MuhaMMed'e duâ arzediyorum o kadar..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Sıdk-ü- Adl ve Ahd-ü-Mîsâk:

Azîz kardeşlerim,
Şimdi daha önce bahsettiğimiz ancak "İnsÂN kimdir?"i tamamlamak için yarım kalan konumuza döneceğiz..

Zîrâ;
Beden ->Nefs -> Kalb (Fuad) ->Ruh ->Sır ->Hafî -> Ahfâ -> Akdes...

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in silâsı-salâvâtı olan Kudsî Karargâhı âcizâne arzettik...


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---" Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlâ (adlen), lâ mubeddile li kelimâtihî, ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: RABB'ının kelimesi-sözü sıdkandoğruluk bakımından ve adlenadalet bakımından tamam oldu. O'nun kelimesini- sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O, işitendir, bilendir..."
(En'âm 6/115)

El EVVEL celle celâluhu olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL : "KûN...: OL!" kelimesi ile insanı halketti.
Hâşâ düşünüp, taşınıp, proje hazırlayarak değil!.
İnsan için MERKEZde, ENFÜSte, İÇte; sayısız ni’meti halk eden sıfatı..
İnsan için MUHİTte, ÂFÂKda, DIŞta; halkettiği sayısız ni’metleri..
İnsan Nefsi ile, bir ahd-ü-misâk yaptı ve tüm letâiflerini (şahsiyetini, benliğini, kimliğini-kişilğini-kendisini tümüyle) şâhid tuttu ki;
"Ben RABB'in değil miyim?"
"Belâ! Bilâkis! (Evet, RABB'ımızsın) ..." buyurduğuna...


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---"Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).: Hem RABB'in Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini alıp (çıkarıp) onları (tüm letâifleri ile birlikte) nefislerine karşı şâhid tutarak: "RABB'iniz değil miyim?" diye şâhid gösterdiği zaman "Bilâkis, RABB'imizsin, (buna) şâhidiz!" dediler. Kıyamet gününde "Bizim bundan (Ahdullahdan, âhidleşdiğimizden, ilk âhidden) haberimiz yoktu!" demeyesiniz. (diye) ..."
(A'râf 7/172)

وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ وَقَدْ أَخَذَ مِيثَاقَكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---" Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâh(billâhi), ver resûlu yed’ûkum li tû’minû bi rabbikum ve kad e haze mîsâkakum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ve size ne oluyor ki, Allah’a inanmıyorsunuz. Ve resûl, sizi Rabbinize îmân etmeniz için çağırıyor. Eğer siz inananlarsanız Allah, sizin (daha önce Rabbinizi tasdik etmiş olduğunuz) misakinizi almıştı.”
(Hâdid 57/8)

Arabça'da olumlu soruya; “RABBınız mıyım?.”:
Olumlu olarak kabul edip, Evet “neam” derseniz "evet, sen RABB'ımız değilsin!"
Olumsuz olarak kabul etmeyip, Hayır “Lâ” derseniz "hayır, sen RABB'imiz değilsin!" diyerek cevaplar verirsiniz..


Ancak Arabça'da; “E lestu birabbikum .: RABBınız değilmiyim?.” olumsuz sorusuna..:

“Evet-Neam”.. evet Rabbımız değilsin..
“Hayır-Lâ”.. hayır Rabbımız değilsin.. denilemez..
Arabça'da olumsuz soruya, “BeLÂ-Bilâkis, evet Rabbımızsın!.” Diyerek olmlu cevap verilir..
"Belâ: Bilâkis, sen RABB'imizsin!" denilir.

RABB'ımız Tealâ celle celâluhu'nun sanki şöyle buyurduğunu anlıyorum:
"Peki seni, sonsuz EŞYÂnın, OLAYın, ZAMANın ve ZANNın kaynaştığı muhteşem bir ÂLEMe, yarım nefeslik cüz'i iraden ile "Abd-KUL" olarak göndersem,
ZaNNınca ihtilâl yapıp, eşkiyâlığa kalkışmaman için anayasa “Kur'ân-ı Kerîm” ve yasalarla “Sahih Hâdis-i şerîf” le birlikte öğretmenleri “Nebî aleyhi’s-selâmlar” ve Baş ve Son Öğretmen olarak MuhaMMed Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i göndersem ki,
El EVVEL celle celâluhu olarak Bana evvelde verdiğin sözü,
El ZÂHİR celle celâluhu olarak halk ettiğim kâinâtımda nasıl yaşayıp da,
EL BÂTIN celle celâluhu olarak batnında “içinde” var ettiğim âlet edavâtla “letâiflerinle”,
EL ÂHİR celle celâluhu olarak senden beklediğim son sözüyün “TEVHİDİM” olmasını, sana öğretsin, tatbik, tavsiye ve şefâat etsin!."

AHDULLAHı ve misâkı kabul eden insanoğlu sistemin sahibi SUBHAN ALLAHu Tealâ'nın imkÂNla imtihÂN Ülkesine insan suretinde, akıl nuruyla yukarda arzedilenleri BİLdi, BULdu, OLdu, ANLAdı ve YAŞAdıysa en âlâ MuhaMMedî Mü’mindir... Yoksa kendi bilir...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Böylesi Teknik Tasavvufî konulara neden giriyorum?
Bizi bilenler bilir ki, yıllarca bu konularda bir kelâm bile yazıp dağıtmadım.
Ne var ki, ilâhî emirle bildirilen tüm haramlar, helâl;
Tüm yasaklar, kişisel özgürlük, diye serbest olunca ve,
Çocuklarımızın karnı haramla, kalbi yalanla dolunca,
Anladım ki neslimiz mânen hadım ediliyor, kısırlaştırılıyor ve kısacası İslâm Nesli yok ediliyor!.
Bilerek-bilmeyerek, istemeden-isteyerek gerçek bu...
Evet!. Biliyoruz ki dünyanın da bir kaderi var, âhir zamanda fesad, fitne ve zulm ayyuka çıkacak ve "ALLAH celle celâluhu” diyen bile kalmayacak!..

Ancak biz MuhaMMedîyiz,
Bu can bu tende oldukça HAKK'a celle celâluhu muhabbete, halkına merhamete mecburuz ve me'muruz-emredilmişiz.
Dünyanın dışına çıkacak değiliz.
Şu ÂNın şartlarında, imkÂNla imtihÂN olmaktayız.
Bu ve benzeri nedenlerle gayretkeşlik ettim.

Merkez yayından Kalb Televizyonumun algılayabildiği kadarını seyredip arz ediyorum.
Merkezî yayın Medine'de MuhaMMedî Mâverâ'da 24 saat durmadan yapılmaktadır.
Şu ÂNda teorik-nazarî olarak yusyuvarlak olan dünyanın herhangi bir noktasında Sabah Ezânı okunurken, aynı anda “Şe’ÂNuLLAHta şu ÂNda” bir başka noktasında, Öğle, İkindi, Akşam ve Yatsı ezÂNı ki 5 ezÂN birlikte,
Hatta ehli olan süfîlerce, Duhâ ve Teheccüd'ü de sayarsak 7 ezÂN okunmaktadır...
Aslında Merkezî ve MuhaMMedî sistemde bir tek "ALLAHÛ EKBER!."i biz 7 yerde Mehmet, Ahmed, Fazıl v.s. isimli müezzin radyolardan farklı yerlerde ama, aynı ÂNda dinliyoruz.
MuhaMMedî BAĞLıLık, elektrik sistemi gibi enterkollektedir.

Bunları şundan dolayı arzettim ki, noksanlık hâşâ “İLÂHî ANA YAYIN”dan değil de, benim Kalb Televizyonumdan, gözümden, aklımdan v.s.dir.
Öyle ya; elektrik yoksa, televizyon arızalı ise, antenin yönü kuzeye ise, aklım taşkın, gözüm şaşkın, dilim dolaşık, ağzım haram ve yalanla bulaşık ise, elli yayın elli para olur!..

Ben bu hâlde iken bağırıp çağırıyorum:
"Hani nerde Ezelî, Ebedî, Zâhirî, Bâtınî kısaca MuhaMMedî Yayın!.” diye.. Ne komik ve ne gülünç...

Azîzim; biz bunları tevhide teşvik için anlatıyorum.
Yoksa Öz Tasavvufta:
"Kimseye O’nda olmayan verilemez. Ancak o kimsedeki ortaya çıkarılarak kullanıp-kurtulmasına, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in GÜL Hatırı için ve ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in rizâsı için MuhaMMedî Hasbî Hizmet edilir..."

Sûfîlik halka hizmettir ve asla halka külfet-yük yüklemek değildir:

Hizmet ile dest-i kemâl,
Himmet ile seyr-i Cemâl..

Buyurulmuştur ki;
MuhaMMedî Mürid, kendi çabasıyla MuhaMMedî Hasbî Hizmet ile MuhaMMedî Kemâl ELde edebilir.
MuhaMMedî Mürşidin Himmeti ile Cemâl seyri ELde edebilir..


Himmet: Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.

Kemâlâtın en kısa yoldan elde edilmesi, HAKK'ın halkına HAKK celle celâluhu'nun rizâsı için Hasbî Hizmettir.
Cemâlullah'ın seyri ise Himmet iledir.
ALLAH celle celâluhu'ya giden yol ALLAH celle celâluhu Dostlarının gönlünden geçer...
Onun için MuhaMMedîler sırât-ı müstakîm ipine dizili tesbihler gibidir. İmâmiye ise tektir ve İmâm-ı Mutlak MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem dir...

Yukarıda arzettiğim ÖZDEKİ KARA DELİKten Tahkik Tevhid İPi nasıl geçecek!.

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---"Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.”
(Âl-i İmrân 3/103)

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---"Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim."
(Yûsuf 12/108)

Kul için zâten başka çâresi de yok, yolu da yok... neden mi?.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Ahd-ü-Misâk'a Dönelim:

Ahd: Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. Vasiyet. Bir şeyi korumak, hâlden hâle onu muhafaza etmek, vasiyet etmek ve ısmarlamak.
Misâk: Anlaşma. Sözleşme. Yeminleşme. Verilen söz.


ALLAHu zü’l-CeLÂLin, Beden-Nefs-Kalb-Ruh CEM’inde, ELestinde ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kULLarına buyruğu..

ELest Bezmindeki Rububiyyet TevhidiEMÂnetimizin, şu Şehâdet Âlemindeki Uluhiyyet Tevhidi edip Şâhid OLuş HAYYatımız…


Resim---Hz. Enes (radiyallahu anhu)’den rivayet edilen bir hadis-i şerif’te Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Emânete riâyeti olmayanın imanı da yoktur, ahde vefâsı olmayanın dini de yoktur” buyurdu.
(Beyhakî, es-Sünenû’I- Kübra, Beyrut, ty. c. IX, sh. 231.)


Ahd: Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. * Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet.
Misâk: Anlaşma. Sözleşme. Yeminleşme. Verilen söz.


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---“Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevme’l- kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.”
(A’raf 7/172)

أَوْ تَقُولُواْ إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ أَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ
Resim--- "Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ feale’l- mubtilûn (mubtilûne).: “Veya fakat daha önce babalarımız da şirk koştu ve biz onlardan sonraki nesiliz. Hal böyle iken bâtılla amel edenlerin yaptıklarından dolayı mı bizi helâk edeceksin?” dersiniz diye.”
(A’raf 7/173)

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim--- "Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.”
(Bakara 2/27)

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Resim--- "Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn (ferhebûne).: Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi hatırlayın ve ahdime bağlı kalın, ki ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun.”
(Bakara 2/40)

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ
Resim--- "Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bi’l- vâlideyni ihsânen ve zi’l- kurbâve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve kûlû li’n- nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtû’z- zekât (zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn (mu’ridûne).: Hani İsrailoğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hâlâ) yüz çeviriyorsunuz.”
(Bakara 2/83)

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Resim--- "Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn (teşhedûne).: Hani sizden "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz.”
(Bakara 2/84)

وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ لَمَا آتَيْتُكُم مِّن كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءكُمْ رَسُولٌ مُّصَدِّقٌ لِّمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ إِصْرِي قَالُواْ أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُواْ وَأَنَاْ مَعَكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
Resim--- "Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tansurunnehu, kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mine’ş- şâhidîn (şâhidîne).: [/color]Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah'ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, O'na mutlaka îmân edeceksiniz ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.”

(Âl-i İmrân 3/81)

وَإِذَ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاء ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْاْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Resim--- "Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu li’n- nâsi ve lâ tektumûneh (tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ (kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn (yeşterûne).: Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.”
(Âl-i İmrân 3/187)

وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim--- "Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâti’s- sudur (sudûri).: Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.”
(Mâide 5/7)

وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَآئِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Resim---"Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl (isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ (nakîben) ve kâlellâhu innî meakum le in ekamtumu’s- salâte ve âteytumu’z- zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhâl enhâr (enhâru), fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâe’s- sebîl (sebîli).: Ve andolsun ki Allah, İsrailoğulları’ndan misak almıştı. Ve onlardan on iki nâzır görevlendirdik. Ve Allahû Teâla: “Eğer namazı mutlaka ikâme ederseniz, zekât verirseniz ve resûllerime îmân edip onlara yardım ederseniz ve Allah’a (Allah için) güzel bir borç verirseniz, muhakkak ki ben sizinle beraberim ve de mutlaka sizin günahlarınızı örterim ve sizi, mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım.” dedi. Artık, bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka sevvâ edilmiş (Allah’a ulaştırmak üzere dizayn edilmiş) yoldan sapmış olur.”
(Mâide 5/12)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim--- "Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet (kâsiyeten), yuharrifûne’l- kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî, ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Misaklarını bozmaları sebebiyle biz de onları lânetledik, kalplerini de (kapkaranlık) yaptık. Onlar, kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (değiştirirler). Nasihat olundukları şeylerden nasiplerini almayı unuttular. Onlardan pek azı hariç, devamlı onların hainliklerine maruz kalırsın. Yine de onları affet ve hoşgör. Muhakkak ki Allah muhsinleri sever.”
(Mâide 5/13)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---"Ve lâ takrabû mâle’l- yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle ve’l- mîzâne bi’l- kıst (kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.”
(En'âm 6/152)


كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلاَ يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Kitâbun unzile ileyke fe lâ yekun fî sadrike haracun minhu li tunzire bihî ve zikrâ li’l- mu’minîn (mu’minîne).: Sana indirilen Kitap, mü’minler için bir zikirdir (öğüttür) ve onunla onları uyarman içindir. Artık ondan dolayı, göğsünde artık bir darlık (sıkıntı) olmasın.”
(A'râf 7/102)

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالمَلاَئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِم مِّن كُلِّ بَابٍ
Resim---"Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim ve’l- melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb (bâbin).: Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.”
(Ra'd 13/20)

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
Resim---"Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fî’l- ardı ulâike lehumu’l- la’netu ve lehum sûu’d- dâr (dâri).: Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.”
(Ra'd 13/25)

وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Resim---"Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudû’l- eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen, innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn (tef’alûne).: (Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.”
(Nahl 16/91)

وَلاَ تَشْتَرُواْ بِعَهْدِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً إِنَّمَا عِندَ اللّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlen, innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve Allah’ın ahdini, az bir bedelle satmayın. Oysa o (ahd), Allah’ın indinde (katında) sizin için daha hayırlıdır, bilseniz (bilmiş olsaydınız).”
(Nahl 16/95)

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---"E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvu’n- mubîn (mubinun).: Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.”
(Yâsîn 36/60)

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---"Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumu’t- tûr (tûra) huzû mâ ateynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn (tettekûne).: Sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki:) "Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın, ki sakınasınız."
(Bakara 2/63)

(Bakara 2/83),84-(Âl-i İmrân 3/81),187- (Mâide 5/7),12,13 Bkz.

İşte insanoğlunun ahd-ü-misâkı...



KuLlar için ALLAHu Zü’l- CeLÂL ile yaptığı “Ahd-ü-mîsâk”a uymak farz-ı ayndır.:

أَوَكُلَّمَا عَاهَدُواْ عَهْداً نَّبَذَهُ فَرِيقٌ مِّنْهُم بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---"E ve kullemâ âhedû ahden nebezehu ferîkun minhum be’l- ekseruhum lâ yu’minûn (yu’minûne).: Ne zaman bir ahidde bulundularsa, içlerinden bir bölümü onu bozmadı mı? Hayır, onların çoğu iman etmezler.”
(Bakara 2/100)

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.”
(Âl-i İmrân 3/77)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû evfû bi’l- ukûd (ukûdi) uhıllet lekum behîmetu’l- en’âmi illâ mâ yutlâ aleykum gayra muhillî’s- saydi ve entum hurum (hurumun) innallâhe yahkumu mâ yurîd (yurîdu).: Ey iman edenler, akitleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymaksızın ve size okunacaklar dışta tutulmak üzere, hayvanlar size helal kılındı. Şüphesiz Allah, dilediği hükmü verir.”
(Mâide 5/1)

وَإِذَ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاء ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْاْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Resim---"Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtû’l- kitâbe le tubeyyinunnehu li’n- nâsi ve lâ tektumûneh (tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ (kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn (yeşterûne).: Ve Allah, kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz." diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar (sözlerini tutmadılar) Ve onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.”
(Âl-i İmrân 3/187)

وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمِيثَاقَهُ الَّذِي وَاثَقَكُم بِهِ إِذْ قُلْتُمْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---"Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâti’s- sudur (sudûri).: Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.”
(Mâide 5/7)

الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَلاَ يِنقُضُونَ الْمِيثَاقَ
Resim---" Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûne’l- misâk (misâka).: Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar.”
(Ra'd 13/20)

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ
Resim---"Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fî’l- ardı ulâike lehumu’l- la’netu ve lehum sûu’d- dâr (dâri).: Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.”
(Ra'd 13/25)

وَأَوْفُواْ بِعَهْدِ اللّهِ إِذَا عَاهَدتُّمْ وَلاَ تَنقُضُواْ الأَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Resim---"Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudû’l- eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlen, innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn (tef’alûne).: (Allah ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim etme konusunda) sizinle ahdleştiği zaman Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan (hidayete erdikten ve nefsinizi tezkiye ettikten) sonra yeminleri bozmayın (ruhunuzu Allah’a ulaştırdıktan ve nefsinizi tezkiye ettikten sonra dalâlete düşmeyin). Ve siz, Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız (Allahû Tealâ, sizi hidayete erdirerek, ruhunuzu Kendisine ulaştırarak verdiği sözü, kefaletini yerine getirmişti). Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.”
(Nahl 16/91)

وَلاَ تَشْتَرُواْ بِعَهْدِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً إِنَّمَا عِندَ اللّهِ هُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlen, innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve Allah’ın ahdini, az bir bedelle satmayın. Oysa o (ahd), Allah’ın indinde (katında) sizin için daha hayırlıdır, bilseniz (bilmiş olsaydınız).”
(Nahl 16/95)

وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
Resim---"Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn (râûne).: Ve onlar, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir (uyanlar, sadık olanlardır).”
(Mü'minûn 23/8)

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا
Resim---"Mine’l- mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe aleyhi, fe minhum men kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû tebdîlâ (tebdîlan).: Mü’minlerden bir kısım erkekler, Allah’a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar, (ahdlerinden) bir şey değiştirmediler.”
(Ahzâb 33/23)

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---"İnnâ aradnâ’l- emânete alâ’s- semâvâti ve’l- ardı ve’l- cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâ’l- insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ (cehûlen).: Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.”
(Ahzâb 33/72)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً
Resim---"Ve lâ takrabû mâle’l- yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfû bi’l- ahdi, inne’l- ahde kâne mes’ûlâ (mes’ûlen).: En kuvvetli çağına (bulûğa) erişinceye kadar, yetimin malına en güzel şekilde olmadıkça yaklaşmayın! Ve ahdi ifa ediniz (yerine getiriniz)! Muhakkak ki ahd, mes’ul (sorumlu) kılar.”
(İsrâ 17/34)

إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَن نَّكَثَ فَإِنَّمَا يَنكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh (yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ (azîmen).: Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).”
(Fetih 48/10)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.4.-) ALLAH’a ve RESÛLULLAH'a Resim
ResimTeSLiM OLuş ResimÎMÂN EDiş ResimTÂBi OLuş ResimİTÂAT EDiş!..


celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem

MuhaMMedî TeSLiM OLan KuL ->MuhaMMedî Şuuru BİLir
MuhaMMedî ÎMÂN EDen KuL ->MuhaBBeti
ve MuhaMMedî Nûru BULur
MuhaMMedî TÂBi OLan KuL ->MuhaMMedî Hizmette ve MuhaMMedî Sürurda OLur
MuhaMMedî İTÂAT EDen KuL ->MuhaMMedî Hakîkatı
ve MuhaMMedî O-Nûru YAŞAr.. İn şâe ALLAH

Azîz kardeşlerim, insanın letâif katmanlarını arz ederken ÖZdeki MuhaMMedî Kader Prizlerinden bahsettim...
Kıyamete kadar gelecek her insanda bu boşluğun olduğunu akıl verilen insanların kendi prizini bulmakla ve kullanmakla sorumlu olduğunu bildirdim.
Sözlerime; kendi kısır düşüncelerini aşıp, tekemmül edemeyen kişiler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem için: "Geldi, tebliğini yaptı, Kur'ân-ı Kerîmi bıraktı, öldü gitti!" diyenler elbette, hem de şiddetle itiraz edecekler...
Kimisi alışkanlıklarına kul, kimisi de ruhsuz, hevâ ve hevesine kul..
Kavga ve cedel ise, bize yasaktır..
Helâl ve Dosdoğru olan MuhaMMedî HasbîHabîbî Hizmettir inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Kur'ÂN-ı Kerîm SÖZü ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SESiyle;


MuhaMMedî Teslim OLup Müslim,
MuhaMMedî İman EDip Mümin,
MuhaMMedî Tâbi OLup VelîYyuLLAH
MuhaMMedî İtâat EDip EHLuLLAH OLuşlar..



Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

1-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE TESLİM OLUN!:

(Ahzâb 33/56) (Âl-i İmrân 3/20)

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---“İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen) : Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzâb 33/56)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---“Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi) : Eğer seninle çekişip tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla (tâbi olarak-teslimiyetle) birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Âl-i İmrân 3/20)

ResimKur'ân-ı Kerimimizde;

2-) ALLAH'A ve RESÛLÜNE İMAN EDİN!:

(A'raf 7/158) (Nur 24/47, 62) (Fetih 48/9, 13) (Hucurât 49/15) (Hadid 57/7, 19, 21) (Mücâdile 58/4) (Saff 61/11)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A'râf 7/158)

وَيَقُولُونَ آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ وَأَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلَّى فَرِيقٌ مِّنْهُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ وَمَا أُوْلَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve yekûlûne âmennâ billâhi ve bir resûli ve ata’nâ summe yetevellâ ferîkun minhum min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne) : (Bazı insanlar:) "Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.” (Nûr 24/47)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَن لِّمَن شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“İnnelmel mu’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî ve izâ kânû meahu alâ emrin câmiın lem yezhebû hattâ yeste’zinûh(yeste’zinûhu), innellezîne yeste’zinûneke ulâikellezîne yu’minûne billâhi ve resûlih(resûlihi), fe izeste’zenûke li ba’dı şe’nihim fe’zen li men şi’te minhum vestağfir lehumullâh(lehumullâhe), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) : Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar bırakıp gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, işte onlar Allah'a ve elçisine iman edenlerdir. Böylelikle, senden kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nûr 24/62)

لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
Resim---“Li tu’minû billâhi ve resûlihî ve tuazzirûhu ve tuvakkırûh(tuvakkırûhu), ve tusebbihûhu bukreten ve asîlâ(asîlen) : Ki Allah'a ve Resûlü'ne iman etmeniz, O'nu savunup desteklemeniz, O'nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için.” (Fetih 48/9)

وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا
Resim---“Ve men lem yû’min billâhi ve resûlihî fe innâ a’tednâ lil kâfirîne saîrâ(saîren) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır.” (Fetih 48/13)

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Resim---“İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne) : Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” (Hucurât 49/15)

آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَأَنفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ
Resim---“Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh(fîhi), fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(kebîrun) : Allah'a ve Resûlü'ne iman edin. Sizi, üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı şeylerden harcayın. Sizden iman edip de (Allah rızası için) harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid 57/7)

وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ
Resim---“Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi) : Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddîklar ve şehidler (veya şahid)lerdir. Onların ecirleri ve nurları vardır. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise; işte onlar da cehennem halkıdır.” (Hadid 57/19)

سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Resim---“Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih (rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm (azîmi) : Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir.” (Hadid 57/21)

فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِن قَبْلِ أَن يَتَمَاسَّا فَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ فَإِطْعَامُ سِتِّينَ مِسْكِينًا ذَلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---“Fe men lem yecid fe siyâmu şehreyni mutetâbiayni min kabli en yetemâssâ, fe men lem yestetı’ fe ıt’amu sittîne miskînâ (miskînen), zâlike li tû’minû billâhi ve resûlih (resûlihî), ve tilke hudûdullâh (hudûdullâhi), ve lil kâfirîne azâbun elîm (elîmun) : Ancak buna (imkan) bulamayanlar (için de) birbirleriyle temas etmeden önce, kesintisiz iki ay oruç (yüklenmiştir); buna güç yetiremeyenler altmış yoksulu doyursun. Bu (kolaylık), Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iman etmeniz dolayısıyladır. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kafirler içinse acı bir azab vardır.” (Mücâdile 58/4)

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Tû'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn (ta'lemûne) : Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (Saff 61/11)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

3- ALLAH'A VE RESÛLÜNE TÂBİ OLUN- istecibü!:

(Âl-İ İmrân 3/172) (Enfâl 8/24)

الَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِلّهِ وَالرَّسُولِ مِن بَعْدِ مَآ أَصَابَهُمُ الْقَرْحُ لِلَّذِينَ أَحْسَنُواْ مِنْهُمْ وَاتَّقَواْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh (karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm (azîmun) : Onlar yaralandıktan sonra Allah’ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükâfat vardır.” (Âl-İ İmrân 3/172)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---“Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne) : Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

Allah'ın Resûlüne Tâbi Olun!:

(Bakara 2/143) (Âl-i İmrân 3/20, 31, 53) (A'RAF 7/158) (Enfâl 8/ 64) (Yûsuf 12/108) (Şuara 26/215)

فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Resim---“Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean (menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg (belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd (ibâdi): Eğer seninle çekişip tartışırlarsa, de ki : "Ben, bana uyanlarla (tâbi olarak-teslimiyetle) birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Âl-i İmrân 3/20)

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun) : De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ
“Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn (şâhidîne) : 'Ey Rabbimiz! Biz senin indirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Bizi şahitlerle birlikte yaz!' (Âl-i İmrân 3/53)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît (yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn (tehtedûne) : De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A'râf 7/158)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Yâ eyyuhennebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne) : Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.” (Enfâl 8/64)

قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Resim---“Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne) : (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim." (Yûsuf 12/108)

وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---“Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne) : Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger.” (Şuara 26/215)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim Kur'ân-ı Kerimimizde;

4- ALLAH'A VE RESÛLÜNE İTÂAT EDİN!:

Âl-İ İmrân 3/32, 132; Nisâ 4/13, 59, 69, 80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1, 20, 46; Tevbe 9/71; Nûr 24/47, 52, 54; Ahzâb 33/31, 33, 66, 71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14; Mücâdile 58/13; Tegâbûn 64/12
Âyetlerinde geçmektedir.

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---"Kul etîûllâhe ve'r- resûl (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn (kâfirîne) : De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-İ İmrân 3/32)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim---"Ve atîûllâhe ve'r- resûle leallekum turhamûn (turhamûne) : Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-İ İmrân 3/132)

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---"Tilke hudûdullâh (hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ'l- enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlike'l- fevzu'l- azîm (azîmu) : Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisâ 4/13)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîû'r- resûle ve uli'l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ve'r- resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve'l- yevmi'l- âhir (âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen) : Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim---"Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ve's- sıddîkîne ve'ş- şuhedâi ve's- sâlihîn (sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ (rafîkan) : Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
Resim---"Men yutiı'r- resûle fe kad atâallâh (atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ (hafîzen) : Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisâ 4/80)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
Resim---"Ve etîûllâhe ve etîû'r- resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûline'l- belâgu'l- mubîn (mubînu) : Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.” (Mâide 5/92)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Yes’elûneke ani'l- enfâl (enfâli), kuli'l- enfâlu lillâhi ve'r- resûl (resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn (mu’minîne) : Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.” (Enfâl 8/1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ
Resim---"Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn (tesmeûne) : Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.” (Enfâl 8/20)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
Resim---"Ve etîullâhe ve resûlehu ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum vasbirû, innallâhe mea's- sâbirîn (sâbirîne) : Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---"Ve'l- mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d (ba’din), ye’murûne bi'l- ma’rûfi ve yenhevne ani'l- munkeri ve yukîmûna's- salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm (hakîmun) : Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/71)

وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Resim---"Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humu'l- fâizûn(fâizûne) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nûr 24/52)

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---"Kul atîullâhe ve atîu'r- resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ ale'r- resûli illel belâgu'l- mubîn (mubînu) : De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nûr 24/54)

وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا
Resim---"Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’me'l- sâlihan nu’tihâ ecrehâ merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ (kerîmen) : Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.” (Ahzâb 33/31)

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
Resim---"Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberruce'l- câhiliyyetil ûlâ ve ekımne's- salâte ve âtîne'z- zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh (resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumu'r- ricse ehle'l- beyti ve yutahhirekum tathîrâ (tathîran) : Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/33)

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---“Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ne'r- resûlâ (resûlen) : Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb 33/66)

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا
Resim---"Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ (azîmen) : (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb 33/71)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ
Resim---"Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîû'r- resûle ve lâ tubtılû a’mâlekum : Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 47/33)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim---"Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’reci haracun ve lâ ale'l- marîdı harac (haracun), ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihe'l- enhâr (enhâru), ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ (elîmen) : Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse, (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acı bir azab ile azablandırır.” (Feth 48/17)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Kâleti'l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli'l- îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun) : Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucûrat 49/14)

أَأَشْفَقْتُمْ أَن تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât (sadekâtin), fe iz lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmû's- salâte ve âtû'z- zekâte ve etîûllâhe ve resûleh (resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn (ta’melûne) : Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdile 58/13)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim---"Ve etîûllâhe ve etîû'r- resûl(resûle), fe in tevelleytum fe innemâ alâ resûline'l- belâgu'l- mubîn (mubînu) : Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.” (Tegâbûn 64/12)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i İnşâe ALLAH daha detaylı inceleriz.
Şimdilik arzedilen husus şu ki;
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde ZÂTına; teslim olmaak, imân etmek, tâbi' olmak ve itâat etmek hususunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i birlikte buyurmuştur. Hâşâ, bu bir ortaklık değildir ve KÛN feyeKÛN OLUŞumudur.. AKL-ı SiLMSahibleri rahatlıkla ANLArLar ki, Mutlak Vâcibu’l- VüCÛD ZÂTuLLAHtır.. somut-soyut tüm Oluşumlar ise Sebeb-SON-UÇunda MevCÛDat-Kâinâtın CüMMLesi NÛRuLLahtır ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de NÛRuLLahtır..


“KüLLî ŞEYyi ->ALLAH’ın NÛRu!.:

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Tâbi' olmak ve itâat etmek: emirlerine boyun eğip buyurduklarını duymak ve işlediklerine uymakladır.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, bir Beşer-İnsandır elbette.. Abdihu ve Resûluhu..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp: "Ben bir beşerim. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha belagatlı (ikna edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak kime bir Müslümanın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu bilsin. O ateşi ister yüklensin, ister terketsin (kendisi bilir)" buyurdular.
(Ümmü Seleme rad.a’dan; Muvatta, Akdiye 1, (2, 719); Ebu Davud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizi, Ahkam 11, (1339); Nesaî)

Ancak inanan insanlar Kur'ân-ı Kerîm'i iyice incelerse görürler ki, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin durumu, beşeriyyeti rusûliyyetiyle tâçlanmış Mustafa aleyhisselâmdır..
Yakut da taş, granit de taş, kalker de tatır.. taş isimleri müşterektir.. ama, herbirinin değeri ve vasıfları-sıfatları çok çok farklıdır bu İmtihan ÇÖLÜnde..

Resûlullahımızı sallallahu aleyhi ve sellem iyi tanımamız mutlaka şart ki, O'nu DUYaBİLelim ve O'na UYaBİLelim.
Kime Teslim Olup
Kime İman Edip
Kime Tâbi Olup
Kime İtâat Ettiğimizi tamm tatmin olmuş olarak tanıyalım inşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Bilemez isek duşamaya (rastgele) ne iş yapabiliriz...

Kaldı ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e; Teslim olmak, İmân etmek, Tâbi' olmak ve İtâat etmekher Müslümana Kur'ÂN-ı Kerîmde açıkça ve kesinlikle farz-ı AYNdır ve İslâm Dininin ana şartıdır.
Çünkü Sünnetullah, İnsanların Rehbersiz-Resûlsüz-Kur'ÂN-ı Kerîmsiz olarak direkt olarak RABB'ısı ile ilişki kurmasına müsâade etmemiştir ve imkan da sağlamamıştır..

İslam Dinini; Yıkıcı Siyonist soytarısı bazı sivri zekâlılar, asırlardır İçeriğini incelemeden sadece sesini dinleyerek uzak tuttuğumuz Kur'ÂN-ı Kerîmimizi yok sayıp: "ALLAH ile kulu arasına kimse giremez!." derken “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ihtiyaç yok, Kur'ÂN-ı Kerîmi getirip gitti!.” demek sûretiyle dinimizi i'tikaden çökerttiler..
Tekfir etmek bizce hoş değildir ancak, işin sonunda açıkça küfr ehlidirler..

Bir de: "Bizim dinimiz akıl-mantık dinidir!." deyip hevâ ve hevesinin keyfince yorumlarla hem kendini hem de kendilerine uyanları mahvedenler vardır. Oysa Dinimiz NAKLe UYan AKıL dinidir..
Unutmamalı ki dünyada sonsuz sayıda insan, akılları ve mantıkları vardır..
İnsan sayısınca din mi olacak yâni...
Evet, "aklı olmayanın dini yoktur" ve AKIL insanın ana malıdır.


Resim---Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kişinin dini akıldır. Aklı olmayanın dini de yoktur!" buyurmaktadır.
(Kenzü'l- Ummâl III/7033)

Ne var ki dinimiz, MESNED-NaKL Dinidir.
Kur'ân-ı Kerîme ve sahih hâdis-i şerîflere (sünnet-i seniyyeye) dayanmayan (mesnedlenmeyen) hükümler, istediği kadar şunun bunun aklına ve mantığına uysun İslâm Dini'nin dışındadır.
Akıl da mantık da her şeyler de lâzım ancak, KURÂNÎ Mesned-i MuhaMMedî içinde..

Satırlardaki tasavvufu ve sofuluğu, sadrlardaki tasavvufa ve sûfîliğe dönüştürmek için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i çok çok iyi tanımak bu yolun ilk şartıdır...

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e tâbi' olmak (emrine boyun eğmek) ve itâat (verdiği emre göre yaşamak), ALLAHU Tealâ'nın emridir.


قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Resim---Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyaġfir lekum żunûbekum(k) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un): De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
(Âl-i İmrân 3/31)

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ
Resim---“Kul etîûllâhe ve’r- resul (resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbu’l- kâfirîn (kâfirîne).: De ki: "Allah'a ve Resûl'e itaat ediniz." Bundan sonra eğer dönerlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez.”
(Âl-i İmrân 3/32)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e İNANıyorsanız,
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'dn KORKuyorsanız,
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'i SEViyorsanız,
Kesinlikle Resûl'ü MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem'e, Teslim olun, İnanın, Tâbi' olun ve İtâat edin!.
Her yerde, her zaman, her hâlde ve her nefeste, aklı olan herkes için, sürekli bir tâbi' oluş ve itâat ediştir bu..
Önce Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem'e Teslimiyyet, sonra onun yoluyla ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e tâbi' oluş ve itâat ve İstikâmet...

İnsan enfüsünde, merkezinde, derûnunda, Habli'l- Verid olan Tevhid Ahdinde, "abd"-lik misâkında, madde ve mânâ ara kesitinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e tâbi' olmak zorundadır..

Onun için merkezimizdeki kara deliğe Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "MuhaMMede'r- Resûlullah" piriziyle göklerin ve yerin nuru olan ALLAHü Tealâ'dan bir NÛR, Şe’ÂNULLAHTa her ÂN, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in;
HaBiBîyyet,
AhMedîyyet,
HaMîdîyyet,
MuhaMMedîyyet
Hattı ile insan sûretinde ve aklı olan herkese fıtrî bir nâsib olarak KÛN feyeKÛN sunulmaktadır..

Aklı ile Cûz'i İradesini/ Küllî İradeden bir cüz. Allah tarafından insana verilen iradesini kullanan ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i, Evvel-Âhir-Zâhir-Bâtında; DUYan ve UYanlar, kendi ÖZünde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin NUR PRİZİni BULacaktır..

Kâinât Kur'ânı, kendi Beden Kur'ânı, Kalbî Kur'ân'ı ve de Kelâmullah olan Kur'ân-ı Kerîmi okur; düşünür, taşınır ve "Lâ ilâhe illallah!" der.
Bu söz, elektrik fişini temin etmek gibidir.
Ancak, MuhaMMedî tasavvuf kablosuna bağlanıp ÖZdeki:
"MuhaMMede'r- Resûlullah" Priziyle buluşturunca:

"Lâ ilâhe illallah MuhaMMede'r- Resûlullah" Nurullah'ı ile dörd âlemi aydınlatır.
Nurun âlâ nur OLur...
Müslim ->Mü'min OLur.
Ahmak ->Âşık OLur.
İnsan ->Kul OLur..
Kul olan ->Sultân OLur, ihsÂN BULur...
Rahmetenli'l- âlemin kaynağından ebedîyen faydalanır.. inşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


3.4.1-) MERKEZ-MUHİT ve EMÂNET-Nİ'MET

Azîz kardeşlerim,
Merkezdeki Emânet, Ezeldeki AhduLLAHtır.
Muhitte Ni’met şuÂN ve Ebedde Ni’metuLLAHtır..
Nefsimizin verdiği kulluk misâkıdır.
Bu âlemde İmkÂNla İmtihÂN olurken asla ve katiyyen bu emânete ihânet etmeyip Sıddıkan/Sadakâtla korumamız ilk sözümüzde durmamız emredilmiştir.

Ezel Emânetine-AhduLLAHa ihânet çok ağır sonuçlar verir..
Bir çok âyetin sonu "azabun mûhinâ: ihânet azabı" buyurulmuştur...

Bakara 2/90; Âli İmrân 3/178; Nisâ 4/14, 37,102; Hacc 22/57; Sebe' 24/14..

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا أُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Resim---"Ve mine’n- nâsi men yeşterî lehve’l- hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ (huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn (muhînun).: Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri satın alırlar, ilimleri olmaksızın Allah’ın yolundan saptırmak için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azab vardır.”
(Lokmân 31/6)

وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا أُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ
Resim---"Ve izâ âlime min âyâtinâ şey’enittehazehâ huzuvâ (huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn (muhînun).: Âyetlerimizden bir şey öğrendikleri zaman onu alay konusu edinirler. İşte onlar; onlar için alçaltıcı azab vardır.”
(Câsiye 45/9)

اشْتَرَوْاْ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً فَصَدُّواْ عَن سَبِيلِهِ إِنَّهُمْ سَاء مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---"İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe saddû an sebîlihî, innehum sâe mâ kânû ya'melûn (ya'melûne).: Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O'nun yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.”
(Tevbe 9/119)

MERKEZdeki EMÂNET dışındaki her şey MUHİT' teki Nİ'METlerdir. Kaldı ki Ni'metlerde emânettir. Varlığın aslı esası emânettir.
Onun için;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Dininizde (kulluk kuralları) ilk kaybedeceğiniz (yitireceğiniz) emânettir, sonra da namaz" buyurmuştur.
(Enes râdiyallahu anhu’dan; Hâkim, Ziyâü'l- Makdis'inde)

Ve hayatta, emâneti kaybeden sırasıyla ve zincirleme herşeyini kaybediyor..

Ni'metlere zulmetmeyip, ADLÂN/adâletle davranmakla emr olunmuşuz. Ni'metin yaratılış hizmetine şükür ve hukuklarına saygı adâlettir.
Elma ağacı ni'mettir. Meyvesini yemek şükür. Keyfi olarak ağacı kesmek ise zulümdür. Adâlet ise kendisine lâzım ve lâyık olan sevgi, saygı ve hizmeti göstermektir..


إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---" İnnâ aradnâ’l- emânete alâ’s- semâvâti ve’l- ardı ve’l- cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâ’l- insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ (cehûlen).: Muhakkak ki Biz, EMÂNETi göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zâlimdir, çok câhildir.”
(Ahzâb 33/72)

وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا
Resim---"Ve kad halakakum etvârâ (etvâran).: Ve O, sizi halden hale (çeşitli hallerden) geçirerek yaratmıştır.”
(Nûh 71/14)

وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innallâhe le gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve şâyet, Allah’ın ni’metlerini adet adet (tane tane) sayarsanız, onu sayamazsınız. Muhakkak ki O, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderendir).”
(Nahl 16/18)

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
Resim---"Summe le tus’elunne yevmeizin ani’n- naîm (naîmi).: Sonra o-izin günü mutlaka ni’metlerden sorgulanacaksınız.”
(Tekâsür 102/8)

وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا
Resim---"Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bi’n- nâsi, ve mâ cealnâ’r- ru’yâlletî eraynâke illâ fitneten li’n- nâsi ve’ş- şecerate’l- mel’ûnete fî’l- kur’ân (kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ (kebîren).: Hani biz sana: "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur'an'da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor.”
(İsrâ 17/60)

أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَاء رَبِّهِمْ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطٌ
Resim---"E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhit (muhîtun).: Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır.”
(Fussilet 41/54)

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---"Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ (muhîtan).: Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.”
(Nisâ 4/126)

ALLAH Tealâ sonsuz ni'metlerini göklerde ve yeryüzünde emrimize müsahhar kılmıştır. Uzatmamak için liste arzedelim:
Bakara 2/29; Rad 13/2; İbrâhim 14/32-34; Nahl 16/5-4,80-81; İsrâ 17/70; Hacc 22/36-37,65; Ankebut 29/61; Lokman 31/20,29; Fâtır 35/13; Zümer 39/5; Zuhrûf 43/13; Câsiye 45/12-13; Mülk 67/15; Naziât 79/30 ve diğerlerine bakınız.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in ni'meti olan kâinâtta imtihÂN hayatını yaşarken, tüm ni'metlerini Hududullah içinde adâletle kullanmayıp, zulmeden zâlimler için, Kur'ân-ı Kerîm'deki ilgili âyetlerden sadece zâlimle biten âyetler :

"ALLAH celle celâluhu zâlimlere hidâyet etmez.": Bakara 2/158; Âl-i İmrân 3/86; Mâide 5/51, 44 En'âm 6/144; Enfâl 9/19; Tevbe 9/109; Kasas 28/50; Şurâ 42/40; Ahkâf 46/10; Saff 61/7; Cum'a 62/5 bkz..

"ALLAH zâlimleri sevmez": Âl-i İmrân 3/57,140..

"ALLAH zâlimleri bilir": En'âm 6/58; Tevbe 9/47..

"Zâlimler iflâh olmaz": Kasas 28/37; En'âm 6/21, 135..

"Kâfirler zâlimlerdir": Bakara 2/254..

وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Resim---" Ve kezâlike nuvellî ba’da’z- zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.”
(En'âm 6/129)

Azîz kardeşlerim,
Nedir bu, Merkez-Muhit, Emânet-Ni’met, İhânet-Zulüm, Sadakat-Adâlet ..


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adlâ (adlen), lâ mubeddile li kelimâtihî, ve huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: Ve Rabbinin sözü sadakatle ve adaletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.”
(En'âm 6/115)

DIŞta Adâlet ->Teslimiyet ->Müslim..
İÇte Sadakat ->İstikâmettir ->Mü'min.


Hakîkat de, teslimiyyet de, imân da, tâbi'yyet de, itâat de, istikamet de ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e ve Resûlü MuhaMMed aleyhi’s-selâm'a olup tahakkuku Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem'in Fırka-i Nâciye yoluyladır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.4.2-) HaK ve BaTıL


Resim


Azîz kardeşlerim,
HAKkı hak bilip, hakka itiba'/tâbi' olmak,
Bâtılı bâtıl bilip, bâtıldan ictiba' etmek/kaçınmak
İslâm i'tikadınını-İnancının esası olup, hayr ve şerri iyi tanıyıp, hayra yanaşıp şerden kaçmaktır şarttır..

İnsanoğlunun yapısı kâinâttâ en mükemmel ve mükerrem olarak yaratılmış ve halife kılınmıştır..
İnsan; ruhî yönüyle semâvî/bâtınî, bedenî yönüyle arzî/zâhirî olup mikrokozmostur..
Dış âfâkında sonsuz şeyle karşı karşıya olan insan, iç enfüsünde ise sabit bir NOKTA'ya dönüşür.. A’yAN-ı Sabitesi..
Nokta ise en küçük dâiredir.
Çapı sıfır olan Devrân Dâiresidir..

Mutlak gerçeklik-sabitlik,İçte Denge ve Dışta Düzende oluştur..
Ve te’sir edilemezlik ise, küllî şey'in Haliki olan Mutlak El HAKk celle celâluhu'ya aittir.
Mutlak anlamda TEVHİD olduğundan; eşitlik, zıdlık, aynılık ve gayrilik hâşâ olamaz. Merkezde her şey, birşeydir.
Bu âlem, mutlak HAKk âlemi olup ZÂTULLAH celle celâluhu'ya aittir.
İnsan ise, en küçük dairedir/kürredir. Nokta deyişimiz anlatım ve anlayış kolaylığı olsun diyedir..

ÖZdeki en küçük dâirede zıdlar bir aradadır.
Böyle oluş ise "halk" olmanın birinci vasfıdır.
Aktif pasif, pozitif negatif, hak bâtıl, gibi...
Bu Zıdların Birliği/TEVHİD sağlanırsa Mutlak Maksad ->Muradullah ve Emrullah hasıl olur..
İç Denge ve Dış Düzen sağlanmış olur. Bu ise hakkın tecellîsidir.
Her canlı özünden dirilir... Ve özünden ölür...

Hak: gerçek sabit ve doğru olandır. Hak, insan olmanın lâzımı ve lâyıkıdır. Çoğulu hukûktur..


Hakk: (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kur'an. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. * Musibet.

El HAKK celle celâluhu..

El Hakku:
Resim

Bu esmâ-i şerîf; RABB'ımızın mutlak/en kesin olarak “ZÂT”ının var, tek, gerçek oluşu ve HaKk olarak Kaza-Kader-İrade-Meşiyyeti /dilemesi ile halkını, hikmeti gereği icâd eden oluşundan dolayı sıfatı ve ismidir. RABB'ımızın fiilleri de aynı nedenlerle haktır. Emirleri de haktır.
İnsanoğlu için hakk ise; kendisine EL HAKk celle celâluhu'tan Hakk olan Kur'ân-ı Kerîm, ve hakk olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hak olan tevhid tebliği, inzârı, ve tebşirini gerektiği şekilde anlayıp, inanıp ve her yerde, her zaman, her hâlde ve nefeste, sâlih ameller şeklinde fiilen icrâ' etmektir..

Hak;
Mutlak/kayıdsız-şartsız-yalnız-tek-salt, Gerçeğe mutabık/uygun)ve
Muvafık olandır/münâsib-rast gelendir
Buna uyanlara ise EHL-i HAKk denilir. Vuslata ERENler bunlardır!. Zıddı ise EHL-i BÂTILdır!.…

Ebü'l- Ferec ibnü'l- Cevzî, Kur'ÂN-ı Kerîm'de hak kelimesinin 18 anlamda;
ALLAH celle celâluhu, Kur'ân, islâm, adâlet, tevhid, sıdk, mal, vücûd, ihtiyaç, pay, beyân, kâbe, haram ve helâli açıklama, kelime-i tevhid, ölüm, kesinlik, cürüm, bâtılın zıddı olarak tefsir edilebileceğini bildirmiştir.

(Nüzhetü'l- a'yn sh. 266-269)

Âcizâne fikrimce buna bir de ALLAH celle celâluhu ve Kur'ÂN-ı Kerîm'den sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i de eklemek mutlaka şarttır.
Zîrâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hakku'l- HAKK tır..
Kur'ân'dan örnekleri ise ilerde vereceğiz.

Ancak hâdis-i şerîflerde de çokça yerde "hak" kelimesi geçer..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Allahım!. Sen HaKksın, senin va'din haktır. Sana kavuşmak haktır, senin sözün haktır, cennet haktır, cehennem haktır, peygamberler haktır, MuhaMMed sallallahu aleyhi ve sellem haktır, Kıyamet haktır..." buyurmuştur.

(Buhârî, Teheccüd 1)

İnsan aklı, yüzyıllardır varlığın gerçeğini “Hakk”ı aramaktadır.
Ve insan oluşun esası ise, Hak Bilgi ve Doğru Amellerdir.
Her varlığın ilk illeti/varlık sebebi, EL HAKk celle celâluhu'dur.
Hak’kın Mutlak kaynağı EL HAKk celle celâluhu dur. ALLAHU Tealâ ilk haktır..

Akıl için hak; içte ve dışta Hâlikını ALLAH celle celâlihu tanıyıp İÇi ve DIŞı tevhid edişin “aynî”lik sırrıdır..
Aklın bilgi edindiği her şey, lâzımlık ve lâyıklık yönünden, ya haktır ya da bâtıldır..
Onun için dinin temeli tevhid kelimesi: "Eşhedü enlâ ilâhê illallah ve Eşhedü enne MuhaMMede'r Resûlullah" haktır. Lâzımdır ve Lâyıktır.
İnsanoğlu sonsuz bir haklar âleminde yaşamaktadır.
Şeytânın hakkından ki, ona uymamaktan tutun da ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in hakkına kadar..

KuLun üzerindeki KuL Hakkı;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir” buyurdu.
(Buharî, Rikak, 48)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir Ama, bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır” buyurdu.

(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helâllaşsın!. Çünkü âhırette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevâblarından alınır, sevâbları olmazsa, hak sâhibinin günâhları buna yüklenir." buyurdu.
(Buhârî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’minin ruhu, ödeninceye kadar borcuna bağlı kalır” buyurdu.

(Ebu Hüreyre- Tirmizî, Cenâiz 74. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sadakât 12)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kibri, hıyâneti ve kul borcu olmayan mü'min, Cennete girer." buyurdu.
(Nesâî)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kul hakkı, mü'minin ayıbı, kusûrudur." buyurdu.
(Ebû Nuaym)

Çoluk-çocuk hakkı, komşu hakkı, canlı hakkı, hayvan hakkı, beden ve nefsiyin senin üzerinde hakkı vardır..
…
(Müslim, Libâs 107; Ebu Dâvud Cihâd 51; Tirmizî Kıyamet,2; Nesâî Dahayâ 42 v.d.)

Bu hâdis-i şerîflerin bitiminde:
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "hak sahibine hakkını ver" hak sahibine konuşma hakkı vardır" buyurmuştur.
(Buhârî, Hibe; Müslim Müsâkât)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Muhakkak ki, Allah’ın senin üzerinde hakkı vardır; nefsinin senin üzerinde hakkı vardır ve ehlinin senin üzerinde hakları vardır. Herkesin hakkını ona öde!..”
(Muhammed b. Allân, Delîlü’l-Fâlihîn, Mısır, 1971, I, 390.)

Resim---Abdullah Ibnu Amr Ibni'l- As (radiyallahu anh) anlatiyor. Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'e benim "Hayatta kaldığım müddetçe vallahi gündüzleri oruç tutacağım geceleri de namaz kılacağım" dediğim haber verilmiş. Beni çağırtarak: "Sen böyle böyle söylemişsin doğru mu?" dedi. "Annem babam sana fedâ olsun, evet böyle yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!" dedim. "İyi ama, dedi, sen buna güç yetiremezsin, bazan oruç tut, bazan ye; gece kalk, uyu da. Ayda üç gün tut (bu yeter), zirâ hayırlı işleri Allah on misliyle kabul ederek ücret veriyor. Bu üç gün, aynen yıl orucu yerine geçer" buyurdu. Ben: "Söylediğinizden daha fazlasına güç yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün oruç tut, iki gün ye" Ben tekrar "Bundan baskasına da güc yetiririm" dedim. "Öyleyse, dedi, bir gün tut, bir gün ye. Bu Hz. Davud aleyhisselam'in orucudur. Bu en kıymetli oruçtur -veya en efdal oruçtur.-" Ben yine: "Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm" dedim. Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Bundan efdali yoktur" buyurdu.
(Buharî, Savm 54, 55, 56, 57, 58,59, Teheccuk 7, 19, Enbiyâ 37, Fedailu'l- kur'an 34, Nikah 89, Edeb 84, Isti'zan 38; Muslim, Siyam 181-194, (1159); Ebu Davud, Siyam 53, (2425); Nesai, Siyam 76, (4, 209-210); Tirmizi, Savm 57, (770)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kulları üzerinde hakları olduğu gibi, kullarının da HAK Tealâ üzerinde hakları olduğu, EL ADLu ALLAH celle celâlihu Muradıdır.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, KULLarına; ZÂtULLAH’a Ve ReSûLULLAH’a Teslim olmayı, İman etmeyi, Tâbi olmayı ve İtâat etmeyi mutlak anlamda EMR etmiştir.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'i; El Vâhidu’l- Ahad, Mutlak TEK-BiR BİLmek, sadece O’na KULLuk etmek BİZ BİR-İZ TEVHİDinin Temel İLKesi İnancı İslâm Dininin Temelidir..

Kur'ÂN-ı Kerîmde, şu ÂN Şe’ÂNuLLAHta; Beden, Fiil ve Düşüncelerimizi yaratmakta olan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in kulları üzerinde hakları açıkça buyurulmuştur..

ESmâuLLAHı/Bütün İSİMlerini AKLen yükleyip Halifesi kıldığı her KULunun Yaratılış Gayesi Kur'ÂN-ı Kerîmde açıktır.:


يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Resim---"Yâ eyyuhe’n- nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.”
(Bakara 2/21)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---"Ve mâ halaktu’l- cinne ve’l- inse illâ li ya'budûni.: Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.”
(Zâriyât 51/56)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in yarattıkları maddî manevî şeyleri ZÂT’ına ortak koşmak ŞİRKi, RaBBu’l- Âlemîne en büyük haksızlıktır.:

وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Resim---"Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâhi, inne’ş- şirke le zulmun azîm (azîmun).: Ve Lokman, oğluna vaazederek (öğüt vererek) şöyle demişti: "Ey yavrum, Allah’a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür."
(Lokmân 31/13)

Şahdamarımızdan da AKRABa Olan RaBBu’l- Âlemîn’e Yakîn OLuncaya kadar KuLLuk İŞLemine devam EMRuLLAHtır.:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---"Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”
(Hicr 15/99)

Kur'ÂN-ı Kerîmde HukukuLLAH ve Hukuku İbaduLLAH/KULLarının Hakları da BİLdirilmiştir;

ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُواْ كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنجِ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Summe nuneccî rusulenâ vellezîne âmenû kezâlike, hakkan aleynâ nunci’l- mu’minîn (mu’minîne).: Sonra biz, elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız bizim üzerimize bir haktır.”
(Yûnus 10/103)

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Ve lekad erselnâ min kablike rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fentekamnâ minellezîne ecramû, ve kâne hakkan aleynâ nasru’l- mu’minîn (mu’minîne).: Ve andolsun ki, senden önce onların kavmine resûller gönderdik. Böylece onlara beyyineler (kesin deliller) getirdiler. Bunun üzerine mücrimlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım, Bizim üzerimize hak oldu.”
(Rûm 30/47)

Hâdis-i Şeriflerde de, HukukuLLAH ve Hukuku İbaduLLAH/KULLarının Hakları da BİLdirilmiştir.:

Resim---Muaz İbni Cebel radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"- Ey Muaz! Allah'ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?."
“- Allah ve Resulü iyi bilir.”
"- Hiç bir şeyi ortak tutmaksızın Allah'a kulluk etmeleridir... Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?"
“- Allah ve Resulü iyi bilir.”
"- Onlara azab etmemesidir."
Ben hemen: “– Yâ Resûlullah! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedim.
– “Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler” buyurdu.

(Buharî, Tevhîd 1, Libas 101, Cihad 46, İsti'zhan 30, Müslim, İman 48-49, Tirmizî, İman 18 İbni Mace Zühd 35, Ahmed İbni Hanbel, II, 309,525,535, III, 260-261)

Resim---Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Namaz kılmak için câmiye giden kimse: “Allah’ım! Senden istekte bulunanların senin üzerindeki hakkı için, bu yürüyüşümün hakkı için, -ki şüphesiz ben ne böbürlenmek, ne şımarmak, ne gösteriş yapmak ve ne de süm’a/şov yapmak için bu yürüyüşe çıkmadım. Yalnız gücenmenden korunmak ve rızanı elde etmek için çıktım- Senden beni ateşten korumanı, günahlarımı bağışlamanı istiyorum. Şüphesiz günahları ancak sen affedersin.” diye dua eden kimseye Allah -rahmetiyle- yönelir ve yetmiş bin melek onun için istiğfarda bulunur/Yani affetmesi için Allah’a dua ederler." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Mesacid, 4; İbn Hanbel, Müsned, 3/21)

Resim---Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim Allah'a ve elçisine îmân eder, namazı kılar, zekâtı verir ve Ramazân’ı oruçlu geçirirse; ister Allah yolunda hicret etsin, isterse doğduğu yerde otursun; Allah'ın onu cennete koyması kendisi için bir haktır.”
"Yâ Resûlullah!. Bunu insanlara müjdelemeyelim mi?” diye sordular.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Cennette yüz derece vardır ki; Allah Teâlâ bunları Allah yolunda savaşanlar için hazırlamıştır. Her iki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyiniz. Muhakkak ki o, cennetin ortası ve en yücesidir. Onun üstü Rahman'ın arşıdır ki cennet ırmakları oradan kaynar.” buyurdu.

(Buharî, Tavhid, 22; Müslim, İmare, 46)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

KUL HAKLARı:

İslâm fıkhı, hak üzerine binâ edilmiştir. İslâm hukuku evrenseldir.
Kul Hakları ise, affı çok zor hatta imkânsız olan haklardır.

Sevgili peygamberimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle duyarlılık göstermiş ve vefât hastalığı sırasında mescide çıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra ümmetine hitâben:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gümüşün bir işe yaramadığı günde, benden isteyeceğine şimdi çıkıp istesin” buyurmuştur.
(Buhârî, Mezâlim, 10, Rikâk, 48.)

ALLAHu zü’l- CeLâL Kur'ÂN-ı Kerîmde çokça âyet-i kerimede Kul Haklarını bildirmiş ve uyarmıştır:

وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---"Ve lâ te’kulû emvâlekum beynekum bi’l- bâtılı ve tudlû bihâ ile’l- hukkâmi li te’kulû ferîkan min emvâlin nâsi bi’l- ismi ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve birbirinizin mallarınızı aranızda bâtıl ile (haksızlıkla) yemeyin.Ve insanların mallarından bir kısmını, bildiğiniz halde günahla yemeniz için, onu hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin.”
(Bakara 2/188)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bi’l- bâtılı, illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum. İnnallâhe kâne bikum rahîmâ (rahîmen).: Ey iman edenler! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm’dir.”
(Nisâ 4/29)

وَيَا قَوْمِ أَوْفُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Resim---"Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bi’l- kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fî’l- ardı mufsidîn (mufsidîne).: Ve ey kavmim, ölçeği ve tartıyı adaletle ölçün (yerine getirin)! İnsanların eşyalarını (haklarını) eksiltmeyin. Ve fesat çıkaranlar (olarak) yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.”
(Hûd 11/85)

وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذا كِلْتُمْ وَزِنُواْ بِالقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Ve evfû’l- keyle izâ kiltum vezinû bi’l- kıstâsi’l- mustekîm (mustekîmi), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen).: Ve ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam ifa edin (yerine getirin)! Doğru olarak ve adaletle (doğru ölçü ile) tartın! İşte bu, daha hayırlı ve tevîl (yorum) bakımından daha güzeldir.”
(İsrâ 17/35)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ
Resim---"Yâ eyyyuhâllezîne âmenûctenibû kesîran mine’z- zanni, inne ba’daz zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûhu, vettekullâhe, innallâhe tevvâbun rahîmun.: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır. Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.”
(Hucurât 49/12)

وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ
Resim---"Veylun li’l- mutaffifîn (mutaffifîne).: Eksik ölçenlerin (ve eksik tartanların) vay haline.
(Mutaffifîn 83/1)

الَّذِينَ إِذَا اكْتَالُواْ عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ
Resim---"Ellezîne izâktâlû alân nâsi yestevfûn (yestevfûne).: Onlar, ölçerek satın aldıkları zaman insanlara vefalı davranırlar (dürüst olup tam ölçerler).”
(Mutaffifîn 83/2)

وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ
Resim---"Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirûn (yuhsirûne).: Ve onlara (insanlara) satmak için ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler (eksik tartarlar).”
(Mutaffifîn 83/3)

أَلَا يَظُنُّ أُولَئِكَ أَنَّهُم مَّبْعُوثُونَ
Resim---"E lâ yezunnu ulâike ennehum meb'ûsûn (meb'ûsûne).: İşte onlar beas edileceklerini (diriltileceklerini) zannetmiyorlar (bilmiyorlar) mı?”
(Mutaffifîn 83/4)

لِيَوْمٍ عَظِيمٍ
Resim---"Li yevmin azîm (azîmin).: Azîm gün için.”
(Mutaffifîn 83/5)

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Yevme yekûmun nâsu li rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Âlemlerin Rabbi için insanların kıyam edeceği (kalkacağı) gün.”
(Mutaffifîn 83/6)

MuhaMMedî Mü’min şu hükmü unutmaz inşâe ALLAHu TeÂLÂ..


فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
Resim---"Fe men ya’mel miskâle zerratin hayran yerahu.: Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.”
(Zilzâl 99/7)

وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Resim---"Ve men ya’mel miskâle zerratin şerran yerahu.: Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.”
(Zilzâl 99/8)

ALLAHu zü’l- CeLâL Kur'ÂN-ı Kerîmde, İnsan Haklarına son derece önem vermiş ve bu hakların gözetilmesini emretmiştir. Her ne sûretle olursa olsun, insanların haklarına tecavüz edip onlara haksızlık yapanlar, zâlimler grubuna girmektedir ki, onları şiddetle yermiş ve onlar için büyük azablar hazırlandığını bildirmiştir:

إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ أُوْلَئِكَ لَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"İnnemâ’s- sebîlu alâllezîne yazlimûnen nâse ve yebgûne fî’l- ardı bi gayri’l- hakk (hakkı), ulâike lehum azâbun elîm (elîmun).: Fakat insanlara zulmedenlerin ve yeryüzünde haksız yere zorbalık yapanların üzerine (aleyhlerine) yol (ceza) vardır. İşte onlar; onlar için elîm bir azap vardır.”
(Şûrâ 42/42)

سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ
Resim---"Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ (sultânen), ve me’vâhumu’n- nâr (nâru), ve bi’se mesve’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah'ın, hakkında bir sultan (delil) indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmaları sebebiyle, o kâfirlerin kalplerine korku vereceğiz. Ve onların sığınağı (gideceği yer), ateştir (cehennemdir). Ve zalimlerin kalacağı yer ne kötü.”
(Âl-i İmrân /151)

وَمَا أَنفَقْتُم مِّن نَّفَقَةٍ أَوْ نَذَرْتُم مِّن نَّذْرٍ فَإِنَّ اللّهَ يَعْلَمُهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ
Resim---"Ve mâ enfaktum min nafakatin ev nezertum min nezrin fe innallâhe ya’lemuh (ya’lemuhu), ve mâ li’z- zâlimîne min ensâr (ensârın).: Ve nafakadan ne infâk ettinizse (verdinizse) veya adaktan ne adadınızsa, o taktirde muhakkak ki Allah, onu bilir. Ve zâlimler için bir yardımcı yoktur.”
(Bakara 2/270)

رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ
Resim---"Rabbenâ inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeyteh (ahzeytehu), ve mâ li’z- zâlimîne min ensâr (ensârin).: Ey Rabbimiz! Muhakkak ki Sen, kimi ateşe sokarsan artık onu hakir ve rezil etmişsindir. Zalimler için bir yardımcı yoktur.”
(Âl-i İmrân 3/192)

ALLAHu zü’l- CeLâL Kur'ÂN-ı Kerîm’de, kul hakkı ile ilgili ve kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok âyetten sonra:
الطَّلاَقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ وَلاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَأْخُذُواْ مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلاَّ أَن يَخَافَا أَلاَّ يُقِيمَا حُدُودَ اللّهِ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ يُقِيمَا حُدُودَ اللّهِ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَعْتَدُوهَا وَمَن يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---"Et talâku merratân (merratâni), fe imsâkun bi ma’rûfin ev tesrîhun bi ihsân (ihsânin), ve lâ yahıllu lekum en te’huzû mimmâ âteytumûhunne şey’en illâ en yehâfâ ellâ yukîmâ hudûdallâh (hudûdallâhi), fe in hıftum ellâ yukîmâ hudûdallâhi, fe lâ cunâha aleyhimâ fî meftedet bih (bihî), tilke hudûdullâhi fe lâ ta’tedûhâ, ve men yeteadde hudûdallâhi fe ulâike humu’z- zâlimûn (zâlimûne).: Boşanma iki keredir. Bundan sonra (kadın) ya ma’rufla (örf ve adete uygun olarak) iyilikle tutulur veya ihsanla serbest bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizden bir şey (geri) almanız sizin için helâl olmaz. Ancak ikisi de, Allah’ın (evlilik hakkındaki) hududunu gereği üzere yerine getiremeyeceklerinden (ayakta tutamayacaklarından) korkmaları hariç. O zaman siz de eğer, Allah’ın bu hududunu ikame edemeyeceklerinden (gereği üzere yerine getirimeyeceklerinden) korkarsanız, bu durumda kadının (ayrılmak için) verdiği fidye konusunda her ikisinin üzerine de günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır.Artık onları (Allah’ın hudutlarını) aşmayın. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar, onlar zâlimlerdir.”
(Bakara 2/229)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Yaradılış Sebebi ve Temel Vasfı KULLuk olan insanın, diğer canlı cansız varlıklara karşı belli esâslar çerçevesinde davranması ve insanlara ezâ verecek şeyleri ortadan kaldırması îmânın gereği sayılmaktadır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Îmân, yetmiş şu kadar şûbedir. Bunun en yukarı derecesi Allah’tan başka ilâh yoktur demek; en aşağı derecesi ise yolda insanlara ve diğer varlıklara engel olan, eziyet veren şeyi ortadan kaldırmaktır.” buyurdu.
(Müslim, Îmân, 58. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ashâbına: “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları: “Bizim aramızda müflis, parasını ve malını kaybeden kimsedir” dediler. Bunu üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevaplarıyla gelir. Fakat ona buna sövmüş, kimilerine zinâ iftirâsı yapmıştır. Bâzı kimselerin malını yiyip bâzılarının kanını dökmüştür. Kimilerini de darbetmiştir. Böyle birinin iyiliklerinin sevapları hak sâhiplerine verilince üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biter. Bu sefer hak sâhiplerinin günahları kendisine yükletilerek cehenneme atılır. İşte müflis budur.” buyurdu.
(Müslim, Birr, 59. Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 2.)

Kul hakları ile ölenlerin ruhlarının kabirlerinde Kıyamete kadar hapis-tutuklu kalacakları, ana-baba ve komşu hakları ile ilgili pek çok hâdis-i şerîf vardır:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Mü'min nefsi (ruhu) kul borcu ödeninceye kadar muallak durumdadır, (tutsaktır, bağlıdır) ." buyurmuştur.
(Tirmizî-İbn-i Mâcell-Beyhakî; Ebu hüreyre den)

Resim--- Enes ibn-i Mâlik : "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk. Bir cenâze getirdiler. Namazını kılması için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e teklifte bulundular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sordu : "Kul borcu var mıdır?" Onlar da "Evet, var" dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Benim bu kişi üzerine namaz kılmam bir menfâat sağlamaz. Zîrâ bunun ruhu, (borcundan dolayı rehindir) murtehindir semâya çıkamaz. Eğer birisi borcunu öderse o zaman namazını kılarım ve ona da yararı olur." buyurmuştur.
(Tebarâni, Enes İbn-i Mâlik'ten)

Resim--- Yine İmâm-ı Ahmed ve Beyhakî'nin, Câbir İbn-i Abdullah'tan rivâyetinde "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte otururken bir cenâze getirdiler. Bu kimsenin 2 dinar borcu olduğundan dolayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cenâze namazını kılmak istemedi. Fakat Ebu Katade gayretkeşlik edip 2 dinar borcu ödemeye kefil oldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'de namazını kıldı. Bir gün sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Katadeye "O iki dinar borcu ödedin mi?" diye sordu. Katade de : "Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ! Daha dün öldü!" dedi ve hemen ödeyince Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Şimdi onun hararetini söndürdün!" buyurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ölenin her şeyinden önce borcunu ödemeyi emretmiştir. Sonraları gani’met artınca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sorardı "Kul borcu var mıdır! Var ise ve ödeyeni yoksa ben ödeyeceğim" buyurur ve ümmetinin borcunu öderdi.”

(İmâm-ı Ahmed, Müsned; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ)

Resim--- Ebu Hureyre (ra) dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Muhakkak hakları sahiblerine vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan kısas yoluyla hakkı alınacaktır." buyurdu.

(Müslim,Birr 60; Tirmizî,Kıyamet 2; İ.Ahmed II/235)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Müslümanın müslüman üzerindeki hakları altıdır : Ona rastladığın vakit kendisine selâm ver. Seni çağırır, davet ederse icabet et. Senden nasihât isterse nasihât eyle. Aksırır da ALLAH'a hamd ederse teşmit et. (ALLAH sana merhamet etsin de.) Hastalanırsa kendisini dolaş. Ölürse (cenazesinin) arkasından git." buyurdu.

(Ebu Hureyre (râdiyallahu anhu)'dan; Müslim; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1466/1235)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "ALLAH'ın rızası ebeveynin (ana-babanın) rızasında; gazabı da ebeveynin gazabındadır."buyurdu.
(Abdullah İbni Amr (râdiyallahu anhu)'dan; Tirmizî; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1485/ 1254)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Ya Resulullah, kendisine güzel sohbette bulunmama en çok hakkı olan kimdir?"diye soran bir kimseye üç defa : "Annendir!" cevâbını vermiş ve sonunda "Babandır!" buyurmuştur.
(Buharî; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm Şerhi 287)

Resim--- Aişe (râdiyallahu anha), Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e : "Kadının üzerinde hangi insanın en çok hakkı vardır?" dedim. "Kocasının." buyurdu. "Erkeğin üzerinde kimin?" dedim. "Annesinin." buyurdu.
(Nesaî; İmam Ahmed; ; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm Şerhi 288)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Nefsim kudret elinde olan ALLAH'â yemin ederim ki bir kul kendisi için dilediğini komşusu için de - yahut din kardeşi için de - dilemedikçe iman etmiş olamaz." buyurdu.

(Enes (râdiyallahu anhu)'dan; Buharî; Müslim; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1486/1255)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : "Bir çorba pişirdiğin vakit suyunu çok koy ve komşularını gözet." buyurdu.
(Ebu Zer (râdiyallahu anhu)'dan; Müslim; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1492/1261)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Ben şahsen, TüMM Canlı haklarının da, kul hakkı ve kul borcu gibi önemli olduğu inancındayım. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyruklarında;

Tüm Âlmelerin Rahmet kaynağı olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in diğer canlılara, hayvan ve bitki sevgisi hakkında pek çok hadisleri vardır :

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in; insan dışındaki canlılara, hayvan ve bitkilere de büyük değer verdiğini ve temiz bir çevre için elinden gelen her şeyi yaptığını görüyoruz.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin” buyurmuştur.

(Tirmizî, Birr, 16)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, merhamete erişmeyi, tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir.

Bir köpeğe su veren kadının bağışlandığını belirtirken, bir kediye eziyet edip ölümüne sebep olmanın Allah’ın gazabını çektiğini vurgulamıştır.

Resim---Bir keçiyi sağan adama uğradığında ona: “Sağdığında yavrusu için de süt bırak” buyurmuştur.
(Mecmua’z- Zevaid, 8:196)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kendisine: “Hayvanlara yapılan iyilik için de mükâfat var mı?” diye soranlara: “Evet, her canlıya yapılan iyilik için mükafat vardır” buyurmuştur.
(Buharî, Şürb, 9)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem; hayvanları bile keserken, bilenmiş bıçakla ve hayvana fazla eziyet çektirilmeden kesilmelerini özellikle emretmiştir. (Müslim, Sayd, 57)

Resim---Kendisi bir defâsında beş yüz hurma ağacını birden dikmiş (İ. Hanbel, Müsned, 5/354) ve bu konuda:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir Müslüman bir ağaç diker de bunun meyvesinden insan, evcil veya vahşi hayvan, veya bir kuş yiyecek olsa, yenen şey diken için bir sadaka hükmüne geçer” buyurmuştur.
(Müslim, Müsakat, 10)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet kopma anında bile olsa, elinde bir ağaç filizi bulunan onu mutlaka diksin” buyurmuştur.
(Buharî, el-Edebü’l-Müfred, 168)

Resim---Davarları yapraklarını yesin diye, bir ağacı sopayla çırpan adama şöyle müdahalede bulunmuştu:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Biraz ağır ol bakalım, ağaca vurarak, onu kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök!” buyurmuştur.

(Üsdü’l- Ğabe, 3:276)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Mekke’yi Harem bölge yaparak bir anlamda sit alanı ilân etmesi yanında, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, Medine ve Taif’i sit alanı ilân etmiştir.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yeryüzü bana mescid kılındı, onun toprağı temiz ve temizleyicidir,” buyurarak, Mekke, Medine, Uhud Dağı ve başka yerlerin sevgisini dile getiren pek çok hadis-işerif vardır O, gök cisimleriyle de ilgilenmiş, onların doğuş ve batışlarını dua fırsatı olarak değerlendirmiştir..

Resim---Câbir (radiyallahu anhu) bildirdiğine göre, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, yüze damga vurmayı yasaklamıştır. (Sahîh-i Müslim Muhtasarı M 2116)2- Câbir’in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellemin yanından yüzüne damga vurulmuş bir eşek geçmiş. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Buna damga vurana Allah lânet elsin” buyurmuştur.
(Sahîh-i Müslim Muhtasarı, II, 2117)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: “Bu köpek de benim gibi susamış” deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti.” Resulullah’ın yanındakilerden bazıları: “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem! Yani bize hayvanlar(a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?” dediler. Aleyhissalatu vesselam: “Evet! Her “yaş ciğer” (sahibi) için bir ücret vardır” buyurdu.
(Ebu Hüreyre’den; Buharî, Şirb 9, Vudu 33, Mezalim 23, Edeb 27; Müslim, Selam 153, (2244); Muvatta, Sıfatu’n Nebi 23)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Fahişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu.” buyurmuştur.
(Müslim, Tevbe 166, (2245)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.” buyurmuştur.
(İbnu Ömer‘den; Buharî, Bed’ü’l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın kaza-i hacet yaparken geri tarafından istitar (perdelenme) için en ziyade tercih ettiği sütre, bir bina veya bir hurma kümesi idi. Bir seferinde Ensardan bir zatın bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ı görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Aleyhissalatu vesselam deveye yaklaştı ve gözyaşlarını sildi. Hayvan sakinleşti. Bu devenin sahibi kimi diye sorarak ilgi gösterdi, Ensar’dan bir genç: “O bana aittir Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem!” deyip ortaya çıkınca Hz. Peygamber onu payladı:Allah’ın sana mülk kıldığı bu deve hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Bak!. Bu bana şikâyette bulundu. Sen bunu acıktırıyor ve fazla çalıştırarak da yoruyormuşsun.buyurmuştur.

(Abdullah İbnu Cafer ‘den; Ebu Davud, Cihad 47, (2549)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakkak ki tek başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için Allah onları sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse ihtiyaçlarınızı (duran hayvanının sırtında değil) arz üzerinde görün.” buyurmuştur.
(Ebu Hüreyre’den;Ebu Davud, Cihad 61, (2667)

Resim---Abdurrahman İbnu Abdullah, babası Abdurrahman (ra)’dan rivâyet eder ki şöyle demiştir: “Biz bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile beraber idik. Resulullah bir ara bir ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı) yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya başladı. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz gelince: “Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu izdıraba attı? Yavrusunu geri verin!” diye emretti. Bir ara, ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü. “Kim yaktı bunu?” diye sordu. “Biz!” dedik. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:“ “Ateşle azab vermek sadece ateşin Rabbine hastır” buyurmuştur.

(Ebu Davud, Cihad 122, (2675), Edeb, 176, (5268)

Resim---Muhammed İbnu İshak kendisine Ebu Manzur denen Şamlı bir zattan naklediyor, bu da amcasmdan, o da Hadır’ın kardeşi Amiru’r-Ram’dan nakletmiştir. Amir der ki: “Bizim için bayraklar ve sancaklar yükseltildiği zaman memleketimizde idik. Ben: “Bu nedir?” diye sordum. “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’ın sancağı!” dediler. Yanına gittim. Bir ağacın altında oturuyordu. Ashabı da etrafını sarmıştı. Ben de yanlarına oturdum. Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hastalıklardan ve dertlerden bahsedip dedi ki: “Mü’mine bir hastalık gelir, sonra da Allah ona şifâ verirse, bu hastalık onun geçmiş günahlarına kefâret, geri kalan hayatı için de bir öğüt olur. Şâyet münafık hastalanır, sonra da afiyet verilirse o, sahibi tarafından bağlanıp sonra da salıverilen fakat niçin bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmeyen bir deve gibidir. Aleyhissalatu vesselamın etrafında oturanlardan biri: “Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, eskam (hastalıklar) nedir? Ben asla hiç hastalanmadım?” diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kalk! Sen bizden değilsin.” buyurdu.”
(Ebu Davud, Cenaiz, 1, (3089)

Şimdi şu ÂNda Şe’ÂNuLLAHta SüNNeTuLLAH İçinde kendi kaderleri gereği Hayatlarını yaşayan hayvanların kendilerini koruma ve avlanma silahlarına saygı duymalıyız ve korunmalıyız..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:Peygamberlerden birini bir karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı, Allah Teala Hazretleri ona şöyle vahyetti: “Seni bir karınca ısırmışken, sen tesbih eden bir ümmeti yaktın.”
(Ebu Hüreyre’den; Buharî, Cihad 152, Bed’ü’l Halk 14; Müslim, Selam 148, (2241); Ebu Davud, Edeb 176, (5266); Nesai, 5)

Resim---Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’a gelerek:“Hayvanımı bağlayarak mı, yoksa serbest bırakarak mı tevekkül edeyim?” diye sormuştu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de::
“Bağla ve tevekkül et!” buyurdu.

(Tirmizî, Kıyamet 61)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: Mü’min, bir (yılanın) deliğinden iki defâ sokulmaz.” buyurmuştur.
(Buharî, Edeb 33)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

HAKk celle celâluhu'dan haberdâr olan HAKk Dostları bilir ki, Hayy Tevhidinde DİRİ-lik BİR-liği vardır ve kedinin kulağı, ağacın yaprağı ve benim kulağımın şu andaki tek ve hak olan gerçekliği Hayy Birliğidir.
Dirilik kaynağımız HAKK celle celâluhu'dur. Tıpkı Keban gibi her CÂNa Ceryân verendir hamd olsun..
Onun için gereksiz yere ha yaprağı koparmışım ha da kendi kulağımı..
Onun için Hak SEVgi, SEVilenin ki,SUBHÂN ALLAH celle celâluhunun sistemine saygıdır..

Hukuk âleminde binlerce kalem haklardan tek tek bahis açmak, konu dışına taşırır diye kısaca arzedeceğim.. Kul Hakkı, canlı hakkı, ana-baba-çocuk hakkı vs..

Kur’ÂN-ı Kerîmde Yetim Haklarıyla ilgili şiddet ve hiddet dolu nice âyetler ve Hadis-i Şerifler de mevcûddur.
Yetim haklarını gözetip gönülleri hasbî hizmetle hoş edilince;


Resim--- İbn Mes'ud radiyallahu anhu dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kim bir yetimin başını okşarsa elinin değdiği her kıla karşılık ona kıyâmet günü bir nur olur." buyurmuştur.

(İ.Ahmed, Müsned, V/250,265)

Tasavvufta ise, Hakk Hüneri isbatlanır..
"HAKK'ta ->HAKK'tan ->HAKK'a ->HAKK'la"
Diye ben fakîrin zevk ve şiirlerinde çokca görürsünüz ki Hakk Tasavvuftur.


Şıblî kaddesallahu sırrıhu: "HAKk, hak ile kâim olduğu için hak ile HAKk'tan fâni olan kişi, abdlik-kulluk bir yana Rübûbiyyetten bile fâni olur!." buyurur..

İlme'l- Hak, Ayne'l- Hak, Hakka'l- Hak..
Halk içinde HAKk ile OLuş..
HAKk'tan alıp halka verenler HAKK Dostlarıdır..
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL El HAKk ALLAH celle celâlihu'dur, O’ndan gelen ve el ÂN Şe’ÂNuLLAHta "OLÂN" küllî-herşey de haktır..


KuL ihvÂNi SÖZüm Sana
ALıp ->SATma Ona-Buna
-->İkİ Kapılı -->Bu Han'a
GİRen HAKktır>ÇIKan HAKktır.


HAKK'ta ->HAKK'tan ->HAKK'a ->HAKk'la YÜRÜmek ->Haktır..
SALL-i SaLât ulaşımı ise Hakikâttir.
Hak; HALİK Teâlâ'dan olup fitraten akla yansıyan "OLuş"tur.
Hazz ise, nefsin kendisinin, hak mayasıyla ürettiği en nâdide "DUYum"dur..
Ve dâima kitab ve sünnet mihengine vurmak gerekir ki saf mı; sahte mi, anlaşıla..
Nefs; kendi hakkını kullanır Hududullah'a tecâvüz etmezse, hak dâiresinde çalıp oynayabilir..
Ancak, bâtıl dâiresinde dua bile edemez..
HAKk TeÂLÂ, Tek ve Mutlak olandır.
Dışında kalan her şey mâsivâdır ve kendi benliğine köleliği i'tibariyle bâtıldır ve âdem -boşluktur, yokluktur..
Âlem; HAKk celle celâluhu'ya dönük yüzüyle, hak ki, var.. ve Hayr; halka dönük yüzüyle, âdem-yok, hayal ve şerdir..
Onun için insanoğlu, sırtına yüklenen kulluk yükü ki, emânet-i kübrâsı olan Lâ İlâhe ->İnkârı ile İllâ ALLAH ->İkrârını birleştirip tevhidini tamamlama tekemmülü imkÂNı nisbetince imtihÂN edilmektedir.
Hakk celle celâluhu'nun hakkı Rübûbiyyet, Halkın hakkı ise Ubidiyyet-kulluktur.
Herşey haktır dedik.. Nicelik ve Nitelik farklıdır..
Ölüm haktır.. Öldürmek, HAKK celle celâluhu'nun hakkı, ölmek ise halkın hakkıdır..
Sünnetullah ki, ALLAHU Teâlâ'nın tavrı, tarzı, sistemi böyledir ezel-ebed!.

ALLAHIM!.
Bizi islâh eyle, iflâh eyle MuhaMMedî Şuûr sahibi kıl, hakkı ve hayrı kalbimize ilhâm et ve icrâsında Muînimiz ol!.
Yârimiz ve yardımcımız SENsin!
Âmin Yâ Muin ALLAH celle celâlihu!.

Haktan kasdımız nedir?. Gerçek olan nedir?.
Tasavvufta anayasa kitabımız hak olan Kur’ÂN-ı Kerîm'de Hak kelimesi 247 yerde geçmektedir..


Nice âyet-i Celîlelerden bâzıları:

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ
Resim---“El hakku min rabbike fe lâ tekun mine’l- mumterîn (mumterîne).: Hak, senin Rabbin'dendir. Öyleyse şüphe edenlerden olma!”
(Âl-i İmrân 3/60)

وَيُحِقُّ اللّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---“Ve yuhikkullâhu’l- hakka bi kelimâtihî ve lev kerihe’l- mucrimûn (mucrimûne).: Ve mücrimler (suçlular) kerih görse de (istemese de) Allah hakkı gerçekleştirecektir.”
(Yûnus 10/82)

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
Resim---“Kul yâ eyyuhân nâsu kad câekumu’l- hakku min rabbikum, fe men ihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihi, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi vekîl (vekîlin).: De ki: “Ey insanlar, Rabbinizden size hak gelmiştir! Kim hidayete erdiyse, muhakkak ki kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette olduysa (kaldıysa) ancak kendi aleyhine (sorumluluğu kendi üzerinde) dalâlette olur. Ve ben, sizin üzerinize vekil değilim.”
(Yûnus 10/108)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---“Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huve’l- bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O’ndan (Allah’tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız) şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)’dir, Kebir’dir (büyüktür).”
(Hacc 22/62)

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ
Resim---“Kul câe’l- hakku ve mâ yubdiû’l- bâtılu ve mâ yuîd (yuîdu).: De ki: "Hak geldi, bâtıl (bir şey) zuhur ettiremez ve geri getiremez."
(Sebe' 34/49)

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ (keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbike, ve yemhullâhu’l- bâtıla ve yuhıkku’l- hakka bi kelimâtihî, innehu alîmun bi zâti’s- sudur (sudûri).: Yoksa Allah’a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, sinelerdekini en iyi bilendir.”
(Şurâ 42/24)

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ
Resim---“Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirahu alâd dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).: Resûl’ünü hidayet ile ve (esasları unutulmuş olan) dînlerin hepsinin üzerine, izhar etmek (açıklayıp doğrusunu ispat etmek) için, Hakk dîn (Allah’ın ezelî ve ebedî olan dîni) ile gönderen O’dur. Ve müşrikler, kerih görseler bile.”
(Saf 61/9)

Hakk asla şüphe edilmeyendir:

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
Resim---“El hakku min rabbike fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Hak, Rabbinden’dir. Bundan sonra sakın şüpheye düşenlerden olma!”
(Bakara 2/147)

الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ
Resim---“El hakku min rabbike fe lâ tekun mine’l- mumterîn (mumterîne).: Hak, senin Rabbin'dendir. Öyleyse şüphe edenlerden olma!”
(Âl-i İmrân 3/60)

أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
Resim---“E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumu’l- kitâbe mufassalâ (mufassalan), vellezîne âteynâhumu’l- kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Artık Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitab’ı açıklanmış (tafsilatlı) olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nun, senin Rabbinden hak ile indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!”
(En'âm 6/114)

فَإِن كُنتَ فِي شَكٍّ مِّمَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ فَاسْأَلِ الَّذِينَ يَقْرَؤُونَ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكَ لَقَدْ جَاءكَ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
Resim---“Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes’elillezîne yakraûne’l- kitâbe min kablike, lekad câeke’l- hakku min rabbike fe lâ tekûnenne mine’l- mumterîn (mumterîne).: Bundan sonra eğer sana indirdiğimiz şey hakkında şüphe içinde olursan, o zaman senden önce kitabı okuyan kimselere sor. Andolsun ki; sana Rabbinden hak geldi. Öyleyse sakın şüphe edenlerden olma.”
(Yûnus 10/94)

Hakka bâtıl elbisesi giydirmemek gerekir:

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve lâ telbisû’l- hakka bi’l- bâtılı ve tektumû’l- hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve hakkı bâtıl ile karıştırmayın (örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin. Ve (çünkü) siz biliyorsunuz.”
(Bakara 2/42)

يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zu’l- fadlil azîm (azîmi).: Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.”
(Enfal 8/29)

Ya hak vardır ya bâtıl.. Ya ışık ya da karanlık.:

فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---“Fe zâlikumullâhu rabbukumu’l- hakk (hakku), fe mâzâ ba'de’l- hakkı illâ’d- dalâl (dalâlu), fe ennâ tusrafûn (tusrafûne).: Öyleyse işte O, Allah’tır. Sizin Rabbiniz Hakk’tır. O halde Hakk’tan sonrası dalâletten başka nedir? Artık nasıl çevriliyorsunuz (Hakk’tan dalâlete döndürülüyorsunuz)?”
(Yûnus 10/32)

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---“Li yuhıkkal hakka ve yubtıle’l- bâtıle ve lev kerihe’l- mucrimûn (mucrimûne).: Mücrimler kerih görse de hakkın gerçekleşmesi ve bâtılın yok olması için.”
(Enfal 8/8)

وَيُحِقُّ اللّهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ
Resim---“Ve yuhikkullâhu’l- hakka bi kelimâtihî ve lev kerihe’l- mucrimûn (mucrimûne).: Ve mücrimler (suçlular) kerih görse de (istemese de) Allah hakkı gerçekleştirecektir.”
(Yûnus 10/82)

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ
Resim---“Emittehazû min dûnihî âliheten, kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûne’l- hakka fe hum mu’ridûn (mu’ridûne).: Yoksa O’ndan (Allah’tan) başka ilâhlar mı edindiler? “Haydi burhanınızı (kesin delilinizi) getirin. (İşte) bu, benimle beraber olanların ve benden öncekilerin zikridir (kitabıdır).” de. Fakat onların çoğu, hakkı bilmezler. Bu sebeple onlar, yüz çevirenlerdir.”
(Enbiyâ 21/24)

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَإِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Resim---“Fasbir inne va’dallâhi hakkun, fe immâ nuriyenneke ba’dallezî neıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ yurceûn (yurceûne).: Öyleyse sabret. Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Onlara vaadettiklerimizin (azabın), bir kısmını sana gösteririz veya seni (daha önce) öldürürüz. Sonunda onlar Bize döndürülecekler.”
(Mü'min 40/77)

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Resim---“Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ (zannen), innez zanne lâ yugnî mine’l- hakkı şey'â (şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn (yef'alûne).: Ve onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.”
(Yûnus 10/36)

وَاللَّهُ يَقْضِي بِالْحَقِّ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ إِنَّ اللَّهَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim---“Vallâhu yakdî bil hakkı, vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yakdûne bi şey’in, innallâhe huve’s- semîu’l- basîr (basîru).: Ve Allah, hak ile hükmeder. O’ndan başka taptıkları, bir şey hakkında hüküm veremezler. Muhakkak ki Allah; O, en iyi işiten ve en iyi görendir.”
(Mü'min 40/20)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Hak gelince bâtıl yok olur.. Güneş doğunca gece gündüz olur.. aynı şey iken!.:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
Resim---“Ve kul câe’l- hakku ve zeheka’l- bâtıl (bâtılu), inne’l- bâtıle kâne zehûkâ (zehûkan).: De ki: “Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).”
(İsrâ 17/81)

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Resim---“Bel nakzifu bi’l- hakkı alâl bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhikun, ve lekumu’l- veylu mimmâ tasıfûn (tasıfûne).: Hayır, Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız. Böylece onu mahveder. O zaman o (bâtıl), zail olmuştur. Vasfettiğiniz (Allah’a isnat ettiğiniz) şeylerden dolayı size yazıklar olsun.”
(Enbiyâ 21/18)

أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَّابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاء حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاء وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ
Resim---“Enzele mine’s- semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemele’s- seylu zebeden râbiyâ (râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun misluhu, kezâlike yadribullâhu’l- hakka ve’l- bâtıl (bâtıle), fe emmâz zebedu fe yezhebu cufâen, ve emmâ mâ yenfau’n- nâse fe yemkusu fî’l- ard (ardı), kezâlike yadrıbullâhu’l- emsâl (emsâle).: Semadan su indirdi. Böylece vadiler takdir edildiği kadar sel oldu aktı. Ve sel, üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya meta (eşya) yapmak isteyerek ateşte yakılan (eriyen) şeylerden (madenlerden) de, üzerlerinde onun gibi köpük oluşur. Allah, işte böylece hak ve bâtıla misal verir. Sonra köpük çözülüp, dağılarak gider. Fakat insanlara faydası olan şeyler, böylece yeryüzünde kalır. Allah, işte böyle misaller verir.”
(Ra'd 13/17)

ALLAH celle celâlihu vâdi haktır.:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---“Yâ eyyuhân nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrannekumu’l- hayâtu’d- dunyâ, ve lâ yegurrannekum billâhi’l- garûr (garûru).: Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. Aldatıcılar da sizi Allah ile (affına güvendirerek) aldatmasınlar.”
(Fâtır 35/5)

وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ
Resim---“Ve mâ yestevî’l- a’mâ ve’l- basîr (basîru).: Ve âmâ (kör) olanla basiret sahibi olan (gören) müsavi (eşit) olmaz.”
(Fâtır 35/19)

وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ
Resim---"Ve lâ’z- zulumâtu ve lâ’n- nûr (nûru).: Ve zulmet (karanlık) ve nur (aydınlık) da (eşit olmaz).”
(Fâtır 35/20)

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ
"Ve lâ’z- zıllu ve lâ’l- harûr (harûru).: Ve gölge ve sıcaklık da (eşit olmaz).”
(Fâtır 35/21)

قُلْ كَفَى بِاللَّهِ بَيْنِي وَبَيْنَكُمْ شَهِيدًا يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالَّذِينَ آمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---"Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ (şehîden), ya’lemu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vellezîne âmenû bi’l- bâtılı ve keferû billâhi ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: De ki: "Sizinle benim aramda şahit olarak Allah, kâfidir. Göklerde ve yerde ne varsa bilir." Batıla inananlar ve Allah’ı inkâr edenler, işte onlar hüsranda olanlardır.”
(Ankebût 29/52)

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ
Resim---"E ve lem yerav ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bi’l- bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn (yekfurûne).: Onun etrafındaki insanlar (zorla) kapılıp götürülürken (esir alınıp) malları alınırken, onu (Mekke’yi) haram (hürmet edilen, kargaşadan yasaklanan) ve emin bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın ni’metini inkâr mı ediyor?”
(Ankebût 29/67)

Hakkı bâtıla karıştırmamak:

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve lâ telbisûl hakka bi’l- bâtılı ve tektumû’l- hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve hakkı bâtıl ile karıştırmayın (örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin. Ve (çünkü) siz biliyorsunuz.”
(Bakara 2/42)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ya ehle’l- kitâbi lime telbisûne’l- hakka bi’l- bâtılı ve tektumûne’l- hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyorsunuz? Ve siz bildiğiniz halde hakkı niçin gizliyorsunuz?”
(Âl-i İmrân 3/71)

Hakk'ın celle celâluhu bâtılı haktan ayıklayacağı:


سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---"Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehu’l- hakku, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Âyetlerimizi afakta (ruhumuzun baş gözüyle) ve enfüste (nefsimizin kalp gözüyle) onlara göstereceğiz. O’nun hak olduğu onlara tebeyyün etsin (açıkça belli olsun) diye. Rabbinin herşeye şahit olması kâfi değil mi?”
(Fussilet 41/53)

أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا فَإِن يَشَأِ اللَّهُ يَخْتِمْ عَلَى قَلْبِكَ وَيَمْحُ اللَّهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---“Em yekûlûnefterâ alâllâhi kezibâ (keziben), fe in yeşeillâhu yahtim alâ kalbike, ve yemhullâhu’l- bâtıla ve yuhıkku’l- hakka bi kelimâtihî, innehu alîmun bi zâti’s- sudûr(sudûri).: Yoksa Allah’a karşı yalanla iftira mı ediyorlar? Bununla birlikte eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler ve bâtılı yok eder. Kendi kelimeleri ile hakkı gerçekleştirir. Muhakkak ki O, sinelerdekini en iyi bilendir.”
(Şurâ 42/24)

Hakkın zıddıı Bâtıldır..
Mallarınızı bâtıl yollarla yemeyin:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum. İnnallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).: Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız 'nedenler ve yollarla' (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir.”
(Nisâ 4/29)

Yer-gökler ve aralarındaki varlık bâtıl üzere yaratılmadığı:


وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
"Ve mâ halaknâ’s- semâe ve’l- arda ve mâ beynehumâ bâtılâ (bâtılen), zâlike zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nâr (nâri).: Ve gökyüzünü, arzı ve ikisi arasındaki şeyleri bâtıl (boşuna) yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Artık ateş sebebiyle (azap edilecekleri için) inkâr edenlerin vay haline.”
(Sad 38/27)

Bâtılın yaratıcı olamayacağı:

قُلْ جَاء الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعِيدُ
“Kul câe’l- hakku ve mâ yubdiû’l- bâtılu ve mâ yuîd (yuîdu).: De ki: "Hak geldi, bâtıl (bir şey) zuhur ettiremez ve geri getiremez."
(Sebe' 34/49)

Bâtıl puta tapıcılar:

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ
Resim---"Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fî’l- hayâti’d- dunyâ, summe yevme’l- kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn (nâsırîne).: Ve (İbrâhîm A.S): “Muhakkak ki siz, dünya hayatında aranızda sevgi oluşan Allah’tan başka putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, bir kısmınız bir kısmınızı inkâr edecek ve bir kısmınız da bir kısmınızı lânetleyecek. Sizin dönüş yeriniz ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” dedi.”
(Ankebût 29/25)

Bâtılın hüsranda kalacağı:.

وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ
Resim---"Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve razakakum mine’t- tayyibât (tayyibâti), e fe bi’l- bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn (yekfurûne).: Ve Allah, sizin için sizin nefsinizden zevceler (eşler) ve sizin için zevcelerinizden oğullar ve torunlar kıldı. Ve sizi tayyib (helâl, temiz) rızıklarla rızıklandırdı. Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar? Ve onlar, Allah’ın ni’metini inkâr mı ediyorlar?”
(Nahl 16/72)

Azîz kardeşlerim,
Bâtıl ise, hakkın zıddı olan gerçek dışı, sapık inanç hüküm ve düşüncelerdir.
Butlandan ki, boş-temelsiz-devâmsızdan türer.
Kur’ÂN-ı Kerîm'de türevleriyle birlikte 36 yerde geçer.
Yalan, boşa çıkan amel, çirkin faydasız ve gayesiz iş, put, perde, hakkın zıddı, gerçek dışı delil v.s...
Bâtıl; Hâdis-i şerîflerde de aynı anlamlarda kullanılmıştır.
ALLAH'tan başka herşeyin bâtıl olduğu
(Buhârî Rikat 24 bkz.)
ALLAH'ın ehl-i hakkı, ehl-i bâtıla karşı koruduğu (Ebu Dâvud Fitem 1 bkz.)
Muslümünların hakkı, ötekilerinin bâtılı temsil ettiği (Buhârî Şurût 15 bkz.)
Şerîat dışı olan her iş bâtıl olarak vasıflandırılmıştır.
Kesin kitab-sünnet delili değil ise bâtıldır.
Değişken ve fâni olanı; hak, sanmakta, bâtıldır..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

3.4.3-) HaK ve BaTıL İmtihÂNı ÇİLLesi


İslâm DİNİnde Hak ile Bâtılın ne olduğunun;
İLİMle iyice BİLinip,
İRADEyle fark edilip, ayırılıp, BULunup,
İDRAKle hak tercih edilip, doruğa çekilir OLunup,
İŞTİRAkle fiilen işlenmesi, YAŞAnması ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in MURADı ve EMRidir..

Kısacası KULLuk imtihÂNı budur..
İmtihân budur da Hayat Çilesi kolay değildir..
Aşk aşının: çile, ateşi; kalb, kazanı; ruh, çektireni; nefs, çekenidir.
Çile ise âşıkla et-tırnak gibidir.
Çile âşık'ın tevhid imtihÂNıdır.
Çile; rüzgar gibi yersiz-yurtsuz, yansız-yönsüz gelir.
Ele avuca sığmaz. Çuvala dolmaz. İp atıp bağlanamaz.
Rahmet gibi bastırdı mı iliklerine kadar sırılsıklam ıslatır..

Onun için ahmak, imtihÂN yerini kendisi seçer: "Beni câmide imtihÂN et!" der ve orada imtihÂN olur.
Âşıkların imtihÂNının ise; zeminini, zamanını ve nasıllığını RABB'ısı seçer..
Ahmaklar, kaplumbağa gibi kabuğunu hep yanında taşır.
Âşıklar; salyangoz gibi ortamı buldu mu kabuğunu terk eder..
Çile zordur. Çile zevktir.. Çile acıdır..

Çilekeş âşıkların işi, gelin olan kız gibidir: "Hem ağlar, hem de giderler"
Aslında çilesiz yaşayamazlar.. Çilesiz, aşk dağına çıkamazlar.
Aşk Dağına, usta dağcılar (çilekeş-çileciler) çıkar..
İbadetlerin karşılığı bellidir.. İbadet bellidir, karşılığında verilecek ikrâm bellidir..
Ama, çile belirsizdir, karşılığındaki RABB'ımızın ihsânını da ancak kendisi bilir..
Çile parmak izi gibi kişiye mahsus kader çizgisi olan yoldur.

Bağsız bağlı âşıklarla birlikte olduğumuzda, kendi aralarında hep şifreli konuşurlardı: "Bu genç daha rüşdüne ermemiş, nişanı olmamış, nikahı kıyılmamış, saçı kesilmemiş, kefeni biçilmemiş, ettiğini yememiş, yedi kere doğurmamış, Nûh Tufanı kopmamış v.s.. v.s.."

1977 civârıydı. Aksaray'da Somuncuoğlu Pasajında bir derviş kahvesi vardı. Sabah namazında açılırdı. Câmiden çıkanlarla beraber evsiz, barksız, kılıklı, kılıksız bir sürü insan doluşurdu..
Yıllarca gitmiştim. 1980 den sonra rahmetli kardeşim derviş Hasan işletmişti..
İşte o kahvede çok ilginç olaylar bizzâtihi cereyan ederdi.
Ricâl-i gayb ehli olan rahmetli Mestçi Sâlih Baba, Kalaycı Yahya Babaya: "Be utanmaz adam, bir tazının hakkından gelemedin, senin için çok şikâyet var.. Komşuların, eşin, dostun herkes şikâyetçi!" diyor ve çok ağır sözler de söylüyordu..
Yahya Baba ise: "Ne yapalım avcılık var serde, atsan olmuyor, satsan olmuyor.. Günde üç öğün (vakit) yallıyorum, çulluyorum ve yapma diye yalvarıyorum ama olmuyor!" diyordu.
Ben ise ikisinin arasında itişip kakışmalarını engellemeye çalışıp bir taraftan da: "80 yaşında avcılık mı olur!" diye düşünürken, bir başka derviş hâlime acımış ki: "Oğul, oğul! Tazı derler nefse, bu yolda! şifre konuşuyorlar!" dedi de rahatladım..

İşte böylesi bir hâl içindeyiz: mâlûm âşıklık var serde..
Çile üstüne 20-30 beyitlik bir uzun hava okuduk...
Çilemizi çileledik.. Dinlediler ve "Ohooo, daha bunun Nûh Tufanı kopmamış, boş konuşuyor bu!" dedi birisi..
Ben de: "Bana bak, ben bilye gibiyim; başsız-ayaksız, cepsiz-cüzdansız, şusuz-busuz, ne demek bu Nûh Tufanı bir de o mu gelecek bu başa?" dedim.
O yaşlı âşık ise gülerek: "Şaşkınlık-taşkınlık yok AŞKta.. Nûh Tufanı o ki bir kişi: Nefsinden-eşinden-evlâdından ve malından aynı anda imtihÂNa çekilirse Nûh Tufanı kopmuştur.. Tek çâresi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "Mim"gemisi.." dedi..
Yıllar sonra yaşayınca anladım ki hiç de kolay değilmiş doğrusu..

Bunları âcizâne arz etmeme sebeb "Hak-Bâtıl" imtihÂNı önce nefsinde ki hep anlata geldiğimiz tasavvuf..
Sonra eşinle ki insanın eşi bu âlemde ana, baba, çocuk, çoluk vs.den de en yakında olan kimsedir.
Eşiyle kişi arasında mahremiyet olmaz. Yemek pişirirken ateş ile aş arasında tencere vardır. Ancak, koca ile hanımı arasında tencere yoktur.
Bu aş pişecek ama ateş de sönmeyecek. Aralarında da hiçbir perde olmayacak. Başbaşa imtihÂN..

Tasavvufun tüm yüce ilkeleri ile bu sahnede imtihÂN edilirsin.
Kadınlarla ilgili hâdisleri ve Azîm keydlerini-tuzaklarını Yûsuf Sûresinde okuyabilirsin!.


فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
Resim---Fe lemmâ raâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne azîm(azîmun).: Böylece onun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gördüğü zaman, (kadının eşi) şöyle dedi: “Muhakkak ki o sizin tuzağınız. Sizin tuzağınız geçekten büyüktür.”
(Yûsuf, 12/28)

Bu imtihÂN Kötü mü?.
Hayır, asla, hâşâ!. Çiledir, KULLuk imtihÂNı aracıdır.. ni'mettir..

İki Sûfî, yıllarca birlikte seyahatten sonra, ayrılıp memleketlerine gitmişler. Aradan yıllar geçmiş birisi diğerini ziyârete gitmiş.. Aylar süren yolculuklarla kervanlarla o şehre gelmiş, sormuş, soruşturmuş arkadaşının evini bulmuş. Bulmuş bulmasına da kapıyı çalınca bir kadın çıkmış ki: "Ne arkadaşı arıyorsun, o sümsük adam işe gitti, dağa, ne bilirim ben ne zaman gelir v.s." diye köpürmüş..
Bizimkisi çok üzülmüş: "Tamam bacım, tamam!" demiş çekilmiş geriye..
Dağ yoluna düşmüş ki "Hiç olmazsa görüşmüş olalım" diyor.
Çok geçmeden arkadaşını görmüş geliyor.. Erken ağarmış saç-sakal, omuz çökmüş, çile baskın..
Ancak odunlarını, bir aslana iki şelek yüklemiş, ipi de yılandan, buna çok şaşmış bizim misâfir sûfî, bu hâle nasıl gelmiş diye. "Maşâallah Berekâllah!" demiş..

Bir şey sormamış arkadaşına, şehrin dışında odunları yıkmış, hayvanları okşamış geri yolcu etmiş uğurlamış .. Hoş beş etmişler.. Arkadaşı: "buyur eve gidelim, yavan yaşık HAKK celle celâluhu ne verdiyse bir şeyler yeriz!" deyince Bizimkisi: "Aman arkadaş hanımın şöyle dedi, böyle dedi.." diyor.
Sûfî ise: "Sen ona bakma, aslında iyidir de biraz celâllidir. Kusuruna bakma!" deyip razı ediyor. Evinde izzet ikrâm, 3 gün misâfir edip yolcu ediyor..

Yıllar sonra bizim süfînin tekrar o şehre yolu düşmüş.. "Arkadaşıma uğrayıp hâlini hatırı sorayım buralara kadar gelmiş iken!" deyip evine varıyor. Kapıyı aynı kadın açmış ama, o ne hârika iltifâtlar sözler ve "Buyurun!" lar..
Arkadaşını sorunca: "Dağda, odunda, siz buyurun şimdi gelir!" diyor kadın.
Sûfî ise: "Yok bacı, ben dağ yolunu biliyorum. Karşılarım da beraber geliriz!" deyip yola çıkıyor..
Epey sonra ne görsün arkadaşının sırtında bir şelek (yük) odun, ip boynunun kesmiş kan ter içinde geliyor..
Bu hâlini gören misâfir sûfî: "Arkadaşım şimdi geldim hâlin böyle, oysa önceki geldiğimde hâlin öyleydi, bu ne iştir anlayamadım?" deyince yorgun derviş soluk soluğa: "Arkadaş, o zamanlar ben evdeki canavara sabrediyordum da ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL dağın aslanını ve yılanını hizmetime veriyordu.. Sonraları ben o kadına itiraz edip de kadın islâh olunca, ben de yüce rızayı kaybettim, bu hâle düştüm!" der..

Hangi Velîyullah'ın nasıl kerâmeti olduğu değil önemli olan..
Önemli olan, bu nakilden, aklın ne anladığı..
Tasavvuf, elektrik direklerindeki hat gibidir ki elden ele, dilden dile, gönülden gönüle ve diriden diriye akan MuhaMMedî CÂN CeryÂNımızdır..
Ölüden ölüye ise, şeytÂNî cehâlet ve pis kokular akar durur!.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz Kardeşlerim;

Kur'ÂN-ı Kerîmde bildirilen, Nefs-i Emmârenin Şehvet imtihÂNı örnek yaşatılıp okutulan tek peygamber Yûsuf aleyhisselâmdır.
Her erkeğin ilk ve en büyük dert, sırat köprüsü kadın köprüsüdür..
Yûsuf aleyhisselâmın; anasının giydirdiği ilk Cân Gömleği, kardeşlerinin kurt kanına buladığı Hayat Gömleği, arkadan yırttırdığı Şehvet Gömleği ve tahtta giydiği Hilafet Gömleği.. ki en çetini, HAYy Zincirinin Tarlası Kadın GEÇiT-idir..


فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
Resim---“Fe lemmâ raâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun (kunne), inne keydekunne azîm(azîmun).: Böylece onun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gördüğü zaman, (kadının eşi) şöyle dedi: “Muhakkak ki o sizin tuzağınız. Sizin tuzağınız geçekten büyüktür.”
(Yusuf, 12/28)

Bu hayatta, her KULun imkânlarla denendiği KULLuk İmtihanında, karı-koca, aynı ana-babadan kardeşler veya kökten yakınlarıyla olan "Hak-Bâtıl imtihÂNı" için bakalım Kitabımıza:

وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَقَ نَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
Resim---"Ve beşşernâhu bi ishâka nebiyyen mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve Biz, onu salihlerden bir Nebî (Peygamber) olan İshak ile müjdeledik.”
(Sâffat 37/112)

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَقَ وَمِن ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ
Resim---"Ve bâraknâ aleyhi ve alâ ishâk (ishâka), ve min zurriyyetihimâ muhsinun ve zâlimun li nefsihi mubîn (mubînun).: Ve O’na (Hz. İbrâhîm’e) ve İshak’a bereket verdik (mübarek kıldık). Ve ikisinin zürriyetinden muhsin olan (da), nefsine apaçık zulmeden (de) var.”
(Sâffat 37/113)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah’a ve ahiret gününe îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile. Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?”
(Mücâdele 58/22)

لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---"Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevme’l- kıyâmeti yefsılu beynekum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Kıyâmet günü akrabalarınız ve evlâtlarınız, asla size fayda sağlamaz. (Onlarla) sizin aranızı ayıracaktır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.”
(Mümtehine 60/3)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Yâ eyhuhâllezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
(Tegabûn 64/14)

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---"İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitnetun, vallâhu indehû ecrun azîm (azîmun).: Oysa sizin mallarınız ve evlâtlarınız fitnedir (imtihandır). Ve Allah ki, ecrun azîm (en büyük mükâfat) O’nun indindedir (katındadır).”
(Tegabûn 64/15)

Nûh aleyhi’s-selâm'ın Selâmet ve Teslimiyyet Gemisine gönüllü binenleri ve binmeyenleri hatta oğlu Kenan'ı..
Ve Kenan'ın: "Ben, Benlik Dağına çıkar kurtulurum!" demesini..
Ve Baba yüreğinin oğluna yalvarışını.. Ve Sonucunu..
Nûh aleyhi’s-selâm'ın, belinden geleni ehl-i beyti (oğlu) bilip RABB'ısına ilticâ ile sitem niyâzını..
RABB Tealâ'nın ise; Nûh aleyhi’s-selâm'ın BELinden değil de YOLundan geleninin EHL-i BEYT inden olduğunu ve amel-i sâlihsizleri reddini nasıl bildirdiğini meâllerden okuyabilirsiniz..
İbrahim aleyhisselâmın babasına Hakkı DUYup Hayra UYması için nasıl yalvardığını,

Kendi nefsinizi de yaşatarak buyurunuz OKUyunuz!.


حَتَّى إِذَا جَاء أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلاَّ قَلِيلٌ
Resim---"Hattâ izâ câe emrunâ ve fârat tennûru kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men âmene, ve mâ âmene meahû illâ kalîl (kalîlun).: Ve emrimiz gelince, tennur kaynadı. “O zaman herşeyden, iki unsurdan oluşan (bir dişi ve bir erkek) bir çifti ve haklarında söz geçmiş olanlar (boğulacakların sözü: âyet-37) hariç, aileni ve âmenû olanları onun içine yükle.” dedik. Az kişiden başkası, onunla beraber âmenû olmadı.”
(Hûd 11/40)

Kur'ÂN-ı Kerîmde haklarında söz geçmiş olanlar: boğulacakların sözü şu âyette geçmektedir:

وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلاَ تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ
Resim---"Vasnaı’l- fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn (mugrakûne).: Vahyimizle ve Bizim gözetimimizde gemiyi inşa et (yap)! Zulmedenler hakkında Bana hitap etme. Onlar, muhakkak ki; boğulacak olanlardır.”

(Hûd 11/37)

وَقَالَ ارْكَبُواْ فِيهَا بِسْمِ اللّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Ve kâlerkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ ve mursâhâ, inne rabbî le gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve ona binin. Onun yüzmesi ve demir atması (durması) Allah’ın adıyladır. Muhakkak ki benim Rabbim mutlaka Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen).”
(Hûd 11/41)

وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَى نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَب مَّعَنَا وَلاَ تَكُن مَّعَ الْكَافِرِينَ
Resim---"Ve hiye tecrî bihim fî mevcin ke’l- cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma'zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun mea’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ve o (gemi) onlarla, dağ gibi dalgalar içinde yüzüyordu. Ve Nuh(a.s), ayrı bir yerde duran oğluna seslendi: “Ey oğulcuğum, bizimle beraber bin ve kâfirlerle beraber olma!”
(Hûd 11/42)

قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء قَالَ لاَ عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِلاَّ مَن رَّحِمَ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَقِينَ
Resim---"Kâle se âvî ilâ cebelin ya'sımunî minel mâi, kâle lâ âsıme’l- yevme min emrillâhi illâ men rahim (rahime), ve hâle beynehumâ’l- mevcu fe kâne mine’l- mugrakîn (mugrakîne).: (Nuh (aleyhisselâm)’ın oğlu şöyle) dedi: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nuh (aaleyhisselâm): “Bugün Allah’ın emrinden koruyan bir koruyucu yoktur. (Allah’ın) rahmet ettiği kimseler hariç.” dedi. Ve ikisinin arasına dalga(lar) girdi ve böylece boğulanlardan oldu.”
(Hûd 11/43)

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---"Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet alâ’l- cûdiyyi ve kîle bu'den li’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve: “Ey arz (yeryüzü), suyunu yut! Ey sema (suyunu) tut!” denildi. Ve su çekildi ve emir yerine getirildi. Ve (gemi), Cudi (dağı)nın üzerine yerleşti. Ve zalim kavme: “Uzak olsunlar.” denildi.”
(Hûd 11/44)

وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Resim---“Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va'deke’l- hakku ve ente ahkemu’l- hâkimîn (hâkimîne).: Ve Nuh (aleyhisselâm) Rabbine seslendi. Sonra (şöyle) dedi: “Rabbim! Muhakkak ki oğlum benim ailemdendir. Ve muhakkak ki Senin vaadin haktır ve Sen, hüküm verenlerin en iyi hüküm verenisin.”
(Hûd 11/45)

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ
Resim---"Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlike, innehu amelun gayru salih (salihin), fe lâ tes'elni mâ leyse leke bihî ilm (ilmun), innî eızuke en tekûne mine’l- câhilîn(câhilîne).: (Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Nuh! Muhakkak ki o, senin ailenden değildir. Muhakkak ki onun yaptığı salih olmayan bir ameldir. Öyleyse senin hakkında bir ilmin (bilgin) olmayan şeyi, Benden isteme. Muhakkak ki Ben, cahillerden olursun diye sana öğüt veriyorum.”
(Hûd 11/46)

قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُن مِّنَ الْخَاسِرِينَ
Resim---"Kâle rabbi innî eûzu bike en es'eleke mâ leyse lî bihî ilm (ilmun), ve illâ tagfirlî ve terhamnî ekun mine’l- hâsirîn (hâsirîne).: (Nuh a.s): “Rabbim, muhakkak ki ben, onun hakkında benim bir ilmim (bilgim) olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve Senin, beni mağfiret etmen ve Senin, bana rahmet etmen olmazsa ben, hüsrana uğrayanlardan olurum.” dedi.”
(Hûd 11/47)

قِيلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلاَمٍ مِّنَّا وَبَركَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلَى أُمَمٍ مِّمَّن مَّعَكَ وَأُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---"Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berakâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâke, ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm (elîmun).: (Şöyle) denildi: “Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan ümmetlere (toplumlara) Bizden bir selâmetle, bereketlerle in! Ve (bazı) ümmetler (olacak ki), onları metalandıracağız (faydalandıracağız). Sonra onlara Bizden elîm (acı) azap dokunacak.”
(Hûd 11/48)

İbrâhim aleyhi’s-selâm'ın babasıyla olan ilişkilerini, nasıl candan yürekten kurtuluşuna dua ettiğini ise;

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
Resim---"Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh (âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn (mubînin).: Ve İbrâhîm, babası Azer’e şöyle demişti: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”
(En'âm 6/74)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ يَا أَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْنِي عَنكَ شَيْئًا
Resim---"İz kâle li ebîhi, yâ ebeti lime ta’budu mâ lâ yesmau ve lâ yubsıru ve lâ yugnî anke şey’â (şey’en).: İbrâhîm (aleyhisselâm), babasına dedi ki: “Ey babacığım! İşitmeyen ve görmeyen ve sana hiçbir (şekilde bir) şeyle faydası olmayanlara niçin tapıyorsun?”
(Meryem 19/42)

يَا أَبَتِ إِنِّي قَدْ جَاءنِي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْنِي أَهْدِكَ صِرَاطًا سَوِيًّا
Resim---"Yâ ebeti innî kad câenî mine’l- ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ (seviyyen).: Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).”
(Meryem 19/43)

يَا أَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمَنِ عَصِيًّا
Resim---"Yâ ebeti lâ ta’budi’ş- şeytân (şeytâne), inne’ş- şeytâne kâne li’r- rahmâni asıyyâ (asıyyen).: Ey babacığım, şeytana kul olma! Muhakkak ki şeytan, Rahmân’a asi oldu.”
(Meryem 19/44)

يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيًّا
Resim---"Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni fe tekûne li’ş- şeytâni veliyyâ (veliyyen).: Ey babacığım, muhakkak ki ben, sana Rahmân’dan azap dokunmasından korkuyorum! O durumda, şeytana velî (dost) olursun.”
(Meryem 19/45)

قَالَ أَرَاغِبٌ أَنتَ عَنْ آلِهَتِي يَا إِبْراهِيمُ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَلِيًّا
Resim---"Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm (ibrâhîmu), lein lem tentehi le ercumenneke vehcurnî meliyyâ (meliyyen).: (İbrâhîm (A.S)’ın babası şöyle) dedi: “Ey İbrâhîm! Sen, benim ilâhlarıma rağbet etmiyor musun (kıymet vermiyor musun)? Eğer sen, (bundan) vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım ve uzun müddet benden uzaklaş.”
(Meryem 19/46)

قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَ سَأَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبِّي إِنَّهُ كَانَ بِي حَفِيًّا
Resim---"Kâle selâmun aleyk (aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî hafiyyâ (hafiyyen).: “Sana (senin üzerine) selâm olsun.” dedi. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana (çok) lütufkârdır.”
(Meryem 19/47)

وَأَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَأَدْعُو رَبِّي عَسَى أَلَّا أَكُونَ بِدُعَاء رَبِّي شَقِيًّا
Resim---"Ve a’tezilukum ve mâ ted’ûne min dûnillâhi ve ed’û rabbî, asâ ellâ ekûne bi duâi rabbî şakıyyâ (şakıyyen).: Ve ben, sizden ve Allah’tan başka dua ettiğiniz şeylerden ayrılıyorum. Ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki (inşaallah), (bu) dualarla ben, Rabbime şâkî olmam.”
(Meryem 19/48)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Resim---"İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihi’t- temâsîlulletî entum lehâ âkifûn (âkifûne).: (İbrâhîm A.S), babasına ve kavmine şöyle demişti: “Sizin ibadet ettiğiniz bu heykeller nedir?”
(Enbiyâ 21/52)

قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءنَا لَهَا عَابِدِينَ
Resim---"Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn (âbidîne).: “Babalarımızı ona (onlara) ibadet ediyor bulduk.” dediler.”
(Enbiyâ 21/53)

قَالَ لَقَدْ كُنتُمْ أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
"Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn (mubînin).: (İbrâhîm A.S): “Andolsun ki siz ve babalarınız, apaçık dalâlettesiniz.” dedi.”
(Enbiyâ 21/54)

قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ
Resim---"Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente mine’l- lâıbîn (lâıbîne).: “Sen, bize hakkı mı getirdin yoksa sen (bizimle) oyun mu oynuyorsun?” dediler.”
(Enbiyâ 21/55)

قَالَ بَل رَّبُّكُمْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُم مِّنَ الشَّاهِدِينَ
Resim---"Kâle bel rabbukum rabbu’s- semâvâti ve’l- ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mine’ş- şâhidîn (şâhidîne).: “Hayır sizin Rabbiniz, semaların ve arzın Rabbidir ve onları yaratandır. Ve ben, buna şahid olanlardanım.” dedi.”
(Enbiyâ 21/56)

وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُم بَعْدَ أَن تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ
Resim---"Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn (mudbirîne).: Allah’a yemin olsun, siz arkanızı döndükten (gittikten) sonra ben mutlaka sizin putlarınıza hile yapacağım.”
(Enbiyâ 21/57)

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ
Resim---"Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm (ibrâhîme).: Ve onlara İbrâhîm (aleyhisselâm)’ın haberini tilâvet et (oku)!”
(Şuarâ 26/69)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ
Resim---"İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn (ta’budûne).: Babasına ve onun kavmine: “Taptığınız şey nedir?” demişti.”
(Şuarâ 26/70)

قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ
Resim---"Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn (âkifîne).: “Biz putlara tapıyoruz. Böylece onlara devamlı ibadet edeceğiz.” dediler.”
(Şuarâ 26/71)

قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
Resim---"Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn (ted’ûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm): “Dua ettiğiniz zaman sizi işitiyorlar mı?” dedi.”
(Şuarâ 26/72)

أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
Resim---"Ev yenfeûnekum ev yedurrûn (yedurrûne).: Yoksa size fayda veya zarar veriyorlar mı?”
(Şuarâ 26/73)

قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَ
Resim---"Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn (yef’alûne).: “Hayır, babalarımızı böyle yapıyor (ibadet ediyor) bulduk.” dediler.”
(Şuarâ 26/74)

قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
Resim---"Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn (ta’budûne).: (İbrâhîm aleyhisselâm): “Öyleyse taptığınız şeylerin ne olduğunu gördünüz mü?” dedi.”
(Şuarâ 26/75)

أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ
"Entum ve âbâukumu’l- akdemûn (akdemûne).: Siz ve sizin, geçmişteki babalarınızın (taptığı şeyleri).”
(Şuarâ 26/76)

فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe innehum aduvvun lî illâ rabbe’l- âlemin (âlemîne).: Muhakkak ki onlar, benim için düşmandır ama âlemlerin Rabbi hariç.”
(Şuarâ 26/77)

الَّذِي خَلَقَنِي فَهُوَ يَهْدِينِ
Resim---"Ellezî halakanî fe huve yehdîni.: Beni yaratan da hidayete erdiren de O’dur.”
(Şuarâ 26/78)

وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
Resim---"Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîni.: Ve beni yediren ve içiren, O’dur.”
(Şuarâ 26/79)

وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
Resim---"Ve izâ maridtu fe huve yeşfîni.: Ve hastalandığım zaman bana şifa veren, O’dur.”
(Şuarâ 26/80)

وَالَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحْيِينِ
Resim---"Vellezî yumîtunî summe yuhyîni.: Ve beni öldürecek, sonra (da) beni diriltecek olan, O’dur.”
(Şuarâ 26/81)

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
Resim---"Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevme’d- dîn (dîni).: Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.”
(Şuarâ 26/82)

إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَاذَا تَعْبُدُونَ
Resim---"İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâzâ ta’budûn (ta’budûne).: Babasına ve kavmine: "Nedir bu sizin taptıklarınız?"demişti.”
(Sâffat 37/85)

أَئِفْكًا آلِهَةً دُونَ اللَّهِ تُرِيدُونَ
"E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn (turîdûne).: İftira ederek mi (Allah’a karşı yalan söyleyerek mi) Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?”
(Sâffat 37/86)

فَمَا ظَنُّكُم بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---"Fe mâ zannukum bi rabbi’l- âlemin (âlemîne).: Âlemlerin Rabbi hakkında sizin zannınız nedir?”
(Sâffat 37/87)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ إِنَّنِي بَرَاء مِّمَّا تَعْبُدُونَ
Resim---"Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi ve kavmihî innenî berâun mimmâ ta’budûn (ta’budûne).: Ve Hz. İbrâhîm aleyhisselâm, babasına ve kavmine: “Muhakkak ki ben, sizin taptığınız şeylerden uzağım.” demişti.”
(Zuhrûf 43/26)

إِلَّا الَّذِي فَطَرَنِي فَإِنَّهُ سَيَهْدِينِ
Resim---"İllâllezî fataranî fe innehu se yehdîni.: Ancak beni yaratan hariç. Çünkü muhakkak ki O, beni hidayete erdirecektir.”
(Zuhrûf 43/27)

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---"Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meahu, iz kâlû li kavmihim innâ buraâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve bedâ beynenâ ve beynekumu’l- adâvetu ve’l- bagdâu ebeden hattâ tu’minû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfiranne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’in, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileyke’l- masîr (masîru).: Hz. İbrâhîm ve onunla beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin Allah’tan başka taptığınız şeylerden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Ve siz, Allah’ın tek oluşuna inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen düşmanlık ve öfke başladı.” Hz. İbrâhîm’in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim (mağfiret dileyeceğim). (Ancak) Allah’tan sana gelecek bir şeyi önlemeye malik değilim, sözü (demesi) hariç. Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik. Ve Sana yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş, ulaşma), Sana’dır.”
(Mümtehinne 60/4)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Nûh aleyhi’s-selâm'ın peygamberler doğuran karısının amansız ihânetini;

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ كَفَرُوا اِمْرَأَةَ نُوحٍ وَاِمْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ
Resim---"Daraballâhu meselen lillezîne keferûmraete nûhın vemraete lût (lûtın), kânetâ tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve kîledhulen nâra mead dâhılîn (dâhilîne).: Allah, kâfirlere, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, Allah’tan bir şeye (azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.”
(Tahrîm 66/10) âyetinde..

Lût aleyhi’s-selâm'ın karısının korkunç ihânetini;


فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلاَّ امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ
Resim---"Fe enceynâhu ve ehlehû illâmreetehu kânet mine’l- gâbirîn (gâbirîne).: Böylece Biz, onun eşi (hanımı) hariç, onu ve ailesini kurtardık. O, geride kalanlardan oldu.”
(A'râf 7/83)

ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ كَفَرُوا اِمْرَأَةَ نُوحٍ وَاِمْرَأَةَ لُوطٍ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللَّهِ شَيْئًا وَقِيلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِلِينَ
Resim---"Daraballâhu meselen lillezîne keferûmraete nûhın vemraete lût (lûtın), kânetâ tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni fe hânetâhumâ fe lem yugniyâ anhumâ minallâhi şey’en ve kîledhulen nâra mead dâhılîn (dâhilîne).: Allah, kâfirlere, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un hanımını örnek verdi. İkisi de, salih kullarımızdan iki kulumuzun (nikâhı) altındaydı. Fakat ikisi de ihanet etti. Bu yüzden ikisine de, Allah’tan bir şeye (azaba) karşı, onlardan (eşlerinden) bir fayda olmadı (onları kurtaramadılar). Ve onlara: “İkiniz de ateşe girenlerle beraber (ateşe) girin.” denildi.”
(Tahrîm 66/10)

Daha nice Âyet-i Celîlelerde okuyup nasıl olup da, NÛRun içinde yaşarken NÂRı tercih ettiklerini ve kısacası imtihÂNı nasıl kaybetip, HAKtan BÂTILa atladıklarını, gabirîrin olduklarını görebilirsiniz..

Diğer taraftan ise;
Kur'ÂN-ı Kerîmde insanların insanların en bâtılı bildirilen fiilî hayatta RABBlığa kalkışan Firavun'un karısı Asiye aleyhasselâm'ın nasıl olup da NÂR içinde yaşarken NÛRu tercih ettiğini, BÂTILdan HAKka sıçradığını görebilirsiniz..


وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا لِّلَّذِينَ آمَنُوا اِمْرَأَةَ فِرْعَوْنَ إِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ لِي عِندَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّنِي مِن فِرْعَوْنَ وَعَمَلِهِ وَنَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Resim---"Ve daraballâhu meselen lillezîne âmenûmraete fir’avn (fir’avne), iz kâlet rabbibni lî indeke beyten fî’l- cenneti ve neccinî min fir’avne ve amelihî ve neccinî mine’l- kavmi’z- zâlimîn (zâlimîne).: Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar."
(Tahrîm 66/11)

HAK nedir?. BÂTIL nedir?. Nerede, ne zaman ve hangi HÂLde HAK veya BÂTILdır?!.
İmtihân nedir?. Fitne nedir?. "OLsun!" nedir? "OLmasın!" nedir? "OLÂN!" nedir?.
Hükm-ü HAKK nedir?. ÇiLLe nedir?.. Çeken kimdir?. Çektiren kimdir?.
BİZBİR-İZ NaHNu-su NEdir!.

İŞte gerçek HaKk ERENlerin ELi ->EhL-i Beyt aleyhumusselâm’ın ELi -> Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ELiyle ->YEDuLLAH’a ALLAHın ELİNe ULaŞan, aklen anlatabilmek ve diğer kişileşmiş, şirketleşmiş, köksüz vekuru içi boş kabuk kalmış tarikatçılıklardan ayırabilmek için MuhaMMedî Tasavvuf dediğimiz;


MuhaMMedî İLim
MuhaMMedî Edeb
MuhaMMedî İrfân
MuhaMMedî Erkânın Sırat-ı Mustakîm Hakk YOLu budur inşâeaLLAHu TeÂLÂ..

Bir hususa dikkatinizi çekerim ki, çok çok önemli;
Kur’ÂNı Kerîm'de zıdların zevki o kadar muhteşem ve muazzamdır ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ebu Cehil, Musa aleyhi’s-selâm'ın Firavun, İbrâhim aleyhi’s-selâm'ın Nemrud gibi mücâdee ettiklerine karşı olan bir sözleri yoktur.
RABB Tealâ kullarına istediğini buyurur, söyler, kınar, lânetler..
Ancak, kendisini diri diri ateşe atan Nemrud'a karşılık; koca babamız İbrâhim aleyhi’s-selâm dönüp de bir yaramaz kelime kullanmaz Kur’ÂN-ı Kerîm'de..
Kısacası; Kur’ÂN-ı Kerîm Tasavvufun tek ve temel kitabıdır. Kelâm, Kelâmullahtır.
RABB'ımız kulluk imtihÂNında kullarını kullarına kötületmemekte ve tam tersine yumuşak davranılmasını emretmektedir.

Azîz kardeşlerim,
Hak ve Bâtıl üzerinde Kur’ÂN-ı Kerîm âyetlerini esas alarak bu kadar çok durmamızın sebebi:
Hak; özdeki, merkezdeki, enfüsdeki, fuaddaki emânettir.
İçteki niyyettir. Bu ise mû'min olmak makamıdır.
Özünde hak olmayan hâindir, münâfıktır..
Çünkü, hak yoksa bâtıl vardır. Bâtıl ise küfürdür..
Emânete sadakat var ise haktır, yoksa bâtıldır.
İ'tikadîdir ve sonucunda kul; ya mü'min ya da kâfirdir.
Emânet, imân fanusunun içindeki özdür. Nurun alâ nurdur.
Emâneti yok olmuş bir imân, içi patlak ampül gibidir. Ve bu münâfıkların işidir.
Onun için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL buyurmaktadır:


ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدْعُونَ مِن دُونِهِ هُوَ الْبَاطِلُ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَبِيرُ
Resim---"Zâlike bi ennallâhe huve’l- hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihî huve’l- bâtılu ve ennallâhe huve’l- aliyyu’l- kebîr (kebîru).: İşte böyle, çünkü O, “Hakk”tır. Ve Muhakkak ki O’ndan (Allah’tan) başka dua ettiğiniz (taptığınız) şeyler, onlar bâtıldır. Muhakkak ki Allah, O, Âli (yüce)’dir, Kebir’dir (büyüktür).”
(Hacc 22/62)

Hakikat: birşeyin aslı, esâsı ÖZü ve mâhiyeti olup, gerçek ve doğru olandır. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şeydir.
"Hakka" kökü ise: iş sabit ve doğru olmaktır..
Bâtıl ise; boş, beyhûde, yalan ve çürük oluştur.
Butlan; haksızlık, boş oluşluktur.
Befâle: boşa gitmek, Betile: sözünde saçmalamaktır...


İnsanın; içindeki-enfüsündeki imânının ve niyetinin aslı ve esası olan emânetine sadakat Haktır. Aksi olan ihânet ise Bâtıldır:

وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاء إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الخَائِنِينَ
Resim---"Ve immâ tehâfenne min kavmin hiyâneten fenbiz ileyhim alâ sevâin, innallâhe lâ yuhıbbu’l- hâinîn (hâinîne).: Ve fakat bir kavmin, (ahde) ihanetinden kesinlikle korkarsan artık eşitlik üzerine ahdlerini iptal et (onlara at). Muhakkak ki Allah, hainleri (ihanet edenleri) sevmez.”
(Enfal 8/58)

İnsanın; dışındaki-âfâkındaki tüm ni’metlere adâleti uygulamak "HAYR"dır. Zulmetmek ise "ŞER"dir..
Zâlimlerin ise fuadları bomboş ve hevâ doludur.

مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاء
Resim---"Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum hevâun.: Başlarını dik tutarak (gökyüzüne doğru devamlı bakarak) koşanlar! Onların bakışları, kendilerine dönemez. Ve onların kalpleri heva ile (nefsin afetleriyle) doludur (nefsin afetlerinden ibarettir).”
(İbrâhim 14/43)

İçinde yaşadığımız ve bize sağlanan imkânlarla KULLuk imtihÂNı Olduğumuz şu ÂLEMde, Yokluk-Çokluk tercihiyle Hizbuşşeytanlık, TEKlik TEVHİDini tercihle de Hizbullaklık içinde yaşarız..
Kısaca ifâde edersek, mü'min "Hak ve Hayr" ile emrolunmuştur, "Bâtıl ve Şer"den men edilmiştir..


إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Resim---"İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn (yazlimûne).: Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.”
(Yûnus 10/44)

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Resim---"İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûran.: Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.”
(İnsân 76/3)

Dikkat ederseniz buraya kadar anlattıklarımız El HaKk ALLAH celle celâlihu’ya sadakatla iman edip, Hayrı işlemek içindir..
O hâlde Hayr ve Şerr nedir?.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


3.4.4-) HAYR ve ŞERR

Aziz Kardeşlerim!.
İslâm Dinimizin ANLAşılması ve YAŞAnması en zor ve çetrefilli konusu TAKDİR ve UYgulaması olan TECELLîdir.
Kur'ÂN-ı Kerîmimizi hiç ANLAmaya çalışmadan sütlü koyun gibi kırk makamda yıllarcca meleyenlere İÇim yanra da yanar!.
“ANLAşılması ve YAŞAnması”nı Murad ve EMR Eden ALLAHu Zü’L- CeLÂL’dir;

İşin temelinde KULLuk İmtihÂNı dediğimiz ve fiilen uyguladığımız;
AHSEN AMeL HAYRı ya da tersi kötü AMeL Şerridir..

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
"Ellezî halakal mevte ve’l- hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ (amelen), ve huve’l- azî zu’l- gafur (gafûru).: “Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafûr’dur.” (Mülk 67/2)

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
"Fe men ya’mel miskâle zerratin hayran yerahu: Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.” (ZilZâl 99/7)

وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
"Ve men ya’mel miskâle zerratin şerran yerahu.: Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür” (ZilZâl 99/8)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
"Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh (minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke li’n- nâsi resûlâ (resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ (şehîden).: Sana iyilikten (hasenatdan) ne isabet ederse, işte o Allah’tandır. Ve sana kötülükten (seyyiattan) ne isabet ederse, o taktirde o, kendi nefsindendir (derecat kaybedecek bir şey yapmandan dolayıdır). Ve seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve şahit olarak Allah yeter.” (Nisâ 4/79)

İnsan nefsinin hevâ ve hevesine uyuş terccihi sonunda başına gelen zulüm kendindendir;

إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ النَّاسَ شَيْئًا وَلَكِنَّ النَّاسَ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
"İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey'en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn (yazlimûne).: Muhakkak ki Allah, insanlara (hiç)bir şeyle (asla) zulmetmez. Lâkin insanlar, kendi nefslerine zulmederler.” (YÛNUS 10/44)

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in ULuhiyyet-ALLAHLık Mutlaklığı;
1-) Kaza
2-) Kader
3-) Meşiyyet Sahibliği
4-) İradesinde Mutllak TEK-BİRliğidir..

Kaza ve Kaderini TKDİR EDER, Meşiyyet-dilemesi için de İradesiyle TECELLî EDER/Yaşatır..

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Yarattığı KüLLî ŞEYyin Yaratılış Sebebi Ve Sonuçu Vardır.
Cansız dediğimiz taşlara, bir noktada sabit bitkilere, sınırlı hareket ve iç güdü sahibi hayvanlara, ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in sınırlı ve sabit ESMÂları fıtraten yüklenmiş ve hayatları boyunca bu sınır içinde yaşarlar.. Bitkiler 3 metre ilerdeki ırmağa uzanamaz.. Aslan avını pençe ve dişleriyle yakalar asla makinalı tüfek kullandıramazsınız..

İnsÂNoğluna ise, ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in sonsuz ve sınırsız ki TÜMM ESMÂLarı; AKIL olarak yüklenmiş, Halifesi seçilmiş, İslam olma Şartlarını taşıyanları RABBBu’l- ÂLEMîne KULLuk yapmak TERCİHiyle Mükellef kılınmış, NAKLen Kur'ÂN-ı Kerîm ve BUyurup, DUYurup fiilen UYgulayıcısı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem teşrif etmitir ve Abdullah aleyhisselâm olarak YAŞAmış ve YAŞAtmıştır.. SüNNNeti ise tıpkı Kur'ÂN-ı Kerîm gibi DİLden DİLe Gönülden Gönüle noktası kaybolmadan akmış gelmiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir hamd olsun!.

Biz MuhaMMedî MeLÂMîler, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem adına, hesabına ve şerefine sadece LiVeChiLLAH Halka Hasbî Hizmeti seçenleriz ve kendimiz anlamaya çalışırken sesli ve yazılı düşünmekteyiz hamd olsun!.

ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Kazave Kader İlkesine kısaca bir göz atalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

KaZA: ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in, KÛN feyeKÛN Kâinat KeVNiyyetinde; OLmuş, OLan ve OLacak her şeyin evsafını-sıfatlarını ve havasını- bir nesneyi diğerlerinden farklı ve üstün kılan niteliklerini ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, Levh-i Mahfuzunda VAR OLuş saklı tutma ZÂTına mahsusluğu.. KudretuLLAH.. İLahî Nasib..

KaDER: ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in Levh-i Mahfuzunda herbir NEFs için SAKLı YAZılanın KÛN feyeKÛN Kâinat KeVNiyyetinde TeceLLî edip YAŞAnması gerçeği.. AZametuLLAH.. ELe geçen KıSmet..

SubhÂN ALLAH celle celâlihunun Şe’ÂNULLAHta, SüNNetuLLAHta, her ÂN Yeniden Yaratış TeceLLî Sebbehasının-İlâhî Kudretin meydana çıkıp görünmesinin sonu yoktur.. İnsÂN aklı ve imkanlarınca olan başlangıçtan ve sonuçtan uzakta ALLAHu Zü’L- CeLÂL’in; Kaza, Kader, İrade ve Meşiyyeti-Dilemesi vardır..
Ve gör ki, her ÂN yeniden YARatış-OLuş Kevniyyetinde olan ŞEY’in AStarı ASLı “İLLÂ O”dur.. Güneşin Işığı O’ndandır. Bu ÂLemde son-UÇta ->“Lâ hüve İLLâ Huve”dir.. O’ndan başka O Yoktur hiç bir ÂLemde..

KaZa-KaDER ->MuRaduLLAH ->KÛN feyeKÛN-da EMRuLLAH ->SıRr-ı SuBHÂN ->SüNNeTuLLAH OLur!. Ve SubhÂN ALLAH celle celâlihunun ŞÂHiDi OLuş ya da Olmayışta KULLuk Tercihini SEÇip FiLLen YAŞayış SERüVENi.. TAKdir EDiLen KadDERuLLaHı ANLamak İÇin ise BİLmek Lâzım..[/color]

Resim

KADER-i MÜBReM NEdir?. ->KADER-i MUALLAK NEdir?.:


1-) KaDeR-i MuaLLâk:
Zuhûr etmesi/ortaya çıkması bazı hususların oluşmasına bağlıdır. Hadis-i şerîfte duanın kaderi değiştirmesi, sadakanın ömrü uzatması gibi... Duaya ve sadaka verme şartına bağlı.

يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
Resim---"Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit (yusbitu), ve indehu ummu’l- kitâb (kitâbi).: Allah, dilediği şeyi siler, yok eder (mahveder) ve (dilediği şeyi) sabit kılar ve ümmülkitap (ana kitap), O'nun indindedir (nezdindedir).
(Ra’d 13/39)

2-) KaDeR-i MüBRem:
Kesin olan tebdili/değiştiririlmesi ve tağyiri/başkalaştırılması mümkün olmayan levh-i mahfûzdaki (ALLAH tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu mânevî levha, ilm-i ilâhî) Ümmü’l-Kitâb’da mahfûz (korunup, saklanmış) kader...

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
Resim---Ve li kulli ummetin ecel (ecelun), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn (yestakdimûne).: Bütün ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz
(A’râf 7/34)

Tehir; geriye bırakmak, ertelemek, takdim; öne almak demektir. Ecelin süresinin kısaltılması, takdim; uzatılması, tehirdir. Bir şeyin oluşması için belli bir süre geçmesi lâzımdır. Eğer bu süre daha önceye alınmışsa, takdim; daha sonraya kalmışsa tehirdir.

Unutmamalıyız ki; ALLAHÜ Zܒl-CELÂL, Hayrı emreder ve Şerre rızası yoktur.

Ecel-i mübrem : Elinden kurtulunması mümkün olmayan, kaçınılmaz olan ecel.
Ecel-i muallak : Levh-i Mahv İsbat'ta mukadder olarak yazılı, bâzı şartlarla mukayyed olan ecel. Ecel-i müsemma.
Ecel-i müsemma : f. Muayyen bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm.
Ecel: Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti.

ALLAHu Zü'L-CELÂL, her ÂN ŞeÂNuLLAHta SüNNetuLLAH üzere Kûn -> feyeKÛn EMruLLAH ile MuraDuLLAHça Kâinatını KüLLi ŞEY’in; Merkezinde-İÇinde DENGe, Muhitinde-DIŞında DÜZEN esasınca Yaratmakta, yaşatmakta ve bu Âlemde MevCÛDiyetlerini korumaktadırlar.
Bu düzen, çoğunlukla zıtların dengesi, bütün pozitiflerle negatiflerin dengesi, dolayısı ile faydayla zararın ve faydalıyla zararlının dengesidir ki, tüm Olan ve olaylar,
ALLAHu Zü'L-CELÂL’in Ed Dârru celle celâluhu ve EN Nâfiu celle celâluhu isimlerinin Tecellîleridir..

Unutmamalıyız ki, ALLAHu Zü'L-CELÂL; hayrı emreder ve şerri yasaklar.. ancak kul yerinde aklı ve kendi nefsi ile hangisini tercih ederse yaratır ve hesabını da sorar ki, bu ULUHİYYETi gereği ve farkıdır..:


قُلْ أَتَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلاَ نَفْعًا وَاللّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Kul e ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lekum darran ve lâ nef’â (nef’an) vallâhu huve’s- semîu’l- alîm (alîmu).: De ki; “Allah’tan başka, size zarar ve fayda (yarar) vermeye gücü yetmeyen (malik olmayan) şeylere mi kul oluyorsunuz?” Ve Allah, O, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
(Mâide 5/76)

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---"Ve ya'budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indallâh (indallâhi), kul e tunebbiûnallâhe bimâ lâ ya'lemu fî’s- semâvâti ve lâ fî’l- ard (ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere (putlara) kulluk (ibadet) ediyorlar. Ve “Bunlar, Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semalarda bilmediği bir şeyi Allah’a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan’dır (münezzehtir), onların ortak koştuğu şeylerden yücedir.
(Yûnus 10/18)

سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْأَعْرَابِ شَغَلَتْنَا أَمْوَالُنَا وَأَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَا يَقُولُونَ بِأَلْسِنَتِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ لَكُم مِّنَ اللَّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ نَفْعًا بَلْ كَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim---"Se yekûlu leke’l- muhallefûne mine’l- a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â (nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ (habîren).: Arablardan muhallefunlar (geride kalanlar), sana: “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Artık bizim için mağfiret dile.” diyecekler. Onlar, kalblerinde olmayanı dilleri ile söylüyorlar. De ki: “Eğer Allah, size bir zarar veya fayda dilerse, bu taktirde sizin için Allah’tan (gelen) bir şeye kim mani olabilir (fayda veya zararı önleyebilir)? Hayır (öyle değil), Allah yaptığınız şeylerden haberdardır.
(Fetih 48/11)

TECELLî; Kaza ve Kaderin içinde bulunduğumuz İMKÂN ÂLEMide KULLuk İmtihÂNı TERCiHinde fiilen YAŞAnması.
İlâhi Kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak Nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi, f. Tecelli yeri. İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yer..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

RABBu’l- ÂLEMîN SÖZü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem SESi Kur'ÂN-ı Kerîmde HAKkı DUYUp da Uyduğumuz HAYR o ki;

Hayr: hayr kökünden olup masdardan isimdir. Hayr iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak-yararlı olmaktır.
Hayr: Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. iyilik; iyi, faydalı, yararlı olandır.
HAYrat: (Hayr. c.) SevaB için ALLAH celle celâlihu rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler. Hayır iki çeşittir.
Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir.
İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhette kullanılan çok mal gibi. İlmî, imanî, dinî, manevî ve maddî çok hayır ve menfaat verenlere de Ehl-i Hayır denir..
HAYR-hah: f. Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven.

HAYRu’l- BEŞeR: İnsanların en hayırlısı olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- Umur: Ömürlerin ve İşlerin Hakka ve Hayra çeviricisi olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- ENâm: Mahlukatın en olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- Verâ: Takvânın ileri derecesinde, bilmediğimiz ve şüphe ettiğimizi öğrenip iyiye ve doğruya yönlendiren bütün günahlardan çekinmemize rehber Mahlukatın en olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- Halef: Tüm hayratın en ilki ve en sonu olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- BERiyye: BiRRi Takvâda Halkın hayırlısı olan MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- FasîLin: HAKKı ve HAyrıi Bâtıl ve Şerden Ayıran en Âdil olan Hâkimlerin en hayırlısı MuhamMMed aleyhisselâm.
HAYRu’l- Mukayyed: Hakkı Ve HAYrı kayd altında tutan halk içinde mutlak Sahibi olan MuhamMMed aleyhisselâm.
Hayrân: Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş.
Hayr-endiş: f. İyilik düşünen, hayırlı iş düşünen..
HaYret: Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek..
HaYret-bahşâ: f. Hayret veren, şaşırtan hayrete düşüren.
HaYret-engiz.: f. Hayret veren. Hayret içinde bırakan.

İstehare: hayr kökündendir. Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatmahayr ve iyilik istemek.
AHYÂR: (hayrın çoğulu), en hayırlılar, Ehlullah olanlar..
Hayrda; merhamet, lütûf, kerem ve cûd (cömertlik) var.
Hayr: ALLAH'ın rızasıyla halkettiğidir.

Şerr: kötülük; kötü, hayırsız, yararsız olan, Eşrâr; en şerli insanlar...
Şer; ALLAH'ın rızası olmadan ve insanın kendisi tercih ettiği için hakettiğidir.
Şerr: Kötü iş, kötülük. Fenâlık. Kavga. Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etme. Fenâ adam, fenâlık yapan adam, kötü adam. Daha kötü, en kötü.
Şerr-i mahz: Sırf şer. Hiç hayır ciheti olmayan şer ve musibet.
Şerrü’n- nâs: İnsanların en kötüsü, en zararlısı.
Şerur: Çok şerli.
Hayr: daha iyisi, en iyisi.
Şer ise daha kötüsü, en kötüsüdür.

Bir zamanlardı 40 yıll öncesi, Meczub Melâmi SUNİSî BaBa, Lara Sahilinde: “Yaz oğulcan anahedayem olsun!.” deyip yazdırmıştı:
“Cezakallahu HAYRan kesira: ALLAH celle celâlihu Sana Çok Hayırlı Mükafaatlar Versin!.”
Ve eklemişti:
“Rabbi yessir.: Rabbim kolaylaştır
Ve lâ tuassir.: Zorlaştırma
Rabbî TEMMim bi’l- HAYR.: RABBim HAYRımızı TAÜMMLe-TAMMla HAYIRla sonuçlandır!. ÂMinn!.”

Yıllar sonra gördm ki,DUÂSı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin DUÂSı imiş;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim kendine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana: “CezâkeALLAHu HAYRan” derse teşekkürün en mükemmelini yapmış olur!.” buyurdu.
(Usame İbni Zeyd radiyallahu anhu’dan; Tirmizî, Birr 86 (2036)

Hayr; her yerde, her zaman ve her hâlde herkesin arzuladığı ve menfâatına olandır. Kur’ÂN-ı Kerîmde hayr 176 yerde çeşitli çekimlerde gelmektedir. İyilik, güzellik, faydalılık, mal-mülk v.s. arzulanan şeyler için kullanılmıştır.


Kur'ÂN-ı Kerîmde “Hayr”ın zıddı olan bazı kelimeler:


Şerr..hayrsız olan: Bakara 2/216; Âl-i İmrân 3/180, Yûnus 10/11:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
"Kutibe aleykumu’l- kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Savaş, o sizin için kerih olsa da (hoşunuza gitmese de) üzerinize farz kılındı. Ve hoşlanmayacağınız bir şey olur ki, o sizin için bir hayırdır. Ve seveceğiniz bir şey olur ki, o sizin için bir şerdir. Ve (bütün bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
"Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Ve Allah'ın kendi fazlından onlara verdiği şeyleri, (Allah yolunda infak etmeyip) cimrilik edenler, sakın zannetmesinler ki o, kendileri için hayırdır. Bilâkis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacak. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptığınız şeylerden haberdar olandır.” (Âl-i İmrân 3/180)

وَلَوْ يُعَجِّلُ اللّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُم بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ فَنَذَرُ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
"Ve lev yuaccilullâhu lin nâsi’ş- şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).: Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şer için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.” (Yûnus 10/11)

Edna.. en aşağı, en değersiz: Bakara 2/61:

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ اهْبِطُواْ مِصْراً فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ
"Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbira alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr (hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve duribet aleyhimuz zilletu ve’l- meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh (minallâhi), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri’l- hak (hakkı), zâlike bi mâ asav ve kânû ya’tedûn (ya’tedûne).
: Ve siz: “Ey Musa! Biz bir (çeşit) yemek (yemeye) asla sabredemeyiz. Artık bizim için Rabbine dua et. Bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” demiştiniz. (Musa a.s): “Hayırlı olanı, daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır’a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki orada var.” demişti. (Sonra da) onların üzerlerine zillet (sefalet) ve fakirlik (damgası) vuruldu. Ve onlar, Allah’tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerinden dolayıdır. İşte bu (ceza), asi olup (isyan edip), haddi aşmış olmaları sebebiyledir.” (Bakara 2/61)

Sû kötü, çirkin: Âl-i İmrân 3/30, A'râf 7/188:

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
"Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’ (sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ (baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh (nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd (ıbâdi).: O gün her nefs, hayırdan ne yaptıysa onu hazır olarak bulur (hayat filminde tüm yaptıklarını görür). Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve Allah sizi, kendisinden sakındırır (Takva sahibi olmanızı, ölmeden önce, ruhunuzu Allah'a ulaştırmanızı ister). Ve Allah kullarına karşı Raûf’tur.” (Âl-i İmrân 3/30)

قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
"Kul lâ emliku li nefsî nef’an ve lâ darran illâ mâşaallâh(mâşaallâhu), ve lev kuntu a’lemu’l- gaybe lesteksertu mine’l- hayri ve mâ messeniyes sûu, in ene illâ nezîrun ve beşîrun li kavmin yu’minûn (yu’minûne).: De ki: “Allah’ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mü’min olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.” (A'râf 7/188)

Seyyie kötülük, günâh: Kasas 28/84:


مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
"Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ ve men câe bi’s- seyyieti fe lâ yuczellezîne amilû’s- seyyiâti illâ mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Kim hasenat ile (pozitif dereceler ile) gelirse o taktirde ona, ondan daha hayırlısı vardır. Ve kim seyyiat ile (negatif dereceler ile) gelirse, işte o zaman kötü amel yapanlar "yaptıklarından başkası (fazlası) ile cezalandırılmazlar. (Derecat kaybedenlerin cezası kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden çıkarıldıktan sonra kalan dereceler kadardır.)” (Kasas 28/84)

İsm günâh: Âl-i İmrân 3/178:

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ خَيْرٌ لِّأَنفُسِهِمْ إِنَّمَا نُمْلِي لَهُمْ لِيَزْدَادُواْ إِثْمًا وَلَهْمُ عَذَابٌ مُّهِينٌ
"Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ (ismen), ve lehum azâbun muhîn (muhînun).: Ve sakın o kâfirler, onlara mühlet vermemizi, kendileri için bir hayır sanmasınlar. Sadece günahlarını artırmaları için onlara mühlet veriyoruz. Ve onlar için ”Alçaltıcı Azap “ vardır.” (Âl-i İmrân 3/178)

Durr zarar: En'âm 6/17, Yûnus 10/107:

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدُيرٌ
"Ve in yemseskallâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O’ndan başka giderecek yoktur. Sana bir hayır dokundurursa, artık O, herşeye kaadirdir.” (En'âm 6/17)

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
"Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlihi, yusîbu bihî men yeşâu min ibâdihi, ve huve’l- gafûrur rahîm (rahîmu).: Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O’nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O’nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nurunun sahibi).” (Yûnus 10/107)

Fitne belâ, darlık: Hacc 22/11 gibi kelimeler de hayrla birlikte ve zıddı olarak geçer..

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللَّهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
"Ve minen nâsi men ya’budullâhe alâ harf (harfın), fe in asâbehu hayrunıtmeenne bihî, ve in asâbethu fitnetuninkalebe alâ vechihî, hasired dunyâ ve’l- âhırate, zâlike huve’l- husrânul mubîn (mubînu).: İnsanlardan (öyle) kimseler vardır ki, Allah’a az (gönülsüz) ibadet eder. Ona bir hayır isabet etse onunla tatmin olur. Ve bir fitne isabet etse yüz geri döner. (Onlar), dünyada ve ahirette hüsrandadır. İşte o, apaçık hüsrandır.” (Hacc 22/11)

Mal mülk, servet, bolluk gibi maddî değer ve imkÂNlarla birlikte, genellikle soyut-somut tüm ni’metler hayırla anlatılmıştır.
Hayrın, mal sevgisi oluşu: (Âdiyyat 100/8 ve Sad 38/32 âyetlerinde görülür..


وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
"Ve innehu li hubbi’l- hayri le şedîd (şedîdun).: Ve muhakkak ki, onun hayır (mal) sevgisi gerçekten kuvvetlidir.” (Âdiyyat 100/8)

فَقَالَ إِنِّي أَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَن ذِكْرِ رَبِّي حَتَّى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ
"Fe kâle innî ahbebtu hubbe’l- hayri an zikri rabbî, hattâ tevârat bi’l- hıcâb (hıcâbi).: Bunun üzerine dedi ki: "Muhakkak ki ben, (onları) Rabbimi zikrettiğim için hayır (hayra, daimî zikre ulaşanların) sevgisi ile seviyorum." (Atlar tozu dumana katıp koşarak toz) perdesinin arkasında kaybolunca.” (Sad 38/32)

Bırakılan mîrâs da hayr diye anılır: Bakara 2/180:


كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِن تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالأقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ
"Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumu’l- mevtu in tereke hayrâ (hayran), el vasiyyetu li’l- vâlideyni vel akrabîne bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), hakkan ale’l- muttekîn (muttekîne).: Sizden birinize ölüm geldiği zaman eğer bir hayır (mal v.s) bırakırsa, anne-babaya ve yakınlarına (akrabalarına) marufla (örf ve adete uygun olarak) vasiyet etmek, siz muttekilerin (takva sahiplerinin) üzerine (yerine getirilmesi gereken) bir hakk (bir borç) olarak farz kılındı.” (Bakara 2/180)

İnfâk bazen de hayr diye anılmıştır. Bakara 2/215, 272, 273. Mânevî ni’metlere de hayr denilmiştir..


يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
"Yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe li’l- vâlideyni ve’l- akrabîne ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîl (sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sana (Allah yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz (Allah yolunda verirseniz) işte o, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış) yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara 2/215)

لَّيْسَ عَلَيْكَ هُدَاهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَلأنفُسِكُمْ وَمَا تُنفِقُونَ إِلاَّ ابْتِغَاء وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ
"Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh (vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn (tuzlemûne).: Onların hidayete ermesi senin üzerine (vazife) değildir. Fakat Allah, dilediği kimseyi hidayete erdirir. Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, işte o sizin kendi nefsiniz içindir. Siz (ey mü’minler), sadece Allah’ın vechini (Zat’ını, Allah’ın Zat’ına ulaşmayı) dileyerek infâk edersiniz (verirsiniz). Ve hayır olarak ne infâk ederseniz, (o) size tamamen ödenir ve siz zulmedilmezsiniz (size haksızlık yapılmaz).” (Bakara 2/272)

لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
"Li’l- fukarâillezîne uhsirû fî sebîlillâhi lâ yestatîûne darben fî’l- ardı, yahsebuhumu’l- câhilu agniyâe mine’t- teaffuf (teaffufi), ta’rifuhum bi sîmâhum, lâ yes’elûne’n- nâse ilhâfâ (ilhâfen), ve mâ tunfikû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: (İnfâklarınız ve sadakalarınız), kendilerini Allah yoluna hasreden (adayan), yeryüzünde dolaşmaya (ticaret yapıp kazanmaya) gücü yetmeyen fakirler içindir. Onların durumlarını bilmeyen, onları iffetlerinden dolayı zengin zanneder. Onları sen, yüzlerinden tanırsın. Zorla insanlardan bir şey istemezler. Hayır olarak ne infâk ederseniz (verirseniz), o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara 2/273)

Meselâ Kur’ÂN için hayr: Bakara 2/105:

مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَاللّهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
"Mâ yeveddullezîne keferû min ehli’l- kitâbi ve le’l- muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zu’l- fadlil azîm (azîmi).: Ehli kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hayırdan (rahmet ve fazl) indirilmesini istemezler. Ve Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Ve Allah, “büyük fazıl” sahibidir.” (Bakara 2/205)

Vahiy de hayr diye adlandırılmıştır: Nahl 16/30:

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
"Ve kîle lillezînettekav mâzâ enzele rabbukum, kâlû hayran, lillezîne ahsenû fî hâzihi’d- dunyâ haseneten, ve le dâru’l- âhırati hayrun, ve le ni’me dâru’l- muttekîn (muttekîne).: Ve takva sahiplerine: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. “Hayır (güzellikler).” dediler. Ahsen olanlara (iradesini Allah’a teslim edenlere) bu dünyada haseneler (iyilikler, güzellikler, sevaplar, pozitif dereceler) vardır. Ve elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Ve gerçekten muttakilerin (takva sahiplerinin) yurdu ne güzeldir.” (Nahl 16/30)

İslâmın hayr anılışı: Âl-i İmrân 3/104, Kalem 68/12:

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Veltekun minkum ummetun yed’ûne ile’l- hayri ve ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munker (munkeri), ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/104)

مَنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
"Mennâın li’l- hayri mu’tedin esîm (esîmin).: Hayrı devamlı engelleyenlere, haddi tecavüz eden günahkârlara (itaat etme).” (Kalem 68/12)

ALLAH rızası için yapılan sâlih amellerde: Bakara 2/215 âyetinde geçen ikinci hayrdır.

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
"Yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe li’ -vâlideyni ve’l- akrabîne ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîl (sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).: Sana (Allah yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz (Allah yolunda verirseniz) işte o, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış) yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.” (Bakara 2/215)

Takvâda hayrdır. Bakara 2/197:

الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ
"El haccu eşhurun ma’lûmât (ma’lûmâtun), fe men farada fîhinne’l- hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fî’l- hacc (haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh (ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayra’z- zâdit takvâ, vettekûni yâ ulî’l- elbâb (elbâbi).: Hac, bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda), (ihrama girerek) haccı (kendine) farz edinirse, artık hacta kadına yaklaşmak (ve benzeri davranışlar), fâsıklık (günaha sapmak), cedelleşmek (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur. Siz hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. Ve (hayırlarla) (kendinize) azık hazırlayın. Fakat azığın en hayırlısı muhakkak ki takva sahibi olmaktır. Ve ey ulûl elbab! Bana karşı takva sahibi olun.” (Bakara 2/197)

Hayr kelimesinin çoğulu ahyâr olup Sad 38/47-48) âyetlerinde Peygamberler için övgüdür.

وَإِنَّهُمْ عِندَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ
"Ve innehum indenâ le mine’l- mustafeyne’l- ahyâr (ahyâri).: Ve muhakkak ki onlar, katımızda, gerçekten "hayırlılardan ve seçilmişlerden"dir.” (Sad 38/47)

وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ
Vezkur ismâîle velyesea ve zel kifli, ve kullun mine’l- ahyâr (ahyâri).: Ve İsmail (A.S)’ı ve İlyas (A.S)’ı ve Zülkifli (A.S)’ı da zikret. Hepsi hayırlı olanlardandır.” (Sad 38/48)

Hayrdan türeyen hayyirenin çoğulu ise hayrat: Rahmân 55/70) âyetinde hisân ile birlikte: "iyi güzel kadınlar" anlamındadır.

فِيهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌ
"Fîhinne hayrâtun hisân (hisânun).: İçlerinde huyu güzel yüzü güzel kadınlar vardır.” (Rahmân 55/70)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »


Hâdis-i şerîflerde de HAYR:


--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Allahümme lâ hayra illâ hayrü'l-âhireti febariki'l-ensarü ve'l-mühacireti: ALLAH'ım! Hayr ancak âhiret hayrıdır. Ensar ve muhaciri mübârek eyle!" buyurmuştur.
(Buhârî,Salât 48; Ebu Dâvud,Salât 12; Nesai,Mesacid 12; İmâm Ahmed, Müsned VI/295,315)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kim bir hayra delâlet ederse (sebep olursa) kendisine o hayrı yapanın ecri kadar ecir vardır." buyurdu.
(Abdullah İbni Mes'ud (râdiyallahu anhu)'dan; Müslim; Askalânî, Bûlüğü'l-Merâm 1494/1263)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İnsanların en hayırlısı: "İyiliği Beklenen, kötülük etmesinden korkulmayandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Fiten 76)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı savaşta malıyla ve canıyla savaşan, barışta RABB'ısına ibâdetle meşgul olan ve kendini insanlara zarar vermekten alıkoyandır." buyurmuştur. (Buhârî, Rikak 34)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı dostlarına ve komşularına hayrı dokunandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr 28)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı ömrü uzun, ameli güzel olandır." buyurmuştur.
(Tirmizî, zühd 21)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı geç öfkelenip çabuk yatışandır."buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned III 19)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı yaşadığı toplumun haklarını ödeyen..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Fitem 76)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanların en hayırlısı borcunu güzellikle ödeyendir." buyurmuştur.
(Buhârî, İstikraz 4,6)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ticaretin en hayırlısı da borcunu güzellikle ödeyen, alacağını güzellikle isteyendir." buyurmuştur.
(İmâm Ahmed, Müsned III 19)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "En hayırlı yönetici ise halkın kendisini sevip hayr duada bulunduğu kişidir." buyurmuştur.
(Tirmizî, Fitem 77)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Başınızdakiler en hayırlılarınız olduğu, zenginleriniz hoşgörülü davrandığı ve işleriniz aranızda görüşülüp danışılarak yürütüldüğü sürece sizin için yerin üstü altından daha hayırlıdır." buyurmuştur
(Tirmizî, Fitem 78)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH bir insanın ellerini hayırın anahtarı yapmışsa ona ne mutlu!" buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Mukaddime 19)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her kime ALLAH hayr dilerse onu dinde fâkih kilâr" buyurdu.
(Buhârî İlim 10; Müslim,İmare175;Tirmizî,İlim 4, İbn-i Mâce,Mukaddime 17;Darimî, Rikak 1; Muvatta, Kader 8; İmâm Ahmed, Müsned I/306)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Amellerin en hayırlısı namazdır." buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Taharet 4)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Meclislerin en hayırlısı geniş olandır." buyurmuştur.
(Ebu Dâvud, Edeb 12)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayrın kapıları; oruç tutmak, sadaka vermek, gece namazı kılmak.." buyurmuştur.
(Tirmizî, Îmân)

--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayâ, bütünüyle hayırdır.." buyurmuştur.
(Müslim, Îmân 1; Ebu Dâvud, Edeb 6)

VE daha niceleri..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

SünnetuLLAHta Dünya Düzeni; İnkar-İkrar, Şer-Hayr, Zarar-Fayda gibi zıtlar ZEVKi üzerine kurulmuştur...
Zıdların Zevki diye âcizâne âşıkça dediğimiz şu ki:
Bu âlemde sadece hayr hâkim olsaydı, ALLAHu züü’L- CeLÂL’in KULLarına yükümlülük, tekellüf (imtihÂN-külfet) ortadan kalkardı.
Yalnız şer hâkim olsaydı o zaman da, bu âlem helâk olurdu.

İnsaoğlundaki düşünce ve akıl, şerden kurtulup hayra uluşmak içindir.
İbret, zıdların seyridir..
Hikmet, zıdların zevkidir..
İlâhî İrâde ve İnâyet, hayrın işlenmesinedir..
Hayr ve Şerin iyice tanınmasında MuhaMMedî ilim, irâde, idrak ve iştirâk şarttır.
Ancak, Kitab ve sünnete uymak şartıyla AKLın, nAKLen hakta ve hayrda tekemmülü İlahî AŞKtır..

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAHIM!. Hayrın tamamı senin elindedir, şer ise sana izâfe edilemez!." buyurmuştur.
(Müslim, MüsÂrif in 201; Nesâî, İftitah 17..)

ALLAH Tealâ, sırf hayrdır.
Sırf şer ise, ademdir (yokluk)..
Âcizâne açıklamam şu ki:
İnsaoğlunun Fiilleri; İfrat ve Tefritte Şer, İi'tidalde ise Hayrdır..
Aç kalıp (tefrit) veya çok çok yiyip (ifrat) ölmek şerr (intihâr)dir.
Ancak, adam gibi, emredildiği gibi lâzım ve lâyıkınca yemek (i'tidal) ise hayrdır..

Fiillerin hayr olmasında; niyette ihlâs, amelde ittikâ gibi unsurlar da vardır. İslâmda, HAKK celle celâluhu rizâsı için halkına hasbî hizmet ve halkın yararına olan eserlerde, “hayrat” diye adlandırılmıştır...
Darü'ş-şifâ, Darü'l-aceze, imâret, sebil, köprü, okul v.s. atalarımız hayr için neler yapmışlar neler..
Zamane nesli ise hayr vakıflarını yıkmak için neler yapmadılar neler..
Ve yıkmaya elbirliği ile koşuyorlar.. oysa:

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem:”Bir mü’min vefât edince her ameli kesilir. Yalnız üç amelinin sevâbı, amel defterine yazılmaya devâm eder. Bunlar, sadaka-i cariyelerinin, faydalı kitaplarının ve salih çocuklarının kendisi için ettikleri dua ve istigfarların sevâblarıdır.” buyurdu.
(Ebuşşeyh)

Sadaka-i cariye, devam eden hayır hasenat demektir. Cami, çeşme yol yapmak, ağaç dikmek, mektep yapmak, su kanalları yapmak gibi, insanlara faydası dokunan bütün işlerdir. Bunlar ise sayılmayacak kadar çoktur..
Faydalı eser bırakmak, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir.
Salih çocukların duası ve istigfarları, birer hayr sadaka-i cariyesidir..

Her yer, her zaman, her hâl ve her nefeste Hak ve Hayrı tercih edip uYguladığı/UYgulattığı için ÜMMet-i MuhaMMed, Kur'ÂN-ı Kerîmde övülmüştür hamdolsun..

كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
"Kuntum hayra ummetin uhricet li’n- nâsi te’murûne bi’l- ma’rûfi ve tenhevne ani’l- munkeri ve tu’minûne billâh (billâhi), ve lev âmene ehlu’l- kitâbi le kâne hayran lehum, minhumu’l- mu’minûne ve ekseruhumu’l- fâsikûn (fâsikûne).: Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.” (Âl-i İmrân 3/110)

Bir hayr menkıbesi arzedelim:

Zâlim bir ağa Hak Erenlerden bir Derviş olan işçisine: "Tarlama bu yıl buğday ek!." der.
Bahar geçer yaz gelir. Ağa bakar ki tarlasında buğday yerine arpa var.
Çok kızar ve sorar: "Sen bu tarlaya ne ektin be adam?." der.
Derviş gâyet rahatça: "Buğday ektim efendim!." deyince,
Ağa köpürür: "Bre ahmak, sen hiç arpa ekip de buğday biçeni gördün mü?." Deyince,
Hak Eren Dervişimiz: "O kimseki, sen; bu dünyada şer ekip de öbür dünyada hayr biçeni duydun mu?." der.
Zâlim ağa; AĞLAr ve AYIKır..

Azîz kardeşlerim,

Hayr, her aklı başında insanın anlayabileceği güzellik, doğruluk ve iyilik, yararlı ve faydalı şeylerdir.
Şer ise, her aklı başında insanın anlayabileceği çirkinlik, eğrilik ve kötülük, yararsız, zararlı ve faydasız şeylerdir kısacası..

Bu, hayatımızda o kadar önemlidir ki, sevgili Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efenedimizin BUYURuklarına bir Bakıverelim inşâe ALLAHu TeÂLÂ;

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “...ALLAH’ım! Hayrın tamamı Senin elindedir; şer ise Sana izâfe edilemez.” buyurdu.
(Müslim, Müsâfirîn 26, 1/534; Tirmizî, Deavât 32, 5/485; Ebû Dâvud, Salât, 1/201; Nesâî, İftitah 17, 2/130)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanlardan öylesi var ki, hayrın anahtarı, şerrin kilididir. Öylesi de var ki, şerrin anahtarı, hayrın kilididir. Eline ALLAH tarafından hayır anahtarları verilene müjdeler olsun! Eline şer anahtarları verilene de yazıklar olsun!.” buyurdu.
(İbn Mâce, Mukaddime 237, 1/86)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Rıfktan (yumuşak huylu, şefkatli ve merhametli olmaktan) mahrum olan, her hayırdan mahrum olmuştur.” buyurdu.
(Müslim, Birr 75)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Başınızdakiler en hayırlılarınız olduğu, zenginleriniz hoşgörülü davrandığı ve işleriniz aranızda görüşülüp danışılarak yürütüldüğü sürece sizin için yerin üstü, altından daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Tirmizî, Fiten 78)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH, bir insanın ellerini hayrın anahtarı yapmışsa, ne mutlu ona!.” buyurdu.
(İbn Mâce, Mukaddime 19)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların en hayırlısı, iyiliği beklenen, kötülük etmesinden korkulmayan kimsedir.” buyurdu.
(Timizî, Fiten 76)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların en hayırlısı, toplum içinde yaşarken bir taraftan o toplumun hakkını ödeyen, diğer taraftan Rabbine ibâdet eden, savaşa çıktığında ise düşmana korku salan kimsedir.” buyurdu.
(Tirmizî, Fiten 15)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Mü’minin işi tuhaftır, her işi hayırdır. Bu, yalnız mü’mine özgüdür. Sevindirici bir işle karşılaşsa şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.” buyurdu.
(Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikak 61; Ahmed bin Hanbel, V/24)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kişinin kendinden sonra bıraktığı şeylerin en hayırlısı üç tanedir: Kendisine duâ edecek sâlih evlât, kendisine sevâbı ulaşacak olan sadaka-i câriye ve kendisinden sonra onunla amel edilecek ilim.” buyurdu.
(İbn Mâce, Mukaddime 20)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların en hayırlısı, -savaş zamanında- malı ve canıyla savaşan, -barış zamanında- ise Rabbine ibâdet etmekle meşgul olup kendini insanlara zarar vermekten alıkoyan kimsedir.” buyurdu.
(Buhârî, Rikak 34; Nesâî, Zekât 74)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Üst el, alt elden (veren el, alan elden) hayırlıdır. Sen üst el olmaya bak! Sadakanın en hayırlısı da zenginlikten verilenidir. Kim haramdan sakınıp şerefini kurtarmak isterse, ALLAH onu iffet ve şerefli kılar. Kim de müstağnî davranırsa ALLAH onu zengin kılar.” buyurdu.
(Buhâri, Zekât, 2/112; Müslim, Zekât 94, 2/717, hadis no: 1033)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Andolsun ki, ALLAH yolunda bir sabah veya bir akşam savaşmak, dünyadan da, dünyada olan şeylerden de hayırlıdır.” (Diğer bir rivâyette:) ...Üzerine güneşin doğup battığı şeylerden hayırlıdır.” buyurdu.
(Buhârî, Cihad 4/17; Müslim, İmâre 112, 115, 3/1499, hadis no: 1880)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH yolunda harcanan bir gün, o yolda harcanmayan bin günden hayırlıdır.” buyurdu.
(Nesâî, Cihad, 6/40)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH, hiçbir mü'mine, yaptığı tek hayrın bile karşılığını ihmal etmek sûretiyle zulümde bulunmaz. Yaptığı her hasenenin karşılığı hem dünyada, hem de âhirette kendisine verilir. Kâfir ise, yaptığı hayır sebebiyle dünyada öylesine yedirilir ki, âhirete varınca, karşılığı verilecek tek hayrı kalmaz." buyurdu.
(Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkîn 56, hadis no: 2808)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH Teâlâ bir kulun hayrını diledimi onu isti'mâl eder!" "Onu nasıl isti'mâl eder?" diye soruldu. "Ölümden önce sâlih amel işlemede muvaffak kılar" buyurdu.
(Tirmizî, Kader 8, hadis no: 2134)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Hiç kimse, elinin emeğinden (kendi kazancından) yediğinden daha hayırlı bir şey yiyemez. ALLAH’ın peygamberi Dâvud (aleyhisselâm) da kendi elinin emeğini yiyip geçinirdi.” buyurdu.
(Buhârî)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Sizin hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” buyurdu.
(Buhârî, Fazlu’l-Kur’an 6/108)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Yâ Ebâ Zer! Sabahleyin kalkıp da ALLAH’ın Kitabından bir âyet öğrenmen, yüz rekât (nâfile) namaz kılmandan daha hayırlıdır. Ve yine sabahlayıp da ilimden bir bab (bölüm) öğrenmen bin rekât (nâfile) namaz kılmandan daha hayırlıdır.” buyurdu.
(İbn Mâce, Mukaddime 219, 1/79)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bu ilme, henüz ortadan kalkmadan istekli olun, sarılın! Onun kalkması, yeryüzünden ref' olunmasıdır. Âlim ile ilim öğrenen (öğrenci) ecirde müşterektirler. Diğer insanlarda ise, hayır yoktur.” buyurdu.
(İbn Mâce, Mukaddime 228, 1/83)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "ALLAH Teâlâ katında, arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına en hayırlı olanıdır. Komşuların en hayırlısı, komşusuna en hayırlı olanlarıdır." buyurdu.
(Tirmizî, Birr 28; Ahmed bin Hanbel hadis no: 6566)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Kıyâmet günü, ALLAH indinde, derece itibarıyla insanların en şerlisi, başkasının dünyası uğruna âhiretini hebâ eden kuldur." buyurdu.
(Kütüb-i Sitte Terc. 4/265)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH'a andolsun ki, ALLAH’ın senin vâsıtanla bir adamı hidâyete erdirmesi, kızıl tüylü develerden oluşan sürülerden senin için daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Buhârî, Ashâbu’n Nebî 9; Müslim, Fedâilu’l-Ashâb 34, hadis no: 1787; Ebû Dâvud, İlm 10)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Âlimin âbide olan üstünlüğü, benim sizin en aşağınıza olan üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki ALLAH, melekleri, gökler ve yer ehli, hatta delikteki karınca, denizdeki balık bile insanlara hayır/iyilik öğretene salevât verirler (duâ ve istiğfârda bulunurlar).” buyurdu.
(Tirmizî, İlm 10/157-158; Ebû Dâvud, İlm)


Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin Hadis-i Şeriflerine göre, insanların (müslümanların) en hayırlıları;

“Dostlarına ve komşularına hayrı dokunanlar.”
(Tirmizî, Birr 28)

“Ömrü uzun, ameli güzel olanlar.”
(Tirmizî, Zühd 21, 22)

“Geç öfkelenip çabuk yatışanlar.”
(Ahmed bin Hanbel, Müsned III/19; Tirmizî, Fiten 26)

“Borcunu güzellikle ödeyen kimseler”dir.
(Buhârî, İstikrâz 4, 6; İbn Mâce, Ticâret 62).

Ticâret ehlinin en hayırlısı da borcunu güzellikle ödeyen, alacağını güzellikle isteyendir.
(Ahmed bin Hanbel, Müsned III/19).

En hayırlı yönetici ise halkının kendisini sevip hayır duâda bulunduğu kişidir.
(Tirmizî, Fiten 77)

“Amellerin en hayırlısı, namazdır.”
(Muvattâ, Tahâret 36; İbn Mâce, Tahâret 4)

“Mescidlerin en hayırlısı geniş olanıdır.”
(Ahmed bin Hanbel, Müsned III/18; Ebû Dâvud, Edeb 12)

“Oruç tutmak, sadaka vermek ve geceleyin namaz kılmak “hayır kapıları”dır.”
(Tirmizî, İman 8.)

“Hayâ, bütünüyle hayırdır.”
(Müslim, İman 61; Ebû Dâvud, Edeb 6)

Resim

BİZ EZELden MeLÂMîyİZ
KeLÂMuLLAH KeLÂMîyİZ
MeLÂNetten ->SeLÂMete
->MuhaMMedî SeLÂMîyİZ!.

bU ÂLeM ->KİMseye KALmaz
HAYR BİLen ŞER KAPı ÇALmaz
->HAKK ÂŞıKLar ->HAYR İLEdir
->AHMAKLar MURADın >ALmaz!.

->EYy AZîzLer>HAYRı SEÇin
RABB-RaSûL HAVZına GEÇin
KEVSER TASı ->SEL seBİLdir
->"İhvÂNim ELi"nden ->İÇin!.

celle celâlihu..
sallallahu aleyhi vesellem...

HAVZ: Cem' etmek..

Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön