MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Bir de İnsanoğlu için bu işin müsbet, pozitif ve yaratılışın gayesi olan Mükerrem ve Mükemmel olma tarafı vardır:

1-Sistemin sahibi Subhan ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL; kâinâtı halketti... İnsanı halketti ve halife kıldı:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Resim--- "Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).: Hatırla ki RABB'in meleklere "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife tâyin edeceğim"dediği vakit; "biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesad çıkaracak ve kan akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?"dediler. "Her hâlde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!..." buyurdu." (Bakara 2/30)

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim--- "Kul huvel kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’d(ba’dın), unzur keyfe nusarrıful âyâti leallehum yefkahûn(yefkahûne).: O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve sizleri verdiği şeylerle denemek için kiminizi kiminize derecelerle üstün kılandır. Şüphe yok ki RABB'in çabuk cezâlandıran ve yine şüphe yok ki O tek bağışlayan, tek merhamet edendir." (En'âm 6/165)

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ
Resim---"Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne). : Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık." (Yûnus 10/14)

فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
Resim--- "Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fîl fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul munzerîn(munzerîne).: Buna rağmen yine ona yalan söylüyorsun dediler. Bizde onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtarıp, onları yeryüzünün halifeleri yaptık; âyetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların âkıbeti nasıl oldu?" (Yûnus 10/73)

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
Resim---"Emmen yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yec’alukum hulefâel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).: Yoksa darda kalan kendisine dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip kötü durumdan kurtaran ve sizleri yeryüzünün yöneticileri kılan mı? ALLAH'la birlikte bir ilâh mı var? Siz, pek az düşünüyorsunuz!..." (Neml 27/62)

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتًا وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَارًا
Resim---"Huvellezî cealekum halâife fîl ard(ardı), fe men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâren).: Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur. O hâlde kim inkâr ederse inkârı kendi aleyhinedir. Kâfirlere inkârları, zarardan başka bir şey artırmaz." (Fâtır 35/39)

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
Resim---"dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fîl ardı fahkum beynen nâsi bil hakkı ve lâ tettebiil hevâ fe yudılleke an sebîlillâh(sebîlillâhi), innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevmel hisâb(hisâbi).: Ey Dâvud, gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık, artık insanlar arasında doğrulukla hükmet, keyfine uyma ki seni ALLAH yolundan sapıtmasın. Çünkü ALLAH yolundan sapanlar hesab gününü unuttukları için kendilerine pek şiddetli biz azab vardır." (Sâd 38/26)

Halife: Yeryüzünde ALLAH celle celâluhu adına iş yapacak olan kişidir.
Bu imkanla imtihan oluyor... Çünkü, Halifelik ya da Muhaliflik KULLUK Tercihi İmtihan sahası bu Âlem..

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru).: Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.(Mülk 67/2)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

2-İnsanın üstünlüğü ile ilgili âyet-i celileler:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim--- "Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).: Ve meleklere: “Âdem'e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.." (Bakara 2/34)

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ
Resim--- "Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).: Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı." (A'râf 7/11)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---"Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).: Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahid tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “bilakis-evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahid olduk." (A'râf 7/172)

وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ
Resim--- "Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).: (Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.." (Nahl 16/30)

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إَلاَّ إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا
Resim--- " Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).: Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?" (İsrâ 17/61)

قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ إَلاَّ قَلِيلاً
Resim--- " Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).: (Şeytân) Demişti ki: "Şu bana karşı yücelttiğine bir bak; andolsun, eğer bana kıyamet gününe kadar süre tanırsan, onun soyunu -pek az dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım." " (İsrâ 7/62)

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
Resim--- " Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).: Andolsun, biz Ademoğlunu yücelttik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.." (İsrâ 17/70)

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ
Resim--- " Halakas semâvâti vel arda bil hakkı ve savverekum fe ahsene suverekum ve ileyhil masîr(masîru). : Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Ve size suret (şekil) verdi. Sonra sizin suretlerinizi ahsen yaptı. Ve varış (ulaşma), O'nadır (ulaşılacak makam, O'dur, O'nun Zat'ıdır).." (Tegabun 64/3)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim--- " Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm(takvîmin). : Biz insanı en güzel biçimde (tavır, tarz ve kıvamda) yarattık" (Tîn 95/4)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, insanoğlunu bir erkekle bir dişiden (Hucurât 49/13; Kıyâme 75/39; Nebe' 78/8 bkz.) ; çift çift (Fâtır 35/11, Şûrâ 42/11, Nebe' 78/8 bkz.) halkedip yukarda gösterilen pozitif ve negatif vasıflarıyla imkânla imtihanı dileyince, insanoğlu, RABB'imizin bizi yaratmasının gayesi olan ilâhî emrine talib oldu:

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). : Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)

لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---Li yuazziballâhul munâfikîne vel munâfikâti vel muşrikîne vel muşrikâti ve yetûballâhu alel mu’minîne vel mu’minât(mu’minâti), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). : (Allah bu emaneti insana vermek sûretiyle), münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azap edecek, inanan erkeklerin ve inanan kadınların da tevbesini kabul buyuracaktır. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” (Ahzâb 33/73)

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---" Lev enzelnâ hâzel kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh(haşyetillâhi), ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâsi leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne). : Biz bu Kur'ân'ı bir dağın üzerine indirseydik kesinlikle sen onu ALLAH celle celâluhu korkusundan başını eğmiş, çatlamış görürdün. İşte biz bu misâlleri, düşünsünler diye insanlara veriyoruz." (Haşr 59/21)

Yerlerdeki ve gökteki her şey insanoğlunun hizmetine musahhar kılınmıştır.

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).: O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).” (Bakara 2/29)

Kur'ân-ı Kerîm'de: Bakara 2/29; Ra'd 13/2; İbrâhim 14/32-34; Nahl 16/5-14-80-81; İsrâ 17/70; Hacc 22/36-37,65; Ankebut 29/61; Lokman 31/29; Fâtır 35/13; Zümer 39/5; Zuhrûf 43/13; Câsiye 45/12-13; Mülk 67/15; Naziât 79/30 âyetlerine de bakınız.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3-Yeryüzüne dağılan insanoğlu imtihanla mükellef kılınmıştır:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ
Resim---Ve min âyâtihî en halakakum min turâbin summe izâ entum beşerun tenteşirûn(tenteşirûne).:Ve min âyâtihî en halakakum min turâbin summe izâ entum beşerun tenteşirûn(tenteşirûne).Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.” (Rum 30/20)

وَمِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُم مِّن فَضْلِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Resim---Ve min âyâtihî menâmukum bil leyli ven nehâri vebtigâukum min fadlih(fadlihi), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yesmeûn(yesmeûne).:Gece olsun gündüz olsun, uyumanız ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) aramanız da O'nun (varlığının) delillerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır.(Rum 30/23)

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
Resim---Ellezî halakal mevte vel hayâte li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve huvel azî zul gafûr(gafûru).:Sizin hanginizin en güzel ameli yapacağını” imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafûr'dur.” (Mülk 67/2)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
Resim--- "E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).:E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).:İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?" (Kıyâmet 75/36)

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
Resim--- "Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm(naîmi).:Sonra andolsun ki o gün her ni'metten sorgulanacaksınız!..." (Tekasûr 102/8)

وَما أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةً أَتَصْبِرُونَ وَكَانَ رَبُّكَ بَصِيرًا
Resim---''Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme ve yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve kâne rabbuke basîrâ(basîren).: Ve senden önce (de), gerçekten yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan resûllerden başka (farklı bir) resûl göndermedik. Ve sizin bir kısmınızı bir kısmınıza “sabrediyor musunuz” diye fitne (imtihan) kıldık. Ve Rabbin, en iyi görendir.." (Furkân 25/20)

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
Resim---E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).:İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?(Ankebût 29/2)

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
Resim---"Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ bâtıla(bâtılen), zâlike zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nâr(nâri).:Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o inkâr edenlere.." (Sad 38/27)

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ
Resim---Ve le nebluvennekum hattâ na’lemel mucâhidîne minkum ves sâbirîne ve nebluve ahbârekum.:Andolsun, biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).” (Muhammed 47/31)

لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا
Resim---Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).:Ki, kendilerini bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu 'gittikçe şiddeti artan' bir azaba sürükler.(Cin 72/17)

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَّبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
Resim---İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîren).:Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan 76/2)

emşâcin: karışık, (iki hücrenin) karışımı, birleşimi

Azîz kardeşlerim, imtihan, deneme ve fitneye sokma, insanoğlunun kulluk yapması ve küfretmemesi içindir. Fitne, Arabça da fetene kökündendir.
Fetene ise toz toprak içindeki altın tozlarını bir pota ile ateşe oturtup, altın önce eriyeceği için altının tümünü elde etmek anlamına gelen bir fiildir. İmtihÂNda ise HaKK-bâtıl karıştırılmış olan dünya hayatında; HaKKın, bâtıldan ayırılmasıdır.
İnsan cüz'i iradesini doğru kullanır; sözünde, fiilinde, ahlâk ve hâllerinde MuhaMMedî Şuûr ile YAŞArsa, HaKK YOL olan Fırka-i Nâciye yâni Sırât-ı müstakîm üzere yürür.
Haksızlık olan bâtıldan kaçınır.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Resim---Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûni.:Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.” (Zâriyât 51/56)

مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
Resim---Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni.:Onlardan (hiç)bir rızık istemiyorum ve Beni doyurmalarını da istemiyorum.” (Zâriyât 51/57)

وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقًا
Resim---Ve en levistekâmû alât tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).:Eğer onlar (insanlar ve cinler), yol üzerinde 'dosdoğru bir istikamet tuttursalardı', mutlaka Biz onlara bol miktarda su içirir (tükenmez bir rızık ve nimet verir)dik.” (Cin 72/16)

لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا
Resim---Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).:Ki, kendilerini bununla denemek için. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu 'gittikçe şiddeti artan' bir azaba sürükler.(Cin 72/17)

İnsanoğlunun kulluk yapması kendisi için, ebedî hayatı kazanması için şarttır. Yoksa ALLAHu ZÜ'L-CELÂL'in ibâdete ihtiyacı yoktur:

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).:Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).(Ankebût 29/6)

Kulluk yalnız ve yalnız ALLAH'a celle celâluhu yapılır:

Fâtiha 1/5; Bakara 2/21-22,83; Nisâ 4/36; En'âm 6/3,102,162; Yûnus 10/3; Hûd 11/2,123; Nahl 16/52; İsrâ 17/23; Meryem 19/65; Zümer 39/2, 66; Fussilet 41/37-38...bkz.

Kibirlenerek kulluktan çekinenler; şiddetle tehdid edilmiş, hüsn-i niyyet, samimîyyet, ve ihlâsla ibâdet teşvik edilmiştir. İki örnek verelim:

بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).:Hayır! Kim samimî olarak yüzünü ALLAH'a tertemiz teslim ederse, işte onun RABB'i katında mükâfâtı vardır. Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır." (Bakara 2/112)

لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا
Resim---Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lâl melâiketul mukarrabûn(mukarrabûne). Ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi cemîâ(cemîan).:Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır.(Nisâ 4/172)

Azîz kardeşim, Beled sûre-i celilesinde:

أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
Resim---E lem nec’al lehu ayneyn(ayneyni).:Biz ona iki göz vermedik mi?(Beled 90/8)

وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
Resim---Ve lisânen ve şefeteyn(şefeteyni).:Bir dil ve iki dudak?” (Beled 90/9)

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Resim---Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).:Bir de ona, (hak ve bâtılı) iki yol gösterdik.” (Beled 90/10)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3. İNSANIN İÇ (ENFÜSÎ) YAPISI

İnsan, Kur'ân-ı Kerîm'de kimdir?
Tercüman-ı Tevhid olan Efendimiz Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in sahih hadislerinde insan kimdir?
Bir sûfî; 99 esmâ ile KENDİNİ BİLir, bir esmâ ile "ALLAH celle celâluhu !..." der de RABB'ini celle celâluhu bilir...
Mesele KENDİNİ BİLmek...
Beled sûresinde ki kebed (sarp yokuş), Benlik Dağıdır.
BİLinmesini BULunmasını, OLunmasını Acı-Tatlı YAŞAnmasını ilerde zevkederiz İnşâe ALLAH!...

İNSAN : Beden -> (Sine) -> Sadr -> Nefs -> Kalb -> Fuad (gönül) -> Ruh -> Sır -> Hafî -> Ahfâ -> Akdes...

İnsanın fıtraten manevî yapısını teşkil eden ve bu İmkÂNla İmtihÂN ÂLeminde nedir İNSANda ki bu temel özellikler ki, kendimizde kendimizi-NEFSimiz BİLip, BULup, OLup da gereğini YAParak YAŞAyalım inşae ALLAHu Teâlâ!.

Resim

3.3.1. Beden

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL her canlıya yüklediği görevi en iyi başarabileceği şekilde zâhiri organlarını, İÇinde ve DIŞında, insanoğlu bilsin ya da bilmesin, halketmiştir.
Ordinaryüs Profesör kalb doktoru ile bir kara câhilin kalbi, aynı şekilde yaratılmış ve çalışmaktadır. Sistemullahta İlâhî adâlet hakîmdir.
Yeni doğmuş bir insan bebeği de her yavru gibi ağlayıp ANA memesi için ağzını açar ve arar duru!..

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL insanlarda zâhirden bâtına geçiş organları olarak; işitmek için kulak, görmek için göz ve merkezî kalbe aktarıcı ve ŞuûR ettirici AKIL ile KALB sistemini halketmiştir.

وَهُوَ الَّذِي أَنشَأَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim--- "Ve huvellezî enşee lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’ideh(ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).:Hâlbuki O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri (fuad, efideh) yaratan O'dur. Siz, pek az şükrediyorsunuz." (Mü'minûn 23/78)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim--- "Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).:Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, görmeleri ve gönülleri (efideh) yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz!..." (Secde 32/9)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim--- "Kul huvellezî enşeekum ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(ef’idete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).:De ki: O'dur ancak sizi yaratan, size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren!... Fakat sizler pek az şükrediyorsunuz!..." (Mülk 67/23)

الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ
Resim---Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek(adeleke).:O (senin Rabbin) ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti-SEViyeledi), sonra da düzen üzere seni dengeli, sağlıklı kıldı.” (İnfitâr 82/7)

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ
Resim---Fî eyyi sûretin mâ şâe rekkebek(rekkebeke). :Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.” (İnfitâr 82/8)

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL’in; Şe’ENuLLAHta, SüNNeTuLLAH üzere her ÂN YENİden yaratışında:

ZÂT->Sıfat->Esmâ->EŞyâ..
Türevi-indirğemesi-URUC’unda açıkça görülmekte ve her NEFS -> Kaderince-Kadarınca Kemâlâta ERip AKLı NAKLen NÛRlanıp, Özünün ÖZÜnden ŞaHdamarından da Yakın-Akraba olan RaBBu’l- ÂLEMîN SÖZünü, MuhaMMedî Habli’l-VERîDRResinden Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem SESinden Kur'ân-ı Kerim olarak DUYarsa UYar inşae ALLAHu Teâlâ!.
Ve bir şeyi daha DUYup UYacaktır ki O ZEVKe, ZAİKAtu’l Mevt buyurulmaktadır.. tam tersi hareket başlayacaktır yine her NEFS -> bu âlemdeki Kadarınca- Kaderince Yüklenip geldiği yolu geri dürerek EŞyâ->Esmâ-> Sıfat-> ZÂT..
İnteğralinde-TÜMMlemesinde RÜCÛ’ edecek yaşammış gibi olacaktır mecburen…

"Küllü nefsün zaikatül mevt: her NEFS ÖLÜmü Tadacaktır!"

Kur'ân'da üç sûrede geçmektedir:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme'l-kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha ani'n-nâri ve udhıle'l-cennete fe kad fâz(fâze), ve mâ'l-hâyâtu'd-dunyâ illâ metâu'l-gurûr(gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyâmet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünyâ hayâtı, aldatıcı metâdan başka bir şey değildir.”
(Âl-i İmran 3/185)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatu'l-mevt(mevti), ve neblûkum bi'ş-şerri ve'l-hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ 21/35)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.”
(Ankebut 29/57)

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Resim---Kullu men aleyhâ fân(fânin).: Bütün-her canlı kişiler (insanlar ve cinler) fânidir (yok olucudur).”
(Rahmân 55/26)

kullu men: bütün kişiler, bütün bilinçli varlıklar, bütün insanlar ve bütün cinler, herkes..

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَن شَاء اللَّهُ ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ أُخْرَى فَإِذَا هُم قِيَامٌ يَنظُرُونَ
Resim---Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).: Ve sur'a üfürülmüş, ALLAH'ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde olanlar-kim varsa hepsi düşüp- ölmüşlerdir. Sonra ona (sur'a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.
(Zümer 39/68)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.2. Sadr

Sadara: vukû' bulmaktan.
(Sadr-südûr): vukû' olan yer, vakı'aların olmasına karar verilen yer ve idâre merkezi olup; nefsi, kalbi ve ruhu da kapsayan göğüs (bağır) zarfıdır.
İşlerin idâre merkezi en ön, en baş, en ileri, en yukarı ve en iyi yer mânâlarınadır.
Sadrazam : (başvekil) da bu kökten gelmektedir.
Sulbiyye, çocuğun babaya nisbeti olduğu gibi; sadriyye de çocuğun anaya nisbetidir.
Zîrâ; sadara kökünde; dönmek, rücû etmek de vardır...
İşlerin sebebi oradan başladığı gibi sonucu da oraya rücû' eder ve anlaşılır...
Muhammedî tasavvufun temeli olan "Rahmten li'l-âlemin" oluş masdarı da bu kökten olup kâinâtta var oluş rahmetinin oluş, çıkış ve rahmet olarak dönüş yurdu ve kapısıdır.
Nûr-u Mim'in "Mim" masdarı Nûr-u Muhammed'in kâinâta çıkış ve hayat membağıdır. ham akıllarını İlâhî ilim ve Muhammedî edeb ile yalıtkanlık ve kısırlıktan kurtarıp iletken ve üretken kılanlar kendi özlerindeki bu kaynaktan kana kana içerler.
Yalıtkanlıktan kasdımız kişinin kendine ait özellik ve güzellikte yaratılan öz sadrına ulaşım selâmetliğini kesen ve yasaklanan her şey ve husustur.
Kişinin kendi özündeki öz sılasına ulaşımı; Nûr-u Mim'in'e kavuşumu, dolayısıyla kendini bilişi, Rabb'ini buluşu ve kulluk kemâlâtına başlayışıdır.
Bu işin bilinen adı ise Sıla-yı Rahîmdir...


Onun içindir ki;
Resim---Resûlullah: sallallahu aleyhi ve sellem Selâmeti's südûra (sadrların selâmetine) çok önem vererek: "Ümmetin ebdâlleri (velîleri) cennete, çok oruç ve çok namazla girmiş değildirler. Ve lâkin oraya girişleri, ALLAH'ın rahmeti ve selâmet-i sadr (sine paklığı, gönül eminliği ve salimliği) la ve sahaveti'l-enfüsle (nefislerin cömertliği, iç cömerliği) ve bütün müslümanlara merhamet etmeleriyledir." buyurmuştur.
(El Hâkim, İbni Ebi'd- Dünya ve Beyhâki-Şuabu'l-imân)

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُواْ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُواْ أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).:Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek.(A'râf 7/43)

وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ
Resim---Ve neza’nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).:Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.” (Hicr 15/47)

مَن كَفَرَ بِاللّهِ مِن بَعْدِ إيمَانِهِ إِلاَّ مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالإِيمَانِ وَلَكِن مَّن شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِّنَ اللّهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
Resim--- "Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun). :Kim imân ettikten sonra ALLAH'ı inkâr ederse- kalbi imân ile dolu olduğu hâlde inkâra zorlanan başka- fakat kim sadrını küfre açarsa, işte onların üstüne ALLAH'dan bir gazab iner ve onlara büyük bir azab vardır." (Nahl 16/106)

Bu âyeti celilede; "kalbi imânla dolu iken" de geçen kelime kalbdir.
İkinci kez "sadrını açarsa" da ise sadrdır.
İkisini de kalb kabul eden müfessirlerimiz de vardır.
Ancak, sadrını açmakla nefsini de kalbini de küfre açmış oluyor.
Yoksa, sadr da kalb anlamında olsaydı ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL iki yerde de kalb buyururdu.
Biz âcizâne böyle anlıyoruz, davamız zâten yoktur. Çok şükür!...

Ne hikmettir, anlamadım gitti...
İnsanlar, nefsi düşman görmüşler...
Nefsini öldürmek için bir ömür harcayan topluluklar gördüm.
Kimisi de: "Benim nefsim eşek sûretinde, yılan sûretinde, hatta domuz sûretinde idi ama şeyhim kurtardı, mübârek el etti!" diyenleri duydum ve şu anda Antalya'da yaşamaktadırlar...
Hâlbuki İslâm da bir kimseye düşmanlık; fiilinden, ahlâkından ve hâllerinden dolayıdır.
Kısacası sıfatlarından, vasıflarından dolayıdır.
Nefs de kötü sıfatlara bürünürse çok yazık olur.
Zîrâ biz dünyada nefsin varlığı ile varız ve imtihÂN işlerinde baş sorumlu olan NEFSle imtihÂN oluruz.
İlimsiz, Edebsiz, İrfânsız ve Erkânsız insanlar ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in şu fermanını iyi okusunlar:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim--- İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.” (Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---Vedhulî cennetî: Gir cennetime!” (Fecr 89/30)

Şimdi bu âyeti celiledeki "Nefs"i; insan, ruh v.s. diye tercüme, veya tefsiri anlayamıyorum...
Haaa, şunu derse hay hay...
"Ey ruhlaşmış nefs! Cehâlette ölmüş, kemâlâtta dirilmiş, saf, âri ve âşık nefs! Rıza bulmuş ve :
İlmullah Haşyetullah Muhabbetullah Rızaullah tevhidini tamamlamış NEFS!
Artık sen bu vasıflarla mücehhez ve şeçkin hâle gelmiş kullarıma katıl!..."
diyorsa sözüm yok...

Ancak; "Nefs kötüdür, çirkindir ve onun tasavvuftaki yeri, öldürülmesi gereken düşmandır!..." tarzı yaklaşım temelden yanlıştır...
Âyeti celileler açıktır...
RaBB'imiz Tealâ ne buyuracağını bilendir ve buyurandır...

Devâm edelim konumuz sadr'a...

قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي
Resim---"Kâle rabbişrah lî sadrî.:Musa dedi ki: "RABB'im benim sadrıma genişlik ver!..." (Taha 20/25)

Şu âyette ise sadr: rücû' etmek, dönmek, çekip gitmek anlamındadır:

وَلَمَّا وَرَدَ مَاء مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأتَيْنِ تَذُودَانِ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاء وَأَبُونَا شَيْخٌ كَبِيرٌ
Resim---Ve lemmâ verede mâe medyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi yeskûn(yeskûne), ve vecede min dûnihimumreeteyni tezûdân(tezûdâni), kâle mâ hatbukumâ, kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâu ve ebûnâ şeyhun kebîr(kebîrun).:Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler.” (Kasas 28/23)

".... Biz , çobanlar çekip gitmedikçe sulayamayız..."

أَفَمَن شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلْإِسْلَامِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِّن رَّبِّهِ فَوَيْلٌ لِّلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُم مِّن ذِكْرِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
Resim--- "E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). :Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.(Zümer 39/22)

يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Resim--- "Ya’lemu hâinetel a’yuni ve mâ tuhfîs sudûr(sudûru). :O, gözlerin hâin bakışlarını da bilir, südûr'un (sadrların) gizlediğini de!..." (Mü'min 40/19)

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
Resim--- "İnnellezîne yucâdilûne fî âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul basîr(basîru).:Çünkü kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın ALLAH'ın âyetleri hakkında mücâdele edenlerin sadrlarında (südûr) asla yetişemeyecekleri bir kibir (büyüklenme) vardır. Sen hemen ALLAH'a sığın çünkü (şühpesiz) işiten O'dur. Gören O!..." (Mü'min 40/56)

أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
Resim--- "E lem neşrah leke sadrek(sadreke).:Biz, senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?" (İnşirâh 94/1)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3. Nefs:

Özellik ve Mertebeleri:


Nefs (çoğulu: enfüs, nüfûs): can, kendisi, şahsı, asıl, maya, cevher, o şeyin bizzât tâ kendisi ...
Enfâs: Nefis, hoş, hayret edilecek olan nokta.
Nefuse: çok kıymetli olmak.
Teneffüse's-subh: tan yeri ağarması...
En nefsu: hased eden.
En nefs: kısacası aklı olan insanın şahsı, birşeyin cevheri.
Nefsaniyât: egoizm-bencillik...


Azîz kardeşlerim,
AKLı olan ve insan sûretinde yaratılan her canlı, soyut olan mânâ ile somut olan madde arasındaki ara kesittir. İki şey var ise ara kesit de vardır. Ara kesit berzahtır, geçiş bölgesidir.
İnsanoğlunda Mânâ Âleminin en mükemmel temsilcisi, Emr Âleminden olan Ruh'dur.
Madde Âleminin Mükerrem Temsilcisi ise "Nefs"tir.
Kalbimiz ikisinin arasında bir berzahtır-Geçiş Bölgesidir.

وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ فِيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâc(ucâcun), ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).: Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Bu lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve bu (diğeri) tuzludur, acıdır. Hepsinden taze et yersiniz. Ve giyeceğiniz (takacağınız) süs eşyası (inci, mercan) çıkarırsınız. Ve onun fazlından istemeniz için onda (suyu) yarıp giden gemiler görürsünüz. Umulur ki böylece şükredersiniz.”
(Fâtır 35/12)

وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا
Resim---Ve huvellezî meracel bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc(ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ(mahcûran): İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.” (Fâtır 35/53)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kalbin iki kapısı vardır. Birisi açık iken diğeri mutlaka kapalıdır. (aynı anda açık ya da aynı anda kapalı olamazlar.) Kapıların birisinde (mânâ âlemine açılan) ruh-melek-akıl vardır. Diğer kapıda ise nefs-şeytân-şehvet vardır." buyurmuştur. Rahmetli Siirtli Muhammed Sıddık Hocamın çokça söylediği bu hadisin kaynağını bulmalıyız inşae ALLAH..

Nefs, insanın imtihÂN âlemi olan bu âlemdeki, menfi-müsbet her türlü işlerini yapacak şekilde halkedilmiştir. ZâTiyyet ZARFıdır.
Akıl, bir nurdur ki tüm letâifler onunla aydınlanır ve varlık kazanır.
Nefsin varlığı aklıyla kâimdir. Kur'ân-ı Kerimde akılla ilgili pek çok âyet-i celîle bulunmaktadır.
Bir farbikadaki tüm makine, âlet, edevât ve işler için elektrik ne ise AKIL da odur. Yeter ki HaKKa ve HaYRa kullanılsın.
Bâtıla ve şerre kulanıldığında ise fecî' şekilde çarpıcı sonuçlar elde edilir...

Akıl NuR-u MuhaMMed cüz’i Nurullahtır.
Akıl, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in tevhid trafosundan geçti mi ezelî, kâmilî, ihsânî voltaja ulaşır ki artık adı İlahî AŞK tır... ve ANA Görevi bu âleme geliş sebebi-Sonucu olan Tevhidullahtır.
Aslında tevhidi söylemek çok basittir: " ilâhe illâ ALLAH" dersin, olur biter...
Olup biten; lisanla ikrârındır ki, o ağızla sen neler neler söylüyorsun da sonra söylediklerine sen de şaşıyorsun...
Tevhidi Sözle-Lisanen ikrâr eden Müslimdir.
Tevhidi Kalben daha doğrusu Ruhî Rıza ile ikrâr şarttır ki, Mü'min olabilesin...

Bütün bunlar için, Nefsin aklını başına alması: "Lâ ilâhe" ile maddî âlem (mâsivâ) dan "illâ ALLAH" ile mânevî âleme (Mevlâ'ya) geçebilsin. Tevhid olan ana görevini yerine getirebilsin...
İnsanın kendi aklının anlayamayacağı kadar hârikalıklarla halkedilen nefsinin ana işi dünya olduğu için elbette ki Beden Atına binip cirit atacaktır..
Ancak mesele şudur: "AKIL; HaKKa-HaYRa mı, yoksa bâtıla-şerre mi gidecek?"
Kalb Atına binip mânevî sahada durmadan nefsi hakka çağıran senin ÖZ RUHun ise; HaKKın ve HaYRın İmâm-ı Mutlakı, Tevhid Tercümanı, Merhamet ve Muhabbet Mürşid-i Mutlakı Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL 'in emri ile durmadan devâm eden tevhid çağrısını DUYmanı ve UYmanı senin adına istiyor ve bekliyor...

Ne var ki bâtılın ve şerrin merhametsiz lideri İblis ve şeytânları, dünyayı ve nefsin zaaflarını çok iyi bildiği, izinli olduğu ve imtihÂN aracı olarak halkedildiği için o dahi insanoğlunu bâtıla, şerre ve küfre durmadan çağırıp durmaktadırlar...
İnsan nefsi, ya hevâ-hevesine şeytânı duyup-uyacak ya da, Ruhunu ve Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'i DUYup – UYacaktır!..

Önce Kur'ân-ı Kerîm'imizde nefsle ilgili âyetlerden bazılarına bakarsak, nefsin yapısını anlar ve durum değerlendirmesi yapabiliriz:
Nefsin ASLen ÖZü Rahmettir ki, ALLAH celle celâluhu Nefsü’z- ZÂT için:

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).: Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine/NEFSine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (En'âm 6/54)

İnsanoğlu Nefsi; ham, yoz, gaflette, cehâlette , dalâlette ve ihânette kalırsa dâima "Lâ ilâhe" inkârında kalacaktır. Yapısı ve aslı gereği dâima "illâ ALLAH" ikrârına çağıran ruh da, görevinden sorumludur... İkisinin buluşması "bir tende bir can" gibi oluşları, ise TEVHİDdir ve kalb berzahındadır.
Belki, Şeb-i Arûstur...
Rücû' ve Ürûctur.. Mi'râctır..
Nefsin ürûcu ve Ruhun rücû'dur...

Unutmayalım ki biz, hüküm koymuyoruz, dava etmiyoruz. Anlamak için Zevk ediyoruz...
Dünya hayatının devâmı ve imtihÂNı için, maddeye meyilli yaratılan nefs; kendi zaafları ve harikülâdelikleri yanında, dışardaki iyi ya da kötü huyları sünger gibi emicidir...
Ahlâken kangren hâline gelen nefs, bedeni bâtıla ve şerre kullanmanın yanında berzahı (kalbi) berbat eder, ruhu ise islendirir-pislendirir.
Böylesi nefsin hastahânesi, MuhaMMedî Tasavvufun yoğun bakım ünitesidir.
Biiznillah Tevhid Tezkeresi ile taburcu olduğunda ise;

Terbiye edilmiş (edeblenmiş) bir Beden,
Tezkiye (temizlenmiş) edilmiş bir Nefs,
Tasfiye edilmiş (arıtılmış) bir Kalb ve
Tecliye edilmiş (cilâlanmış-duman isi silinmiş, cam gibi) Ruh
İle MuhaMMedî oluş şefâatına (şifâsına) ve şuûruna kavuşmuş olarak hayat sahnesine yeniden doğar...

Her yerde, her zaman, her HÂLde ve her NEFESte; hazır ve nazır olan HAKK celle celâluhu ile halkının içinde HaKK ve HaYR üzere kaderini YAŞAr ve defterini doldurur.
Son satırına ise şahadetnâme şartını son nefesi ile yazar İnşâe ALLAH:
"Eşhedü enLâ ilâhe illâ ALLAH ve eşhedü enne Muhammede'r Resûlullah" ile ömrünü mühürler ve’s- SeLÂM!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
Nefsimizi gereği gibi tanımazsak, şahsiyetimizin bel kemiğinin vasıflarını iyi bilmezsek ve sonsuz ebedî hayatımızın kazanılmasındaki önemini hakkınca anlamazsak nasıl kendimizi bilip de sonra RABB'imizi celle celâluhu bileceğiz. Nasıl islâh olup, iflâh olup da muradımıza ereceğiz?

Nefsimizi yaratan EL HALLAKU'l-HAKK Tealâ'nın, Kelâmullah'ında: hakk ve hayr yönüyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in nefsi, bâtıl ve şer yönüyle ise ilâhlık iddia eden Firavun'un nefsi insanoğluna müsbet-menfi örneklerdir (prototiplerdir) .

Nefsle İlgili Âyetleri İncelemeye Devâm Edelim:

فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
Resim--- Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne). :Bunun üzerine, o (Zekeriyya A.S) mihrabda kaim olarak namaz kılarken, melekler, "Allah'ın, onu, "Allah'tan bir kelimeyi (Hazreti İsa'yı) tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hakim, ve Nebî olan, salihlerden "Yahya" ile müjdelediğini" nidâ ettiler (bildirdiler).(Âl-i İmrân 3/39)

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim---" Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).:Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki ALLAH'tandır: kötülükten de başına her ne gelirse anla ki nefsindendir." (Nisâ 4/79)

".....nefsler ise kıskançlığa hazırlana gelmiştir..."

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim--- Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan). Ves sulhu hayr(hayrun). Ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha). Ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran). :Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan veya ondan yüz çevirip uzaklaşmasından korkarsa, barış ile aralarını bulup düzeltmekte ikisi için sakınca yoktur. Barış daha hayırlıdır. Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisâ 4/128)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ عَلَيْكُمْ أَنفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُم مَّن ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim--- " Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). : Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.." (Mâide 5/105)

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Biz, peygamberleri, ancak müminleri cennetle müjdeleyici ve kâfirleri cehennemle korkutucu olarak gönderdik. o halde, kim iman edip hâlini düzeltirse- kendini (nefsini) islâh ederse, onlara korku yoktur ve onlar, mahzun olacak da değillerdir.” (En'âm 6/48)

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).:Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felâkete düçar olmaması için Kur'ân ile nasihat et. O nefs için ALLAH'tan başka ne dost vardır, ne de şefâatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günâhları) yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibâret bir içecek ve elem verici azab vardır." (En'âm 6/70)

يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي فَمَنِ اتَّقَى وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).: Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.." (A'râf 7/35)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---Zâlike biennallâhe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(alîmun).: Bu, Allah'ın bir kavme ni'met olarak verdiğini (onunla ni'metlendirdiği şeyi), onlar kendilerinde olan şeyi değiştirinceye kadar (değiştirmedikçe) değiştirici olmadığından dolayıdır. Ve muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi bilendir. " (Enfal 8/53)

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).: Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).." (Yûsuf 12/53)

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).: İş hükme bağlanıp bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır." (İbrâhim 14/22)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.." (Enbiyâ 21/35)

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim---Ve lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve ledeynâ kitâbun yantıku bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).: Ve (hiç) kimseyi gücünün (kapasitesinin, yapabileceğinin) dışında (ötesinde) mükellef (sorumlu) tutmayız. Nezdimizde, hakkı söyleyen bir kitap (hayat filmi) vardır. Ve onlar zulmedilmezler.." (Mü'minun 23/62)

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).:Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?" (Furkân 25/43)

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---Kâle rabbi innî zalemtu nefsî fâgfirlî fe gafera leh(lehu), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).: Musa: " "Rabbim, ben nefsime zulmettim, artık beni mağfiret et." dedi. Böylece onu mağfiret etti. Muhakkak ki O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).!"dedi." (Kasas 28/16)

وَمَن جَاهَدَ فَإِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِهِ إِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).: Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).." (Ankebût 29/6)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Resim---E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).:Nefslerinde Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.?" (Rum 30/8)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh(rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Ve O'nun âyetlerinden olarak sizin için nefslerinizden zevceler yaratmıştır ki, onunla sukûn bulasınız. Ve sizin aranızda sevgi ve rahmet (merhamet) kıldı (oluşturdu). Muhakkak ki bunda, tefekkür eden (düşünen) bir kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.(Rum 30/21)

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum min şurekâe fî mâ rezaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum enfusekum, kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).: Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır?" İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.." (Rum 30/28)

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk(hakku), e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun). :İnsanlara âfâkta (ufuklarda, dışta) ve kendi nefslerinde (enfüste, içte) âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'ân'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. RABB'imin her şeye şâhid olması yetmez mi?" (Fussilet 41/53)

يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Yutâfu aleyhim bi sıhâfin min zehebin ve ekvâb(ekvâbin), ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun(a’yunu), ve entum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." (Zuhrûf 43/71)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf 50/16)

إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ وَلَقَدْ جَاءهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَى
Resim---İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus(enfusu), ve lekad câehum min rabbihimul hudâ.: Onlar (bu isimler) ancak sizin ve babalarınızın onları isimlendirdiğiniz isimlerdir. Allah onlara hiçbir sultan (delil) indirmedi. Onlar sadece zanna ve nefslerinin arzuladığı şeylere tâbî oluyorlar. Ve andolsun ki, onlara Rab'lerinden hidayet geldi.." (Necm 53/23)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim---Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.: Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinab ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.." (Necm 53/32)

يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ قَالُوا بَلَى وَلَكِنَّكُمْ فَتَنتُمْ أَنفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّى جَاء أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).:Onlara seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?” (Onlar): “Evet, fakat siz kendinizi fitneye düşürdünüz, beklediniz ve şüphe ettiniz. Allah'ın emri (ölüm emri) gelinceye kadar emaniyye sizi aldattı. Ve garur (aldatanlar, şeytan ve avaneleri), sizi Allah ile (Allah “Gafur'dur, Rahîm'dir, sizi affeder.” diyerek) aldattı.” dediler.." (Hadid 57/14)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe vel tenzur nefsun mâ kad demet ligad(ligadin), vettekûllah(vettekûllahe), innallâhe habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).: Ey imân edenler, ALLAH'tan korkun ve kişi (her nefs) , yarın için önceden ne gönderdiğine baksın. ALLAH'tan korkun; çünkü ALLAH, her ne yaparsanız haberdârdır." (Haşr 59/18)

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Resim---Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe fe ensâhum enfusehum, ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).: ALLAH'ı unutan ve bu yüzden ALLAH'ında onlara nefslerini (kendilerini) unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kismelerdir. (fâsık) ." (Haşr 59/19)

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Artık Allah'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir.." (Tegâbûn 64/16)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû kû enfusekum ve ehlîkum nâren vakûduhân nâsu vel hicâretu aleyhâ melâiketun gılâzun şidâdun lâ ya’sûnallâhe mâ emerehum ve yef’alûne mâ yu’merûne.: Ey iman edenler! Kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler..." (Tahrîm 66/6)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
Resim---Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).: Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar). " (Müddesir 74/38)

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim---Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).: Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim (diriltip hesaba çekileceksiniz) " (Kıyâmet 75/2)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim---Belil insânu alâ nefsihî basîreth(basîretun).: Doğrusu insan nefsine (kendine) karşı bir basîrettir. (kendi kendinin şâhididir , görücüsüdür ve kendisinin ne yaptığını gâyet iyi bilir) " (Kıyâmet 75/14)

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Resim---Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.: Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).” (Nâziat 79/40)

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Resim---Fe innel cennete hiyel me’vâ.: Şüphesiz cennet (onun) yegâne barınağıdır.” (Nâziat 79/41)


وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Resim---Ve izen nufûsu zuvvicet: Nefisler eşleştirildiğinde,(Tekvîr 81/7)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Resim---Alimet nefsün mâ ahdaret: Her nefs, hazırlamış olduğunu bilmiş olacak (hayatta yaptıklarının hepsini görecek)(Tekvîr 81/14)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
Resim---"Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.: (Her) nefs ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir." (İnfitâr 82/5)

أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---"Yâ eyyetuhe'n-nefsu'-mutmainneh(mutmainnetu): Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---"İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten): Râzı olmuş ve kendisinden râzı olunmuş bir halde RABBine dön.”
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---"Fedhulî fî ibâdî: Artık kullarımın arasına gir.”
(Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---"Vedhulî cennetî: Cennetime gir.” (Fecr 89/30)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Resim---Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.:Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).” (Şems 91/7)

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Resim---Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.:Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).(Şems 91/8)

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
Resim---Kad efleha men zekkâhâ.:Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.” (Şems 91/9)

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا
Resim---Ve kad hâbe men dessâhâ.:Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır.” (Şems 91/10)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Azîz kardeşlerim,
İKİlik, "TEVHİD"in-Mutlak TEKliğin çözülüp yok olmasıdır.
Zâhir ayrı kurallarla bâtın ayrı kurallarla bilinmez. Kural kuraldır ve AYNıdır. Âlemde ne var ise Âdemde de o vardır.
İnsan nefsi bir bütündür afakı - enfüsü.. Ama Hayat işlemine tâbi' tutulunca Tekemmül Makamları vardır. Tekemmül dediğimiz İnsan NEFSinin, Zâhiren/DIŞta TAMMlanması ve Bâtınen/İÇte TÜMMlenmesi MuhaMMedî HATMdir inşae ALLAHu Teâlâ..
NEFS/AKıL da, çocuk gibi büyür, gelişir, yetiştirilir, yetişir, HAKKı ve HAYRı kabul edip işleyebildiği gibi, bâtılı ve şerri de şeytânının kışkırtması ile kabul edip işleyebilir...

Bendeniz teknik üniversite de dahil hep teknik okudum hep... Gördüm ki Teknikte ne varsa Tasavvufta da o var...
Kâinâtta soyut-somut ne varsa hepsinin Yaratanı/Sahibi tek... Bir çok kitablar okuduk.
Nefsin letâifleri-gelişim aşamaları” diye anlatılan 7 NEFSin renkleri hep dikkatimi çekerdi de birininki birini tutmazdı, rastgeleydi...
Hatta bir yaşlı Şeyh: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in nuru bembeyazdır, yoksa bir şey görülemezdi..." deyince anladım ki kalb görüşü olan basîreti, kafa gözü basarıyla görmek istemek gibi bir yanlışın içinde idi...
Alışkanlıklar başımızın belâsı, zor vazgeçeriz biz insanlar...
Tasavvurla, tasavvuf olur mu?. Olursa, işte böylesi olur...
Zâhirde feyeKÛN-OLAN, Bâtındaki KÛN-OL!.uydu.. AYNı ŞEYin İKİ YÜZüydü..
Bu gerçeğin ancak ÂNlayarak-İnanarak-Yaşayarak ŞeÂNuLlahın Şâhidi OLaBİLiriz!
O zaman NEFSimizin 7 RENK TAYfını/ Tasavvuftaki NEFS Mertebelerini GÖRüp de iyice ANLAmak için bir şemâ çizelim... Teknikte olanını aynısının MuhaMMedî Tasavvufta da olduğunu görelim inşae ALLAHu Teâlâ..
Beyaz ışığı bir prizmada kıralım ve kırılan rengarenk ışıkları seyredelim. Buraya kadar olanlar basar işi ve gözümüzün önünde zâhiri...
Tüm bunları bir renkli kâlemle çizip yazacağız.
Basîret işi dediğimiz, gönlümüzün gördüğü bâtınî lerini de ayrı bir renkle yazalım ki karışmasın...
Kim kim ile Eşmiş-leşmiş bakalım...:

Resim

NEFS, bu ÂLEMde KULLUK İmtihÂNında-aklı olan tek yaratıktır.
Süngerimsi (emici-uyucu-değişken-delişmen-izâfî-iğreti) yapıda olduğundan kendi nefsanî özellikleri yanında hayvanî ve şeytânî vasıflara da kapısı açıktır. Zâten bu Kapı İmkÂNla İmtihÂNda KULLUK KAPIsıdır..
Elbette ki aynı zamanda ve diğer KAPIsı MuhaMMedî ve Rahmânî vasıflara da açıktır...

Nefs:
1-Hidâyet üzeredir: sadıktır, adildir.
2-Gaflet üzeredir: cenâbettir, zavallıdır.
3-Cehâlet üzeredir: ahmaktır, zâlimdir.
4-Dâlâlet üzeredir: hâindir, ölüdür.


AKIL, NEFSin hayat nakti (parası) dır. Hayra ya da şerre harcayabilir. NEFS kendini meşgul etmeyeni meşgul eder. Oyuna dalan bir çocuk gibi zaman ve mekanı unutur dalar gider..
NEFSin tıpkı bir çocuk büyütür gibi kemâlât-Gelişim aşamaları 7'li sistemdedir. Ancak sarmal ve zarf hâli ilginçtir.

Nefs : ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'e, Bezm-i Elest’te vermiş olduğu Kulluk-Abdullahlık Ahdullahını/antlaşmasını, bu DÜNya Âleminde kendisine verilen İmkÂNlar içinde İmtihÂNla isbatlamakla emrolunmuş ve Emrullah nefse KeLÂmullah ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemle bildirilmiş ve enine boyuna anlatılmıştır..
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Kur'ÂN-ı Kerîm'le teşrif buyurarak Mükemmel, Mükerrem, Muhterem ve Mübârek bir Örnek-i Mutlak olarak, bizzât yaşayarak, tatbikatını yıllarca yaparak nefslerimize imtihÂNı nasıl başaracağımızı göstermiştir.
Ancak fitraten NEFSin; ilâhî düzende, Muradullah olan Rızaullah'ı bulmasının, kıldan ince kılıçtan keskin sırlar (sırat) üzerinde yürüyen tel canbazı gibi zor bir işi olduğu da açık ve seçiktir.
NEFSin İÇ yüzü, görevi gereği DIŞ dünyaya dönüktür.
Aslında ÖZü ise ALLAH'a dönüktür... ve RABBu’l- Âlemin Özünün Özünde şahdamarından da AKRABa/Yakîndir.

Onun için her doğan NEFS BeBeği Ana-Baba ve İsl’am Toplumuna ALLAH celle celâluhu EMÂNetidir..
Tıpkı yeni doğan bebek gibi hüsn-i niyyet, samimîyyet, ciddîyyet, hâmiyyet, sadakat ve adâletle yetiştirilmesi (büyütülmesi) i'tinâ gösterilip üzerinde titrenmesi şarttır...
her Nefs-Kişi-Akıl Dış-İÇ RÜŞDüne-ERGİNliğine Erince, Evliyâ da olabilir, Eşkıyâ da... ve KuLLuk Tercihini Yaratanı KİM?.. Sorusuna cevabında ya, TEK-BİR ALLAH celle celâluhu’yu İkrâr/Kabul eder “İKİ-ŞeY”lik ŞEY-t-ÂN-ını İnkâr/Redd eder ve Saîd olur.. İslah/İflah olur her iki ÂLEMde..
Ya da ALLAH celle celâluhu’yu İnkâr/Redd eder “İKİ-ŞeY”lik ŞEY-t-ÂN-ını İkrâr/Kabul eder Şâki olur.. mahvolur gider her iki ÂLEMde..

Resim

Bu 7 letâif içinde TekeMMüle Muhtaç (ihtiyacı olan), Mecbur (mutlaka gereken), Me'mur (emredilen) ve Mahkum (hükmedilen-murad olan) letâif, TEVHÎDin gereği TEKtir ve sadece NEFStir.
NEFS, Tek YOLun (Sırât-ı Müstakîm) ortasında duran ancak, mutlaka sefer etmek zorunda olandır TÜMel Kimlik-Kişiliğimizin CEM’idir.
Bu KULLuk YOLculuğunda; YOL, YOLcu, YOLdaş ve YOLluk BİLdirilmiş ve VERilmiştir..
Doğum-Ölüm gibi teke tek kendisinin tıpkı su içer gibi, “Kalb Kıble”sini tâyin için gerekli tüm bilgi, belge, ibret ve hikmet önündedir... ve geliş AMACı OLan KuLLuk Yapıp/Yapmamak Seçeneğini yapması kaçınılmazdır.

وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Resim---Ve hedeynâhun necdeyn: Biz ona 'iki yol/iki amaç/ hak ve bâtılı/ iki de tepe gösterdik.(Beled 90/10)

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Resim---İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ: Her halde biz ona yolu gösterdik, ister şâkir-şükreden olsun, ister nankörküfreden kâfir(İnsân 76/3)

Ya sağa/HAKKa-HAYRa, ya sola/bâtıla-şerre yürüyecek ki buna su içip-idrar yapması gibi;
Muhtaç (ihtiyacı olan), Mecbur (mutlaka gereken) ve Me'mur (emredilen) ve Mahkum (hükmedilen-murad olan) yartılmaktadır her ÂN ŞeÂNda..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Nefs , bir nefeslik bile, AYNı bir zamanda, AYNı bir yerde ve AYNı bir hâlde kalamaz…
Bu imkÂN Âleminde AYNı Noktada, Aynı ANda, AYNı Koordinatta İKİ ŞEY yoktur ve Olamaz TEK bir şey vardır kendien mahsus TEKtir..
"Şimdi, şimdi, şimdi!..."deyip dursa dahi, her "Şimdi!"dediğin son "i" harfi ile geçer gider...
Sistemullah de her YARATIK kendi kaderince-Kadarınca, Müsbet (pozitif) veya menfi (negatif) Tekemmüle-GELişime; Muhtaç-Mecbur-Me’mur-Mahkum yaratılmıştır.
Sürekli DURuş, BEKLEyiş ve çakılıp kalış (sükûn ve sükût) asla olamaz, bundan dolayıdır ki her ZeRRe-Atom yaratılalı beri sonsuz dönmesine daha doğrusu her AN yeniden YARATILIŞına devam edip gitmektedir... Sünnetullah böyledir. İlâhî Sistemindeki Sünneti, tavrı, tarzı, stili ve kıvamı böyledir.
Denge ve Düzeni, maddî ve mânevî hareket üzeredir... Duramayan yolcudur küLLî ŞEYy...

Tıpkı bir çocuk gibi MuhaMMedî okulda yetiştirilen nefs; 18 yaşında RÜŞDüne ve erginliğine erdimi Hakk'ın celle celâluhu izni ve inâyeti, Resûlullah'ın şerefli şifâsı ve Hak Dostlarının Hasbî HiMMeti (dua, teşvik, rehberlik ve hizmetleri) ve kendi gayreti ile HaKKı ve HaYRı tercih etmesi, nefsin kendisini ve sistemi yaratanı bilmesi, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL’in EMRi ve MURADıdır.
Sırât-ı müstakîm (dostoğru) olan MuhaMMedî yolun yolcuları olanHizbullah”la birlikte Rehber-i Mutlak, Mürşid-i Mutlak ve İmâm-ı Mutlak olan Resûlullah'a tâbi' olup sözü, izi ve özü üzere, Tevhid tekemmülü ile va'dedilen cÂN ceNNetlerine ebedîyyen isal olur...
Sılasına kavuşur. Sıladan gayrisi gurbet, vuslattan gayrisi hasrettir.. ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL korusun!
O güzelim Can Bebek, bir canavar eniği gibi vahşi ve vicdansız yetişdirilirse 18 yaşında ergin olur; ancak ihânet ve zulüm erginliğidir...
Nefs, çeldiricileri olan ve daha başka yerde AKLın çeldiricileri diye anlatılan; İblis (şeytân) başta olmak üzere nicelerinin ömür boyu keyfine oynar... İhtilâl yapar "nefs krallığı"nı ilân eder... Terör estirir...
Ağzı ile kıçı arasında bir pislik borusu ya da o muhteşem insan, bir pislik (bâtıl ve şer) makinası-üreticisi olur... ve Ni'met kaynağı KaLB Kuyusu kurur gider..
En beteri ise, Firavunluk yapıp ilâhlığını ilân eder ve neticede va'id (va'd: müsbet, vâid: menfi) edilen can cehennemini ebedîyyen boylar...

Onun için, Vakı'â Sûresini iyice zevk etmek şarttır ki anlayabilelim... İlerde İnşâe ALLAH...

Her KUL için mutlaka tek yOL Olan Hayatta, yeni yetme bir delikanlı kadar da olsa kendini bilen (rüşde eren) Nefs , ya sağa (ashab-ı yemin) ya sola (ashab-ı şimâl) gidecek...
Her iki yönde de sanki yaşayacağı, alış veriş yapacağı şehirler var gibi düşün... TERCİH yapma rriyeti ve birbirine tamamen zıt SON-UÇları..
Hani sen, Medine'ye varsan “Medine” olmazsın da “Medineli” olursun, MuhaMMedî olmakla, hâşâ, MuhaMMed aleyhi's-selâm olmadın Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'le bile, BİZ BİR-İZ, beraber oldun, BİRLEŞİK değil...
SÖZümü iyi ANLA... İşin SIRRı bunda!... SıRR-ı Sıfırı SıRRlamak..

Kendi makamında (Sadr) duran nefs; İlim, İrade, İdrak ve İştirak aşamalarıyla Tarik-i Tevhid, ashab-ı yemin, sağ-selâmet ve Darü's Selâm yolu olan, EMRedilen ve MURAD edilen Rızaullaha ulaşım yoluna YÂR celle celâluhu yolcusu olarak çıkar...
Kendi makamı olan Sadr Sarayında krallığını ve ilâhlığını ilân etmiş; HaKKı DUYuş ve HaYRa UYuşa karşı uyumuş, sarhoş, sağır ve kör kalmış, ŞEYtÂNın ve şeytânın uşaklarının uşağı ve kulu olmuş nefs;
Onların da yardımıyla HaKKa ve HaYRa giden kapıyı kendisi kapatır, kilitler veya mühürleyip ibtal eder ALLAH korusun!..
Bâtıla ve Şerre açılan yolu ise asfaltlar ki vız gelip tırıs gide...

Nefs; ASLî görevi olan kendini ve RaBB'ını bilmeyip, RaBB'ına kuLLuğu bırakıp, başka şeylere yönelip de Tevhidi terk edince İKİliğe düşer. İKİlik, çokluğa ve içinden çıkılmaz girdaba dönüşür.
Tevhidsizliğin lideri olan şeytâna teslim olunca dini, dünyası ve âhireti hebâ olur…
Nefsin bu çıkmazdan kurtulup sırât-ı müstakîm üzere Fırka-i Nâciye sılası ise, Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in: "Herkesin bir şeytânı vardır ben şeytânımı müslüman ettim!" buyuruğudur.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat Allah-u Teâlâ bana yardım etti ve şeytanını müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Kul; nefsinin, Tâlim-Öğretim ve Terbiye-Eğitimini MuhaMMedî metodun şuûruyla yerine getirirse, nefsin fıtrî (yaratılıştan gelen) veya kesbî (sonradan bulaşan veya bulduğu) kötü alışkanlık ve huylarını Tevhidî Tedavi ile iyileştirir, diriltir..
Nefsin bazı kötü özellikleri (zaafları) İlâhî İmtihÂN gereği giderilemeyebilir. O zaman da, keskin bir bıçak gibi hem kendine hem de başkalarına zarar verebilir.
Bu durumda MuhaMMedî Tasavvufun İlim, Edeb, İrfÂN ve ErkÂN ipeği ile tehlikeli ve keskin bıçak sarılır ki, hiçbir NEFSe zarar vermesin ve kendi NEFSinin de faydada kullanılacağı zamanı-imkÂNı beklesin.
KuLLuğun, İlâhî İmtihÂNındaki islâh ve iflâh da budur işte...

Kendi Nefs Krallığını ilân edip, emredileni yapmayıp, yasaklananı yapmayı emredici olan esfelindeki Nefs-i Emmârenin bu yerinden (makamdan) -> illiyyûndaki temizlenmiş, tezkiye edilmiş, sellekte edilip-elenip seçilmiş ve saflaşmış Mustafavî Nefs olan Nefs-i Sâfiyye makamına seyr-ü-sülûk sılası ve ulaşımı-SALLı; nefsin bu yüce makamlar için ta'lim (öğretim) ve terbiye (eğitim) islâh ve iflâh istasyonu olan MuhaMMedî Tasavvufun sebep ve sonucudur.

KuLLuk tercihinde HaKKı ve HaYRı SEÇip, İslâh ve İflâh olmuş ve MuhaMMedî Şuûra ulaşmış Rahmanî Nefs, dininde, dünyasında ve âhiretinde azîz olur!.
KuLLUK tercihinde Bâtılı ve Şerri SEÇip, İslâh ve iflâh olmayı reddetmiş, istememiş Şeytânî Nefs ise rezil olur!.

Unutmamak gerekir ki, nefsin islâh ve iflâhı; kişinin kendine geçici ve imtihÂN için tanınmış olan "İzâfî Benlik"i ile bunu Lûtfeden Sahibi ve Ustası olan Rabbü'l-âlemin'in "Mutlak Ben"liğini, MuhaMMedî Mektebde iyice BİLip-BULup-OLup, ANması, Emrullah içinde YAŞAyaBİLmesi için ANA Şarttır. OLmazsa OLmazıdır.
Emrullah da bunun içindedir.. Nefs-i Safiyeye ulaşması ise Muradullahtır.

İlâhî ve Kur'ânî Emrullahın örnek uygulanışı olan MuhaMMedî Edeb ise Sırât-ı Müstakîm ve Fırka-i Nacîye Yoludur.
Yedi nefs mertebesine sıla (ulaşım) seyr-ü-sülûkünde edeb esastır.
Nefsin tekemmül tabakaları (mertebe, makam, katman) yükseldikçe edebî değeri de yükselir ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e yaklaşır ve ulaşır yani SEVİYElenir...
Alçaldıkça ise, edebsizleşir ve son-uçta İblise ulaşır. ALLAH korusun!..

Nefsin bu tekemmül seyr-ü-sülûku, AKIL sahibi (insan ve cinler) içindir. Hayvanlar ve bitkilerde ise kendilerinin, insan gibi AKLedip, düşünüp ve plânlayabilme imkanları yoktur.
Kâinâttaki bulunuş görevleri, kendi fıtrî içgüdü (ilâhî terbiye)lerinin LÂzım ve LÂyıkınca kendi özlerine yüklenmiştir. Sen adına İÇ GÜDÜ de, ne dersen de!..
Onun için koyun her yerde, her zaman ve her hâlde koyunluk , kurt da kurtluk yapar... Asla başkası olmaya kalkışamaz ve de OLamaz!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Nefsin kendi makamı, akıldan dolayı Nefs-i levvâme makamıdır.
ASLî yerinde nefs, aklı kullanarak korkar ve umar...
Levm: zemmetme, yerme, çekiştirme, paylama, başa kakmadır.
Levm-i Lâim: çekiştiricinin kınaması.
Levvâme: (mübalağa) çok levm edici, çekiştirici, başa kakıcı, yerici, paylayıcı...
Nefs-i levvâme: Kendi kendisini, zaman zaman hesaba çekip, azarlayıp paylayan, yaptıklarından üzülüp pişman olan nefstir.


Ancak, işin başındadır henüz hamdır, yozdur, heyecanlı ve kaypaktır.
Nefsin ana vasfı (sıfatları ve temel özellikleri) olan:
Fakriyetini (fakîrliğini),
Acziyetini (âcizliğini) ,
Zilletini (zillet; izzetin, sistemin sahibine ait olduğunu bilip başını içine çekmek) ve de,
İlletini (HAKK celle celâluhu'dan gayrisi her şey gibi eriyip, çürüyüp sebeblerin sonunda yok olucu olduğunu) unutup...
"Abd"liğini-ubudiyyetini bırakıp, "RABB" elbisesi (sıfatları)-Rububiyyetini giyinir (güyâ-hâşâ) ve azamet, kudret, varlık, zenginlik, izzet, şeref ve ebedîlik sahibiymiş gibi korsanlığa ve eşkiyâlığa kalkışabilir...

Kısacası burası onun yola çıkma yeridir.
Kararsız Kasım gibi ikilikte kalır. Hemen gözünün önündeki (bedenin kendisi de dahil) dünya hayatı ve vesveseci şeytân kandırırsa şimâl (uğursuzluk, bedbahtlık, şâkilik, yasaklanan) yolunu dönmemek üzere tercih ederse, oraya yerleşir ve oralı olursa adı :Nefs-i Emmâredir.
Hevâ ve hevesine tapar!... Şeytânın emirlerini işler!... Dini, dünyası ve âhireti mahvolur!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.1. Nefs-i Emmâre

Emr (ç: evâmir): iş buyurmak, buyruk, buyrultu, iş, şey, husus, vakı'a hadise... gibi anlamlara gelir. Hadise olarak-bir olay için emr kullanırsa çoğulu umûr olur.
Emr-i bi'l ma'ruf ve nehy an'il münker: şerîatın ma'ruf (herkesçe bilinen, irfân edilen, tanınmış, belli, meşhur, ünlü) emirlerine uygun olanı emretme ve şerîatça münker (nekr'den: inkâr edilmiş, kabul ve tasdik edilmemiş, reddedilmiş) olân herşeyi nehyetme (yasak etme) dir.
Emr-i ilâhî: ALLAH'ın emri olan ölüm.
Emr-i müşkil:
zor iş.
Emmâre:
mübalagalı şekilde çok emredici, cebredici... (zorlayıcı)
Nefs-i Emmâre: insan nefsinin dostu olan Halik Tealâ'nın değil de düşmanı olan şeytânın hileli, desiseli ve kaydırıcı teşviki kışkırtması ve uyutması ile dünya zevk ve lezzetlerine dadanıp, tiryâkisi olup aşırı bir şehvetle (şehvet: her türlü aşırı maddî istekler) sarılıp ayrılmaması.. Kulu kölesi olması...
Burayı aslî vatanı zannedip postu sermesi...
İşi, bâtıl ve şer olan şeytânî bir âmir (emreden) hatta emmâr (çok, çok emredici) olması...


Aslında nefsin imtihÂN âletleri ve RABB'isinin ona lûtfü ikrâmı olan Beden Organlarını Şeytânın keyfince emrederek kullanıp yaptırması...
"Ayaklara: cehenneme gideceksin!..."dese, ayaklar çâresiz oraya gidiyor...
Ellere : "şu yetime vuracaksın!..." dese, vuruyor...
Ağzı ise, artık sahibiymiş gibi olan Şeytânın adına konuşuyor...
Allah bizleri korusun!. Âmin!..

Onun için dir ki ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL Buyurup DUYurmakta oysa:

الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim---“El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn: Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri bize söylemekte, ayakları (aleyhlerinde) şahitlik etmektedir.” (Yâsîn 36/65)

Nefs-i emmâre; Nur-u MuhaMMed (Nurullah) den nâsibini, kısmet hâline henüz getirmemiş nefs olup zifiri bir zulmet (karanlık) içinde yaşar.
Ne kendini görüp bilebilir, ne kıbleyi ne de RABB'ını...
Ne mutfağı ne de tuvaleti... Ne koca, ne baba, ne oğul, ne kardeş, ne damat, ne de ERKEKtir...
Ne eş (zevce), ne anne, ne kız, ne kız kardeş, ne gelin ne de KADINdır... Yâni İnsÂN değiller…

İşler öylesine terstir ki at (nefs), suvârisine (ruha) binmiştir.
At, sarayda et yemeye uğraşmakta iken suvârisine ise ahırda ot (saman) yedireceğini sanmaktadır!..
Onun içindir ki MuhaMMedî MeLÂMette İte OT, Ata ET atılmaz.. Nefse dikkat edilir…

Bu hâllerin olması ise, aslında kötü ve abes (boş) birşey olmayıp İlâhî KuLLuk İmtihanının özellik, güzellik ve gereklerindendir.
Zâten böylesine nefs-i emmâreye kul olup benlik batağında boğulmak üzere olan kimselere; MuhaMMedî Şuûra ulaşan Kâmil Mü'minler, değil bu hâllerini çok görmek, derhâl MuhaMMedî Merhamet, MuhaMMedî Muhabbetle ve hasbi hizmetlerine koşarlar.
Biz şahsen çok defa gördük ki hak dostları, çokça içmiş, Nefs-i Emmârelerini zilzurna sarhoş etmiş, alttan pislik-üstten kusmuk içinde kalmış ve gelen geçen çoluk çocuğa eğlence ve maskara olmuş insanların imdadına yetişip: "Kalk filân bey oğlum! Şöyle bir tenhaya gidelim, olabilir insanlık hâli v.s." dediklerini duyduk ve yaşadık... Rahmetli Hoca Babamla yaşamıştım..

Nefs-i Emmâre Makamı, her türlü haşarat (kötü ahlâk ve alışkanlıklar) ın yerleşip, gelişip ve başa belâ olmalarına en uygun nefs makamı ve hâlidir. Köleliği kabul eden Emredici Nefs hergün yeni sahibler bulur.
HaKKı ve HaYRıymışçasına yaptığı alıışkanlık v.s. derken yerleşmiş, kesinleşmiş Nefsî Ahlâkı ve Kalbî Huyu oluverir.
İçki, kumar, gece hayatı, hırs, haram, yalan-dolan v.s. vız gelir tırıs gider...
Peşpeşe sardıkça sararlar ve kolay kolay da bırakmazlar...
Nefs-i Emmârenin Bedende Makamı olan SADRı-SÎNEyi mahveder..
Eğer Nefs-i Emmâre, "BİZ"liğin ve "BİLE"liğin kudsî karargâhı olan KALBin dünyevî kapısını şeytânî şehvetle kırar, ele geçirir, işgal eder, saltanatını sağlar ve uhrevî (âhiret) kapısını kapatıp ruhu etkisiz hâle getirip sesini keserse Firavun gibi kendi RABB'liğini ilân eder...
Şeytânın her istediğini ve işini işler.
Me'mur iken Âmir durumuna geçer ve Köle iken Sultân tahtına oturduğunu zanneder ve KULLUKta işleri de duman eder.. İşin acı tarafı ise, bu saltanatının ebedî olduğunu sanmasıdır...

Elbette kendisine verilen imkÂNlarla imtihÂN olan insanı, HaKKın ve HaYRın Mutlak İmâmı Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem ile Bâtılın Ve Şerrin Lideri İblis durmadan kendi saflarına çağırmaktadırlar.
Her zamanda her "ÂN" okunmakta olan MuhaMMedî EzÂNı ÖZünde duyuveren Nefs-i Emmâre bir ANda UYanır ve elektriği gelmiş âlet gibi çalışmaya başlar... Can dirilir ve nefs, aklını başına alır...

Nefs-i Emmâre, nefsin özündeki İlâhî Emânete bilerek - bilmeyerek ihâneti hâlindeki nefsin bedenî makamı olup MuhaMMedî Öğretim-Tâlim ve Eğitimi-Terbiyesi çok çok önemlidir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Recâ'nâ mine'l-cihâdi'l-asgari ilâ'l-cihâdi'l-ekber: Küçük cihâddan büyük cihâda döndük!..." buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-511 (1362) ; Bagdadî Tarihi XIII-493)

Dünya sevgisi ve yaşamını neticede kıble edinen Nefs-i Emmâre bedensel, hayvanî belki de daha sapık ve alçak bir makama yerleşirse, bedenin kan rengi olan kıpkırmızı bir gözlük takmış demektir. Hayvanların kendilerine yüklenen ve sınırlı Hayvanlıklarından da aşağı rezil bir hayata düşer:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A’râf 7/179)

Siz ona hangi rengi gösterirseniz gösterin o, hâliyle kendi gözlüğünün rengi olan kırmızı "BENLİK" Rengi ile görecektir... Sanki Nefs-i Emmâreyi, 6 yüzü de dıştan sırlı ayna olan bir odaya hapsetmişiz gibi, her yüzde kendisini görür... Ayna duvarlarına bakarak küfretse, aynadaki sûreti de ona küfreder... Rastgeleye namaza dursa, görüntüsü de kendisine karşı namaza durur...
Altı yönde gördüğü görüntülerin tümü de "Ben, Ben, Ben, Ben, Ben, Ben!..." dir…

Zirâ yedinci yön olan ÖZüne "Ben"lik-İKİlikki ŞEY-t-ÂN-lık hâkim olmuştur...
Bu hâliyle tüm organları “Ben” liktedir...
Kulağı, “ben” liğinden başka sesi duyamaz....
Gözü “ben”likten başkasını göremez...
Özü ve kalbi çalışamaz, ölüdür...
Onun için ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL; Nefs-i Emmâreliği (Benlik'i) tercih eden kulları için:

اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ
Resim--- “E fe lem yesîrû fî'l-ardı fe tekûne lehum kulûbun ya’kılûne bihâ ev âzânun yesmeûne bihâ, fe innehâ lâ ta’ma'l-ebsâru ve lâkin ta’ma'l-kulûbulletî fî's-sudûr (sudûri):"(Ey Resûlüm MuhaMMedîm! Sana karşı çıkanlar) Hiç yer yüzünde dolaşmadılar mı? Zirâ dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur!." (Hacc 22/46)

Âyet-i celilede ALLAH celle celâluhu, Aklını başına alacak kalb (de Nefs-i Mülhime) için, duyacak kulak ve görecek göz için İbret Sahnesi olan Kâinât ve Hayatta LÂzımı ve LÂyıkı ve yeteri kadar hikmetler olduğunu ne güzel beyân ediyor...
BASARların (kafa gözü) körlüğü ne ki, asıl körlük BASÎRETin (sadr gözünün, ÖZ GÖZü) körlüğüdür ve beteridir...

Sadr ise nefsin doğal sarayıdır.
Nefsin gözü kör oldu mu, beden gözü, sanki, bir körün gözlüğü gibi oluyor aksesuvar oluverir.. "Fe inneha: hakikat olan şu ki!" ifâdesi ile pekiştirilen, nefsin HaKKa ve HaYRa olan körlüğü kendi kendisine ihâneti ve zulmüdür.

Nefs-i Emmârenin, zâten kendisi olan bu Tevhidsizlik Tuzağından kendi başına kurtulması mümküm değildir.
Aklını Şeytâna teslim edip, nakli yok sayarsa kafasını vura vura benlik aynalarını kırabilir ama kurtulamaz!..
Zararı şu olur ki daha önce bir yönde "Ben!" varken; şimdi, her parçada, ayrı ayrı (binlerce) Ben!... ler çıkar... tıpkı baktığınız ve burnunuzu dayayıp da birebir kendinizi gördüğünüz DÜZ AYNAnızı parçalayın ve her parçaya bakın yine siz varsınız o parça büyüklüğü kadar ve sayısınca çok..
Zorlanma... ANLA ve Zevk et!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

İyi de, ihânet ve zulüm hapishânesinden (benlikten) çıkış imkÂNı hiç mi yok?
Elbette var! ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL tüm yüce sıfatların sahibidir.
ERHAMÜ'R RAHÎMİN'dir celle celâluhu, el Adildir, el Vedûddur.
Oturup adam gibi sükût ve sükûn içinde düşünür ve dinlerse.
ÖZünün ÖZünden Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem SÖZünden, HaKKın ve HaYRın ve sistemin sahibi olan RABBÛ'L ÂLEMİN 'in emrini duyar, muradını anlarsa, kaya gibi katı kalbinden 4 ırmak fışkırır.
İçini yıkar da; içinin Ekşisi, Tuzlusu, Acısı ve Tatlısı gÖZlerinden damla damla dökülmeye başlar.
Ayaklarının dibine düşen ilk damla, asit gibi deler geçer can camını ve aynanın arkasını (sırrını) azıcık da olsa siler.

İşte o kadarcık kısımdan kâinâtı seyreder de kendini göremez.
AYNa Cam oldu, Hakk ve Hayr ilhâm oldu, MuhaMMedî UYANış tam oldu koca âşık!. Mübârek olsun!..
Mes'ud ve mutlu ol, şuûra ermiş bir MuhaMMedî olarak.
Sen, ben, o, biz: Biz MuhaMMedîyiz.
Hepimiz birimiz.. Birimiz hepimiz.. BİZ BİR-İZ..
Biz gerçekten ve hamdolsun MuhaMMedîyiz!.
Bu ayna odasında olanları, masal sanma sakın!..

RABB'imizin ihsânı Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in şifâsı ve erenlerin HiMMeti ile bu zavallı âşık kardeşiniz, bu hâli birebir yaşamıştım...
Anlatmasam sana yazıktı. Anlatsam bana yazıktı..
Ama "ben, sen yok, biz varız, biz ise MuhaMMedîyiz!..." deyip duruyorduk ya..
O zaman anladım ki bu işin benimle ne alâkası var...
İş, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimizin işi...
Ben ise hâin ve zâlim bir mücrim idim!.
Neyi ile övünüp neyi ile sevinecekmişim!.
Kaldı ki biz yaşadık, seninle beraber!.
Farkında değilim deme, işte farkına vardın ya!.

Azîz kardeşlerim;
Bu sistemin (imtihÂN) tümü maddî-mânevî "BENlik" üzerine kurulmuştur.
Varlık; canlı, cansız buna mecbur ve mahkûmdur. İmtihÂN ise, benliğin hududundadır.
İfrat edip (maksimum) ilâhlık ilân etmek..
Tefrit edip (minimum) "kulluktan istifâ ettim!..." demek..
Anormal olandır. Muradullah ve Emrullah bu değildir.
İnsan ve kâinâtın yaratılışının hikmeti asla bu değildir...

Normal, doğru, HaKK ve HaYR olup, Emredilen ve Murad edilen (dilenen) ise; adam gibi "Abd" (kul) olmaktır..
İtidal (optimum) budur. Aklı olan ve insan kılığına giren her nefs için kuLLuğun kuralları, ellerinin içinde, gözlerinin önündedir..
Bütün bunlara rağmen Nefs-i Emmârenin rengi son nefese kadar yok olmaz.
Eser hâlde bile olsa kalır... Hiç değilse anısı...

Sakın! Sakın ha!...
Nefs-i Emmâreyi çirkin, kötü, düşman v.s. sanma!.
Nefs-i Emmârenin kötülüğü; bâtıla inanıp şerri emretmesinden ve kararından dönmeyip inad edip direnmesindendir..
Yoksa HaKKa inanıp HaYRa yönelse ne gelişmeler geçireceğini göreceğiz İnşâe ALLAH!...

Ne var ki nefsin aslı nefsdir: Cennet de dese Cemâl de dese kendisi için ister..
Bu da İlâhî İhsânın yerini bulması için Muradullah'ın muhteşemliğini yaşamda göstermesi için tek Tecellî Tezgâhı oluşundandır..
Mesele nefsin, haddini bilip bilmemesi meselesidir..

Azîz kardeşlerim,
Neler gördüm, neler yaşadım!...
70 yaşında ak saçlı, ak sakallı sözüm ona meşayih olmuş ve binlerce insanı peşine takmış ve her birisine:
"Rüyânızda nefsinizi görün... Kuş, kedi, köpek, hatta hınzır (domuz) sûretinde görürseniz vurun öldürün onu!" diyenleri bizzât duydum.
Cehâletin tek çıkışı CeheNNemedir..
"Nûh" diyor da, "Peygamber" demiyor... "İllâ da illâ odunumun parası!..."diyor..

Meseldir:
Bir genç öğretmeni vermişler Beydağının tepesinde bir köye..
Zaman eski zamanda, şehre inecek yol-yolak yok..
Kar kış basmış ve kalkmıyor.. Vasıta hak getire..
Çâre ne?.
Çâre, Katırcı Osman Emmi!.
Odun taşıyor kasabaya 20 liraya satıp geliyor karda kışta, ama iyi para...
Öğretmen koşmuş varmış ki yola hazır hâlde katır yüklü...
"Osman Emmi bu odunu kasabada kaça satarsın sen?." demiş
O da: "20 paraya!"
Öğretmen: "İyi o zaman al sana 20 para kasabaya beni götür!." demiş..
Osman Emmi odunu yıkmış yıkmasına, parayı da almış almasına ama aklı basmamış işe..
Soruyormuş : "Peki Öğretmen Bey, benim odunun parası nerde?"


Arabın dediği:"lâ fâide! :faydasız!"

Bilinçli bir itiraz oldu mu, cedelleşmek bize haramdır!...

Adamcağızın fecri doğmamışsa, sen ona istersen elli kere oku ki:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim---''Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!” (Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---''İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak.(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim---''Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!” (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim---''Vedhulî cennetî: Gir cennetime!” (Fecr 89/30)

"Ey mutmaînne nefs, razı olmuş ve razı olunmuş olarak,
RABB'ine dön!...Kullarımın (abd sırrına eren, MuhaMMedî "Biz" olan) arasına katıl!... Ve cennetime gir!...
"
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in nefsle cihâdı;
Nefsin, bâtılı ve şerri tercih ederek, şeytânî ahlâkı ve hayatı yaşamasına mâni olup, HaKKı ve HaYRı tercih ve MuhaMMedî Sırât-ı Müstakîm yolunda, Hizbullah olan, Fırka-i Nâciye grubunda MuhaMMedî söz, fiil, ahlâk ve HÂL ile yaşayıp, sonunda şehâdet ehli olmasını temin için öğretim ve eğitimle tekemmülüdür.

Burada önemli olan: 7 yaşında bir çocuk gibi olan nefs-i emâreyi;

ŞerîatMuhaMMedîyye okulunda kavlî (Kur'ân-sahih hadis) olarak (ilkokulda okurcasına) ilim okutup hakkı-bâtılı öğretip hakla eğitip terbiye edip mezûn etmek.

TarikatMuhaMMedîyye okulunda ameli (sünnet-i seniyye) tatbiki olarak (ortaokulu okuturcasına) hayrı-şerri irade ettirip hayrı işleterek, tezkiye edip (noksan, yanlış, yasak işlerden temizleyip) mezûn etmek.

Mârifet-i MuhaMMedîyye okulunda ahlâkı (Hulku'l-Azim) huy edinmiş olarak (lisede okuturcasına) hakkı ve hayrı kesin tercih ve idrakle tasfiye ederek (ahlâk gibi gözüken şüpheli gizli ahlâksızlıklardan) arındırıp mezûn etmek...

Hakikat-i MuhaMMedîyye okulunda ahvalî (maddî-mânevî her şeyi MuhaMMedî şuûrda, üniversite okuturcasına) tecliye (cilâlayıp, tecellîye hazır hâlde) ederek, mezûn edip elde ettiği 4 okulun mahsülü:

İlmullah - Haşyetullah - Muhabbetullah - Rızaullah Tevhidiyle imtihÂN sahnesine çıkarmaktır...
Bu yolun dışındakiler, kuru gürültü, boş lâf, saçma sapan hayaller ve sonucu hüsrandır...

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in Sünnetullahı ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in Sünneti budur...
MuhaMMedî; Mâhiyet, Mezheb, Meşreb ve Mâliyet de budur...

ALLAH celle celâluhu'ya ve Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e inanan ve tâbi' olanlara emredilen ve sonuçta murad edilen YOL bu YOLdur...
MuhaMMedî Şuûru BİLiş,
MuhaMMedî NûRu BULuş-Eriş,
MuhaMMedî Sürûrda OLuş,
MuhaMMedî ONURu YAŞAyış,
MuhaMMedî Şefâat Şerefi, MuhaMMedî DİRİliş ve MuhaMMedî Cennet ve Cemâl de budur...
Ve her nefse FITRaten-Doğuştan açık bir kapıdır.
Her NEFS bu Âlemde İslam Diniyle Mükellefse HaKKı ve HaYRı ki HaKK’a KULLUKu Tercih etmeğe;
Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve de Mahkumdur…

NeFSini BİLmeden uydur kaydır, aktarma mesnedsiz alışkanlıklarla ÖZ BENliği-NEFSini BİLmeden MuhaMMedî Tâlim-Öğretim ve MuhaMMedî-Eğitim vermeden Öldürmeye kalkan zavallı Ahmaklara DUYurulur!..

Hâşâ, Firavun gibi: "Ne olur, ne olmaz!..."diye her çocuğu öldürmek de ne demek!..

Resim--- Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her çocuk (nefs) islâm fıtratı üzere doğar, onu ebeveyni (ana-baba, olmadığı hâlde mürşidim diyenler) nasranî veya yahudî yapar!..."buyuruyor.
(Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5 -Buhari, Tefsir (Rûm), 2)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Her çocuk ancak fıtrat-ı islâm üzere dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, babası onu yahudî-nasranî-mecusî (kendi ne ise) yaparlar. Nitekim; kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde; siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını (enenmiş, belirtilenmiş) hiç görüyor musunuz?" buyurup sonra Rum 30/30 âyeti celilesini okudu.
(Ebu hüreyre' den Buhârî,Cenâiz 80; Müslim ker 22-24; İ.Ahmed II/315,346)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Fitratallahi'lleti fatara'nnâse aleyha dinullahî Tealâ: ALLAH'ın insanları üzerinde yarattığı fıtratı ALLAH Tealâ'nın dinidir."
(Enes (ra) dan Buhârî tefsirü'l-sûreti 30/30; İ. Ahmed II/275)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ennâsü maadinü kemaadini'z-zehebi ve'l-fiddeti: İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi maden maden çeşitli yaratılış ve karakterdedirler"
(İ. Ahmed II/539)

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفاًۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ
Resim--- " Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn: (Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, ALLAH insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. ALLAH'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dostoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rum 30/30)

Fıtratullah: insanın tevhid inancı üzere (ALLAH'ı bir tanıma) yaratılışı, dizaynı .. Ezel verisi..Fıtrî imân .. Bezm-i elestteki "Kâlu Belâ" üzere imân…
Âyet-i celiledeki Vech: yüz, kişinin kendisi-tümüyle zâtıdır.


Aslında tüm insanlar ezelinde islâmî (selim) fıtrat üzere HaKKtır. Ancak, akıl, beden (âlem) ve şeytânla olan imtihÂN sebebi ile beşeri âfetler ve taklîdçilik, aslî fıtratını İblise saptırabilir, yani ZÂTen var olan imanı-ikrârı üzerine inkâr Elbisesini-İblisliğini giydirebilir!.
Ya da HaKK’ı DUYar (keLÂMuLLAHı) ve HaYRa (Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemle) UYar da, Beşerî Fazîletler ve Tahkikî Takib, fıtratını MuhaMMedî KILaBİLir…

Özündeki Fıtrî Tevhid TÜMmlüğünü (NûR-u MuhaMMed Hakikatını) canlandıran âşık, dıştaki 6 yönü KULLuk için ihlâsla kullanır:

Resim

Tüm bunları da sadece ALLAH celle celâluhu için yapar, ortaksız...

Hazreti Abdullah ibn Ömer'i köleleri, âzâd olmak için namaz kılarak aldatıyorlardı. Kendisine bu hususu haber veren kişye: "Kim bizi ALLAH adına aldatırsa, biz de ALLAH adına aldatılmış oluruz! (ne iyi!)"derdi..

Hatta İblis'in; Âdem (aleyhi's-selâm)'i ALLAH celle celâluhu adına yemin ederek yanılttığı âyetle sabittir…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Gözü ebedîyyen körler, kulağı ebedîyyen sağırlar, kalbi ebedîyyen mühürlüler var Kur'ÂN-ı Kerîm'de...

وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---"Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ(nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn(ya’kılûne): İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler-akledemezler!.(Bakara 2/171)

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---"Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alu'r-ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne): ALLAH'ın izni olmaksızın, hiç kimse için îman etme (imkânı) yoktur. O, akıllarını güzelce kullanmayanları murdâr (pislik içinde inkârcı) kılar!...(Yûnus 10/100)

Doğru...
Doğru da, bizim işimiz bunları teşhir değil, Uyuyanı Uyandırmak MuhaMMedî Hasbî Hizmetidir..
Sistemini kuran Subhân ALLAH celle celâluhu kimini İbret Sahnesinde taşlatmış, kimini Hikmet Sahnesinde alkışlatmış!.
Ben ise; ne müfettişi, ne de müftisiyim...

"Kendi derdim!." derken, derken MuhaMMedî OLŞuûruna ERince: "DeRdimİZ, DErdim-İZ!." dimeye başlayan ve yaşayan -> Fakîr, Âciz, Zelîl ve Âlîl bir "MuhaMMedî ÂŞIK" çığım hamd olsun!...
Biz MuhaMMedîyiz, kuLLuk yapmaya azmetmekle emrolunduk.
Gerisini sistemin sahibi AHADU's-SAMED' celle celâluhu'ya ısmarlayıp, tevekkülle emrolunduk...

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ لِنْتَ لَهُمْۚ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَل۪يظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَۖ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْاَمْرِۚ فَاِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّل۪ينَ
Resim---"Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).... (Yapmaya) azmettiğin (iştirake geçince) zaman da artık ALLAH'a dayanıp güven (vekil seç) . Çünkü ALLAH, kendisine dayanıp güvenenleri sever..." (Âl-i İmrân 3/159)

Beşeriyyet ->VeLâyet ->Nübüvvet ->Resûliyyet -> NebîYyu’l- ÜMMîYyet.. AL GÖZlerim SeYReYyle!..

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e verilen Resûlî (Peygamberlikle ilgili) Emirler elbette Zât-ı Şerîfine aittir. "Sen Peygambersin!.." gibi...
Abdî (kulluk görevi ile ilgili) Emirler ise kendisinin her KUL gibi yaşadığı, bize ÖRNEK OLduğu ve bilhassa ve bizzâtîhi bize her ÂN Aktarmakta olduğunu unutmayalım İnşae ALLAH!.
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem insan aklının uydurduğu hâşâ birisi değildir..

MuhaMMedî Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimiz;
Beşeriyyet-VeLÂyet-NüBüVVet-ReSÛLLiyyet Vasıflarıyla,
Tebliğ-Tenzir-Tebşir-Teşhid görevleri yanında ABDullah aleyhi's-selâm olarak tıpkı bizler gibi bir insandan doğma İNSAN olarak her türlü cevr-i cihÂN ve çARK-ı çİLE ile denenmiştir..

Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Emrullahı bizzât Sünnetullah üzere Şe’nullahta YAŞAyarak TEK-BİR ÖRNEKimizdir ebeden:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

İslâm dini Muhabbet ve Merhamet üzere kâim ve dâimdir.
MuhaMMed SALLallahu aleyhi ve SELLem ise Muhabbet ve Merhametin Mücessem (zâhirileşmiş) HÂLidir.
KeLÂMullahın bizzât DUYurucusu ve bize bUYurucusu OL-AN Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemde Sıdk-ü-Adl esastır:

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih(kelimâtihî), ve huves semîul alîm: Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.” (En'âm 6/115)

Bendeniz âşık kardeşiniz, oğullarıma ve kızıma ufacıktan vasiyet etmişim dir ki: "ÜZme!. -> ÜZülme!. -> SEV!. -> SEVil!." diye...

Her zaman her yerde, her hâlde, herşeyi ve herkesi asla ÜZME! (ALLAH celle celâluhu için)
Her zaman her yerde, her hâlde, herşeyden ve herkesden asla ÜZÜLME! (ALLAH celle celâluhu için)
Her zaman her yerde, her hâlde, herşeyi ve herkesi mutlaka SEV! (ALLAH celle celâluhu için)
Her zaman her yerde, her hâlde, herşeye ve herkese mutlaka SEVİL! (ALLAH celle celâluhu için)

Hemence üzülmeye hazır bekleme: "Olabilir, insan hâli, uyuklamış, canı sıkılmış, dara düşmüş, gaflet basmış..." de ve Üzülmeye bahâne arama!.
"Hazır-Nazır, herşeyin ve herkesin RABB'ısı görüp duruyor ve bir ferec (çıkış) yolu açar İnşâe ALLAH!" de... ÜZme ve ÜZülme!..

Halkını HAKK'ın hatırına sev!. Sevilmek için de yollar, sebebler vesileler ve bahâneler ara bul!..
"Buz gibi görünüşünde meymenet yok!..." deyip selâmsız sabahsız gitme!.
Bugün değilse yarın: "Merhaba!..." diyecektir... SEVil ki SEVsinler...

İşte âcizâne toplum içindeki MuhaMMeDî OLuş Nişânı, İşareti ve TEVHİDi: "ÜZme!. -> ÜZülme!. -> SEV!. -> SEVil!." dir.
İnsanın nefsî yapısı ve KULLUK İmtihanı gereği egoist-bencil olduğundan ÜZmeye ve ÜZülmeye daha yakın, SEVmeye ve SEVilmeye daha uzaktır HÂLiyle.

Bu kural; kurda-kuşa, ayığa-sarhoşa, âşığa-ahmağa geçerlidir.
Her gün üzmek için taş attığınız ve sizi görünce, canla başla kaçan ve sokaklar dar gelen mahallenin KÖPEKlerine, sevilmek-dost olmak için ekmek atmaya başlarsanız önce temkinli yaklaşırsa da sonradan sarmaş dolaş CANDOST-Arkadaşınız OLuVERirler!.. Yollarda sizin YOLunuzu bekler dururlar: "Adamımız nerde kaldı?"diye...

ResimKÖPEK DEyip GEÇme sakın. haa!..
Bir zamanlar; bu kaygan hayat sahnesinde yerler yağlı olduğundan, ayağım kaydı da bir insan için: "Köpek!" vs. dedim.
Bir müddet sonra bir ÂNda uyanıkken-yakaza HÂLinde mânevî bir mahkeme kuruldu: Antalya Yat Limânı çıkışta sağ tarafa kayaların üzerine.. gerçekti ve aklım tamm başımdaydı.. ama TUTukluydum..
Mübâşir ve Hâkim var ama, cismi yok (belki melekler) kendileri oradalar bunu biliyorum göremiyorumm... kürsü var.. ve ben suçlu olarak ayakta, hakimin karşısında, çok heyacanlı ve gerçek olduğum haldeyim..
Mübâşir davayı okudu:

Dava: "Tâhir'den olma, Emine'den doğma Abdullâtif; filândan olma, filândan doğma filâna; "Köpek!..." demiştir.."

Davacı: Köpekleri temsilen 7 cins köpek (adamcağızın kendisi bile yok, sanki 7 cins köpek avukatları sandım)

Dava sebebi: "Köpekler: Biz köpek olarak halkedildik ve bu işi de hakkınca yaptık ve yapıyoruz... Ne koyunluğa ne de kurtluğa kalkışmadık. Biz hayvandan doğma hayvanız. Ancak bu şahsiyet (beni gösterip) bâtıl ve şerli saydığı bir insanla bizi kıyaslayıp benzetti. Oysa insanoğlu;


وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يراً مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---"Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).: Andolsun biz cinleri ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalblleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar (şaşkın) . İşte asıl gafiller onlardır." (A'râf 7/179)

Âyetine muhatab ve bizden aşağıya (esfeline) düşebilir.
Bu zât bize hakaret etmiştir. davacıyız!..."
Deyince Verilen Karar bir saniye sürmedi ve sadece bir ses dudum..

KARAR: "Suçludur!..." dendi..

Ses falezlerde yankılandı gökyüzüne..
İki tarafımdan zebÂNilerin yavaş yavaş üzerime yürüdüğünü gördüm dünyam karardı ve: “Eyvah ebediyen zindana atacaklar!” diye mırıldandım içimden..

Ben ise bir ANda, bir kişi değil de, yan yana 7 kişi olduğumu gördüm HePsi de "bEN"... 7 Ha-Mim üzere tek tek divana dizilmişiz!.
Dehşet ve hayretle tek tek inceledim kendi GÖRüntülerimi-HâL Makamlarımı..

Birincisi gerçekten ben idim. O zamanki hâlimde, kar gibi ak saçlı, omuzu çökük çilekeş bir derviş.. ANLAdım ki bu BEDEN HÂLim...
Hemen sağımda ise 18 yaşındaki hâlim tıpa tıp (sanki oğlum Emre gibi) adetâ civân... Akışkan, konuşkan, kabına sığmaz, sevecen ve atak ve pervasız!. ANLAdım ki bu da meşhur NEFS HÂLim...
Yanındaki sanki camdan bedenli ben gibi, hârika şeffâf ve nefis bir kristal vazo gibi ANLAdım ki bu da KALB HÂLim...
Onun yanındaki ise ışık hüzmesi gibi görüntüsü var ve beden-varlık gibi ama cisim de değil.. ANLAdım ki bu RUH HÂLim..
Ve sırayla zor alatılacak HÂLLerim Sır, Hâfi, Ahfâ ve AKdes GÖRüntülerim…
Tümümüz de suçlu safındayız ve çok tedirgin, kırgın ve çok ama çoook pişmanız!..

ALTı letâifim hepimiz birden sadece sağımdaki gence (NeFSime) yüklenip: "Yazıklar olsun sana; dinimizi, dünyamızı ve âhiretimizi yıktın, EDEBsiz şey!." v.s.diyoruz.
Herkes bir başka sözler söylüyor, ve kendi makamınca yükleniyor..
Ve hepimiz de birlikte AYNı ÜZüntüyü AYNı ANda yaşamaktayız!
Öyle üzgünüz ki hayret ve çâresizlik son sınırında!.

İşte o zaman bir ses gürledi dağılmak üzere olan mahkeme kürsüsünden göklere:
"TüMM Köpekler, suçlu Abdullâtifi, SAHİBİ RESÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem'e bağışladılar!.."
Öylesine SEVindik ve bir kurtuluş “ALLAH!” narası attık YEDİ Letâifm hep birlikte ve bir ANda “BİZ BİR-İZ” dercesine.. BeyDağlarına doğru ekoyla yANkılandı gitti kendi sesim GÖKlere elhamdulillahi..

O SESi, Şimdi, Şu ANda ve bizZÂT Şe’ÂNda dahi RUHumda duyuyorum Rasûlullah'ımız SALLallahu aleyhi ve SELLem’in o en DÂR-ZÂR ÂNımdaki yüce Şefâatini ve de azîz Şerefini!..


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---Bismillâhir rahmânir rahîm: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.” (Fâtiha 1/1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---El hamdu lillâhi rabbil âlemîn: Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.” (Fâtiha 1/2)

nOt: NE DEmekti HAMD ETmek?!.

El hamdu lillâhi rabbil âlemîn: el Hamd, o RaBBi'l- Âlemîn..
ZÂTa mahsus harf-i târifli el HAMD.. işte O -> ÂLEMlerin RABBısı..celle celâluhu..

HaMiDe: Hakkçada-Âşıkçada-Kur'ân-ı Kerimcede.. Dâimiyyet Mâsivâsı (Nûr-u MîM) Haikat-ı ki Hakikat-ı MuhaMMediyye.. MaDDe (hareket) ve MüDDet (hareke) Hakikatı..
El HAMDu: Hamd. Şu ÂNda-Şe’ÂNda Şükür.. en güzel Somut-Soyut DUYgularla “HAMD”i İlim-İrade-İdarak ve İştirak YAŞAyışı.. en Rıza.. en HOŞnutluk..Zikir-Fikir-Sabır içinde Ni’MetUllah ve İhsÂNuLLaHın Hakkı OL-AN MEDH Ediş..
HaMiDe: Arapçada-Lügatçede.. Övmek.. Razı olmak..
ÂHMeDe: bir İŞİ medholunacak-övülecek-takdir edilecek şekilde MuhaMMedîce yapmak ve İşinden razı olmak.. ALLAH celle celâluhu için el Hamîd esmasını ANLAdım ve YAŞadım çok şükür Yâ RABBeNÂ Âmin!.. demek..
HaMMeDe: tekrar tekrar her yerde-her zaman-her HÂLde-her NEFeste BİZ BİR-İZ HAMDi Şûur-NûR-SüRÛR-ONûru MUhaMMediYyeSÎNde BİLiş-BULuş-OLuş ve YAŞAyış ŞeFÂat ŞEREFİne Fiilen İştirak İŞİ..
teHaMMeDe: İnsanlara yaptığı İşin Hamde lâyık-müstehak olduğunu göstermek.
İstaHMeDe: Hamdedilmek-Övülmek İSTemek..


El Hamîdu:
Resim

El Hamîd ALLAH celle celâluhu Esamâsının ->AHMeD -> HaMîD ->MaHMuD ->MuhaMMeD aleyhi's-selâm yANsıması 18.000 ÂLEMlere AKLen-NAKLen her ÂN ŞeÂNuLLahta DiPDiRi ve YENiden DOĞuşla hamdolsun!..

HüLÂsa-yı KeLÂM.. HAMD ANAmız-Kapımız el AHMeDu’l- HaMîDu’l- MaHMuDu’l- MuhaMMeD aleyhi's-selâma SONsuz Sınırsız İLMuLLAHça Es SeLÂMullah!..


Resim1. SALÂVÂT-I ŞERÎFE :

İbni Hacer el Heytemî’nin, Salâvât-ı Şerîfe Câmi’asında,
Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem’den vârid bütün salâvâtları kendisinde toplayan,
hadis-i Şerîf mesnedli ve en fâzilletli salâvât olduğunu belirttiği salâvât:


Resim
TÜRKÇESİ:Allahümme salli alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedîn Resim abdike ve nebîyyîke ve Resûlike ve'n nebîyyil-ümmiyyi Resimve alâ alî seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ümmühâtil-minîne ve zürriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyil-Ümmîn olan Efendimiz ve sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine salât ve selâm eyle! Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde salât ve selâm ettiğin gibi salât ve selâm eyle! Çünkü Sen Hamîdsin-Mecîdsin!”

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)


Resim

Resim

TÜRKÇESİ: Allahumme bârik alâ seyyidinâ ve mevlânâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve Rasûlike ve'n nebîyyil-ummiyyi Resim ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ezvâcihi ummihâtil-mu’minîne ve zurriyetihi ve Ehl-i Beytihi ve sahbihi Resim Kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil-âlemîn Resim İnneke Hamîdun Mecîd.

MÂNÂSI: ALLAHım! Kulun, Nebîn, Resûlün ve Nebîyyîl-Ümmîn olan Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve Efendimiz ve Sahibimiz Muhammed (salallahu aleyhi ve sellem)’in ailesine ve müminlerin anneleri eşlerine ve zürriyetine ve ehl-i beytine ve sahabelerine; Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’a ve Efendimiz İbrâhim (aleyhisselâm)’ın ailesine âlemler içinde bereket ihsân eylediğin gibi bereket ihsân eyle! Şüphesiz ki Sen Hamîdsin-Mecîdsin

(bereketli kıl: meymenetli, uğurlu, hayırlı, faydalı, saâdetli, mutlu, kutlu, birr ehli, iyilikçi kıl...)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

İnsanları tanıdıkça köpekleri daha çok seviyorum!.M.M STAEL

Resimİşte sana bir köpek masalı!...
İstersen bir de köpek hikayesi anlatayım da sonra sen Bolu'ya git Yıldırım Beyazid Câmisi müezzini İsmail Efendi'den dinle ve kahramanını da sana göstersin.
(Ben Bolu'da iken-2002 de İsmail Efendi, Karamanlı Câmisinde görevli idi. Zirâ, büyük câmi depremden sonra tâmir oluyordu.)

Efendim, kader Kaderullah yol düştü Bolu'ya...
Ne de olsa gurbet... Kimseyi tanımıyorum.
"Yaz, çiz!"derken sıkıldım. Sokağa çıktım...
Gurbet zordur... Gurbeti ve gariblerini, hep omuzlarından tanırım... Mutlaka bir omuzu çökük olur... Bendeniz, bir ömür terazileyemedim... Şikâyet sanma şükrümüzü sakın...
ALLAH celle celâluhu: âşıkların iki yakasını bir araya getirmez ancak, kimselere de yırttırmaz... Çilesiz âşık, artık yaşamıyordur...
Köroğlu heykeline doğru ana caddede giderken iki üç yüz metre ilerden biri geliyor amma yandan çarklı Şirket-i Hayriyye vapuru gibi...
"Bu kişi hırlı değil!"dedim...
Yanıma yaklaşınca sümük bir yana salya bir yana ...
Ancak; gözler âdeta kaynak makinesi gibi ışık saçıyor, rengi meçhul... Bir şey demedim ve geçti gitti...
İçimden bir ses: "Be cimri adam, şu mübârek zâta birazcık para bile vermedin... sen gerçekten ahmaksın lâf âşığısın!.. v.s."deyince geri döndüm, koşup yakaladım.
Para cebimdeki elimde, daha çıkarmadan bana hışımla: "Bu gün olamaz!..." dedi ve döndüm.
İkindiyi Karamanlı Mahallemizdeki câmide kıldık.
Bolu'nun insanı misâfirperverdir. Kim câmiye yeni gelse genellikle hoş beş eder hâl hatır sorarlar...
Müezzin İsmail Efendiyle konuşuyoruz.
"Efendim insan olmak lâzım, insan!..." deyince ben de:
"Ben bugün gördüm birisini caddede insanın şahıydı ismi belki de Hasandır!.."dedim.
İsmail Efendi : "Bildim; o zât hârika birisidir. Ben 17 yıl Yıldırım Beyazid Câmisinde müezzinlik yaptım.
Bu süre içerisinde bahsedilen zât (Ömer de deniliyor Hasan da) sadece sabah namazına 7 köpekle geliyor ve köpekler onu dış kapıda namaz bitinceye dek bekliyorlardı. Sonra câmiden çıkınca birlikte bir yerlere çekip gidiyorlardı. Ancak, bir sabah namazında ben imâmdım, namazı kıldırıp selâm verince bir vaveylâ koptu, dönüp bakınca köpeklerin câmi içine girip birkaç saf geride yanyana dizilip yattıklarını gören halk bağırıp çağırırken, Köpekçi Hasan Baba: "Ulan ben size buraya girmeyin demedim mi? Ne işiniz var mescidlerinde!.." diyerek köpeklerini alıp çıktı, gitti...
Bir daha köpekler dış kapıda değil de ilerki köşede beklediler. Bir köpek gittiyse, başka birisi geldi ki yıllarca sürdü... Şu anda nerede kılıyor sabah namazını bilemeyeceğim!..." dedi...

BOLU’yu SEVerimm!. Bolu, gül ve bülbülün yurdudur.
Bizim evimizi ALLAH celle celâluhu denkleştirdi bahçe içinde idi.
Dut mevsimine kadar gece boyunca bülbül sesinden uyuyamaz idik... Dut yeyince susdular...
Mübârek insan Cemâl Candan'ı tanıdım bir cuma... Komşu sayılırdık.
Sonraki cumalarda beni de alıp câmileri gezdirirdi...
Aslahaddin Efendi ve Câmisi huzurluydu.
Bir cuma Hamdi Baba'ya azmettik. Yolda giderken sohbet açtı: "Efendim bugün cuma duanın kabul günü de, nasıl olacak?" dedi. Bende irticâlen; "Mübârek bir yerde, mübârek bir zamanda, mübârek bir hâlde, mübârek bir dostun senin için dua ederse Biiznillah kabul!..."dedim.

Câmi ıraktı, hızlıca yürüdük sonunda vardık. Cumamızı kıldık.
Hamdi Baba kaddesallahu sırrahu'ya Yâsîn okuduk, dua edip çıktık.
Cemâl abi: "Hamdi Baba Erenlerdenmiş, mübârek yer burası, birbirimize Allah rızası için dua da ettik.. Mübârek gelirken dediğin o mübârek hâl ne idi?"derken köşeden Köpekçi Hasan Baba çıktı ve iki elinin parmakları ile bana “para işareti”yapıyordu...
Ben de:"İşte mübârek hâl bu!..."dedim... Para verdim gülerek aldı..
Cemâl Candan'ın parasını ise zorla aldı... Ama, birkaç hafta sonrası ise, yolda karşılaşmışlar, yakalayıp sırtından ceketini soymuş.. Ahmed Karayel'in mağazasına gömlekle tirtir titreyerek geldi de, Ahmed Karayel'den emânet aldığı kazakla gitti eve...

İşte köpek ve köpekçilerimİZ!...
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri "Ruhu'l-Beyân Tefsiri"nde Bir hadisten bahsediliyor: "Köpekteki 10 vasıftan birisi gerçekten kendisinde olan kişi velîdir..." diye ama, aslına henüz eremedim ben de Hakk Dostlarından duymuştum..

Bende tefekkür ettim, oturup gönül yordum kendimce Son-UÇunu al gözüm seyreyle:

Köpekteki 12 haslet; güzellik ve özellik:


KÖPEKlerimİZ;

1- Sadakâtkârdır : sahibine dâimâ sadıktır.
2- İtâatkârdır : sahibine dâimâ itâat eder.
3- Hamiyetkârdır : sahibini dâimâ korur.
4- Sebâtkârdır : bağlılığına güvenilir.
5- Kanâatkârdır : sahibi ne verirse kanâat eder.
6- Vefâkârdır : asla nankörlük etmez,başkasının peşine düşmez.
7- Fedâkârdır : sahibi için canını bile fedâ eder.
8- Tevâzu'kârdır : sahibine dâima başın eğer, yaltaklanır.
9- Muhabbetkârdır : sahibini çok sever,ayrılırsa o özler ve yolunu gözler.
10- Cefâkârdır : sahibinin sıkıntılarına katlanır ve terkedip gitmez.
11- Hizmetkârdır : emeğini esirgemez, üşenip usanmaz.
12- Hürmetkârdır : sahibine ve ev halkına saygılıdır. Evden bir çocuk başına vursa çeniler de saldırmaz... diyorum...
Diyorum demesine de...
Bir de: "Ey sefil İhvânî; tevhid tasmalı ve tescilli "kûn!...Kervanının kıtmiriyim" der durursun, sahibin (ALLAH celle celâluhu ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem) ile hâlin, durumun ve vaziyetin ne hâlde?" diyorum...
Cevâb, doyurucu değil... Estek kerestek!...


ZEVK 2082

"Belhum e dallun"u unutma>Köpek! deyip geçme sakın!
-> Var mı sende hasletleri? -> İnsaf et ->edebin takın!
ÂLEM-de ->Noksan arama -> MükeMMeli SeYRet ÂŞIK!
Müftî-Müfettiş değilsin -> Rahat bırak "HAKK"ın Halkın!.

