KELÂMuLLAHta MERKEZ-MUHİt..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KELÂMuLLAHta MERKEZ-MUHİt..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

5kgx2mt=5mtx2kg
11kgx7mt=11mtx7kg
Mesned Ağırlık Merkez Yükü=>18kg..

Resim
DENGE<=>DÜZEN..
MERKEZ<=>MUHİT..


Resim
MERKEZde-İÇte-ÖZde-ENFüSte==>İLÂHî DENGEsi..
MUHİTte=>DIŞta-YÜZde-AFÂkta==>İLÂHî DÜZENi..
MURADuLLAH=>EMRuLLAH=>SÜNNETuLLAH=>ŞE’ÂNuLLAH’ta..

Resim
İÇİnde YAŞAmakta OLduğumuz KULLuk İmtihÂNı ÂLEMİ’nde=>RABBımız TeÂLÂ’mıza;
=>FAKRÎYyette=>ŞEKLeN KULLuğumuzu=>İLMeN BİLmeye =>MUHTACız!.
=>ACZÎYyette=>ŞEKLeN-AKLeN KULLuğumuzun=>İRADeSiN BULmaya =>MECBURuz!.
=>ZİLLÎYyette=>ŞEKLeN-AKLeN-NAKLeN KULLuğumuzun =>İDRAKiNde OLmaya =>ME’MURuz!.
=>İLLÎYyette=>ŞEKLeN-AKLeN-NAKLeN-HAKku’L-HAKkLeN KULLuğumuzun =>İŞTİRAKiN YAŞAmaya =>MAHKUmuz!.
Resim
Ve’s- SELÂMmmm!.



İLAHî==>DENGE<->DÜZENi,
ŞE’ÂN’daki>SÜNNEtuLLAH!.
ZERRE<->KÜRREde=>ÖZENi,
YARATış İŞİ’nde===>ALLAH!.

KÂLû=>BELÂ’dan ==>İLLEti,
FAKR-u-ACZinde ==>ZİLLEti,
“İLKk SÖZü”ne SÂHiB ÇIKar,
“SoN SÖZ”de>ÂŞIKk MİLLEti!.

==>İFRAt<->TEFRİt==>İ’TİDÂLi,
DIŞ’ta KÜLLî ŞEYy==>DENGEsi!.
NEFs’in>RÛH’a=>HAYy KEMÂLi,
=>İÇ’te ==>AGIRLıKk MERKEZi!.


ZEVK 9831

DALdan EĞme=>ÂŞIKk OLmaz!. KÖKten SÜRENLer=>HAKk ÂŞIKk,
MUtu KABLe=>En Temute!.”=->KEFEN DÜRENLer=>HAKk ÂŞIKk,
EL=>EL’e=>RASÛLuLLAH’La,
==>EHL-i BEYt-i ÂLİ ŞAH’La====>KITMİR ÜRENLer=>HAKk ÂŞIKk,
=>ŞE’ÂNI’nda=>Bî-İZNİLLAH!.=>YÂR’in GÖRENLer=>HAKk ÂŞIKk!.


27.12.20 02: 27
brsbrsm...tktktrstkkmizdedngedzenn..


DEVRÂNInda=>SEYRÂNI’nda,
CEVLÂNI’nda->HAYRÂNI’nda,
HÂLiS-MUHLiS=>MuhaMMedî,
HASBî HİZMEt KERVÂNI-nda!.

BİZ BİR BOHÇAsı===>İHVÂNim,
=>ÇİLLe BAHÇAsı==->İHVÂNim,
GEÇmiş<->GELecek=>Şu ÂNda,
=>AŞKk’ın ŞAHÇAsı=>İHVÂNim!.


Resim


Kur’ÂN-ı Kerîm’de=>KÛN fe yeKÛN-Kâinât’ın GeneL DENGE-DÜZENi.:

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Yarattığı, kâinatta görünen görünmeyen, canlı cansız, bilinen bilinmeyen ne varsa, hepsini bir İÇte Denge-DIŞta Düzeni içinde yaratmış; yaratıklarını sonsuz Azamet ve Kudretiyle Er RABB celle celâlihu Esmâsıyla terbiye ederek gözetip korumuştur, Korumaktadır ve koruyacaktır..

MURADuLLAH’ın/İLAHÎ İRADE’nin İşLeyişi.:


سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
Resim---“Sebbihısme RABBike’l- a’lâ.: RABBinin “ÂLâ” ismini tesbih et.” (A’lâ 87/1)

الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
Resim---“Ellezî halaka fesevvâ.: O ki yarattı sonra SEVVÂ etti (dizayn etti, düzenledi).” (A’lâ 87/2)

وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Resim---“Vellezî kaddere fe hedâ.: Ve O ki, bir KADER tayin etti. Sonra da hidâyet etti.” (A’lâ 87/3)

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
Resim---“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader (kaderin).: Muhakkak ki BİZ, herşeyi, bir KADERle (takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer 54/49)

فَالِقُ الإِصْبَاحِ وَجَعَلَ اللَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---“Fâliku’l- ısbâh (ısbâhı), ve ceale’l- leyle sekenen ve’ş- şemse ve’l- kamere husbânâ (husbânen), zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi).: Sabahı (fecr vaktini) yarıp çıkarandır. Ve geceyi dinlenme (sukûn) vakti ve güneşi ve ayı (hareketlerini çok ince hesaplarla dizayn ederek) zamanı hesaplama ünitesi (hesap vasıtası) kıldı. İşte bu, azîz ve alîm olanın (ALLAH'ın) TAKDİRidir.” (En’âm 6/96)

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her an) bir şe'n (ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: O (ALLAH), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: “Ol!” demektir. O, hemen olur.” (YâSîn 36/82)

AZAMETuLLAHta KAHHÂR VaHdÂNîyyeti’nin Göstergesi.:

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لاِمْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ (veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fî’l- ardı ve li nuallimehu min te’vîli’l- ehâdîs (ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun (ya’lemune).: Mısır'da onu satın alan kişi, hanımına şöyle dedi: “Onun yerleşeceği yeri, özenle hazırla (ona karşı kerim ol). Belki bize faydası olur veyâ (belki de) onu evlât ediniriz.” Ve işte böylece ona hadîslerin (olayların, sözlerin) tevîlini (yorumunu) öğretelim diye Yusuf'u yeryüzünde yerleştirdik. Ve ALLAH, emrinde gâlib olandır. Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.” (Yûsuf 12/21)

كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
Resim---“Keteballâhu le aglibenne ene ve rusulî, innallâhe kaviyyun azîz (azîzun).: ALLAH.: “Elbette BEN ve Rasûllerim galib geleceğiz.” diye Levh-i Mahfûz’da yazmıştır. Muhakkak kiALLAH; Kavî'dir (güçlü, kuvvetli, kudretli dir), Azîz'dir (hükümrandır.)” (Mücâdele 58/21)

أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِّنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنشِرُونَ
Resim---“Emittehazu âliheten mine’l- ardı hum yunşirûn (yunşirûne).: Yoksa onlar, arzdan (yerden) ilâhlar mı edindiler? Onları (o ilâhlar mı) diriltecek?” (Enbiyâ 21/21)

Resim---Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir hadiste müslümanlara zor günler yaşatan Hendek/Ahzâb Gazvesi’nin zaferle sona ermesi münâsebetiyle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in, içinde gaLebe kavramının da yer aldığı şükrÂN niyazında;
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.
: “ALLAH’tan başka İlâh yoktur, O TEKktir. Ordusunu onurlandırdı, kuluna zafer verdi. Birleşik kuvvetlere, kendi KudretiyLe gaLib geLdi” buyurmuştur.

(Buhârî, Megâzî, 29; Müslim, Zikir, 77)

SÜNNEtuLLAH/İlahî Kanunun ŞE’ÂNuLLAHta Her ÂN İŞLEyişindeki Hassas ve Muazzam Nizam ve KüLLî ŞEYy/MahLükat ARALarındaki insicâm/Düzgün, sağlam, intizamlı ve ârızasız tertib üzere OLuşu.:

الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
Resim---“Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ (tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut (tefâvutin), ferciı’l- basara hel terâ min futûr (futûrin).: Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. RAHMÂN'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?” (Mülk 67/3)

KüLLî ŞEYyin/MahLükatın, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Hâkmîyyeti DIŞına Çıkamayacağı.:

وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerin ve yerin mülkü ve hâkimiyeti ALLAH’a aittir. Ve ALLAH her şeye kadîrdir (her şeye gücü kudreti yeter.)” (Âl-i İmrân 3/189)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in RUBUBîYyet Sıfatıyla Yaratmakta OLduğu KüLLî ŞEYyiyLe/MahLükatıyLa sıkı bir ilişki içinde NAHNU=BİZ BİR-İZ AKREB-AKRABALığı.:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min habli’l- verîdi.: Ve andolsun ki insanı BİZ yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini ( fısıldadıklarını) biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf 50/16)

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْآخِرَةِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ
Resim---“El hamdu lillâhillezî lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı ve lehu’l- hamdu fî’l- âhireh (âhireti), ve huve’l- hakîmu’l- habîr (habîru).: Hamd, göklerde ve yerde olan varlıklar kendisine ait olan Allah'a aittir. Ve hamd, ahirette de O'na aittir. Ve O, Hakîm'dir (hikmet ve hüküm sahibi), Habîr'dir (herşeyden haberdar olan).” (Sebe’ 34/1)

يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ الرَّحِيمُ الْغَفُورُ
Resim---“Ya’lemu mâ yelicu fî’l- ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mine’s- semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmu’l- gafûr(gafûru).: (O, ALLAH) yere gireni ve ondan çıkanı, semâdan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O; Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir), Gafûr'dur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).” (Sebe’ 34/2)

İÇinde yaşadığımız DÜNYâ ile, Gezegeni OLan Kamer/Ay’ın ve Gezegeni OLduğu Şems/Güneş’in BİZ BİR-İZ DEnge-DÜzen Hesabı İLİŞkiLeri.:

الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ
Resim---“Eş şemsu ve’l- kameru bi husbân(husbânin).: Güneş ve Ay (yaratılışları ve yörüngelerindeki hareketleri), (astrofizik) hesaplarladır (hassas dengelerle dizayn edilmiştir).” (Rahmân 55/5)

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Resim---“Ven necmu ve’ş- şeceru yescudân(yescudâni).: Yıldızlar ve ağaçlar, ikisi de (ALLAH'a) secde ederler.” (Rahmân 55/6)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Resim---“Ve’s- semâe refeahâ ve vedaa’l- mîzân(mîzâne).: Ve semâ; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizânı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti (koydu, kurdu.)” (Rahmân 55/7)

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ
Resim---“Ellâ tatgav fî’l- mîzân(mîzâni).: Mizânda (ölçmede) haddi aşmayınız (haksızlık yapmayınız).” (Rahmân 55/8)

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ
Resim---“Ve ekîmu’l- vezne bi’l- kıstı ve lâ tuhsırû’l- mîzân(mîzâne).: Ve vezni (tartmayı), adaletle yapın ve mizânı eksiltmeyin (ölçmede eksiklik yapmayın).” (Rahmân 55/9)

MURADuLLAH/İlahî İrade gereği =>Yeryüzü ve Gökyüzü birbirinden ayırıLmıştır.:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
Resim---“E ve lem yerellezîne keferû enne’s- semâvâti ve’l- arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ mine’l- mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).: İnkâr edenler (kâfirler), semâların ve arzın bitişik olduğunu görmediler mi? Sonra BiZ, o ikisini (birbirinden) ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)

KüLLî ŞEYy/MahLükat arasında DEnge-DÜzen UYumsuzluğu OLamaz.:

الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
Resim---“Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ(tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut(tefâvutin), ferciı’l- basara hel terâ min futûr(futûrin).: Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?” (Mülk 67/3)

KüLLî ŞEYy/MahLükat, Fıtraten İsteyerek Bir ARAdadırLar.:

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ
Resim---“Summestevâ ile’s- semâi ve hiye duhânun fe kâle lehâ ve li’l- ardı’tiyâ tav’an ev kerhâ(kerhen), kâletâ eteynâ tâiîn(tâiîne).: Sonra gaz (duman) halinde olan göğe yönelerek, çekimini tesis edip dengesini sağladı, hükümranlığını kurdu. Göğe ve yer küreye.: “İsteyerek veyâ istemeyerek buyruğuma gelin, kurduğum düzene dahil olun!” buyurdu. Onlar.: “İsteyerek geldik! (İtaat ederek)” dediler.” (Fussilet 41/11)

Şu SONsuz MahLükat/Varlıklar Âlemi’nde çok küçük bir yer işgal eden Dünya gezegenimiz =>Güneşten almış olduğu ısının,

وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا
Resim---“Ve ceale’l- kamere fîhinne nûren ve ceale’ş- şemse sirâcâ(sirâcen).: Ve Ay'ı, onların arasında (semâlarda/ yedi kat gökler) bir nur kıldı ve Güneş'i de bir sirac kıldı (çırağ/ aydınlatan, ısıtan bir ışık olarak planlayıp hazırlayarak var etti)” (Nûh 71/16)

=>Atmosferin her yerinde aynı derecede olmaması için belirli bir hız dâhilinde dönüp,

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Resim---“Ve tere’l- cibâle tahsebuhâ câmideten ve hiye temurru merre’s- sehâb(sehâbi), sun’allâhillezî etkane kulle şey’(şey’in), innehu habîrun bimâ tef’alûn(tef’alûne).: Dağları görürsün, onlar bulutların akışına benzer bir süratle akıp giderken, yerlerinde duruyor zannedersin. Bu, her şeyi hesaplı, planlı sağlam yapan ALLAH’ın yaratmasıdır (ortaya koyduğu tekniktir). O gizli-açık yaptıklarınızın tamamından haberdârdır.” (Neml 27/88)

=>Gece Gündüzü meydana getiriLmesi.:

إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاء مِن مَّاء فَأَحْيَا بِهِ الأرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---“İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri ve’l- fulkilletî tecrî fî’l- bahri bimâ yenfeun nâse ve mâ enzelallâhu mine’s- semâi min mâin fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe(dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ve’s- sehâbi’l- musahhari beyne’s- semâi ve’l- ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).: Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yarar sağlayarak denizde akıp giden o gemilerde, O'nun (ALLAH'ın) gökten su indirip böylece onunla, ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, orada bütün hayvanlardan yaymasında, rüzgârların (değişik yönlerden) esmesinde ve yerle gök arasında musahhar (emre amade) kılınmış bulutlarda, akıl eden kavim için mutlaka âyetler (deliller) vardır.” (Bakara 2/164)

هُوَ الَّذِي أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء لَّكُم مِّنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ
Resim---“Huvellezî enzele mine’s- semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(tusîmûne).: Sizin için semadan su indiren, O'dur. İçecek şeyler ondandır (sudandır). Ve ağaçlar (ve otlar) ondan olur. Orada (hayvanlarınızı) otlatırsınız.” (Nahl 16/10)

وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
Resim---“Vellezî nezzele mine’s- semâi mâenbi kader(kaderin), fe enşernâ bihî beldetenmeyten, kezâlike tuhrecûn(tuhrecûne).: Suyu semadan bir kader ile (taktir edilmiş bir ölçü ile) indiren O'dur. Böylece onunla ölü beldeyi dirilttik (kuru topraktan bitkiler çıkardık). İşte bunun gibi (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.” (Zuhrûf 43/11)

يُنبِتُ لَكُم بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخِيلَ وَالأَعْنَابَ وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle ve’l- a’nâbe ve min kulli’s- semerât(semereti), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Onunla sizin için; ekinler, zeytinler, hurmalıklar ve bağlar ve bütün ürünlerden (ürünleri, meyveleri) yetiştirir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyet (delil) vardır.” (Nahl 16/11)

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ
Resim---“E lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).: Göklerde ve yerlerdeki herşeyi, Allah'ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi? Ve sizin üzerinizdeki görünen ve görünmeyen (açık ve gizli) ni'metlerini tamamladı. Ve insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidâyete erdiricisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, ALLAH hakkında mücâdele ederler.” (Lokmân 31/20)

اللَّهُ الَّذِي سخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِن فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Allâhullezî sahhare lekumu’l- bahre li tecriye’l- fulku fîhi bi emrihî ve li tehtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).: O ALLAH ki, içinde gemileri O'nun emriyle yüzdürmeniz için denizi size musahhar (emre amade) kıldı. Ve O'nun fazlından istemeniz için. Umulur ki, böylece siz şükredersiniz.” (Câsiye 45/12)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve sahhare lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)

Dünya =>Ekliptik Sistemine (dünyanın güneşin etrafında dönerken gök küre üzerinde çizdiği yörüngeye) göre belirli bir açıda eğik olan ekseninden dolayı dengeli bir şekilde ısınması.:

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halaka’s- semâvâti ve’l- arda fî sitteti eyyâmin summestevâ ale’l- arşı, yugşî’l- leylen nehâre yatlubuhu hasîsen ve’ş- şemse ve’l- kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehu’l- halku ve’l- emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn(âlemîne).: Semâları ve arzı altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbiniz ALLAH'tır. Sonra arşa istiva etti. Gündüz, onu süratle talep eden (takip eden) gece ile örtülür. Ve güneş ve ay ve yıldızlar O'nun emrine musahhardır (boyun eğmişlerdir). Yaratma ve emir O'nun değil mi? Âlemlerin Rabbi mübarektir, şanı yücedir.” (A’râf 7/54)

وَسَخَّر لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَآئِبَينَ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
Resim---“Ve sehhare lekumu’ş- şemse ve’l- kamere dâibeyn(dâibeyni), ve sehhare lekumu’l- leyle ven nehâr(nehâra).: Ve ikisi de (adetleri üzere sünnetullah ile) devamlı hareket halinde olan güneşi ve ay'ı size musahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de size musahhar kıldı.” (İbrahîm 14/33)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَن يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاء*
Resim---“E lem tera ennallâhe yescudu lehu men fi’s- semâvâti ve men fî’l- ardı ve’ş- şemsu ve’l- kameru ven nucûmu ve’l- cibâlu ve’ş- şeceru ve’d- devabbu ve kesîrun minen nâs(nâsi), ve kesîrun hakka aleyhi’l- azâb(azâbu), ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mukrim(mukrimin), innallâhe yef’alu mâ yeşâ’(yeşâu).(Secde Âyeti).: Göklerde ve yeryüzünde olan kimseler, Güneş, Ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve (yürüyen) hayvanlar ve insanlardan çoğu; görmüyor musun (görmedin mi) ki ALLAH'a secde ediyorlar. (İnsanların) çoğunun üzerine azap hak oldu ve ALLAH, kimi zayıf düşürürse (alçaltırsa) artık ona ikram eden yoktur. Muhakkak ki ALLAH, dilediğini yapar.” (Hac 22/18)

لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim---“Le’ş- şemsu yenbegî lehâ en tudrike’l- kamere ve le’l- leylu sâbikun nehâr (nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn (yesbehûne).: Güneş'in Ay'a yetişmesi (aya yetişip çarpması) ve gecenin gündüzü geçmesi mümkün olamaz. Ve hepsi feleklerinde (yörüngelerinde-kendi dairesinde) yüzerler (seyrederler/ dönmeye devam ederler).” (YâSîn 36/40)

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
Resim---“Halaka’s- semâvâti ve’l- arda bi’l- hakk (hakkı), yukevviru’l- leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre ale’l- leyli ve sehhare’ş- şemse ve’l- kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), e lâ huve’l- azîzu’l- gaffâr (gaffâru).: (ALLAH), gökleri ve yeri hak ile ( haklı bir gerekçe ile, hikmete dayalı, hesaplı bir düzen içinde) yarattı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Güneş'i ve Ay'ı musahhar (koyduğu kanunlara boyun eğdirdi. emre amâde) kıldı. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar (yörüngelerinde) akar (gider). O; Azîz (yüce ve üstün, kudret ve hükümranlık sahibi olan) gaffâr (kâinatını koruma kalkanına alan, çok mağfiret eden ), değil midir?” (Zümer 39/5)

DeLmek için zâlimlerin vahşice saldırdığı Ozon Tabakası ile Dünya Atmosferi zararlı ışınlardan âdeta bir tavan gibi korunmuştur.:

وَجَعَلْنَا السَّمَاء سَقْفًا مَّحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Resim---“Ve cealne’s- semâe sakfen mahfûzâ (mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn (mu’ridûne).: Ve semâyı (gökleri) muhafaza edilmiş (dengesi, çekimi ve düzeni kudretimizle korunan) bir tavan kıldık. Ve onlar, O'nun âyetlerinden (kâfirler, ALLAH’ın kudret ve azametine delâlet eden gökteki delilleri görmekten) yüz çevirenlerdir.” (Enbiyâ 21/32)

Yer Yüzündeki =>Su-Buharlaşma-Yağmur arasındaki belirli bir orandaki DEVRÂN.:

وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّا عَلَى ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ
Resim---“Ve enzelnâ mine’s- semâi mâen bi kaderin fe eskennâhu fî’l- ardı ve innâ alâ zehâbin bihî le kâdirûn (kâdirûne).: Ve BİZ, semâdan takdir edilmiş miktarda (bir hesap, bir plan dâhilinde, ölçülü, düzenli bir şekilde) SU indirdik. Böylece onu(nla) yeryüzünde yerleştirdik (göller, nehirler, denizler oluşturduk.) Ve muhakkak ki BİZ, onu elbette (buharlaştırarak) gidermeye kaadiriz.” (Mü’minûn 23/18)

Dünyanın Merkezindeki =>Magmanın şiddetli sarsıntılarından korunması için dağların ağırlık olarak yerkabuğuna kazıklar OLuşu.:

وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَن تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلاً لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---“Ve elkâ fî’l- ardı revâsiye en temîde bikum ve enhâren ve subulen leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Ve sizinle sarsılır diye (sarsılmamanız için), yeryüzünde (ağır baskılı, oturaklı, derin temellere dayalı) dağlar oluşturdu. Nehirler ve yollar (yolunuzu bulmanız için oluşturdu). Böylece yolunuzu bulursunuz (hidâyete erersiniz).” (Nahl 16/15)

Sadece Güneş Işığı İle Fotosentez Olayı sonUÇu =>TÜMM CÂNLıLarın Besin Deposu Bitkilerin Üremesinde Aşılayıcı rüzgârlar.. Ve Yağmur tanelerinin İLk OLuşumunda, Elektirsel yüklü merkez TOZcukların gökyüzüne çıkmasında Rüzgârlar.:

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ
Resim---“Ve erselner riyâha levâkıha fe enzelnâ mine’s- semâi mâen fe eskaynâkumûh (eskaynâkumûhu), ve mâ entum lehu bi hâzinîn (hâzinîne).: Ve BİZ, rüzgârları (tozlaşma yapması için aşılayıcı ve bulutları yoğunlaştırıcı olarak yağmur) yüklü olarak gönderdik. Böylece semâdan su indirdik (depoladık) de, sizi onunla suladık (bu su ile sizin su ihtiyacınızı karşıladık). Ve onun (suyun) hazinelerini (denizleri, nehirleri, toprak altı ve toprak üstü su kaynaklarını, gölleri) oluşturan siz değilsiniz.” (Hicr 15/22)

=>YAĞan YAĞmurLarLa toprak faaL hâLe getiriLmekte OLuşu.:

وَاللّهُ أَنزَلَ مِنَ الْسَّمَاء مَاء فَأَحْيَا بِهِ الأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Resim---“Vallâhu enzele mine’s- semâi mâen fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yesmeûn (yesmeûne).: Ve ALLAH, semâdan suyu indirdi. Böylece onunla, ölümünden sonra arza (yeryüzüne) hayat verdi (canlandırdı.). Muhakkak ki bunda, işiten (Kur’ân’a kulak verip dinleyen) bir kavim için elbette bir âyet (ALLAH’ın varlığına, birliğine, yeniden diriltecek güce kudrete sahip olduğuna işaret, delil) vardır.” (Nahl 16/65)

ALLAHu zü’L- CeLÂL =>KüLLî ŞEYy/MahLükatı her ÂN, bir ölçüye göre yaratmaktadır.:

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
Resim---“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader (kaderin).: Muhakkak ki BİZ, herşeyi, bir kaderle (bir ölçüyle, bir plâna göre düzenli, takdir edilmiş olarak) yarattık.” (Kamer 54/49)

Ve Son-’ta ALLAHu zü’L- CeLÂL =>El HAYy Esmâsının her ÂN TECELLîsi ile DİRi-CÂNLıLar için YeR YüZü Mesken KILınmıştır.:

وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ
Resim---“Ve’l- arda vedaahâ li’l- enâm (enâmi).: Ve arz; onu, hayvanlar (ve bütün canlılar) için vazetti (jeolojik olaylarla, üzerinde canlıların yaşayabileceği şekilde dizayn etti. mahlûkat için yeryüzüne bir tavazu' verdi alta koydu, serdi, döşedi.)” (Rahmân 55/10)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’i Her YeR, HeR ÂN, Her HâL ve HeR NEFESte
=>ZikredenLer-FikredenLer-ŞükredenLer=>TÜMM SİSTEMde =>BiZ BİR-İZ DENGE-DÜZENini DÜŞünürLerve KORUmanın UYARıcıdırLar.:


إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ السَّمَاء مِن مَّاء فَأَحْيَا بِهِ الأرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخِّرِ بَيْنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Resim---“İnne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ardı vahtilâfi’l- leyli ven nehâri ve’l- fulkilletî tecrî fî’l- bahri bimâ yenfeun nâse ve mâ enzelallâhu mine’s- semâi min mâin fe ahyâ bihi’l- arda ba’de mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe (dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ve’s- sehâbi’l- musahhari beyne’s- semâi ve’l- ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yarar sağlayarak denizde akıp giden o gemilerde, O'nun (ALLAH'ın) gökten su indirip böylece onunla, ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde (ölü toprağı canlandırdığı suda), orada bütün hayvanlardan yaymasında (her tür canlının yeryüzünde üremesini sağlayıp yaygınlaştırmasında), rüzgârların (değişik yönlerden) esmesinde ve yerle gök arasında musahhar (ilâhî düzene boyun eğen, emre amâde) kılınmış bulutlarda, akıl eden kavim (aklını faydalı kullanabilen toplumlar) için mutlaka âyetler (ALLAH’ın varlığını ve birliğini ispatlayan deliller, birçok konunun çözümüne, keşfine işaretler, deliller) vardır.” (Bakara 2/164)

الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---“Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulû’l- elbab, lüblerin, ALLAH'ın sır hazinelerinin ve akıl-vicdan sahipleri sahipleri), ayaktayken (kıyamda, namaz kılarken), (meclislerde) otururken, yan üstü(yataklarında) yatarken (daima) ALLAH'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen SubhÂN'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12881
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KELÂMuLLAHta MERKEZ-MUHİt..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
DENGE<=>ZEN=>HAYyy!.

Kur'ÂN-ı Kerîmde=>HeR ÂN ŞE’ÂNuLLAHta “KÛN =>feyeKÛNOLUŞumunda doğrudan veyâ dolayLı olarak İLAHî=>DENGE<->DÜZENi’den bahseden ifâdeLer.:

1-) MiZÂN.:
Mizân kelimesi, Kur'ÂN-ı Kerîm’de 9 âyette;
TekiL.: MiZÂN OLarak.: En’am 6/152; A’raf 7/85; Hûd 11/84-85; Şûrâ 42/17; Rahman 55/7-9; Hadîd 57/25.. âyetlerinde yer almıştır..


وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Resim---“Ve’s- semâe refeahâ ve vedaa’l- mîzân(mîzâne).: Ve semâ; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizânı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti (koydu, kurdu.)” (Rahmân 55/7)

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ
Resim---“Ellâ tatgav fî’l- mîzân(mîzâni).: Mizânda (ölçmede) haddi aşmayınız (haksızlık yapmayınız).” (Rahmân 55/8)

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ
Resim---“Ve ekîmu’l- vezne bi’l- kıstı ve lâ tuhsırû’l- mîzân(mîzâne).: Ve vezni (tartmayı), adaletle yapın ve mizânı eksiltmeyin (ölçmede eksiklik yapmayın).” (Rahmân 55/9)

ÇoğuL.: mevâzîn OLarak.: A’raf 7/8-9; Enbiyâ 21/47; Mü’minûn 23/102-103; Kâria 101/6-8 âyetlerinde yer almıştır.:

فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِم بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ
Resim---"Fe le nekussanne aleyhim bi ilmin ve mâ kunnâ gâibîn(gâibîne).: Öyleyse onlara, mutlaka bir ilim ile anlatacağız. Biz gaibler (onların yaptıklarından habersiz) değildik.” (Â’râf 7/7)

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Ve’l- veznu yevme izini’l- hakk(hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İzin günü (hesaplaşma günü) tartı (ölçü) haktır (gerçektir). Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar, onlar felâha erenlerdir.” (Â’râf 7/8)

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِآيَاتِنَا يِظْلِمُونَ
Resim---“Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû biâyâtinâ yazlimûn (yazlimûne).: Ve kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize zulmettiklerinden dolayı nefslerini hüsrana düşürmüş olanlardır.” (Â’râf 7/9)

وَالأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ
Resim---“Ve’l- arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn (mevzûnin).: Ve yeryüzü; onu uzattık (yaydık) ve oraya büyük dağlar koyduk. Ve orada her şeyden (bütün bitkilerden) mevzûn (birbiriyle orantılı, dengeli, âhenkli, ölçülü) olarak bitkiler yetiştirdik.” (Hicr 15/19)

Âyetindeki aynı kökten türetilen “mevzûn” kelimesi dikkate alınmazsa, bunlardan sadece 3 âyette İLAHî=>DENGE<->DÜZEN’e işâret eder..

MizÂN.: Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir..
Mevzûn.: Birbiriyle orantılı, dengeli, âhenkli. Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün..


2-) KADR.: Kadr kelimesi ve türevleri, Kur'ÂN-ı Kerîm’de farklı mânâlarda kullanılmıştır.:
“Ka-de-ra” fiilinin mastarı olan “kadr” kelimesi ölçme, takdir edip tâyin etmek gibi anlamlara gelmekle birlikte, kavram olarak da ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bütün nesne ve olayları Ezelî İlmiyle bilip belirlemesi anlamına gelmektedir..

ALLAHu zü’L- CeLÂL =>Kur'ÂN-ı Kerîm’de varlıkları bir ölçüye göre yarattığını ve onlar üzerinde tâyin, takdir ve tahdid gibi tasarruflarda bulunarak İLAHî=>DENGE<->DÜZEN OLuşturduğuna dikkat çekmektedir. Genel hatlarıyla âyetlerde bu husus, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in yeri göğü yarattığı ve yakın semâyı kandillerle donatarak bozulmadan koruduğu.:


فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَى فِي كُلِّ سَمَاء أَمْرَهَا وَزَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَحِفْظًا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---“Fe kadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve zeyyenne’s- semâe’d- dunyâ bi mesâbîha ve hıfzâ (hıfzen), zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi).: Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm olan (ALLAH'ın) takdiridir.” (Fussilet 41/12)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Hesabın bilinebilmesi için Ay’a ve Güneş’e menziller (yörüngeler) tâyin ettiği.:

هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
Resim---“Huvellezî ceale’ş- şemse dıyâen ve’l- kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta'lemû adede’s- sinîne ve’l- hisâb (hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bi’l- hakk (hakkı), yufassılu’l- âyâti li kavmin ya'lemûn (ya'lemûne).: Güneş'i bir ziya, Ay'ı (kameri) bir nur kılan, O'dur. Ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için ona menziller tayin etti. ALLAH ne yarattı ise ancak böylece hak ile yarattı. Bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklar.” (Yûnus 10/5)

وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
Resim---“Ve’l- kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdeke’l- urcûni’l- kadîm (kadîmi).: Ve Ay, kurumuş hurma salkımı dalı gibi bir şekil (bedir şeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik.” (YâSîn 36/39)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Bir ölçüye göre gökten su indirdiği.:

وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
Resim---“Vellezî nezzele mine’s- semâi mâenbi kader (kaderin), fe enşernâ bihî beldetenmeyten, kezâlike tuhrecûn (tuhrecûne).: Suyu semadan bir kader ile (taktir edilmiş bir ölçü ile) indiren O'dur. Böylece onunla ölü beldeyi dirilttik (kuru topraktan bitkiler çıkardık). İşte bunun gibi (mezarlarınızdan) çıkarılacaksınız.” (Zuhruf 43/11)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Gökten indirdiği SU’yu vâdilerde SeL olarak akıttığı.:

أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَّابِيًا وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاء حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاء وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ
Resim---“Enzele mine’s- semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemele’s- seylu zebeden râbiyâ (râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun misluh (misluhu), kezâlike yadribullâhu’l- hakka ve’l- bâtıl (bâtıle), fe emmez zebedu fe yezhebu cufâ’(cufâen), ve emmâ mâ yenfaun nâse fe yemkusufî’l- ard (ardı), kezâlike yadrıbullâhu’l- emsâl (emsâle).: Semadan su indirdi. Böylece vadiler takdir edildiği kadar sel oldu aktı. Ve sel, üste çıkan köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya meta (eşya) yapmak isteyerek ateşte yakılan (eriyen) şeylerden (madenlerden) de, üzerlerinde onun gibi köpük oluşur. ALLAH, işte böylece hak ve bâtıla misal verir. Sonra köpük çözülüp, dağılarak gider. Fakat insanlara faydası olan şeyler, böylece yeryüzünde kalır. ALLAH, işte böyle misaller verir.” (Ra’d 13/17)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Gökten indirdiği SU’yu yeryüzünde onu tuttuğu.:

وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّا عَلَى ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ
Resim---“Ve enzelnâ mine’s- semâi mâen bi kaderin fe eskennâhu fî’l- ardı ve innâ alâ zehâbin bihî le kâdirûn (kâdirûne).: Ve Biz, semadan takdir edilmiş miktarda su indirdik. Böylece onu(nla) yeryüzünde (göller, nehirler, denizler) oluşturduk. Ve muhakkak ki Biz, onu elbette (buharlaştırarak) gidermeye kaadiriz.” (Mu’minûn 23/18)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Yeryüzünde onu tuttuğu SU’yu oradan kaynaklar fışkırttığı.:

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاء عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
Resim---“Ve feccerne’l- arda uyûnen feltekalmâu alâ emrin kad kudir (kudire).: Ve yeryüzünü pınarlar halinde fışkırttık. Böylece sular, taktir edilmiş olan emir üzerine birleşti.” (Kamer 54/12)

ALLAHu zü’L- CeLÂL =>KüLLî ŞEYy’in hazinesinin yanında olduğunu.:

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ
Resim---“Ve in min şey’in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma’lûm (ma’lûmin).: Hazinesi bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Malûm (bilinen) bir kaderi (takdir edilmiş miktarı) olmaksızın onu indirmeyiz.” (Hicr 15/21)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Belli bir öLÇüye göre rızık verdiği.:

وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاء إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ
Resim---“Ve lev besetallâhur rızka li ibâdihî le begav fî’l- ardı ve lâkin yunezzilu bi kaderin mâ yeşâu, innehu bi ibâdihî habîrun basîr (basîrun).: Ve eğer ALLAH, kullarına rızkı genişletseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Fakat O, dilediği kadarını indirir. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, (onları) görendir.” (Şûrâ 42/27)

KüLLî ŞEYy’in ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Katında =>Bir ÖLÇÜye göre olduğu.:

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
Resim---“Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdu’l- erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr (mıkdârin).: ALLAH bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O'nun katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.” (Ra’d 13/8)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Her şeye bir öLÇü koyduğu.:

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib (yahtesibu), ve men yetevekke’l- alâllâhi fe huve hasbuh (hasbuhu), innallâhe bâligu emrih (emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ (kadren).: Ve hesap etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim ALLAH'a tevekkül ederse, artık ona O (ALLAH) kâfidir. Muhakkak ki ALLAH, emrini (işini) yerine getirendir. ALLAH herşey için bir kader tayin etmiştir.” (Talâk 65/3)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’in =>Her şeye bir DENGE ve DÜZEN verdiği-O öLÇüye göre yarattığı.:

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا
Resim---“Ellezî lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fî’l- mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ (takdîren).: O (ALLAH) ki; göklerin ve yeryüzünün mülkü, O'nundur. Ve O, çocuk edinmemiştir. Mülkte, O'nun şeriki (ortağı) olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı sonra da onların kaderini takdir etti.” (Furkân 25/2)

Kur'ÂN-ı Kerîmde =>ALLAHu zü’L- CeLÂL’in EMRuLLAH’ın =>Mutlaka yerine getirilmiş olduğu şeklinde beyân edilmektedir.:

مَّا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ فِيمَا فَرَضَ اللَّهُ لَهُ سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلُ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا
Resim---“Mâ kâne alen nebiyyi min harecin fîmâ faradallâhu leh, sunnetallâhi fîllezîne halev min kabl(kablu), ve kâne emrullâhi kaderen makdûrâ (makdûran).: Nebî için, ALLAH'ın O'na farz kıldığı şeyi (yerine getirmesinde) O'na bir güçlük yoktur. Daha önce gelip geçenler için de ALLAH'ın sünneti buydu. ALLAH'ın emri, taktir edilmiş bir kader idi (yerine getirildi).” (Ahzâb 33/38)

3-) Kur’ÂN-ı Kerîm’de yer alan “ADL ve KISt” kelimelerini, yukarıda da ifâde edildiği gibi içinde yer aldıkları âyetlerin ilişki bağlamları i’tibariyle genel olarak Kâinât, özel olarak da Sosyal ve Ekonomik DENGE ve DÜZEN olarak da DÜŞÜNüLeBİLinir.:

شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Şehidâllâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, ve’l- melâiketu ve ulû’l- ilmi kâimen bi’l- kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu).: ALLAH, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O'ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz'dir, Hakîm'dir.” (Âl-i İmrân 3/18)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---“İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bi’l- kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm (elîmin).: "Muhakkak ki, ALLAH'ın âyetlerini inkâr edenleri, peygamberleri haksız yere öldürenleri, insanlardan adalet ile emredenleri öldürenleri artık "elîm azap" ile müjdele.” (Âl-i İmrân 3/21)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ تَعْدِلُواْ اعْدِلُواْ هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bi’l- kıstı ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu lit takva vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn (ta’melûne).: Ey iman edenler! ALLAH için kavvâmîn olun (hakkı ayakta tutun)! Adaletli şâhidler olun! Ve bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın! O takvaya en yakın olandır. ALLAH'a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızdan haberdar olandır.” (Mâide 6/8)

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Semmâûne li’l- kezibi ekkâlûne li’s- suht (suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â (şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bi’l- kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbu’l- muksıtîn (muksıtîne).: Yalan söylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat'ın hükmüne razı olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki ALLAH muksıtîn (âdil) olanları sever.” (Mâide 6/42)

وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللّهِ أَوْفُواْ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---“Ve lâ takrebû mâle’l- yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh (eşuddehu), ve evfû’l- keyle ve’l- mîzâne bi’l- kıst (kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. ALLAH'ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (ALLAH) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.” (Mâide 6/152)

وَيَا قَوْمِ أَوْفُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Resim---“Ve yâ kavmi evfû’l- mikyâle ve’l- mîzâne bi’l- kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fî’l- ardı mufsidîn (mufsidîne).: Ve ey kavmim, ölçeği ve tartıyı adaletle ölçün (yerine getirin)! İnsanların eşyalarını (haklarını) eksiltmeyin. Ve fesat çıkaranlar (olarak) yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Hûd 11/85)

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Resim---“İnnallâhe ye’muru bi’l- adli ve’l- ihsâni ve îtâi zî’l- kurbâ ve yenhâ ani’l- fahşâi ve’l- munkeri ve’l- bagy (bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn (tezekkerûne).: Muhakkak ki ALLAH, adaletli olmayı ve ihsanı ve akrabalara vermeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (ALLAH'ın yasakladığı şeylerden) ve azgınlıktan (hakka tecavüzden) sizi nehyeder. Böylece umulur ki siz, tezekkür edersiniz diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)

İLâHî DENGE ve DÜZEN.:

Kâinâttaki KüLLî ŞEYyi/MahLükatıALLAHu zü’L- CeLÂL =>Belli bir ÖLÇÜye göre, İLâHî DENGE ve DÜZEN ve ADALEt İLâhî YASAsı’na göre YAŞAtmakta ve İLişkiLeri/OLayLar İŞLemektedir ve asla bir kaos da söz konusu değildir.:


اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ
Resim---“Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdu’l- erhâmu ve mâ tezdâd (tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr (mıkdârin).: ALLAH bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O'nun katında herşey bir miktarla takdir edilmiştir.” (Ra’d 13/8)

الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا مَّا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِن تَفَاوُتٍ فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرَى مِن فُطُورٍ
Resim---“Ellezî halaka seb'a semâvâtin tibâkâ (tibâkan), mâ terâ fî halkır rahmâni min tefâvut (tefâvutin), ferciı’l- basara hel terâ min futûr (futûrin).: Gökleri yedi tabaka (7 kat) olarak yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir (tekrar bak), bir yarık (çatlak) görüyor musun?” (Mülk 67/3)

ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنقَلِبْ إِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِأً وَهُوَ حَسِيرٌ
Resim---“Summerciı’l- basara kerreteyni yenkalib lieyke’l- basaru hâsien ve huve hasîr (hasîrun).: Sonra iki defa daha bakışını çevir (bak). Bakışın aciz ve yorgun olarak sana (geri) döner.” (Mülk 67/4)

الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى
Resim---“Ellezî halaka fesevvâ.: O ki yarattı sonra sevva etti (dizayn etti, düzenledi).” (A’lâ 87/2)

وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى
Resim---“Vellezî kaddere fe hedâ.: Ve O ki, bir kader tayin etti. Sonra da hidâyet etti.” (A’lâ 87/3)

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
Resim---“Zahare’l- fesâdu fî’l- berri ve’l- bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn (yerciûne).: İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu (fesad meydan aldı), ki ALLAH yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rûm 30/41)

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Resim---“Ve’s- semâe refeahâ ve vedaa’l- mîzân (mîzâne). : Ve sema; onu yükseltti (astrofizik kurallara göre büyük patlama teorisi gereğince içten dışa bir genişleme ve yükselme olayını gerçekleştirdi) ve mizanı (ölçüyü, ağırlığı ve çekim kuvvetlerinin dengesini) vazetti.” (Rahmân 55/7)

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ
Resim---“Ellâ tatgav fî’l- mîzân (mîzâni).: Mizanda (ölçmede) haddi aşmayınız (haksızlık yapmayınız).” (Rahmân 55/8)

Âyette geçen “veze-ne” kelimesi ve türevlerinde, ALLAH’ın kâinatı yaratıp yönetmesindeki ölçü ve ahenge temas etme yanında ölçü-tartı, hak ve hukuka dair hususlara da vurgu yapılmıştır.

ALLAHu zü’L- CeLÂL, Kâinâtta hiçbir şeyi boş ve maksadsız yaratılmamış, tam aksine ölçülü ve birbirleriyle mütenâsib bir şekilde var etmiştir.:


الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
Resim---“Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ (bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr (nârı).: Onlar (ulû’l- elbab, lüblerin, ALLAH'ın sır hazinelerinin ve akıl-vicdan sahipleri sahipleri), ayaktayken (kıyamda, namaz kılarken), (meclislerde) otururken, yan üstü(yataklarında) yatarken (daima) ALLAH'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/191)

Elmalılı MuhaMMed Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu (1878; Elmalı – 27 Mayıs 1942, İstanbul) .:
“Mizân, semânın yüksekliği münâsebetiyle ortaya çıkan bütün eşya arasındaki genel denge kanunudur ki, (pesenteur) yahut (gravitaion) denilen yer çekimi veyâ ağırlık kanunu bunun en açık görüntüsüdür. Bildiğimiz terazi, kantar ve çeki gibi tartı ölçeği olan bütün mizânların esası da budur. Eskiler bunun yalnız yeryüzünde kullanıldığını zannediyor idiyseler de semâ ve yerdeki bütün cisimler hakkında geçerli genel bir kanun olduğu ve astronomi ilmi bakımından hususi bir önemi bulunduğu artık anlaşılmıştır. Bununla beraber genel denge kanunu yalnız cansız, duygusuz ve fizikî olan çekim kanununa hasredilmeyip kimyevî ve ruhî münâsebetleri dahi içine almak üzere adalet kanunu adıyla daha kapsamlı olarak izâh edildiği takdirde, faydasının daha fazla olacağı âşikârdır. Bu, her şeyi eşya arasında layık ve münasip olduğu yer ve mertebeye koyma demektir. Kâdî Beydâvî mizânı, her var olan şeye hak ettiğini, her hak sahibine de hakkını vermek suretiyle âlemdeki işlerin düzenli ve doğru hareket etmesi diye tarif etmiştir.”

(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 7, s. 367.)

DİYÂRHARÂMEYNn..
İLâHî DENGE MERKEZi.. MEKKE..BEYtuLLAH..
İLâHî DÜZEN MUHİTi.. MEDİNE.. BEYt-i RESÛLuLLAH..

İLâHî DENGE ve DÜZENin bozulmaması ve koruması için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Mekke ve Medine’nin belli bölgelerini Harem/kudsal ilan etmiş, bazı zararlılar hariç olmak üzere, buralardaki hayvanları avlamayı ve bitki örtüsüne zarar vermeyi yasaklamıştır.:

Harem/Harâm.: Yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz..

HARÂM BÖLgesindeki bütün hayvanlar, bütün bitkiler ve hatta ALLAHu zü’L- CeLÂL’in insanlara bahşettiği tabiatın/kâinâtın tamamı dokunulmaz olan bir SİT ALANIdır..
Hacılar, hiç kimseye, canlı veyâ cansız hiçbir varlığa zarar veremezler, hatta Haram Bölgenin otunu, çiçeğini bile kopartamazlar, kuşunu dahi korkutamazlar. O mübârek yerlere, insanları rahatsız edecek en ufak bir çöpü bile sağa sola atamazlar. .

Bu Hürmete değer/ Harâm OLuş o kadar önemliidir ki, Hacceden Kişinin çırılçıplak iken dikişsiz kefeni gibi giydiği İHRAMını usulünce çıkarmadan önce yasaklanan kendi vücudundan bir saç-kıl veyâ tırnak kesemez keserse cezâ öder.. Kur'ÂN-ı Kerîm de;


وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Ve etimmû’l- hacce ve’l- umrete lillâh (lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera mine’l- hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yebluga’l- hedyu mahilleh (mahillehu), fe men kâne minkum marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min sıyâmin ev sadakatin ev nusuk (nusukin) fe izâ emintum, fe men temettea bi’l- umreti ile’l- haccı fe mesteysera mine’l- hedyi, fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâmin fî’l- haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh (kâmiletun), zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırı’l- mescidi’l- harâm (harâmi), vettekûllâhe va’lemû ennellâhe şedîdu’l- ikâb (ikâbi).: Hac ve umreyi ALLAH için tamamlayın. Fakat eğer (elde olmayan bir nedenle) alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen kurbandan (gönderin). Kurban (kesim) yerine ulaşıncaya kadar da başlarınızı traş etmeyin. Fakat sizden hasta olan veyâ başından bir ezası olan (ve bundan dolayı kurban yerine varmadan önce traı olmak zorunda kalan) kimsenin bu durumda, oruçtan, sadakadan veyâ kurbandan (biriyle) fidye vermesi(gerekir). Artık emin olduğunuzda (güvene kavuştuğunuzda) o zaman kim, hac (zamanına) kadar umreden faydalanırsa, o taktirde kolayına gelen kurbandan (keser). Fakat kim bunu bulamazsa, o zaman üç gün hacta, (evinize) döndüğünüz zaman da yedi (gün) oruç tutması gerekir ki bunların tamamı on (gündür). Bu, ailesi Mescid-i Haram'da hazır olmayan (oturmayan) kimseler içindir. Ve ALLAH'a karşı takva sahibi olun.Ve ALLAH'ın ikabının (cezasının) şiddetli olduğunu bilin!” (Bakara 2/196)

أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim---“Uhille lekum saydu’l- bahri ve taâmuhu metâan lekum ve li’s- seyyârah(seyyârati), ve hurrime aleykum saydu’l- berri mâ dumtum hurumâ(hurumen) vettekullâhellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).: "Sizin için ve yolcular için, deniz avı ve onun yenmesi bir meta olarak (fayda sağlamak üzere) helâl kılındı. Ve kara avı ise, ihramda olduğunuz süre içerisinde size haram kılındı (yasaklandı). Ve huzurunda haşrolunacağınız ALLAH'a karşı takva sahibi olun.” (Mâide 5/96)

Resim---İbn Abbâs radiyallahu anhu'dan.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şübhesiz ALLAH Mekke'yi harem kılmıştır. Artık Mekke benden evvel hiçbir kimse için halâl olmadı; benden sonra da hiçbir kimse için halâl olmayacaktır. O benim için de, yalnız bir gündüzün bir saatinde halâl kılınmıştır. Mekke'nin yaş otu koparılmaz, ağacı kesilmez, av hayvanları ürkütülüp rahatsız edilmez, yitiği kimse tarafından el uzatılıp alınamaz, ancak sahibini bildirici kimse alıp muhafaza eder” buyurdu.
Bu arada Abbâs radiyallahu anhu.:
“Yâ Rasûlallah! İzhır otu dökümcülerimiz ve kabirlerimiz için bu yasaktan hâriç olsun!” dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Izhır müstesnadır.” buyurdu.

(Buharî, 20- Bâb: Haremin Av Hayvanı Ürkütülmez, 27)

Resim---Ebû Şurayh Huzâî radiyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Muhakkak ki, Mekke şehrini (tâ öteden beri) haram eden ALLAH TeÂLÂ'dır. Onu haram kılan insanlar değildir. Bundan dolayı ALLAH'a ve âhiret gününe îmân eden kimse için Mekke'de kan dökmesi ve Mekke'deki herhangibir ağacı kesmesi halâl olmaz. Şayet herhangibir kimse Rasûlullah burada harb etti diye ruhsat tarafına yollanacak olursa, ona.: “ALLAH yalnız Rasûlü'ne izin vermiştir, size izin vermemiştir!” deyiniz. Bana da yalnız bir günün bir saati içinde izin verdi. Ondan sonra bu günkü harâmlığı dünkü harâmlığı derecesine dönmüştür. Bu dediklerimi burada hâzır bulunanlar, gâib olanlara (yâni burada bulunmayanlara ve müstakbel nesillere) tebliğ etsin!” buyurdu.” buyurdu.
(Buharî, 21- Bâb: Mekke'de Kıtal Yapmak Halal Olmaz, 28)

Resim---Abdullah ibn Ömer radiyallahu anhu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hayvanlardan beş (nevi'.: karga, çaylak, akreb, fâre ve yaralayıcı köpektir.) vardır ki, bunları öldürmekte ihrâmlıya hiçbir günâh yoktur!.” buyurdu.” buyurdu.
(Buharî, 18- Bâb: İhrâmlı Kimsenin Hayvanlardan Öldürebileceği Nevî'ler Bâbı, 20; Müsned, I, 257; VI, 164; Müslim, “Hac”, 71-73; Tirmizî, “Hac”, 21; Nesâî, “Menâsik”, 116-117)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, MEKKE Fethedildiği zaman.:
“Şüphesiz burası ALLAH'ın gökleri ve yeri yarattığı günde haram kıldığı bir beldedir. Burası kıyâmet gününe kadar ALLAH'ın haram kılmasıyla haramdır.”
buyurmuştur.

(Buhârî, İlim, 37, Cenâiz, 76, Hac 43, Sayd, 8-10, Büyû', 28, Cizye, 22, Meğâzî, 51, 53; Tirmizî, Hac, 1, Diyât, 13)

Mekke'de Kâbe ve Mescid-i Harâm, Harem Bölgesinin MERKEZini oluşturur. Yeryüzünde, insanların ibâdet etmesi için ilk inşâ edilen mâ'bed Kâ'be-i muazzama'dır. Beyt-i Harâm veyâ BEYTuLLAH/ALLAH'ın EVi de denir.. Kur'ÂN-ı Kerîmde;

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ
Resim---“Ve iz cealnâ’l- beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne ve’l- âkifîne ver rukkai’s- sucûd (sucûdi).: Ve Biz beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için sevap (kazanılan) ve emin olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrâhîm'in makamından bir namaz yeri ittihaz edinin. Ve Biz, İbrâhîm (a.s)'a ve İsmail (a.s)'a: “Tavaf edenler, âkifler (ibadet için kalanlar), rükû ve secde edenler için beytim'i temiz tutsunlar.” diye ahdettik.” (Bakara 2/125)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هََذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---“Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’a’l- hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mine’s- semerâti men âmene minhum billâhi ve’l- yevmi’l- âhir(âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr (nâri), ve bi’se’l- masîr (masîru).: Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından ALLAH'a ve yevmil âhire îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (ALLAH) şöyle buyurdu: “Kâfir olan kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.” (Bakara 2/126)

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ
Resim---“İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden li’l- âlemîn (âlemîne).: "Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidâyet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke'de (Mekke'de) yapılmış olan ilk Beyt'tir.” (Âl-i İmrân 3/96)

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ
Resim---“Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm (ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ (âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccu’l- beyti menistetâa ileyhi sebîlâ (sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun ani’l- âlemîn (âlemîne).: Orada (Beytullah'da) açık beyyineler, Hz.İbrâhîm'in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc'a gitmeye) gücü yetenlere, ALLAH için o Beyt'in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim inkâr ederse, artık muhakkak ki ALLAH, âlemlerden ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir).” (Âl-i İmrân 3/97)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاء الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَن يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ
Resim---“İnnellezîne keferû ve yasuddûne an sebîlillâhi ve’l- mescidi’l- harâmillezî cealnâhu lin nâsi sevâeni’l- âkıfu fîhi ve’l- bâd (bâdı), ve men yurid fîhi bi ilhâdin bi zulmin nuzıkhu min âzâbin elîm (elîmin).: Muhakkak ki kâfir olanlara ve ALLAH'ın yolundan alıkoyanlara ve yerlilere de dışarıdan gelenlere de eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan men edenlere ve orada zulüm ile (Hakk yolundan) saptırmak isteyen kimselere elîm azaptan tattıracağız.” (Hacc 22/25)

وَقَالُوا إِن نَّتَّبِعِ الْهُدَى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ أَرْضِنَا أَوَلَمْ نُمَكِّن لَّهُمْ حَرَمًا آمِنًا يُجْبَى إِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِن لَّدُنَّا وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve kâlû in nettebiı’l- hudâ meake nutehattaf min ardınâ, e ve lem numekkin lehum haremen âminen yucbâ ileyhi semerâtu kulli şey’in rızkan min ledunnâ ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: Ve: "Eğer seninle beraber hidâyete tâbî olursak (ALLAH'a ulaşmayı dilersek), yerimizden atılırız (yurdumuzdan kovuluruz)." dediler. Onları, katımızdan rızık olarak her çeşit üründen toplanıp, onlara getirildiği haram kılınan (hürmet edilen yerde, haremde) yerde emin olarak yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (ALLAH tarafından olduğunu) bilmezler.” (Kasas 28/57)
1
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا جَعَلْنَا حَرَمًا آمِنًا وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللَّهِ يَكْفُرُونَ
Resim---“E ve lem yerev ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bi’l- bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn (yekfurûne).: Onun etrafındaki insanlar (zorla) kapılıp götürülürken (esir alınıp) malları alınırken, onu (Mekke'yi) haram (hürmet edilen, kargaşadan yasaklanan) ve emin bir yer kıldığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve ALLAH'ın ni'metini inkâr mı ediyor?” (Ankebût 29/67)


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

KUL İHVÂNİm..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön