Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

BAKARA SÛRESİ SOHBETİ.. 12.11.2011...

-Kul İhvÂNi-

Sohbeti Yazan: Hakan


EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

ResimEs-Selâmualeyküm ve rahmetullahi,
subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmu aleyke Yâ Rasulallah Sallallahu Aleyhi vesellem istecertü!
Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Nasılsınız?.. Çok şükür Zâten iyilik izâfi, görece, görsel yani kabule dayanan şey ve insanların kendi halleriyle direk bağlantılı.. ağlayan birisini güldüremezsiniz.. gülen birini de ağlatamazsınız.. yani birisinin cenâzesi varsa onu oynatamazsınız.. çünkü siz, dişi sızlayan bir insanı gülümsese dahi güldüremezsiniz demek istiyorum ki, şükür ve şikâyette insanın kendi merkezli koordinatlıdır.. koordinatları, kendi merkezine bağlıdır ki; nerede, ne zaman nasılı.. dış düzen iç denge seviyelenmediği sürece ya gizler ya da olduğu gibi yansıtır..
Meselâ “gel!.” derseniz bu sözü üç şekilde-hâlde söylersiniz; çok sert “gel!” dersiniz.. ya da gülerek hatta yalvararak “gel!” dersiniz.. ya da normal “gel!” dersiniz..
Tüm bunlar, sizin yüzündeki haritadan anlaşılır.. sesinizin haritasından, yüzünüzün haritasından anlaşılır.. onun için de “nasılsınız?” sorusunun cevâbı hangi kelimeyle verilirse verilsin onun yüz haritasının, ses analizinin yapılmasıyla belli olur..

Ama şu var ki, MuhaMMedi MeLÂMette SıRRSıFıR SEViyesinde bir insan için “olmuş!.” ve “olacak!.” derdi kapmışsave oysa, OL-ÂN, Hakk Hükmü ise ki bu kolay bir iş değildir..

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
Resim---Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: SAĞIRdırlar, DİLsizdirler, KÖRdürler. Bundan dolayı dönmezler.” (Bakara 2/18)

OLmuşun kalkması için arkalarındaki seddin yıkılması lâzım.. OLacağın yükünün kalkması için önlerindeki seddin.. Şu ÂNı ki “OL-ÂN”ı ANLAyaBİLmesi için de başlarındaki torbanın çıkarılması gerekir..
o zaman, AKıL->İlahî NaKLe dönüşür.. kuL, “Nun” Kudretini yaşar NÛRLanır..

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (Nûr 24/35)

ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VE’L- ARD” der..
Artık ne gübre kalır ne de gül kalır ki, bahçıvanın-bağbanın canıyla bağın cÂNı birleşir BİZ BİR-İZ OLur..
Evet âşık Nesimî’nin bir şiiri var , şarkı olmuş biliyorsunuz;

“gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
gâh inerem âleme seyreder âlem beni..”


Çok sevdiğimiz bir şarkıdır.. insan böyledir bâzen, demin dediğim buydu hiç çocuğu olmamış birsinin, tek umut olan bir evin bir çocuğunun tutkusu özlemi.. yıllarca olmayan çocuğu bir gün oluverince, onun sevincini bütün insanlarla paylaşacak hal içindedir ki, bütün insanlar neden gülmüyorlar eğlenmiyorlar şeklinde bir psikoloji içerisinde, ruh hali içerisinde olur.. Tersi de böyledir. Tek çocuğunu kaybeden bir âile ise, bütün kâinâtın gam ve yas içinde olmasını bekler..

İşler bu âlemdedir.. Nice Nesimîler geldi geçti de, derisini yüzdüler.. Nice Hallaçlar geldi geçti de, kanını helâl kıldılar.. Nice Şemsler geldi geçti de, yedi bıçakla yedi damla kan döktüler insanlar..
İnsanlara Kur'ÂN-ı Kerîmde “Harrû succeden” vardır ve secde edilmesi farz-ı ayndır..

إِنَّمَا يُؤْمِنُ بِآيَاتِنَا الَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ*
Resim---İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ HARRÛ SUCCEden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn (yestekbirûne).: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.(Secde 32/15)

O âyetlerde secdelerin yapılması Kur'ÂN-ı Kerîmde şarttır.. harre, kızgın sac üzerine dökülen bir avuç suyun zıplaya zıplaya her değişinde tekrar Rücû Uruc yaparak Mi’racını SECDEyle tamamlayarak, bitip tükenip yok oluncaya kadar.. Büyük damlalar küçüle küçüle artık yok olup giderler.. İşte buna “harra” denir.. Hararet de burdan gelir böyle insanlar yaşamışlardır ve böyle insanların kaderleri kızgın sac ile aralarında bir perde olmaksızın “HARRÛ SUCCEden” yani kızgın sac secdesi yaparlar.. Bunlar çift dikiş bir secde hayatı yaşarlar, Zâhir-Bâtın Hayatlarını.. Bu, başkaları için masal, hikaye gelir ama, onlar için ise bir şehâdet yaşayışıdır..

Bakara Sûremizin başından başlayıp, şöyle yavaş yavaş cumartesi günleri gidelim.. Ola ki, Bakara Sûresinden bir şeyler anlarız.. Kur'ÂN-ı Kerîm yedi vech üzere gelmiştir.. yedi kurra diye buyurmuş Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem.

Resim---Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kur’an Yedi Harf üzere indirilmiştir." buyurdu..
(İbn Hanbel, a.g.e.,II,332 ve 440.)

Resim---Yine Ebu Hureyre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’den şu hadisi nakletmiştir. “Kur’an Yedi Harf üzere indirilmiştir. “Kur’an hakkında münakaşa ve mücadele etmek küfürdür” sözünü üç defa tekrarlamış sonra: “Kur’an’dan ne biliyorsanız onunla amel edin (bildiğinizi okuyun) Kur’an’dan bilmediğinizi de bilene bırakınız.”
(Heysemî, a.g.e, VII,151.)

İnsanlar da yedi makamda şarkılar yapmışlar.. Raks makamı; Nihavend makamı vs..
Bizde AŞK, yedi yöndendir ve yedinci yön “RaBBanî Yön”dür ki, bir kürrenin bütün noktalarından merkeze giden sonsuz yarı çaplar gibi, sonsuz DÖNüş MERKEZi, bir noktada birleşen yönler gibi yedinci yön vardır!. Vechullah.. vechu’r- rabb.. vechu’l- mevsul zât.. gibi çeşitli isimlerle anabileceğimiz, söyleyebileceğimiz ÖZdeki yutucu, tutucu, sabit..

وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
Resim---"Ve lillahi’l- meşriku ve’l- mağribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah, innallahe vasiun alîm: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphe yok Allah, kuşatandır, bilendir. " (Bakara 2/115)

MERKEZ:sükût-sabit
MUHİT: Hep hareketli..

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne).: Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi.(Âl-i İmrân 3/147)

sebbit akdâmenâ” dediğimiz, çocuklar ana karnında, başları yukarda yaşarlar dokuz ay.. doğacakları zaman fıtrî bir hareketle, ne anne ne de herhangi bir insan müdahele etmeden başlar aşağıya çevrilir ve baştan doğar, ayaklar içerde kalır ve en son “ ve sebbit akdâmenâ” “Rahimîyette ayaklarımız sabit kalsın” anlamında anlıyorum ben.. Ve mezâra da başlar girer önce..

Bir Bolu şiiri okuyalım..
Ondan sonra da Bakaradan başlayalım inşallah Barbaros..
Gelen gitti ne kaldı?” diye bir “3 Eylül 2002” de Bolu da yazılmiş bir şiir okuyalım.. Ne kaldı geriye acebâ?.
Herşey geldi, her şey gitti.. çok şeyler, zamanlar, olaylar, insanlar geldi gitti.. ahmaklar geldi gitti, âşıklar geldi gitti.. herkes geldi gitti ne kaldı geriye?..

Âşıklar âLeme baktı
AşkLa masivasını yaktı
ERidi ->“YÂR”ine aktı
Arkasında ->ARKı kaldı..


Her Âşığın arkasında bir ark kaldı gerçek âşıksa..

KuLLuk bazarın girmenin
Zıtlar zevkin ->eğirmenin
Dönen devrÂN değirmenin
ÇiLe ÖĞüten ->çARKı kaldı..


İnsan yolun seçti amma
Rüzgar gibi geçti amma
“ECEL”ini İÇti -> amma
İyi - Kötü -> fARKı kaldı..


Herkes ecel içti amma, iyi kötü farkı hâlâ duruyor.. kimisi rahmetle kimisi zahmetle anılıyor..

“Ben” diye gelişi bitti
“Kendini >BİL”işi bitti
“Irmakların işi” >bitti
Aşk deryasın gARKı kaldı..


Nice ırmaklar çağladı.. Ne çağlayanlar yaptılar.. Sonra her birisi bir denizde bir olan bir “DEnİZ”de sükûnete Erdiler ve damlaları bile kalmadı DERyâ yuttu hepsini..

Hallac Hakk dedi üzüldü
Sözü süzgeçten süzüldü
Nesimî Sırrı -> yüzüldü
DiLLerde bir >şARKı kaldı..


Şiiri yazmama sebep bu şarkı işte..
gâh çıkaram gök yüzüne seyrederim âlemi,
gâh inerem yer yüzüne seyreder âlem beni..
Şarkısı Nesimî’nin sırrı derisinde yüzülünce dillerde bu şarkısı kaldı..

Kimisi HaKk yoldan saptı
Hevâ Hevesine -> taptı
Sâde SOYTARILık yaptı
Hokkobaz’ın ->sİRKi kaldı..


Kimisi de sirk hokkabazı gibi kendi kendine alevere dalevere yaptı onların da geride bir sirki kaldı..

Değişmez hakkın yasası
Aşkın ->Ejderha >Asâ’sı
-> Ahdine vefâ ->Yasası
Firavun’un ->şİRKi kaldı..


Kur'ÂN-ı Kerîm, kendisi anlatmakta biliyorsunuz ve göreceğiz.. Musa alehi's-selâma nedir elindeki bu?” “benim asamdır?” “ne yaparsın onunla?”
koyunlarıma yaprak çırparım, ona dayanarak yürürüm, daha da neler yaparım ben onunla” “onu bırak yere!.” “bıraktığın zaman korkma o bir ejderha değildir, tuttuğun anda eski haline gelecek, boğazından sıkı tut!” meâlen demiyorum.. Nefis Musa alehi's-selâm Makamında bu kadar açık anlatılmıştır.. Nefsin bir yüzü ejderha, bir yüzü Asâ gibi..

Vücud Şühudun bilmeze
Şâhid Sücudun bilmeze
Haddin Hududun bilmeze
EBeDî bir ->kORKu kaldı..


Eğer bir kişi Vahdet-i MevCÛDu bilmiyorsa, gerek görmüyorsa.. Vahdet-i vüCÛDu bilmiyorsa.. Vahdet-i SüCÛDu bilmiyorsa ve.. Vahdet-i UHÛDu, haddi hududu, uhudu bilmiyorsa.. onun içn SON-uç açık ve ebedî bir korku kaldı..

Kulluk bir garib oyundu
Nefis kurt değil koyundu
Âşıklar burda ->soyundu
Geride bir ->kÜRKü kaldı..


Âşıklar kurtluk derilerini burada soyundular.. Çünkü onların asılları koyundu.. kurtlukları, bu sahnede, bu KULLuk Tiyatro Sahnesinde giydirilmiş bir maskeydi.. Çoğu bu maskeye kulluğa kalkıştı.. bu maskeyi devâmlı zannetti.. yâni BİZim Barbaros’u tiyatroda Roma İmparatoru yaptık ya, giydirdiğimiz basit bir giysiyken.. sokakta da diyor ki “ben artık Roma İmparatoruyum!” durduramadık.. Halbu ki, o elbise yani o “İblis”lik elbisesi.. yani telbis elbisesi.. bunun onun sonu oldu.. çünkü kendini bilemedi.. o elbise içinde onun, ne kul ne de kral olmadığını.. yani ne kul ne kral olmadığını Hakk’ın Kulu olduğunu göremedi..

Hakk âşık avazı ile
Hakka niyaz nazı ile
İhvÂNimin ->sazı ile
EZeL EBed ->tÜRKü kaldı..


İhvÂNi, hepsiyle sazıyla ezel ebed türküsü çalmıştır.. hiçbir önemi yoktur, bütün insanlar alkış çekse de, yuh çekseler de, gökteki yıldızlar katılmayacaktır ikisine de.. Ondan diyorum “Münir Hocamormanda dev bir ağaç kesildi çınar yere devrildi.. gürültüsü gökleri kapladı.. fakat ormanda hiçbir ağaç duymadı.. belki bir kuş sürüsü kalktı!”.. der..

Onun için zâten zom uykuda uyuyanlar, uyurgezerler ve sarhoşlar; uyandırılmaya ve ayıkdırılmaya muhtaçtırlar.. Biz ise, mecburuz onları uyandırmaya ve ayıktırmaya mecburuz.. Onlar muhtaç ama biz de mecburuz ve me’muruz.. Emredilmişizdir.. hatta Mahkumuz çünkü MuhaMMediyiz Hamdolsun!. Yapmak zorundayız demek istiyorum can-ü-gönülden CÂNlar..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


Bir âşıklama daha okuyayım ondan sonra devam İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
Âşıklamalar bir sebepten dolayı arka arkasına gelen belli ayaklarla “arıyorum, tarıyorum, eriyorum” gibi belli bir ayak üzere yürürler ki, anlatılmak istenilen şey hazırlanmamıştır, kendisi ne gelirse o gelir..

Tevhid Çözer Düğümü
->Ellerimle Ördüğümü
Gönül Gözle Gördüğümü
Gece Gündüz Arıyorum!.


Çünkü kelle gözümle görmek istiyorum gönül gözümle gördüğümü.. kalb gözümle gördüğümü kafa gözümle arıyorum gece gündüz..

Allah lillah lehu ve Huu
Lâ ilâhe İllâ ALLAH >Bu
Toprak Ateş Hava ve Su
Kalbim Tekne >Karıyorum!.


Her nefeste, yeniden yaratılışımda, 4 unsurumu Kalb teknemde karıyorum ve TEKleyip TEVHİD Ediyorum İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Rehberim HaHk’ın Habîbi
Tecellî Tevhid -> Tabibi
Dönüyorum ->Çıkrık giBi
AKLa - Kara ->Sarıyorum!.


Ben de dönen bir çıkrık gibi gece ile gündüzü, ip bükercesine bir siyah bir beyaz ipi bükercesine, bu çARK-ı ÇiLe Çıkrığında büküp duruyorum, sarıyorum yâni..

Önceden Salldım Göçümü
->İtiraf Ettim ->Suçumu
->Kar Gibi Beyaz Sacımı
Yedi Renkle ->Tarıyorum!.

YoLu Çile ->SıLa ÇiLe
YoLcusuyuz BiLe BiLe
Salâtu ->Salâvât >İLe
Yavaş Yavaş Varıyorum!.

ÖzLedim ZüLfü Karamı
Dağlar Ayırdı -> Aramı
Kanı Dinmez Aşk Yaramı
->Tevhidiyle ->Yarıyorum!.

Nefs>Ruhuma Zahmet Etti
Tevhidime -> Töhmet Etti
Rasûlullah ->Rahmete Etti
->“Rahm”etiyle ->Eriyorum!.

Şu BoLu’nun BüLbüLLerin
Sıyırdım Tevhid TüLLerin
Ravzada Açan GüLLerin
Seher Sehrin Geriyorum!.

ŞeenuLLah Şer’isini
SöyLeyemem Gerisini
Nefsim BenLik Derisini
Aşk Kasnağın Geriyorum!.

HaLvette UzLete Çöktüm
Çöp Sepeti KaLbim Söktüm
Varımı ->Yoğumu Döktüm
->Seyrengâha Seriyorum!.


Bir gece yarısı bir seherde 2 rekat namaz kılıp gözünüzden özünüzün çöpünü dökerseniz.. çöp sepeti gibi kalbinizi boşaltırsanız.. göreceksiniz ki, içinden ne ateşler ne barutlar çıkacaktır.. yan yana iç içe..

Nefsin KaLesini Yıktım
Canevin Cennetin Çıktım
Cihan Cünbüşünden Bıktım
Koşun ->Beleş Veriyorum!.


cihan cünbüşü cevr-i cihan çarkı çile bir cümbüş.. amma alan varsa beleş veriyorum..

MuhaMMedî Dergâhında
->Tevhid Tecelligâhında
Zıtların Zevk Tezgâhında
Eriş Arkaç -> Kırıyorum!.


biliyorsunuz eriş halıların dikey olan esas ana iplerine denir.. arkaç ise, onların aralarından geçerek taraklarla sıkıştırılan yatay iplerdir.. bu arada da nakiş ipleri atılarak arkaç geçilir.. işte bunlar yatay ve dikey ipler kırıldığı zaman, tezgâh bomboş kalsa da bir önemi yoktur artık!.

Herkes Emrindedir ÖZün
Duyan Kulak Gören GÖZün
CâhiLLer Yüzünden ->Sözün
-> HAKİKATın ->Sırıyorum!.


söylemek istediğim şeyleri câhiller yüzünden sırıyorum

Allah Rasûl Akıl Âlem
İşte Hayat Ve Dem Bu Dem
Herkes Biliyorsa Mâdem
İmtihan Ne Soruyorum!.

Başta AkıL Küpü İLe
Yedi Nefsim Tipi İLe
Gece Gündüz İpiyLe
Kader Ağını Örüyorum!.

Yarim Yok İse Duramam
YerLeşik Düzen Kuramam
Her Yerde OLanı Aramam
Enfus -> Afâk Görüyorum!.

Şu Cihana GeLmecesin
AğLamaca GüLmecesin
HaKkın Tevhid BiLmecesin
Çözmek İçin >Duruyorum!.

GönLüm Verdim GüzeLine
FırLattı ->Gurbet ELine
Sevda Sazımızın TeLine
->DeLi VeLi Vuruyorum!.

Nefsimin BenLik Pusuna
Ateş BuLdum Susuzuna
Attım Kevser Havuzuna
->Defterini Dürüyorum!.

İhvÂNim Aşk Miratıyız
Müstakîmi Sıratıyız
Muhammedî Kıratıyız
SebiLiLLah Sürüyorum!.


Biz Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in sıratındaki karıtlarıyız sebilillah ALLAHın YOLUdur.. herkes o yolda nefis atını sürmektedir mecburen..
İster gönüllü ister gönülsüz.. tav’en ya da kerhen..

قُلْ أَنفِقُواْ طَوْعًا أَوْ كَرْهًا لَّن يُتَقَبَّلَ مِنكُمْ إِنَّكُمْ كُنتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ
Resim---''Kul enfikû tav’an ev kerhen len yutekabbele minkum, innekum kuntum kavmen fâsikîn(fâsikîne) :De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.'' (Tevbe 9/53)

Gerçi bazıları akıllı ya, kimisi ata ters binse de o tarafa gitmekte.. at’a ters bindiği için gitmediğini sanmaktadır.. ALLAH celle celâlihu lütfu kereminden bizi doğru bindirip doğru YOLa göndersin İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.
İşte böyle bir zamanlarda Bolu’da yaşarken bir zamanların kaderinde esmişiz.. kaderimizin sürüklediği yerlerde.. oralarda bunları böyle şu ÂN’da da olduğu gibi ya da her yerde olduğu gibi.. durmadan yazıp çizerek, geriden gelecek âşıklara bir armağan olsun diye, iz olsun, işâret olsun diye İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Yaşadıklarımız not ederiz yazıcılık okuyuculuk MuhaMMedî sistemde budur. SaLL, insanın kendi özünden kaynaklı merkez Keban’ından yani, KÛN Keban’ından kaynaklı gözüken zâhir ve gözükmeyen bâtın lütufların sahibliğidir.. bedenime sahibim, bedene can veren cana da sahibim.. “ben tenime ve canıma sahibim” demenin Türkçesi, bunlar; geçici, iğreti, izâfi belli bir roll için bana verilmiş şeyler.. “ben” dediğim dahi benim değildir.. “ben sahibim” derken Rabb’ime sahibim.. tabii ki RaBBim de bana sahib.. Biz sahiblikten ve sahabeden de öte de “AKRABA”yız..

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka) : Yaratan RABB-inin İSMiyle oku!
(Alak 96/1)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---Ve iz ehaze rabbüke mim beni ademe min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm ala enfüsihim elestü bi rabbiküm kalu bela şehidna en tekulu yevmel kiyameti inna künna an haza ğafilin : Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.(A’raf 7/172)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halakne’l- insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh (nefsuhu), ve nahnu AKREBu ileyhi min habli’l- verîdi.: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından-cÂN Damarından daha YAKINız.” (Kaf 50/16)

Kendinden de kendine Yakîn ve AKREB OLan RABBını MuhaMMedî GönüLLe görenler kendinen fen olur RABBına bekâ BULup ALLAHta fÂNi Olup kaybolur AKLen-nAKLen!.

Bu sahib çıkıştan da ötede, AKREBayız bu ikisinin arasındaki fark çok önemlidir.. Akraba odur ki, aynı ana karnında yatanlar akrabadır.. Hiçbir anne karnındaki çocuğuna “sahib çıkıyorum” sözüyle anlatamaz akrabalığı.. Hiç kimse diyemez ki sana “ayağıma sahib çıkıyorum” diyemez çünkü ayağı kendisidir ve akrabalık böyle bir şeydir..

Onun için de ALLAHu zü’L- CeLâL, RaBBu’l- Âlemin olarak “biz sıfatı”yla yani, RuBuBiyet Sıfatıyla “elestü bi rabbiküm”sorar ve adımıza cevab buyurup emreder.. “ve kâlû belâ”..
Biz ona şah damarından da yakınız.. RaBB Sıfatını kullanmaktadır.. Akraba kelimesini kullanmaktadır.. Onun için de, SaLât, SaLL, insanın mâsivânın zâhir ve bâtınıyla “SaLL”ıkten “SeLL”iğe geçişidir.. Yani SaLât dediğimiz şey, arada bir yol var demektir.. “SILA”ya çıkıştır.. “SeLL” ise, o SILAnın “sen” oluşudur.. senin sıLa oluşudur.. bu, öyle bir iştir ki elinizdeki elma ağzınıza gelinceye kadar SaLL eder ama ağzında “Dâru’s- SeLÂM”dır..
hadi diyelim ki midenize gitti, sindirdiniz sesinizde es SeLÂM dır.. Vücudunuzdaki ısı da essalamdır gözünüzden çıkan ışında essalamdır bizim aklımızda es SeLÂM dır.. hülâsa: Allahümme ente es SeLÂMu ve minke es SeLÂM.. ki, “ hüve İLLâ Huve!”dir..

Din budur, akıl budur ve varlık bunun için var edilmiştir.. Bunu ANLAyış BİLBULOLuş ve YAŞAyış ise, MuhaMMedî bir SEVİYEdir ve boş lafa gelmez..MuhaMMedî Tâlim ve Terbiye ile İLİM-İRADE-İDRAK ve İŞTİRAKla ELde EDilir İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Sanki dört mercekli bir dürbün gibi, sanki bir atış tüfeği gibi, Göz ->Gez ->Arpacık ->Hedef.. Ve dördünü bir araya getirip on ikiden vuruş gibi İLâhe İLLâ ALLaH..
Ama bu dörtlü kolay kolay gelmez bir araya çok zor KULLUK ÇÖLÜnde..
Çünkü insanın dört tane eli yoktur, onun için;
MuhaMMedu’r- Rasûlullah” vardır MuhaMMed ->“Lâ İLâhe” yi cem’ eder..
Rasûlullah -> “İLLâ ALLaH”ı CEM’ eder.. Şüphesiz cem’ eder..

Onun için bize yakın olan “MuhaMMedu’r- Rasûlullah”tır..
Biz MuhaMMedîyette Mahviyette mahvolduğumuz zaman Rasûlullah MuhaMMede'r Rasûlullahtır.. Fetih Sûresinin son âyetidir biliyorsunuz MuhaMMedun Resûlullâh..

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
Resim---''Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen).: MUHAMMED (s.a.v.) Allah’ın peygamberidir. O’nun beraberinde bulunanlar (ashab-ı kiram), kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları, rükû ve secde eder halde (namaz kılarken) Allah’dan sevab ve rıza istediklerini görürsün. Secde eserinden (çok namaz kılmaları yüzünden meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’daki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da şu: Onlar, filizini çıkarmış bir ekine benzerler. Derken o filizi kuvvetlendirmiş de kalınlaşmı, nihayet gövdeleri üzerinde doğrulub kalkmış; ekincilerin hoşuna gidiyor. (İşte ashab-ı kiram da böyle olmuştur. Bidayette azlıktılar, sonra çoğalıb kuvvetlendiler ve güzel bir cemiyyet meydana getirdiler). Bu teşbih, kâfirleri ashabla öfkelendirmek içindir. O iman edip salih âmeller işliyenlere, (ashaba), Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” (Fetih 48/29)

Bunu niye söylüyorum, çünkü inancın temeli gaybîdir.. Gayb ise, “BİLE”lik SıRRının YAŞAYIŞının galibiyeti ganiliğidir.. halkın sandığı gibi, yitiktir bilinemez bulunamaz kayıb değil.. Zâten gaiptir ki GAİB -> Olduğu HÂLde gözükmeyendir.. Bu doğrudur yok gibi gözüken elektriği kullanan ampül basit bir kolla şarteli indirdiğiniz anda bir şehrinin tümünün cereyanlarını kesersiniz ama o elektirği getiren tele bakmala göremezsiniz yok sanırsınız!. Bir hayvanı bile o kadar çabuk kesemezsiniz bir saniye bile sürmeden tümünü kesersiniz.. Çünkü “GAYB”ı kaldırıyorsunuz, GANİliği kaldırıyorsunuz, GALİBiyyeti kaldırıyorsunuz.. Bütün cesetleri geride bırakıyorsunuz.. Onun için Kur'ÂN-ı Kerîm daha başlarken “onlar gaybe iman ederler” le başlar..

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (Bakara 2/3)
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Fâtiha Sûresinin kendine mahsusluğu vardır Fâtiha Süresi cem’-i Kur'ÂN-ı Kerîmdir. Fâtiha Sûresinde; Uluhiyet, Rububuyiet, Merhamiyet ve Mâlikiyet Mülkiyet ki bunlar, ALLAHlık vasıflarıdır..

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Resim---Bismillâhi’r- Rahmâni’r- Rahîm.: Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile.” (Fâtiha 1/1)

Uluhiyet, Rububuyieti:

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Resim---El hamdu liLLâHi RABBi’l- âlemîn (âlemîne).: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” (Fâtiha 1/2)

Merhamiyeti:

الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Resim---Er Rahmâni’r- Rahîm (rahîmi).: Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Fâtiha 1/3)

Mâlikiyet-Mülkiyeti:

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---Mâliki yevmi’d- dîn (dîne).: Dîn gününün mâlikidir.” (Fâtiha 1/4)

Bunlar ilâh olabilmenin ki, el İlâh ALLAH celle celâlihu olabilmenin şartları; Mülkün sahibi olmak, Merhamet sahibi olmak, Rububiyet sahibi olmak ve Uluhiyet sahibi olmak ile mümkündür..

Başkasının Mülkünde, Başkasının sultası-Merhametini ortak kabul ederek ve küllî şeyin var edilmesi, terbiye edilmesi, yaşatılması ve derc edilmesi geri toplanması, bu izafî ÂLEMden yok edilmesi.. Mürebbiyesi, Rabbanî Rububiyeti.. yâni Rububiyet İşleminin yansıması asla ortaklaşa yapılamaz.. Uluhiyet, küllî şeyin O’nun oluşu, “ALLAHu Nuru’s- Semâvâtı vel Ard” oluşu.. bu ÂLEMde VAR GÖZüken küLLî Şeyy NÛRuLLAHtır AKLın sonUÇunda..


اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---Allâhu nûru's- semâvâti ve'l- ard (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhu'l- emsâle li'n- nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun) : Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.'' (Nûr24/35)

Buise NAKLe kavuşmamaış AKIL ile kolay anlaşılır bir iş değildir ama, anlaşılması gerekir.. Bütün bunlar anlaşıldıktan sonra insan nefsi ancak “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn" der.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Resim---İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn (nestaînu).: Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz.” (Fâtiha 1/5)

İyyâke” ancak ve ancak sadece sana.. “na’budu” ibâdet ederiz.. BİZ kim?. Biz, “küllî şey”.. Biz, “abd”ız.. biz abdız ki, her ne ki var ise kâinâtta
Elestü biRabbukum?” sorusuna ->“kalu”-dediler ki: ->“belâ-biLÂkis evet, RABBımızsın!”.. Akılca sanılan Geçmiş-Şu ÂN-GELecek tüm MevCÂUdat.. Bir kısmı değil, tümü birden var olabilmek için.. çünkü, bu âlemde İzafî Varlık buna bağlıdır.. çünkü, keyfî değildir, seçime tabi değildir!..

Besmelemize hiç girmiyoruz, biliyorsunuz çok girdik..

El hamdu liLLâHi RABBi’l- âlemin
Hamd, âlemlerin Rabbına mahsustur.. yâni hamd, Uluhiyet ve Rububiyete mahsustur..
Şükür neye mahsustur?.

Er Rahmâni’r- Rahîm-Mâliki yevmi’d- dîn

Kimin aklı ve vicdÂNı, bu âlemde KüLLî ŞEY’in TEK-BİR Olduğunu, ALLAHın NÛRu-Mülkü-Malı olduğunu anlamışsa ve Rahîmîyet ve Rahmâniyet Esrarına ERmişse şükretmesi gerekir..
Er Rahmâni’r- Rahîm-Mâliki yevmi’d- dîn” dedi mi?.
Dedi!. Bu sözü, sözünden özüne geçti mi?. Geçti!.
O zaman: “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn
İyyâke” ancak ve ancak sadece sana.. “na’budu” ibâdet ederiz.. iyyâ, sınır, limitte.. yâni başka yok.. “ke” sen.. “iyyanâ” deseydi “ancak ve ancak biz, yalnız biz” olurdu.. “iyyâ” ben, “iyyâke” sen “iyyahu-iyyaha” o.. buyura bilirdi..
iyyâke” yalnız sana.. “na’budu”.. abede, abdlık yaparız.. a-b-d.. dâimiyet BİLEliğini AYNen yaşarız, a’yân-ı sabitimizle yaşarız.. bize verdiğin sınırlar içerisinde fiilen yaşarız.. her şey gibi yaşarız.. nasıl ki yarasa, yarasalık yapıyorsa.. kartal, kartallık yapıyorsa.. penguan da, penguanlık yapıyorsa.. kısacası, her şey herşeylik yapıyorsa.. kendi sınırları içerisinde mutlaka yapıyorsa ve, asla başka bir şeyLik yapamıyorsa biz de, böyle olduğunu anladık ve “İyyâke na’budu” “Abd-KuL”luk yapacağız.. Bedenen ve nefsen yaşayanlar hayvanlardır biliyorsunuz.. Hâdi diyelim ki onlardır.. Çünkü varsa kalbleri ve ruhları biz bilemiyoruz.. bizim ki gibi değil çünkü.. ama insanlardan daha vefâlı köpekler, güvercinler vs. var ayrıca.. daha doğrusu, geçen gün izledim.. iki güvercinim vardı.. erkek dişinin başında bekliyor.. can eşi hasta olduğu için onun yanında karşı çatıda buruşuk bir şekilde durup, döktüğüm buğdaya gelmeyen bir kuş var.. bir gün sonra biraz iyileşince birlikte geldiler..

Şunu demek istiyorum ki, onlardaki duygu miktarlarının biz ölçülerini bilemiyoruz.. ama, bildiğimiz bir şey var ki, bütün EsmâuLLAH insanın AKıLına yüklendiği için, sınırsız akla göre sınırsız özelilk taşıyan, güzellik taşıyan, esneklik taşıyan, kıvam taşıyan-akışkanlık taşıyan bir yapıdadır.. Onun içinde “İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn


İâne: Yardım. İmdat. Yardım için istenen, toplanan şey.
İstiâne: Duâ. Yardım istemek. İane istemek.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


Ancak ve ancak SANA abd oluruz biz başkasına değil ve ancak ve ancak SENden istiâne ederiz..
“ist” ön eki Arapçada bir kelimenin önüne-başına geldi mi o işi isitek yaptırır..
İSTida’: dava etmek istemek..
İstifâ: fâni olmak istemek demek, bırakmak.
İstiâze: "Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak istemek..
İsticâl: Sonraya bırakılmasını istemek.


İâne, yardımdır biliyorsunuz iâne çok kullanılan bir tabirdi Osmanlı döneminde felân imdat yardım için istenen toplanan şey Hin-i hacette, çaresiz kaldığında bana iâne yapılıyor, karşılıksız olarak veriliyor, geri dönmeyecek yâni.. ve bunu isteyen kişi de fert fert değil bir imdat sesine gönderiliyor, anlamında iâne öyle bir şeydir ve bunu istmeye “istiâne” ediyoruz, istiyoruz, yardım diliyoruz diye türçekeleştiriliyor..
Burada bir şey var benim belirtmeye çalıştığım, istiânenin temelindeki iânede, ALLAHın Nurunun yaşayışını aynen almaktır..
Halbuki “abd” da, dâimiyet bileliğini almaktır.. abd-kulluk, bedenen yapılır namaz kılıcaksa, abdest alacaksa eliyle ayağıyla yapılır.. eli ayağı olmayan birisi elini ayağını yıkayarak abdest alamaz yâni.. ya da birisi “ben rüyamda abdest aldım namaz kıldım” diyemez.. “Abd”lik bu âlemde fiilen yapılan iştir, bedenen yapılan, nefsen yapılan bir iştir..
Ama istiâne, kalbî ve ruhîdir.. bir başka anlamda hani şöyle kısmen belki benzetilebilir ki, ara kablonuz var da kablonuz aplik gibidir.. ama kablonun ucundaki fiş pirizin içine girecek, pirizle fiş BİR BİR-İZ yapacak, ordaki NURu aynen size aktaracak, kontak montak yapmadan.. İşte böyle bir kalbî ve ruhî bağlılık vardır istiâne de.. bir anlamda zâhiri ve bâtını kulluk taMMlığı vardır ve İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn” burada olur ki, istedik.. Şimdi istiâneyi açıyor ALLAHu zü’L- CeLâL: “İhdinâs sırâtel mustakîm
İhdinâ, El Hâdî olan ALLAH celle celâlihu, dâimiyet hüviyetinin sahibi olan ALLAH celle celâlihu.. O, hüviyeti, kendimizi bilmeyi.. Aslında kendimizden kasıt, RaBBımızı bilmektir.. ampuldaki cereyanı bilmekten, maksat Keban’ı bilmek demektir.. Bendeki canı bilmekten maksat, canın kaynağını BİLmektir canı YARATANı BULmaktır..

El Hâdî:
Resim

Bunun nasıl olacağını anlamak için bütün esmâlarını yüklediği bir mekanizma AKLını vermiş ALLAHu zü’L- CeLâL. Ayarı kayarı tam yapıldığı zaman, ihdinâ Dâimiyet Hüviyeti kazanır.. Eee kazandı, kazandı da akıl İKİ UÇLUdur “ben Rabb bilmem, benim Rabbım nefsim Rabb!. Ruhum da ilâh dedi mi hevâsını da ilâh yapı verdi mi ->HizbuşşeytÂNLık dediğimiz negatif yüklemeye kaçar, HalifetuLLAH olacakken Muhalifi olur ve ihdinâ bu sefer öbür tarafa götürür ALLAH korusun!..

Onun için ihdinâ “bize hidâyet et ulaştır!.”
“Nereye ulaştırayım?”ın cevâbını hemen veririz ve deriz ki ->Sırat-ı Müstakîme..
Müstakîm olan.. “ist” yine var orada Müstakîmde, “mim” i kaldırın “ist”i kaldırı “kâim” kökü kalır ki, kıyam vardır, MuhaMMedî yaşayış kudretine eriş vardır, mâsivâya yüklenen bir kudret vardır!.
Bu ne demek kardeşim!. “Atomlar hiç duramadan dönecek!.” Demek.. Hangi atomlar?. Tümü!. Nasıl olur?.
İşte bu mâsivâya bu kudret yüklendi.. sen ne diyorsun, ebediyen dönecekler.. başka şekli var mı bunun.. bütün gök yüzünde gördüğün bütün bu zerreler kürreler dönüyorlar, dönecekler.. Nedeni niçini yok bu kudreti halk eden El Kadîr, El Kâdir ve El Muhtedir ALLAH Celle Celâlehu bunu böyle kıyam etti Hayyu’l- kayyum ALLAH celle celâlihu böyle yaptı, EMRuLLAHını Şe’ÂNuLLAHta SÜNNetuLLAH Üzere UYguLuYORr!.

El Kâdiru
:
Resim

El Kadîru:
Resim

El Muktediru:
Resim

El Hayyu:
Resim

El Kayyûmü
:
Resim

İşte bizi bu kıyam üzere.. “Bu kıyamı isteyen MuhaMMedîlerin sıratında kıl Yâ RABBîmm!.” deyip duruyoruz..

Amma “MuhaMMedîyet”in temelinde mâsivâ vardır, değil mi?. Mâsivâ/HaKk’tab gAYRısı kötü değildir, eksik değildir!. Kaldı ki, ŞeytÂN bile kötü değildir ki, “KULLuk İmtihÂNı ARACI”dır nasıl kötü olur!.
Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem’e iyiliği emrediyor Müslüman olunca!.

NAKLe Ulaşmamaış MuhaMMedî RüŞDüne ermemiş ham AKILın İki UÇ ŞeytÂNLığı er-geç “HizbuşŞeytÂN” eder!., ŞeytÂNını Müslüman ederse “Hizbullah” olur tabi ki, “ŞeytÂNını Müslüman ederse iyiliği emreder” den kasıt daireyi tamamlar da her noktası “ALLAH” keser..

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir ŞeytÂNı vardır. Evet, benim de ŞeytÂNım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve ŞeytÂNım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan, Müslim)

Peki Şey-t-ÂN, müslümÂN olmayınca ne oluyor?. aduvvun Mübîn oluyor:

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
Resim---E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budû’ş- şeytân (şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).: Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden ŞeytÂNa kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (ŞeytÂN), size apaçık bir düşmandır.” (Yâsîn 36/60)

Mübîn ne ki?.
İmam-ı Mubîn olunca ne oluyor aduvvu Mübîn olunca ne oluyor?.

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
Resim---İnnâ nahnu nuhyi’l- mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn (mubînin).: Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini ve eserlerini biz yazarız. Biz her şeyi, apaçık bir kitapta tesbit edip korumuşuz.” (Yâsîn 36/12)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ
Resim---Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bi’l- meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum mine’l- hakk (hakkı), yuhricûne’r- resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bi’l- meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâe’s- sebîl (sebîli).: Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp sapmış olur.” (Mümtehine 60/1)

ALLAHu zü’L- CeLâL: “Benim ve sizin de düşmanınız” buyuruyor Kur'ÂN-ı Kerîminde.. ALLAH celle celâlihunun ve bizim düşmanımız kim?.
Herkesin-Nefsin bir ŞeytÂNı var mıdır?.
Vardır herkesin bir İKİLik-ŞeytÂNı!.
Herkesin sağında solunda fiillerini kaydedici İKİ meleği var mıdır?. Vardır!.
O halde bu Melekiyet ve ŞeytÂNiyet nedir?.
Bunu çok doğru çözmemiz gerekiyor!. Onun içinde Sırat-ı Müstakîm, ihdinâ Sırat-ı Müstakîm.. Bizi öyle bir “sırat”a “yol”a haydi yol diyelim, sırat da, zor anlaşılan bir iştir “tı” dan dolayı zor anlaşılan bir iştir.. yâni Tı Harfi.. Taraftar, tayftır, tavaftır “tı” zor kelimedir, “tı” giyiniktir çünkü.. Yâni gerçek “tarf”ın” taraf”ın Rububiyet Sahibliğine kaymasıyla ancak SIRAT olur ve Müstakîm, İstikâmet bulmuş bir sırattır..
Teslimiyet bana ait İstikâmet ise, Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLeme aittir!” diyorum..

Onun için ben, aklımın erdiğini, vicdanımın erdiğini, gönlüme gelini söylüyorum.. Bu âlemde benden başka kimse yok mu?. tek miyim?. Tekim!. başka tek olan kim var?. ALLAH celle celâlihu ve de Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem var!.
Çünkü ALLAHu zü’L- CeLâLa buyuruyor ki:

ALLAHa ve RasûLüne Teslim oL!
ALLAHa ve RasûLüne İmÂN et!
ALLAHa ve RasûLüne Tâbi oL!.
ALLAHa ve RasûLüne İtâat et!.

BİZ, üç tane TEKe TEKiz.. ben ONLARa teslim olacağım!..
Derken, ben teslim olacağım amma İstikâmeti veren kim?.
Sıratın sahibi yâni Rasûl, yâni ALLAH, RasûlALLAH..
Ve “ALLAH ve Rasûlune teslim oL!.” İstikâmet ne olacak?. İstikâmet çıkıyor karşımıza.. İşte ortaya Rasûl-ALLAH, Sırat-ı Müstakîm, dosdoğru yol.. dosdoğrudan kasıd ne?. yâni su terazisine mi tuttu?..
Hayır, hayır Kayyum olan Hayyu’l- Kayyum ALLAH celle celâlihu; Sırat da Hayyum ve de, İstikâmette Kayyum olan!.

Ölülerin teslimiyeti görülmüş mü, neyin teslimiyeti doğacak?. Çocukların teslimiyeti olur mu?. Ergin Nefs ve AKIl şartt!.

Es Salât hayy işidir.. Zâten El Hayyum Kayyum gibidir Sırat-ı Müstakîm.. Onun için bize “ihdinâ” bize.. “nâ” bize.. hidâyet et, yardım et ulaştır, hidâyet ver, Dâimiyet Hüviyyetini kazandır!..

Eee geldik şuraya.. ne bileyim ben, on sene kırk sene, atmış sene şu dediler, bu dediler, sonra ne dediler?.. Götürdüler mezâra soktular, kafataslarına kum doldurdular, toprak doldurdular, mezâr taşı diktiler!.
Böyle “ben”lik mi olur ALLAH Aşkına!.
Bizim Uludağ Keşiş Dağı bile, binlerce yıldır duruyor ve de duracak daha.. yâni eğer yaşamaksa, ihdinâ Sırat-ı Müstakîm.. İstiâne ettiğimiz şey dediğimiz, dilediğimiz şey, bu Sırat-ı Müstakîm olur.. Nasıl bu Sırat-ı Müstakîm.. bu sırat, bu yol?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
Resim---İhdinâs sırâte’l- mustakîm (mustakîme).: bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).(Fâtiha 1/6)

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
Resim---Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayri’l- magdûbi aleyhim ve lâ’d- dâllîn (dâllîne).: O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.(Fâtiha 1/7)

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAHu zu'l-Celâl buyurdu ki: “Namazı (kıraatı) kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Kuluma istediği verilecektir.” Bir rivâyette; “Onun yarısı benim, yarısı da kulumundur.”
Kul: “Elhamdu lillâhi RABBi'l-Âlemîn” (Her türlü övgü ALLAH'a mahsustur) deyince ALLAHu Teâlâ: “Kulum beni övdü.” buyurur.
Kul: “Er-rahmâni'r-rahîm.” (Esirgeyen ve bağışlayan) deyince ALLAHu Teâlâ: “Kulum beni övdü.” buyurur.
Kul: “Mâliki yevmi'd-dîn.” (Din gününün sâhibi) deyince ALLAHu Teâlâ:“Kulum beni yüceltti.” buyurur.
Kul: “İyyâke na'budu ve iyyâke nestaîn.” (Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz) deyince, ALLAHu Teâlâ: “Bu benimle kulum arasındadır. Kuluma istediği verilecektir.” buyurur.
Kul: “İhdine's-sırata'l-mustakîm. Sırâtallezine en amte aleyhim ğayri'l-mağdubi aleyhim vele'd-dâllin.” (Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazâbına uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil) deyince, ALLAHu Teâlâ şöyle buyurur: “Bu kulum içindir. Kuluma istediği verilecektir.”
(Ebu Hureyre radıyallâhu anh'dan; Müslim)

Elhamdulillâhi RABBu'l-âlemîn..

O sarat ki, “ellezine” öyle bir yol ki, “Sırâtallezîne en’amte aleyhim” sen onlara en’âm ettin.. En’âm önümüze çok gelecek faydalanılan hayvanlara develere, davarlara, sığırlara en’âm denilir.. hayvanlara faydalanılanlara..

İnÂm: Ni’met vermek. İhsan etmek. Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. İyilik etmek, bahşiş vermektir..

En’âm Sûresi
vardır.. ama En’âm ALLAHın ni’metleridir, mâsivâyı aynen nur olarak kullanmaktır, bunun farkına varmaktır..
ellezîne en’amte aleyhim” Sen, onları ni’metlendirdin, ni’met verdin.. aleyhim onların üzerine, bizzât kendilerine ni’met kıldın.. öyle ki gayrı, onlar gayrıdır, onlar kimden gayrıdır?. Mağbudi, gazaba uğrayanlardan.. “gayri’l- magdûbi aleyhim” üzerlerine gazab yağanlardan..
ve lâ’d- dâllîn” ve bir sapıklardan..
Arapça, arkadan öne doğru tercüme edilir.. onlar DALLin.. onlar hizbuşŞeytÂNa doğru DALLin..

Ne gerib ki DaLLin ve SALLin.. “dad” ve “sad” aynı harftir yazılışta, dad üzerine bir nokta alır.. “nun” ile “be” aynı harftir nokta farkı var..altüsüt farkı var..
be alta NOKTa aldığı anda, noktasını yaratılanın yaratana bileliğini.. üste NOKTa aldığı zaman yaratanın Vahdaniyyetini, nurundan halk edişine götürü verir hemen.. yine “” ile “”, “ayn” ile “gayn”..
sad” ile “dad” da böyle incelikleri olan harflerdir.. ama biz bunlara girdiğimiz zaman ve doğru dürüst girmeliyiz ki şu anda gerek yok zâten.. ama hiç değilse azıcık bilebiliriz.. DALLin sapıklıktır, SALLin ise tam tersidir ki ULAŞım-Kavuşumdur bunu biliyoruz.. ed Dalel esmâsı var.. ama es SaLel esmâsı yok, bunun yerine o kadar çok esmâ var ki.. çünkü bir başka anlamda 99 esmânın yedi sekiz tanesi felân negatif mânâlı esmâlardır geri kalan tüm pozitif mânâlıdır.. bunlarda açıktır yâni zâhirde SALLetmeyip DALL edenler, bâtında ise gazaba uğrayanlar.. bakın gazabda da aynı şey vardır bilelik dâimiyetinin zâyi ediş vardır.. ve Gani Galib oluşu vardır gazabda.. halbuku gazabdaki be’nin yanındaki sa olsaydı be ye sahib çıkış olurdu.. ama zâyi ediş, ziyâ etmeyip de zâyi ediş, zâtt daki ziyâ ve zâyi ediş aynı şeydir.. siz, şu anda her şeyi net görüyorsunuz, masanın üzerinde bir çok şeyler var, şu anda o kadar çok şeyler var ki.. su var, bardak var.. yâni şöyle hiç birini dökmüyorum şu anda çünkü hepsini görüyorum.. ancak bir saniye elektrik gittiği anda tümünü zâyi edebilirim.. ziyâ kaybolduğunda zâyi başlayacaktır.. SALL bittiği anda geri dönmüşüm demektir DALL in başlamıştır yâni..

Onun için diyorum Kâbe’ye giden bir kişi, Kâbe’ye sırtını dayasa “ALLAHuekber!” dese, bu DALLindir.. Alnını dayaması lâzım Kâbe’ye çünkü!.
Kuzey kutbundaki bir adam ise, Kâbe’ye dönse “ALLAHuekber!” dese SALLindir.. aradaki mesafenin hiçbir önemi yoktur, önemli olan KIBLEye DÖNüştür.. KABULdür kabiliyettir.. yâni Belâ Kudretine, “KâLû beLÂ Kudreti Kahhariyeti”ne yüklenmektir, yürümektir, vech etmektir!.

Burada şunu söylemek istiyorum, DALLin ve gazabta zâhir ve bâtın hep bunlar “abd-KUL” daki DALLin.. ne bileyim ben istiâne ettiğindeki-sığındığındaki.. ve gazaba uğramamak.. tüm bunlar yine çifter çifter birbirleriyle eştirler.. sırat ve istikâmet de böyledir..
Yâni burada “Efendim bunlar yahudidir, bunlar hristiyandır, bunlar Müslümandır.. felân yaşasın türk milleti!” ya da ne bileyim ben “yaşasın ben” gibi sapma sapanlığa gider iş..

Esas olan ise “ben”deki ne olacak?.benim akıl bazında bana yüklenen pozitif ve negatifliklerimi nasıl SEVİYElenip de, ŞeytÂNımı Müslüman ederim de bana iyiliği emreder!.

Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: "Sizden her birinizin bir şeytanı vardır. Evet, benim de şeytanım var, fakat ALLAHu Teâlâ bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu, bana yalnız iyiliği emr eder!" buyurdu.
(İbn-i Mes'ud’dan, Müslim)

Mesele bu.. bunu buyuruyor zâten..
gayri’l- magdûbi aleyhim
ŞeytÂNınızı Müslüman edin!.” Buyuruyor..

Yâ RABBenâ!. bize ilham et bunu!.
O zaman ne olur bize de “en’âmte” etmiş olur.. ni’met verilmişlerden olursun.. böyle bir yola getirmekle arkadan geri döndüğümüz zaman..
Onu söylüyorum zâhirde biz DALLindik, bâtında gazaba uğrayanlardandık.. Yâ RABBenâ, bizi İKİliğe sürükleyen ŞeytÂNımızı Müslüman ettiğin zaman bize de ni’met vermiş oluyorsun, olursun..
İşte böyle bir Hayyu’l- Kayyum yâni Sırat-ı Müstakîm üzere bize dâimiyet hüviyeti giydir!.
Bir anlamda üzerimizdeki bu sahte krallık elbisesini-İbLisliği soy, çırılçıplak kalalım!.
Nesimî Baba gibi.. o zaman üryan Âdem-Havva aleyhumusselâm gibi çırılçıplak olduğu zaman.. işte o zaman ve HÂLde İBLİS ELBİSEsini soyunup İKİ ŞEYLik Şey-t-ÂNı olarak çıkıyor ortaya..
İlk ATAlarımız Zâten, o zamana kadar çırılçıplak oldukları halde fark edememekteydiler.. ŞEHVET YOKtu.. SAFF ŞEHÂDET YAŞAyışındaydılar.. Ne zaman ki Şeceretü’l- Zevk Ağacına meyletip, hatta ondan yeyince üreme organlarını görüyorlar da, cennetin varaklarıyla-yapraklarıyla önlerini-arkalarını kapamaya çalışıyorlar!.
Halbuki ondan biraz önce, elbiseleri mi vardı?. ŞeytÂN neredeydi?.
O zaman oradaki çıplaklık, bizim anladığımız çıplaklı mı?.

Aynı şey Fâtihanın kendi içinde vardır..
Aynı şey Rahmâniyet-Rahîmiyet.. Fâtihanın buraları, tüm insanlıkla ilgili bölgelerdir..
Tesliyimette böyledir, İstikâmette böyledir..
Rahîmiyette teslim olunur.. Rahmâniyette istikâmet bulunur!.

Fâtiha’mızı biliyorsunuz biz epey bir inceledik çok şükür..
Ama yine döner döner inceleriz, SALLımızda günde kırk kere okuyoruz ve okumamız çok iyidir.. çünkü biz zâhirde DALLin bâtında mağdubîn olmaktan kurtulur da, böyle bir ni’mete erersek, Rabbımız bize Sırat-ı Müstakîm Teslimiyet İstikâmeti nasib ederse..
Teslimiyet nerde oluyor?.
Adam DALLindi.. “yok Kuzey Kutbuna gitmeyeceğim Mekke’ye dönüyorum!” dedi ve döndü.. teslim oldu.. islâm oldu.. ama işi bitmedi..

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Kâleti’l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)

Çünkü mü’min olanlar, Sırat-ı Müstakîme itina edenlerdir..
Abd olduk.. oldukt da, istiâne nerde?. İstiâneyi “karpuz ver, kavun ver, ekmek ver, sıhhat ver, şunu ver, bunu ver Yâ RABBenâ!” sanmamalıyız!. “Oldu, başka ne var emriniz?.”
Şu ÂN Şe'ÂNdaki oluşuma iştiraka gerek görmüyor mu?.
Türkiye’nin her yerindeki buzdolabı Keban’a ihtiyaç hissetmiyor mu?. Keban-la BİZ BİR-İZ-beraber değil mi?. Bu GERÇEKi BİLmesi BULması OLması YAŞAması şart değil mi?.
Bir mahsuru mu var herkesin Bilmesinin?.

Evet mahsuru var!.
Kim için var?.
Hasan dağındaki Çoban Kilis için mahsuru var, ona bu ilimi bilmek tahsil etmek gereksiz.. çünkü kendisi bana: “Ben Kıbleye dönerim Hocam, “ALLAHuekber!” derim.. bir Fâtiha bilirim, onu da tam bilmem bildiğim kadarıyla okur, yatar yatar kalkarım kılarım namazımı, gece gündüz bırakmam asla!” diyor.. bitti. “Ben ötekileri bilmem!” diyor.. Bilmiyor, bilemiyor ama bildiğini tam biliyor ve yapıyor kulluğunu.. “öyle ham sofular gibi, bizim şuramıza davarın sidiği değmiş, yok efendim şusu busu değmiş, onlar umurumuzda değil Efendim bizim.. çünkü akşama kadar onun içindeyiz biz.. onlar kirlendirmez bizi.. ama kimsenin malını çalmayız, kimseye de bir şey söylemeyiz hiç!.” Diyor.. “Karışmayız ne halkın ne Hakk’ın işine karışmayız!.”

İşte istiâne abdesti budur, SALLı budur.. Sırat-ı Müstakîmi budur..
Yoksa Dernekler ve şaşkın Tarikat Şeyhi olup, petrol yeşili giyip her renkte yakasız gömlekle, en lüks televizyon şeylerinde bin bir kılıkta, sırıtış tarzlarında.. öyle ahkam kesmeler değil bu iş..
BİZim Çoban Kilis gibi “ALLAH celle celâlihu!” dediğinde ALLAH celle celâlihu orda olmaktır!. Fişi pirizi taktığında, Keban “lebbeyk!-ben buradayım bir emrin mi var!” buyurmasıdır ŞAH DAMArından da AKRABa OLNnın..
“İstiâne et- İste Işıtırım, makinelerini-âletlerini çalıştırırım!.” demektir Kul İle RABBisi TeÂLÂ’sının.. Ampulle Keban’ın BİZ BİR-İZ-liği budur el ÂN Şe’ÂNuLLAHta fiilen böyledir.. bu kâinaâtta sadece ALLAH celle celâlihu ve NÛRu vardır.. NÛRunun ESMÂ Yansımasıdır NÛR-U MuhaMMed aleyhisselâmdan KÜLLî ŞEYy’i ve’s- SeLÂMm!.

Kâ'inâtın mübtedâsıdır-İLK Başlangıç NOKtası MuhaMMed Mustafâ!. Aleyhisselâm..

ALLAHu zü’L- CeLÂL, tertemiz NÛrundan bu halkı ve ÂLEMLeri inşâ edip vücuda getirdi.
KûN feyeKûN OL-Ânı KâNÂtın ASLın fASLı, ÜMMü-ANAsı-TEMELde tek-İLK NOKtasıdır MuhaMMed Mustafâ aleyhisselâm..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun): ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.(Nûr 24/35)

Ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bağlantısı her AN ŞeÂN yaratılışında BİZ BİR-İZdir ki;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi kudsîde: "ALLAH: "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım."buyurdu" buyurmuştur.
(Îmân Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404; Aclûnî, Keşfü'l-Hâfâ I-265/827)

Hepimizin Nuru, O’nun Nuruyuz..
Ve görürüz ki Âfak Akıl için, Ulaştıkça daha ilerisi OL-AN târifsiz Sonsuz UFUKlar, DIŞımız olup:
MUHiT-te O ALLAH celle celâluhu..

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatan-kapsayandır.(Nisâ 4/126)

ALLÂHU NÛRUS SEMÂVÂTİ VEL ARD
ALLAH celle celâlihu, ez Zâhirdir.. çünkü ALLAH celle celâlihu, hayal değildir.. Bâtın Zâtınlık hayal değildir.. “gayb” da, olduğu halde gözükmeyendir.. gayb, kayıp-yitik değildir..
Fâtiha’mızda böylesine güzel özellik vardır, bir hoşluk vardır..
Evet Fâtihaya da bir daha göz atmış olduk İnşâe ALLAHu TeÂLÂ.
Evet Hümeyra ne diyorsun Fâtihaya sen?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Hümeyra: Teşekkür ederim hocam Fâtiha Sûresi insanın arkadaşı gibi bir sûre, onu ne zaman okursak her türlü sıkıntımızı bizden alıveriyor şifâ için okuyoruz, nazar için hemen onu okuyoruz.. eee bütün her şeyin özeti deniliyor zâten onu biliyoruz.. Kur'ÂN-ı Kerîmin özeti Fâtiha-yı şerîftir deniliyor ve Fâtihayı şerîfeyi ismindeki keşfetmek kendi özümüzdeki mânâmızı keşfetmek için sırları olan derinlikleri olan bir sûre olduğunu biliyoruz.. ama tâbi siz şimdi böyle açıklayınca çok daha te’sir etti bana.. içerisinde her iki yolu da, yönü de.. çünkü ,dünya hani her İKİLİK üzerine kurulmuştu ya.. DALLinler ve SALLinler.. ee hangi tarafta olmayı isteyip hangi tarafta olursak korkmayız ve ALLAH’a sığınmalıyız.. bunları da tâbi bizler okurken bunları da düşünerek okuduğumuz da İnşâe ALLAHu teÂLÂ bizi de fethedip içine alabilir mânâsı.. çünkü biz çoban Kilis gibi o kadar bilmiyor olduğumuz halde, özümüzü HaKk’a yakîn etmiş olmadığımız için işte bildikçe, biraz biraz bize te’sirlerini yaşadıkça daha kendimizi iyi hissediyoruz İnşâe ALLAHu teÂLÂ ALLAH.. bizi hep iyilerden ve SALLinlerden etsin.. Fâtihayı şerîfi anlattığınız için çok teşekkür ederim.. çok güzel oldu.. öğrendiklerimizin daha ötesinde oldu.. çok teşekkür ediyorum..

Kulihvani: Biz de çok teşekkür ediyoruz.. Şükürler olsun Rabbımıza Fâtiha günde kırk kere okuduğumuz bir sûredir.. Namaz Fâtihadır diye açıkça HÜKüMLer vardır.. Namazda Kur'ÂN-ı Kerîman okumak farzdır.. Fâtihayı okumak vâcibtir.. iki kere okumamak da vâcibtir.. zamm-ı sûre olarak da koşulamaz ve mutlaka bir kere okunur.. bir namazda arka arkaya okursak sehiv secdesi yapmamız gerekir.. Fâtiha bir kere okunur.. her rekatta mutlaka okunur ki, bunun sırrı çok büyüktür.. çünkü burada Fâtihanın yedi âyetine bütün Kur’ÂN-ı Kerîm yedi koldan akar.. demin başta söylediğim yedi vech dediğim bu idi..
Bu hususta ASLen Sahibimiz Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem Efendimize Yedi çift KULağımızı verelim buyurunuz İnşâe ALLAHu teÂLÂ:

Resim---Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem: “Beni nasıl namaz kılıyor görüyor iseniz öyle namaz kılınız.”
(Buharî (631); Dârimî (1288)…)

Resim---Aişe radîyallâhu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre:
“Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, namaza tekbir ile; kıraate ise الْحَمْد لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (Fâtiha Sûresi) ile başlardı.”
(Müslim (498); Ebu Davûd (783)…)

Resim---Ubâde İbn es-Sâmit radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Fâtihatu’l- Kitâb’ı (Fâtiha Sûresini) okumayan bir kimsenin namazı olmaz.” buyurmuştur.
(Buharî, (756); Müslim (394)…)

Resim---Yine Ubade İbn es-Sâmit radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre: “Biz sabah namazında Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in arkasında (ona iktida etmiş/uymuş) idik. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem (Kur’ân) okudu. (Fakat Kur’ân) Okumak kendisine, ağır gelmeye başladı. (Namazı) Bitirince: “Siz imamınızın arkasında okuyorsunuz” buyurdu. Bize de: “Evet, Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, (biz de okuyoruz)” dedik. “(Bunu) Yapmayın, sadece Fâtihâtu’l-Kitâb’ı okuyun. (Zîrâ) Muhakkak ki onu okumayan kimsenin namazı yoktur!” buyurdu.” demiştir.
(Ebû Dâvûd (823); Tirmizî (311)…)

(Hadîs-i şerîf Sahih’tir. Hadîsi Tirmizî ve Beyhakî, hasen olarak değerlendirmiş ise de hadîs bu konudaki şahitleriyle -li gayrihi- sahîh derecesindedir. Nitekim İbn Hibban’ın onu “Sahih” inde rivâyet etmiş, orada “isnâdı kavi” olarak zikredilmiştir.)

Bu sebeble çeşitli yollardan mütevâtir seviyesine ulaşmış olan “Fâtihatu’l-Kitâb’ı okumayan bir kimsenin namazı olmaz” hadîsi umum olarak her namaz ve her kimse için her rekâtta farziyet ifâde etmekte olup, hadîsi zâhir mânâsından çıkararak “kâmil mânâda namazı olmaz” veya “yalnız başına kılarken olmaz” gibi taşımadığı mânâlara hamletmek doğru değildir.

Resim---Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre:
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem: “Her kim içinde Ümmü’l-Kur’ân’ı okumadan bir namaz kılarsa o namaz noksandır, noksandır, noksandır; tamâm değildir.” buyurmuştur.
(Müslim (395); Ebu Davûd (821)…)

Resim---Aişe radîyallâhu anhâ ile Ebu Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre:
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem: “İçinde Ümmü’l-Kitâb okunmayan her namaz noksandır.” buyurmuştur.
(İbn Mâce (840); İ. Ahmed (7901)…)

Resim---Ebû Saîd el Hudrî radîyallâhu anh’dan rivayet edildiğine göre: “Biz (namaz kılarken) Fâtiha ile (beraber Kur’ân’dan) kolay geleni okumak ile emrolunduk.” demiştir.
(Ebû Dâvûd (818); Ahmed (10998)…)

Resim---Abdullâh bin Amr bin el-As radîyallâhu anhum’dan rivâyet edildiğine göre: Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem: “İçinde Fâtiha okunmayan her namaz noksandır, her namaz noksandır!.”
(İbn Mâce (841); Müsned (9898)…)

Resim---Ebû Saîd el-Hudrî radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre:
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve selle: “Farz ve onun dışındaki tüm namazlarda Fâtiha okumayanın namazı olmaz, daha fazla okursa (onun için hayırlıdır).” buyurmuştur.
(Tirmizi (238); İbn Mace (839)…)

Resim---Ebû Hureyre radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre: “Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bana Fâtiha okumayanın namazı olmaz, daha fazla okursa (onun için hayırlıdır) diye nidâ etmemi (duyurmamı) emretti.” demiştir.
(Ebu Davûd (820), Müsned (9529)…)

Azizkardeşlerim;
İnsanın DALLin yönü yok mudu?.. Vardır elbette..
İnsanlar tuvâlete gitmeyecekler mi?. çok kötü bir şey midir?.. yok öyle bir şey!. ne bileyim ben; insanlar, şunu yapmayacaklar, çok ayıptır vs.. yok öyle bir şey!. ALLAH’ımızın sünnetinde o da vardır..
Ama DALLin vardır vardır tâbi.. ALLAH’ta gübre vardır.. gübre vardır da, yemek ve koklamak yoktur.. gül yetiştirmek vardır.. sorun işte burada.. “ben gübreyi yiyeceğim ve koklayacağım!.” derse DALLindir zâten.. ama derse ki: “bu gübrenin içerisinden, bal baklava olan bostanlar, çiçekler, ballar yetiştireceğim!.” derse.. “bu gübreyi, bala çevireceğim!.” derse kesinlikle çiçek tarlası kuruyordur ve kurmalıdır zâten doksan dokuz esmâyla..
Zâten güzellik ve özellik de buradadır.. ve anlayış yaşayışa geçtiği zaman, iman amele geçtiği zaman, mârifete geçer.. lafta kalan bir iş, katiyyen sonuç vermez.. ve dâima aşk, işten geçer değil mi?.
ALLAHu zü’L- CeLÂL, gençlerimize; hayrlı iş versin, helâl aş versin, sâlih-sâliha eşler versin ki, MuhaMMedî başlar olsun.. BİLİrsiniz ki ÜÇ Mesned dengedir.. üç nokta dâima dengedir teknikte.. en yakın denge üç noktada kurulur, gerisi artı birdir hep.. dört ayaklı masa dört nokta üçer üçer kendi aralarında dört kere daha dengelidir.. bir üçgenden; beşgen, daha çok üçgen meydana getirdiği için daha dengeli olabilir.. ama en az asgari üçgen olandır..

Peki o ÜÇLümüz kimlerdir?.
Ben-sen-o->BİZ, Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem, ALLAHu zü’L- CeLÂL ÜÇLüsüdür.. sen, Rasûlullah ve ALLAHtır.. ALLAHu zü’L- CeLâL ile Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem'in arasındaki bağlantıya Kur’ÂN-ı Kerîm diyoruz.. evet öyle diyoruz.. bizimle Resûllulah SALLallahu aleyhi ve SELLem arasındaki bağa “ilham” dedin, “üç” dedin.. bizimle ALLAHu zü’L- CeLÂL arasında bir bağ var tâbii ki..
İşte o söylenemezlerdendir Rahmetli Münir Derman Hocam kaddesallahu sırrahu buyurduğu..
O bu integral-türev.. gavurcası daha şeydir bunların daha kolaydır anlayışı.. biz bir de, yâni yokluk çokluk gibi, gidiş gelişleri anlatma bakımından ya da, limitte nötr nokta, ara kesitte buluşmalarda söylenebilir değil mi Barbaros?. Sen ne diyorsun, senin fikirlerin ne Fâtiha için canım?.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Barbaros: Evet hocam. İştirak hususundan bahsettiğinizde orda benim aklıma şey geldi, bizim kolin bir rüyâ görmüş diyor ki: “rüyâmda diyor eve gidiyoruz diyor rüyâda bu gece görmüş böyle Amerikalı ya o Amerika ya diyor gidiyoruz diyor fakat Kanada üzerinden bir aradan geçeceğiz diyor orası diyor çok soğuk yâni diyor yükseğe diyor tırmanıyoruz diyor yol diyor çok tehlikeli bir yol diyor eğer şey yaparsan, ayağın kayarsa buzun üzerinde ordan diyor şeye düşüyoruz bir göl var aşağıda o göle düşüyor insanlar diyor evimiz diyor o şeyin bir diyara varmaya uğraşıyoruz diyor o diyara çıkmak oraya gitmek çok zorumuş diyor insanlar diyor oraya çıkınca diyor baktım ki vardık diyor yâni oraya tepeye o beldeye gelince diyor o beldede diyor o beldenin bir yerlisi var diyor o yerli o beldedeki kaynakları fissebil kullanılmasına gelenlere diyor izin veriyor diyor fakat diyor ben diyor şaşırdım diyor dedim ki diyor ben diyor şeyden değilim diyor yâni buranın yerlisi değilim diyor sadece diyor oranın yerlisi kullanabiliyor kaynakları diyor aynı zamanda diyor o yerlileri tanıyanlarla diyor tanıyanlarla bir bağı olanlar kullanabiliyor diyor bende diyor ha bire söyleyip duruyorum diyor şey değilim diyor buranın yerlisi değilim diyorum diyor öyle dememe rağmen diyor yok yok diyorlar diyor her şeyi kullanmama izin veriyorlar diyor..

O hesap bende düşündüm neyin nesidir diye sonradan aklıma geldi şimdi insanlar Dini İslâmın içerisine girdikleri zaman ilk başta kendileri şehâdet edince, biz bir kuluz burada sistemin içerisinde hepimiz bir hizmetle çalışmaya azmetmişiz hamd olsun ve öyle bir belde ile bağlı yer altı bağlılığımız var.. ve herkesi o gönlü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Gönlü içinde sayıyoruz bizle birlikte BİLElik yaşamaya çalışanların fakat insanlar yeni yeri gelince aramıza girdikleri zaman veya şehâdet edip de islâmı kabul ettikleri zaman, biz onları kendimizden kabul ediyoruz.. kaynaklarda fisebil açılıyor insanlara.. onlarda şaşıyorlar ondan sonra diyorlar ki ya bu bakıyorlar hallerine ya biz bir şey yapmıyoruz ki yâni kendilerini bir an şey yapamıyorlar o şeyin içerisinde göremiyorlar çalışanların bazılarının hallerine bakıyor meselâ birisi diyor şiir yazıyor, öbürüsü başka bir şey yapıyor falan.. başka bir şey yapıyor ben ne yapıyorum ki diye kendi kendilerini sorguluyor akıl fakat bilmiyor ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz “ALLAH ve Rasûlune teslim ol”muşlar.. artık bu teslimiyetten dolayı artık yavaş yavaş iştirake geçip sadece yapmaları gereken uygulamaya başlamaları o kaynakları kullanmaları yâni, korkmadan o kaynakları kullanmaları aklıma o geldi bir de..

Dün değil evvelsi ki gün bana bir soru soruldu du o kızcağız soruyu Rububuyit ve Ubudiyet arasındaki soruyu sordu.. iki tane dâire varmış diyor birisi Rububuyet diğeri Ubudiyet dâiresi diyor.. bu giki dâire arasındaki şey diyor ilişkiyi diyor en güzel diyor nerede görebilirim diyor nere de anlatılabilir diyor..
ben diyorum ki.. görebileceğim bir okuma var mıdır diyor ben de dedim ki: “vardır okuma hem de dedim çok güzel okuma vardır Fâtiha Sûresini okuyun dedim yarısına “iyyağkenâbudu” ya gelinceye kadar Rububiyet dâiresindesiniz dedim ondan sonra dedim Ubudiyet kısmına geçiyorsunuz dedim hadis-i şerîf var” dedim..
ben Fâtihayı kulumla aramızda ikiye böldüm diye hadisi şerîf var dedim:


Resim---Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “ALLAHu zu'l-Celâl buyurdu ki: “Namazı (kıraatı) kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Kuluma istediği verilecektir.” Bir rivâyette; “Onun yarısı benim, yarısı da kulumundur.”
Kul: “Elhamdu lillâhi RABBi'l-Âlemîn” (Her türlü övgü ALLAH'a mahsustur) deyince ALLAHu Teâlâ: “Kulum beni övdü.” buyurur.
Kul: “Er-rahmâni'r-rahîm.” (Esirgeyen ve bağışlayan) deyince ALLAHu Teâlâ: “Kulum beni övdü.” buyurur.
Kul: “Mâliki yevmi'd-dîn.” (Din gününün sâhibi) deyince ALLAHu Teâlâ:“Kulum beni yüceltti.” buyurur.
Kul: “İyyâke na'budu ve iyyâke nestaîn.” (Ancak sana ibâdet eder ve ancak senden yardım dileriz) deyince, ALLAHu Teâlâ: “Bu benimle kulum arasındadır. Kuluma istediği verilecektir.” buyurur.
Kul: “İhdine's-sırata'l-mustakîm. Sırâtallezine en amte aleyhim ğayri'l-mağdubi aleyhim vele'd-dâllin.” (Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazâbına uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil) deyince, ALLAHu Teâlâ şöyle buyurur: “Bu kulum içindir. Kuluma istediği verilecektir.”
(Ebu Hureyre radıyallâhu anh'dan; Müslim)

Elhamdulillâhi RABBu'l-âlemîn..

“Yâni merkezden yukarı doğru çıkarken Rububiyete gidiyorsunuz dedim oradan geriye döndüğünüz zamanda Ubudiyette doğru tekrar geri geliyorsunuz” dedim bunu dedim günde kırk kere okuyoruz bundan daha güzeli olur mu dedim.. yâni bunu dedim Fâtihayı şerîfeyi eee bu dediğiniz dedim şey cevâbı kendimiz bulacağız dedim var dedim Hocamızın açıklamaları dedim Kul İhvÂNi dedim tasavvuf içinde vardır dedim ararsanız bulursunuz ama benim diyebileceğim bu yâni dedim hakikaten onu öyle görüyorum yâni burada iki dâire yapar gibi yâni..


Kulihvani:
Burada bir şey var bizim de çok iyi anlamamız gereken bir dâire çizdiğini düşün en küçük dâireyi Habli’l- Verîd dâiresini çizdiğini düşün..Sona dayandı artık çizemiyorsun.. merkezde bir nokta var onun RuBuBiyet olduğu kesin en dıştaki dâireye, kâinâtı-varlığı tümüyle sıkırtırırsan “kâlû >belâ!” diyenleri.. bu da Ubudiyet olduğu kesin..
ben diyorum ki aradaki her noktanın yarı yapı “r” dir ve Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemdir.. bunu başka izâh etmek ve de diyorum ki Rusulîyyet öyle bir iştir ki, bu tarafı esmâ iken öbürtarafı sıfattır.. herbir şey de bu yarı çapta olur ancak.. yoksa Rabb insanlar ortaya çıkar.. ama Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem RaBB değildir.. İşte onu koruyan Rasûlluğudur.. Rasûlluğudur işte onu çok iyi anlamamız lâzım..
Bildiğimiz hani “r” yarı çapını batılılar koymuştur sanırım.. ne demek nerden geliyordu ama bize çok uygundur “r” harfi.. daha doğrusu “Radius”tan geliyor, açıdan geliyor esas değil mi?. herhalde açı kenârı demek mi nedir?. radyan felân varya işte onlardan felân çıktı..
Bilmem anlatabiliyor muyum Ubudiyeti..

Sorulan soru doğru bir soru.. en küçük dâirenin adı Ubudiyettir, Kulluk Dâiresidir.. merkezdeki NOKTA RuBuBiyettir.. ama bunu, ona bağlayan, herkeste eşit olan yarı çap var.. herkeste bir yarı çap vardır.. sonsuz bir nokta gibi sonsuz yarı çap vardır..İşte bu Yarıçap TÜMLünde Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem vardır.. Küllî şey’in NûR-u MuhaMMed’den yaratılıpdurması budur.. Zâten ALLAHın nuru tektir.. Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLemin nuru çoktur ….
İşte bunun seviyelenmesi.. akıl için “fenâfillah” lafları felân boş laflardır ki YAŞAnmazsa yalan olur, kelimelerde kalır çünkü.. ama anlayış bakımından doğru anlayabiliriz, doğru anlayabiliriz.. yâni aya gidilebilir mi?. çok zor ama gidilebilir biliyoruz.. yâni biz yapamıyoruz diye gidilmiyor değil ki.. biz yapamadığımız için olduğu zaman oluyor Tay-yi Mekan mümkün mü?.Mümkündür elbette o SıRRa EREN'e.. “Hadi yapalım!. hadi yapalım!.” la olmuyor işte!.. o şartlar yerine geldiği zaman, tedbir olduğu zaman, bedeli olduğu zaman değil mi yâni..

Keban’dan Kuzey Kutbuna hat çekebiliriz ışık taşırız şartlarını sağlarsak elbet.... yoksa şartlar sağlanmazsa, Keban-dakiler de karanlıkta kalabilir bir karış kablo bulamadığı için, bir direk bulamadığı için Keban'daki de karanlıkta kalabilir.. ama diyelim ki bin km. on bin km. öteye de çekebiliriz buradaki imkan-mekan tek koordinattır onu demek istiyorum..
Kâinâtta hiçbir koordinat felân yoktur, tektir, mekandır.. Mekan, “MiM”den ibarettir MÂSİVÂdır yâni.. geri kalan ondan doğan şeylerdir..
İşte burada iki akıl vardır akıl pazarında.. aklın bir ucunda RuBuBiyet vardır ki, oraya döndü mü Hizbullah olur.. oraya arkasını döndü mü demin söylediğim buydu Kâbe’ye kadar varmış adam Kâbe’ye sırtını dönmüş, dayamış sırtını aklınca “ALLAHuEkber!.” diyor.. işte bu kimse bu DALLindir..

En uzak Kuzey Kutbundaki kimse de NAKLi DUYup UYan AKLıyla, Mekke'ye-Kabe'ye-Kıbleye dönmüş “ALLAHuEkber!” diyor işte bu kimse bu SALLindir bunu anlamak lâzım.. Yâni limite çektin mi dini, merkezine RuBuBiyetine oturursun ve sabittir, dönmez çünkü döndürendir.. bir “r” yarı çapı çizebilirsin.. ancak minimum limitte.. işte o çizdiğin çemberin adıdır “Ubudiyet”..
Sırtını merkeze döner de muhite “ALLAHuEkber!” derse HizbuŞeytÂN olur.. “İkİ ŞEY”-liğin arasında, aklı İKİLİKte kalır TEVHİD yapamaz.. “İLâhe iLLâ ALLAH” diyemez..
Lâ İLâhe” “benden başka ilâh yok illa benim ilâh!” der..
yâni “benden başka ilâh yok” der.. Nefsinin hevâsından başkası ona vekil olamaz..
Neden vekil olamaz?.
Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem BİLip-BULup-OLup-YAŞAyamadı MuhaMMedî Mü’mince..

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehâze ilâhehu hevâh (hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ (vekîlen).: Hevâsını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?(Furkân 25/43)

O kimsenin yarı çapı Habli’l- Verîd yarı çapı değil.. o kişi kendi yarı çapını kendi çiziyor.. o kimse teslim olmuyor!.
Fakatacı olan şu ki, şu ÂNda her insan, her nefeste 1600 km/saat Dünyanın DÖNüş hızıyla ölüme koşuyor!.
Kim koşuyor?. KüLlî ŞEYy.. ancak sözümüze ahmaklar gülüp “hiç kimse koşmuyor hiç kimse!.” Diyorlar ve bilmiyorlar ki onların sözüne de ölüler gülüyor değil mi?.

Görmediniz diye DÖNmüyor mu DÜNya.. çünkü sistem böyle kurulmuştur sistemi ALLAH böyle esmâlarıyla böyle kurmuştur.. ve bu onu bu şekilde yazmak lâzım aslında.. bunun bu şekilde izâhı doğru bir izâh olmalıdır “limit izâh” diyelim hâdi.. Teknik olarak da bu böyledir ve doğrudur.. çünkü bir pergeli alırsınız kapatırsınız biraz, daha kapatamazsınız artık dayanır.. kapattığınız anda, pergelin bir ucunu sabit bir noktaya batırın çevirin, kâlemin ucunun çizebildiği kadar en küçük dâireyi çizersiniz “daha çizemiyorum”dersiniz artık.. çünkü yarı çap yok başka.. yâni en küçük dâireyi çiziyorsunuz.. İşte EN İçtekinin, onun yarı çapıdır NÛR-u MîM.. Resûlullah SALLallahu aleyhi ve SELLem, ALLAH celle celâlihu ile insan arasındaki aracı değildir, gereçtir, gerekir varlığı buna bağlıdır.. çünkü o da O’ndandır.. O’ndan olur mu?.
Biz Suyla BUZun farkını bilmiyor muyuz?. onu biliyorsun da H2O nun farkını bilmiyorsun!. Bildiğin şey putperestlik değil mi bildiğin şey!. Su akıyor, Buz akmıyor.. Suya her şeyi yapıyorum, Buza bir şey yapamıyorum!. Buzu kırarım, ezerim, şunu yaparım.. Ancak, Teknik olarak, Suyu; ezemiyorum, kesemiyorum, kıramıyorum hatta yakamıyorum ki, hiçbir şey yapamıyorum!. Hiçbir şey yapılamaz zâten, sıkıştırılamaz zâten “sıkıştırılamayan tek sıvı SU”dur.. Bir damlayı katiyyen kesemez ve hiçbir şey yapamazsınız.. ama H2O dur..
Buza her şeyi yaparsınız.. oysa yaptığınız sadece şeklinedir.. yine bir şey yapamazsınız.. o da H2O dur..

Buz-Su-Buhar-Bulut,
Dördünün de formülü H2O dur.
Hepsi de 2 hidrojen 1 oksijenden oluşur.
Ama bulundukları bu hallerdeki-makamlardaki (Buz-Su-Buhar-Bulut)vasıflarından bir tanesi bile diğerinde olamaz.
Zâten olsa o da ondan olur...

Yâni demek istiyorum ki,
İnsan Buz-Su-Buhar-Bulut gibi dört âlemi aynı şekilde yaşar.. halbuki ne zaman âlemleri birleştirir bunlar?.
Dâru’s-selâm dediğimiz H2O da.. halbuki H2O da İKİLİKtir.. 1mol Oksijen ve 2 mol hidrojen EŞLEŞeBİLir teknikte ve BİR DAMLA SU Bebesi DOĞar.. 18 dir 2 si Hidrojen Rahmâniyet, 16 sı Oksijen Rahîmiyettir, kadındır yâni.. oksijen küllî şeyin bilir ve güneşte oksijen olur

Bütün yanmalar oksijen ile olur bu âlemde.. halbuki güneşte oksijen yoktur ve GÜNEŞ sadece HİDROjen Olan bir Kızıl TOPtur..
“Hidrojen Yanması”, basbayağı yanmaktan bahsediyorum.. Hiç duymadım ve duyan varsa çıksın ancak Kur'ÂN-ı Kerîmde gördüm şükür..
Ateş toplarını biliyorsun.. top halindedir.. oksijensiz yanmak sadece güneşte vardır.. iki mol hidrojen yanarak Helyum meydana gelir..

İnsan oğlunun ilâhî veri olan akıl ve ilimle çözdüğüne göre:
Güneş'de 1 sn.de:

Resim

1 sâniye dense de BİLen BİLirki “AN” dadır.
Bir ANda 1 Hidrojen 1 Hidrojen'le Oksijen'siz YANarak!! EŞ-leşip BİZ-İZ dediklerinde doğan BİZ-BİR-İZ Helyum'u ve El-HAYY HAYYatın Temel Gıda Kaynağı, Isının Işığın Menbağı Yeşil ATEŞin Can bağı ARTIK-a Ne Demeli!!!

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---Ellezî ceale lekum mine'ş-şeceri'l-ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne) : O ki size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da şimdi siz ondan tutuşturup duruyorsunuz
(Yâ-Sîn - 36/80)

Nedir bu ATEŞli Yeşil AĞAÇ?.

MCn genel formüldür.
C üssündeki n= sıfırdan sonsuza kadar değerler alır.
n=0 olduğunda C0= 1 ede ve MCn=M olup MADDE-dir..
n=1 olduğunda C1= C ede ve MCn=MC olup KUVVET-tir..
n=2 olduğunda C2= 1 ede ve MCn=MC2 olup ENERJİ-dir..
İnsanoğlu şimdilerde n=3 nedir bulmaya çalışmaktadır.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Çok ilginç şeyler vardır Rahmâniyette..
Onun için “Rahmâna geliniz!.”buyurulur Kur'ÂN-ı Kerîmde..
Şimdi geliniz yâni “RaBB’a rücu’ ediniz!.” Ne zaman?.
RaBBu’l-âlemin demek ki akıl bakımından biraz daha bi başka bir şey istiyor!. “ALLAHa firar ediniz”..

Şimdi RahmÂN celle celâlihu’ya geliniz!.:

إِن كُلُّ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِلَّا آتِي الرَّحْمَنِ عَبْدًا
Resim---''İn kullu men fîs semâvâti vel ardı illâ âtir rahmâni abdâ(abden).: Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir.(Meryem 19/93)

Rabb celle celâlihu’ya rücu’ ediniz!.:

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim---İRCİÎ ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh (mardıyyeten) : dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!(Fecr 89/28)

ALLAHu zü’L- CeLÂL’e firar ediniz, fırlayınız!.:

فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
Resim---Fe FİRRû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun) : (Ey Rasûlüm, de ki: ) O halde hemen ALLAH’a kaçın, (küfrü bırakıb hemen imana gelin). Gerçekten ben, size, ALLAH tarafından (azab ile) korkutan açık bir peygamberim.(Zâriyât 51/50)

Yâni firar ediniz!. öyle hayalle mayalle olacak iş değil bunlar..
Onun için gerkenler açık seçik Kur'ÂN-ı Kerîmde;

ALLAHa ve RasûLullaha TESlim OL!
ALLAHa ve RasûLullaha İmÂN Et!
ALLAHa ve RasûLullaha Tâbi OL!
ALLAHa ve RasûLullaha İtâat Et!

KULLuk Muhtaçlığı-Mecburluğu-Me’murluğu, Mahkumluğu var!.

ALLAH celle celâlihu’ya firar ediniz!.
Öyle hayalle mayalle olacak iş değil!. yâni onu Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme bırakmak en iyisi.. İyi de, keyfi değil mecbureyeti var, onu demek istiyorum!.
Şimdi yukarıda Teknikteki gördüğümüz bu Hidrojenin Helyumlaşma, yâni o arada hayatın tümünün diriliğini sağlayan ne gönderiyorsa ÂLEMe!.
Bence enerji de değil o, fotosentezin temelinde yatan enerji de değil daha başka bir üst değer.. Güneş ışınlarında alınan şey, başka ışıklarda asla alınamamakta.. çünkü illâ güneş ışığı lâzım.. yerin dibindeki mantarlar dahi bu katmanları geçebilen bir şey almakta, “Dirilik Gıdası” dediğimiz şey, bir ambalajın içerisinde bir şey var ki, enerjinin de ötesinde bir şey var.. bütün bunlar oksijenle hidrojenin marifetidir.. Hidrokarbon diye bir sistem var biliyorsunuz.. Organiklerin temelindeki Hidrokarbon ayrı bir âlemdir.. yâni 114 sûre var Kur'ÂN-ı Kerîmde, 114 element var bu ÂLEMde..
Bu hikayeler, tüm eşdeğerdir, birbirleriyle ciddi ilişkileri vardır.. ve Kolin mi gördüm dedin rüyâyı Barbaros?.

Barboros: Evet Hocam o kızcağız, kendi başına gayret gösteriyor ve haliyle yetiştiği ortam kendisinin.. Aynen Shela’da da var biliyorsunuz.. çok şey yapamadığını ve yapmayla ilgili olduğunu sanıyor..

KulihvÂNi: Halbuki ona daha çok ikram edildiği bir gerçek..Bu teslimiyeti tamamladığı anda sıfırdan tamamlıyor.. Halbuki kırk yaşına kadar bütün günahları işlemiş olsa dahi, sıfırdan başlıyor!. Sıfır kilometre başlıyor!. Bu müthiş bir avantaj!. Yâni gerçekten o kaynaklar ona bahşedilmiş kaynaklardır.. O kaynakların sahibleri için problem vardır ancak sonradan Müslümanlığı tercih ettiğinden onun için problem yoktur!. Ona bir hibe gibidir yâni.. Açıkça ALLAHu zü’l- Celâl’in lütf-ü kerimidir, güzelliğidir..

Biz, buraya kadar Fâtihayı şöyle bir gözden geçirdik.. Bakaraya tam giremesek de Fâtihayı gözden geçirdik.. kKur’ÂN-ı Kerîmi en azından, tâki sûreler yerlerine yerleştirirken de ALLAHu âlem yedi katman halinde yerleştirilmiş.. İniş sıraları değişik olmasına rağmen ve en uzun sûre en başa alınarak çok rahat, anlaşılması kolay az kelime ile çok şey ifâde eden, şiir gibi çok mânâyı yüklenen..

الْحَاقَّةُ
Resim---El hâkkah (hâkkatu).: Hakikat -Elbette gerçekleşecek olan-(kıyamet).” (Hâkka 69/1)

مَا الْحَاقَّةُ
Resim---Me’l- hâkkah (hâkkatu).: Hakikat (gerçek) olan (vuku bulacağı mutlak olan) nedir?(Hâkka 69/2)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ
Resim---Ve mâ edrâke me’l- hâkkah(hâkkatu).: Ve hakikat olanın (vuku bulacak olanın) ne olduğunu sana bildiren nedir?(Hâkka 69/3)

Hak nedir hakk?. İdrak edebildin mi hakk nedir?. Bu kadarla bitmez bu.. Bir İnfitâr Sûresi, bir Beled Sûresi, bir Hâkka Sûresi, bir Zilzal Sûresi ve diğerleri..

إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا
Resim---İzâ zulzileti’l- ardu zilzâlehâ.: Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman.” (Zilzâl 99/1)

وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا
Resim---Ve ahreceti’l- ardu eskâlehâ.: Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığı (zaman).” (Zilzâl 99/2)

وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا
Resim---Ve kâle’l- insânu mâ lehâ.: Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği (zaman). (Zilzâl 99/3)

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا
Resim---Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.: O gün (izin günü), (arz) haberlerini anlatacak.” (Zilzâl 99/4)

بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا
Resim---Bi enne rabbeke ehvâ lehâ.: Rabbinin ona vahyetmesi ile.” (Zilzâl 99/5)

يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِّيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ
Resim---Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.: O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp çıkarlar.(Zilzâl 99/6)

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
Resim---Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh (yerehu).: Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.” (Zilzâl 99/7)

وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Resim---Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh (yerehu).: Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl 99/8)

Bakar mısınız şu zelzele’ye ki, içindekini dışarı atıyor.. ve insan diyor ki: “Buna ne oluyor buna?.” Diyor.. Kendinde olmakta kendine diyor.. Çünkü normal dünya zelzelesi, tüm dışındakini içe yutarken, bu zelzele dışa atıyor ki, bu insanın yaptıklarını.. İnsan amellerini hep görüyor.. Zerre kadar hayrını ve şerrini görüyor.. İşte bunlar Kur'ÂN-ı Kerîmin az ve ÖZ Hakikat Sûreleridir.. Kur'ÂN-ı Kerîmde sona gelmiştir..
Ama bakara gibi İman Sûreleri islâmın teslimiyet sûresi 285 âyetle başta gelmiştir Kur'ÂN-ı Kerîmimizde..
Şimdi Bakara Sûremize devam edelim İnşâ ALLAHu TeÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

BAKARA SÛRESİ SOHBETİ

Resim
SoHBeTi yapan: KulihvÂNi
SoHBeTi yazan: Hakan
SoHBeT Tarihi:19.08.2011


EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmı aleyke Ya RasûlALLAH SALLALLAHu Aleyhi vesellem istecartü

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Euzu billâhissemial mineşŞeytÂNurracim min hemezitihi ve nefhai ve nefsihi Bismillâhirrahmânirrahîm

Euzu bike RaBBi yahdurunubismillâhirrahmânirrahîm elhamdulillâhirRaBBül âlemin


Bakara Sûresi kaçıncı âyette kaldık.. 4 de. Elif Lam Mim şifre harf yâni ne idiğini bilemediğimiz harfler.. ama ALLAHın Lütfu, MuhaMMed ya da, El Mim.. yâni ALLAH!ımızın Lütfumim”dir. Kesin bilinmesi gerekenşey zâten hayatta aklın bilmesi gereken şey lütuftur, letâfettir yâni bir ince perdenin arkasındaki sırdır.. yâni maddî manevî oluş SıRRıdır, görünüş SıRRıdır.. yâni “SUyun testisi BUZdan” amma, buzdan da suyu göremiyoruz buzlu cam gibi.. mübârek de öyle bir buzlu cam ki, çok şey yâni kesif yoğun yâni içerdeki suyu göstermiyor “ben de suyum ASLında” demiyor.. katı, kasıtlı, kalıplı cisim yâni.. can ve cisim.. halbuki cisim dediğimiz KüLLî Şeyler İlk BAŞta-SONuçta ALLAH celle celâlihu NÛRudur:

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---''Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.'' (Nûr 25/35)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.:Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.(Kaf 50/16)

Şah damarınızdan yakın ALLAH celle celâluhu değil RaBBu’l- ÂLemîn vardır..
Neden?.
Çünkü Rabb fiiliyatı şu ÂN-da yapan ALLAH celle celâluhu’nun sıfatının adıdır RuBuBiyyet..
Uluhiyette ise, öyle ÖZde yapma SÖZde yapmaya gelmez, TÜMmler ki,

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillâhi mâ fî's-semâvâti ve mâ fî'l-ard(ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in MUHÎTâ(muhîtan) : Göklerde ve yerde ne varsa tümü ALLAH'ındır. ALLAH, her şeyi kuşatan-kapsayandır.”
(Nisâ 4/126)

ALLAHu nurussemâvâti vel ard.. can da Habli’l- Verîden de yakın-akreb-akraba.. yâni bi bu aynı zamanda içerdeki “nun” neyse ki Nurullah.. ALLAH celle celâlihu ondan, NURUndan yarattı.. sıfat yâni “güneşten değil de güneşin ışınından” der gibi bir şey bu.. fotosentez yapılıyor neden yapılıyor güneşin ışığı olursa yapılıyor ya da ısısından yapılıyor.. o gelen şey ne ise ondan yapılıyor.. Nurullah öyle bir şey.. târifi zor olan ama o olan ötekine varılamayan aslı bulunamayan neden.. şimdi neden olduğunu söyleyecek zâten ana soru da bu..
zâten Elif Lam Mim bunun zuhuru.. Elif, Mim şeklinde zuhur ediyor Mim Mim Mim Mim Mim mâsivâ mâsivâ mâsivâ… sebeb kullü şeyin sebeba.. sebebler zinciri denilen HAYyat YOLU:

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِن كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا
Resim---İnnâ mekkennâ lehu fî’l- ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ (sebeben).: Muhakkak ki Biz, onu yeryüzünde kuvvetlendirdik (destekledik). Ve ona sebep olan herşeyden verdik.” (Kehf 18/84)

Sebeb: Vâsıta. Âlet. * Alâka. * Bahane. Vesile..

فَأَتْبَعَ سَبَبًا
Resim---Fe etbea sebebâ (sebeben).: Böylece bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu).” (Kehf 18/85)

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا
Resim---Summe etbea sebebâ (sebeben).: Sonra bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu).” (Kehf 18/89)

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا
Resim---Summe etbea sebebâ (sebeben).: Sonra bir sebebe tâbî oldu (yola koyuldu).” (Kehf 18/92)

SeBeB denilen şey doğuştur, yeniden yaratılıştır.. sebebler kesin bir sonuç getirmiyor.. her sebeb bir sonuç gösteriyor.. ama o sonuç, yine bir sebeb doğuruyor.. dolayısıyla bir zincir bu “Habli’l- Verîd” zinciridir.. Zâten oluş zinciri.. bir yerden bir yere gidiyor değil..

yâni “müstakarin lehâ” buyurulan;

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
Resim---''Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîru’l- azîzi’l- alîm (alîmi).: Ve Güneş, onun için istikrarlı kılınan (tesbit edilmiş yörüngesinde) akar gider. İşte bu azîz ve alîm olan (en iyi bilen) Allah’ın takdiridir.(YâSîn 36/39)

Güneş biliyorsunuz, uzayda bir noktadan kalkmış da dosdoğru bir noktaya gidiyor anlamında değil.. Devr-i DevrÂN dönüyor.. çünkü uzayın içinde bir yer yok ki, oradan oraya gitsin!. Uzayın kendisi dışı olmayan, yutulamayan bir top zâten.. peki neyin içinde bu top? dersen cevabı Kur'ÂN-ı Kerîmde, ALLAHın Nuru OLAN Kâinâtı kapsayan bildirilmiştir:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
Resim---Ve lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı). Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ (muhîtan).: Ve, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah, (ilmiyle ve rahmetiyle) herşeyi kuşatandır.” (Nisâ 4/126)

Her SiLM Akıl sahibi kul: “Ve kânallâhu bi kulli şey’in muhîtâ” demek zorunda kalır!.

Yoksa, “bir top vardı da, etrafında ayrıca bir boşluk vardı” da değildir..
o da yok yine Rahmân Sûresinde;

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Resim---''Yâ ma'şerel cinni ve’l- insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâri’s- semâvâti ve’l- ardı fenfuz (fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân (sultânin).: Ey insan ve cin topluluğu! Semâların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye (çıkıp gitmeye) eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin (geçip, çıkın)! Bir sultan (bir mürşid) olmaksızın nüfuz edemezsiniz (geçip çıkamazsınız).(Rahmân 55/33)

Eğer elinizden geliyorsa, saltanatınız varsa, gücünüz yitiyorsa, sultanız var da siz sultansanız eğer, “aktâri’s- semâvâti ve’l- ardı” haydi bakalım semâların aktarını, kuturunu, çaplarını buyuruyor..
Amma kutur çap diyor geçiyor bizde fakat esas söylenen çapın çizdiği çemberden bahsediyor buyuruyor..
ALLAHu zü’L- CeLâL çember niye buyurmuyor?.
Çünkü çember, Kudretullaha geçiverirse boşta kalır..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Yâni fezâ diyelim.. bunu demek bile fezâ demek ki, bir şey ki onun, şişe gibi içinden çıkacağız!. öyle bir şey de yok.. târifi mümkün olmayan en doğrular işte burada, “Elif Lâm Mim” böyle muhteşem bir şey zâten.. Mim, Nun, Vav dönüşümlü harfler birbirini doğuran harfler birinci âyetten bahsediyorum.. Elif Lam Mim birinci âyetten kısaca bahsediyorum Humeyra da geldi diye..

الم
Resim---''Elif, lâm, mim.: Elif Lâm Mîm.” (Bakara 2/1)

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden li’l- muttekîn (muttekîne).: İşte bu Kitab ki, O’nda hiçbir şüphe yoktur. Takvâ sahipleri için bir hidayettir.” (Bakara 2/2)

Zâlike işte şu elinizde tutmuş olduğunuz, yakın işâreti zâlike.. uzak olsa “ulâike” der yâni.. “hâzâ” da böyle, zâlike de böyle yâni, yakın işâretleri.. o ki ama, sizin bildiğiniz elinizde olan kitab.. “Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh” onda hiçbir rayb yoktur, hiç su-i zan yoktur.. akıl kendince çıkamaz neden?. aklın önünü keser öbür âyetler.. akıl “böyle zannediyorum” derse, iyi okusun baksın o zannını kesecek bir çıkarmayan bir şey vardır içinde.. yâni kendi içinde vardır..
Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh, huden li’l- muttekîn” bu kitabın aslı, temeli muttakî olanlara bir rehberdir, hüdâdır, dâimiyet hüviyetiyle götürür, aslına ulaştırır her şeyi.. bunun içinde hiç rayb/ şek, şüphe, reyb yoktur başka.. aklın en büyük, en son kendi başına yaptığı iş nedir?. Zandır!.
Akıl EŞYÂya temâs eder, OLAYı görür, ZAMANı duyar, hisseder yâni ZANNı koklar.. zannıyla koklar Zâtı.. yâni hissetmenin ötesinde demek istiyorum.. Zann ise, aklın kendisinin ürettiği zannlar tesadüf edebilir ve çoğu çürüktür âyetleri bu yüzdendir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
Resim---Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.(Hucurât 49/12)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar (takvâ sahipleridir) ki, gaybe (gaybte Allah’a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).” (Bakara 2/3)

Kim bu muttakiler.. onlardır ki kavi insanlardır kavi-sağlam, yâni vücûda geliş kudretini bulmuşlardır.. vücûda geliş yâni vav.. vav dan bahsediyorum burada tek mekan insandır, yâni mekandır.. neden?. iki çeşit bir vücûda gelişten.. Âlem ve Âdem’den bahsediyorum.. Âlem gözüken bir neden de dahi gözüken Şeyler Âlemidir.. halbuki bunu anlayan akıldır.. ikinci etâpta belki hayvanlarda anlıyordur ama bizim aklımız Kur’ÂN-ı Kerîme göre çok mükemmel ve tümüylr esmâ yüküdür, korkudur.. hayvanlara hayatlarının devâmı için onlara mahsusu ve sabit, iş gücü vs. diye söylenilen bir akıl tarzı da olabilir ama, esas bize yüklenen ise can’a yüklenen ise, cismi bilmesi açısındandır.. İşte bu muttakî olanlar, ALLAHtan korkanlar diye takvâ sahibi diye söylemekle korkuyu târif edemeyiz.. buradaki muttakî kendisi takvâ olarak kavi olarak El Kaviyyün esmâsıyla doğrudan doğruya ALLAH celle celâlihu açıkça bildiriyor:

El Kavîyyü :
Resim

Muttakî olanlar, takvâ eden.. kavi.. fikir tefekkür fikir eden, tezekkür zikreden.. buradaki kavi, kavi olan, kaviyi fiilen yapan mütakavvi müttakiyn de aynı kelimedir.. işte burada vav-ların ye-ye dönüşümü felân gerçekten vücûda gelen şeyi yaşayışa geçtiğiniz zaman vücûda gelebilir.. yaşanmayabilir cereyan gelmiştir fakat kullanılmıyor gibi.. işte bu muttakîler bu hususta kavidirler.. kaviden kasıd nedir?. temel bilgileri sağlam bilgileri vardır.. yâni birisi sana dese ki “senin adın Barbaros değil kardeşim!” dese, sen dersin ki: “yahu bir rahatsızlığın mı var senin?” dersin.. ya da: “Bu el senin değil keseceğiz!” dese.. dersin ki: “Öyle şey mi olur yahu bu el benim aklım oldukça!”
Çünkü o husustaki kesin muttakîsin sen.. orada kesinlikle kavidir..

Kim bunlar, ellezine bunlar Kur’ÂN-ı Kerîmin başında da üç vasıfla anlatılıyor “yu’minune bil ğayb” yukarıda rayb geçti burada “gayb” geçti.. rayb BİLELik “Be Sırrı” diyelim, bilelik diyelim neyse bu “BİLE”Lik..
Ceryanla “BİLE”Lik ne demek?. Işık demek.. CANla “BİLE”Lik ne demek?. DİRİlik.. Ayakla bilelik ne demek.. SENinle bilelik ne demek?.
RaBBınla “BİLE”Lik ne demek?. Şey-t-ÂNla “BİLE”Lik ne demek?.
İşte bu “BİLE”Lik.. yâni böyle bir harf var “b”.. İşte bu, bunun fiilen yaşayışta kullanılması, eğer kişinin kendine mal edilirse, yâni nefsinize hevâ ederseniz.. nefsinizi HEV ederseniz hebâ olursunuz.. HizbuşŞeytÂN olursunuz.. nefsinizi HUVE ederseniz, RABbaNî kılarsanız, hevâ değil de huve ederseniz Hizbullah olursunuz.. neden?. çünkü hüve de vücûda geliş hüviyetini Hakk’a çekiş vardır.. Hevâ da ise, uluhiyyeti ve Rububiyyeti sende bırakmak vardır Firavunluk gibi.. “ben RaBBım!” gibi.. “ben İlâhım!” gibi..:

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumu’l- a’lâ.: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.” (Nâziât 79/24)

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
Resim---E raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu, e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ (vekîlen).: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?(Furkân 25/43)

Burada da öyle.. eğer raybe ise bu işteki bilişler zann sonuçları diyelim eğer su-i zân halinde kalırsa bu raybdır, bir eksik kusur şüphe noksanlık halindedir.. bu noksanlıktır, kendinde sakladığı için.. ama bu galibiyet ganiyet garkiyet gibi İlahî bir şeyse, olduğu halde gözükmeyene verilirse olduğu halde gözükmeyen ancak yaptığıyla bilinen, elektrik gibi târifi olmayan ama, “ne idiği belirsiz ama, ettiğiyle belli olan” bir inanç sistemleri vardır.. nerde?. şah damarımdan da AKRABA-yakın RaBBım ama zâhirde bulamıyorum.. neyle bilirsim.. gerçekten öyle birisi var ki, hiç durmadan Şe’ÂNuLLAHta yaratıyor küllî şey’i.. tebdil ediyor, alıyor götürüyor her ne ise bu.. işte HAKk’a inanlar, hemen gaybe iman ederler.. “Gayb” kelimesi bizim Türkçedeki gibi “yitik” anlamında kaybolmuş gitmiş anlamında değil, kayıp değildir.. gayb, kayıp yitik değildir.. “BİLE”Lik YAŞAyışını Ganiyyet olarak, Galibiyyet olarak, Garkiyyet olarak ALLAHu Zü’L- CeLÂL’e yükler.. “Ayn” insanın kendisine, “ayb” da vardır aybe, gayb gibidir.. ayb, insanın kendinde kalıştır.. bu noktanın gayb olduğunda ise, İlahî ye çeker yâni etken yâni ana etkene götürür birincisi bu..

Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi
Bunların iman sahibi olmaları.. iman, “menne” köküdür.. dünde konuştuğumuz gibi “menne”dir.. yâni akıl gerektiren şeydir.. akıl gerektirir ve Nurullah ve Nurullahın Nur-u Mim haline gelişini yaşayıştır iman..
Bizim inanç sistemimiz, bizim anladığımız inanç sistemine göre mutlak iman MuhaMMed aleyhisselâmdadır.. El Mü’min Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem değildir, El Mü’min ALLAH celle celâlihudur.:

El Mü'min :
Resim

Ancak O’nun geçiş kapısı, ALLAH’ın geçiş kapısı Rasûldur..
Rasûl ALLAHtır.. Bizim başka yolumuz yok!. Rasûlu bulamayan ALLAHı bulamaz.. Rasûlî imanı bulamayan ALLAH imanını bulammaz ve el Mü’minine mazhar olamaz ki, bu da bir ayrı iştir ve esmâlara mazhar olmaktır..

Evet.. “yu’minune bil ğayb”.. müttakîler gaybe iman ederler ki,
ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn
Salâte SALLı, ikâme ederler, ayağa kaldırırlar, kıyam ederler, el Kayyum’u TeCELLî ederler.. el Hayyu’l- Kayyum ederler..

El Hayy :
Resim

El Kâimü :
Resim

El Kayyûmü :
Resim

Kaame nedir?. MuhaMMedî ya da, mâsivâ diyelim.. Mâsivâ, MuhaMMedî aynı şeydir.. ALLAH tan mutlak gayrılığı biz kötü görüyoruz değil mi? ALLAH’tan gayrılık, Nurullahla olmaktır, NUR-u MUhAMMeddir.. ALLAHtan gayrılığı çözmektir.. yâni gübre kötüdür.. gübre kötüdür.. gübre kötüdür, gül iyidir.. gül iyidir amma, güle sor bakalım içindeki CANa.. ne diyecektir yâni “ben gübresiz-onsuz olamam!.” Diyecektir.. çünkü GÜBRE-NÂR onu-NÛRu DOĞuran ANAdır.. yâni gübrenin kötülüğü, gübreyi yemekten ya da koklamaktan geçer!. yoksa değişen bir şey yok HAKkça KuLLanırsan!.

Burada kâim de, kıyama kalkış da, ikaame oluş da, dâim de, kaim oluşta aynıdır.. dâimiyeti, kaimiyete getirmek ne demek?. TEK-BİR VAR OLAN ALLAH celle celâlihudur.. eee şimdi cahil AKILLı: “ben de varım!.” Diyecek!. Güzel sen de varsın amma “SUyun testisi BUZdan”sın!.
Yalnız senin BUZ oluşun, sana bir KİMlik veriyor gibi gözüküyor.. ama bu “ben KİMliği” İzafî-İğreti-Gelgeç-gÖLge-Ölümlüdür.. Çözücüdür, geçicidir hemen erir, izâfidir yâni gerçek değildir..

Onun için ikâme ve kayyumda, MuhaMMedî İYE-liğin kudretini kendinde buluş vardır!. Bu ise, ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de oluşla mümkündür.. Es salât, bu SALL için şarttır.. başka ve mimmâ, “mim” den “mâ”.. o şeyden ki, “razaknâhum
Biz onlara rızık olarak verdik.. “yunfikûn” infak ederler..

Şimdi şu 3 hususu arkadan başlayarak başa doğru dönelim..
Kendilerine rızk olarak verilenlerden infak ederler..İinfak, “nafaka” kökü.. kösnü-köstebek deliği demektir.. ki o, iki kapılıdır, su baskını olursaöbür kapıdan kaça.. ordan da çıkar buradan da çıkar.. 1münafık” da, bu kökten gelir..
Peki, burada neden nakafa, “infak” olarak kullanılmaktadır?. Çünkü insanoğlu KULLuk İmtih+Anı için Esfeline inerken İKİLik ŞEY-t-Ânıyla İnmiştir..
İnfak ise, hani Mevlevîlerin dönüşlerinde diyorlar ya: “Sol elle Hakk’tan ALırız Halka VERiriz!.” Gibi..İşte bunu, Hakk’ı ve Halkını SEVİYElediğin zaman, herkesin Hakk olduğunu göreceksin ve: “Lâ Hüve iLLâ Hüve: O’ndan bAŞKa O Yoktur!” Hüviyyeti doğacak..

İşte burada, bunu rızkanda yaparlar, yunfikun-infak ederler-verirler..
Bakın Eşyâ Bazarına nasıl getirdi.. Bu inananlar, maddî hayatlarında küllî şeyin sahibinin Hakk TeâLâ olduğunu bilirler ve infak ederler..Ve her hususta.. kendilerine dahi infak ederler.. yâni ekmek yiyorsa, bak bir köpeğe ekmek atar gibi kendi NEFSine de: “Al kardeşim RaBBımdan geleni RaBBımın CANına veriyorum!.” dercesine infak ederler!. Yâni bu maddî hayattaki sahibliği bir defâ gerçek sahibliğe yüklüyorlR..
Bunu çok iyi anlamamız lâzım.. namaz kılmalarımız da böyledir, oruç tutmalarımız da böyledir.. Hacca gidişlerimiz de böyledir.. TüMMü infaktır.. Çünkü “yunfikun” burayı tamamladı.. “peki neden bunu yaparlar?” dediğin anda.. es SELL –ü- SALLâtla, SALLa yürüyorlar.. Teslimiyettir bu birincisi ikincisi salât ediyorlar, salâtı kaim ediyorlar, ayağa kaldırıyorlar, geçerli hale getiriyorlarki fiilen YAŞAyıp HAKk’ın ŞÂHİDi OLuYORLar..
Yâni fiilen işler hale getiriyorlar SALLı!. Ne yapacaklar SALLa?.
Bu ÂLEMe gelmelerine sebeb neydi?. bu yunfikun pazarında infak pazarında gerekenleri yapacaklardı, geri döneceklerdi geldikleri yere!. Gelirken bunda hiçbir şey yoktu.. bir bebek olarak geldiler.. bir bebek olarak kuzu kuzu geldiler.. şimdi geri dönecekler.. geri dönüş rotaları da SALLdır..

ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn
Bunun beş vakit ya da, seher ve duha ile yedi vakit namaz kılmak OLuşu.. evet DUÂ etmek.. evet ama temeli nedir?. Zâhir ve Bâtın LutfuLLAHın Sahibinin ALLAH celle celâlihu olduğunu biliştir.. bu da mânâsıdır.. deminki maddesiydi, bu da mânâsıdır..
Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi
Bu halleri iman etmelerine sebeptir.. iman etmek nedir?. MuhaMMedî Nurdan ->NuruLLAHa geçiştir.. “O nerdedir?” dediği ÂNda ->GAYBdedir.. yâni şahdamarından yakın-Akraba olan RaBBısından tecellî eden bir şeydir.. “peki ne ediyor?. Tecellî edince ne yapıyor?” dediğin ÂNda.. vallahi gördüğün şeyin tümü “ALLAHın Nuru”dur..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU’S- SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr (nârun), nûrun alâ nûr (nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs (nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).: ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURU’DUR. O’nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil (ışık saçan bir kaynak) gibidir. Misbah, sırça (cam) içindedir. Sırça (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna hidayet eder (ulaştırır). Ve Allah, insanlara örnekler verir. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.” (Nûr 24/35)

Bir bakın bir tek âyet nasıl İslam inancını toparlıyor..
İşte bunlar muttakîlerdir.. kavi’lerdirler..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Resim---Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik (kablike) ve bi’l- âhireti hum yûkınûn (yûkınûne).: Onlar (takvâ sahipleri) ki, sana indirilene ve senden önce indirilenlere (bütün semavî kitablara) îmân ederler ve onlar ahirete yakîn hasıl ederler (yakîn seviyesinde kesin olarak inanırlar).” (Bakara 2/4)

Onlar iman ederler.. Onlar nerden bilecekler gabya iman etmeyi salâtı.. Bunların teferruatı nedir diye insan düşündüğünde.. Buyuruyor ki ALLAHu Zü’L- CeLÂL, o muttakiyler öyle ki “Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke
Bir defâ onlar sana indirileni, inzâl edileni.. inzâl nedir lütuf dediğimiz, maddî manevî lütuf dediğimiz, insan sahibliği nurudur.. herkes içtiği kadar içer çeşmeden.. su sûrekli akıyor ama, üç bardak ALaBİLiyorsun.. adam cezveyle alıyor.. adam bardakla alıyor.. adam barajla alıyor.. ne alıyorsa herkes kabı kadar alıyor ya.. işte bu, sana indirilene iman ederler ve “mâ unzile min kablik
Senden önce indirilene de iman ederler ve “ve bi’l- âhireti hum yûkınûn” ve bunun sonUÇ âhirine de, kesinlikle kânidirler, iknâ sahibidirler.. kâni olmuşlardır, ikân sahibidirler.. yâni insan İman eder, İbâdet eder İtâat eder İrfÂN eder ve sonUÇta İhsÂN bulur.. ve ikÂN.. Mutmain oluşunun tam anası yâni, “âhireti hum yûkınûn” bütün bu hayatların son UÇunun bir olacağına, âhirinin olacağına ikÂN ederler, inanırlar..
Burada çok ilginç şeyler vardır.. “Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve bi’l- âhireti hum yûkınûn
Senden öncekilere de, SENinle inanırlar.. bir de bunlar, neticede âhirete iman ederler.. âhiret gününe kesin ve kesinkez inanırlar.. yâni el ÂhiRre.. Harra.. AhRÂRLar.. Hürriyetin, gerçek hürriyetin, HaRRa Oluşun, HÜRRlüğün tümünün temeli HARRA köküdür.. el Âhir de ordan gelir.. yâni KÜLLî ŞEYyinve de Herkesin can attığı gibi.. ''Tecrimen tahtihe’l- enhari halidiyna fîhâ..''

HaRr, RuBuBiyet Hılkıyatinin Sırrı’na eriştir.. HARRA ise, zâhir ve bâtın RuBuBiyet Hakikatıdır.. HeRRe olsa idi, Rıza ve Bâtın RuBuBiyetin hüviyetine kavuşmak gibi bir şeydir.. bunları bilmekten ziyâde YAŞAmak esastır.. vicdÂNen yaşamak daha doğru olur..
âhireti hum yûkınûn
Yakin ikÂNda yakînlik vardır.. yakîn gelinceye kadar kulluğa devâm ediniz.:

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
Resim---Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti ve’l- ardı ve li yekûne mine’l- mûkınîn (mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).” (En’âm 6/75)

“Yakîn” öyle bir şeydir ki, Küllî Teslimiyet ve İstikametin sonucudur ve Hayyatın EMRedilen SON-UÇudur.:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’ul yakîne, Allah’a KULLuğa ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol-ibâdet et!(Hicr 15/99)

Yakîn.. burada kün değil kûndur.. Nurullah Kudriyeti vardır.. Kevniyete gelişten ötedir.. yâni potansiyel KÛN!. feye KÛN değil yâni.. ikÂN, yakîn.. yakın ise “KÛN feye KÛN” bir eşyâ OLuşumudur.. “KÛN” nun Kudretine Eriştir.. Yakîn ise, çok ilerdedir.. yâni “yakînen biliş, kesin inanış”..
Ama dediğim gibi yâni birisisana. “ELini keseceğim, bu el senin değil!!.” Diyor.. sen de diyorsun ki: “İmkansız, beş milyar insan söylüyor olsada, ellibin kişi Kur'ÂN-ı Kerîm’e yemin etse de, ne derse dese.. Hayır hayır!. Bu el benimdir.. bu aklım bende olduğu sürece bu el benim!.ancak akılımı-beni uyuşturursanız, kafamı kessseniz gıkım çıkmaz!. ama aklım bende olduğu sûrece biliyorum ki, yakinen bu el benimdir!.” Dersinizelbette..
Yâni bütün insanların: “hayır senin değildir bu el demelerinin mantığı yoktur!.”
Çünkü senin AKLî yapında Fıtrî yaratılışında böyle bir şey yoktur SüNNetuLLAHTa!.

Çünkü, “Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve bi’l- âhireti hum yûkınûn

Buradaki inzâl, indiriş, nezele.. yâni bu kelime de, inzâl.. bu kelime de şöyle askıda bir yerde dursun yâni.. çünkü, ne demek inzâl haa inzâl neye denir?..

Burada sözlükten araştırılıyor, Güllale ile birlikte konuşmalarda geçen araştırmaları da yazıyorum…

ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ
Summe redednâhu esfele sâfilîn (sâfilîne).: Sonra onu, esfeli safiline (en sefil hale, nefsinin karanlıklarına) iâde ettik-onu reddettik- çevirdik (çevirdik).” (Tîn 95/5)

Bence redednâ, reddettik onları zâhir ve bâtın dâimiyeti rizâsına rüşdüne hüviyetine soktuk.. yâni “öyle mi değil mi?.” diye denemeye tâbi tuttuk.. reddetmek, yâni kulluktan reddediyor değil.. ihbitû ->inin.. “habete.. inin aşağıya, kaybolun ordan, habbolun.. yok olunmuş gibi olun..

قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---Kulnâhbitû minhâ cemîa (cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.” (Bakara 2/38)

Yâni o hayat bitiyor bir yerde.. yeni bir yerde uyanmış bir insan gibi yeni bir hayat başlıyor.. akıl dâima, kendisine göre bir yer bulacak.. yâni kıyas edecek, Barbaros diyecek ki işte: “zelzele deki nezelenin içerisindeki zelzele yok mu hocam inme kalkış iniş çıkış ordan geliyor değil mi?.”
İnzal.. İnzelzele deseydi derdi yâni zelzele içli dışlı olduğu için ZeLZeLe de, ZeMZeM gibi çok muhteşem bir Sûredir.. o dışarıdaki zelzeleler ki, hep dışardakini içine yutan iken, Kur'ÂN-ı Kerîmdeki ZeLZeLe ise, içindekini yanardağ gibi dışarıya atıp çıkarır ve insan ne yaptığını görür zerre kadar iyiliğini kötülüğünü görür.. derken kayda alınlar ortaya dökülmesi anlamında.. yâni videoyu seyretmek gibi.. ZİLZÂL SÛRESİ..

Bismillâhirrahmânirrahîm

إِذَا زُلْزِلَتِ الْأَرْضُ زِلْزَالَهَا
وَأَخْرَجَتِ الْأَرْضُ أَثْقَالَهَا
وَقَالَ الْإِنسَانُ مَا لَهَا
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا
بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَى لَهَا
يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ أَشْتَاتًا لِّيُرَوْا أَعْمَالَهُمْ
فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
Resim---İzâ zulzileti’l- ardu zilzâlehâ. Ve ahreceti’l- ardu eskâlehâ. Ve kâle’l- insânu mâ lehâ. Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ. Bi enne rabbeke ehvâ lehâ. Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev a’mâlehum. Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh (yerehu). Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh (yerehu).: Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman. Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığı (zaman). Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği (zaman). O gün (izin günü), (arz) haberlerini anlatacak. Rabbinin ona vahyetmesi ile. İzin günü insanlar, amellerinin kendilerine gösterilmesi için dağınık olarak ortaya çıkacak. Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Ve kim zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzâl 99/1-8)

Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve bi’l- âhireti hum yûkınûn

Burada inzâl olan sana ve senden öncekilere.. Senden önce kabul edilmiş, onlar kayda geçilmiş anlamında.. yâni kablike derken kabul edilmiş kayıtta gerçekten şey olmuş o.. yâni Belâ Kudreti teşekkül etmiş.. yapacak bir şey yok orda.. yâni onlar âhireti yakîn bilirler, ikÂN sahibidirler..

Barbaros, sen öleceksin biliyor musun?.
Evet kesinlikle!. yâni tek gerçek o.. İşte bu, yakînen biliştir.
Bu yakın biliş midir mecburen biliş midir bu?..
Yâni öldüğümüz zaman mahvoluyoruz öyle mi?.
ÖLenler mahvolup gidiyorlar mı, kırılan bir bardak gibi mi?.
Eğer böyle ise.. diyelim ki Barbaros 35 yaşında 40 sene önce yoktu öyle mi?. sonra yazı tura mı attılar ana-babası.. hayır görünen Barborus’un Barbarosluğu, şimdiki döneminde insanlık.. beşeriyet döneminde şekli şemâli aynısı Resûlullah sallallahu aleyhide de öyledir Nuru Mim olarak ilk şey olarak..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, en Mükemmel Muhteşem HÂLiyle ilk günkü HÂLiyle insan sûretinde teşekkül ediyor ki, dahası yok..
Eşyâdan ötede, eşyânın altında daha başka türev yok yâni İŞ bitmiştir. Eşyâ şehâdet âlemidir.. geri dönüş başlamıştır.. en uca gelmiştir esfeli safilîn.. safilin de öyledir.. letâfet gizlilği, sırrının içten gelişi.. bu dâima böyledir..
Yâni Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e inzâl olan şey gökten indi.. Hangi gökten?. Neptun, prülotondan mı?. Oralardan mı dolaştı geldi?.
Hangi gökten indi?. Buradaki “İÇ GAYB”e inanırlar.. bu BİLElik Ganîliği yâni orda gayn harfi de çok ilginç bir harftir.. elif ayın gayndır onlar.. hemzelif, hemzelif ufacık başlı elif -> “ayn”laşır da, akıl olur.. “gayn”laşır ganîyy olur.. Galib olur.. artık dahası yoktur.. ama bunu iyi anladığımız zaman görürüz ki bu NuruLLaHtır yâni.. bu GARKiyet halinde, netice olarak demek istiyorum.. demek ki bunlar.. bunlara da beş şey oldu değil mi?.

Bunlar öyle insanlardır ki, gaybe iman ederler salâtı ikâme, ayağı kaldırırlar.. SALLarı dâima ikam halindedir.. kâim halindedir.. dâim kâim SALLarı;
Zikr-i Dâimdirler..
Fikr-i Dâimdirler..
Şükr-ü Dâimdirler..
Sabr-ı Dâimdirler..
Bu insanlar ve rızıkları için.. kendilerine rızık olarak verilen razaka yâni Kudretullaha Sahiblik Rızâsı.. ya da, bu görülen.. Ruyet olarak görülen Eşyâ Cünbüşü ki, tümü bir görüntüdür.. ALLAHu zü’L- CeLâLin KÛN’una feyeKÛN KÂBıdır.. kendine kabtır.. Zâttır.. yâni içinde ise gaybî bir hayat yaşanmaktadır..
Ondan sonra da, sana öncekilere ve sana iman ederler..
âhireti hum yûkınûn
Bunlar, âhirete de iman ederler oldu 6.. nasıldı?. İmanın şartı.. bir anlamda imanın 6 şartı, ALLAHu âlem bunların içinde geçiyor..
Yâni nedir imanın 6 şartı;
ALLAHa inanmak, peygamberlerine inanmak , kitabına inanmak, meleklerine inanmak, âhirete inanmak, hayr ve şerrin ALLAHtan olduğuna inanmak” şartları burada gözüküyor zâten..
rezâknahum yunfikun
Burada hayr ve şer vardır.. infak edip etmemek-te maddî olarak bunlar.. bedenî, ALLAHın ibâdetinde kullanıp kullanmamak-ta.. bir infaktır istediğin iki kapıdan birinde kullanabiliyorsun.. onun için diyorum kösnü-köstebek deliği gibidir.. infak iki kapılılıktır.. o yandan da çıkar bu yandan da çıkar.. cennete de çıkar cehenneme de çıkar kapılar..
İşte onun için infak Emrolunan şekilde olursa.. beşinci âyette..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İşte onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzeredirler. Ve işte onlar,onlar muflihundurlar (felâha, kurtuluşa erenlerdir).” (Bakara 2/5)

İşte bunlar, bu altı özelliği yürütenler, muttakî olanlar.. işte onlar ulaike onlar var ya onlar, bakın zâlike değil ulâike onlar işte onlar “alâ huden min rabbihim”.. onlar Rablerinden bir hidâyet üzerinedir.. hidâ üzerine dâimiyet hüviyetini Rablerine çevirmişlerdir.. daha önce ne diyordu “hudenli’l- muttakîn” müttakiler için bir hidâ diyordu değil mi?. şimdi ne diyor onların hüdası Rableridir.. Rablerinden yâni mıknatıs gibi çeker Rabları.. onlar bunları yaptıkları için cehennem tarafına gitmez, cennet tarafına geçerler.. yâni yakîn inandıkları âhirin işine bakarlar.. “ülâike alâ hudem mi’r- RaBBihim ve ulâike humu’l- muflihun” onlar felâh ehlidirler.. felâh hakikat lütfuna ermiştirler.. onlar, içlerindeki hakikat kendi fiillerindeki, yâni burada birbaşka şey var ALLAHuâlem.. “be” ile “kaf” arasında bir ilginçlik var.. eğer zâhir ve bâtın ise, bir insanın içindeki hakikat dışına da vurursa, “suyun testisi buzdan”ı anlarsa, bu “kaf”laşıyor gibi geliyor bana.. “be” bir nokta daha almış gibi oluyor dışarıda Kudretullahı tam yutturuyor.. ama sadece bâtında kalırsa felâh içte kalıyor kendi içindeki inancı kalıyor, yâni özündekini yüzüne vurması felâh oluş.. salah nerde?. Salah.. humu’l- müfluhun.. humu’s- sâlihun.. muSALLihun dediğimiz zaman, muSALLihum nerde geçti?. yukardakileri yaptıkları için onlar, “lehu”larına sahib çıktılar.. salahta felâhta ise kendi içindekilerini fiilen yaşadılar.. nasıl yaşadılar? “alâ huden min rabbihim” olarak.. neredeydi Rabları?. nasıldı Rablarının rotası?. rotası İçlerinde-Özlerinde-Şahdamarlarından da AKRABA idi.. “Ulâike alâ huden min rabbihim” onlar Rablerinden bir yol izlemişlerdir “hudâ” izlemişlerdir.. hedâ izlemişlerdir.. dâimiyet hüviyetini Rablerinde görmüşlerdir, kim ne derse desin, bir milyar tane âleti boşver, bu âletleri çalıştıran bir cereyan vardır diye doğrudan doğruya merkeze giderler.. âletlerin markasıymış, ne iş yapıyor muş, yandırmış, dondurmuşmuş.. “buraları boş geç” diyor.. bunu yaptıran kim?. RaBBu’l- âlemin nerde?. Yerden münezzeh.. “huden mir rabbihim” ..
İşte onlar Rablerinden bir hidâyet, hidâ üzeredirler..r El hadi esmâsına mazhardırlar..

El Hâdî :
Resim

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
“İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn (yu’minûne).: Onlar muhakkak ki kâfirdirler. Onları ikaz etsen de etmesen de onlar için eşittir (birdir), mü’min olmazlar.” (Bakara 2/6)

Ancak şüphesiz ki “İnnellezîne keferû”
Kimdir kefereler?. Kefere, örten demektir.. yâni kefer fere firarı kendi içlerindeki rüşd rıza rüyet Rububiyet Sırlarının tümünü kendininmiş gibi.. kem.. meselâ ferre gibi yâni “fefirri illâLLAH-ALLAH’a firsr edin fırlayın!. Buyuruyor..
ANLamayan da diyor ki: “fefirru nefsî” Nefsimin hevâsına koşarım!.” diyor yâni ben uçsam da, firar da etsem, RaBBıma değil nefsimin hevâsını ilâh ederim!.” Gibi..
Burada bir hakikatı örtüyor, basbayağı örtüyor.. yâni bu mümkün değil.. yâni normal şartlarda mümkün değil..
“İnnellezîne keferû” Bu yukarıdaki hakikatlerı örtenler, “Ulâike alâ huden min rabbihim” den değil de, onların hevâ ve hevesleri olduğu zaman bu yolu bulamayanlar, onlar için “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn” onların sevâsı aleyhlerinedir, kendi üzerlerinedir..
Burada bir şey var, mâsivâ seviyelenmek değil mi?. “sevâun” seviyedir zâten “eşittir, birdir” felân demişler ama, bildiğimiz “seviye”dir zâten görmemiz gerekir.. yorsa sevâ diye duramayız orda “seviye” olur, olabilir.. ama hemzeelif kesinlik var burada.. zâten seviyelenmenin sebebi nedir?. seviyelenmenin sebebi işin temelinde hemzeelifin yahutta, ALLAHu zü’L- CeLâLin.. vücûda getirilişinin “sen”liği “sîn”liği varsa bu seviyelenmiştir.. yoksa, karışıklık vardır ve bu seviyelenmeleri aleyhlerinedir.. bunların yaptıkları işleri, çevirdikleri kendi “dâire”leridir.. başlarına geçirdikleri dâirelerdir.. kapıyı kapatan kişiye, reddeden kişiye, hakikati örten kişiyi sen uyarsan da, uyarmasan da, inzar etsen de, etmesen de onlar için aynı şeydir.. senin edip etmemenin hiçbir önemi yoktur.. “lâ yu’minûn” iman edemezler.. çünkü mâsivâsını.. bunların mâsivâları MuhaMMedîyetsizdir yâni MuhaMMedî Hakikattan yoksundur seviyelenemezler. cereyanı kesik gibidir.. yâni burada inzar, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin; Tebliğ, Tenzir Tebşir Teşhid dört görevinin yâni dört tebliğin içeriği olan dört görevin en içte gelenidir inzar.. tebliğ, inzar içindir.. birinci derecede inzar.. uyarmak, nezretmek, adamak temelindendir.. zerre nurudur.. yâni Rububiyetin bizzât sahibliğinin nurudur.. inzar herkesin şah damarından AKRABa-yakın olan RaBBının küllî şeyin, gerçekten zü’l- Celâl gibi.. “zü’l” sahibi olduğunu.. ki, bunun bize yansıyan nurudur.. yâni inzara, gerçek uyanış uyarış budur.. bu gerçekleştiği zaman tebliğin, bedenen olması lâzım.. insana rüyâsında tebliğ gelemez.. tenzir ise nefsen olması lâzım.. nefsin uyarılması lâzım.. tebşir kalben olması lâzım.. teşhidin, şehâdetin de ruhen olması lâzım değil mi?. bu da TEVHİD tarzıdır.. TEVHİDin dörtlüsüdür.. tebliğ bedenen yapılır.. tenzir nefsen yapılır.. tebliğ beden olan herkese yapılıyor.. tâbi buluğa ermiş herkesin uyması gereken, fiilen on sekiz yaşına gelmeden Firavun’a bir şey demiyor ki.. Müslüman, Mü’min, Evliyaullah, Ehlilluh gibi gidebilir..
bunun tersi de kafir diyor meselâ onlarda kendi içinde içe gider tersten, içe gider.. çünkü kafir, Müslüman oluverir paçayı kurtarır.. ama münafık en kötüsüdür, ruhen hile yapan insandır.. ondan önce fasık ve facir va.. fasık iyi düşünmemiz lâzım..

Barbaros: “Fasık zarar veren mânâsında değil mi Hocam?
Zarar veren, fısk eden zarar veren.. bugün şeylere bakıyordum da orda gördüm.. eee köpeklerle ilgili olan hadislerde gördüm.. köpekleri tanımlarken orda fasık diye kullanmış.. hani şeyde ihrama girilen ihramda bazı hayvanları öldürmek diye.. hani beş tane sayıyor akrep diye şu bu diye.. orda da bu kelimeyi kullanmışlar.. ordan bu aklıma geldi. Hayvanlar için dahi kullanılıyor muş yâni o kelime zarar verme sebebi olarak ..

Kulihvani: Fasık buradaki temel anlamı bir defâ hakkı Özden duymamak, hayra uymamak.. hakkı tecavüz.. bunun menşei insan aklındaki negatif ifrat ve tefrit içinde kalmak, iktidara gelememek yâni i’tidale getirecek delilleri sûrekli itiraz ve isyan içinde olduğu için gelemez oraya.. “fasık, ne yaptığı belirsizdir” demektir aslında.. kendi ahdini bozmuş, ifrat ve tefritte kalmış.. kendi aklını orta yola katiyen getiremiyor, fısk içinde kalıyor.. Çünkü fâcir ise, bu yanlışını da uygulayandır aslında..
Yâni fiiliyatta da tamamen döker.. yâni fecr eder, fışkırtır.. öyle sahib çıkar ki kendisine facir fiilen.. bir de işler, r yukardaki hususlarda kefereler, yukarıdaki hidâyet yollarını körletenler, tam tersine gidenler, öyle insanlardırlar ki, burada çok önemli bir şey var.. bizim hep söyleyip durduğumuz “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn”
Sen onlara tebliğ de etsen, tenzir, tebşi, teşhid de etsen yine de değişmez!.
Çünkü seni kabul etmezler!. “lâ yu’minûn” BANA ve Sana inanmazlar.. aynı seviyededir onlara senin söyleyip söylememen!.
Neden?. İtirazları ve isyanları açıkca ortadadır.. ki, ALLAHa inanabilsinler!. RaBB ve Rasûl diyorum ya aynı sıfat.. birisi bu yüzü birisi öbür yüzü..

ALLAH celle celâlihu: “Ben uyarsam da uyarmasam da inanmayacaklar!” buyurmuyor!. “Sen uyarsan da uyarmasan da” buyuruyor..
Çünkü “görevli sensin, uyarıcısın, onların aynısısın, insansın yâni ve peygambersin, fakat onlar onlar inanmayacaklar!.”
“lâ yu’minûn” kime inanmayacaklar?. Sana inanmadıkları için Bana inanmayacaklar!.
Ben demin dediğim o, “mâsivâ”nın “mim”ini kaldırır.. “sivâ” kalır.. onlarda hep “siva”.. yâni MuhaMMedîyeti kaybederler..
İKİlik mâsivâdan gelir.. doğru ama onu câhilce kötü zannetmek hep söylediğim gibi gübreyi taşa tutmaya benzer.. gülün canına okurlar.. gübreyi taşlıyorum diyen gübrenin içindeki gül çekirdeğini bilemez.. ona ne kadar desen: “dur kardeşim gübreyle gülün çekirdeğini seviyeleyeceğim, gül çıkacak!.” İnanmazlar.. “lâ yu’minûn” ..
Peki bunlar seçenektir yukarda “ulâike hümü’l- mühlihun” “ulâki alâ hudem mi’r- RaBBihim”..HizbuLLAH..
İken ters tarafı hizbuŞeytÂN.. ne olacak onların “hude”mleri?.


خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ
“Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm (azîmun).: Allah onların kalblerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azab vardır.” (Bakara 2/7)

“Hatemallâhu” mühürledi hatmetti, “alâ kulûbihim” onların kalblerinin üzerine hatmetti ALLAH celle celâlihu, “alâ kulûbihim” kapılarını mühürledi.. Kalb kapılarını mühürledi.. yâni evet içerden kitledi “alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm”
Çok ilginç bakın, dikkat etmek lâzım, dört şeyi nasıl kapatıyor bak gışayeh.. Bedeni kapatıyor zâten gaşayeh neyi göstermiyor?. cismi göstermiyor onlara, eşyâda olanları göstermiyor.. Eşyâyı Olayı Zamanı Zannı başına torba gibi geçirdiği için “hiçbir ŞEY görmüyorum!.” Diyor.. “ve lehum azâbun azîm”
İşte bunların bu halleri öyle bir azabtır ki.. nedir azab?. BİLElik Sahibliğinin ayan-ı sabitlik’te olduğunu zannetmektir.. bu müthiş bir azabtır.. yâni azimdir.. yâni dıştaki eşyâyı, temâs edilen eşyâyı.. bu canını yakmak bir şey değil, canını yaksa ne, yakmasan ne ölüyor!. öldürsen ne öldürmesen ne, yaksan ne yıksan ne?. mesele o değil!. Mesele, atomun Yaşayıp duymakta olduğu ama kendisinin alamadığı zevkin acısı.. yâni “yaşayamadım ah bir yaşasaydım ben o zevki, o mutluluğu yaşayamadım ŞÂHİDi Olsaydım keşke!.” Acısı..
“Ey nefislerine zulmedenler!.
Zulüm gibidir.. orda “zulm”, perdelemek.. burada “azab” gerçek BİLElik Sahibliğini “ayân”da AYNen kendinde buluş.. Rububiyet yerine oturtuş çok önemli..….
Bir şey nefis ise, “ebsârihim” yapan nefis.. “Hatemallâhu” ALLAH celle celâlihu, bunların “ebsar”larını-gözlerini gaşşeyledi-mühürledi gaşy etti.. bu Yâ-SîN Sûresinde de geçen “başlarına torba geçirmek” gibi..

وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
“Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn (yubsırûne).: Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.” (Yâ-SîN 36/9)

fe agşeynâ-hum: böylece, artık onları perdeledik, örttük, kuşattık..

Gözleri, körlüğü dışında bir şey görecek değil artık..
“alâ sem’ıhim,” kalblerine de hatm oldu.. yâni kulaklarına da perde oldu.. “alâ kulûbihim” kalblerine de oldu hatm.. halbuki ne yapmaları gerekirdi:

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyine, ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Muhammed (aleyhisselâm), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusudur). Allah, herşeyi en iyi bilendir.” (Ahzâb 33/40)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem “hâtemen nebiyyin” yâni Nübüvvet hatmiydi.. “hâtemen nebiyyin” e gitmeleri gerekirdi.
Bu câhiller ise “hatm”lerini kendi içlerinde tamamlayıverdiler!.
“ALLAHa ve Peygamberine iman”dan önce kendi nefislerine iman etmiş oldular.. yâni kendi kimlik kişilik her ne ise, hissedişlerine de mi hatem.
Aslında mühürdür hatem.. hatem, yüzüktür yüzük.. neden demişlerdir dairedir.. Türkçe dâirenin adı hatemdir.. yâni her noktası aynıdır.. belli bir yarı çaptaki küllî şey, kâinâtın tümü, hepsi Habli’l- Verîdir Hatimi üzerindedir “hâtemen nebiyyin” zâhir ve bâtın yaşayış, BiLelik Nuru ancak “hâtemen nebiyyin” ile mümkündür..
ve herkese eşittir.. çocuksa çocuktur, köpekse köpektir, herkesçe eşitir..
O oluş ne ise, öyledir fakat ordadır.. yalınız, bunun bir başka benim anlayabildiğim kadarıyla, efendim binlerce voltluk ya da ne bileyim ben güçte bir makine çalışıyor, eee çalışsın!. bir de parmak başı kadar bir makine çalışıyor, çalışsın!.
220 volta çalışmıyor mu ikisi de?
Yâni onu anlamak lâzım.. bunu anlamak lâzım temeli “Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâvetun, ve lehum azâbun azîm”
Bunlar, bu insanlar neyi yapmaları gerekiyordu da, neyi yapmadılar?.
İnfak edeceklerdi etmediler.. nerde infak edeceklerdi?. Rızıklarda.. Rızık neydi?. gözüyün önündeki eliyle tuttuğun ekmektir, sudur, ya da kendi bedenidir, nefsidir vs. dir.. eee neden yapmıyorlar?. çünkü onların üzerine bir örtü örtüldü, gördükleri kim?.
“Bunların sahibi benim!.” diyor.. yâni ULihiyyeti kapatıyor.. Artık bunlar başlarına geçen “benlik örtüleri”nin dışına çıkamazlar..
Çünkü duyduğuna uymuyor, salâtı ikâme edemiyor, SALLa yürüyemiyor o!. Medine de Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemi aramaya çalışıyor.. Halbuki KİŞİde dinin MuhaMMedî Merkezi, insanın kendi “Habli’l- Verîdi”ndedir.. buradan duyup buraya uyacaktı.. uyma noktasıydı.. RaBBından DUYup, Rasûle Uyacaktı, nerede?. “sem’ıhim” ayan-ı sabite MuhaMMedîyetinin SÎNliği, senliği sendekidir.. Sem’i, RaBBul âleminin SÖZünü, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin SESinden duyacaktır..
Ama yanlış tercihleriyle DUYuşları durdu.. neden durdu?. çünkü kalblerine hatmm vuruldu.. yâni kalblerinden öbür tarafa yol gitmiyor.. kalbi geçemiyorlar.. kalbe iman edemiyorlar.. dolayısıyla burada teslimiyet nefste olacaktı.. nefsleri bunu göremediği için teslim olamadı.. duyamadığı için iman edemedi.. gördüğünü ve duyduğunu TÜMMleyip de, kalben RaBBısının şâhidi olamadı.. onun için de büyük bir azaba duçar oldular.. gışaveh, gaşayeh aynıdır gaşyetmektir.. gözlerinin önüne perde iner, arkalarında bir sed, önlerinde bir sed, başlarına da bir gaşaveh geçmiştir.. “Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn”
Onları gaşyettik, başlarına torba geçirdik.. “ŞİMDİ”yi göremezler, Arkalarına perde çektiler “GEÇMİŞ”i göremezler.. Önlerine perde çektiler önlerini, GELECEK”lerini göremezler.. ölecekler diye korkarlar.. dinlemezler.. “şimdiyi göreceğiz” desen.. şimdi de başlarına torba geçti şimdiyi de göremezler..
Onun için geçmişe tövbe, geleceği rizâ, şu ana rizâları yoktur!.
Bunun MuhaMMed aleyhisselâtı vesselâmda “BİZ BİR”liği içinde olamazlar.. yâni burada da aynı şeyi buyuruyor..
Göz, şimdiyi görür değil mi? dünkünü görür mü, anı görür..

وَهُوَ الَّذِي مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَجَعَلَ بَيْنَهُمَا بَرْزَخًا وَحِجْرًا مَّحْجُورًا
“Ve huvellezî merace’l- bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc (ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ (mahcûran).: Ve iki denizi serbest bırakan O’dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah (engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu.” (Furkân 25/53)

Burada çok “azbun furâtun” geçiyor değil mi?.
Evet.. aslında azbun; tatlı, hoş, latif, şirin, güzel içeceklere sunulan bir şeydir.. bu azb da, men’ etme ferağat gelme, çok aç olduğu halde susuz olduğu için yemek yememek kelimesi bile azbdır. buradan yâni acından ölmek üzere ancak su yok yâni boğazından geçmiyor.. bundan ne anlıyoruz benim şahsen anladığım, hiç ağzınız kurudu mu bilmiyorum ağzınız tam kuruduğunda alın bir büskivi, azb yapamıyorsunuz ki boğazından geçiremiyorsunuz yâni ve bu şekilde burada naklin getirdiği bu büyük lütfu akıl nakille buluşamadığı için yiyemez.. yâni işte bunun acısını çeker.. acısını çeker “ve lehum azâbun azîm” ve onlar için büyük bir azab vardır..

Barborus: Naklin getirdiği lütfu, aklın hazmedememesi mi Hocam?.
Kulihvani: Aklın alaması, yâni boğazından geçmiyor.. öyle ki siz, “Müslüman olduk” deyin.. “Ama iman ettik demeyin boğazınızdan geçmedi kalblerinizeinmedi İMÂN” hükmü ortaya çıkar..

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“Kâleti’l- a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhuli’l- îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â (şey’en), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurât 49/14)

Armut gibi takıldı kaldı boğazında bir ömür boyu..
Çünkü onun kıvamını veren akıcılığını veren eriten nakildir, burada da zâten gaşaveh ve hatem gaşaveh ve hateme dikkat etmek lâzım dışarıyı gaşy ederek durduruyor.. içeriyi de hatmederek durduruyor..
Hitam sonuca erdirmektir bunların işi kalbden öbür tarafa geçemez, akıllarıyla giderler Rahîmiyette dıkANırlar..
Ya da kılçık gibi.. Böyle yaparsan hayr, zülüm olur..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »



وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
“Ve mine’n- nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmi’l- âhıri ve mâ hum bi mu’minîn (mu’minîne).: Ve insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe îmân ettik.” Ve onlar mü’min değillerdir.” (Bakara 2/8)

Bakın şimdi nasıl kâfirleri anlattı kalbleri mühürlüdür züllerinden dolayı şudur şudur.. ve insanlardan öyleleri vardır ki bunların akılları vardır.. bunlar derler ki “âmennâ billâhi ve bil yevmi’l- âhıri” biz ALLAHa ve yevmi’l- âhire inandık.. âhir yevme inandık “mâ hum bi mu’minîn” hayır onlar mü’min değildirler, inanmadılar yâni onlar böyle dediler ama olmadılar, bunlar mü’min değil.. neden müslimlikten bahsediliyor teslim olmadıkları için mü’min değil öyle diyorlar..
“Amentü billâhi, ve rasûluhi ve kütübühi ve rasûlihi ve bi’l- yevmi’l- âhiri” değil bakınız.. neden “rasûlihi ve kütübihi” yok?. bunlar yevmil âhiri diyorlar da ne diyorlar.. biz ALLAHa ve âhiret gününe inanırız.. peki “kitab Kur’ÂN-ı Kerîm ve Rasûl nereye getti?” dediğinizde, ALLAHu zü’L- CeLâL buyuruyor ki, onlar inanmadılar, yooo inanmış değiller.. “biz iman ettik” demeleri yevmi’l- âhir çok ilginçtir.. yâni yevmi’l- âhirin, yevmi’l- kıyameh.. yevmi’l- âhir, yevmi’l- salah bunlar.. yevmi’l- âhir yevmi’l- yakin, yevmi’l- kıyameh gibi kelimelerde sanki yevmi’l- salah desem ben ne olacak yevmi’d- din bunlar.. yevm, insanın MuhaMMedî hakikatinin vücûda getirilip yaşamasının adı yevmdir.. değil mi “bayram gününü yaşadık” desem, bayram gününe on gün var, o da gelecek yaşarsan, fiilen şâhid olursan, TAMMLar TÜMMLersen..

Son aşama nedir?. son aşama “ruh emr ->âlemindendir” ba’astır efendim biz ba’ası öbür tarafta olacağız yanidirileceğiz biliriz!.


Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.[

Bu tarafta RaBBulâleminle ba’as edemedik, öbür tarafta cennete gideceğiz RaBBulâlemin bize bir şey söyleyecek “hoş geldiniz” diyecek, biz de “hoş bulduk” diyeceğiz..
“gelecekte ben gidip RaBBimle SALL edeceğim, ALLAHa SALLim orada olacak” demek kadar yanlış bir şey yok..
şimdi anlıyorum çok güzel söylüyorsun ama şunu da anlamak lâzım ki, bedeni sardığın zaman ALLAHın Nurunu da sarıyorsun “yevmi’l- âhir” bu işte.. şimdi âhir aşamasında her ÂN Şe’ÂNuLLah yeniden yaratış.. halbuki biz bunu zannediyorduk ki daha çok en son ama en sondayız zâten şu tebşir-i MuhaMmediyye;

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem!: “Mutü kable en temutü: ÖLmeden önce ÖLünüz!” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669)

Bu işte.. Kur’ÂN-ı Kerîm’e gelirsen, söylüyor ALLAHu zü’L- CeLâL, RaBBla abd arasında “alaka”yı alâkayı ana karnı gibi, göbek bağı gibi RaBBa bağlıyor bir çiğnem et olarak..
And olsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Adem`in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)...

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ
“Ve lekad halaknâ’l- insâne min sulâletin min tîn (tînin).: Ve andolsun ki Biz, insanı balçığın (nemli organik ve inorganik toprağın) özünden yarattık.” (Mü’minun 23/12)

ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
“Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn (mekînin).: Sonra onu, mekin (sağlam) bir yerde karar kılmış (yerleşmiş) bir nutfe kıldık.” (Mü’minun 23/13)

ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ
“Summe halaknân nutfete alakaten fe halaknâl alakate mudgaten fe halaknâ’l- mudgate ızâmen fe kesevnâl izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar (âhara), fe tebârakallâhu ahsenu’l- hâlikîn (hâlikîne).: Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” (Mü’minun 23/14)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Her birinizin yaratılışı ana rahminde nutfe olarak 40 gün derlenip toparlanır. Sonra aynen öyle (40 gün daha) alaka (yapışan şey) olur. Sonra yine öyle (bir 40 gün daha) mudga (et parçası) halinde kalır. Ondan sonra melek gönderilir. Ona ruh üfler..." buyurur..
(Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, VIII, 114)


Sen görünüyorsun ama, içindeki can da, RaBB canı yâni.. oradaki “alaka” döllenmiş yumurtanın ana karnında bir noktaya yapışması değil mi alâka.. evet kan pırtısı ama, bunun aslı astarı nedir cem’idir ve alâka kurmasıdır Rahmâniyet doğumu.. alâka bildiğimiz alâkadır “alak” bildiğimiz alâkadır yâni kan pırtısı kanla felân bir alâkası yok.. alâka Rahmâniyet Tohumunun, Rahîmiyet Tarlasındaki ilişkisidir, bağ kurmasıdır, alâkasıdıri ilgisidir.. “BİZ BİLE”-liğidir..
Tohum çatladı ve cem’ OLdu.. Şimdi “mâliki yevmi’d- din” geliyor “mâliki yevmi’d- din” doğar.. “mudga” dedin ya da “cenin” dedin.. “mâliki yevmi’d- din” yevmde bir “mâlik” geliyor, mülk geliyor.. yâni onun adına çocuğun adını koyabilirsin dahası yok.. yalınız mülkten daha ötede ne var yevmi’l- âhir, yevmi’d- din dir.. evet bizim konuşmaları tam duyabiliyor musunuz bilmiyorum?.

Barbaros:
Duyuluyor az çok hocam ama tâbi odaklanma sorunu oluyor kaçıyor dilden Arapçalara girip çıkıyoruz bilmem ne o zamanlar kopuyorum yâni..

KulihvÂNi:
O zamanlar uyaracaksınız.. yevmi’l- âhir, ahrette olacak!. hangi âhirette?. herkes ölecek, her şeyini kaybedecek, video seyreder gibi hayatınızı seyredeceğimiz bir yerde, hiçbir şey kazanıp kaybedemiyeceğimiz bir yerde, bizim çabamızın, bizim tercihimizin durduğu, akılla her şeyimizin durduğu bir yerde.. eee RaBBımıza SALL etmiş olacağız.. bu âhir ve ahr zâhir ve bâtın seviyelemesi olsa akılda “Lâ İLâhe iLLâ ALLAH” demektir.. bu ne olur evvel ve âhir kapanır.. evvel âhir kapanır.. Neyle?. Nakille..
Akıl, zâhir ve bâtınla “Lâ İLâhe” der.. nakil derhal “iLLâ ALLAH”ı yapıştırır.. TAMMLar TÜMMLer.. yani TAMMlayanı TÜMMler.. bu ahr dediğimiz, yevmi’l- âhir dediğimiz, sonraki gün ölümden evvel ölerek dirilerek emr âleminden gelen ruhun, emr âleminde buluşması.. buluşması nasılın olacak?. cevâbı ahr peygamberi el Âhir Ahmedi aleyhisselâtı vesselâm hamdinde olduğu zaman akıl yevmi’l- âhiri MuhaMMedî Hakikatını vücûda getirip yaşar.. yevm bu demektir zâten..

O husustaki MuhaMMedî Hakikatini vücûda getirip yaşadı mı, “yevm”i yaşamıştır.. bu yevm dâima zâhir ve bâtın, gece ve gündüz gibi midir?. Evet, her küllî şey’de böyledir.. yevme’l- kıyamette de böyledir.. zâhirden bâtına.. bâtından zâhire çıkarış vardır tamam mı?. yevmi’l- âhiri “onlar ne ALLAHa inandılar ne de bir yevmi’l- âhiri” âhiret gününe.. âhiret gününde hesap var.. ne hesabı var, namaz kılmadı, oruç tutmadı.. ne yapacaktı?. tutsaydı hepsini en güzel yapsaydı SALL edecekti.. nereye?. “eşhedu en lâ ilâhe illallah” dediği ALLAHa.. nasıl?. MuhaMMeden Rasûlulullah ile edecekti.. haaah “yevmi’l- âhir” budur işte değil mi?.
Yevmi’l- âhir en son sözdür ki “eşhedu enLâ İLâhe iLLâ ALLAH ve eşhedu enne MuhaMMeden rasûlullah”.. onun için diyoruz ki, dördüncü aşamada Rasûlullah SALLALLAHu aleyhi ve sellem Efendimizin şehâdetinde, şâhidliğinde “Bizi, “BİZ BİR-İZ” bir eyle!” derken önce MuhaMMeden Rasûlullah’a şâhid oluyoruz biz.. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme teslim-İSLÂM olduğumuz zaman artık, ALLAHa teslimiyet, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin işi..
Biz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem e iman ederiz ama bu iman ediş zincirinde derhal ALLAHa iman etmiş oluruz..
Ama burada çok ilginç bir şey geçti.. şimdi onlar derler ki “ALLAHa iman ettik yevmi’l- âhire iman ettik ama, mü’min değildirler”
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ
“Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn (yeş’urûne): (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.” (Bakara 2/9)

Bunların yaptıkları tek şey nedir?. nefislerine hıda’/hile ederler ve “mâ yeş’urûn” ve asla MuhaMMedî Şuur etmezler.. bunlar şuur edemezler.. kendi nefislerine inandılar.. kendi nefislerini kandırırlar.. kendilerine hile yapmış olurlar.. evet bu ne biçim bir nurdur ki, nefis dediğimiz şey, ALLAHu zü’L- CeLâLin nasıl bir nurudur ki, bu nefise ki, tüm EsmâuLLAH yüklenmiş olan bir Akıl Hüviyeti var nefsin ve akılın.. bunlar kendi içinde küldür.. akıl, kan gibidir bütün her şeyi kullanılıyor.. diyelim ki farz-ı mahal söylüyorum, nefis de beyin gibi ama akılla çalışır.. yalınız akıl onun işini görür.. nefis “Yâsîn”deki gibi “sîn” “sen”lik verir.. “sîn” sırrı, “bi” senliğini insana taşır değil mi?. Rububiyet Senliğini insana taşır değil mi?. şu anda seni sen yapan ne görülen kırk elli kilo atmış kilo et parçaları değil, konuşturan görüştüren şu anda devâmlı kesilmemiş olan bir cereyandan dolayı.. yani Rububiyet Senliği-CeryÂNı Yaratandan gelen ceryan var sende.. yaratıcı gücünün mekanizmasının adı Rububiyet olduğu için söylüyorum.. Rububiyet Sinliği ve Senliği; sende, şu anda bu Şeriat-Tarikat-Mârifet-Hakikat Noktalarını aldığı zaman ŞIN-laşıyor.. yâni Şehâdete geçiyor ya da, i’tidal dışında da, tefritte-ifratta şerre geçiyor.. “BeŞer”, zâten şerr bileliği olan demektir.. ama şerr hemzelendi mi “Şer’î/Şeriata uygun, İslâmiyetçe makbul olan. İlâhî kanuna dair. Meşru'.” Olur. Hemzeyi kaybetti mi Şerr/ Kötü iş, kötülük. Fenâlık. Allaha isyan, emirlerine uymama, muhalif hareket etmek” oluyor.. onlarda çok ilginç.. yâni insanın içindeki insanlık Sırr-ı Sîn Sırrının Nuruna “nefis” diyoruz.. bu nurun adı o dur.. bunu kullanır kullanmaz zâten tamamen içeride donarda “buz” haline gelirse içte hiçbir hareket olmaz, mühürlenmiş, tamamen içeri kapandığı zaman “belhume DALLun” onlar bir hayvan bile değildir, daha aşağıdadır..

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
---“Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).: Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (A’râf 7/179)

aşağı iniyor ama yukarı çıktığı anda onlara/o nefislere korku ve hüzün yoktur..

وَيُنَجِّي اللَّهُ الَّذِينَ اتَّقَوا بِمَفَازَتِهِمْ لَا يَمَسُّهُمُ السُّوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumu’s -sûu ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne): Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır.” (Zumer 39/61)

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)

Neden korkmuyorlarmış peki?. deniz donmaz da, onun için.. deniz yanmaz da onun için.. Yâni çünkü onlar aslına ulaştılar, SALL ettiler.. “ve bi’l- yevmi’l- âhiri” yakinen yaşadılar ne olacaksa, yarın değil şimdi olduğunu anladılar.. “dün olmuş” da demiyorlar.. “yarın olacak” da demiyorlar.. “şu anda olan haktır” diyorlar ve yaşıyorlar.. yâni çok ilginç şeyler var nefisle ilgili.. dediğim gibi nefsi iyi izlemek lâzım.. ama şuur etmiyorlar.. neden şuur etmiyorlar?. çünkü MuhaMMedî Şuurda değiller.. Şuur nedir?. Şuur, Nefsin maddeden mânâya ilk vusul mertebesidir. Şeera, şâir şirâ, şuura, şuur bunu çeşitli şekillerde söyleye bilirler yâni.. anlayış, idrak, vicdan, zâhirden bâtını hissetmek..
Şuurda da bir şey vardır Rububiyet şehâdeti.. Esas şuur, Rububiyet Rusuliyet Ayanlığına, âyetine şehadettir.. bizim için rusuliyet ayan-ı sabitesine ulaşımdır.. yâni ben ayan-ı sabite felân diyordum..
evet ben, ben derken gittim “Habli’l- Verîd”e bir oturdum ki, küllî hepimiz AYN-ıymışız.. MuhaMMedî Şuura erdi çünkü.. daha önce dışarda, orda, burada, her yerde oluyordu.. şimdi artık belli bir yerden “re” yarı çaplı Rasûliyet yarı çaplı bir çember çizdi, onun içerisindeki yerini aldı.. kendi kendime: "sen hangisisin?” diyorum da: “hepsi benim” diyor.. “var mısın?”.. “yokum bulamıyorum!.”.. “yok musun?.” “nasıl olmayayım buradayım ya!.” Diyor.. var!. Yok!. denizdeki damla gibi!. “hangisisin” desen attığın damlayı bulamıyorsun.. ama o damla denizin içinde.. “yok” da diyemiyorsun.. var çünkü AYNen var ki, gayrı ve ayrı değilim.. gayrı ayrı değilim.. ama, aynı da değilim..

وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَى
“Ve ennehu huve rabbu’ş- şı’râ.: Ve muhakkak ki, Şira’nın (Şira Yıldızı’nın) Rabbi O’dur.” (Necm 53/49)

Şı’râ diye araplar gökteki yıldıza diyorlar.. affedersin o değilde tazıya deselerde tazının adı olyuor..
Onun için diyorum yâni kelimelere araştırıp düşünmeden araplar şöyle dedi diye takılıp kalmamalıyız Kur'ÂN-ı Kerîmde..

وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
“Ve kevâıbe etrâbâ (etrâben).: Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.” (Nebe’ 78/33)

وَكَأْسًا دِهَاقًا
“Ve ke’sen dihâkâ (dihâkan).: Dopdolu kadehler.:” (Nebe’ 78/34)

“Ve kevâıbe etrâbâ” göğüsleri tomurcuklanmış kız çocuğu!. niye öyle.. Bedevî Araplar “etrâbâ”ya “tepecik” derlermiş de ondan.. kız çocuğuna “tepecik göğüslü” diyor..açın bakın tefsircilere.. bee kardeşim “tepecik” olarak tercüme etsen ya şunu.. illâ “kız çocuğu tepecik göğüslü” diye sokuyorsun.. ne ilgisi var burada onun, önceki ve sonraki âyetlerle ALLAH Aşkına!.

Benim gönlümse..
"etrâb.": en turâb olmuş, toz-toprak olmuş..
“kevâıbe”.. kâb, küb, Kâbe.. BENlik Kâbesi..
Kimin nefs-i emmare BENlik Kâbesi yerle bir- toz-toprak olmuşsa..
“ke’sen dihâkâ.” onun Kâsesi-Kalbi HAKk dolar.. olarak anlıyorum âcizÂNe..
Cennette yeni yetme kız peşinde olanlar da ayıkır bir gün inşâe ALLAHu TeÂLÂ..

“Ve ennehu huve rabbu’ş- Şı’râ
Yâni buradaki Şı’râ’nın RaBBı.. Şı’râ, Araplar gökteki yıldıza Şı’râ diyorlar.. eee desinler ama, buradaki Şuur kelimesi.. teşhurun.. şuur etmiyorlar.. kendi içlerindeki Rasûlî Ayniyete ki Hakikat-ı MuhaMMediyyelerine şâhid değiller.. Rasûlî Rotaya inanmıyorlar..

ALLAHu Zü’L- CeLÂL Kur'ÂN-ı Kerîminde;

ALLAHa ve Rasûlune Teslim OLunuz!
ALLAHa ve Rasûlune İmÂN EDiniz!
ALLAHa ve Rasûlune Tâbi OLunuz!
ALLAHa ve Rasûlune İtâat EDiniz!

Buyuruyor da, ham akıllı adam: “ben Rasûlsuz de giderim!.” Demekte..
İyi git.. uçaksız gidecekmiş yâni, şeysiz.. MuhaMMedî Şuur yok!. Bunlar kendi nefislerine hıda’/hile ederler ve “mâ yeş’urûn” ve asla MuhaMMedî Şuur etmezler…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
“Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ (maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn (yekzibûne).: Onların kalblerinde maraz (hastalık) vardır. Allah da bu sebeple onların hastalığını arttırdı. Tekzip etmiş olmaları (Allah’a ulaşmayı yalanlamaları) sebebiyle onlar için elîm bir azab vardır.” (Bakara 2/10)

“Fî kulûbihim maradun”
Bunların kalblerinde bir ne vardır maraz vardır.
Maraz. Hastalık, illet, dert. Belâ.
“fe zâdehumullâhu maradâ”
ALLAH onların marazını ziyâde etti.. el yevmi’l- buğün..
“ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn” Bunların kalbleri bir Radiyeten-Merdiyeten, RAZı OLuş geçiş kapısıydı.. yâni Rahîmiyette razı olacaklardı ki, Rahmâniyette rıza bulacaklardı..ve de “vehduli fih ibâdihi vedhuli fi cenneti” deyip geçip gideceklerdi..
Fakat bunların kalblerinde bi maraz doğdu, hastalık başka nedir rizâya.. radiyeten merdiyetin maraz kelimesidir.. merdiye raziyetin merdiyetin de aynı şekilde yazılır merada üç harf aynı harftır.. yâni neden bunların rizâsı kendilerinden başkasına yoktur.. çalışmayan çalışmayan bir rizâdır yanı marazlıkları bu Rububiyet Rusûliyette, Rububiyete geçirmezler.. Teslimiyette bu olduğu için ALLAH onların bu marazlarını ziyâdeleştirdi, attırdı.. fezâdehum yâni içlerindeki dâimiyet sahibliğini kendi içlerindeki fezâd, o büyüdü yâni maraza velehum azabün elim bunlara elim bir azab vardır.. “elif lam mim” dedim nedir?. aynıdır işte bu zevki yaşayamayış “elif lam mim” yaşayamayışla: “ALLAHı tanıyorum” diyor “ALLAHın lütfunu tanıyorum” diyor ama “mim”sizim” diyor..
“laptopu severim, laptopun içindeki bilgileri de severim.. ama cereyan yok!.” işte bu bir acıdır.. işte bu gerçekten azbun harika olan muhteşem olan en nefisi en güzeli olanın donup kalması nedir “azabun elim” buz dağının başında susuzluktan ölmektir.. bütün dünyadaki suların kaynağı ora iken bir damla su temin edemeyip ölmektir.. elim bir azaptır bu..
Bunu ne anlamda söylüyorum?.
Hâşâ, ALLAHu zü’L- CeLâL, Musa Aleyhisselâma arka çıkmış da, firavunu karşısına almış.. birini gayırmış da, birini ayırmış?.. Hayır değil, öyle değil, öyle kendi buzdağını donduran ALLAH celle celâlihu değildir. ALLAH celle celâlihu şer yaratmaz çünkü.. kuralları koyuyor..
Bak bir bidon suyun var en güzelinden.. sakın dondurma!. ne olur dondurursam?. azabun elim çekersin, bir bardak suya hasret kalır ölürsün.. kendisinde bu kaynaklar var.. “tecrimen tahtitihel enhar halidine fiha” -güllale ile konuşuyor- evet olumsuzu yaşıyor ama hikmeti var diyor evet eeee tâbi yâni netice olarak anlayışta.. anlayış seviyesi hiçbir zaman şerr işi işlemiyor.. gâyet tâbi, kul şerri tercih ederse, ALLAH celle celâlihu yaratıyor.. zâten tevhidi de ALLAH celle celâlihu yaratıyor.. bu değişmez.. ama dediğin doğru.. Hızır aleyhisselâm insan aklına ters gelen işler yapıyor.. birinde “ben yaptım” diyor.. birinde “biz yaptık”.. birinde “RaBBım emretti” diyor.. içeriye geçtikçe “RaBB öyle emretti” diyor..
Dediğin doğru.. evet burada bir şey oldu.. “Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn”
Bunlar hizb ettikleri için, yalan söyledikleri için, yekzibun, kezzab oldukları için.. kizb nedir?. BİLE-liği sahib çıkmak keyfiyetidir.. o işin hakikat bileliğine sahib çıkmak keyfiyetidir.. şeyine hakkın hakkını vermemektir.. en büyük yalan da yaşanmayandır.. bunlar yaşamadıkları için “biz müslimin biz mü’miniz” demeleri de bunlar için de katiyyen kurtuluş olmadı.. yâni kezebe, kezzab daha de şiddetli olan şeddelisi yalan söylemelerinden dolayı onlar için yalanlarından dolayı elim bir azab vardır.. buradaki elim bir azab, ateşe atıp yanacaklarından daha çok yaptıkları şeyler.. gerçekten eğer ki hakikatini bilseler yazık olmuş.. biz o zevki yaşardık yaşasaydık bunun için gelmişiz.. yâni aklın dünyadaki zevkleri çok önemlidir.. önemlidir amma netice olarak zevk de, hazz değildir..
Bunlar bizim için çok vazgeçilmez olan zevkler iken, bazı ALLAH dostlarında solda sıfırdır yâni.. neden?. çünkü onlar için daha yüksek seviyede hazzlar duymuşlardır.. bu zevklerin ötesinde hazzlar duymuşlardır.. ne bileyim işte.. “biz hakikat horozuyuz siz tevhid tavuklarısınız, gidin kümesinize!.” gibi şeyler söyleyenleri duyduk yâni.. bunu demekle küçüksüyor anlamında değil onların duyduğu gerçekten yaşadıkları büyük hazzlar hayatlarını da o yola kaydırıyor.. meselâ kırk elli sene dağlarda yaşayabiliyorlar.. ve hiçbir zaman da ALLAH celle celâlihu buyurmadan vazgeçmiyorlar.. ve küllî şeyde ALLAHı görüp yaşayabiliyorlar..
Ama bizler, bizim alışkanlıklarımız.. çok şek bağlayıcı olduğu için şu yukarıda söylenenler.. rızıklarından infak ederler..nerde?.. geç tamahkârız!. Salah?. valla salahı bilmiyoruz.. peki ne yaparlar, yâni gaybe inanıyorlar mı?. bilmiyorum yâni bu bilmiyorum-lar baştaki bu üç özellik olmadığı zaman işte hemen onlar eşyâdan küllî şeyden bedenleri de dahi infak edebilirler mi?. Edemezler.. “gışave” yapıştırıyor..

Burada dikkat ederseniz temel kelimeler daha yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor.. “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn” onların seviyesi kendilerinedir.. bizim SEVİYE ne idi?. MuhaMMedî SEVİYEden bahsediyoruz dâima.. mâsivâdan bahsediyoruz MuhaMMedî sivâdan.. eşyânın hakikatı mâsivâdır.. ALLAH celle celâlihu’dan gayrısıdır.. ALLAH celle celâlihu’dan gayrısının Hakikatı ->MuhaMMedî Hakikattır.. gübrenin arkasında gül vardır.. gübre, bir can perdesidir.. yâni cana giydirilen bir negatif kaptır.. tümünde böyledir.. hep Zü’lcelâli ve’l- İkram ALLAH celle celâlihu olarak hep böyle halk etmiştir.. imtihan sorusu açıktır.. yâni hepimiz için..
İnşâe ALLAHu teÂLÂ devâm ederiz hayırlı Cumalar olsun.. ALLAHın izniyle ve inayetiyle dua edelim gaybi dualarımız olsun ALLAHa emânet olun ALLAH yardımcımız olsun İnşâe ALLAHu teÂLÂ.. evet Hümeyra..

Hümeyra: ALLAH razı olsun hocam teşekkür ederim beni de davet ettiğiniz için sohbetinize davet ettiğiniz için çok memnun oldum hocam.. burada çok yoğun olduğum için işlerim yoğun olduğu için çalışıyordum bir yandan radyo felân.. sohbetiniz çok güzeldi bereketli oldu benim için çok istifâde ettim.. çağırdınız için çok teşekkür ederim hayırlı cumalar ellerinizden öperim selâm ederim..

Kulihvani: sağol canım muhakkak biz sana haber veririz de, seni mecbur etmek gibi yâni senin işin uygun olur olmaz felân gibi diye de düşünüyoruz.. tâbi biz söyleyince gelmek istersin ama, şöyle yap.. yâni hiç çekinmeden müsaitsen gir yoksa girme hiç önemli değil..
ALLAHa emânet olalım İnşâe ALLAHu teÂLÂ..
Barbaros dua edelim canım.. benim Shela-ya selâm söyle, bebeleri öperiz..
Barbaros: Âmin ve aleyküm selâm bizden selâm herkese..
Güllale: Hayırlı sabahlar İnşâe ALLAHu teÂLÂ…

''Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedîn
Abdike (MuhaMMedîyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ve sahbihi ve ehl-i beytihi ve ummetihi...''
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

BAKARA SÛRESİ SOHBETİ

Resim

SoHBeTi yapan: KulihvÂNi
SoHBeTi yazan: Hakan
SoHBeT Tarihi: 26.11.2011


EÛZU BİLLÂHİ MİNE'Ş-ŞEYTÂNİ'R-RACÎM
Bİ'SMİ'LLÂHİ'R-RAHMÂNİ'R-RAHÎM..

Subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
Eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmı aleyke Ya RasûLALLAH SALLALLAHu Aleyhi vesellem istecartü

Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim

Allahummesturnâ bi setrike’l- Cemîl!
Allahummesturnâ bi setrike’l- Cemil!
Allahummesturnâ bi setrike’l- Cemil!

Yâ Hayyu Yâ Kayyûm!
Yâ ze'l- Celâlî ve'l- İkrâm!
Yâ ALLAHu bike tâhassentü ve bi abdike ve Resûlîke Seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedîn Sallallahu Tealâ aleyhi ve sellime istecertü!
Allahümme innî eselûke Yâ RAHMÂNu Yâ RAHÎMu!
Bi esmâike'l- İzâmi ve,
Melâiketike'l- Kirâmi ve,
Resûlîke aleyhim eftalü's-salavâti ve etemmü's-selâmi
Ente'l-mahnî bilemhati Ehl-i Bedrin velâ mâhatihim ve tenfahni bi nefâhatihim bi hakkihim aleyke YÂ RABB!..

Euzu billâhi’s- semiî’l- Alîm mine'ş- ŞeytÂNurracim min hemezitihi ve nefhahi ve nefsihi.. Bismillâhirrahmânirrahîm

Euzu bike RaBBi en yahdurunu bismillâhirrahmânirrahîm el hamdulillâhi RaBBü'l- âlemin..

ALLAHu zü’L- CeLÂLin lütf-ü kereminden izze-ti şerefinden ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şeref-i şefâatından ve Hak Dostlarının hak hizmetinden meded dileriz, ALLAHu zü’L- CeLÂLe sığınırız!. ALLAHu zü’L- CeLÂLe kulluk ederiz ve O’ndan istâne ederiz, iânemizi ondan isteriz..
İâne, karşılıksız yardım demektir, lâzım ve lâyık olan demektir.. kulluktan sonra, İyyâke na’budu” .. sonra “İyyâke nestaîn” vardır.. İyyâke na’budu” .. Teslimiyettir, islamiyettir.. “İyyâke nestaîn” mü’minliktir, emin oluştur.. kullî şey’in ALLAH celle celâlihu’ya ait NÛRu olduğunu, ALLAH celle celâlihu dan istenmesi gerektiğini, “abduhu”nun kâni oluş durumu ki mutmain oluşudur.. başka bir yolunun olmadığını görmesidir.. dolayısıyla verilen bütün ni’metlerin, dünya ve kâinâtının yaratılmasının, insan AKLının var edilmesinin, tüm esmâların yüklenmesinin, bir kader yaşanmasının ve sonra bu imtihÂN Âleminden toz toprak olup kaybolup gidişin temelinde yatan, bu ni’metlerin veriliş sebebi Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme şâhid olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şehâdet için geldiği; Tebliği, Tenziri, Tebşiri ve Teşhidinin “Lâ ilâhe illallah” Kelime-yi Tevhidini BİLip BULup OLup da YAŞAyarak ŞÂHİDliğiyle geçmek şerefinden bahsediyorum!.

İşte bu bu kadar önemli bir şey ki, milyarlarca insan yaşamakta, trilyonlarca insan gelip geçmiştir ve geçecektir.. herkes bu sahnelerde İbret ve Hikmet Sahnelerinde oynamaktadır.. kimi kurt kimi koyun gözükmektedir.. ama, bütün bunlar kayda geçen bir dizinin çekimi gibidir..
Ne gariptir ki, bu dizi ölümü bekleyenler için, öbür tarafta izlenmekte.. ÖLüp ÖLüp DİRİL!.enler için ise, her nefeste hayatta izlenmekte!. hemi oyuncu, fiilen içinde.. hem seyredici, hem sahnede, hem de koltukta seyrediyorlar.. ALLAH dostları böyledir.. Yakîn Ehli olanlar, Gönül Dostu olanlar, Rahmet İnsanları hep böyledir..

Bu gün 1 muharrem yılbaşı.. yâni İslam Âlemi’de çok büyük önemi var bu ayın, kendine mahsus şehru’l- muharrem.. Allahın ayı olarak bildirilmiştir Rasûlullah sallallahu ve selem.. Hicri senenin ilk ayıdır Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hicret etmiştir.. tesadüfen denk gelmemiştir.. İslam dininde her şey bir yere oturur ve bu oturuşlar başından beri böyledir.. yâni Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem gelince hâşâ, geçmişe bakmış da uydurmuş, geleceğe bakmış da uydurmuş değildir.. o bir TÜMMlenmedir TAMMlanmadır.. ama, hepsi içindedir onun.. Muharrem, harrem eden demektir, haram eden demektir.. bu işi fiilen BİLen BULan OLan demektir.. haram içinde OLAN dır.. Hürmet değerini bilendir.. İslamda haram, eşyâ Kıblesi Beytullahtır.. bütün ibâdetlerin Tevhid Direği, tüm bedenlerin dönüş KıBLesi Mescid-i Haram’daki Beytullahtır.. Haram Mescidi, hürmet secdeleri orda yapılır.. buralardan yapılanlar da, o KIBLeyi kabul ettiği için orda yapılır..

Hac ise bizzât, bedenen, fiilen orada yapılır.. İkinci haram islamda kevniyettir, yaradılış esmâsının çıkış kapısı, zuhur yeri Rahîmiyyet.. Raziyeten Merkezi Rahmâniyetine, Merziyetien TAMMlayıcısı olmazsa olmazı, kadındır ve HARAMdır.. Hürmete lâyıktır İslamda.. bu ise en nefis, bu ise çok nefis haramıdır.. nefsin hurmetli kılınışıdır..

Bedenin hürmetliliği, yâni eşyânın hürmetli kılınışında nasıl Kâbe merkezse, Nefsin doğru anlaşılması için de, doğru yaşanabilmesi için kadın elbisesinde gözüken, temelinde toprak gibi olan kadın.. Tohum, onsuz olamaz dediğimiz.. “Nisâukum harsun” buyuruyor zâten ALLAHu zü’L- CeLÂL Kur’ÂN-ı Kerîminde.. “tarlalarınız” buyuruyor..

نِسَآؤُكُمْ حَرْثٌ لَّكُمْ فَأْتُواْ حَرْثَكُمْ أَنَّى شِئْتُمْ وَقَدِّمُواْ لأَنفُسِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّكُم مُّلاَقُوهُ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
"Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).: Kadınlarınız sizin için tarladır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle yaklaşın. Ve kendiniz için (derecelerinizi arttıracak ameller) takdim edin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na mülâki olacağınızı (kavuşacağınızı) bilin. Ve mü’minleri müjdele.” (Bakara 2/223)

Bunun temeli burada, nefsi haramlığı hürmetliği anlaşamayış çok ağır iştir, en kıymetli olanı anlayamayış, onu göz ardı edip şehrin cereyanını kesmek gibi korkunç hatadır.. ÜMMün ananın, ÜMMetin Haramlığı, kıymeti ve değeri doğrudan doğruya ALLAHu zü’L- CeLÂL’in “feyeKÛN”unden gelir.. Yâni yaradılış özellik ve güzelliğinden gelir.. “KÛN”, Rahmân Nefhasının Tohumunu, “feyeKÛN” Rahîm Harsun Tarlasına düşmesiyle, Âleme Nûr-u Mim Rahmeti yeşerir, çimlenir ve güzellik getirir Rahmetenli’l Âlemin NÛru Güneşi doğar.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
---“Vemâ erselnâke illâ rahmeten li'l-Âlemîn: Ve biz seni, ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Üçüncü haram, Şehru’l- Muharremdir.. Haram olan zamandır..
Eşyânın kıblesi dörtülüleri tamamlamaya çalışıyorum..
Eşyânın Bedenin kıblesi Beytullah, Mescid-i Haram iken,
Olayların kıblesi Rahîmiyet merkezli kadındır..
Eğer Rahîmiyeti çekerseniz, kâinât susar, kevniyet durur.. “feyeKÛN” kalkar.. “KÛN” kendi başına kalır.. AKıLlılar olmayınca, hiçbir anlam ifâde etmez..
AKIL bakımından;
EŞYÂların münasebetinden OLAY,
OLAYların münasebetinden ZAMAN,
ZAMANların münasebetinden ZANNlar doğar ki, NAKLen TAMMLayıcısını Bulmazsa çoğu ZANN çürüktür.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّه
إِ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ
---“Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne ba’da’z- zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ (ba’dan), e yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh (kerihtumûhu), vettekullâh (vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm (rahîmun).: Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurât 49/12)

Dörtlü sistem bunlar, yerine oturtulduğunda haramlarda çıkar ortaya.. Zamanların haramlığı ise Muharremdir.. ne zaman?.
Baştan beri Âdem aleyhisselamdan beri.. haram olayların münasebetinden diyorum.. hangi olayların münasebetinden?. diye gittiğim zaman Bezm-i Elest’te bir olay yok.. insan açısından Âdemin yaratılışında yaptığı bir olay yok.. ALLAH celle celâlihu ile Âdem aleyhisselâm arasında olan, bir olay değil “OL!uş..”
İki şey arasında olur olay.. İki şey arasındaki olay, ceNNette başlamıştır.. “aynı beden içinde, bir tende iki can iken..”
KulihvÂNi şiirlerinde öyle söylüyor..
Söylüyor, söylüyor amma, doğru söylüyor..
Bu gün değilse yarın doğrudur görülür bir gün..
İki can bir tende oluşu; Âdemlik ve Havvalıktan öte, “Rahîmeyn” olan Rahmân.. Rahmân Rahmân.. Rahîmeyn demek, iki Rahîm demek kendisi iki Rahîmliğinde, Havva Rahîmliğini cem’ eder.. çünkü olay orda çıkmıyor.. cennette de olay çıkmıyor.. ne zaman çıkıyor?. ne zaman ki Âdem aleyhisselama kendisine yüklenen esmâlar.. İblisten vaz geçip Şeytan olsun Şeytanlıktan vaz geçip Müslüman olsun.. ne denirse denilsin, hayatın var oluş ve sürme sebebi, varlığın yürüme sebebi, insan ŞeCeri..


Şecer: Ağaç. Kütük. * Sülâle. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel.
Zahr: Omurga, belkemiği..

Âdem’in zahrındaki, zâhirindeki sonsuz şecerenin-tohumun, tarlasını gördüğü anda.. neler olduğunu şimdi okuyacağız, göreceğiz..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Resim

İnsan ŞeCeri..İnsan Ağacı.. insan Şeceresi- Sülâlesi ki, Âdem aleyhisselâmdan sana kadar kesintisiz gelen DİRLİK ZİNciri ve soyun bütün fertlerini gösterir cetvel...

Âdem aleyhisselâmın, Havva aleyhasselâm bAHçesinden YEdiği Şehvet Ağacının ->Oğul-Kız meyveleri..
Şecer-“Şehvet” Kelimesini Türkçeye öyle bıçağın ağzı gibi, iğne ucu gibi yerleştirip o mudur değil midir oturttuğumuz zaman korkunç bir hataya düşeriz..
Çünkü Arapça bir kelimedir bütün aşırı istekler hayati istekler olmazsa olmazların tümü “şehvet”tir tümü.. kötü müdür?. Hayır bu âlemde kötü yoktur.. bu âlemde gübre bulamazsınız.. bu âlemdeki gübre haramdır ki hürmete lâyıktır GÜLün ANAsıdır.. Muharremdir, gülü doğurandır, İKRÂRı DOĞuran İKRÂR Tevhidini doğurandır..
Daha doğrusu “Lâ ilâhe illallah”ı doğurandır..
onun için kimse gübreyi ya da inkarı kaldıramaz.. ben burayı geçtim onun için “Lâ ilâhe” yi attım diyemez!. “Ben gül açtım artık gübreyi yok ediyorum” diyemezsin.. İçindeki tohumlar ağzında kalır, ölür.. Sen Sistemi kuran değilsin!. demek istiyorum..

İşte burada olaylar başlayınca “şu ağacı bir zevk edin-tadın”
Yâni anlayın bakayım nedir;
Söz-Sohbet-Zevk-Haz Makamları nedir?
BİLmektir.. BULmaktır.. Olmaktır.. YAŞamaktır ki ŞÂHiDi OLaBİLesin!.

Böyle ise zâten biliyor, zâten bulmuş yanında canında aynı tende iki can diyorum.. CÂNda CÂNÂndan bahsediyorum.. UYdurmuyorum ->DUYduruyorum Hakan canım..

Ne zaman ki oldu, ordaki şecereyi gördü, onda bulunmayı azmediverdi Rabb’u-l âlemin: “Sakın o Çatlağa yanaşma!. Benim sana en karib, en akraba-yakın, benim emrimi unutup ona yaklaşma!” buyursun

Ne var ki, Fıtratın gereği HAYYat Fışkırması için, Âdem aleyhisselâmı, Havva aleyhasselâm bAHçesindeki o meşhur Şehvet Ağacına-Şecerine CERR eden ÇEKen İÇ GÜÇ.. “HaCERR”lik.. İlk başta Havva aleyhasselâm ANAmızdaki “HaCERR”lik..
CERRin Hakikatı evet bir hakikatı var bu Çeken gücün.. hayvanlara bakınız, ÜREMEk İçin savaşan erkeklere..
Ondandır ki ben kuL İhvÂNi bâzen: “Ah be Âdem aleyhisselâm Babam ve de ah be Havva aleyhasselâm Anam!. Ne etinizde yediniz şu ŞeCERRe Zıkkımından-Cehenneminden.. Şu İçinde yaşadığımız Cehennemin Zakkum ağacından Tadı verdiniz ve sonsuz insanı BİZ BİR-İZ edip piyasaya Sürdünüz ve sürmektesiniz..

Masal değildir bunlar GaribÂNn.. el ÂN OLmaktadır.. sen âdem yerindesin.. Shela Havva.. Bedelya ise Önü açık Üreme ZİNCİRi..

Ne zaman ki o ağaçtan yediler, üreme organlarını görüverdiler.. öyle ki çırılçıplaklarmış.. ondan önce niye göremiyorlardı?..
Çünkü, EŞy vardı OLAY yoktu.. İKİ ŞEY ki Âdem ve HAVVa vardı OLAY yoktu.. OLAY ki İKİŞEYLik ki ŞEYY-t-ÂN-Lıktı..

Çünkü, OLAYın bütün KIBLesi Havva Ana, Hacer Ana ki, bütün ANAlar..
Yâni RAHÎMİYET.. OLAYın HARAMlılığından HÖRMETe değerliğinden bahsediyorum..

EŞyÂların münasebetinden OLAY doğar.
OLAYların münasebetinden ZamÂN doğar.
ZamÂNların münasebetinden ZANNlar doğar..
ZANn ise Nakle Ulaşmamışsa Akıl çoğu çürüktür..

وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ
"Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcuke’l- cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihi’ş- şecerete fe tekûnâ mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin, cennette yerleşin. Oradan (oradaki yiyeceklerden) dilediğiniz yerden bol bol yeyin. Ve bu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara 2/35)

فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
"Fe ezellehumâ’ş- şeytânu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh (fîhi), ve kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv (aduvvun), ve lekum fî’l- ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn (hînin).: Fakat şeytan, ikisinin (ayağını) oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde oldukları şeyden (ni’metten) çıkardı. Ve: “Birbirinize düşman olarak (dünyaya) inin. Sizin için (belli) bir zamana kadar yeryüzünde oturma ve faydalanma (geçimini temin etme) vardır.” dedik.” (Bakara 2/36)

Eşleşince.. Birleşince.. Şehvetten Şehâdet DOĞması için “İhbutû-İnin!.”..
Olayların münasebetinden zaman doğardı ya..
İşte ozaman “habite” bambaşka bir âleme geçin!.
Sanki bir adama ömür boyu müebbet hapisi vermişler bir daha yeryüzünü göremeyecekmiş gibi.. böyle insanlar var ya.. ya da adam ölmüş iş başka âleme geçmiş.. şöyle olmuş böyle olmuş.. yâni habite, ordan her şeyi tası-tarağı toplayıp bir daha bu şartlara, KULLuk İmtihÂNından GEÇmeden dönmemek üzere Çıkarıldık Âdem Babamızın Belinden Havva Anamızın RAHMine Dökülüp Gelmek için..

İki tane yer mi var?. bir cennet bir cehennem mi var?. Yani buradan, ordan Amerika’ya gider gibi mi gitmiş?.
Bunun anlaşılması henüz mümkün değil şu anda.. mümkün değil.. ham akıl anlamaz ve NAKLULLAHı masal gibi okur geçer!.
Söylersek de, boş laflar söyleriz.. boş laflarla, bu kısır bilgilerle ancak hayaller ürer.. hayaller ise hakikata hasret bırakır bizi..

Onun için Muhammedi melamette ve Rasûlullahın sallallahu aleyhi ve sellem İZinde, EREN YOLUnda asla BOŞluk yoktur..
SADAKATsız bir İLİM,
SAMİMİYETsiz bir EDEB
SABIRsız bir İrfÂN Olmadan SeLÂMette bir kuL İhvÂNi Olamaz ALLAH celle celâlihu KORUsun..

Bekliyeceksiniz, sabredeceksiniz.. Anladım gübrenin başında bekliyorsunuz tohum ektim diye.. amma bekleyin, bekliyeceksiniz Sünnetullah böyledir.. Çünkü hiçbir kadın “ben dokuz günde doğuracağım, neymiş dokuz ay on gün bekleyeceğim.. niye dokuz ay dokuz gün yahutta!.” diyemez..
Öyle bir şey yok, bekleyeceksin sistem böyle!.
Yâni işte bu muhteşemliği anlayabilmek için olayların bana göre HARAMı HAVVAdır ki, ve o, nefsin HEVA-HEVESinin havasıdır yâni imtihan kağıdıdır.. yâni birinci sırat köprüsüdür, kendisi için de, üzerinden geçen yavruları için de.. Erkekler için o HARAM KIBLEsi; Anamız, Eşimiz, Kızımız, Kızkardeşimiz ve Gelinimizdir. İslamdaki 5 Kadın..
Kadınlar için de böyledir; Babası, Eşi, Oğlu, Erkekkardeşi ve Damadı vardır erkek olarak.. İslamdaki 5 Erkek..

İslamdaki 5 kadın-haram, islamın beş şartı gibidir ve bunların hayattaki dağılımları muazzamdır.. bu haram, beş ayak üzerine oturur onu demek istiyorum.. kadın haramı bir başka anlamda.. ben oralara girmek istemiyorum.. Kâbemiz 6 yüzlüdür.. ama bu Kadın Kâbe beş yüzlüdür.. Bu gerçeğer ERENler 6.ncı Yüzü TÜMMLerse.. KÖŞelerini DİŞLeriyle tıraşlar da “BİL-ye” gibi baş ayaksız, YÜZsüz ama SONsuz NOKTA YÜZLü ZeRRe-KüRRE KÂBELerin Kesrette VAHdetine SALLeder ULAşırlar İnşâe ALLAHu teÂLÂ!.
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Anlatılanlar öylesine garib bir şeydir ki: "Ah öğreniversek, oluversek!." demekle değil, OLuVERince OLacak İŞtir..
MuhaMMedî Maya da ayırma kayırma yoktur.. MuhaMMedî Maya herkesin kendi yüreğinde olduğu için, kendisinde olgunlaşması gerekir.. Ona, ancak olgunlaşması için MuhaMMedî Hasbî Hizmet edilir de, asla müdahele edilemez!. Teşvik edilir, hizmet edilir ne zaman ki, “o şecere ağacından yediler” aynen böyle.. yok buğday ağacı, elma ağacı, şu ağacı.. bırak onu her ne ise, “Şer' İŞ”in ağacından yediler..

İşte şimdi burası bunu anlatmanın yeri değildir.
Bu husustaki bildiğim gerçekleri, benim şahsen bildiğim şeyleri söylesem hiç bir yararı yok!.
Ama biliyorum ki Âdem aleyhisselam Babamız ile Havva aleyhasselam Anamız, bir muharremde zaman dilimi olarak, dünya görüşüne göre bir muharremde inmişlerdir.. Arafat Dağının tepesine Ârifler Yurduna.. İhram hürmet merkezi “Arafat”tır.. Bunun için hacc, Arafatsız olamaz!.

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Hac Arafattır” buyurmuştur.
(Tirmizî, Tefsîri süre (2); Ebü Davüd, Menasik 68)

Çünkü hacc, hürmet edilen Kâbeye kavuşmanın yanında, Arafatsız hac da olamaz.. hacc arafattan ibarettir senettir senet.. neye senet?.
Hacca.. Bu can ve cisim hakikatının ayak bastığı yer Arafat..
İşte muharrem ayıdır.. o olayların münasebetinden.. cennetten çırılçıplak yaprakları sarınmış bir karı koca.. cennet evraklarıyla, varak, evrak, bildiğimiz evrak-belğe.. Yaprak demek.. Ne yaprağı?. Kağıt yaprağı evrak demek Türkçede hani ağacın evrakları o şecerenin yaprakları mı?..
Haa haa evet evet, meyvesini yedikleri şecerenin yapraklarını önlerine ve arkalarına tutarak..
Sen de kendine iyi bakarsan Barboros, arkanda babanı, önünde de oğlunu görürsün.. hep böyle gider bu iş zaman akarken..

Haramiyet, haramlığı da muharrem ayıdır.. zann haramlığı dördüncüsü.. günü geldiği zaman bakarız yâni o gün geldiğinde dördüncü haramı da buluruz o zaman.. “zaman” da dört yüzlüdür..
Dört yüzlü bir şekil nasıl çizilir Barbaros?. Düşünmemiz lâzım, düşünmemiz lâzım.. beş yüzlüyü nasıl çizersiniz?. Onu da bilmiyorum!.

ANcak 6 yüzü 8 köşesi 12 ayrıtı olan kapalı KÜB ki, Kâbeden içeriye doğru girdiğiniz zaman putsuz kalırsınız, şekilsiz kalırsınız!.
Beş yüzü olan kapalı bir şekil çizer misiniz bana!.
“Olamaz!.” deme!. İki yüzü olanı da, tek yüzü olanı da çizersiniz ki KÜRRedir.. yüzsüz olanı da bulacağız!.

İşte bu, bu MuhaMMedî Tasavvufta derine dalış değildir, deruni bir dalıştır bir ANLAyış tarzıdır!.
Bunları muharremin haramlığı bakımından söylüyorum.. Muharrem ayı şöyle aydır böyle aydır.. evet böyledir, bir sürü şey söylenebilir de, “aşure” neden aşure?. yâni tesadüfen mi aşure ne demek “aşure”?.
Aşere, on demek.. neden aşure demişler?. o halde “Muharreme” deselerdi ya..
Düşünmek lâzım.. Çünkü bizim mesnedlerimiz Kur’ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir ve oraya bağlanmayan bilgiler şüpheli bilgilerdir ve tehlikeli bilgilerdir!.
Bakınız ALLAHu zü’L- CeLÂL; cerre, fecr dediğimiz fecerre, hacer gibi fecir de vardır ferc de vardır aynı kelimenin türevleri.. çifr de vardır tümü de, üç harfin yer değiştirmesidir..
Onların kök mânâları çok yakın ve hep aynı yere giderler..
“Meryem aleyhasselâm fercini korudu.. hem de Rahmân’a karşı” desem anlamaz da taşa utarlar..

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ
"Ve meryemebnete ımrânelletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhi min rûhınâ ve saddekat bi kelimâti rabbihâ ve kutubihî ve kânet mine’l- kânitîn (kânitîne).: İmran’ın kızı Meryem ki, onun iffeti ahsendi. Bu sebeple onun içine Ruhumuzdan üfledik. Ve o, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. Ve o, kanitin olanlardan oldu.” (Tahrîm 66/12)

Ahsen: Kahta ve Hayrda; en güzel, en doğru, en sadık..

Fecr: Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık. Suyun fışkırııp çıkıp akması.

Ferc: Ud yeri. Dişi tenasül-üreme âleti.

İyi ANLA Hakancanım!.
HaYy Zinciri KÛN feyeKÛN Fecrinin DOĞuş YUvası ANA FERCini-RAHmini Şehvet Çukuru sanan AHhmaklara değil sohbetimizz..

“Meryem aleyhasselâmın fercinden, fecr doğdu” desem anlamaz da taşa tutarlar..
Hatta daha doğmadan Rahmindeki Bebek İsâ aleyhisselâm “gözün aydın üzülme anneciğim!.” buyurdu.

فَحَمَلَتْهُ فَانتَبَذَتْ بِهِ مَكَانًا قَصِيًّا
"Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ (kasıyyen).: Böylece ona hamile kaldı. Bundan sonra onunla uzak bir mekâna (yere) çekildi.” (Meryem 19/22)

فَأَجَاءهَا الْمَخَاضُ إِلَى جِذْعِ النَّخْلَةِ قَالَتْ يَا لَيْتَنِي مِتُّ قَبْلَ هَذَا وَكُنتُ نَسْيًا مَّنسِيًّا
"Fe ecâehâl mehâdû ilâ ciz’ın nahleti, kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ (mensiyyen).: Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. “Keşke ben bundan önce ölseydim, unutularak unutulmuşların (arasına karışsaydım).” dedi.” (Meryem 19/23)

فَنَادَاهَا مِن تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
"Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ (seriyyen).: O zaman onun (Hz. Meryem’in) altından, ona: “mahzun olma (üzülme)” diye bir nida (geldi): “Rabbin, senin altdan bir su yolu kıldı (oluşturdu).” (Meryem 19/24)

İşte bu fecrden, içinizdeki fecrden bahsediyorum.. “cerr” den İÇ ÇEKişten, Raziyetem Merziyyetenden bahsediyorum ….
İÇ ÇEKim Kuvvetinden bahsediyorum..
Elektronları yörüngesinde tutandan bahsediyorum..
Gezegenleri yörüngesinde sabit tutan güçten bahsediyorum..
Bizi belli bir yerde tutup aynı zamanda: “İRCİ’ BANA GEL diyen RaBBu’l- ÂLEMİN’den bahsediyorum!.

Bâtını bu bazarda Zâhir doğurur!.
Muhammedinur sitemizde “Meryem ÇiLLesi” zevklerim çoktur..
Meryem Yolu MuhaMMedî Mârifetin Çile Yoludur..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Yolu Çile Yoludur..
Yâni Rahîmiyet ve Rahmâniyet Zirveleri, Rahmetenli’l- âlemin sallallahu aleyhi vesellemdir..
Âlemlerin Rahîmiyet Menbağı.. Âlemlerinin SultÂN ÜMMü..

Sakın sakın Meryem aleyhasselamı kadın-erkek kişi olarak anlamayınız..
Bunlar hüviyyet bakımındandır.. Rahmâniyet ve Rahîmiyet zirveleridir.. Meryem aleyhasselam peygamber değildir.. peygamberi doğurduğu vve vahy aldığı halde..
Yâni bunlar ayrı şeylerdir.. Akıl Bazarı başka Nakil Bazarı başka!..
Şunu demek istiyorum ki, biz MuhaMMedîler, gerçekten sizin de söylediğiniz gibi TAMMlayan TÜMMleyen Sistem içerisinde yürürüz!.
“Bu RasuLî Rıza Rüşdü ise, zaman ister” derken kendi İÇindeki oluşum bakımından demekteyim. Yoksa bütün bilgileri “tak!.” diye verseniz de yürütemezsiniz!. Kemâlât kendi gelişimini kendi içinde yavaş yavaş sağlar!. Sen de 9 ayda doğdun 9 saatte değil ki..

Onun için olduğu zaman oluşur o.. Her şey böyledir..
Bakınız câhil insanları alırlar bir günde uçururlar, saç sakal garip giysiler vs..
Köle gibi kullanırlar adamı hem de din adına alçaklar!.
Birzaman sitemize girmişti, ne diyordu “fakir fakir”.. kırk kere fakir ne diyordu: “Benim Efendim Mürşidim öyle bir Efendi ki Allahın sabit sıfatlarını kuşandı!.” deyince ben: “Eyvah sapığın en ileri gideni!.” Dedim.
Şunu demek istiyorum bu zavallılarda su diye, asite atlayıp yanlışa böyle gidiyorlar..

İşte MuhaMMedî Tevhidi Tercih o ki, Kur'ÂN-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin buyrukları içerisinde kalarak KULLuk yapmak..
Kader bu, zâhirde de her yerde her halde her şey olur mu?. Olur!. Onun için insan, gençken câhilken demeyim hadi böyle olayları tenkit eder “şöyle olur mu böyle olur mu?” der. Ama sonra der ki: “bu âlemde kaderse olmayan olmaz bu âlemde!.” Der.
Ne zaman der?. Olanları yaşadıkça!. çünkü tüm bunlar-olanlar hiç kimsenin ne elinde ne belinde ne de şurasında hiçbir şeyinde değildir!.
Bir tek bir yudum nasibiniz olan su sizi alır Fizan’a götürür (Bitlise sürdürür).. Süresi dolar geri getirir çünkü nasibiniz bitince size bir yudum su yoktur orada.. mecburen geri gelirsiniz.. Bu sistem böyledir..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Kur’ÂN-ı Kerîme devam etme açısından, bir de şu Bakaranın yirmi ile otuzu arasındaki âyetlere çok çabuk göz atalımki, haftaya hazırlık olması için inşâe aLLAH!.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ
---“Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).: SAĞIRdırlar, DİLsizdirler, KÖRdürler. Bundan dolayı Hakka dönmezler.” (Bakara 2/18)

أَوْ كَصَيِّبٍ مِّنَ السَّمَاء فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِهِم مِّنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ واللّهُ مُحِيطٌ بِالْكافِرِينَ
"Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk(berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt(mevti), vallâhu muhîtun bil kâfirîn(kâfirîne).: Veya (onlar), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek bulunan bir yağmura (tutulmuş) gibidirler. Yıldırımların (dehşetinden) ölüm korkusuyla kulaklarını parmaklarıyla tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri kuşatandır.” (Bakara 2/19)

Şimdi Kur’ÂN-ı Kerîmin yirminci âyetine kadar.. "summun bukmun umyun" durlar.. kendi gözlerini kapattıkları için kâinâta kördüler.. kulaklarını kapattıkları için Kur'ÂN-ı Kerîmdeki sese kördürler.. kör gibi sağırdırlar yâni ve dillerini yok ettikleri içinde konuşamazlar.. bunlar summun bukmun umyun insanlardır..

İşte bunların durumları öyledir ki, aklın karanlık kısımlarını gecesini ilah edindikleri için öbür tarafı kapattıkları içinde kapkaranlık bir gece içindedirler.
Saidi Nursî kaddesallahu sırrahu hazretlerinin doğru bir tespiti vardır: ölümü öldürüp kabir kapısını kapatabiliyorsanız konuşun yoksa kurÂN-ı Hakîm konuşuyor onu dinleyin!.
Tüm insanların handikapıdır bu.. çünkü kördüğümüdür aklın.. işte bundan dolayı bu şiddetli sağanağa tutulurlar, çaresiz kalırlar, kulaklarını kapatırlar, gözlerini kapatırlar da, kurtulacaklarını sanırlar..
Halbuki ALLAHu zü’l CeLÂL;

KüLLî ŞEYy’in MUHit ALLAH buyuruyor..:

وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا
--- ''Ve lillahi ma fi's- semavati ve mâ fi'l- ard ve kânâllahu bikülli şeyin muhita: Göklerde ve yerde ne varsa hepsi ALLAHındır ve ALLAH her şeyi kuşatmıştır. '' (Nisâ 4/126)

Bilmiyorlar ki fırtınanın yağmurun gök gürültüsünün şununun bununun değil ALLAHu zü’l CeLÂL’in kapsaması var.
“vallâhu muhîtun bil kâfirîn.”

ALLAHu zü’l CeLÂL, kendilerindeki hakk ve hakikatın üstünü örtüp/kefere edip de hakksız ve hakikatsız kalanları yutmuştur.. ALLAH celle celâlihu yaratandır çünkü.. bunu çok iyi anlamamız lâzım.. ALLAH celle celâlihu onları ışıksız bırakmamıştır, kendilerine verilen imkanı kullanamamaktan dolayı bu hale düşmüşlerdir.. ölüm korkusuyla korkunca bir şey mi oldu, kurtulabildiler mi yâni?!.
Bunu anlamamız gerekiyor evet meselâ yirminci âyette;

يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّه عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
"Yekâdu’l- berku yahtafu ebsârehum kullemâ edâe lehum meşev fîhi, ve izâ azleme aleyhim kâmû ve lev şâellâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Şimşek neredeyse onların gözlerini kamaştırır. Onları her aydınlatmasında onun (ışığında) yürürler. Ve onların üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dileseydi, onların duymalarını da görmelerini de elbette giderirdi. Muhakkak ki Allah, herşeye kâdirdir (herşeye gücü yeter).” (Bakara 2/20)

Az kaldı ki, ramakk kaldı ki, bir şimşek çakıyor ki, gözlerini çıkaracakmış gibi.. onlar da önleri aydınınlanınca yürümeye başlıyorlar.. ama ışık çekilince dikile kalıyorlar.. işte bu bugünü öyle güzel anlatıyor ki bir yerden bir hidâyet ışığı yandığı anda derhal o benim diyor çekiverdiği zaman baka kalıyorlar. halbuki gerçek ALLAH dostları güneş gibidir gecesiz gündüzsüzdür.. Onu demek istiyorum onların NÛR Güneşleri gönüllerinde ve ALLAHu zü’l CeLÂL’in kudretinde zevk sahibleridirler..

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
"Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).: Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.” (Bakara 2/21)

Ey insanlar RABBınıza abd olun O, sizi ve sizden öncekileri atalarınızı da yarattı..
“leallekum tettekûn” bu anlatılanlardan sonra artık sizden umulur/beklenir ki ALLAHu zü’l CeLÂLê karşı kavi/muttaki olursunuz, sağlam durursunuz, sizin yaratanı dizayn üzere olursunuz..
Bakın “sizden sonrakileri yaratacak olan RABBınızı” demeye gerek bile görmüyor ALLAHu zü’l CeLÂL.. Bunu anlarsınız bu işi ve sizi yaratının kim olduğunu anladıysanız..

Halim diyor ki: “Babam öldü gitti!." “Benim de babam öldü gitti!.
Öldü gitti de ne oldu?. Öldü gitmedi, daha senden doğacak milyarlarca torununda da AYNen yaşıyor.. AYNı kan AYNı can AYNı tende AYNenı yaşıyor.. kan da AYNı yaşıyor canda AYNı yaşıyor.. Sadece sahneye girdi çıktı.. girdi çıktıyla.. bu sahne böyle girdi çıktı sahnesi.. bu sahne bu kadarcık dört nefeslik ya da dört adımlık yol değil ki.. yer altı suyu gibi çıktı gürledi parladı tekrar yerin altına çekildi.. onu diyorum..

Testinin insanın beden testisinin suyunun.. insanın yaratıldığı suyun kabı buzdan.. BUZun içinde bir damla SU, cak cuk ediyor amma, buz eridi mi aslına rücu’ ediyor açıkça, zâhiren bâtınen..

“leallekum tettekûn”
Umulur ki siz muttâkilerden olursunuz.. Allahtan korkanlardan/hürmet edenlerden olursunuz.. ALLAH celle celâlihudan korkmak sözü öyle bir işlemiş ki mânâsını kaybetmiş ki, artık ALLAH celle celâlihudan korkan morkan kalmamış!. çünkü bu kelimenin kökü zukuvveh, kuvvet sahibi ALLAH celle celâlihuya gider.. kuvvet, kaviliktir.. kavilikse, zâhir bâtın vücuda geliş kudretini taşıyıştır ki, çatlamayan bardağın adıdır.. yâni çatlarsa çöpe gider.. çünkü insansa mezara gider.. ne yapacaksın buz dolabında mı tutacaksın?. ne yapacaksın en kısa sürede yerini bulur toprakta..

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاء وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
"Ellezî ceale lekumu’l- arda firâşen ve’s- semâe binââ (binâen), ve enzele mine’s- semâi mâen fe ahrece bihî mine’s- semarâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn (tâ’lemune).: O (Allah) ki; yeryüzünü sizin için döşek ve göğü bina kıldı. Ve gökten su indirdi. Ve böylece onunla mahsullerden sizin için rızık çıkardı. Öyleyse bile bile Allah’a eşler kılmayın (putlar edinmeyin).” (Bakara 2/22)

“Ellezî” O RABBu’l- âlemin ki, c sizin için kıldı.. bak yarattı değil yaratmak başka şey “ceale” başka.. o da yaratmak ama fiilen şu anda o işi yapıyor demektir.. sizin için yer yüzünü firaş yaptı döşek diyelim döşek demek yatak diyelim başka nasıl anlatılacak ki, Rahîmiyet nasıl anlatılacak?. göğü de binâ etti üstünüze.. başka var mı?. Yok!. yer gök hava işte.. işte oradan bir su indirdi ve oradan/yerden rızkınız olarak semereler çıkardı ..semereler bildiğimiz semereler yâni meyve demek, hasılat demek, sonuç demek, netice demek.. eee meyveler var fakiha o da olgunluk demek ama hadi meyve çok var arapçada var da.. buradaki olgunluğa çok dikkat etmek lâzım..
Rahîmiyeti yeryüzüyle ben benzetmek için söylemiyorum zevk ediyorum.. Rahîmiyet yeriyle Rahmâniyet yeri tamlamlanmasında bir damla su ortaya çıkar.. Eşleşir.. buna Barborosun kızı “Bedelya” derler adına.. ne dersen de bu bir rızkandır.. sizin için hayatın temel ana ilkesidir.. hayat durmaması için Kudretullaha sahib olma rüşdüdür bu.. çünkü rü’yetidir rızasıdır..

“fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn” Size yüklenen esmâ gereği aklınızla bilip dururken ALLAHu zü’l CeLÂL’e karşı “endad-eşler”lar.. dâimiyet zâhir ve bâtın dâimiyet sahibi..
Bu nurun sahibini başka şekillerde arayıp durmayın yâni değil mi?. Yeryüzünü döşek gibi bize döşedi, gökleri tavan gibi üzerinize bina yaptı, göklerden yağmur yağduruyor sizin rızkınızı da ordan çıkarıyor semereler gibi ürünler çıkarıyorken, bunu bile bile ALLAHu zü’l CeLÂL’e şirk koşmayın
Bu bir akıl seviyelenmesidir, her akıla hitaptır.. ama çok rahatlıkla görmekteyiz ki, buradaki bir Rahîmiyet Rahmâniyet TÜMMlenmesinin bir neticesi vardır.. endad Allaha şirk koşmayın derken, meselâ endad benzerlik kurmayın resimle Ressamı arasında.. bir milyar tane resim de olsa ressamı bunun içine sokamazsınız!.
çünkü resim başkadır.. evet bütün resimler Ressamdadır.. çekerseniz kafasında tasarısında kalır.. kalemin ucundan içeri girer.. ama tüm bu resimler O’nundur, fakat bu resimler Ressam değildir, endad yapmayın!. yâni o benzerliği kuramazsınız.. kurarsanız onun resmini çizmeye çalışırsınız ve bu putçuluk olur ve yanlıştır..
yâni endad kullanılırken demek istiyorum.. şirk başka şeydir çünkü şirk ortaktır.. endad da, onu kime benzetsem acaba demek gibi şeydir…
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


وَإِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ وَادْعُواْ شُهَدَاءكُم مِّن دُونِ اللّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ
"Ve in kuntum fî reybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû bi sûretin min mislihî, ved’û şuhedâekum min dûnillâhi in kuntum sâdıkîn (sâdıkîne).: Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).” (Bakara 2/23)

rayb, şek şüphe.. o bilelik yaşayışında aceba “re” bağı nereye gider.. cerayan bir yerde geliyor ama nasıl bunur bir beri çeksek de baksak yâni.. merak ya o böyle endişeler bağ bakımından BİLElik Bağı bakımından endişeler raybler düşünüyorsanız onun içindeyseniz.. “mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ”
Kulumuza indirdiğimiz Kur’ÂN-ı Kerîm hakkında, inzal ettiğimiz hakkında şüphe içindeyseniz..
“fe’tû bi sûretin min mislihî ved’û şuhedâekum min dûnillâhi in kuntum sâdıkîn”
Hadi getirin bir sûre mislini getirin.. şâhidlerimiz kimler ise sizin gibi düşününler Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin karşısına çıkan Müselletül Kezzab ne diyor: “Bana da bir sûre indi” deyip El Hakka karşısında bir sûre uydurmuştur.. kafası kesilirken de o onu söylemiştir yâni..
İşte bu budur diye bu sadece..
“Bismillâhirrahmânirrahîm El Hakka vel Hakka vema edrakema hakka” nın karşısında başka “takka tukka” demekle olacak iş değil çünkü..
Kur’ÂN-ı Kerîm açısından diğer Kâinât Kur’ÂNı açısından ise bir hidrojen atomunun çekirdeğini yapabilir misiniz buyurun.. bir incir çekirdeğinin doğurabilir misiniz buyurun, buyurun.. hatta size başka bir şey söyleyip aklınızı çelen akıl çeldirici şeytanın kullandığı şeytanlaşmışları da çağırın.. “şuhedâekum” Allaha şâhidlik yapmıyorsunuz ya.. siz Hizbuşşeytan'a şâhidlik yapıyorsunuz ya.. onları da çağırın!.
çok ilginç şeyler vardır burda min dunillah.. dûni, dünya dini alçağa götürür dûni alçak demektir.. dunillah Allahtan aşağıdakiler gibi meselâ burda.. Gayrullah Allahtan gayrısını, İllallah Allahtan başkasını..
dûnillâh burda çok başka şey vardır onu demek istiyorum..
Nurullah dâimiyetinde Allahtan başka kim var?. kim var her dem basit misali hepsi ora döner Türkiye de bir tane Keban olduğunu düşünün.. başka kim vardan onu anlarsınız.. “var efendim adam korsan santral kurmuş”.. bazen 100 volt veriyor bazen 1000 volt veriyor bazen şunu yapıyor onlar hep sönücü çakan şimşekler gibidirler pille.. elektrik kesildi laptop çalışmıyor haberin olsun.. telefon diyor ki “bak kardeşim benim şarjım bitiyor” bu nedir?. bunların sürekliliği yok o anlamda söylüyorum..

فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ وَلَن تَفْعَلُواْ فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
"Fe in lem tef’alû ve len tef’alû fettekûn nârelletî vakûduhâ’n- nâsu vel hicâratu, uiddet li’l- kâfirîn (kâfirîne).: Fakat, eğer yapamazsanız ki asla yapamazsınız, o taktirde kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara 2/24)

Eğer ki yapamazsınız, yapamayacaksınız zâten o anlamda yâni “fe in” eğer ki “lem tefalu” yapamazsanız yapamıyorsunuz..

Kavi durun yâni o kudretten sakının anlamında nardan.. neden nardan o nuru doğuracak anaydı.. halbuki ee desen ki cenneti cehennem doğuruyor.. herkes cehennemden geçip de oraya geçiyor.. yâni felân desen illa seni şeye alır yâni bizi cehenneme sokuyorsun diye..
eee "İbrahîm Makamı"na geçmek için mutlaka oradan, cehennemden geçilecek yâni başka yol mu var.. bunun için buyuruyor “herkese cehenneme girersiniz”.. cehennem için nardan ittika edin ki ona karşı kavi olmaktan ateş beni yakmaz demekten.. ateş seni yakar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemi yakar ateş.. seni de yakar.. Allah'ın ateşi yakar yak dediği için.. berden selâmen olanlar hariç.. tabi oraya geçmediğin sürece yanarsın.. ondan ittika edin, çekinin ki..
ittikayı, Allahtan korkmak şeklinde sürekli oraya yüklersen fettekun narı sıkışır kalırsın işte onu diyorum onu çözün o ateş ki seni

yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.. yakıtı, azığı demek aslında “ku’duhu” yiyeceği en son yiyeceği.. yâni azık nedir en asgarisi yâni kuduhü onun vakûduhâ’n- nâsu vel hicâratu hacerde kalmış insanlardır en nas insanlardır vel hicarah taşlardır buyur çık içinden.. granit taşlarını cehenneme mi sokacaksın yâni.. çıkamazsın içinden en nasi vel hicarah kim bi hicr olan hacr olan hicir de değil bu işte bunun içinde haceri hicri hücrü haceri hicreti ve hücreti çözmek gerekiyor onu demek istiyorum Hicr-i İsmail'de, Hicr-i Hacer ve Hücre-i İsmail vardır.. orda namaz kılarsınız ayağınızın altında mezarları vardır, üstüne oturursunuz.. yâni bunlar cem’ olmuştur orada.. Hacer, hicr, hücr o Hicr-i İsmail dediğimiz Kâbenin ay gibi dışarda kalan kısmında cem’ olmuştur yâni.. orada Kâbeye göğsünüzü dayarsanız vibratör gibi titrediğini görürsünüz ki, bu denenmiştir, çok görülmüştür.. biz de, çok denedik yâni bir harika bir şeydir o..
İşte diyelim ki azığı yakıtı insan ve taştan olan hacer hacerlikte insan gelişindedir kemâlâtındadır ama hacer hacerdir İbrahîm Aleyhisselâmı Kâbeye getiren hep odur İsmaili de getiren odur Kâbeyi de kurduran odur tümünün temeninde Zemzem Kuyusunu da çıkaran odur Rahmâniyet ve Rahîmiyet göğüsleri arasında yedi say yapan da odur ve her kadında o şu anda ellerini “Allahuekber” diye ellerini üzerine bastırır.. başka yolu yoktur islam kadını budur.. uydur kaydır yoktur.. hacerlik muhteşem bir şeydir.. Sekiz gülle biz Kâbenin köşesine Hacer Anneyi boşuna oturtmuyoruz.. çekerseniz İbrahîm Aleyhisselâm, İsmail Aleyhisselâm der ki ne yapıyorsunuz “uiddet li’l- kâfirîn” kâfirler için hazırlanmış.. işte o onun iddeti küfredenler için bir iddet, müddet hazırlanma diye şey yapıyor amma bu bir iddettir müddettir.. bir zaman dilimini kullanmadır işte küfredenler için bir ateştir bu.. zâten burada olmaktı hepsi herkes ateşini buradan götürür.. orada işlet mişlet demiyor yâni fabrika kurmuş çağırmıyor yâni fırınlar yakmış herkes ateşini kendisini götürür bütün bunları iyi anlamak lâzım cehennemi cennete çevirmeler nardan nur çıkarmalar felân öyle bir lafın gelişi değil Kur’ÂN-ı Kerîmin kendi içinde vardır bunları inşeallah daha Allahın izniyle görürüz..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
"Ve beşşirillezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâr (enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl (kablu) ve utû bihî muteşâbihâ (muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara 2/25)

Ve yirmibeşinci âyette bu narı, nura çevirenler.. cehennemi, cennet haline dönüştürenler.. cehalette ölüp kemâlâtta dirilenler.. Ebu Cehil’likten vaz geçip Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin hakiki MuhaMMedîlerine.. "Ve beşşirillezîne” müjdeleki onları ki onlar; “âmenû ve amilû’s- sâlihâti” iman ettiler ve sulh amelli olmaya başladılar.. salah amelline onları müjdele..
“enne lehum cennâtin tecrî min tahtihe’l- enhâr”
İşte onların cerrlerinde.. hacerr var ya.. tecri cerlerinde, tahtlarında ne var?. “enhâr” vardır.. enhar, kurban kesmedir.. bildiğimiz nehir akmasıdır, şudur budur.. hiç bir şeydir.. çünkü bu, zemzem gibi senin yüreğinde Nur-u MuhaMMedîn kaynamasıdır..

“kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl (kablu) ve utû bihî muteşâbihâ”
Bunlar için cennetler var.. ne zaman ki, vaktaki, onlara onun rızıklarından verilirse.. “min semeretin” semarat.. bak bak kendi hayatlarındaki semereler rızk olarak verildiğinde derler ki,
“bu bizim yediğimiz şeyler var ya, rızıklandığımız şeyler, daha önceden yediğimiz şeyler, bunun müşetabihi teşbihi aynı şeyi ya biz orada bunları yemiştik dünyadayken.”

“ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn”
Onlar için burada mutahhar ezvaclar vardır taharun ezvaclar vardır..
İşte burada yamulmuştur ham akıllı çokları.. “ezvac”ı gördü ya hemen “kadın”ı yerleştirdi oraya..
Ne bileyim ben.. dünya erkekleri cennette kadın bekliyor.. kadınları kimi belkiyor?. bu soruyu sorun ham sofuya cevabı açıkta kalır.. çünkü, anlayamamıştır “ezvac” kelimesini çözememiştir.. “mutahharatun”u hiç çözememiştir..

فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ
" Fî kitâbin meknûn (meknûnin).: Mahfuz (korunmuş) olan bir Kitap’tadır (Levhi Mahfuz’dadır).” (Vâkıa 56/78)

لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
"Lâ yemessuhû illâ’l- mutahherûn (mutahherûne).: O’na, tahir olanlardan (maddî ve manevî arınanlardan) başkası dokunamaz.” (Vâkıa 56/79)

Mutahhar olmayanlar Kur’ÂNa temas etmesini, teması anlayamamıştır!.
Ne cinsî teması anlamıştır ne ruhî ne de hiç bir teması anlamamıştır.. zâten mutahherûnu da hiç anlayamayacaktır…
Onun için ister cenâbet, ister mutahherûn fark etmez onun için, Kur’ÂNa herkes elini de değer kafasını da değer.. ne anlar?. hiç bir şey anlamaz ki..
Onun için mutahherûn olan kimdir, mutezakka olan kimdir, mutayyib olan kimdir fark etmez..
“ben abdest aldım işte, bedenen aldım” der.
Nefsen aldım, Kalbem aldım ruhen aldımı bilmez..
Onun için Münir Ferman kaddesallahu sırrahu Hocamahep kızıyorum mübarek.. “abdestsiz durma!” diyor..
Şu abdesti bir târif etsen ya!. o da diyor ki bir zahmet sen etsen ya!.

Onun için zâten “taharre” Rububiyet hüviyetine taraf oluş, RABBanî insan OLuş.. RABB insan değil, RABBanî insan.. MuhaMMed insan değil hâşâ MuhaMMedî insan..
Çünkü senden başka yok.. sen kılık değiştirme, sen tekümmül göster!.
“Yok efendim hiçbüyümem ben üç yaşındaki çocğum!.” Diyorsa bırak böyle kalsın!. Ne yapalım üç yaşındaki Halim’i biz Allah aşkına yâni!.

Sünnetulahı görmüyor musun?. Şeenullahı görmüyor musun?. Sen mi durduracaksın Sebbehasını!.

“ve hum fîhâ hâlidûn”
üstelik onlar bir de olda “huld ehli”dirler, halidundurlar..

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَّا يَبْلَى
"Fe vesvese ileyhi’ş- şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şecerati’l- huldi ve mulkin lâ yeblâ.: Böylece şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?” (TâHâ 20/120)

hani huld ağacı vardı ya bizim, şeceretü’l- huld vardı da, “ondan sakın yemeyin siz!." Emrullahı vardı..
Şeytan Âdem Babamıza Havva Anamıza: “Ben size nasiyatçıyım bu huld ağacından yeyin bakın, ebediyyen kalırsınız!.” dedi de şeytan..
Âdem aleyhisselâm da, Havva Anamızın bu huld ağacından zevk etti de indi cennetten Arafat'a..
O ağaç “huld” işte..
“ve hum fîhâ hâlidûn” onlar halled hulddurlar..
nedir “huld”?. Nurullah dâimiyeti lütfunda hılkıyet olarak kalıştır, Haklen oluştur, etle tırnak gibi oluştur.. şah damarından yakın olan RABBının senin dışına çıkıp kaybolup gideceğini anlayan bır akıl, buz akıldır.. aslında buz bile değildir.. buz çok sakindir, çünkü kendi içinde donmuştur o kadar.. uyuyan bir insan gibidir ki, bu târifi mümkün olmayan bir akıldır yâni.. işte vardır amma ne diyeceksin, şimdi hep başkalarını tenkid ediyor gibi bir noktaya düşüyoruz halbuki, biz kendi nefsmizi tenkid ediyoruz şükür..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
"İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ (kesîran) ve mâ yudıllu bihî ille’l- fâsıkîn (fâsıkîne).: Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misâl vermekten çekinmez. Fakat iman edenler, onun Rab’lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler (Allah’a ulaşmayı dilemeyenler) ise: “Allah, bu misâlle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla birçoğunu dalâlette bırakır, birçoğunu da onunla hidayete erdirir. Ve onunla fâsıklardan başkasını dalâlette bırakmaz.” (Bakara 2/26)

"İnnallâhe lâ yestahyî” ALLAH celle celâlihu asla hayâ etmez.. “en yadribe meselen” Darb-ı mesel bildirip, mesel vurmaktan, misâl-örnek verip hikmetli söz buyurmaktan ALLAH celle celâlihu asla hayâ etmez.. yâni darb-ı mesel atmaktan, RABBımız olarak söz vurmaktan, bir şeyi bir şeyle göstermekten, “bak sana böyle diyorum anla” buyurmaktan..
MuhaMMedî ‘Arif İŞidi İyi ANLAmak İyice ANLAtmak.. bir şeyi bir şey anlatmakla ANLAr İnsânoğlu.. gerçi Ahmaksa, leyleğin günü “laklak” la geçer.. ne demek laklak la geçer?. Leylek ler yuvada dişisi yuvaya gelirken gagalarını birbirine vurarak şamata yapar “tak tak tak!.” Biliyorsunuz.. Görmüşsünüzdür kafasını arkaya alır erkeği dişisine her gün saatlerce.. Bunun bir sebebi vardır.. ama insan derse onunla şunu söylüyor “avara kasnak konuşuyor” diyor.. boş gezenin boş kalfası yâni.. o istiyor ki, bir şey konuşulacaksa bir şeyin semeresi olsun..

ALLAH celle celâlihu, darb-ı mesel vermekten hayâ etmez..
“mâ beûdaten”
Mâ o şey ki.. bir şeyki sivrisinek bile olsa.. sivrisinek kadar basit gözüken bir şeyi.. anladım da bu kelimenin kökünde “bazı”lık vardır.. bazılık, bâzen böyleyim bâzen şöyleyim var ya hani..
“fe mâ fevkahâ” sivrisineğin üstünde oalan şeylerle de misâller verir.. ALLAH celle celâlihu, sivrisineği de örnek verir daha ötesini de bunun fevkinde üstünde misâllerde getirmekten çekinmez, hayâ etmez.. yâni istihyâ, hayâ etmek, kelime olarak geçmişti onun için söylüyorum.. bu anlatılanların tümünün bir basit gibi gözüken fakat çok önemli bazılıklar taşıdığını açıkca söylüyor..

fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehu’l- hakku min rabbihim”
İman edenlere gelince onlara gelince iş, muhakkak onlar bu anlatılanlardan şunu bilirler ki, bir gerçek vardır ki, RABBlerinden bir haktır.. bunları dinlerler ve derler ki: “RABBımızdan şu hakikatı anladık, bunu hemen hayatımızda yaşayacağız!.”

“ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ”
Bu Hakk olan Hakikati DUYUp-UYmayıp üzerini benlik örtüleriyle örtenlere-kefere eden kâfirlere gelince: “bir şey duymadık ya da, duyduysak da uymuyacağız!.” deyip alaya alırcasına: Allah bu misâlle ne anlatmak istiyor ki!!.” derler ve basit görüp umursamazlar....

“yudıllu bihî kesîran”
İşte bu misâlle ALLAH celle celâlihu, çoğunun sapıklık yolunu açmıştır, bu imtihanda kaybederler onlar..
“ve yehdî bihî kesîrâ”
ALLAH celle celâlihu, pek kullarının çoğuna da hidâyet eder kurtuluş verir..

“ve mâ yudıllu bihî ille’l- fâsıkîn”
Ancak fısk ehli olanlar sapıklığı seçerler ve ALLAH celle celâlihu fâsıklara hidâyet etmez!. Fısk.. Fâsık kimdir?. Ne idiği belirsiz olandır, iki yüzlü kaypak, kalleş kişidir.. tek kelimeyle fasık ne idiği belirsiz her şey olabilir.. hiç bir tutar tarafı olmayanlar..

الَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
"Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fî’l- ard (ardı) ulâike humu’l- hâsirûn (hâsirûne).: Onlar (fâsıklar), (kâlû belâ günü Allah’a verdikleri) misâklarından sonra Allah’ın Ahdi`ni bozarlar. Ve Allah’ın, O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. Ve (başka insanların, ruhlarını Allah’a ulaştırmalarına da mani olurlar. Ve bu sebeple) yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte onlar (kazandıkları pozitif dereceler negatif derecelerden az olup) hüsranda olanlardır.” (Bakara 2/27)

Ellezine.. o fasıklar ki.. "Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh” ALLAH celle celâlihu’ya verdikleri Elest Meclisindeki “BeL” AHiDLerini nakz ederler, bozarlar.. halbuki misâk/ anlaşma, sözleşme yapmıştlardı.. anlaşmaları vardı, ancak enkaz/yıkıntıya çevirdiler, şimdiyse yıktıkları şeyin artıklarıyla oyun oynamaktalar.
“ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale”
ALLAH celle celâlihunun, onula kendisine ULŞmalarını EMRettiği KULLuk yoLLarını BağLarını keserler.. kesin olarak ALLAH celle celâlihu emri, vâ’di ve anlaşmaları olduğu halde dönerler, bozarlar, yıkarlar, atarlar..
“Yûsale” SALL ETmek var ya.. bizim durmadan söylediğimiz bununla SALL edin, bununla bu yolla SILAya gidin, ULAŞın.. yusalla.. salle.. yâni ve sakın bu yolu bozmayın, bu yoldan-raydan çıkmayın..

“ve yufsidûne fî’l- ard”
Nasıl tercüme ediyorlar.. Allahın ziyâret edilip hal ve hatırını sorulmasını istediği kimleleri ziyâretten vaz geçerler.. böyle bir tercümeye ne dersiniz?. kim şimdi şu anda, kimi ziyâret edelim ki.. baka kalırsınız.. “mâ emerallâhu” o şey ki, Allah emretmiş onu.. “bihî en yûsale” onunla SALL edin.. yoz ve câhil softaların dediği “felân adama bağlanın, SALL edin!”i nerden çıkardın?..
Ben anlamıyorum yâni.. işte onlar için ALLAHu Zü’L- CeLÂLimiz,
“ve yufsidûne fî’l- ard” yer yüzünü-şeriatın zâhirini bozup fesad çıkarırlar..
“ulâike humu’l- hâsirûn”
İşte böyle yapanlar gerçekten korkunç bir hasret içindedirler, husr/zarar içindedirler, kâr edeyim derken ana sermayeyi de yerler de, aç kalır geberirler son-UÇta..
Hüsran/ümit edilenin elde edilememesinden duyulan sonsuz elemle kendilerine yazık edenler.. neden?.. çünkü, üzerindeki yürüdükleri yolu zâhir yolunu kapatırlar, SILA YOLU olan Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme giden umutları kapatırlar..
Bakın Türkçe söylüyorum Türkçe.. akıllarını mahvederler ve sonunda nakilleri bulamazlar.. akılları nakil bulamaz ki NÛRlansın.. SALL ULAşımYOLu kapanmış..
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize SELLL OLsun ki O’nun ELİyle YEDULLAHa SALL OLsun İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »


كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
"Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn (turceûne).: Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? (Kıyamet günü sur’a üfürüldükten sonra) siz ölü idiniz. Sonra sizi (kıyamet günü) diriltti. Sonra sizi (sur’a ikinci defa üfürüldüğünde) öldürecek. Sonra sizi (sur’a üçüncü defa üfürüldüğünde) diriltecek. Sonra (İndi İlâhi’de) O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)

Nasıl oluyor keyfinize göre mi?. ne demek istiyorsunuz.. keyfe tekfürune nasıl oluyor da küfrediyorsunuz.. billâhi.. Allahı nasıl örtüyorsunuz, yok ediyorsunuz, olduğu halde üstüne çekiyorsunuz.. ve kuntum emvâten.. halbuki siz meyyit idiniz.. meyy idiniz, hayy etti yâni.. ölüler idiniz şimdi mezarda adam.. tasavvufun tasavvuf sisteminde olup da tasavvuf yaptığını zannedenlerin kitap yazanların çizenlerin hayret ettiğimiz bir şeyi, meyy ile hayyi çözememiştir.. “küllî nefsin zaikatü’l- mevt”i çözememiştir.. Âdem’in zahrında insanoğlu, meyy midir hayy mıdır çözememiştir daha.. ortaya çıkmakla hayy olmakla toprak testi giyinmekle, yâni bir damla derya gibi, bir buzdağı giyinmekle bir şey mi oldunuz?. sonra ne olmuş ki hayyı meyyi zevk edince ne olmuş ve ve kuntum emvâten siz ölülerdiniz.. haydi öyle deyin.. fe ahyâkum.. sizi diriltti.. biz anamızdan doğmadan önce ölüler idik bizi diritti.. şimdi kanıt arayacak adam.. summe yuhyîkum.. tekrar hayy etti.. ancak, summe ileyhi turceûn.. sonunda ona döneceksiniz.. öldünüz dirildiniz, öldünüz dirildiniz ve sonunda O’na döneceksiniz.. haa Akıl Bazarında sen uğraşır durursun, kaç kere öldük kaç kere dirildik.. biz ne zaman ölmüştük.. biz anamızdan doğmadan önce ölüydük, dirildik sen hayyı meyyi çözdüğün zaman.. çözeceksin neden dört tane değil de iki tane?. neden zâhir ve bâtın ortadan kalkmasından sonra rucû’ başlıyor.. “razıyeten merdiyeten”den sonra “vedhulu fî ibâdih ved hulu cenneh” başlıyor.. bunlarda zevk edilecek şeyler meâl değil.. meâl elimizde var, al oku yüzlerce kişinin meâli var, aşağı yukarı aynı kelimeleri değiştirip yazarlar.. doğrudur oku bizim onların yorumuyla felân hiç ilgimiz yok yâni.. oku, biz onların şeyi değiliz.. bizim ki başka şey.. bizim aklımıza anlatmaya çalışıyoruz.. burda ölüm başka şey Kur’ÂN-ı Kerîmdeki ölüm nerde.. zaikâtü böyle tercüme edersen böyledir “küllî nefsin zaikâtü’l- nefs” bir sürü var zevk edersiniz, tadarsınız.. tadmak, ölmek midir?. ölmek ne anlamda ölmek yok, olmak mahvolmak kaybolup gitmek midir?. ölmek târif edilmişmidir Türkçede, arabçada târif nedir?. eee ne yapayım ben kırk tane kelime var kırk kelimelik bir dilde konuşacaksın adamların kırk kelimesi var.. her şeye kırk kelimeye sığdır buyur hadi Afrika kabilesi kırk kelime konuşuyor, başka kelime yok.. işte onun için zâten hakça, Kur’ÂNca anlayışlar doğmalı yüreğimizde

هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
"Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı cemîan summestevâ ile’s- semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).: O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi (kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm’dir (herşeyi en iyi bilendir).” (Bakara 2/29)

"Huvellezî halaka lekum mâ fî’l- ardı” O, ki O RABBulâlemin ki, sizi halk etti ve yeryüzünde ne varsa cemian cem’isini summestevâ sonra seviyeledi.. ile’s- semâi, semâyı da seviyeledi size.. fe sevvâhunne seb’a semâvât onları da seviyeledi efendim semâya yöneldi.. kim?. RABBul âlemin.. seviyelemeyi iyi anlamak lâzım.. iki kere seviyelenme var orda.. fe sevvâhunne dişil kelimelerdir.. seb a semâvat yedi katı da dişi olarak seviyeledi dişil kelimeler olarak.. bu semâlardaki yedi kat iç âlemimizdeki gönül âlemimizdeki nefsin yedi aşaması değil mi, letâfet değil mi?. bu açık değil mi fecrin yedi katı değil mi.. yollar diyorlar.. seb a semâvatın yedi kat semâyı da seviyeledi.. ve huve bi kulli şey’in alîm gerçekten ALLAH celle celâlihu küllî şeye Alîmdir.. elif, lâm, mim değil.. ayn, lâm mimdir.. Elif, lâm, mim; ayn, lâm mim olmuştur ve AYNen Âdem’e yüklenmiştir ve âlem emrine musahhar kılınmıştır..

El Âlim:
Resim

El Alîm:
Resim

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
"Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fî’l- ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfiku’d- dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).: Ve RABBin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (RABBin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.” (Bakara 2/30)

Meşhur âyet, hani ALLAHu zü’L- CeLÂL dedi ki meleklere ben cailün yaratacağım değil, kılacağın caele fiili kullanmıştır ve halakanın çok dışındadır.. çünkü dışındadan kastım iyi anlamamız lâzım.. şu anda caele devam ediyor zâten.. fî’l- ardı halîfeten yer yüzünde halifeler kılacağım.. onlar hemen dediler ki, Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?.. kılacak mısın.. men yufsidu fîhâ yeryüzünün içinde fesad yapacaklar mı kılacaksın, yaratacaksın.. halaka değil de, caele kılacaksın.. Biz caele ile halakayı tam çözmüş değiliz, ama ben dikkat çekmek için söylüyorum.. onda fesad çıkarırlar ve yesfiku’d- dimâe.. sıfk ederler, kan dökerler.. kan döken, fesad çıkaran birilerini mi yaratacaksın.. ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek.. üstelik biz var ya biz, evet nüsebbihu tesbih ediyoruz, sebbaha yapıyoruz.. bi hamdike hamd ile seni.. ve nükaddisü ve mukaddes kılıyoruz leke biz seni tesbih ediyoruz, hamd ediyoruz, takdis ediyoruzken ve biz varken bir de şimdi Sen; böyle kan dökecek, fesad çıkaracak, zâhirde kan dökecek, bâtında da fesad çıkaracak bâtın kanı dökecek birilerini mi kılacaksın?. biliyorsunuz pisliğin tek derdi vardı fesaddır haseddir.. yalan da dahil tüm kötülükler, fesaddan doğar İblisliğin anası, temeli “beni nardan onu nurdan yarattın!.” İ’tiraz hikayesidir yâni.. bu haklı mı haksız mıdır bilmiyorum.. ama Sebe Sûresinde bir âyet var “İblis davasında haklı çıktı” diye.. ben bilemem yâni onun tartıcısı değilim..

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
"Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan mine’l- mu’minîn (mu’minîne).: Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular.” (Sebe’ 34/20)

Şunu demek istiyorum aslında bir bıraksak şu gülün kokusunu gübrenin kokusunu da, yapısına bir baksak yapısını da bıraksak da yapana bir baksak kurtulacağız bir çok yüklerden.. ama biraz zor zordan kastın aklımızın çocukluğu bırakması gerekiyor, zaman gerekiyor bizim put perestliği bırakmamız gerekiyor.. put bir RABB istiyorum, put bir peygamber, put bir mürşid, mürid.. o zaman bak nasıl şovlar yaparım gibi..
Oysa iki yüzlü, amib gibi ya da bir fil gibi.. en büyük canlı hangisi ise onun gibi.. ya da bütün kâinât gibi, kürre gibi ya da atom zerresi gibi.. sebbaha beni döndüren ve benliğim bile yok.. BİZ BİR-İZ diyen tevhid ehli çok farklıdır.. ve nukaddisu leke kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn.. ALLAHu zü’L- CeLÂL, innî Ben var ya Ben evet a’lemu bilirim, mâ lâ tâ’lemûn sizin bilmediğinizi bilirim..
Garib değil mi İblis: “Âdem’i nardan beni nurdan yarattın” derken.. Meleklerimiz: “kan dökecek fesad çıkaracak biz sana şöyle yaparken Sen onu niye yapıyorsun?.” Derken, çıt yok!. niye ki?. kim bu melekler?. kim bu İblis ki, temelinde ne var ve Âdem aleyhisselâm..
Bütün bunları şu ÂN bile akıl kartına yüklenen esmâ ile biliyor o zamanda.. Onun için bizim mayalanma sürelerimiz, MuhaMMedî mayalanma sürelerimiz, AKıLlarımızın NAKlen tohumlanmasından sonra mayalanma olur.. sütün içine bir kaşık yoğurt atmadıysanız mayalanmayı bekliyorsanız hayal mayalanması olur.. onun için teslimiyetsiz insana istikamet haramdır.. zâten sadakatsiz insana, samimiyetten sormanın ne anlamı var.. sabır diye, niye sabredecek ki o, orda değil ki zâten.. selâmet hayal bile değil onun için.. neden?. temelde SÖZü yok ki, SOHBET olsun sohbetin kadir kıymetini bilmiyor ki ZEVK veresin zevk nedir hissetmemiş ki HAZdan ve HAKtan bahsedersin onun için..
Zâten hep temelden gelir bu sözüne güvenilmeyen insandan neyine emin olacaksın, “Lâ ilâhe illallah” der biraz sonra vaz geçer yâni..

Söz o kadar önemli ki, şeriat açısından demek istiyorum..
ALLAHu zü’L- CeLÂL; SÖZlerimizde, SOHBETlerimizde, ZEVKlerimizde HALlerimizde HAZlarımızda, yâni bizi Halis Muhlis Sıddık ve Adil MuhaMMedîlerden kılsın İnşâe ALLAH!. Bizi görünür gözükmez belâlardan, dertlerden, sıkıntılardan korusun!.
Altından kalka mayacağımız yüklerle mahcub ve muhtaç edecek imtihan sorularından RABBımıza sığınırız!.
ALLAHu zü’L- CeLÂL, geçen zamanlardaki hatalarımızdan dolayı bize rahmetiyle muamele etsin, adaletiyle hesaba çekmesin çünkü kaybederiz!.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin YÜZünde ÖZünde SÖZünde ve İZinde kılsın!.
Bizi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ebedi İZinde kılsın, Hasbî Hizmetçileri kılsın!. BİZBİR-İZcileri kılsın!.
O anlamda söylüyorum.. Gelecek dualarımızı Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemde BİZ-BİR eylesin!.
Rızalarımızı İnşâe ALLAH Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin rızalarında kılsın!.
Ve son nefeslerimizi “Eşhedu enne MuhaMMeden Rasûlullah” yüreğinde “eşhedu en Lâ ilâhe illallah” kılsın!. Sesinde, Nefesinde ve her şeyinde İnşâe ALLAH..

Hiç unutmayalım ki “kullî şeyin sebaba” âleminde öyle gelişmeler, öyle hayallar yaşanır ki, hayal bile edemeyeceğimiz noktalara oralardan çıkılırmış meğer!. Ve bunu bizim şu geçen zaman içindeki paylaşımlarımız muhteşem olmuştur demin Hâlim Canın söylediği yaşadığım şeylere bakıyorum da “nasıl olur bunlar?” diyorum..
Öyle olur işte, olurken hep; ALLAHu zü’L- CeLÂL için, Kur’ÂN-ı Kerîm için, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem için, emin Allah Dostları için birbirimizin de Hasbî Hizmetçileri olabiliyorsak “BİZ BİR-İZ”dir.. Olamıyorsak, “BİZ BİR-İZ”olmaya önce BUZ DAĞImızı eritmeye çalışâlim, bu gün değilsek yarın bu BUZ bu DENİZde erir.. Merak etme DENİZden çıkmadığın sürece, o DENİZ bu BUZu eritir ki, o RAHMET Denizidir, çünkü AHMED Denizidir, zahmet denizi değildir Allaha şükür..
Zahmet, eriyen BUZun kendi içindeki zalimliğidir.. Yaratanımızdan umut kesemeyiz..

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
---“Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm: (Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer 39/53)

“Ey nefislerine zulmeden kullarım” budur işte.. Akıl Bilgilerini donduranlar, Akıllarını kandıranlar, yandıranlar, kendi içlerinde hasedlik narları içinde yanan İblislik Elbislerini soyunduramayanlar, şeytanlıklarının şeytanlığını yâni şu andaki şeyliklerini anlayamadıkları için şeytanlık içinde kalanlar, külli şeyin kadîr olan Allah’ın kudreti içerisinde eridiklerinde “Lâ huve illa hüve.:O’ndan bAŞKa O yok!.” diyeceklerdir ve diyeceğiz iİnşâe ALLAH..

Bir yere varmak isteyen anlayamamıştır.. bir şey olmak isteyen de anlayamamıştır.. “peki nedir?” dediğimiz de, “yaşanmayan yalan”dır.. “yaşanan nedir?” dediğimizde, “yaşanan anlatılmayandır anlatılamayan”dır..
Evet onun için diyorum ki, birileri dünyanın en büyük kadın doğum profösörü olabilir ama, çocuk doğurmamışsa boşuna konuşmasın.. yazsın ama doğurmuş-YAŞAmış gibi konuşmasın!.
Bizim Hasan Dağındaki DELİ ANŞA Ana kadar bile konuşmasın.. DELİ ANŞA Ana: “Dokuz doğurdum!.” Diyor.. Dokuz çocuk doğurmuş, “dokuz kere ordunaryüs profösörüm” diyor, var mı diyeceğin?.
“Yaşanmayan yalan”ı anlatmaya çalışıyor anlayamayanlara..
Onun için maymunca bilgiler başka şeydir.. hani var ya üç maymun heykelcikleri; gözünü, kulağını ağzını eliyle kapatan..

وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لاَ يَسْمَعُ إِلاَّ دُعَاء وَنِدَاء صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ
---"Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ (nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).: Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler).” (Bakara 2/171)

Üç maymun heykelleri de vardı bulsam alacağım bi tane, yâni bir zamanlar vardı.. öyle üçünü bir araya koymuşlar..

Resim

İşte bu değildir hayat, Halk İÇinde HAKk TeÂLÂ İle-Bileyken; mâsivâya/Hakkın halkına-NÛRuna-ZÂTından gAYRısına GÖZünü kapamak mâsivâya KULAĞını kapamak mâsivâya DİLsiz olmak bir makamdır İnşâe ALLAH..
O, kendisi tecellî ettiğinde ve yaşandığı zaman gerçek olur.. Eğer dünya rahatlık dünya olsaydı:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Lâ rahate fi’d- dünya: Dünyada rahat yoktur.. Mü’mine, RaBBine kavuşuncaya kadar rahat yoktur! ” buyurmuştur. (Hatib, İbni Nasr)

Dünyada rahatlık yoktur.. Rahmetenli’l- âlemin olan Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem son anında ve ateşler içinde dahi: “Yedi kuyudan yedi kırba su getirin başıma dökün dökün, alsın alnımın sıcaklığını!.” Buyurmazdı..
Bu âlem başka bir âlemdir.. Onun için bizi taşlayanlara teşekkür ederiz.. Bizim kendimiz değil, bizim YOLumuz taşlanmaz!. Işık taşlanmaz, Yağmur taşlanmaz, Rüzgar taşlanmaz, Gökler taşlanmaz atılan bütün taşlar yere taşlayanın başına düşer..
Allah Celle Celâlehu hakkta hayrda ve rızasında dâim kaim eylesin hepimizi, Ümmet-i MuhaMMedle beraber ALLAHu zü’L- CeLÂL lütfü kereminden izzeti şerefinden İnşâe ALLAH!.
MuhaMMedî Habibî ve Hasbî Hizmetçiliğimizi kalblerimize MuhaMMedî perçinlerle perçinlesin!. MuhaMMedî Mahviyette “benlik”lerimizi mahvetsin!.
Kendi câhil başımızla baş olarak çıkarmaktan kurtulmuş oluruz!. Bütün DENİZ BİZ oluruz!. ama bizim hiç birşeyimiz olamaz hepsi ALLAH celle celâlihu ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kalır..
ALLAH ve ResûLüne Teslim OLuruz
ALLAH ve ResûLüne İmÂN EDeriz
ALLAH ve ResûLüne Tâbi OLuruz
ALLAH ve ResûLüne İtâaat Ederiz İnşâe ALLAHu TeÂLâ..

Ve deMuhaMMedî KervÂN Kıtmîri olarak, herkesi de öyle olmaya çağıran birer ses oluruz, birer nefes oluruz “İZ” oluruz İnşâe ALLAHu TeÂLâ..
Onun için bildiğiniz renkten, sesten, yerden ve halden dâima yazın yazın yazın yazın!.
Okuyan olsun olmasın, onlar dert değildir, onları Allah getirir götürür bilemezsin önemli olan senin benim bizim burada ne yaptığımızdır ve bu çok önemlidir..
Onun içinde yirmi ile otuzuncu âyetlerin meâllerini tefsirlerini okumaya çalışalım bu hususlarda çok değerli Allah Dostları büyüklerimiz yazmışlardır tefsirleri, hadisleri hârikadır bakmak lâzımdır.. Özellikle Fahreddin Razi, ve Elmalılı hamdi Hocalarımız vebenzerleri yazmışlardır. Bunların anlamlarını anlayıp biraz da, biz oyandan bu yandan etrafında dolaşırız hep beraber.. bir de bizim gördüklerimiz sizin gördükleriniz vardır size aittir bize aittir çünkü bunları TÜMMleyip TAMMlarsak güzel bir yolla Bakaraya doğru gideriz yâni İnşâe ALLAH..
Resim
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

Re: Kul İhvÂNi Bakara Sûresi Sohbeti-II

Mesaj gönderen Hakan »

Evet bir sorusu söyleyeceği bir şeyi olan var mı?.
Bu günde zamanı geçirdik ama kusura bakmayın bilemiyorum tabi insanların uykusu vardır diye endişeleniyorum. bizim için zaman sınırı pek yok ama, sizin için öyle değil yâni onları düşünmek zorundayız..
Bu bilgiler çeşitli şekilde dağınık gelebilir ama, zamanla oluşacak bilgilerdir ve bu yol böyledir.. buna TÜMMlendiğinde TAMMlandığında İnşâe ALLAH hepimiz daha doğru noktalarda Şehâdet Ehli oluruz İnşâe ALLAH.. Ve bunlar TAMMlandığında da, ALLAHu zü’L- CeLÂL nerede lâzım ve lâyıksa oralara götürür, getirir, gezdirirve her ne yapacaksa yapar.. Zâten yapmıştır da..

Bu gün artık geçmiş zamanlardaki gibi kitablar yazmanın devrini çok hızlı bir şekilde sanal âlem almaktadır ve biz de o yönde hizmet edeceğiz İnşâe ALLAH.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin bana buyurduğu gibi “medeni âlemde” aynen tabirle yâni Allahın izni ve inayetiyle İnşâe ALLAH..

İmamı Ali Keremullahı vechenin salâvâtıyla bitirelim Muharremin Ayı Şerefine İnşâe ALLAH.. ALLAHu zü’L- CeLÂL ,Muharrem Aşuresini bizim için MuhaMmedî Şefâat Şifâsı Şerefimiz kılsın İnşâe ALLAH..
Hazreti Fatmatu’z- Zehrâ aleyhasselâm Annemizin Rahîmiyet Kazanında kaynamaktadır aşure çorbamız ki, her gün aşuredir bize ve her yer aşure kazanımız..
Onun içinde Hazreti Ali Efendimizin salâvâtını okuyalım istiyorum..


3. SALÂVÂT-I ŞERÎFE : İmâm-ı Alî kerremullahi vecheye ait salâvâtı şerîfe

Resim

TÜRKÇESİ: Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke Resim Salâvâtu’llahi’l-Berri’r-Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn Resim Ve’n- nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn Resim Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne Resim Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne Resim Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne Resim Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir Resim Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu.

MÂNÂSI:
“Emret (buyur) ALLAH’ım! Ve başim-gözüm üstüne (emret, saâdetle Senden mutluluk istiyorum), RABB’im, ALLAH’ım! İyilik ve merhamet dolu Salâvâtullahı, gözde (yakîn) meleklerin salâvâtı, peygamberlerin, sıddıkların, şehîdlerin, sâlihlerin; Ey âlemlerin RABBi Seni tesbih (ve tenzih) eden herşeyin salâvâtı, Efendimiz Abdullah oğlu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e, Hatemü’l-Enbiyâya (peygamberlerin sonuncusuna), peygamberlerin Efendisine, müttakîlerin (günâhlardan korunup ALLAH'a sığınanların) imâmına; âlemlerin RABBinin, şâhid ve müjdeci Resûlüne, Senin izninde Sana dâvet eden ve aydınlatan kandile (sayısız- sonsuz) selâm (sıla, salâvât, rahmet, istiğfâr, dua, ulaşım) olsun!”


Bismillâhirrahmânirrahîm..

Lebbeyke Allahümme Rabbiye ve sâ’deyke..
Emret ALLAHım, sadetle mutlulukla başım gözüm üstüne..

Salâvâtu’llahi’l-Berri’r- Rahîm Ve’l-melâiketi’l-mukarrebîn..

El Berru:
Resim

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
---''Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn, ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm: Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-I İmrân 3/92)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şeâirallâhi ve lâş şehra’l- harâme ve lâl hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ âmmîne’l- beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alâ’l- birri ve’t- takva ve lâ teâvenû alâ’l- ismi vel udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler, Allah'ın şiarlarına, haram olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Mâide 5/2)

Şuna bak şuna Rahîmiyet birri takvâsını.. berri var ya, berri ebrâr bu Rahîmiyetten doğan bu salâvâtullahı.. ALLAHın öyle bir salâvâtı ki el ele, ebrârların salâvâtlarıdır.. Ebrârların ve Muharrabin Meleklerin, en yakın melekliyetin de salâvâtıdır..
Harika şeylerdir düşünebiliyor musunuz Berri’r- Rahîm, Berri’r- Rahmân değil bunu anlatmaya çalışıyorum.. “BiRR” var ya bu birr, RuBuBiyet BİLElikleri.. insanın ey yakınındakini zâhir ve bâtın yakınlaşması.. ve bunun Rubibiyetten oluşu ve;

سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
---SeLâMun kavlen min RABBin RaHîM (rahîmin) :Çok merhametli olan RaBb’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır)." (YâSîn 36/58)

SeLâMun kavlen min RABBin RaHîM iken, SeLâMun kavlen min RABBin RaHMÂN değil..

Nebîyyine ve’s-sıddıkîne ve’ş-şühedâi ve’s-sâlihîn..

bu nübüvvetten, sadıklıktan ve şâhidlikten ve salihlikten nereye gelir?.
İşte buraya gelir..

Vemâ sebbiha leke min şey’in yâ Rabbe’l-âlemîne..

Yâ RABBi’l- Âlemin, şu ÂNda SENi sebbaha yapıp duran küllî şey ki; dönen bütün atomlardaki, yanan bütün lambalardaki Keban Elektriği canı gibi, ceryânı gibi.. Şu ÂNda dönen ve yaratıldığı günden sonsuz kıyamete kadar dönecek olan, sebbaha yapan yıldızların döngüsü kadar SANA salât ü selâm olsun!. Ne hârika değil mi?.

Alâ seyyidinâ ve Mevlânâ Muhammedin ibni Abdillahi hâtemi’n- nebîyyîne..

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
---“Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm ve lakir rasulellahi ve hatemen nebîyyin ve kanellahü bi külli şey'in alima: Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve Peygamberin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor”'' (Ahzâb 33/40)

Bütün bunların , KEVnin-Kînâtın NÜVesi kaynağı MuhaMMed aleyhisselâmın lütfudur.. ve “İbni abdillah” Allahın kulunun oğlu ve “hâtamin nebiyyin”e bakın!.
İyi bakın ki bunu buyuran BİZe DUYuran Ali Keremullahi Veche.. bu “Be Sırrı”nın sahibi, Sırr-ı Süveydâmız ne buyuruyor;
Bu uca bakarsan Abdullah aleyhisselâmdan düşen bir damla görürsün beşeriyette AbduLLAH.. Öbür uca gidersen Hâtemen Nebiyy’i görürsün.. Elbette Habibî Hatem yaptı mı görür..
Bunu Barborus yaptıysa, her nokta Abdullah her nokta Nübüvettir.. yapmadıysa elinde bir sopayla dolaşır durursun cambaz gibi..
Onun için MuhaMMedîMeLÂMîler Şahtır Şah.. ve kolaycada Şah olmamıştır Müctebâ ve Mürtezâ Şahı..
Yok eğer, ALLAH celle celâlihu korusun ırkçılık yapar gibi böyle seydâcılık meydacılık, Farsçılık vs. böyle halkı yanlışa sürüklemeler Ebu Lehebliktir ve asla Hazreti Hamzalık değildir..

İşte bunun için Ali Ali Ali Ali aleyhisselâm..
Ali aleyhisselâm, MuhaMMed Aleyhisselâtı vesselâmın ve ALLAHu zü’L- CeLÂLin Alisi.. yâni ALLAH ve Rasûlunun Alisi, ashabının ulusu ki, Rabbım lütfetti de bizzât kendi sesinden ve kendi sözünden duydumKÂBetULLAHta ALLAH celle celâlihuşâhid.. “Ben ashabın Alisi ve ulusuyum, bana sor sorunu” buyurmuştu..

Ve Seyyidi’l-mürselîne ve imâmi’l-mûttâkîne..

Ve O, Seyyidi’l- Mürselîn ki, irsalcilerin tümünün seyyidir.. Seyyid efendidir.. Efendi lafını herkes kullanmakta.. Efendi herkes herkese efendi diyor.. ALLAH aşkına ben her efendiye nasıl “seyyid” derim?.
Nasıl bir seyyiddir bu?. Neresi seyyiddir, neden seyyiddir?.
Yâni dâimiyet zâhir ve bâtın yaşayışının dâimiyet SÎN-liği ŞIN-lığı ne demektir..

ve imâmi’l-mûttâkîne..
Kaviliklerin/Takvânın İmamı.. yâni Mutlakanın İmamı.. Mürselinlerin Seyidi ve Rasûlü..

Ve Resûli Rabbü’l-âlemîne’ş-şâhidi’l-beşiri’d- dâi ileyke bi iznike es sirâce’l-münir..

RABBulâleminin Rasûlü ki, eş şâhid beşiri’d- dâi..
Duâ edenlerin dâvet dileyenlerin şu ÂN şâhidi..
Nezir niye yok?. çünkü, nezir uyuyanları uyandırmak için kullanılır.. Oysa burada müjdelenen ve müjdesine şâhid olunanlar vardır..
MuhaMMedî Ali Keremullahi vecheden bahsediyoruz.. “ed dâi”.. dâi çağıran demektir duâ eden demektir, duâcımız demektir..

ileyke bi iznike es sirâce’l-münir..

ileyke, Sana yâ RABbenâ!. bi iznike, SENin izninle SANA çağıran, es Sirâce’l- Münir, SENin NûRuLLAHının yanış yeri, Sıraci/Işık ve şevk Kaynağı.. yâni CEM’iyette Rusuliyet SîNliğini getiriyor Kalb lambandaki DUY gibi yâni.. Duy prizlerinde duy duy.. çok ilginçtir Nurullah, Nur-u MuhaMMedde Nurullah gözükür.. ALLAHın Nuru, ALLAHın Nurundadır ki ZÂTen ALLAHu zü’L- CeLÂLidendir.. Ama diyelimkiçok yüksek ve ellibin volttur çıkışı..oysabiz AbduLLAHolarak ikiyizyirmi volt kullanıyoruz.. Onun için es Sirâce’l- Münir aleyhisselâmdır..

Resim NÛRun alâ NÛR..

ZÂTuLLAH ->NÛRuLLAH -> NÛR-u MuhaMMed -> KÂiNât..

“KüLLî ŞEYyi ->ALLAH’ın NÛRu!.:

ALLAH celle celâluhu Ez Zâhir ALLAH celle celâluhu..

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
Resim---ALLÂHU NÛRU’s- SEMÂVÂTİ VE’L- ARD (ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun) : ALLAH, GÖKLERİN VE YERİN NURUDUR. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.
(Nûr 24/35)

Ve aleyhi’s- salâtü ve’s- selâmû ve rahmetullahi ve berâkâtuhu..


Es Salât ve’s- Selâm O’nun üzerine olsun.. Salât ve Selâm SaLLarımız ve SeLLerimiz O’nun üzerine olsun İnşâe ALLAH..
Zâhir ve Bâtın SILAmıza gidişlerimiz, aklımızın iki tarafının seviyelenmesi Hatemen Nebiyyi olması ki, AKLın NAKLin Cem’ olması, Habli’l- Verîd ÖZ Çemberi olması diyelim..

ve rahmetullahi ve berâkâtuhu..

ALLAHu zü’L- CeLÂLin zâhirdeki Rahîmiyet-Rahmâniyet Rahmeti olarak gelen ikisi beraber RAHMettir zâten..
ve berâkâtuhu.. ve bunun “bereke”si, KÛN feye KÛN RuBuBiyyetin BİLE-lik KÛNu devamlı fışkırıyor.. Çeşmeden devamlı akan su gibi.. Her ÂN yeni su, yeni damla.. ama her ÂN yağan yeni yağmur.. Ama hepsi de, ayrı yağmur.. oysa aynı yağmur gibi gelir ham akla..
çok ilginç bir şey bu.. durmadan yenisi akıyor ama ayrı gibi gözüküyor ama ayrı değil, ama ayrı gibi..
Yalınız çok ilginç kelime oyunu gibi KÛN feye KÛN OYUNu..

Allahümme salli ve sellim ve barik ale seydina MuhaMMedî abdike ve nebiyyike ve rasulike ve nebiyyil ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve ehli beytihi suhbane allahümme vebihamdike estağfiruke eşhedu enla ilahe ille ente vahdeke la şerike leke estağfiruku ve etubu ileyk velhamdulillahi RABBul âlemin

ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz bize hakk ve hayır versin, affetsin bağışlasın, rahmetine gark etsin, dinimizde dünyamızda ve âhirekitimze bize yâr ve yardımcı olsun İnşâe ALLAH..
ALLAHu zü’L- CeLÂLimiz ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemiz ve sadık Allah Dostlarımız, hepimiz birbirimizin gaybî duacıları olalım, birbirimizin yardımcıları olalım, MuhMMedî Hasbî Hizmetçileri olalım İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

ResimEs-Selâmualeyküm ve rahmetullahi,
subhâneke allâhumme ve bi hamdike,
eşhedu en lâ ilâhe ente vahdeke lâ şerike leke estağfiruke ve etûbu ileyke

Esselâtü vesselâmu aleyke Yâ Rasulallah Sallallahu Aleyhi vesellem istecertü!
Resim'' Allâhumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin
Abdike (Muhammediyyeti) ve
Nebiyyike (Mahmudiyyeti) , ve
Rasûlike (Ahmediyyeti) ve
Nebiyyi’l-Ummiyyi (Habîbiyyeti) ve alâ âlihi, ehl-i beytihi ve sahbihi ve ummetihi... ''Resim[/b]

Esselâmu Aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü..
Resim
Cevapla

“Kuran-ı Kerim Sohbetleri” sayfasına dön