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Resim---Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne):Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.” (A’râf 7/179)

Nerde kalmıştık Azîz kardeşlerim,
NEFSimizi, ne şımartıp başımıza belâ edeceğiz, ne de nefret ettireceğiz... Ne nefsimizi ne de başkasını...

İmâm-ı Alî keremullahi veche: "Belimi kıran iki kişidir. Birisi nefret ettirici âlim, biri de ham sofu olan câhil!..." buyurmuştur.

Nefs-i Emmâre Kur'ÂN-ı Kerîm'de Yûsuf aleyhi's-selâm Diliyle:

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---''Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm: "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yûsuf 12/53)


Tebrie etmek:..... dan uzak olduğunu söylemek, beri olmak.
Tezkiye etmek: temize çıkarmak.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “En şiddetli düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir.” buyurdu.
(Beyhakî)

Nefs-i Emmâre ki EMRedici NEFS, Hayatı temel unsurudur. Su gibi her yöne akışkan ve yapışkandır.
Bu en zayıf noktada insan AKLı Nefsin elinde oyuncaktır..

Böylesi nefisler;
Bazı Nefsler bu makamda, Allahu Teâlâ’nin emirlerini yerine getirmeye calışır, nehiy/yasaklarından kaçınmaz!
Bazı Nefsler bu makamda, Allahu Teâlâ’nin emirlerine itaat etmedigi gibi, nehiylerinden de kaçınmaz. Fakat, itaat edenleri de sever, hakka ve hayra meyli vardır.
Bazı Nefsler de vardır ki, azgındır İslam Dinini ve müslümanları sevmez ve bu içinden zor çıkılan bir bataktır..

Elbette ki insan nefsi, imtihÂNın gereği olarak şehvete ve yasağa meyilli, arzulu, istekli, hırslı ve tamahkâr yaratılmıştır. Buna rağmen canını dişine takıp, sabırla metânetle ve RAZI olarak, "KULLUK" da yapacak kıvamdadır.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
Resim---''Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm: Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tîn 95/4)


takvîm : takvim, programlanmış zaman kevn, yaratış tarzı, KIVAMda oluş..

Bu KULLuk İmtihÂNı hayatında sırf nefse dayanılırsa çökülür.
Seçilmiş Peygamber olmasına rağmen Yûsuf aleyhi's-selâm "Ben sırf nefsimden yana değilim, zirâ nefs şiddetle kötülüğü emredici, velev ki RABB'im rahmetiyle koruya!... Şüphesiz RABB'im Gafar'ur Rahîmdir!..." buyurarak nefs-i emmâreliğinin azalsa da, kaybolmayacağını, bilmiştir...

وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ
Resim---Ve lekad halaknâ fevkakum seb'a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn: Andolsun, biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller değiliz.” (Mü'min 23/17)

Âyeti celilede gecen 7 yol elbette insanoğlunun yürüyeceği 7 yoldur. 7 aşama, 7 kâdeme, 7 makam, 7 hâl olabilir.
Bunlar ise nefsin 7 değişim mertebelerini bağlayan tekemmül ve kemâlât yoludur diye gönlümüzden geçiyor...
7 tabaka gök diyen tefsircilerimizde vardır ama 7 tabaka başka, 7 teraik (yollar) başka...

Aslında ruh; Emrullahı, kalb berzahı ile nefse ulaştırıp hakkı ve hayrı tavsiye eder, kendisine doğru, takvâya çağırır durur...
Şeytân ise; nefsi sürekli kendisine doğru; bâtıla, şerre ve masivâ (ALLAH celle celâluhu'dan gayrisi) ya çağırır durur...
Nefs, takvâya da fücüra da meyyâldır.

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
Resim---''Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ: Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems 91/8)


Fucûr: Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.(Fücur, haktan udul etmek, hak yolunu yarıp nizamından çıkarak fısk u isyana düşmektir. Bilhassa zina etmek, yalan söylemek, edebsizlik etmek mânasına isimlendirilir. E.T.)
Takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. (Bak: Amel-i-sâlih, İttika, Vicdan)(Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. R.N.)
(Ey muhatab olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvayı recâ ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır. Reca mânası, sâmi' ve müşahidlere göre olursa şöyle te'vil edilecektir: Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de, insanları ibadet techizatiyle mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza, ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir. Takva, tabakat-ı mezkurenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Meselâ: Şirkten takva; kebairden, masivaullahdan kalbini hıfzetmekle takva; ikabdan içtinab etmekle takva; gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza, ibadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna; ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir. İ.İ.)


NEFSimizi, bir âlet gibi düşünürsek iş yapmasını akıl (elektrik) sağlar.
Akıl, nefsin gerçeği bilme aracıdır.
Akıl, derûnda AŞKa dönüşür.
Göz için güneş ışığı neyse ki göz ışıkla görür, nefs için akıl da öyledir ve nefs akılla BİLeBİLir...

Ne var ki akıl da nefs gibi tekemmül eder.
Aslında birlikte ederler...

İlmî Akıl
İrâdî Akıl
İdrakî Akıl
İştirâkî Akıl ...

Akıl, bir NURdur. O NURdan, ancak yararlanma isti'dâd ve kabiliyetimiz tekemmül eder.

İmâm-ı Alî (keremullahi veche): "Akıl metbû' ve mesmû'dur." buyurmuştur.


Metbû': doğuştan sahib olunan vehbî akıl. (kabiliyet-isti'dâd)
Mesmû': sonradan elde edilen,duyulan, gelişen kesbî akıl (yaşama-tecrübe)


وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Resim---''Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn: Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.(Yûnus 10/100)


Rics: dinin yasak ettiği şey, günâh, pislik, azab, cezâ, murdarlık...

Kur'ÂN-ı Kerim'de sadece fiil olarak 49 yerde geçen aklı, akletmeyen ahmaklar, aklı ve nefsi düşman sayacağına; akıl ve nefsinin bizzâtîhi kendisi (kişiliği) olduğunu anlasın da derdinin çâresine baksın...
İkisini de adam gibi yetiştirip kendi de doğru düzgün bir adam olsun!.
Söz nefsime... Kimselere Taş değil!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

İyi hoş da nefse bu yük fazla değil mi?..

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL kullarına hâşâ zulmetmez.
HaKKını ve HaYRını ister. Her nefsi, takatı kadar, kapasitesi kadar yükten sorumlu ve mükellef kılar.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'e mi'râc gecesi vasıtasız olarak vahyolunan “Amene'r Resûlü” ilâhî armağanlarından birisi olup:

لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَاۜ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْۜ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه۪ۚ وَاعْفُ عَنَّا۠ وَاغْفِرْ لَنَا۠ وَارْحَمْنَا۠ اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ
Resim---"Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).: ALLAH hiçbir nefse (kimseye) gücünün ötesinde bir teklifte bulunmaz. Her nefsin kazandığı (hayr) kendi lehine, yapacağı (şer) de aleyhinedir. RABB'imiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma (yakalayıverme) . Ey RABB'imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Ey RABB'imiz! Bize gücümüzün (takatimizin) yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)

Mi'râcda Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in bu duasına melekler "âmin!" demiştir..

Vus': gücün yettiği ve zorlanmadığı şey, ağır gelmeyen rahatlıkla yapılabilen .
Kisb': kişinin hem kendisi hem de başkaları için bir şey kazanması (ALLAH rızasi için hayr olduğundan)
İktisab: sadece kendisi için bir şey kazanması (sadece nefsi için olduğunda şer)
Kellefe: (zorluk ve külfeti) teklif etmek. Teklif vus' dahilindedir.
Takat ve güç sarfı:
Vüs': optimum,
Cühd': maksimum...


".....Biz hiçbir nefse gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz....."

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).:Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.(En'âm 6/152)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Vellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus'ahâ ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: Îmân edip sâlih amel yapan kimseler ise;-Biz hiçbir nefse (kişiye) gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz-Cennetin sâkinleridirler ve orada ebedîyyen kalacaklardır." (A'râf 7/42)

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim---Ve câhidû fillâhi hakka cihâdih(cihâdihî), huvectebâkum ve mâ ceale aleykum fid dîni min harac(haracin), millete ebîkum ibrâhîm(ibrâhîme), huve semmakumul muslimîne min kablu ve fî hâzâ li yekûner resûlu şehîden aleykum ve tekûnû şuhedâe alen nâs(nâsi), fe ekîmûs salâte ve âtuz zekâte va’tesımû billâh(billâhi), huve mevlâkum, fe ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr(nasîru).: Ve Allah'da hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti. Dînde sizin için bir zorluk kılmadı ki; o, babanız İbrâhîm (A.S)'ın dînidir. O, sizi daha önce de “müslümanlar” (Allah'a teslim olanlar) olarak isimlendirdi. Bunda da (Kur'ân-ı Kerim'de de), resûl size şahit olsun ve siz de insanlara şahitler olasınız diye. Öyleyse namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin, Allah'a sarılın (Allah'ın Zat'ında yok olun). O, sizin Mevlâ'nız. (O), ne güzel Mevlâ (dost) ve ne güzel yardımcı.(Hac 22/78)

Harec: zorluk, sıkışma, daralma...

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفًا
Resim---Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).: Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) insan zayıf olarak yaratılmıştır.(Nisâ 4/28)

Bu İlahî Hükümler açıkça, herkesin anlayacağı bir dille dinî teklif ve vazifeler birer yük olmayıp tam tersine maddî, mânevî açmazlardan koruyan, can kurtaran simidi gibi kurtarıcıları ve kulluğun gereğidir..

Ne çâre ki zamanımızda tarikatlar piyasasında iş böyle değil...

Görüntüsü yerli-yerinde bir genç, tarikatını övmek için yaşlı kâmil bir âşık olan Siirtli Sıddık Hekim Hocama:
"Efendim ben 55.000 Lâfzullah çekiyorum, bir günde 120.000 çekenimiz de var!..." deyince,
Bu gence: "Kasnak mı çeviriyorsun be birader!... Biz doğru dürüst 10 kere "ALLAH!" diyemiyoruz!..."dedi...

Yine Antalya'da olan emin insanlardan, ismini duyduğum ama görmediğim bir şahıs, iki elindeki iki tesbihle aynı anda ders çekip çift sayıyormuş...
Bize ne?.
Evet öyle de; şu ÜMMet-i MuhaMMed'e akılsızca, şuûrsuzca ve mesnedsizce yüklenen yüke bakınız!..
"İşi, Aşı, Aşı-çoluk çocuğu ve zavallı başı-nefsi ne olacak?" diyen yok!.

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).: Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur'ân, Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) Allah'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.” (Bakara 2/185)

"....ALLAH sizin için kolaylık diler zorluk dilemez..."

Bu hususdaki hadisler ise sayısızdır... İnşâe ALLAH gireriz...

Azîz kardeşlerim;
İşin başı nefs-i emmâredir.
Nefs-i mutmaînne hâlinde yaşamakta olan bir nefs, zinâ ediverse derhâl nefs-i emmâre sıfatını düşer ve taşır..
Reis-i cumhurun kasden adam öldürünce katil oluvermesi gibi.. Dolayısıyla biz esâsen nefsin ileri ve mükemmel safhalarını göz önüne almaktan daha çok, Nefs-i Emmâreyi imkÂNımız kadarınca mercek altına alacağız ve inceleyeceğiz İnşâe ALLAHû Tealâ..

يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِّن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim--- "Yutâfu aleyhim bi sıhâfin min zehebin ve ekvâb(ekvâbin), ve fîhâ mâ teştehîhil enfusu ve telezzul a’yun(a’yunu), ve entum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).: Altından tepsiler ve sürahiler ile üzerlerine dönülür dolaşılır. Nefslerinin hoşlanacağı gözlerin lezzet alacağı şeyler, hep oradadır ve siz orada ebedî kalacaksınız." (Zuhrûf 43/71)

وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---" Ve tilkel cennetulletî ûristumûhâ bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).: İşte bu, sizin yaptığınız ameller sebebiyle mîrâsçı kılındığınız cennet!..." (Zuhrûf 43/72)

İnsanın İlâhî KULLuk İmtihÂNında başrol, nefse aittir.
Nefsin sağındaki ruh; HaKKa ve HaYRa çağırıcısı ve tümleyicisidir.
Nefsin solundaki şeytân ise, bâtıla ve şerre çağırıcısı ve parçalayıcısıdır.
Nefs; Subhan ALLAH Tealâ'nın emrini-SÖZünü, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in sözünden-SESinden dinlerse, 8 cennete, inanıp yaptıklarından dolayı mîrâsçı olur.
Yoksa bâtıl inanç ve şer ameli ona cehennemi boylatır!..

Biz birinci elden Kur'ÂN-ı Kerîm mesnedli İlâhî İlmi aktararak zevke devâm edelim..

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Resim---Alimet nefsün mâ ahdaret.: (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip öğrenmiştir.” (Tekvîr 81/14)

فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ
Resim---Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi).: Bundan sonra hayır, hünnese (merkezî çekim kuvvetine) yemin ederim.” (Tekvîr 81/15)

الْجَوَارِ الْكُنَّسِ
Resim---El cevâril kunnes(kunnesi).: Cevalan edene (merkezî çekim kuvvetinin etrafında, yörüngede dönene).” (Tekvîr 81/16)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
Resim---" Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet. (Her) bir nefs önden neyi gönderdiğini ve neyi (arkada) bıraktığını bilir." (İnfitâr 82/5)

يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
Resim--- Yunebbeul insânu yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar(ahhâre). İzin günü insana, takdim ettiği (yaptığı) ve tehir edip (yapmadığı) şeyler haber verilir.(Kıyâmet 75/13)

بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ
Resim---Belil insânu alâ nefsihî basîreth(basîretun).: Hayır, insan kendi nefsine basirdir (şahiddir)- en iyi gözcüdür.(Kıyâmet 75/14)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
Resim---Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).: Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).(Müddesir 74/38)

Rehin, rehine: rehin edilmiş. Bir şeye karşılık garanti olarak tutulmuş.

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ وَلاَ تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ إِلاَّ عَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---" Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’(şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne) .: De ki: "ALLAH, her şeyin RABB'i iken ben hiç O'ndan başka RABB mı isterim? Her nefsin kazandığı ancak kendi boynuna geçer (sorumluluğunu gerektirir) . Hiçbir günâhkâr başkasının günâhını taşımaz. Sonra hep dönüp RABB'inize varacaksınız. O vakit O, size ayrılığa düşdüğünüz gerçeği haber verecektir." (En'âm 6/164)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

İnsan “RUH”unun direkt olarak dünya imtihÂNına müdahalesi olamaz.
İnsan “NEFS”i baş rolde olur o kimsenin kimlik-kişilik, şahsiyet ve zâtı, "Nefs" olarak muhatab alınıp mükellef kılınmıştır.
Hayatı yaşamak -> Kur'ÂN-ı Kerim ki Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem DİLinden ALLAH celle celâluhu EMRini-Hakkı DUYup UYmak Hayrını Tercihden ibârettir.

hayata bakınız, Adam 70 yaşlarında ama huyu, işi gücü 7 yaşında ise: “Çocuk adam!” deriz.
Nefs de öyle, tekemmül etmezse yaşlı başlı pîr-i fâni de bile, NEFS-i EMMÂRE hâlinde kalabilir.
Nefsin tekemmülü, beden gibi zamana değil de ihlâs, takvâ, sabır gibi İlâhî Emirleri yaşamakla mümkündür.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)

Takvâ: ALLAH celle celâluhu'dan korkma. Nefsin ALLAH celle celâluhu korkusuyla dinin yasakladığı şeylerden kaçınmasıdır.
En çok korkması gerekenler ise, ilmiyle âmil olan-amel eden, ilminin gereğini işleyen âlimlerdir.
Zîrâ onlar neseben değil de, kesben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in vârisleridirler.
Neseb: ülâle, hısımlık, karabet, soy. baba soyu, atalar zinciridir.
Kesben: kisb ile ki,
Kisb: Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesidir.


KuLLuk -> Nefsini BİLmek -> Mürşidini BULmak -> Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Yüreğinde OLmak -> EMRuLLahı-Kur'ÂN-ı Kerimi-SüNNet-i Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi YAŞAmaktan ibârettir..

MuhaMMedî ÂLİM ise;

Resim--- “Kays b. Kesîr’in anlatımına göre Medine’den bir adam Şam’da bulunan (sahabî) Ebu’d-Derdâ’ya geldi. Ebu’d-Derdâ adama ‘Buraya seni getiren nedir kardeşim?’ diye sordu. Adam gelişini şöyle açıkladı: ‘Rasûlüllah’tan naklettiğini duyduğum bir hadis’. Ebu’d-Derdâ ‘bir ihtiyacın için mi geldin?’deyince adam‘hayır’dedi. Ardından ‘bir ticaret için mi geldin?’ sorusuna adam ‘Hayır, sadece bu hadisi senden talep etmek için geldim’yanıtını verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, Rasûlüllah’ı şöyle derken işittiğini söyledi:
“Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbide (ibâdet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivâyetlerde “dolunay halindeyken”) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebilerin varisleridir (إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ). Nebiler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.” Buyurdu.
(Tirmizî, İlim 19. Ayrıca hadis benzeri lafızlarla ve aynı isnadla şu kaynaklarda da geçmektedir: Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime 17. bab, 223 numaralı hadis; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk.: Ahmed Muhammed Şakir ve Hamza Ahmed ez-Zeyn, 20 c., Dâru’l-Hadis, Kahire, 1995/1416, c. 16, s. 71, hadis no: 21612.)

Nefs, bu âleme sonsuz ni'metler içinde ve sonsuz hizmetçilerle, Benlik Krallığı kursun diye gönderilip başı boş bırakılmamıştır...

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُواْ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُواْ مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---"Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya'lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lâl mu'minîne velîceh(velîceten), vallâhu habîrun bi mâ ta'melûn(ta'melûne).: Yoksa ALLAH sizden; cihâd edip ALLAH, peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan (bilmeden) başıboş (kendi hâlinize) bırakılacağınızı mı sandınız (hesab ettiniz)? ALLAH yaptıklarınızdan haberdârdır." (Tevbe 9/16)
Velîce: sırdaş, dost (velîce: giren)

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى
Resim---E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).: İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?” (75/KIYÂME - 36)

"İnsan kendisinin sûda bırakılacağını mı sanır-hesab eder!..."
Sûda: başı boş, mânâsız (Esdâ: ihmâl etmek)

Bu muhteşem kâinât ve insan elbette nefsin imkÂNla imtihÂNı için hakledilmiştir.
imkÂN: Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmaktır. Gözü olmayna gözden imtihan imkansızıdr gibi..
Sistemin sahibini celle celâluhu can kulağı ile dinyelelim:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim--- "Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).Her nefs, ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihÂN olarak şerle (mâsiyet) de ve hayr (hasenât) la da deneyeceğiz. Ve siz bize döndürüleceksiniz." (Enbiyâ 21/35)


أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ
Resim---"“E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).: İnsanlar, imtihÂNdan geçirilmeden (denemeden), sadece "imân ettik" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar? " (Ankebut 29/2)

Âyeti celilede geçen fetene: fiilinin esas mânâsı: Altın tozlarının içinde bulunduğu toz topraktan ayırabilmek için birlikte bir tava içinde ateşe koyup altın önce eriyeceğinden eritip dökünce altın külçesi topraktan ayrılır ve saf altın elde edilir.
İşte bu işlemin fiili fetenedir.
Fitne de bu köktendir. Fitne ateşten beterdir.
İnananı inanmayanı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırır.
Ne varki insanları böylesi fecî' bir fitne ortamına sokmak şiddetle yasaklanmıştır.


"Fitne kıtaldan (adam öldürmekten) eşeddir."

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ تُقَاتِلُوهُمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتَّى يُقَاتِلُوكُمْ فِيهِ فَإِن قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْ كَذَلِكَ جَزَاء الْكَافِرِينَ
Resim---Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh(fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn(kâfirîne).: Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir.” (Bakara 2/191)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: " Uyuyan fitneyi uyandırana lânet olsun!." buyurmuştur. (İmam Rafiî, Envar)
İmam Rafiî: şafi mezhebini önemli imamlarındandır.

KULLuk imtihanı demek olan FİTNEyi hadis-i şerif'lerimizle biraz daha açalım inşae ALLAHu Teâlâ!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Âyeti celiledeki fitne ise, imânda hakkı-bâtıldan, amelde hayrşerden ayırma denemesi, imtihÂNı ve düzeneği olarak buyurulmuştur.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ
Resim---"Ve le nebluvennekum hattâ na’lemel mucâhidîne minkum ves sâbirîne ve nebluve ahbârekum.:Andolsun ki içinizden cihâd edenlerle sarbredenleri belirleyinceye ve size ait haberleri açıklayıncaya kadar sizi imtihÂN edeceğiz." (MuhaMMed 47/31)

Onun içindir ki nefse aklını kullanması ve zannına uymaması ikâz ediliyor:

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلاَّ ظَنًّا إَنَّ الظَّنَّ لاَ يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ عَلَيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
Resim--- "Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).: Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zann, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. ALLAH onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.'' (Yûnus 10/36)

Zann: sanma, sanı, sezme, şüphe, işkil...
Hüsn-i zann: güzel zann. Sû-i zann: çirkin zann.


وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
Resim---Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve idrak, onların hepsi, ondan (takfu'dan) mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler).” (İsrâ 17/36)

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim---''Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen). :Hak olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir. Onun vahyi sana gelip tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı (okumada) acele etme ve de ki: "Rabbim, ilmimi arttır." (Tâha 20/114)

Bunları ve nicelerini kelâmullahda bildiren RABB-û Birrun celle celâluhu:

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِن يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاء كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءتْ مُرْتَفَقًا
Resim---Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe fel yu'min ve men şâe fel yekfur innâ a'tednâ liz zâlimîne nâren ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûh(vucûhe), bi'seş şerab(şerabu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).: De ki: “Hak Rabbinizdendir.” Bundan sonra artık dileyen inansın ve dileyen inkâr etsin. Muhakkak ki Biz, zalimler için kenarları, onları (kâfirleri) ihata eden (saran, kaplayan) bir ateş hazırladık. Ve eğer onlar yağmur isterlerse (ateşe karşı), erimiş maden gibi koyu ve kaynar, yüzleri kavuran bir su yağdırılır. Ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dost (yardımcı).” (Kehf 18/29)

Nefsleri yaratması araç, hidâyet vermesi amaç olan yüce RABB'imiz, yarattığının Evvelini, Âhirini, Zâhirini, Bâtınını bilici olarak:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Ve;
هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).: Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O'dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.” (Hadid 57/4)

İken;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).: Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.” (Âl-i İmrân 3/102)

Ne acı ve yazık ki;
مَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---Mâ kaderûllâhe hakka kadrih(kadrihî), innallâhe le kaviyyun azîz(azîzun).Allah'ın kadrini de (kudretini de) hakkıyla takdir edemediler. Muhakkak ki Allah, mutlaka Kaviyy'dir (kuvvetli), Azîz'dir (yüce).” (Hacc 22/74) ;

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne). : Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (Zümer 39/67)

İnsan oğlu takdirini yaşayamadı KULLUk tercihini kullanamadı;

كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَا أَمَرَهُ
Resim---Kellâ lemmâ yakdı mâ emerah(emerahu).:Hayır, (insan Allah'ın) ona emrettiği şeyi kada etmedi (yerine getirmedi).(Abese 80/23)

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---"Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).: Ve sana yâkin (ölüm) gelinceye kadar RABB'ine kulluk (ibâdet) et." (Hicr 15/99)

Ümmetini canından da çok seven Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi ALLAH celle celâluhu teskin etmektedir ki;

وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve lâ yahzunke kavluhum, innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan), huves semîul alîm(alîmu). :(Resûlüm) Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ALLAH'ındır, O işitendir bilendir." (Yûnus 10/65)

İzzet: değer, kıymet, yücelik, ululuk, kuvvet, kudret, hürmet, saygı, ikrâm, izazdır.
İzzet sahibi o kimsedir ki, O’na emir verecek ve yasak koyacak yoktur.


مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ
Resim---Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh(yerfeuhu), vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîd(şedîdun), ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).: Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah'a aittir. Güzel kelimeler (sözler), O'na erişir. Onu, salih amel (nefs tezkiyesi) yükseltir. Kötülüklerle tuzak kuranlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve onların tuzakları boşa gider.” (Fâtır 35/10)

İSLÂMda İzzet ise -> BİZ BİR-İZ-dir..

يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).: Eğer biz şehre dönersek, mutlaka daha azîz (güçlü) olan, daha zelil (güçsüz, zayıf) olanı, oradan (şehirden) çıkarır.” diyorlar. İzzet Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün ve mü'minlerindir. Ve lâkin münafıklar bilmiyorlar.(Münâfıkun 63/8)

Bu muazzam âyeti celilede, Hâlik Tealâ ALLAH celle celâluhu dan mü'minlere herkesin kabınca, kadarınca ve de kaderince ulaşan izzet zincirini ve Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in izzet trafosunun ayarlayıcı oluşunu ne hârika beyân buyurulmuştur..

İzzet, bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak. Bulunmaz derecede az olan şey.
İzzet, kuvvet, üstünlük, aziz olma, şeref ve değerlilik anlamındadır.
Aynı kökten türemiş “Aziz” kavramı ise, her türlü üstünlüğü, değerliliği, galibiyeti, güçlü olmayı ve en üstün şerefi ifade eder.
İzzetin karşıtı “zillet” tir ve aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklıktır.

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---''Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).: De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, her şeye güç yetirensin." (Âl-i İmrân 3/26)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu emir (din) gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allah’ın bu dininin girdirmediği hiçbir ev kalmayacaktır. İster kıldan dokunan çadır ev olsun, isterse taş ve toprakla örülerek yapılan ev olsun. Allah bu dini şerefli kimselerin şerefi ve zelil kimselerin zilleti ile her eve girdirecektir. İslâm’ın aziz olacağı bir izzetle ve küfrün zelil olacağı bir zilletle hâkim kılacaktır!.” Buyurmuştur.
(İmam Ahmed, Müsned, c. IV, sh. 103, c. VI, sh. 4.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, İzzet ve Şerefi ALLAH celle celâluhuya kullukta görür şükreder ve ÜMMetine örnek olurdu:

Resim---Sahabe'den İbn Abbas'ın (r.a.) anlattığına göre, o bir gece Resûlüllah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında kalmıştı. Geceleyin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uyanarak önce misvakla ağzını temizleyip abdest almış; akabinde Âl-i İmrân sûresinden bazı âyetleri okumuş; sonra on üç rekat namaz kılmış; Hz. Bilâl'in sabah ezanını okuması üzerine kalkıp iki rekat namaz kılmış ve sonunda da şu duayı yapmıştı: "Allah'ım! Benim kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, arkama nûr, önüme nûr, üstüme nûr ve altıma nûr halk eyle! Yâ Rabbi! Bana nûr lutfeyle!" (Buhârî, Daavât 10)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bazı geceler ayakları şişinceye kadar namaz kılar, Allah'ı (c.c.) zikrederdi. Ashab'dan Muğîre b. Şu'be (r.a.): "Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladığı hâlde, neden hâlâ kendini bu kadar zorluyorsun?" diye sual edince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurmuştu. (Buhârî, Rikâk 20)

Beyaz bir ata ile ihtişamla gelen İmâm-ı Hasan aleyhi's-selâm’ı kendinse selâm vermeyince, küçük düşürmek isteyen bir münafık: “Hasan sende amma kibirlisn haa!” deyince,
İmâm-ı Hasan aleyhi's-selâm: "Bendeki gurûr değil, izzettir." buyurarak halis kulun sultÂN olduğuna işâret buyurmuş ve Kur'ÂN-ı Kerim'ce cevap buyurmuştur:

يَقُولُونَ لَئِن رَّجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne)İzzet Allah'ın ve O'nun Resûl'ünün ve mü'minlerindir. Ve lâkin münafıklar bilmiyorlar.” (Münâfıkun 63/8)

İzzetli insan (cüz'i izzet): kendini bilir, MuhaMMedî şahsiyetini korur.
Tevâzu' kâr insan: kendini bilir, daha hoşgörülü davranır.
Kibirli İnsan: kendini bilmez, nefsî şahsiyetini korur.
Zilletteki (halk içindeki) insan: kendini bilmez, sahsiyetine yapılan hücûma hoşgörü gösterir, zillete katlanır...


Tasavvufun Baba Yasalarındandır ki; "Kendini bilene babasının kanı helâl, kendini bilmeyene anasının sütü haramdır!."

Azîz kardeşlerim,
İşte nefs kendini bilmezse, ölüp hesaba çekileceğine iknâ olmazsa, büktüğü ipi geri çözen kadına dönerse:

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---''Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(enkâsen), tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummeh(ummetin), innemâ yeblûkumullâhu bih(bihî), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).: Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.” (Nahl 16/92)

Ve tüm ilâhî uyarı, emir ve yasakları bir kenara iter de, hevâ ve hevesini ilâh ederse neler mi olur?
Bakalım ve görelim Kitab-ı Kerîm 'imize:

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
Resim---E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).: Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.” (Rum 30/8)

Gök: ulvî cisimleri barındırır.
yer: Suflî cisimleri barındırır.
Tefekkür: aklın; gayeye ulaşmak için eşyânın mâhiyeti konusundaki çabası ve tasarrufu olup bunun için kuluçkaya yatması, zihin yormasıdır.


Akıl, ancak ve ancak mümkünü (olabilir olanı) bilir.
Nakl ise tahakkuku (hakikatı ortaya çıkarma) bildirir...
NAKLen AKL, “BİR”likte “TEVHİD” olur..
her nefs İmkÂNla imtihÂN sahasında KULLuk terihinin, HizbuLLAH ya da Hizbuşşeytân OLuşu hesabını ÖLÜMü ZEVK edince ve ASLına Rucû’ edince, GÖRecektir ki ALLAH celle celâluhu:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Ve men yebtegi gayrel islâmi dînen fe len yukbele minh(minhu), ve huve fîl âhireti minel hâsirîn(hâsirîne). : Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/85)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).:Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihÂN ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ 21/35)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne). :Her nefs ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz." (Ankebût 29/57)

Zevk: tatmak.
Zâikatün: tadıcı olarak


Cismanî hayat:
Normâl olarak; Tabî Hararet (sıcaklık) ve Tabî Rutubet (yaş olmak) iledir.
Bürüdet (soğukluk) ve yubuset (kuruluk) hâkim olunca beden ölür. Nefs ise ölümü tadar.
Testi kırılır, yani su kabını kaybeder... testi devre dışı kalır su ise yer altına geçiverir..
Nefs ölmez, ölüm acısını en çok nefs tadar...
Dünyada her maddî zevk, sonunda maddî bir keder ve acı doğurur.
Dünya nimetleri geçici ve sonu acıdır.
Âhiret nimetleri dâimi ve zevkten öte haz vericidir.
Nefs, ölüm acısından sonra hesaba dâvet edilmektedir.


Hesabı düşünüp, Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi DUYup/UYup, TESLİM olup, SüNnet-i Seniyyesine Sırât-ı Müstakîm üzere İSTİKAMET etmesi EMRedilmiştir..

Ahdinden dönenleri ise:

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Resim---Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(enkâsen), tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummeh(ummetin), innemâ yeblûkumullâhu bih(bihî), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne). :Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup çözen (kadın) gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihÂN etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır.(Nahl 16/92)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim---Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.:Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinâb ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.” (Necm 53/32)

Aziz kardeşlerimiz,
Burada bir kısacık Kur'ÂN-ı Kerim duası edelim ve tevbe istiğfar edelim inşae ALLAHu TeâLâ..

ResimHaYy DoSTt!.

ALLAHım!
Bizleri dâimi kadem-i sıdk (sadakat makamı) sahibi kıl!


أَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا أَنْ أَوْحَيْنَا إِلَى رَجُلٍ مِّنْهُمْ أَنْ أَنذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ قَالَ الْكَافِرُونَ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ مُّبِينٌ
Resim---E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum KADEME SIDKIN inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn: İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında “GERÇEK BİR MAKAM” olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkâr edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler.” (Yûnus 10/2)

Ve MuhaMMedî fevzû’l-azme ulaştır!

وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---Ves sâbikûne’l- evvelûne mine’l- muhâcirîne ve’l- ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlike’l- FEVZ’ul- AZÎM(azîmu).: Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük “KURTULUŞ ve MUTLULUK” budur.” (Tevbe 9/100)

MuhaMMedî sükûn, sükût ve sekînet ver!..

إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahrecehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fîl gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferûs suflâ, ve kelimetullâhi hiyel ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun): Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(Tevbe 9/40)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
Resim---Yâ eyyuhellezîne âmenû in tensurûllâhe yensurkum ve yusebbit akdâmekum: Ey imân edenler! Eğer siz ALLAH'a yardım ederseniz o da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz..."
(Muhammed 47/7)

MuhaMMedî BİZlere toptan senin ipine sarılmak nâsib et!..

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Âl-i İmrân 3/103).

MuhaMMedî kulluk yapmakta azmedip ve gerisinde seni vekil eyleyenlerden kıl!..

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte FE TEVEKKEL ALÂLLÂH(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).: Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık ALLAH'a TEVEKKÜL ET!. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.(Âl-i İmrân 3/159)

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yeteVEKKELÛN (yetevekkelûne).: Ki onlar, sabredenler ve RABLERİNE TEVEKKÜL EDENLERDİR!.” (Ankebut 29/59)

Âmin! Yâ Muîn Celle Celâluhu!..


Resim
LÂ HUVe İLLÂ HuVe..

ResimSAHİBimİZ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e, ÂLine, ÜMMetine ->
Es SÂMEDu’s- SeLÂMu’l- CeLÂL celle celâluhu'nun SaLÂT ü SeLÂMı SoNsuz-Sınırsız İLMince OLsun!..


Resim

TÜRKÇESİ: Allahümme innâ nes'eluke becâhi nebîyyike Muhammedin sallallahu Teâla aleyhi ve sellem el mağfirete verrizâ Resim Vel kabule kabulen tâmmen Resim La tekilnâ fihi ilâ enfüsinâ tarfete aynîn yâ ni'mel Mevlâ veya ni'mel Mûcîb Resim Yâ Azîzu yâ Gaffâr Resim Fe inne gufrâne zünûbil halki bi ecmâ'ihim Resim Evvelihim ve âhirihim Resim Ve birrihim ve fâcirihim kekatretin fi bahri cûdikel vasi'illezi la sâhile lehu Resim Fekad kulte ve kavlukel hakkul Mûbin Resim Vemâ erselnâke illâ rahmaten lil âlemîn Resim Ve sallallahu ve selleme alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi ettayyibînettâhirîn Resim Ve alâ sâdâtinâ ve aleynâ mâahum vel mü'minîne vel mü'minâti ecmâine. Âmîn.

MÂNÂSI: ALLAH'ım! Senin Peygamberin Muhammed Sallallahu Tealâ Aleyhi Vessellem hürmetine (katındaki i'tibarını vesile edinip) Senden mağfiret (bağışlanma) ve rıza istiyoruz. (diliyoruz)! Ve tam bir kabülünü; O nun hakkında (bu hususunda) nefislerimize göz açıp kapayıncaya kadar çabalama yorgunluğu verme! Ey güzel Sahibimiz ve ey dualarımıza güzel icâbed edenimiz (icâbını yerine getiren RABB'ımız)! EY AZÎZ (gücü yeten, değeri olan) EY GAFFÂR (çokça affeden) Celle Celâluhu! Muhakkak ki cümle halkıyın, evvelkilerin, sonrakilerin, iyilerin, kötülerin günâhını gufran (bağışlama, yarlıgama), Senin sahilsiz genişlikteki (yaygınlıktaki) cömertlik denizinde bir damla değildir! Açık seçik hakk olan sözünle buyurmuştun :
"(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ 21/107)
Ve ALLAH; Efendimiz, Sahibimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, ailesine, ehl-i beytine ve ashabına tertemiz ve en güzelinden (ayıblardan arınmış) salât-ü-selâm eylesin (salâtımızı O'na ve onlara sılaya vesile kılsın)! Sadatlarımıza (seyitlerimize) ve onlarla beraber bizlere ve mü'min erkeklere ve mü'min kadınların cümlesine de salât-ü-selâm eylesin!. Âmin!


Resim

"BEN" lik "Belâ!.." mız, Evvel Ahdimiz,
"
BİZ" lik "MİM" inde "Bile"lik bulsun,
"
BİR" lik "Be" sinde Tevhid Noktası olsun,
Yakînî Kurb Şah damarımızdanda yakın olsun!..
Tevbe - Rıza - Dua - Şehadet BİZ liğimiz,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de buluşsun,
ALLAH'ımıza Hamd olsun
KurbÂNımız kabul ve bereketli olsun inşae ALLAHu TeâLâ...

Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn Celle Celâluhu.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

AKlen ve Bedenen RÜŞDe eren, İslamın MuhaMMedî Tebliğini duyan ve hür olan her NEFS, Hakk duyup Hayra UYmak tercihi ALLAH celle celâluhu EMRidir. Bunun yanında her nefs Bâtılı DUYmamak ve Şerre Uymamak hususunda da Tercihe mecbur ve me’murdur:

مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيدًا
Resim---Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsike. Ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).:Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.(Nisâ 4/79)

Her nefs bu âlemde tercihini teşhide mecbur gereken çalışmayı fiilen yapmak zorundadır:

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Resim---"Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.:Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm 53/39)

Büyük günahlardan kaçındığı sürece KULLuk gereği işleyebileceği lememlerinin affını vaat etmiştir ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL:

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim---Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.:Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinâb ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.” (Necm 53/32)

Fuhş, fahşâ, fevâhiş: kötü söz ve fiil, büyük günâh, vebâl, ahlâka aykırı olan.
Lemem: küçük günâhlar... Günaha yakın olmak. Musibete yakın olmak.


إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Resim---İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). :Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size karşı hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için inkâra rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir.” (Zümer 39/7)

Rıza: gazabı terketmektir. Hoşnutluk, memnunluk.

Kâfir küfrünü, ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in iradesiyle yapar, rızasi ile değil! Yani kul küfrü tercih ederse ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL onun tercihi olan küfrü-şerri yaratır.. hesabını da ondan bu dünyada ve Mahşerde sorar..

Azîz kardeşlerim,
Hâl-ü-vâziyet bu iken ALLAH korusun nefs, azgınlık yapar da yasaklananları (hevâ, heves, şehvet, hırs, tamah, kin, kibir v.s.) ilâh edinirse; menfi (men edilen) arzu (hevâ-heves) larını severse, ve bunu da fazîlet bilirse yasaklanan şehvete düşmüştür. Ve Nefs kendini gizli İLÂH kabul eder:

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen) :Kendi istek ve tutkularını (hevâsını) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?(Furkân 25/43)

Oysa, Nefs için helâl dâiresi geniştir, evlenmek ve her türlü güzelliklerini yaşamak hakkıdır.
Haram dâiresine gerek yoktur ve zinâ yasaktır.
Toplumumuzda şehvet nefsin menfi ve aşırı isteklerinin adı olmuş ise de, şehvet geneldir.
Nefsin yapısı gereği, yasak ve haramda gözü vardır ve aç gözlüdür.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'ım! Huşû' duymaz bir kalbden sana sığınırım. Dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefsten, faydası olmayan bir ilimden bu dört şeyden sana sığırınım." buyurmuştur.
(Abdullah İbni' As (radiyallahu anhu) dan: Tirmizî, Da'vat 69; Nesâî, istiâze 2)

Nefsin bu aç gözlülüğü ve saldırganlığı; asıl vasfı (sıfatı) olan fakriyyetini ve RABB'ısının ALLAH celle celâluhu Ganîyyetini (zenginliğin aslı oluşunu) bilmeyişindendir.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Leyse'l-gına an kesret'-l arazi, ve lâkinne'l-gına gana'n nefsi: zenginlik mal çokluğuyla değildir, bilâkis, zenginlik nefsin zenginliğidir (göz tokluğu) dur." buyurmuştur. (Ebu Hüreyre (radiyallahu anhu) dan: Buhârî, Rikat 15; Müslim zekât 120)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ El fakr-i fahr : Fakrımla fahrederim!.” buyurdu.
(Aclunî, Keşfü’l- Hafâ 2-87)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Akıllı kimse, nefsini muhasebe eden ve ölümden sonrası için amel edendir. Âciz de, nefsini hevâsının peşine takan ve ALLAH'dan temenni de (boşuna kuruntu da) bulunan kimsedir." buyurmuştur.
(Şedad İbnu Evs (radiyallahu anhu) dan: Tirmizî Kıyâmet 26)

Şunu unutanlar ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in de kendilerine, kendilerini unutturdukları kismelerdir. ALLAH korusun hayrları hakları sanıp (kabul edip) da, şerleri sadece şikâyet sebebi sananlar, kendilerini dereke dereke (tedricen) cehenneme bu âlemdeyken çekenlerdir.
Hâlbuki nefslere; hak ve hayr emredilmiş, bâtıl ve şer yasaklanmıştı... Derece derece yükselmesi emredilmişti...

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---"E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).: Hevâsını (kötü huyunu, canının istediğini) ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona sen mi vekil olacaksın." (Furkân 25/43)

Hevâ: heves, istek, arzu, sevgi, hoşlanma, hırsla nefsi istek.
Heves: gelip geçici (zamana, zemine, hâle göre değişen) istekler.


فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءهُمْ وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِّنَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).: Eğer yine çağrına uymazlarsa, artık bil ki onlar sadece (sırf) hevâlarına uymaktadırlar. ALLAH tarafından bir doğru delil (yol gösterici) olmaksızın sırf kendi hevesleri peşinde giden kimselerden daha sapık (şaşkın) kim olabilir... Muhakkak ki ALLAH zâlim kavmi doğru yola iletmez." (Kasas 28/50)

بَلِ اتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَهْوَاءهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ فَمَن يَهْدِي مَنْ أَضَلَّ اللَّهُ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ
Resim---Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men edallallâh(edallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).: Hayır, zulmedenler, hiç bir bilgiye dayanmaksızın kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiç bir yardımcıları yoktur.(Rum 30/29)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---"Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.: Andolsun ki insanı Biz yarattık, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz ve Biz ona habli'l-veridden (şah damarından) daha yakınız" (Kaf 50/16)

إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ وَلَقَدْ جَاءهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَى
Resim---İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus(enfusu), ve lekad câehum min rabbihimul hudâ.: Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili “hiçbir delil” indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) hevâ (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.” (Necm 53/23)

KuLLUK imtihanı olan Nefsin yasaklara yönelik Hevâ ve Hevesinden kendini koruyarak RABBı Teâlâ’ya yönelirse DÂRü’s- SeLÂM CeNNetleri yurdu olacaktır:

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Resim---Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).(Naziât 79/40)

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Resim---Fe innel cennete hiyel me’vâ.Şüphesiz cennet (onun) yegâne barınağıdır.” (Naziât 79/41)

İnsanoğlunun nefsi neden hevâ ve hevesine uyuyor?
Tek Sebebi dünya sevgisi ve bağlılığıdır:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem : “Ed-dünyâ ci'fetun, tâlibuhâ killâbun: Dünyâ bir leştir ve onun tâliplileri köpeklerdir. ” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut 1985)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dünyaya saldırmamayı emretmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de ise; imtihÂN sahası olarak halkedilen dünya, oyun ve eğlence ve hayal ülkesi gibi denmiştir.

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Âdemoğlunun iki vâdi (dere dolusu) malı olsa üçüncü bir vâdi daha isterdi. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur. Sonra ALLAH Tealâ tevbe edenin tevbesini kabul eder." buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116,119; Tirmizî, Zühd 27; İbn Mâce, Zühd 27)

Dünya; cehennem simsarı ve dellâlı olan İblisin sermâyesidir.
Eğer, saldırılır lâzım ve lâyıkınca emredildiğince faydalanılmazsa, câhilce ağına düşülürse, bedeli talib olanın (isteyenin) dinini vermesidir.

İmâm Ahmed Hanbel Hazretleri:
"İnsanın 4 önemli düşmanı var:
1- Dünya: silâhı ve zehiri; hultat (halka karışıp içli-dışlı olma), panzehiri uzlettir (bir kenara çekilip ihtiyacı kadar çıkmak.)
2- Şeytân: silâhı ve zehri; tokluk (karnı tok, sırtı pek, keyfi gıcır olan), penzehiri açlıktır
3- Nefs: silâhı ve zehri; uyku, panzehiri uyanıklıktır.
4- Hevâ: silâhı ve zehri; konuşmak, panzehiri sükûttur." buyuruyor.

İmâm-ı Alî keremullahi veche: "Dünyanın dokunması yumuşak, zehiri öldürücüdür." buyuruyor…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Dünyanın âfeti;
Çok belâlı ve şiddetli bir ateştir.
Deniz suyu gibi içeni, içtikçe yakar...

Narı olan, nuru olan ateş: dünya âteşi
Narı olmayan, nuru olan ateş: Musa aleyhi's-selâm'a yanan ateş
Narı olan, nuru olmayan: cehennem ateşi
Narı da nuru da olmayan ateş: yeşil ağaçtaki ateş (enerji)

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---Ellezî ceâle lekum mine’ş- şeceri’l- ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).: Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş (oksijen) kılandır (çıkaran); siz de ondan yakıyorsunuz.” (YâSîn 36/80)

Çok YANıcı Hidrojen.. Çok YAKıcı Oksijen..
Ve ÇiFTleşmeleri ki “H2O ->SU” çok SÖNdürücü..

Dünya ateşinin odunu; hırs, tamah, uzun emel ve haseddir.
Ve bunlar kötü ahlâkı besleyen yetiştiren gübrelerdir.
Hırs artarsa halka zulme, HAKK'a isyâna kadar gider işin sonu ve âhireti filân unutturur uzun emel...

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "İnsanoğlu ihtiyarladıkça onlarda şu iki şey gençleşir. Hırs ve emeller" buyurmuştur.
(Müslim-Zekât)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün eline iki çakıl taşı aldı ve bunlardan birisini yakına, diğerini uzağa attı ve: “Bu neyi temsil ediyor, biliyor musunuz?” dedi. Sahabe-yi Güzin: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Şu uzağa düşen EMEL, şu yakına düşen de ECELdir” buyurdu.
(Tirmizî, Emsal, 7)

Unsur açısından kendisini üstün gören İblis; Âdem aleyhi’s-selâm'in fazîlet açısından üstünlüğünü anlayıp göremeyince:
RABB'isine secde etti de, tecellîsine ki ->Âdem aleyhi’s-selâm'a secde etmeyip alçakların elebaşı oldu.
Sebeb; hased, hırs ve tul-i emel!.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Resim---Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).: Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.(Bakara 2/34)

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا
Resim---Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).: Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.” (Kehf 18/50)

İzâfi, iğreti, gelgeç, ölümlü gölge NeFSi/AKLı ile insanoğlu ASLın SANal fASLı şu ylan DÜNya hayatına Daldı gitti.. tâa ki ÖLüm ZİLi Çalanedek!..

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
Resim---"Ve mâl hayâtud dunyâ illâ leibun ve lehv(lehvun), ve led dârul âhiretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).:Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttakî olanlar (ALLAH'tan korkanlar) için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?" (En'âm 6/32)

Dünya: denâetten alçak. Dünüvv den âhiretten önce gelen anlamınadır.
Dünya: nefsanî lezzetleri (şehvet, tamah, hırs, gazab v.s. isteklerini) karşılayan ve değişken, geçici, değersiz, son bulucu, kusurlu, fâni...

Ne var ki kulluk imtihÂNı sahası da dünyadır.
Âhiret ise; ruhanî lezzetler: mutluluk, şeref, eksiksiz, kalıcı, bâkî, kudsî...

ALLAHu zü’l- CeLÂL, Kur'ân-ı Kerimde kullarını sürekli uyarmakta ki, dünya hayatının şakşukası bitmez telaşı albenisi insanoğlunun ham ve yoz aklını kandırır, başından alır ve sonuçta başkaları okusun diye bir mezar taşı kalır bir köşede..

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِهِ أَن تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللّهِ وَلِيٌّ وَلاَ شَفِيعٌ وَإِن تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لاَّ يُؤْخَذْ مِنْهَا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُواْ بِمَا كَسَبُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).:Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır.” (En'âm 6/70)

Cehnnem korkusu ya da cennet sevgisinden ve de işini sağlama bağlamak için dine de göz kırpması tıpkı bir oyuncak gibi görüp aklınca oynaması her ÂN yeniden taratış ŞeÂNuLLaHına ŞÂHİD olmadan hayaller kurması cidden ne acı!..

الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ نَنسَاهُمْ كَمَا نَسُواْ لِقَاء يَوْمِهِمْ هَذَا وَمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Resim---Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).:Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız.(A'râf 7/51)

Oysa Azîz Efendimiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem BİZi uyarmıştı/makta el ÂN!..

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
عَنْ جُنْدُبِ بْنِ عَبْدِ اللهِ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
حُبُّ الدُّنْيَا رَأْسُ كُلُّ خَطِيئَةٍ
Resim---Hz. Cündüb b. Abdullah (radıyallahü anh), Âlemlere rahmet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Hubbü'd dünya re'sü küllî hatietin: Dünya sevgisi tüm hataların başıdır!”
(İbn-i Receb el-Hanbelî, Câmiul-Ulûm vel-Hıkem; Beyhakî, Şuabül-İman; Ali el-Muttakî, Kenzül-Ummâl)

KULLuk İmtihÂNı eldeki İmkÂNlarladır.. ALıp-VERdiğimiz ve EMÂNet olan YÂRım NEFESLerimizi gel-geç gölgesi dünyada çarçur edip hüsrana düşmek ve de âhireti yok saymak!.. hüsran ki kârı bırak ana sermayeyi de kediye yüklemektir..

مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَكُونَ لَهُ أَسْرَى حَتَّى يُثْخِنَ فِي الأَرْضِ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللّهُ يُرِيدُ الآخِرَةَ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard(ardı), turîdûne aradad dunyâ, vallâhu yurîdul âhirah(âhirate), vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).: Hiç bir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) âhireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(Enfâl 8/67)

Ebedî âhiret hayatını unutup da, olan YÂRım NEFESlik gel-geç dünya hayatına dalıp kalmak ufacık çocuklar gibi..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilâl ard(ardı), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhirah(âhirati), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl âhirati illâ kalîl(kalîlun).:Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Âhiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama âhirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.” (Tevbe 9/38)

Dünya hayatına dalmak ki, deniz SUyu gibi içtikçe susarsın yine içer yine sussarsı!. İşte öylece dalarsan dünya hayatına azgınlık, taşkınlıkğa düşer ve sonunda, gelip geçici sanal hayvanî zevklerin en ağır acısını burada ve orada çok acı çekeriz ALLAH celle celâluhu korusun!.
İsâ aleyhi's-selâm sözü olarak:"Dünyalık peşinde koşan kişi, deniz suyu içen insan gibidir, içtikçe susuzluğu artar, sonunda helâk olur!."

فَلَمَّا أَنجَاهُمْ إِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى أَنفُسِكُم مَّتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَينَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Fe lemmâ encâhum izâ hum yebgûne fîl ardı bi gayril hakk(hakkı), yâ eyyuhen nâsu innemâ bagyukum alâ enfusikum metâal hayâtid dunyâ summe ileynâ merciukum fe nunebbiukum bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).:Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” (Yûnus 10/23)

Bagy: azgınlık, taşkınlık, fesadda fücûrda ileri gitme...

Bakar mısınız, yemyeşil çocukluk, çiçekli gençlik, başaklı olgunluk ve harman zamanı biçilen yaşlılıklarımızı Kur'ân-ı Kerimimiz ne güzel buyurmakta:

إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالأَنْعَامُ حَتَّىَ إِذَا أَخَذَتِ الأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَآ أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---İnnemâ meselul hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı mimmâ ye'kulun nâsu vel en'âm(en'âmu), hattâ izâ ehazetil ardu zuhrufehâ vezzeyyenet ve zanne ehluhâ ennehum kâdirûne aleyhâ etâhâ emrunâ leylen ev nehâren fe cealnâhâ hasîden ke en lem tagne bil ems(emsi), kezâlike nufassilul âyâti li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiç bir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (Yûnus 10/24)

RABBımıza KULLuk Aracı ve malzeleri olarak yaratılan Tevhid Ticaretinin ANA Sermayesi-metâ’ı olan dünya hayatı ve RABBımıza Rücu’ DÖNüşü:

مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---Metâun fîd dunyâ summe ileynâ merciuhum summe nuzîkuhumul azâbeş şedîde bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne). (Onlar için) Dünyada geçici bir meta (vardır). Sonra dönüşleri bizedir; sonra da inkâra sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azabı taddıracağız.” (Yûnus 10/70)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İRCİÎ ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) : dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!” (Fecr 89/28)

KULLUk İmtihÂNında; rüşde erğin ve hür olan tebliği duyan beden-akıl -> ya Hakkı, Hayrı ve Ebedî hayatı tecih edecek, ya da Bâtıl Şerri ve Dünya hayatını tecih edecek SON-UÇta va’dedilen karşılığını alacaktır..

مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ
Resim---Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a'mâlehum fîhâ ve hum fîhâ lâ yubhasûn(yubhasûne).Kim, (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar.” (Hûd 11/15)

اللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاء وَيَقَدِرُ وَفَرِحُواْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ مَتَاعٌ
Resim---Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), ve ferihû bil hayâtid dunyâ, ve mal hayâtud dunyâ fîl âhıreti illâ metâ’u(metâun).:Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar, dünya hayatı ile sevinirler (ferahlanırlar). Dünya hayatı, âhiret hayatı yanında (geçici) bir metadan başka bir şey değildir.” (Ra'd 13/26)

Oysa insan oğlu henüz beden âlemine gelmeden Elest Meclisinde be SÖZü vermiştir.. ve sözünün eri olması “kavli’s- sâbit ki Doğruluğu isbat edilmiş olan” bir söz eri oluş emredilip istenmiştir:

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fil hayâtid dunyâ ve fil âhıreh(âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’: Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp saptırır; Allah dilediğini yapar.” (İbrâhim 14/27)

Her cÂNLı için gel-geç rüYÂsı olan bu yalan DÜNya örneği Kur'ân-ı Kerimimizde:

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاء فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِرًا
Resim---Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâh(riyâhu), ve kânallâhu alâ kulli şey'in muktedirâ(muktediren).:Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı çırpı oluverdi. Allah, her şeyin üzerinde güç yetirendir.” (Kehf 18/45)

KULLUK imtihÂNı ana ARACı olan beslenme ve ÜREme ÜRÜNÜ, mal mülk, çoluk çocuklar, kızlar, oğullar, ev bark bu yalan DÜNya hayatının süsüdür, ziynetidir ve sanaldır.. Bâki kalacak olan hakikatuLLAH Lutfuna Sahiblik- damlanın DEnİZde OLuşu RABBımızın İNDindedir:

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِندَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ أَمَلًا
Resim---El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ(emelen).:Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin katında sevâp bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf 18/46)

Bâkiyyatü's-sâlihat: bâki kalacak sâlih ameller, tesbihat, namaz, güzel söz, Mehafullah, Muhabbetullah, Mârifetullah, İtâatullah, Hizmetullah...

Konumuza devam edeceğiz ancak bir yanlış anlamaya sebeb olmamak için açıklamalyım ki,
Dinimiz, dünyaya da, âhirete de çalışmayı emretmektedir.

ALLAHu zü’l- CeLÂL, Kur'ân-ı Kerimde buyurmakta ki:

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Resim---''Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn: "Allah'ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas 28/77)

Yine sevgilimiz Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem Hadis-i şeriflerindeyse;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünyanızı ıslaha, düzeltmeye çalışınız! Yarın ölecekmiş gibi de âhiret için amel ediniz!” buyurdu.
(Deylemî, Firdevs)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de âhiret için çalışınız!” buyurdu.
(İbni Asakir)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sizin hayırlınız, âhireti için dünyasını, dünyası için âhiretini terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.”
(Deylemî, Firdevs)

Ama bunlar dünya malına tapacak kadar asla değildir..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Dünya malından ayrılınca üzülmek, buna kavuşunca sevinmek ve azgınlık yapmak, insanı Cehenneme götürür.” buyurdu.
(Tirmizî)

İfrattan ve tefritten sakınar MuhaMMedî İ’tidal YOLunda MuhaMMedî SEVİYEde faydalanmaktır esas olan:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Dünyayı seven, âhiretine zarar verir. Âhireti seven, dünyasına zarar verir. O halde, devamlı olanı, geçici olana tercih etmelidir.” buyurdu.
(Beyhakî)

MuhaMMedi Edeb, İlim, İrfÂN ve ErkÂN Rasûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemi DUYu/UYuşla zAHMETten RAHMETe Dönüşür inşae ALLAHu TeâLâ!..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlim, Allah rızası için değil, dünya menfaati için öğrenildiği ve ibadetler, dünya menfaatlerine alet edildiği zaman fitneler zuhur edecektir.” buyurdu.
(A.Rezzâk)

KULLUK İmtihÂNı İmkÂNı OL-AN Dünya Hayatını abartmadan MuhaMMedî Denge-Düzen-SEViye İÇinde Yaşayarak ve Çakılıp kalmadan, MuhaMMedî ŞâhiDuLLah olabilmek mesele ki;

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Dünya ile aramızda bir münasebet yok. Zira ben dünyada yaz gününde yola çıkan yolcu gibiyim. Yolcu yolda bir ağaç gölgesinde biraz istirahat eder, sonra gölgeyi terk edip gider. Ben de yoluma devam edeceğim " buyurdu.
(Hâkim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Dünya mü'mine mal olmaz. Zirâ dünya mü'minin imtihan yeri ve zindanıdır." buyurdu.
(Râmuzu’l- Hadis 206/4)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız da dünya sıkıntıları size ehven gelir ve ahireti dünyaya tercih ederdiniz." buyurdu.
(Buhârî)

ALLAHu zü’l- CeLÂL, Kur'ân-ı KerimimİZdeyse;

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ
Resim---''Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNU’L- MEÂB (meâbi).: Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” (Âli İmrân 3/14)

وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ
Resim---''Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fîl ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr: Eğer Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş tutup yaysaydı, gerçekten yeryüzünde azarlardı. Ancak O, dilediği miktar ile indirir. Çünkü O, kullarından haberi olandır, görendir.(Şûrâ 42/27)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

ÖZ-ünde-Enfüsünde; Aşk Nuru, Meşk Işığı, Şevk Cilâsı, ÂFÂKında; Hizmet Edebi, Himmet Şerefi ve insÂN olmanın Haysiyet Yüceliği olanlar tapmak için Dünyanın süsüne tükürmezler BİLe!..

Oysa dünaya da gökler de, ALLAH celle celâluhu NÛRudur..

Gerçek şu ki Rabbımıza KULLUKta İmkÂNla İmtihÂN Salonu Dünya ve Hayatı olduğu için dünya-din ahret Denge DÜZeni MuhaMMedî SEViye istemektedir:

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ
Resim---Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).:Biz; yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun (eğlence) olsun diye yaratmadık.” (Enbiyâ 21/16)

Küllî şey, bu KULLUK’un ŞEHâdetuLLAH-ABDuLLAH Tiyatro OYUNunda Aksesuvar malzemelerdir esas olan SONuç ve ÖMRün ÖZ-Et Sözü Tevhiddir:

وَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَزِينَتُهَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Resim---Ve mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ ve zînetuhâ ve mâ indallâhi hayrun ve ebkâ, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).:Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?(Kasas 28/60)
Metağ: geçim vasıtası.
Zinet: debdebe...


Hani çocuklarımızın gelişiminde izlediğimiz oyun-eğlenceleri, karşı cinse ilgileri, hayatı kaznam çabaları ve gerçek hayat:

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Resim---Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib(laibun), ve inned dârel âhırete le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).:Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!(Ankebut 29/64)

ALLAHu zü’l- CeLÂL biz KULLarını uyarıyor ki, gelegeç-gölge izafî Dün-ya Hayatı ve İKİ-lik ŞEY-t-ÂNlığı siz Aldatıp TEK-likten ki TEVHİDden ayırmasın:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Resim---Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru).:Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatr 35/5)
Garur: çokça aldatıcı (mübalağâ)
Şeytân: (mal, makam, şehvet ve dünya işleri ile kandırıp): "ALLAH Kerîm'dir affeder! v.s." dedirtir...
Ya da normal yollarla avlayamadığı kimseyi: "Ne iyi ibâdet ediyorsun, senden başka daha iyi müslüman mı var!..." v.s. ile riyâya sokup soyar...


Oysa hayat ni’meti sadece ve sadece AKLın İKİ-lik ŞEY-t-ÂNlığını TeSLİM alıp MüsLümÂN etmekti tıpkı teslim olup, imÂN edip, Tâbi olup da İtâat etmek zorunda olduğu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selemi gibi:

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan; Müslim)

Eşya>Olay>Zaman>Zann İçindeki âdemoğlu insÂN, Kendini BİLipi-BULup Düzen kurması ve RABBında OLup-YAŞAyıp HakikatMuhaMMedîyyesine ŞÂHİD olanlar Basar-Basîret DÜRbününü AYIK İzlemediler:

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًا ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ
Resim---Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ bâtıla(bâtılen), zâlike zannullezîne keferû, fe veylun lillezîne keferû minen nâr(nâri).:Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o inkâr edenlere.” (Sad 38/27)

insÂNoğlunun fıtrî-yaratılışı gereği dışa-hayata-dünyaya-inkÂRa yöneliktir ki İmtihÂN için gereklidir.
Gerçekten eğer ÖLÜMü Öldürüp MeZÂR Kapısını kapataBİLseydik kaç kişi ALLAH celle celâluhuya inanıdı ben Bilemiyorum amma sizler NE DERsiniz ey CÂNLarımız!:

وَلَوْلَا أَن يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَن يَكْفُرُ بِالرَّحْمَنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِّن فَضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ
Resim---Ve lev lâ en yekûnen nâsu ummeten vâhıdeten le cealnâ limen yekfuru bir rahmâni li buyûtihim sukufen min fıddatin ve meârice aleyhâ yazherûne.:Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.(Zuhrûf 43/33)

وَلِبُيُوتِهِمْ أَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُونَ
Resim---Ve li buyûtihim ebvâben ve sururen aleyhâ yettekiûn(yettekiûne).:Ve onların evlerine kapılar ve de üzerine yaslandıkları koltuklar (onları da gümüşten yapardık).” (Zuhrûf 43/34)

وَزُخْرُفًا وَإِن كُلُّ ذَلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةُ عِندَ رَبِّكَ لِلْمُتَّقِينَ
Resim---Ve zuhrufâ(zuhrufen), ve in kullu zâlike lemmâ metâul hayâtid dunyâ, vel âhiretu inde rabbike lil muttekîn(muttekîne).:Ve (daha nice) çekici süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Âhiret ise, Rabbinin katında muttakiler içindir.” (Zuhrûf 43/35)
Zuhrûf: zinet, altın.
Metâ': kısa müddet faydalanılan yok olup giden mal.


Onun için bu yaratış MâsiVÂsı-Küllî ŞEY’i boşuna değildir.. Zâhir oYUNU Bâtın EĞLENcesi zannedenler UYUyan, Uyurgzer ya da zilzurna Sarhoşlardır!..:

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ
Resim---"Ve mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn(lâibîne).:Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık." (Duhân 44/38)

Acı OL-ÂN şudur ki, YÂRım Nefse lik Dün-ya HaYYatında sonsuz yaşayacakmış gibi DALLıp giden EDEBsiz AKIL, Yaratnını BİLe SOLLayıp geçince ÖLÜM Uykusuna yatar ki ÖLÜNce UYANaBİLir..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar UYkudadır, ÖLünce UYANırlar!” buyurmuştur.
(Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ II/414 (2795)

وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا وَمَأْوَاكُمْ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ
Resim---Ve kîlel yevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).:Onlara şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.” (Câsiye 45/34)

Ne acı ki böylesi sonUÇ sadece hüsrÂNdır:

ذَلِكُم بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Resim---Zâlikum bi ennekumuttehaztum âyâtillâhi huzuven ve garretkumul hayâtud dunyâ, fel yevme lâ yuhrecûne minhâ ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).:Bunun böyle olmasının sebebi şudur: Siz Allah'ın âyetlerini alaya aldınız, dünya hayatı sizi aldattı. Artık bugün ateşten çıkarılmayacaklardır ve onların (Allah'ı) hoşnut etmeleri de istenmeyecektir.” (Câsiye 45/35)

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُم بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنتُمْ تَفْسُقُونَ
Resim---Ve yevme yu’radullezîne keferû alen nâr(nâri), ezhebtum tayyibâtikum fî hayâtikumud dunyâ vestemta’tum bihâ fel yevme tuczevne azâbel hûni bi mâ kuntum testekbirûne fîl ardı bi gayril hakkı ve bi mâ kuntum tefsukûn(tefsukûne).:İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf 46/20)

Hûn: horluk, hakirlik, (ihânet)

SünnetuLLAH gereği tek gaye ve tek tek tecihle NebÂT ya da HayvaÂN yaratılanlardan üstün AKIL Sahibi İnsÂN oğlu EMRuLLahı DUYmaz/UYmaz ise AT-EŞ onların EVi olacaktır, dünya ve âhirde.:

إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَّهُمْ
Resim---İnnallâhe yudhılullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), vellezîne keferû yetemetteûne ve ye’kulûne kemâ te’kulul en’âmu ven nâru mesven lehum.:Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş, onlar için bir konaklama yeridir.” (MuhaMMed 47/12)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kâfir yedi mide ile yer, mü'min ise bir mide ile yer."buyurmuştur.
(Buhârî)

Şahsen benim gönlüm hep şuna yanmıştır ki, edebszi ham insÂN AKLı, Oynanan “KÛN feyeKÛN-OYUNU”nu çÖZemeyip DALLıp gitmesidir..
Oysa OYUN bitince tiyatro aksesub-varı kalır ve bir de OYUNcular ALkış seslerli.. gerisi hikâye..:

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
Resim--- "İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum.:Doğrusu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer imân eder ve sakınırsanız ALLAH size mükâfâtınızı verir. Ve sizden mallarınızı (tamamen) istemez." (MuhaMMed 47/36)

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---İ’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd(evlâdi), ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ(hutâmen), ve fîl âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân(rıdvânun), ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).:Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.(Hadid 57/20)

Bu âyeti celile de küffâr: çiftçiler (tohumu toprağa örtenler)
Küfr: örtmek,
Kâfir : hakkı bâtılla örten,
Kâfir: gece (ötrücü)
Kefr: mezâr,
Kefere: zâhiri (somut) şeyleri örtmek,
Cenne: bâtını (soyut) şeyleri örtmek; can, cennet, cenin, cünûn: aklı örtülü mecnûn, cin...


Dünya hayatı içinde; insanın normal olarak önce nefsi sonra eşi, evlâdı, malı, akraba v.s. sıralınır..
Tüm bunlar bu KULLUk OYUNUnun perdleridirler ve bu perdlere takılan zavallı kum balıkları bu imtihÂNda Nefislerinin Hevâ-Heveslerine takılıp kalıp hüsrÂNa düşmüşlerdir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُلْهِكُمْ أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tulhikum emvâlukum ve lâ evlâdukum an zikrillâh(zikrillâhi), ve men yef'al zâlike fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).:Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.(Münâfıkun 63/9)

Adüvv.. ALLAH celle celâluhunun TevhiduLLAH Davasında, en yakın akarabalarımızn çoluk-çocuk gibi DENEme Tahtalarımız.. elbette MuhaMMedî Merhamet Sahibi Hakk ERENLerin fıtrî ÖZELLİK ve GÜZELLikler gereği affedip-BAĞışlamak RahmÂNî bir ERdeMLeridir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Yâ eyhuhellezîne âmenû inne min ezvâcikum ve evlâdikum aduvven lekum fahzerûhum, ve in ta’fû ve tasfehû ve tagfirû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).:Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu halde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.(Tegâbûn 64/14)

Fitne.. toz-toprağa karışmış ALTIN madeninin ELemek vs ile ayrılması mümkün değildir.. bu İlahî AŞKIn YOLU bir tAVaya KOYup AT-Eşe OTURTmaktır ki.. Altını ERitip AKITaBİLelim .. işte buna “fetene” Fiili denmekte Arapçada ey cÂNLarımİZ!..

إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ وَاللَّهُ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---İnnemâ emvalukum ve evlâdukum fitneh(fitnetun), vallâhu indehû ecrun azîm(azîmun).:Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun katında olandır.” (Tegâbûn 64/15)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Aklı olan herkes çok iyi bilir ki Sünnetullahta HAYAT denilenin temeli ÜREmektir. Bunun için ise ana olmazsa oılmaz BESLENmektir.
Hayat Ticaretinin sermeyasi-ana malı-metâ’ı yaşamak serüvenidir.
Üremenin yani TEKVÎNin-Yeniden yaratılışın Tarlası Rahimiyyet tecellî tahtası DİŞİlik-ANAlık-Kadınlık Mahremiyyetidir.
Onun için buyurmakta;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Dünya bir metâ'dır. Onun en hayırlı metâ'ı da sâliha bir kadındır."buyurmuştur.
(Müslim)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Kadın eğri bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın, onu o hâliyle eğri olarak: tabî yapısında bırakırsan ondan istifâde edersin." buyurmuştur.
(Buhârî)

MuhaMMedî Şuûra Ulaşmış ANNElik Şerefini taşıyan kadınlarımız baş tacımız olmalıdır ki;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hayrükûm, hayrükûm linisâihi: Sizin hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanınızdır." buyurmuştur.
(İbn Mâce, Nikah 50; Darimî, Nikah 55)

Ehl-i Beyt aleyhumu's-selâmın ANA Kaynağı Azîze ANNEmiz için ise;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Fatma benim parçamdır. Ona eziyet veren bana eziyet verir." buyurmuştur.
(Buhârî)

İmâm-ı Alî (keremullahi veche) kendisine cennet ve cehennemi sorana: "Hangisini soruyorsun o dünyadakileri mi bu dünyadakileri mi?" der. "Bu dünyadakileri" denilince, Mübârek İmâm: "Bu dünyada cennet sâliha bir kadın, cehennem ise geçimsiz bir kadındır." buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerimimizdeyse, Sâliha bir kadının sevgi ve merhamet (huzur) kaynağı olduğu bildirilmiştir:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum meveddeten ve rahmeh(rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).:Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rum 30/21)

Bu Hayat tarzı hep sürecekmiş gibi insan aklını gaflet dumanıyla kör eden İnsan NEFSinin hevâ ve Hevesi beklenmedik AN-da geçmişini yazdığı sol elini açınca hayret ve dehşet içinde kalacağını, pişman olacağını, yok olmak isteyişini, ömür boyu peşinde koştuğu mal-mülkün boşluğunu, yarım nefeslik gücünün kuvvetinin sanallığını, şahdamarından da AKRABA olan Rabb'ına nasıl ihânet edip nankör olduğunu ve hülâsâ nasıl da HAKK sevgisini HALK sevgisine fedâ ettiğini Kur'ân-ı Kerimde ALLAHu Teâlâ açıkça bildirmiştir:

وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ
Resim---Ve emmâ men ûtiye kitâbehu bi şimâlihî fe yekûlu yâ leytenî lem ûte kitâbiyeh: Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi." (Hakka 69/25)

وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ
Resim---" Ve lem edri mâ hısâbiyeh: Hesabımı hiç bilmeseydim." (Hakka 69/26)

يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ
Resim---" Yâ leytehâ kânetil kâdiyeh: Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi." (Hakka 69/27)

مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ
Resim---Mâ agnâ annî mâliyeh: "Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı." (Hakka 69/28)

هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ
Resim---Heleke annî sultâniyeh: Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka 69/29)

sultâni-yeh: hakimiyetim, benim saltanatım (mal gücüm)

إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ
Resim---İnnel insâne li rabbihî le kenûd: Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür.” (Âdiyât 100/6)

Kunûd: haktan ve hayırdan men edici uzaklaştırıcı.
Arz-ı kenûd: bir şey bitirmeyen, vermeyen toprak.


وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ
Resim---Ve innehu alâ zâlike le şehîd: Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir.” (Âdiyât 100/7)

وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
Resim---Ve innehu li hubbil hayri le şedîd: Ve o, mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür.(Âdiyât 100/8)

insanoğlunun BEŞİKle MEZÂRı Rasına gerilmiş/mekte OL-AN Sıarat köprüsünün ilki KADINdır. Sonra Çocuk, mal vs. gelir..

fitne, hakkı şerden ayırma işidir. Kötü değildir Lâzımı ve Lâyıkıdır KULLUK İmtihanınımızın:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben, benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım."
(Buhârî, Nikah 17; Tirmizî, Edeb 31; İbn Mâce, Fiten 19)

Mesele; kadın olsun, erkek olsun insanların bizzâtîhi zâtının kötülüğü değil de, insanın kötü ahlâkı tercih etmesi ve karşısındakinin de bununla denenmesi ve imtihÂNıdır.

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Günâh, senin gönlünü daraltan, iyilik ise sende gönül huzuru meydana getiren şeydir." buyurmuştur.
(Müslüm, Birr 14)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin getirdiği islâm dini ve Tasavvuf denilen MuhaMMedî Metodu baştan sona ÇİLEdir. Çile ise derd ve belâ olmayıp, zevk ve şuûr işidir.
Her zaman, her yerde, her hâlde, her şeyle, herkesle ve her NEFESte; hakk ve hayr içinde oluş şuûrunu kaybetmeme denemesidir çile!..

En büyük çile, peygamberlere ve hâliyle en başta Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sonra Ehl-i Beyt aleyhi’s-selâm'a sonra, derece derece ALLAH Dostlarına ve hepimİZe çile yağar gökten durmadan bu ÖLÜM ÇÖLÜnde..

bu HAYYat bir Zikir - Fikir - Şükür - Sabır Sistemidir...

Sabır: hakk ve hayrda dâim kâim kalabilme çaba ve gücüdür.
Bâtıl ve Şerre yapılan sabır depildir ve onun adı “TAHAMMÜL” etmektir.


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Biz peygamberler topluluğu, halkın en çok belâya (çileye) uğrayanıyız. Bizden sonra Evliyâ (ALLAH Dostları) ve süleha (sâlihler) sırasıyla gelir. Kişi dindârlığı ölçüsünde, ibtilâya (çileye tiryakilik) uğrar. Dininde selabeti (sağlamlığı, dayanma gücü) tam olanın ibtilası (çile imtihÂNı) da tam olur." buyurmuştur.
(Buhârî, Merdâ 3; Tirmizî, Zûhd 57)

MuhaMMedî OLUŞun SON-UÇu açıkça ÇİLEdir:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Ben seni seviyorum yâ Resûlullah!..."diyen sahabiye "Başına gelecek belâya (çileye) hazır ol!..." buyurmuştur.
(Tirmizî, Zühd 36)

Nefsi aklını başına alıp rüşde eren Sûfî; ENFÜSteki (iç, merkez) Emânetullaha sadakat, ÂFÂKtaki (dış, muhit) Nimetullaha adâlet gösterir ki kemâlât (Kelâmullah) tam Ola!..
Bu ise, Çile düğümünü çözmekle olur...


وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim---"Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih(kelimâtihî), ve huves semîul alîm(alîmu).: RABB'inin kelimesi (sözü), sıdkan (doğrulukça) da, adlen (adâletçe) de tamam oldu (tam kemâlindedir.) O'nun kelimelerini (sözlerini) değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir."
(En'âm 6/115)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

Eğer nefs, akl-ı selimle; emânete (em, emân, emânet) sadakat gösterirse sonunda sevâba, ihânet ederse sonunda ikâba ve azaba kavuşur...

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen) :“Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.”
(Ahzâb 33/72)

Nefsin fıtrî yapısında, akl-ı selimini kullanmayıp câhillikle emânete ihânet de vardır.
Nefsin fıtrî yapısında, akl-ı selimini kullanmayıp zâlimlikle ni'metlere zulüm de vardır. aynı zamanda yine nefsin fıtrî (yaratılış) yapısında, emâneti yüklenebilme kabiliyyet, isti'dâd ve liyâkatı da vardır.
Kulluk teklifini ezelde hep beraber kabul eden nefsler, akl-ı selimleri (irade-i cüziyye) ile tercih yaparlar.
İfrat ve tefritte azaba, itidâl de ise sevâba ulaşırlar...
Bu tercihin Türkçe adı çile imtihÂNıdır...


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'dan dünya ve ahirette aff, afiyet ve yakîn isteyin!." buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Dua 5)

Buyurarak tercih için; hakkın ve hayrın, kalbimize ilhâmını ve yaşamakta yardımını HAKK'tan istememizi emretmiştir.
İyi, güzel doğru ve faydalı olan; çilenin içindedir.
ÇiLe ise; ciddî, samimî, sürekli ve etkili ise semere (meyve) verir...

Azîz kardeşlerim, deveye sormuşlar ki:
"İnişi mi seversin yokuşu mu?" deve de düşünmüş ve: "Düz yolun canı mı çıktı" demiş...

Biz Kitab-ı Kerîm'imizi negatif açıdan nefsin ifrat ve tefrite düşmesi hâli için tarıyoruz şu anda. İ'tidâle de sıra gelecek...
İşin pozitif, müsbet yönünü de ele alacağız.

Nefs-i Emmâre dizginleri eline aldıkça azar, azdıkça şimarır ve en sonunda en bedbaht, uğursuz ve korkunç yere ulaşır ki kendi RABB'liğini ilân edip, Firavuna ümmet olur!.:


فَحَشَرَ فَنَادَى
Resim---Fehaşere fe nâdâ:“Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi;”
(Naziât 79/23)

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ :“Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.”
(Naziât 79/24)

فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى
Resim---Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ :“Böylelikle Allah onu, âhiret ve dünya azabıyla yakaladı.”
(Naziât 79/25)

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى
Resim---İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ :Gerçekten bundan 'içi titreyerek korkacak' kimse için elbette bir ibret (ders) vardır.”
(Naziât 79/26)

Böyle söylemesi Firavun'u en alta indirdi ve esfelini tercih eden nefs-i emmârecilerin önderi yaptı.

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ
Resim---Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne) :“Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.”
(Kasas 28/41)

Ve bu işe, şeytân bile şaşmıştır!.. Çünkü şeytân:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn: "(Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki şeytân insana: "inkâr et!..." der. İnsan inkâr edince de: "Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB'i olan ALLAH'tan korkarım" der."
(Haşr 59/16)

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn: [/color]“Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular.”
(Sebe' 34/20)

Hizbu'ş-şeytân:

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ عَلَى شَيْءٍ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Resim---Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn: “O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey (hakikat) üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.”
(Mücâdele 58/18)

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbu’ş- şeytân, elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn: “Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.”
(Mücâdele 58/19)

Eşkiyâ:

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى
Resim---“Ve yetecennebuhel eşkâ.: “'Mutsuz, bedbaht, şâkî olan ondan kaçınır.”
(A'la 87/11)


لَا يَصْلَاهَا إِلَّا الْأَشْقَى
Resim---“Lâ yaslâhâ ille’l- eşkâ.:“Ona, ancak en bedbaht olandan başkası yollanmaz;”
(Leyl 92/15)

Hepsi de Nefs-i Emmârenin; şehvetine (her türlü yasak ve aşırı isteklerine), şeytâna ve dünyaya tâbi' olup mahvolmasını anlatırlar...

Dünya hayatına gelmiş-geçmiş en yaramaz olabilecek çocuk Nefs-i Emmâredir ve,
Terbiye, Tezkiye, Tasfiye, Tecliye ile Tekemmül, Terakki ve Tevhid işlemlerine tâbi' tutmak için çok cehd ü cühûd lâzım ki:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Tebük gazvesi dönüşünde: "Küçük cihâddan büyük cihâda döndük! (rücû' ettik) " buyurmuşlardır (Keşfü'l-Hâfâ I/511 (1362)

Cihâdı, öldürmek sanan câhil sofular da tüfeği kaptığı gibi nefs-i emmâresini arıyor ki vura da öldüre...
İlimsiz cihâd cehâlet olur, o da cehenneme çeker...


Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II/343 (2532)

"Nefsini bilen RABB'isini (hemence) bilir..."
İyi de, nefsi bilmek kolay mı? Bir tek nefs-i emmâre için Kur'ân-ı Kerîm'den aldıklarımız, denizden kum tanesi...
Hüsn-i Niyyet, Samimîyyet, Ciddîyet ve Sabır ister!
Tüm âcizâne gayretlerden sonra:

Hak Erenler'den himmet (mübârek güc, dua),
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem den şefâat ve
RABB'imız Tealâ'dan hidâyet dileriz...

Bilmezsek anlayamayız, anlamazsak yaşayamayız ve yaşayamadıktan sonra iş, kupkuru lâfa çıkar...
Dünya işinde; 5 paraya 500 takla atıp lâfa kanmaz iken, bunca yemini billahla bildirilen Kur'ânî hak ve hayr gerçeklerine göz yummamalıyız...

Nefs-i Levvâme'ye geçmeden şunu iyice anlamalıyız ki imkÂNla imtihÂN sahnesi olarak yaratılan bu Muhteşem ve Mükemmel sistem (kâinât'ın) devâmı, imârı ve varlık sebebinin sürmesi; gaflet, cehâlet ve delâlet ve hiyânet imtihÂNı ve dolayısı ile gafiller (ahmaklar), câhiller, müşrikler (sapıklar) ve münkirler (hâinler) eliyledir.
Kâmil Mü'minler de imâr ederse de nefsi için olmayınca ve saldırmadan, aldırmadan, daldırmadan, hakk-u hayrı ortadan kaldırmadan olunca, ötekilerin yanında devede kulak kalır.
İkilik sisteminde inkâr-ikrâr, ibret-hikmet, kötü-iyi, çirkin-güzel at başı gider.
Birinin varlığı diğerinin varlığına işarettir.

MuhaMMedî Âşıklar ise; ne güzele sadece alkış tutar, ne de çirkine sadece "yuh!" çeker. İkisini de tevhid eder.
Noksanı tamlar, çirkini güzelleştirir...


Tüm varlığa: Var edenin rızası, emri ve muradı için merhamet, muhabbet ve hasbî hizmete mecbur ve me'mur olduğuna inanır ve yaşar...
Nefs-i Emmâre olsun, nefs-i levvâme olsun, hâşâ düşman, kâfir v.s. değildir.
Ciddî ve Samimî bir terbiye isteyen, bir babanın tek oğlu gibidir.
İlmullah ve Edeb-i Resûlullah ile yetişir ve yaşarsa keyfine ve keyfimize değme gitsin!.
Kâinât onun için ibâdethâne olur...

Aksi olur da kendi kitabını kendi yazar ve şeytânın ağzıyla okursa, sonu ya hastahâne ya meyhâne ya hapishâne ya da kabirhâne olur.
Allah korusun!...

Nefs-i Emmâreyi edeb ve erkân içinde;
İlim, İmân, İbâdet, İhlâs, İttika, İrfân, Îkan, İz'ân ile İhsânullah'a, bu imtihÂN yerinde ulaştırmak boynumuzun ezel borcudur.

ALLAH; ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in,Kur'ân-ı Kerîm'in, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, diri dostlarının (ERenlerin) ve kendi nefsimizin kadr-ü-kıymetini kalbimize ilhâm etsin ki hakka inanıp hayrı yaşayabilelim.
Beden-Vücûd İklimindeki
Kalb, Ruh, Sır, Hafî, Ahfâ ve Akdes gibi Muazzam, Muhterem, Mübârek, Mükemmel ve Mükerrem; makam, mahal, mazhar, mahmud, azm, aşama ve imkÂNlarının tümü nefsin ilk sözünü (Ahdullah'ı) son sözü kılması için diyazndır.

Onun için Tebliğle me'mur olan muhteşem MuhaMMed aleyhisselatü vesselâm Tenzir (uyarı), Tebşir (uyananı müjdeleme) meslek ve meşrebiyle teşrif buyurmuştur.
Tenzir ve Tebşirin muhatabı ise; insan kılığına bürünmüş, akıl ni'metinden kararınca kaderince verilmiş, çocukluk çağı (çağlalık, acılık) geçmiş, bülûğa ve rüşdüne ermiş, tevhid tebliğini duymuş, birinin kölesi olmayan her bir kuldur, yâni nefsi (ki başta emmâre hâli) dir...

Yiğitlik;

Nefs-i Emmâreyi (kötülüğü, bâtılı ve şerri emredici olan),
Nefs-i Levvâme (kendini kınayıcı),
Nefs-i Mülhime (ALLAHÜ ZÜLCELÂL, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ilhâm alıcı, )
Nefs-i Mutmaînne (inancında tatmîn olmuş),
Nefs-i Râziyye (RABB'ısından razı),
Nefs-i Merzîyye (RABB'ısı da ondan razı),
Nefs-i Kâmile (sırf, saf, tam ve kâmil MuhaMMedî Nefs-i Kâmile) hâle ulaştırmaktır.

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir,”
Resim--- "Kad eflaha men zekkâhâ: Kim ki temizlendi kurtuldu". (Şems 91/9)

Ve böylece Sû'-i emmâre kötülüğü EMReden Nefs, Hüsn-i emmâre-İyiliği EMReden Nefs hâline dönüşüp iyiliği (hakkı ve hayrı) çokça emredici hâle getirip emredilen ve murad edilen bir dünya hayatı yaşatıp cevr-i cihân ve çark-ı çile de:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Mü'min sevinirse şükreder, üzülürse sabreder"
(Riyâzüssâlihin)

Buyruğu sırrına mazhar olarak ebedî saâdet yurdu olan dârü's-selâmâ tekbirlerle teşrif eder...

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ
Resim---“Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn: Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.”
(Zümer 39/73)

إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاء وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا
Resim---“İnne hâzâ kâne lekum cezâen ve kâne sa’yukum meşkûrâ: Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafaattır. Sizin çaba harcamanız şükre değer (meşkur/makbul) görülmüştür.”
(İnsan 76/22)

Azîz kardeşlerim, Kur'ân-ı Kerîm'imizde âcizâne hayretime mü'cib bir âyet-i kerîme vardır.
Meryem Sûresinin 71. Âyeti:


ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيًّا
Resim---“Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ: Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz.”
(Meryem 19/70)

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---“Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Sizden ona (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır.”
(Meryem 19/71)


Verede: gelmek, hazır olmak, uğramaktır.

İstisnâsız her insanın cehenneme uğraması konusu tefsir imâmlarınca enine boyuna incelenmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen bir rivâyete göre iyi- kötü her insan cehenneme uğrayacaktır.
Ancak ALLAH iyileri oradan kurtaracaktır.
Câbir (ra) dan gelen rivâyette ise cennetlik mü'minler cehenneme uğrayacaklar fakat cehennemde oların geçtikleri yerlerin ateşinin söneceği bildirilmiştir.
Başka bir rivâyette ise mü'minlerin cehenneme uğramaları cehennem üzerine kurulan sırat köprüsünden geçmelerinden ibârettir.

Ahmed b. Hanbel; Haşim b. Kasım, Mübarek b. Fudal yoluyla Hasan'ın
"İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır" âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bildirdi:
"Adamın biri kardeşine, "sen Cehenneme varacağını bilmiyorsun?"
dedi ki: "Evet",
kardeşi dedi ki: "Oraya varacağından emin oldun değil mi?"
dedi ki: "Evet"
kardeşi tekrar dedi ki: "Buna kabul ettin ve inandın değil mi?"
dedi ki: "Evet, Allah Teala "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür" dediği halde nasıl inanmam?!"
kardeşi tekrar dedi ki: "Oradan çıkacağından emin oldun değil mi?
Dedi ki: "Vallahi oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum" bunun üzerine kardeşi dedi ki:
"Madem öyle neden hala gevşek davranıyorsun, gülüyorsun ve oynuyorsun?"
Süddî'nin şöyle dediğini bildirdi:
"Bir seferinde Hamadani'ye, "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır" ayetiyle ilgili sordum, İbni Mesud'un kendisine şöyle dediğini bildirdi:
"Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İnsanlar Cehenneme uğrarlar ve amellerine göre oradan çıkartılırlar; birincisi yıldırım gibi çıkar, sonra rüzgar gibi, sonra at hızı gibi, sonra devesine binenin hızı gibi, sonra insanın koşması ve insanın yürümesi gibi geçerler."
Hadisi Tirmizi rivayet etti ve "hasen" olduğunu bildirdi. Hadisin ilk kısmını Ahmed b. Hanbel rivayet etti, aynı şekilde Hakim hadisi rivayet etti ve "sahih" olduğunu bildirdi.
Aynı şekilde Taberani bu hadisi Ebî Asim, İbn Cureyc yoluyla rivayet "Kitab'ul-Sunne"de rivayet etmektedir, İbn Cureyc şöyle dedi:
"Ebu Zubeyr bana, Cabir'e Cehenneme varmakla ilgili sorulduğu zaman orada olduğunu bildirdi, Cabir şöyle dedi:
"Biz kıyamet günü bir tepenin üzerinde yüksek bir yerde olacağız, sonra her ümmet-putlarıyla birlikte çağrılacaktır"
Sahihi Müslim'de Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: "Sizde her kim bir parça hurma vererek bile olsa kendisini ateşten koruyabilecekse bunu yapsın."
Sahihi Buharî'de geçen bir hadiste Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
"Sizden biri Allah Azze ve Celle'nin önünde duracak ikisi arasında hiçbir engel bulunmadığı gibi aralarında tercümanlık yapacak kimse de bulunulmayacak,
sonra Allah Teala şöyle buyuracak: "Sana mal vermedim mi?
Diyecek ki: "Evet",
sonra diyecek ki: "Sana Rasûl göndermedim mi?
Diyecek ki: "Evet",
sonra sağına bakacak ateşten başka bir şey görmeyecek, sonra soluna bakacak ateşten başka bir şey görmeyecek, işte bundan dolayı sizden birisi bir parça hurma vererek bile olsa kendisini ateşten korusun, eğer bunu da bulamazsa güzel bir sözle kendisini korusun."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cehennem ateşi müminlere der ki: Ey mümin, üzerimden çabuk geç, senin nurun ateşimi söndürüyor!”

(Taberânî)

Âhiretteki sırat köprüsü haktır.
Ancak şu anda geçmekte olduğumuz ve imkÂNla imtihÂN olan hayat köprüsü, çile köprüsü ve sırlar köprüsü de haktır.
Bir canbaz gibi canımız dişimizde geçmeye çabalıyoruz...

Âcizâne bu uğramaya sebeb; Nefs-i emmâre (benlik hissi) nin her insanda olması (sistemin gereği olsa dahi) dır.
Bu uğrayışın hikmetini ALLAHÜ ZÜLCELÂL ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bilir...

Nefs; emmârelikten ıslah ve iflâh olup sâfiyye nefs bile olsa, yine nefstir. Tevhid konusunda işleriz İnşâallah!...


İlâhî emir : Teslim ol!... Bu lâzım olandır.
Emrullah: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e teslim olmaktır.

İlâhî Murad : İstikamet bul!... Bu ise lâyık olandır.
Muradullah: Resûllah sallallahu aleyhi ve sellem'in imâmlığında ALLAH celle celâluhu'ya istikamet bulmaktır.

Azîz kardeşlerim, zevk diyoruz, zevklendim diyoruz.
Söz - Sohbet - Zevk - Hazz diyoruz...
Âcizâne zevkim o ki zevk: İlâhiî Sistemi ve Sahibini bilmek ve anlamak için candan çabadır.
İlâhî sistemin Sahibi ve sistemi içinde et- tırnak ve can-ten gibi yaşamak ise Habibî hazdır.
Dörtlü sistemi bu zevk ile izlersek:


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: MUHAMMEDİ TASAVVUF

Mesaj gönderen kulihvani »

3.3.3.2. Nefs-i Levvâme:

Levm: Kınamak. Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
Levvâm: (Levvâme) kınayıcı, levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.
Nefs-i Levvâme: Kınayıcı Nefis.. Kötülük yaptığında bundan pişman olup kendini kınayan ve Rabbımızdan af dileyen nefs. Yaptığı kötü işlerin farkına varıp gaflet uykusundan ve cehâletten kaçınmaya çalışan nefs.

ALLAH TEALÂ'dan korkmaya, insanlardan utanmaya ve pişman olmaya başlayan nefsin "sadr"daki nefsî (kendi) makamıdır.
Loş bir aydınlık içinde olup günâh işleyebilir, kendini kınar ve yine günâh işleyebilir. Sevâb da işleyebilir ve kendini avutabilir.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.” buyurmuştur.
(İbni Mâce, zühd 30: Tebâranî, mûcemü’l- kebir 10/150)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Lâ tekilni ilâ nefsi feinneke in telkini ilâ nefsi tukarribunî mine'ş-şerri ve tubaidunî mine'l-hayrî: (RABB'ım!) Beni nefsime havale etme zîrâ sen beni nefsime havale eder kendime bırakırsan nefsim beni şerre yaklaştırır ve hayrdan uzaklaştırır." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/412)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Zer (ra)'e: "Cin ve insan şeytânlarından ALLAH'a sığındın mı?"buyurunca Ebu Zer: "İnsanın da şeytânları var mıdır?" diye sordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Evet, onlar cin şeytânlarından daha şerlidir!..." buyurdu.
(İ. Ahmed,Müsned I/178,179,265)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Hasibu enfüseküm kable en tuhasebu: Hesaba çekilmeden önce nefslerinizi (kendinizi) hesaba çekin." buyurdu.
(Tirmizî, Kıyâmet 25)

Azîz kardeşlerim, aslında bilinmeyenleri söylemiyoruz.
Mesele söylemekte değil de anlamaktadır..


Bektaşî Baba, Mevlevî Çelebi'ye sormuş: "Ne der, ne yaparsınız?"
Mevlevî: "ALLAH!” der döneriz!" demiş.
Bektaşî: "Ah Erenler neylersiniz? Biz ise “ALLAH!” deriz, asla dönmeyiz!..." demiş.

Bedenî İnsan : HâkLen: toprak (ham akıl) ile anlar.
Nefsî İnsan : AkLen: normal akıl ile anlar.
Kalbî İnsan : NakLen: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i bulan akıl “AŞK” ile anlar.
Ruhî İnsan : HAKKLen: HAKK esmâsın mazharı olan akıl “Aşku'l-Aşk” ile anlar.

Ne var ki her insan tüm letâif kâdemelerinde terakki ve tekemmül için halk edilmiş olup, Muradullah da budur. İnsana emredilen Emrullah da budur.

Nefsin dışında letâif makamlarına seyahata çıkabilen letâif yoktur.
Beden; bedendir, sağlam-hasta, ayık-sarhoş, çirkin-güzel...
Kalb; kalbdir, temizlenmiş-kirlenmiş, iş görüyor-iş görmüyor...
Ruh; aslîdir, lâtiftir ve hiçbir şey ona nüfüz edemez, cam gibi düşün, olsa olsa is yaparsın onu ise cilâlayıp (silip) temizlersin ve ruh, ruhluktan çıkamaz...

Nefs ise mâsivâyı kıble etti de eşkıyâ seferine (dışa) çıktı mı azgın nefs,
Nefs-i Emmâre adını alır ve dışındaki en önemli Beden Memleketini işgal edip akıl hocası şeytâna peşkeş çeker ve dininde, dünyasında ve ahretinde çok ağır bedel öder...
Niçin yaratıldığını ve SON-UÇun mezar olduğunu anlar, kendini BİLir de yaptıklarından utanır kendini kınamaya başlarsa
Nefs-i Levvâme adını alır.
Yok eğer, MEVLÂ celle celâluhu'yu kıble edip takvâ seferine (içe) çıkarsa, Kalb Ülkesinde
Nefs-i Mülhime adını alır.
Öze doğru terakki ve tekemmüle devâm ederse, ruhla haşır-neşir olursa, tatmîn ve kani' olup
nefs-i mutmaînne adını alır; sırra ulaşırsa RABB'ısından razı olur, Nefs-i Râziyye adını alır.
Hafî hâlinde RABB'ısının razı olduğu
Nefs-i Merzîyye adını alır.
Ahfâ (gizlinin gizlisi) hâline ulaşınca da tevhidi safdır, tertemizdir ve adı
Nefs-i Sâfiyye olur.
Tevhid kemâl bulunca; mahlûkatın en mükemmel, en muhterem, en muhteşem ve en mübareği olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'de fenâ (gark) oluş
"akdes" noktasındadır ve Nefs-i Kâmiledir.
Ve Sonunda Fenâfillah vardır..

Zirâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in görevi HAKK'ın halkını, Hakk’a isâl (ulaştırma) dır.
Kimse Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i bulmadan, Fenâfillahtan bahsetmesin!.
Kur'ân-ı Kerîm'i iyi okusun.. Akılsızca, naklsizce ahkâm kesmesin!...

Öze (Hakka) ulaşıp da tekrar mâsivâya (halka) bakan Nefs-i Kâmile; kesrette vahdeti görür ve yaşar artık.
Böylesi nâsib ve kısmet olan kâmil ârif ve âşık kişi, Rabbanî cisimdir. Arzî ve semâvîdir. Hazırdır-gaibdir. Kuldur-sultândır..

MuhaMMedî metodda; tevhid tekemmülü esastır.
Elbette 15 yaşındaki civân delikanlı "fenâfi'n-nefs"dir.
Nefsinde fenâ bulup nefsî arzularına esasen gark olmuştur.
Bu ise Sunnetullahta böyledir.
Gence: "genç kızlara bakma!" demenin veya "bakmıyorum!" demesinin aslı astarı yoktur!.
"Adam gibi bak!" başka.. Çünkü evlenecek...

İşin bâtınî mânevî yönü ise:
Bir kimse Fenafi'n-Nefs kalır ise nefsperest (nefs-i emmâresinin hevâ ve hevesine dolayısıyla şeytâna tapıcı) olur. Yılllar böylece gelip geçerken bu hâlde (meselâ 40 yaşında) birisini cezbeden (çeken) bir kâmil ârif mürşid, şeyh; lâzım ve lâyık olanları anlatır ve o kimse de anlarsa hâliyle "Fenafi'ş-Şeyh"olur...
Her şeyi, şeyhi olur...
Şeyhi; yol vermez, kul eder, o da olursa o zaman şeyhperest olur. ALLAH korusun!...
Yok, kolundan tutar da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ulaştırır teslim ederse mürîd: "Fenafi'r-Resûl"olur...
Şüphesiz ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de o kimseyi RABB'ısına, İstikamet ettirecektir.
"Fenâfi'llah" denilen budur her hâlde...
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahasına giren bir husustur ki
“Dİyen BİLmez BİLen Demez!” denilmektedir tasavvufta ERENlerce..

Cidden sıkılarak yazıyorum.
Bu bizim işimiz değil olmasına da, Ümmet-i MuhaMMed'e oyunbazların oynadığı orta oyunu kanıma dokunuyor!.
Ve Niçin yapıyorlar anlamıyorum ve mantıklı bir neden bulamıyorum!.
Siz de iyice biliyorsunuz ki böyle yapanların nefsi dışa dönüktür.
Dillerindeki özsüz sözler ise, hırs tuzaklarının kuş yemi gibidir..
Kendisi rüşde ermemiş mürşid mi olur?!.
Uyuyan uyuyanı nasıl uyandıracak?!.
Kör köre kandil tutsa ne yazar?!..

Bizim i'tirazımız;
Kitab'a, Hadis-i Şeriflere, Sünnet-i Seniyyeye, Hak Dostların hâl ve yollarına, akla ve vicdana sığmayan saçma sapan alışkanlık tarzına varmış, Edebsiz ve İlimsiz Tarikatçılık yapanlaradır..

Rızamız ise;
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL'in emri, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in tebliği ve tasdikiyle ve gerçekten yetkili ve etkili Hak Dostlarının tasvibi ile olan Tasavvufa canımız fedâdır!.

ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL ihsân etti, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem lûtfetti, Hak Dostları ikrâm etti de Mürşid Postuna oturup: “MuhaMMedî Hizmetçiyim” diyen ve fisebilillah uygulayanlara can kurbÂN..
Ben böylelerini çok gördüm ve birlikte yaşadım yıllarca şükürler olsun Rabbımıza!.

Ama hiç birisinin ne tac-ü tahtı, ne köşkü sarayı, ne şanı, ne şirketi, ne çorbası, ne pilavı ne canı ne de cemâatı vardı!.
Yoktu, kardeşim yoktu!..
İçi dışı bir, kalender, hırpâni, hâlim selim ama MuhaMMedî idiler.
Onların korku ve hüzünleri de yoktu...
Onlar halkın evliyâsı değil de Hakk'ın evliyâsı (Evliyâullah) hatta Ehlullah (ALLAH ehli) idiler...

Ne diyelim;
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂL, şu üç günlük dünyada dinlerini oyuncak eden böylesi ateş toplayıcılarını uyandırsın!.
ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLşuûr versin ki,
Şuûr; verilen tüm emânetlerin hakk ve hayr yönünde ALLAH rızası için kullanılmasıdır.
Bunun, hatta dinin ilk şartı akıl ve nefs iken, böylesi kişilerin ilk düşmanı akıl ve nefs olmuştur.
Elbetteki; Ham Akıl: İlmî (aklî), Fıtrî (naklî), İrfânî (Resûlî), Yakinî (Rabbânî) Öğretim ve Eğitimden sonra DEĞİŞimin ipek kozasını örer ve Câhil Tırtıl ->Kâmil Kelebek olur çıkar “Benlik Kozsaı”ndan bîiznillah.

İnsanî Akıl, ilâhî aşka (nurun a'lâ nura) dönüşür.
Böylesi akıl, sahibini (nefsi) kurtarabilir.
Çünkü okuyan çocuk bile bilir ki Kur'ân-ı Kerîm'de imân ve itâat eden nefs dost, küfr ve isyân eden nefs düşmandır..


Nefs: Sadrdan-yuvasından dışarıya döndü ve mâsivâyı kıble edindi mi 4 unsurun boyasını er geç boyanır:
Turabî (toprak)
Narî (ateş)
Maî (su)
Havaî (hava) hâlleri alır.

Nefs: Sadrdan içeriye döner, MEVLÂ'yı özden canla başla kıble edinirse, Kalbî, Ruhî, Sırrî, Hafî, Ahfâî ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in nuruna ulaşınca Kudsî hâllere kavuşur.

Nefs: KULLUK İmtihanında baş rol oyuncusu ve en önemlsidir. Kişinin RABB'ısına vuslat yoludur..
Akıl ise sanki; nefsini letâif yörüngelerine nakleden füze gibidir.
Akıl, nefsin de her şeyidir. Akıl yoksa letâif makamları bomboştur.
Uyuyan insanın vasıflarını kullanamaması gibidir..
Böylesi kişi sadece diğer insanlara ibret için halk edilmiş bir örnektir.
Sorumlu olamaz. RABB'ÜL BİRRUN celle celâluhu; İbret Sahnesinde Celâlîyetini, Hikmet Sahnesinde Cemâlîyetini oynatıyor.

Onun için Cemâlî Meşrebli insanlar yüzlerini İbret Sahnesinde seyrederler.
Celâlî Meşrebli insanlar ise Hikmet Sahnesinde saçlarını tarar ve kendilerine çeki-düzen verirler...
Mesele aklın rüşde ermesi, nefsin aklını başına toplamasıdır.
Yoksa her meyvenin aslı acı çağladır...
Portakal çağlası cidden zehir-zıkkımdır...
İlâhî ve fıtrî proje gereği çile güneşi altında bir gün gelir ki, bal baklava olur... Tohumdan tohuma tevhid budur..
Akıl aynası, ANA AYNadır...
Kırıldı mı ne asıl, ne sûret kalır bakan için...

Şunu da hiç unutmamalıyız ki nefs çok aktiftir:
Ya hakk ve hayrda, ya da bâtıl ve şerdedir.. Arasında asla kalamaz...
Onun için nefsini hakk ve hayr ile meşgul etmeyen kişiyi; nefsi, bâtıl ve şer ile meşgul eder...
Işık ve karanlık misâli gibidir... Ya ışık, ya da karanlık...

Akıllı nefsin gelişimi, değişimi ve oluşumu, kısacası zeki bir insan için tasavvufla mümkündür.
Zeki, dürüst, samimî ve sisteme saygı duyan bir kimseye küçük çocuğa dediğin gibi: "Yeni doğan bu kardeşini leylek getirdi!" dercesine anlatamazsınız gerçekleri.
“ALLAHÜ ZÜ'L-CELÂLvardır, birdir” deyip de saece İhlâsı Şerîfi okuyarak işi biteremezsiniz..


Azametullahı ilim ve edeble anlatıp, dış ve içini sükûn ve huşû'ya kavuşturup, zâhiri sanatın sanatkârıyla tanıştırmak; halka HAKK rızası için muhabbet ve merhametle işlenen MuhaMMedî metoddur ki MuhaMMedî Tasavvufun zâhiri budur.

Bâtını ise; Kudretullahı irfân ve erkânla arz edip,âfâk ve enfüsünü sükût ve huzû'ya ulaştırıp zikir-fikir-şükür-sabır tevhidini yaşamasına hasbî hizmet etmektir!...
MuhaMMedî Tasavvufun bâtını budur.

Zâhir ve bâtın birleşince ise İhsânullah'tan ikrâm olan sekînet-i MuhaMMedîyedir.


Resim
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön