ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimEZMİZ..


بلال الحبشي

L-i HABEŞî..

Ebû Abdillâh (Ebû Abdilkerîm veya Ebû Amr) BiLâL b. Rebâh (ö. 20/641)


RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’in İLk Müezzini OLan Sahâbîsi.

Hicretten kırk yıl kadar önce (581 civarı) Habeş asıllı bir köle olarak Arabistan’ın batı tarafındaki Serât’ta veya Mekke’de Cumah kabilesi içinde dünyaya geldi. Babası Rebâh ve müslüman olduğu için çeşitli işkencelere mâruz kalan annesi Hamâme de köle idi. Annesine nisbetle İbn Hamâme diye de anılan Bilâl İslâmiyet’i Hz. Ebû Bekir radiyallahu anhu
vasıtasıyla kabul etti..

Bilâl, Benî Cumah’tan adı bilinmeyen birinin veya daha yaygın olan rivâyete göre aynı kabileden Ümeyye b. Halef’in kölesi idi. Mekke’de müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biri olduğu için Ümeyye b. Halef öğle vakitlerinde onu kızgın güneş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü üzerine koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzzâ’ya tapmaya zorlardı. Fakat o her defâsında.:
“Rabbim ALLAH’tır; O AHADdir/BİRdir!.” diyerek bu dayanılmaz işkenceye imanıyla göğüs gererdi. Sav. onun bu şekilde işkence görmesine son derecede üzülürdü. Hz. Ebû Bekir radiyallahu anhu
müslüman olmayan güçlü siyahî bir köleyi vererek Bilâl’i Ümeyye b. Halef’in elinden kurtardı ve âzad etti. Bazı rivâyetlerde onu para ile satın alıp âzad ettiği de zikredilir.


Hz. Ömer radiyallahu anhu bu olaya işaretle.: “Ebû Bekir efendimizdir; efendimizi (Bilâl’i) âzad etmiştir” derdi.
(Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 23).

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’i Mekke’de Ubeyde b. Hâris ile, Medine’ye hicretten sonra da Ebû Ruveyha Abdullah b. Abdurrahman el-Has‘amî radiyallahu anhu ile kardeş yaptı. Medine’nin havasına alışamayan bazı sahâbîler gibi Hz. Ebû Bekir ile Bilâl’in de hastalandıkları, Mekke’ye duydukları derin hasretle şiirler söyledikleri hadis kitaplarında zikredilir.

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, hicretin 1. yılında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in öğrettiği ezânı onun emriyle ilk defâ okumakla meşhur oldu ve hayatı boyunca hazarda ve seferde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in müezzinliğini yaptı. Sabah ezânını çok erken okuyan Bilâl’in bu ezâna.: “Es-salâtü hayrün mine’n-nevm.:namaz uykudan hayırlıdır.” ibâresini eklemesi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i memnun etti ve bunu her sabah ezânında tekrarlamasına izin verdi. Bilâl başta Bedir olmak üzere Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in bütün gazvelerine katıldı.
Bedir’de esir alınan Ümeyye b. Halef’i görünce.:
“İşte küfrün başı! Eğer o kurtulursa ben ölürüm!.” diyerek onun öldürülmesini sağladı. Mekke’nin fethedildiği gün Hz. Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile Kâbe’nin içine girdi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in emri üzerine Kâbe’nin damına çıkarak Fetih Ezânı’nı okudu. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Kâbe’nin içinde soldaki iki direk arasında iki rekât namaz kıldığını rivâyet eden de odur.
(Buhârî, “Ṣalât”, 30).

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, hayatı boyunca Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in yanından hiç ayrılmadı, Vedâ Haccında da bulundu. Onun abdest suyunu temin etmek, sütre/perde olarak kullandığı harbeyi taşımak, şahsî ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta özellikle geceleri korunmasını, gündüzleri ise gölgelenmesini sağlamak, yemek hazırlamak, beytülmâl işlerine bakmak, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in emriyle bazı ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak vermek, Resûl-i Ekrem Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işlerde görev almıştır..

Yaygın olan rivâyetlere göre Bilâl-i Habeşî Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in vefâtından sonra ezân okumamıştır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendisine.:
“Ey Bilâl! ALLAH yolunda cihaddan daha faziletli bir amel yoktur!.” dediğini hatırlatıp cihad için Suriye’ye gitmek üzere Hz. Ebû Bekirradiyallahu anhu’den izin istemiş, ancak halifenin ısrarı üzerine Medine’de kalmış, Hz. Ömer radiyallahu anhu halife olunca Medine’den ayrılarak Suriye’de birçok şehir ve bölgenin fethine iştirak etmiştir.

Hz. Ömer radiyallahu anhu, Suriye’de Şam divanını tedvin ederken Bilâl’in isteği üzerine onu ve diğer Habeşliler’i, Ebû Ruveyha’nın kabilesi olan Has‘amlılar’la birlikte aynı divan defterine yazdırdı. Bazı müslümanlar Bilâl radiyallahu anhu’n ezân okuması için halifeye müracaat ettiler; halifenin isteği üzerine Bilâl radiyallahu anhu Suriye’de bir defâ ezân okudu ve dinleyenleri ağlattı.

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu, altmış küsur yaşında Dımaşk’ta (veya Halep yahut Dâreyyâ’da) vefât etti ve Bâbüssagīr’deki kabristana defnedildi. Bilâl-i Habeşî’nin nesli devam etmedi. Kaynaklarda hanımı ve çocukları hakkında bilgi bulunmamakta, sadece Hâlid adlı bir erkek ve Gufre (Gufeyre) adlı bir kız kardeşi olduğu zikredilmektedir.

Uzun boylu, zayıf ve kuru yüzlü, kamburca, gür ve kır saçlı, siyah tenli idi. Bir defâsında Hz. Peygamber Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona.: “Bu gece cennette, önümde senin pabuçlarının tıkırtısını duydum!.” diyerek kendisinin cennetlik olduğunu müjdelemiş ve hangi ameli sebebiyle bu dereceyi elde etmiş olabileceğini sormuştu. O da her abdest aldıktan sonra.:
“ALLAH TeÂLÂ’nın nâsib ettiği kadar” nafile namaz kılma âdetinden söz etmişti..
(Buhârî, “Teheccüd”, 17; Müslim, “Feżâilü’s-saḥâbe”, 108).

Bilâl-i Habeşî radiyallahu anhu’den hadis rivâyet edenler arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer ve Berâ b. Âzib radiyallahu anhum gibi bazı meşhur sahâbîlerle Ebû İdrîs el-Havlânî, Saîd b. Müseyyeb ve İbn Ebû Leylâ gibi tâbiîler bulunmaktadır. Onun rivâyet ettiği 44 hadisten 2 si Buhârî’de, 1 i Müslim’de, 1 tanesi de her ikisinde yer almıştır. Ebû Ali ez-Za‘ferânî’nin, Bilâl radiyallahu anhu’n merfû’ olarak rivâyet ettiği bazı hadisleri derlediği “Müsned-ü Bilâl” adlı risâlesi Mecmûʿatü’l-buhûsi’l-İslâmiyye’de (XIV, s. 227-243) yayımlanmıştır. Kamboçya’da ve Endonezya’nın bazı bölgelerinde müezzinlere “Bilâl” veya “Bilâl-i gayr-i Habeşî” denilir. Amerika’daki bazı zenci müslümanlar da, kendilerine “Bilâlîler” mânasında “The Bilalians” derler; ayrıca bu isimle bir de gazete çıkarmaktadırlar..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

142- EL VÂKîyyu celle celâluhu.:


Resim

Resim


EL VÂKîyyu: Kullarını koruyan, arka çıkan, kayıran vikâye eden... Hakka ve hayra inanan kullarını bâtıl ve şerden koruma ve muhafaza hakkına sahib olan ALLAHu zü’l- CELÂL.

El Vâkîyyu.: KuLLarını koruyan, arka çıkan, kayıran...Hakka ve Hayra inanan kuLLarını bâtıL ve şerden koruma ve muhafaza hakkına sahib olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Vâkî.: (Vikâye. den) Saklayan, koruyan, vikâye eden, esirgeyen.
Vikâye.: Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma..
Vekâ.: Bir şeyi koruyup himâye etmek.
Vekâ.: Bir şeyi islah edip düzene sokmak. bir şeyi korumak.
İttekâ.: Bir şeyden sakınmak.
İttekâllah.: ALLAH'ın ikâbından korkmak, korunmak, çekinmek.
İttikâ.: Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek.
Tükâ.: Korku. Haşyet. Saygı.
Haşyetullah.: ALLAH'dan korkup emrine uyup nehyinden kaçınma.
Muttâki.: ALLAH'dan korkan, sakınan, çekinen. Ehl-i takvâ. İttikâ eden. Haramdan ve günahtan çekinen, kendisini ALLAH celle celâlihu'nun sevmediği fenâ şeylerdan koruyan..
TAKVÂ.: Samimî bir Teslimiyetve tevâzû’ ile sınırsız saygı ve hürmete dayalı ALLAH korkusu.. Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek..


EL VÂKÎ celle celâlihu,
İBNİ MÂCE'nin LİSTESİNDEKİ 100 ESMÂü'L-HÜSNÂ içindedir..
ALLAHu zü’L- CELÂL, KuLLarının tercihine göre HAYRı ve ŞERRi TeceLLî-Vuku’ ettiren ve Koruyup Himâye eden El VÂKÎ ALLAH celle celâlihudur..


لَّهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الآخِرَةِ أَشَقُّ وَمَا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِن وَاقٍ
Resim---"Lehum azâbun fî’l- hayâti’d- dunyâ ve le azâbu’l- âhırati eşakk (eşakku), ve mâ lehum minallâhi min VÂK (vâkın).: Onlar için dünya hayatında bir azâb vardır ve âhiretin azabı daha da meşakkatli/ şiddetli dir. Ve onların ALLAH’tan (ALLAH’ın azabından) koruyan bir koruyucusu yoktur.”(Ra’d 13/34)

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ وَأَعُوذُ بِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ
Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’ım! Gazabından rızana, cezândan affına ve SENden yine SANA sığınırım…” buyurmuştur.
(Müslim, Salât, 222 (486)

TAKVÂ; İnsÂNoğLunun, Bezm-i ELest’te RABBü’L- ÂLEMîN’in.: “elestü bi RABBiküm?.” Olumsuz SORusuna VERmiş OLduğu.. “BeLâ.. BİLâkis Evete RABBimiZsin!.”
AHDini =>KORuyup=> Bu ÂLEMde KULLuk İmtihÂNında SÖZünün ERi OLUŞtur..


وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim---"Ve iz ehaze RABBüke mim beni âdeme min zuhurihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim elestü bi RABBiküm kâlû belâ şehidnâ en tekulu yevme’l- kiyameti innâ künnâ an hazâ ğafilin.: Kıyâmet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye RABBin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhid tuttu ve dedi ki: BEN sizin RABBiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhid olduk, dediler."(A’râf 7/172)

TAKVÂ ; Dini Konuda zararından korkulan herşeyden sakınma. ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’in cezâlandırmasından O'na itaat ederek korunma. Kelimenin aslında, korkulan şeyle kendi arasına kalkan gibi bir koruyucu koymak sûretiyle ondan korunmak anlamı vardır.
TAKVÂ ; kulun, ibadet ve taati sanki onu ateşten koruyacak siper durumundadır.
TAKVÂ ; Mâsivâ dan/ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’in dışında herşeyden korunma, Şeriatın Edeblerini gözetme, ALLAH'tan uzaklaştıran her şeyden kaçınma, nefsin sünnet dışı isteklerini terketme, nefsinde KeLÂMuLLAH-EMRuLLAH'ı DUYma SüNNet-i RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem'e UYma..
MuhaMMedî Muttakî/EHL-i TAKVÂ OLuş, Kur'ÂN-ı Kerîmimizin İLk sayfasında;


ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---“Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden li’l- MUTTEKÎN (muttekîne).: İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takvâ sahibleri için bir hidâyettir.”(Bakara 2/2)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---“Ellezîne yu’minûne bi’l- gaybi ve yukîmûne’s- salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).: Onlar (takvâ sahibleridir) ki, gaybe (gaybde ALLAH'a) îmân ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler (başkalarına verirler).” (Bakara 2/3)

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Resim---“Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik (kablike) ve bi’l- âhireti hum yûkınûn (yûkınûne).: Onlar (takvâ sahibleri) ki, sana indirilene ve senden önce indirilenlere (bütün semavî kitaplara) îmân ederler ve onlar ahirete yakîn hasıl ederler (yakîn seviyesinde kesin olarak inanırlar).” (Bakara 2/4)

أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: İşte onlar, Rab'lerinden bir hidâyet üzeredirler. Ve işte onlar,onlar muflihundurlar (felâha, kurtuluşa erenlerdir).” (Bakara 2/5)

TAKVÂ kavramı, arapça “وقى” kökünden gelir. “v-k-y” kökünden türetilmiş, bir şeyi başka bir şeye karşı “korumak/muhafaza etmek” ya da “savunmak” anlamına gelen TAKVÂ'nın Kur’ÂNî anlamı hürmet ya da saygıdan kaynaklanan bir ALLAH korkusu, bir mü’mine yakışmayan eylemlerden ve bunun uzantısı olarak âhiretteki cezâsından kişinin kendisini koruması olarak da anlaşılır.
Kur'ÂN-ı Kerîmde birçok âyette kök anlamıyla kullanılmıştır..


الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
Resim---“Ellezîne yahmilûne’l- arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke VEKIhim azâbe’l- cahîm (cahîmi).: Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "RABBimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azâbından koru.” (Mü’min 40/7)

Kur’ÂN’da TAKVÂ kavramı kök anlamı ve türevleriyle birlikte toplam 258 defâ kullanılmıştır. ALLAH’tan sakınmak anlamında Kur’ÂN’da fiil olarak “tettegu” (sakınmak) biçimiyle 54 kez kullanılmıştır..

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Resim---“Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ (sulhan). Ve’s- sulhu hayr (hayrun). Ve uhdırati’l- enfusu’ş- şuhh (şuhha). Ve in tuhsinû ve TETTEKû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ (habîran).: Ve şâyet bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya ondan yüz çevirmesinden korkarsa, artık ikisinin arasında sulh (anlaşma) yapılarak ıslah edilmesinde (uzlaşmasında) onların ikisine de bir günah yoktur ve sulh (anlaşma) daha hayırlıdır. Nefsler cimriliğe (kıskançlığa ve hırsa) hazır kılınmıştır (meyilli yaratılmıştır). Ve eğer ihsanla davranır ve takva sahibi olursanız, o takdirde, muhakkak ki ALLAH, yaptıklarınızdan haberdâr olandır.” (Nisâ 4/128)

Ragıb el-İsfehanî’nin “Müfredat” isimli eserinde bu kavram, bir nesneyi kendisine ezâ ve zarar verecek şeylerden korumak anlamında tanımlanmıştır. İslami anlamda ise günaha girmeye neden olacak şeylerden nefsi korumak olarak anlaşılır.
“Vekâ” fiilinin mastarı “Vikâye”dir. Vikâye kavramının if’âl babı
"İTTİKÂ" dır. İttikâ’nın ismi faili de "MUTTAKî" dir. İttikâ, vikâyeye girmek yani elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini iyice koruma altına almak ve bir şeyden sakınmak anlamındadır. "İTTİKÂ" ve onun mastarı olan TAKVÂ sözlük anlamı itibariyle kuvvetli bir himâyeye girerek korunmak, sakınmak, kendini muhafaza altına almak, bunun gereği olarak korkmak ve çekinmek demektir..
(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ÂN Dili)
Mustafa el-Merağî’ye göre “ittikâ” iki şey arasına engel koymak anlamına gelir. Muttakî ise ALLAH’ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmakla birlikte kendisi ile İlahî cezâ arasına engel koyan kimsedir.
Çünkü muttakîlerin hidâyet bulacağı yegane şey, ALLAHu zü’L- CELÂL’in göndermiş olduğu kitaplardır..
Bakara 2/2; Hakka 69/48; Mâide 5/46; En’âm 6/153,155..


ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---“Zâlike’l- kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden li’l- MUTTEKÎN (muttekîne).: İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takvâ sahibleri için bir hidâyettir.”(Bakara 2/2)

مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَآ أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللّهَ يَجْتَبِي مِن رُّسُلِهِ مَن يَشَاء فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَإِن تُؤْمِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Resim---“Mâ kânallâhu li yezere’l- mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse mine’t- Tayyib (tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum ale’l- gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih (rusulihî), ve in tu’minû ve tETTEKû fe lekum ecrun azîm (azîmun).: ALLAH, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü'min olanı, mü'min gözükenden) ayırıncaya kadar mü'minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü'min olanla mü'min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve ALLAH sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin ALLAH, resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, ALLAH'a ve O'nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takvâ sahibi olursanız, o zaman sizin için "Büyük Ecir" vardır.” (Âl-i İmrân 3/179)

وَلَوْ أَنَّهُمْ آمَنُواْ واتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِّنْ عِندِ اللَّه خَيْرٌ لَّوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
Resim---“Ve lev ennehum âmenû vETTEKav le mesûbetun min indillâhi hayr (hayrun), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).: Eğer onlar iman edip ve takvâ sahibi olsalardı, mutlaka ALLAH'ın katından (kendilerine verilecek) sevâb, elbette daha hayırlı olurdu, keşke bilselerdi”(Bakara 2/103)

إِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ أَن يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء قَالَ اتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---“İz kâle’l- havâriyyûne yâ îsebne meryeme hel yestetîu rabbuke en yunezzile aleynâ mâideten mine’s- semâ (semâi) kâlETTEKullâhe in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Havârîler; "Ey Meryem oğlu İsâ! RABB'in gökten bize bir mâide (sofra) indirebilir mi?" demişlerdi. (Bunun üzerine İsâ aleyhisselâm); "Eğer mü'minlerseniz ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun." dedi.” (Mâide 5/112)

Kur'ÂN-ı Kerîmde;
ALLAHu zü’L- CELÂL'den korkmak (sakınmak/takvâ hali), doğrularla beraber olmayı gerektirir..: Tevbe 9/119..
TAKVÂ lı Kimseler/Muttakîler, kevni âyetleri de okumayı bilirler..: Yûnus 10/6-31..
TAKVÂ Duygusu, insana
ALLAHu zü’L- CELÂL'in velî edinmeyi kazandırır..: Yûnus 10/63, Câsiye 45/19..
TAKVÂ Duygusu, insana RABB’inin hükümlerine boyun eğme teslimiyetini kazandırır.: Hacc 22/32..
TAKVÂ Duygusu, mü’minlere sözün hakikatini söyletir.: Ahzâb 33/70..
TAKVÂ Sahibleri, doğruluğu/doğruyu getiren ve tasdik edendir.: Zümer 39/33..
TAKVÂ Sahibi olmak, RESÛL’e itaati gerektirir.: Zuhruf 43/63, Haşr 59/7..
TAKVÂ lı OLmak, ALLAH ve RESÛL’ünün önüne geçmemeyi zorunlu kılar.: Hucurât 49/1..
TAKVÂ Sahibi OLmak, RESÛL’ün karşısında sesi alçaltır.: Hucurât 49/3..
TAKVÂ Duygusu, Mü’minlerin kardeş olmasını ve bu kardeşliğin esası olarak kardeşler arası ihtilaf oluştuğunda ıslah edici olmayı/davranmayı ilke haline getirir.: Hucurât 49/10..
TAKVÂ Duygusu, zandan ve dedikodudan kaçınmayı öğretir.: Hucurât 49/12..

ALLAHu zü’L- CELÂL, TAKVÂ.: Sahiblerini helâkten korur.: Neml 27/53..
Yalnızca TAKVÂ.: Sahibi OLanlar, Âhiret Gününde birbirlerine velî olabilecektir.: Zuhruf 43/67..
ALLAHu zü’L- CELÂL, mü’min olmakta ısrar eden kimseleri TAKVÂ.: üzere sabitler.: Fetih 48/26..
ALLAHu zü’L- CELÂL katında en kıymetli kişi, TAKVÂ.: ca en üstün olan kimsedir.: Hucurât 49/13..
ALLAHu zü’L- CELÂL, küfürle savaş halinde olan mü’minlere düşmanlarına karşı melekleriyle yardım eder/korur.: Âl-i İmrân 3/125..
Muttakî OLanlar, ALLAHu zü’L- CELÂL’i velî edinmişlerdir.: Câsiye 45/19, Yûnus 10/63, Enfâl 8/34..
Velî OLarak ALLAHu zü’L- CELÂL’i kazanan kimselere karşısında galib gelecek başka bir güç yoktur, olamaz.ALLAHu zü’L- CELÂL muttakîlere hak ile batılı ayıran bir anlayış verir.: Enfâl 8/29..
ALLAHu zü’L- CELÂL, muttakîlere işlerinde kolaylık ihsan eder.: Leyl 92/5,7..
ALLAHu zü’L- CELÂL, muttakîleri kafirlerin hile ve desiselerinden korur.: Âl-i İmrân 3/120..

Muttakî Olanlar, ALLAHu zü’L- CELÂL;
Merhametine.: A’râf 7/63..
Rızasına.: Âl-i İmrân 3/15..
Affına.: Âl-i İmrân 3/136..
İkramına.: Âl-i İmrân 3/198..
Sevâbına.: Bakara 2/103..
Ve büyük ikramına.: Âl-i İmrân 3/172, 179.. MAZHAR ve NÂiL OLmuşLardır..

TAKVÂ.: Duygusu, insanı “Yaratılış Fıtratı”na döndürür ve onu en güzel biçimde inşâ’ eder. Ve KALBlerdeki Kiri-Pisi-Pası Tathir eder-TemizLer..



MuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...

ResimKUL İHVÂNi
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim KUR'ÂN-ı KERÎMde TAKVÂ.:

Bakara 2/66,197,237; Mâide 5/2,8; Tevbe 9/36,44,108,123, Hûd 11/49; yûsf 12/57;Ra’d 13/35; Hicr 15/45; Nahl 16/30,31; Meryem 19/13,18,63,72,85; Tâhâ 20/132; Enbiyâ 21/48; Hacc 22/32,33; Nûr 24/34; Furkân 25/15,74; Şuarâ 26/70; Kasas 28/83; Zümer 39/61;MuhaMMed 47/15,17; Fetih 48/26; Hucurât 49/3,13; Mücâdele 58/9; Müddesir 74/56; Alak 96/12..

KUR'ÂN-ı KERÎMde MUTTAKîN.:

Bakara 2/2,66,180,194,241;İmrân 3/76,115,133,138; Mâide 5/27,46; A'râf 7/128; (Tevbe 9/4,36,44,123; Hûd 11/49; Hicr 15/45; Nahl 16/30,31; Meryem 19/85,97; Enbiyâ 21/48; Furkân 25/74; Şuarâ 26/90; Kasas 28/83; Sâd 38/28,49; Zümer 39/57; ayet) (Zuhruf 43/35,67; Duhân 44/51; Câsiye 45/19..

TAKVÂ; Yarattığı KULunun, ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’e karşı KULLuk EMÂNeti Sorumlulukların farkında olarak günahlardan korunma ve günahlara karşı savunmadır.
TAKVÂ; Yarattığı KULunun, ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’e şükredip ona olan minnet borcunun bilincinde olarak Kendini-Nefsini, günahlardan-kötülüklerden -kibir, kin, yalancılık, azgınlık, hased, hainlik, zulüm, israf vs..- koruyarak Yaşamasıdır..
TAKVÂ Sahibi/muttakîLer, Peygamber Efendimiz Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i örnek alarak SüNNet-i SEnîyyede, ALLAHU ZÜ’L- CELÂL’in Rızasını kazanmaya MuhaMmedî Gayret gösterenlerdir..


ALLAHU ZÜ’L- CELÂL, Kur’ÂN-ı Kerimde pek çok âyetlerde TAKVÂ İBREt ve HiKMet SAHNesine SUNmuştur..:


TAKVÂ ÂHİRETin MüKâFaTıdır.:

وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
Resim---“Ve le ecrul âhireti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn (yettekûne).: Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır.” (Yûsuf 12/57)


SâLiH AMeL, TAKVÂnın.. KöTü AMeL ise, ALLAH'ın Azâbının Âşikâr İşâretidir.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi vele’ş- şehra’l- harâme ve lâ’l- hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ ammînel beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani’l- mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû ale’l- birri vet takva ve lâ teâvenû ale’l- ismi vel udvâni vETTEKullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb(ıkâbi).: Ey iman edenler, ALLAH'ın şiârlarına, haram olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve RABBlerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup sakının. Gerçekten ALLAH (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Mâide 5/2)


TAKVÂ En HaYıRLı ELBiSedir.:

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Resim---“Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsu’t- TAKVÂ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takvâ elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu ALLAH'ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.” (A’râf 7/7)


İBLİS ELBİSELeRi, İşLenilen hata, kusur ve günahları örtemez.
Ancak
İBLİS ELBİSELeRini Çıkarıp, NEFSimize TAKVÂ ELBİSEsi GİY!.dirirsek MuhaMmedî Muttakî KULLardan OLuruz İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


DüNYasını ÂHiRet ve ALLAHU ZÜ’L- CELÂL İçin Harcayanlar MUTTAKÎLERdir.:

لاَ يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَن يُجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ
Resim---“Lâ yeste'zinukellezîne yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim, vallâhu alîmun bi’l- MUTTAKÎN (muttakîne).: ALLAH'a ve âhiret gününe (ölmeden evvel ALLAH'a ulaşma gününe) îmân eden kimseler, malları ve canları ile cihad etmek konusunda senden izin istemezler. Ve ALLAH, takvâ sahiblerini bilir.” (Tevbe 9/44)


ALLAHU ZÜ’L- CELÂL, MUTTAKÎLERLe BeRaBeRdir.:

أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ قَاتِلُواْ الَّذِينَ يَلُونَكُم مِّنَ الْكُفَّارِ وَلِيَجِدُواْ فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû kâtilûllezîne yelûnekum mine’l- kuffâri velyecidû fîkum gilzah (gilzaten), va’lemû ennallâhe mea’l- MUTTAKÎN (muttakîne).: Ey iman edenler, inkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde “bir güç ve caydırıcılık” görsünler. Ve bilin ki gerçekten ALLAH takvâ sahibleriyle beraberdir.” (Tevbe 9/123)


MUTTAKÎLER CeNNet Vaad EdiLenLerdir.:

مَّثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ أُكُلُهَا دَآئِمٌ وِظِلُّهَا تِلْكَ عُقْبَى الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّعُقْبَى الْكَافِرِينَ النَّارُ
Resim---“Meselu’l- cennetilletî vuide’l- MUTTEKÛN (muttekûne), tecrî min tahtihe’l- enhâr (enhâru), ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbe’l- kâfirînen nâr (nâru).: Muttakîlere vaadolunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi daimî olan (bahçe) gibidir. İşte bu, takvâ sahiblerinin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.” (Rad 13/35)


GüZeL BiR ÂKiBet MUTTAKÎLerindir.:

أْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى
Resim---“Ve’mur ehleke bi’s- salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ (rızkan), nahnu nerzukuk (nerzukuke), ve’l- âkıbetu li’t- takvâ.: Ve ehline (ailene ve etrafındakilere) namazı emret ve onun üzerinde (namazda) sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz rızıklandırırız. Akibet (en güzel sonuç) takvâ sahiblerinindir.” (TâHâ /132)


Kur'ÂN-ı Kerîm ÂyetLeri TAKVÂya ULAŞmayı BİLdirmiştir.:

وَلَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ آيَاتٍ مُّبَيِّنَاتٍ وَمَثَلًا مِّنَ الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلِكُمْ وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---“Ve lekad enzelnâ ileykum âyâtin mubeyyinâtin ve meselen minellezîne halev min kablikum ve mev’izaten li’l- MUTTEKÎN (muttekîne).: Ve andolsun ki size, açıklanmış âyetler ve sizden önce geçmiş (nesillerden) örnek(ler) ve muttakîler (takvâ sahibleri) için öğütler (emirler) indirdik.” (Nûr 24/34)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

TAKVÂ.: Korkma, sakınma, ALLAH korkusuyla günahtan kaçınmakta, ALLAH'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik gösterme. ALLAH'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur'ÂNî bir terim.
MUTTAKÎ.: Bu şekilde titiz davranan insana, muttakî denir.

(Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fi Caribi'l-Kur'an, Mısır, 1961, s. 530).

Kur'ÂN-ı Kerîm'de TAKVÂ üç mertebede ifâde buyurulmuştur:

1-) Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korunmak.:


إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَأَنزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا أَحَقَّ بِهَا وَأَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
Resim---“İz cealellezîne keferû fî kulûbihimul hamiyyete hamiyyete’l- câhiliyyeti fe enzelallâhu sekînetehu alâ resûlihî ve ale’l- mû’minîne ve elzemehum kelimete’t- TAKVÂ ve kânû e hakka bihâ ve ehlehâ ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ (alîmen).: Kâfirler hamiyeti, cahiliye taassubunu kalblerine yerleştirince, ALLAH da Resûl'ünün ve mü'minlerin üzerine sekînetini indirdi. Ve TAKVÂ sözü onlara elzem oldu (hakettiler). Ve onu (takva sahibi olmayı), en çok onlar hak ettiler. Ve ona ehil (lâyık) oldular. Ve ALLAH, herşeyi en iyi bilendir.” (Fetih 48/26)

2-) Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek.:

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَى آمَنُواْ وَاتَّقَواْ لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاء وَالأَرْضِ وَلَكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذْنَاهُم بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
Resim---“Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi ve’l- ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).: O ülkenin halkı eğer inansalardı ve TAKVÂ sahibi olsalardı elbette onlara semadan ve yerden bereketler (bolluk) açardık. Fakat onlar yalanladılar. Böylece kazandıklarından dolayı onları aldık (cezalandırdık)." (A'râf 7/96)

3-) Bütün benliği ile ALLAH'a dönmek ve insanı ALLAH'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak.:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“FETTEKÛLLÂHe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humu’l- muflihûn (muflihûne).: Artık ALLAH'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) TAKVÂ sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir.”(Teğabun 64/16)

TAKVÂnın bu üç mertebesi Kur'ÂN-ı Kerîm’in bir âyetinde bir arada zikredilmiştir.:

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Leyse alellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav ve âmenû ve amilû’s- sâlihâti summettekav ve âmenû summETTEKAv ve ahsenû vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: İman edenler ve sâlih amel yapanlar (ıslâh edici amel, nefs tezkiyesi yapanlar) üzerine, TAKVÂ (1. TAKVÂ) sahibi olmadıkları zaman yediklerinden dolayı bir günah yoktur. İman edin ve amilûssâlihat yapın! Sonra da TAKVÂ sahibi olun (2. TAKVÂya ulaşın)! İman edin sonra da takvâ sahibi olun (3. TAKVÂya ulaşın) ve ahsen olun! ALLAH muhsinleri (AHSEN olanları, 4. TAKVÂya ulaşanları) sever.”(Mâide 5/93)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: “İhsÂN nedir?" şeklindeki bir soruya, "İhsÂN, ALLAH'ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O'nu görmüyorsan, şüphesiz O seni görmektedir" diyerek cevâb vermiştir..
(Buhâr İman, 37; Müslim, İman 57; Ebu Dâvud, Sünne, 16; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mace, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, 1, 27, II, 7)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem başka bir hadisiyle, burada söz konusu olan TAKVÂnın ikinci çeşidini şöyle açıklar.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Helâl belli. haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dinini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düsen, harama da düşer. Nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın harama düşme ihtimali de öylece vardır. Haberiniz olsun ki, her hükümdarın koruluğu vardır. ALLAH'ın korusu da haramlardır” buyurmuştur.
(Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107; Ebu Davûd, Büyû', 3; Tirmizî Büyû', 1; Neseî, Büyû', 2; İbn Mâce, Fiten, 14; Ahmed b. Hanbel, IV, 267)

Kur'ÂN-ı Kerîm'de TAKVÂyı över mahiyette daha çok âyet vardır. Bunlardan bazılarının meâli şöyledir:

فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
Resim---“Fe izâ belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin evfârikûhunne bi ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmû’ş- şehâdete lillâh (lillâhi), zâlikum yûazu bihî men kâne yû’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri), ve men yETTEKILLÂHe yec’al lehu mahrecâ(mahrecen).: Böylece onların (boşadığınız hanımlarınızın) bekleme süreleri tamamlandığı (iddetleri sona erdiği) zaman artık onları marufla (örfe uygun olarak güzellikle ve iyilikle) tutun (barındırın) veya ma'rufla onlardan ayrılın (onları iyilikle serbest bırakın). Ve sizden adalet sahibi iki kişi şâhidlik etsin (şâhid olsun). Şâhidliği ALLAH için yapın. ALLAH'a ve ahir güne (ALLAH'a ulaşma gününe) inanan kimseye işte bununla vaazedilir (böyle yapması istenir). Ve kim ALLAH'a karşı TAKVÂ sahibi olursa, (ALLAH) ona bir çıkış yeri nasib kılar.” (Talâk 65/2)

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib (yahtesibu), ve men yetevekkel alâllâhi fe huve hasbuh (hasbuhu), innallâhe bâligu emrih (emrihî), kad cealallâhu li kulli şey’in kadrâ (kadren).: Ve hesap etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim ALLAH'a tevekkül ederse, artık ona O (ALLAH) kâfidir. Muhakkak ki ALLAH, emrini (işini) yerine getirendir. ALLAH her şey için bir kader tâyin etmiştir.” (Talâk 65/3)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---“Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki ALLAH'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok TAKVÂ sahibi olanınızdır. Muhakkak ki ALLAH, en iyi bilen ve haberdâr olandır.” (Hucurât 49/13)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de, vedâ hutbesinde aynı durumu şöyle izâh etmiştir.: "Ey insanlar! RABBiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdemdensiniz ve Âdem de topraktandır. ALLAH'ın yanında en üstün olanınız TAKVÂsı en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak TAKVÂ iledir" buyurmuştur.
(Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutebi'l-Arab, Mısır 1962, I, 157)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Arabın Arab olmayana hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak TAKVÂ iledir" buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, V, 411)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH'a karşı TAKVÂ sahibi olmanızı tavsiye ederim." buyurmuştur.
(Ebu Davûd, Sünen, 5; Tirmiz, İlim, 16; Ahmed b. Hanbel, II, 325)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun ALLAH'a karşı duyduğu TAKVÂsıdır" buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, II, 392, 442)

Resim---Ebu Hureyre radiyallahu anhu'n naklettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Birbirinize hased etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı medh edip fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış verişi üzerine alış verişe girişmesin. Ey ALLAH'ın kulları! Birbirinizle kardeşler olunuz. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslüman'a zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. TAKVÂ işte budur!.”
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “
TAKVÂ işte budur."
sözünü üç defâ tekrarlamış ve her seferinde de eli ile göğsüne işâret etmiştir.
(Müslim, Birr, 32; Tirmiz, Birr, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 325)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem burada TAKVÂnın çok geniş bir mana ifâde ettiğini ve bunun da kalbe dayanan manevî bir duygu ile olduğunu ifâde etmiştir..

Resim---Ömer radiyallahu anhu da TAKVÂ için.: "Mü’minin keremi, TAKVÂsıdır!." buyurmuştur.
(Muvatta, Cihâd, 35)

TAKVÂ, ALLAHu zü’L- CELÂL’in inanan kulları için işâret buyurduğu bir toplanma ve yardımlaşma noktasıdır.:
ALLAHu zü’L- CELÂL =>Kur'ÂN-ı Kerîm'de.: “BİRR-İyilik ve TAKVÂda yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın" buyurarak TAKVÂnın İSLÂM DİNİ'ndeki yerini göstermiştir.:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَانًا وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواْ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَن صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَن تَعْتَدُواْ وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى وَلاَ تَعَاوَنُواْ عَلَى الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehra’l- harâme ve lâ’l- hedye ve lâ’l- kalâide ve lâ ammîne’l- beyte’l- harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum ani’l- mescidi’l- harâmi en ta’tedû, ve teâvenû ale’l- birri ve’t- TAKVÂ ve lâ teâvenû ale’l- ismi ve’l- udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdu’l- ıkâb (ıkâbi).: Ey iman edenler! ALLAH'ın (koyduğu) şeriat hükümlerine, Haram ay'a, (hediye olarak Kâbe'ye gönderilen) kurbanlıklara, gerdanlıklı (boyunları bağlı) kurbanlık develere, Rabb'lerinden bir fazl ve (O'nun) rızasını isteyerek, Beyt-el Haram'a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin.Ve ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram'dan alıkoymalarından (çevirmelerinden) dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. ALLAH'a karşı TAKVÂ sahibi olun. Muhakkak ki ALLAH ikâbı (azâbı) şiddetli olandır."(Mâide 5/2)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

ResimÂLEMLerin İNCİsi RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem..


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Takvâ sahibi bir kşmse için zenginliğin sakıncası yoktur (ama) takvâlı kimse için sağlık, zenginlikten gönül hoşluğu danimetlerden daha hayırlıdır.” buyurmuştur.
(İbn Hanbel, V, 372.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, minber üzerinde bulunduğu bir gün cemâattan birisi kalkarak.: “İnsanların en hayırlısı hangisidir?.” diye sorunca,
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “İnsanların en hayırlısı Kur'ÂN-ı Kerîmi en çok kouyan,en muttakî olan, iyiliği en çok emredip kötülükten en çok sakındıran ve akarabaalarına en çok ilgi gösterendir.”
buyurmuştur.

(İbn Mâce, Ticâret, 1; İbn Hanbel, VI, 432.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.’e insanların cennetegirmesine en çok vesile olan şeyin ne olduğu sorulduğunda Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH’a karşı takvâlı OLmak ve güzel ahlâk.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Birr, 62; İM4246 İbn Mâce, Zühd.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Süleym b.Câbir el Hüceymî’ye.: “ALLAH’a karşı takvâlı OL!. (Kuyudan” su çekmek isteyenin kabına kendi kabından su boşaltman, ya da kardeşinle güler yüzle konuşman dahil hiçbir iyiliği küçük görme!.” buyurmuştur.
(Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 403.)

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Resim---"Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ (rîşâen) ve libâsu’t- takvâ zâlike hayr (hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn (yezzekkerûne).: Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takvâ elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu ALLAH’ın âyetlerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.” (A’râf 7/26)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, kendisinden öğüt isteyen Süleym b.Câbir el Hüceymî’ye.: “Elbiseni yere sarkıtıp sürümekten sakın!. Çünkü bu kibirdendir ve ALLAH kibiri sevmez. Eğer bir kimse sende bildiği birkusurla seni ayıplarsa, sen onda bildiğin bir kusurla onu ayıplama, bırak onu yaptığının günahı ona sevâbı sana olsun. Hiçbir şeye sövme!.” buyurmuştur.
Süleym.: “Bundan sonra hiçbir hayvana veya insana sövmedim!.”
demiştir.

(İbn Mâce, Zühd, 24.)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).: Ey iman edenler! karşı “O’nun hak takvâsı” ile (bi hakkın takvâ, en üst derece takvâ ile) takvâ sahibi olun! Ve sakın siz, (ALLAH’a) teslim olmadan ölmeyin!” (Âl-i İmrân 3/102)

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Resim---"Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ (ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn (tehtedûne).: Ve hepiniz, ALLAH’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve ALLAH’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (ALLAH’ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte ALLAH, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidâyete erersiniz.” (Âl-i İmrân 3/103)

وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---"Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).: Sizin içinizden hayra davet eden (mürşidlerden) bir cemaat olsun ve mârufla emretsin, ve münkerden nehyetsin (men etsin). İşte onlar, onlar felâha erenlerdir.”
(Âl-i İmrân 3/104)


MuhaMMedî MuhaBBetLerimLe...

ResimKUL İHVÂNi
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

143- EL VÂRİSu celle celâluhu.:


Resim

Resim


EL VÂRİSu: Mahlûkatının yok olmasından sonra da bâki kalan (mülküne vâris olan). Bütün mahlükatını yok ettikten sonra bâkî ve dâimî olan ve küllî şey'in kendisine kesinlikle dönücü olduğu mutlak mîras sahibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..
MevCÛDatın İzâfî Zâtına, Fikrine-Düşüncesine ve Fiillerine Vâris ALLAHu zü’l- CELÂL..


Vâris İsmi, lügattaki anlamıyla “Veraset” kökünden türemiş olan el-Vâris İsmi=>El-HAKk, el HAYy, el-Bâki celle celâlihu İsimleriyle anlam münâsebeti vardır.
Ölümsüz Hayat Sahibi =>ZÂTı, Kuralları ve Ni’metleri Dâim OLan anlamlarına gelmektedir..

Vâris isminin ıstilâh/lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmalarımı ise.:
Vâris; ölümsüz, dâim ve kalıcı olandır.
Vâris; zâtı, sıfatları, kuralları ve ni’metleri dâim olandır.
Vâris; yeryüzünde ilk olan ve en son kalacak olandır.
Vâris; her şeyin ilk sahibi ve vârisidir..

Verese : Vâris olmak, ölenin malında hakkı olmak.
Vâris.:
Cenâb-ı HAKk'ın bir ismi. Mîrasçı. Kendisine mîras düşen. Mîrasa konan. Vefât eden birisinin maddî veya manevî mal ve mülkünde kullanmaya, tasarrufa salâhiyetli olan..
Vârisîn.: (Vârisûn) Vâris olanlar. Vârisler..
Mîrâs.: Mîras.
Virs.: Mîras..


Resim

VÂCiBü’L- VüCÛD OLan ALLAHu zü’l- CELÂL MâLikü’l- MüLk’tür.
KÜLLî ŞEYi Yaratıp, MevCÛD KILıp ve SONunda YerLe YeksÂN eden MutLak SÂHİBİdir..
O’nun Zâhir OLan Mülküne =>İnsÂNoğLu KULLuk İmtihÂNı gereği geçici bir zamÂN DiLiminde iğreti ve emâneten tasarruf yetkisiyle Sâhib OLur.
Kimi KULLar =>
MuhaMmedî ŞÛURa ULAŞır Emânet ve Kanaat içinde Hakk ve Hayrda sarf eder.
Kimi KULLarın Ham Aklı Nefsinin hevâ-Hevesini ateşLer =>
MuhaMmedî ŞÛUR Yoksunluğunu seçer Mala Hırs ve Tamah Bataklığında boğulur.
Mal ve Dünya için ÖLenLer ve ÖLdürenlerin sapıklıkları onlarla gider MaLları ise birilerine mirâs Kalır..


Benim oturmakta olduğum Maksem Osmanbey ÇIKmazındaki Çınar Apartmanının yerinde bir zamanlar Osman Beyin Köşkü ve tapusu varmış.. Şimdilerdeyse bir sürü tapular el değiştirip havalarda uçuyor.. Torunlarıysa kim BİLir nerelere gittiler zamÂN SELİnde!.

Oysa, ALLAHu zü’l- CELÂL, Kur'ÂN-ı Kerîminde;


كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---“Kullu nefsin zâikatu’l- mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâ’l- hâyâtu’d-dunyâ illâ metâu’l-gurûr (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ أَذًى كَثِيرًا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الأُمُورِ
Resim---“Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtû’l- kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ (kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmi’l- umûr(umûri).: Mallarınız ve canlarınız hususunda siz mutlaka imtihan olunacaksınız. Sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan elbette birçok incitici (sözler) duyacaksınız. Eğer siz sabrederseniz ve takvâsahibi olursanız, ki bu muhakkak, işlerin “âzim” olanlarındandır.” (Âl-i İmrân 3/186)

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---“İ’lemû enneme’l-hayâtu’d- dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fî’l-emvâli ve’l-evlâd (evlâdi), ke meseli gaysin a’cebe’l-kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ (hutâmen), ve fî’l-âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân (rıdvânun), ve me’l-hayâtu’d- dunyâ illâ metâu’l-gurûr (gurûri).: Dünya hayatının oyun, eğlence ve bir süs olduğunu bilin, aranızda bir övünme ve mal ve evlât çokluğudur. (Dünya hayatı), yağmurun bitirdiği, ekincinin hoşuna giden ekin gibidir. Bir süre sonra kurur, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da o çöp olur. Ahirette şiddetli azap, ALLAH'tan mağfiret ve ALLAH'ın rızası vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı metâ’dan başka bir şey değildir.” (Hadîd 57/20)

Resim

El Vâris celle celâlihu İSMİ Kur’ÂN-ı Kerîmde ALLAHu zü’l- CELÂL’e izâfeten;

وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Resim---“Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnu’l- vârisûn (vârisûne).: Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve vâris olanlar da Biziz.” (Hicr 15/23)

إِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْأَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَإِلَيْنَا يُرْجَعُونَ
Resim---“İnnâ nahnu nerisu’l- arda ve men aleyhâ ve ileynâ yurceûn (yurceûne).: Muhakkak ki BİZ, yeryüzüne ve onun üzerinde olan kimselere BİZ, vâris olacağız. Ve onlar, BİZ'e döndürülecekler.” (Meryem 19/40)

وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَعِيشَتَهَا فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَن مِّن بَعْدِهِمْ إِلَّا قَلِيلًا وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِثِينَ
Resim---“Ve kem ehleknâ min karyetin batırat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken min ba’dihim illâ kalîlâ (kalîlen), ve kunnâ NAHNU’L- VÂRİSÎN (vârisîne).: Ve azarak, mâişetlerine şükretmeyen nice ülkeyi helâk ettik. İşte bunlar, onların meskenleri, onlardan sonra (çok) az bir süre hariç, iskân edilmedi (oturulmadı). Ve BİZ, onların vârisleri, BİZiz.” (Kasas 28/58)

وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Resim---“Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayru’l- vârisîn (vârisîne).: Ve Hz. Zekeriyâ, RABBine (şöyle) nidâ etmişti.: “RABBim, beni tek başıma bırakma ve SEN, vârislerin en hayırlısısın.” (Enbiyâ 21/89)

وَمَا لَكُمْ أَلَّا تُنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلِلَّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ لَا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلًّا وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
Resim---“Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus’- semâvâti ve’l-ard (ardı), lâ yestevî minkum men enfeka min kabli’l-fethi ve kâtel (kâtele), ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen ve adallâhu’l- husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Ve size ne oluyor ki, ALLAH'ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mîrası ALLAH'ındır. İçinizden, fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte onlar, daha sonra (fetihten sonra) infâk eden ve savaşanlarla bir değildir, onlardan daha yüksek (azamî) derece sahibidirler. Ve ALLAH, hepsine hüsnâ'yı vaadetti. Ve ALLAH, yaptıklarınızdan en iyi haberdâr olandır.” (Hadîd 57/10)

Kur'ÂN-ı Kerîmde İnsÂNLara izâfeten;

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---“Ve’l-vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah (radâate), ve ale’l- mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bi’l-ma’rûf (ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve ale’l- vârisi mislu zâlik (zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri ma’rufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile, ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mîrasçının üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşâvere ederek (görüşerek) rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o takdirde onların ikisi üzerine bir günah yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (takdir ettiğiniz emzirme ücretini), marufla (örf ve âdete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve ALLAH'a karşı takvâ sahibi olun. ALLAH'ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!.” (Bakara 2/233)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ
Resim---“Ulâike humu’l- vârisûn (vârisûne).: İşte onlar, vâris olanlardır (mîrasın sâhibleridir).” (Mü'minun 23/10)

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
Resim---“Ve nurîdu en nemunne alellezînestud’ıfû fî’l- ardı ve nec’alehum eimmeten ve nec’alehumu’l- vârisîn (vârisîne).: Ve Biz, yeryüzünde güçsüz olanları ni'metlendirmek ve onları imamlar kılmak ve vârisler yapmak istiyoruz (istiyorduk).” (Kasas 28/5)

Resim

YüCe RABBimiz TeÂLâ =>Biz ÂdemoğLuna Tümm Esmâlarını AKLen YÜKLeyip Yeryüzüne Halifesi ve Emânetçisi olarak yaratmıştır.. SınırLı SORumLu KULLuk İmtihÂNında =>Hakkı ve Hayrı Tercih edip =>KeLâmuLLAHı DUYup RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem’e UYmayı ve =>O'nun verdiği mülk ve saltanatı O'nun rızasına uygun bir şekilde kullanmayı EMRetmiştir..

Biz =>Bu ÂLEMe VÂRİS değil, EMÂNETçiyiz.
Biz =>O ÂLEMde EMÂNETçi değil FİRDEVs CENNetine VÂRİSiyiz..


وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
Resim---“Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn (râûne)..: Yine Ve onlar (o mü’minler) ki, emânetlerine ve ahdlerine riâyet edenlerdir (uyanlar, sâdık olanlardır).” (Mü'minun 23/8)

وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Resim---“Vellezîne hum alâ salavâtihim yuhâfızûn (yuhâfızûne).: Ve onlar, salâvâtlarını (namazlarını) muhafaza edenler (devam ettirenler)dir.” (Mü'minun 23/9)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ
Resim---“Ulâike humu’l- vârisûn (vârisûne).: İşte onlar, vâris olanlardır (mîrasın sâhibleridir).” (Mü'minun 23/10)

الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Ellezîne yerisûne’l- firdevs (firdevse), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Onlar, Firdevs CeNNetine VÂRİS olacaklardır. Onlar, orada ebedî kalacaklardır.” (Mü'minun 23/11)

Merhâmet “RaHM" dendir.
Şefkât gösterme, acıma ve esirgemeyi içerir.

RABBu’l-ÂLeMîn celle celâluhu’nun Rahmeti, Rahmâniyyeti ve Rahîmiyyeti ma’lûmdur.
“RaHMetenli’l- ÂLEmîn” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemdir..
Biz ÜMMeti olarak ise, HAKk celle celâluhu’nun HALK-ına Merhâmete Me’mur OLuşumuzu, merhâmet göstermekle emredilmiş olduğumuzu anlamaya ve anlatmaya azmediyoruz..
Rahmetenli’l-Âlemin olan Muhammed aleyhi's-selâm merhâmetin yâni rahmetin ta kendisidir.
MuhaMMedî olarak biz ise; onun İZ-inde, SÖZ-ünde, AMEL-FİİLinde, AHLÂKında ve Hâlinde
İLEyiz, BİLEyiz ve VÂRİSiyiz!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


Resim

Hâdî-Hafîz-Hakem-Vâsi'-VÂRİS-VâLî-Cebbâr ALLAH celle celâluhu..
Vedûd-VekîL-VeLîyy-Lâtîf-Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH celle celâluhu..
Yâ Musavvir-Mutekebbir-Tevvâb-Vehhâb-Kahhâr ALLAH celle celâluhu..
Kâbıd-Hafîd-Mumîd-MuziLL-EvveL-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH celle celâluhu..


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet =>HABîBuLLAH'ımıza CÂNLarımızı CEM’ et!.
DÜNümüze =>KaBuL KILdığın TÖVBemizi,
GÜNümüze ===>KaBuL KILdığın RIZAmızı,
YARINımıza =>KaBuL KILdığın HAk ve HAYR DUÂMızı KALBLerimize İLHaM et!.

YARDıM Et!. ÖMRümüzün SONUnda BİZi => FİRDEVS CeNNetine vâris EyLe ve,
EBEDî KALacağımız SILÂmız KıL!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!.
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn!.
celle celâluhu!.




M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

144- EL VÂSİ'u celle celâluhu.:

Resim
Resim
EL VÂSİ'u : İlmi, merhameti, muhabbeti ve gınâsı/zenginliği tüm fakrları bürüyüp kapsayan. İhtiyacı olana vergisi bol olan. İlmi muhît, rızkı şâmil, rahmeti geniş olup mahlûkatını kaplayan ALLAH celle celâluhu... İlmiyle küllî şeyi kaplayıp kapsayan, her isteyene bol ihsânı olan, rahmeti her şeye şâmil, bütün mahlükâtına rızkını veren ALLAHu zü’l- CELÂL..

KuL =>El Vâsi'u ALLAH celle celâlihu’dan;
=>Edebi =>İLmi =>İrfÂNınca =ErkÂNınca,
=>Söz =>FiiL =>AhLâk =>HÂLLerinde,
=>Lâzımı ve Lâyıkınca GenişLik DiLer ve İkrâma Kavuşur..


KuL =>El Vâsi'u ALLAH celle celâlihu İsmini vird edinirse, ALLAH celle celâlihu o KuLuna her bakımdan GenişLik İhsÂN eder. GöRüşü GönLü GenişLer, Fikri, DÜŞÜNcesi GenişLer, Hayata BAKışı GenişLer, Rızkı GenişLer, MuhaBBeti GenişLer, DOStLuğu GenişLer, MERHAMeti GenişLer, YAPtığı DUÂLara İCÂBet GenişLer.

Vesea.: ALLAHu zü’l- CELÂL için, birinin rızkını genişletmek, bollaştırmak.
Vesaa.: Dar olmamak. İçine alıp sığdırmak. Câiz olmak. Gücü yetmek. İhata etmek. Kuşatmak.
Vâsi' (Vasia).: Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsân eden. İlmi cümle eşyâyı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan ALLAH celle celâlihu..

Vâsi' İsmi, lügat anlâmı olarak “Vesia” kelimesinden türemiştir..
El Vâsi' İsmi; sözlükte zenginlik, imkan, değerli olmak, güçlü ve kudretli olmak, ekonomik genişlik, her şeyi içine almak ve kuşatmak-kapsamak gibi anlamlara gelir..


El Vasi'u celle celâlihu İsmi, RABB’imizin el-Ğâniy celle celâlihu İsminden daha geniş ve daha umumîdir.

Vâsi' isminin ıstilâh/lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmalarımı ise.:
Vâsi'; ilmi, rahmeti, mağfiret ve kudreti her şeyi kapsayandır.
Vâsi'; zenginliği kullarının bütün ihtiyaçlarını gidermeye kâfi olandır.
Vâsi'; rızık hazineleri bütün mahlukatı rızıklandıracak kadar geniş olandır..


Resim

Kur’ÂN-ı Kerîm de 5 Fiil Sigasında, 9 İsim Sigası OLmak üzere 14 âyette geçer.:

FiiL Sigası İLe.:

وَحَآجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلاَ أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلاَّ أَن يَشَاء رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ
Resim---“Ve hâccehu kavmuh (kavmuhu), kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedân (hedâni), ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’â (şeyen), VESİA RABBî kulle şey’in ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn (tetezekkerûne).: Kavmi onunla çekişip tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle ALLAH konusunda çekişip tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak ALLAH'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. RABBim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?”(En’âm 6/80)

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ
Resim---“Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâALLAHu RABBunâ, VESİA RABBunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, RABBeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l- hakkı ve ente hayru’l- fâtihîn (fâtihîne).: “ALLAH'ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek ALLAH'a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve RABBimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. RABBimiz ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. ALLAH'a tevekkül ettik. RABBimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fatihlerin) en hayırlısısın.” (A’râf 7/89)

إِنَّمَا إِلَهُكُمُ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا
Resim---“İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ hûv (huve), VESİA kulle şey’in ilmâ (ilmen).: Sizin İLÂHınız sadece ALLAH'tır ki, O'ndan başka İlâh yoktur. İlim (ilmi) ile herşeyi kaplamıştır (kuşatmıştır).” (Tâ-Hâ 20/98)

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---“Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhıreti innâ hudnâ ileyk (ileyke), kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî VESİAt kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûne’z- zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: Bize bu dünyada ve ahirette (yevm'il âhirde, kıyâmet gününde, hayat gününde) haseneler (güzel ameller, derecat kazandıran ameller) yaz (pozitif derecelerimizi, negatif derecelerimizden daha çok kazandır). Gerçekten biz tövbe edip, Sana döndük. ALLAHû Tealâ, şöyle buyurdu: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Ve rahmetim herşeyi kuşattı. Böylece onu (haseneyi) takva sahiplerine ve zekâtı veren kimselere yazacağım. Ve onlar ki; onlar, âyetlerimize îmân ederler (mü'minlerdir).” (A’râf 7/156)

الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِهِ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَّحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذِينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبِيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ
Resim---“Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi RABBihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, RABBenâ VESİ’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbe’l- cahîm (cahîmi).: Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, RABBlerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "RABBimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru.” (Mü’min 40/7)

İSiM Sigası İLe.:

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe VÂSİun alîm (alîmun).: Ve doğu da ALLAH'ındır batı da. Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, ALLAH'ın Vechi (Zat'ı) işte oradadır. Muhakkak ki ALLAH Vâsi'dir (rahmeti ve lutfu geniştir, herşeyi ilmi ile kuşatandır).” (Bakara 2/115)

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bi’l- mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fî’l- ilmi vel cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Onların Peygamber'i onlara dedi ki: “Muhakkak ki ALLAH, sizin için melik olarak Talut'u beas etmişti (görevlendirmişti).” Dediler ki: “Bizim üzerimize onun melikliği nasıl olur? Melikliğe biz ondan daha çok hak sahibiyiz (daha çok lâyıkız). Ve de ona maldan bir genişlik (servetçe bolluk) verilmedi.”(Peygamber de) “Muhakkak ki ALLAH, onu sizin üzerinize (melik) seçti ve onun ilmini (bilgisini) ve cismini (kuvvetini) artırdı.î Ve ALLAH, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve ALLAH, VÂSİ'dir (rahmeti ve ilmi herşeyi ihata eder), ALÎM'dir (en iyi bilendir).” (Bakara 2/247)

مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh (habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Mallarını ALLAH yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir. ALLAH, dilediği kimse için (onun rızkını) kat kat artırıp verir. Ve ALLAH VÂSİ'dir, ALÎM'dir.” (Bakara 2/261)

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Eş şeytânu yeidukumu’l- fakra ve ye’murukumbi’l- fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ (fadlan), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Şeytan size fâkirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Ve ALLAH ise, size kendinden mağfiret ve fazl vaadediyor. ALLAH, VÂSİ'dir, ALÎM'dir.” (Bakara 2/268)

وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul inne’l- hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde RABBikum, kul innel fadla bi yedillâh (yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: "Dininize tâbi olmayana inanmayın!" De ki: "Hidâyet, Allâh hidâyetidir (hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sının hidâyeti esastır). Size verilenin bir benzeri de başka birine veriliyor diye ya da (verilenle) RABBinizin huzurunda size galip gelecekler diye mi muhalefetiniz?" De ki: "Muhakkak ki fazl Allâh elindedir, onu dilediğine verir. ALLAH, VÂSİ'dir, ALÎM'dir.” (Âl-i İmrân 3/73)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ (yeşâu) vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, ALLAH (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu', ALLAH yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, ALLAH'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. ALLAH (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Mâide 5/54)

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve enkihûl eyâmâ minkum ve’s- sâlihîne min ibâdikum ve imâikum, in yekûnû fukarâe yugnihimullâhu min fadlih (fadlihî), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Ve sizden eşi olmayan erkekleri ve kölelerinizden salih olanları ve eşi olmayan kadınlarınızı nikâhlayınız (evlendiriniz). Eğer onlar fakir iseler ALLAH onları fazlından gani (zengin) kılar. Ve ALLAH, VÂSİ'dir (ihsanı, ni'meti çok olandır), ALÎM'dir (en iyi bilendir).” (Nûr 24/32)

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim---“Ellezîne yectenibûne kebâire’l- ismi ve’l- fevâhışe illâ’l- lemem (lememe), inne RABBeke VÂSİu’l- magfireh (magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum mine’l- ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.: Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki RABBin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (ALLAH), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.” (Necm 53/32)

وَإِن يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّهُ كُلاًّ مِّن سَعَتِهِ وَكَانَ اللّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا
Resim---“Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatihî. Ve kânallahu VÂSİan hakîmâ (hakîmen).: Ve eğer ayrılırlarsa, ALLAH kendi genişliğinden (bol nimetinden rızık ve ihsanı ile) hepsini gani kılar (muhtaç etmez). Ve ALLAH, Vâsi'dir (rahmeti keremi geniştir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Nisâ 4/130)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

El VÂSi'u celle celâlihu İsmi,
=>Kur’ÂN-ı Kerîm'de ÂYEt SONLARında İKİLİ OLarak 7 Âyet-i Celîle’de,
el-ALîM celle celâlihu İsmiyLe Beraber Zikredilmiştir.:

EL VÂSİ'U'L-ALÎMU celle celâluhu :
Lûtfu geniş-bilici olan. (7 defa)

(Bakara 2/115, 247, 261, 268);
(Âl-i İmrân 3/73);(Mâide 5/54);( Nûr 24/32)..


وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innALLAHE VÂSİ’UN ALÎM(alîmun).: Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) ALLAH’ındır. Nereye dönerseniz ALLAH’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/115)

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bi’l- mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fî’l- ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vALLAHU VÂSİ’UN ALÎM (alîmun).: Peygamberleri onlara, “ALLAH, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar.: “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi.: “Şüphesiz ALLAH, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” ALLAH, mülkünü dilediğine verir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/247)

مَّثَلُ الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنبُلَةٍ مِّئَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh (habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vALLAHu VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Mallarını ALLAH yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. ALLAH, dilediğine kat kat verir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/261)

الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلاً وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Eş şeytânu yeidukumul fakra ve ye’murukumbi’l- fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ (fadlan), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. ALLAH ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/268)

وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul inne’l- hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde RABBikum, kul innel fadla bi yedillâh (yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: “Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki.: “Şüphesiz hidayet, ALLAH’ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya RABBinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?” De ki.: “Lütuf ALLAH’ın elindedir. Onu dilediğine verir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Âl-i İmrân 3/73)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâ’l- mu’minîne eizzetin alâ’l- kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ (yeşâu) vALLAHU VÂSİUN ALÎM(alîmun).: Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) ALLAH onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, ALLAH onları sever, onlar da ALLAH’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. ALLAH yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, ALLAH’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Mâide 5/54)

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve enkihû’l- eyâmâ minkum ves sâlihîne min ibâdikum ve imâikum, in yekûnû fukarâe yugnihimullâhu min fadlih (fadlihî), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve câriyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, ALLAH onları lütfuyla zenginleştirir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Nûr 24/32)

El VÂSi'u celle celâlihu İsmi, ALLAHu zü’l- CELÂL’in Lütfu ve Rahmeti çok geniş olan anlamında.:

وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul inne’l- hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde RABBikum, kul innel fadla bi yedillâh (yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: "Dininize tâbi olmayana inanmayın!" De ki: "Hidâyet, Allâh hidâyetidir (hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sının hidâyeti esastır). Size verilenin bir benzeri de başka birine veriliyor diye ya da (verilenle) RABBinizin huzurunda size galip gelecekler diye mi muhalefetiniz?" De ki: "Muhakkak ki fazl Allâh elindedir, onu dilediğine verir. ALLAH, VÂSİ'dir, ALÎM'dir.” (Âl-i İmrân 3/73)

Resim---Ebu Hüreyre radıyallahu anhu anlatıyor.: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "ALLAH celle celâlihu mahlukatın olmasına hükmettiği zaman -Müslim'in rivayetinde: "ALLAH celle celâlihu mahlükatı yarattığı zaman"- yanında bulunan, Arş'ın gerisindeki bir kitaba şunu yazdı.: "Muhakkak ki rahmetim gazabıma galebe çalmıştır."
Buharî nin bir diğer rivâyetinde.: "Rahmetim gazabıma galebe çaldı." denmiştir.
Buharî ve Müslim'in bir rivâyetlerinde: "(Rahmetim) gazabımı geçti." denmiştir.
(Buharî, Tevhid 15, 22, 28, 55, Bediü’l-Halk 1; Müslim, Tevbe 14, (2751); Tirmizî, Daavat 109, (3537))
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH celle celâlihu, mahlûkâtı yarattığı vakit, kendi nezdinde Arş’ın üstünde bulunan kitabına.: “Rahmetim gazabıma üstün geldi”
diye yazdı.

(Buhârî, Tevhid 15, 22, 28 55; Müslim, Tevbe, 14-16)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAHu zü’l- CELÂL.: “BEN mehametlilerin en merhametlisiyim. Bana hiçbir şeyi ortak koşmayanları cennetime koyun!.” buyurur ve bunun üzerine onlar cennete girerler.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 4.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Ben MuhaMMed’im, AhMed’im, (peygamberlerin izinden giden) Mukaffî’yim, (insanları etrafına toplayan) Hâşir’im, Tevbe Peygamberiyim, RAHMet Peygamberiyim." buyurmuştur.
(Müslim, Fedâil, 126.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben lânetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak RAHMEt olarak gönderildim.” buyurmuştur.
(Müslim, Birr, 87.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ey ALLAH’ım!. Ben kendime çok zulmettim, günahları ancak sen bağışlarsın. Mağfiretinle beni bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz SEN çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Daavât, 96.)

ALLAH celle celâlihu, fâkir olup da iffetlerini korumak için evlenenleri kendi lütfuyla zengin kılacaktır.:

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Ve enkihûl eyâmâ minkum ve’s- sâlihîne min ibâdikum ve imâikum, in yekûnû fukarâe yugnihimullâhu min fadlih (fadlihî), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Ve sizden eşi olmayan erkekleri ve kölelerinizden salih olanları ve eşi olmayan kadınlarınızı nikâhlayınız (evlendiriniz). Eğer onlar fakir iseler ALLAH onları fazlından gani (zengin) kılar. Ve ALLAH, VÂSİ'dir (ihsanı, ni'meti çok olandır), ALÎM'dir (en iyi bilendir).” (Nûr 24/32)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek, ALLAH üzerine bir haktır: ALLAH YOLUnda cihad eden kişi, bedelini verip kendisini hürriyetine kavuşturmak isteyen köle, namus ve iffetini muhafaza etmek düşüncesiyle evlenmek isteyen kimse.” buyurmuştur.
(Tirmizî;/Fezâilül Cihâd 20. İbni Mâce, Itk 3. Nesaî/Nikah 5.)

ALLAHu zü’l- CELÂL, bütün çabalarına rağmen evliliklerini yürütemeyen eşlere, boşandıkları zaman yardım edecektir. Onları birbirlerine muhtaç olmaktan kurtaracak ve lütfuyla her birini zengin kılacaktır.:

وَإِن يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّهُ كُلاًّ مِّن سَعَتِهِ وَكَانَ اللّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا
Resim---“Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatihî. Ve kânallahu VÂSİan hakîmâ (hakîmen).: Ve eğer ayrılırlarsa, ALLAH kendi genişliğinden (bol nimetinden rızık ve ihsanı ile) hepsini gani kılar (muhtaç etmez). Ve ALLAH, Vâsi'dir (rahmeti keremi geniştir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Nisâ 4/130)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in Mağfiretinin ve İhsâının bol olması, kâfirleri cezâlandırmasına engel değildir.:

فَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل رَّبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
Resim---“Fe in kezzebûke fe kul RABBukum zû rahmetin VÂSİ’Ah (vâsi’atin), ve lâ yureddu be’suhu ani’l- kavmi’l- mucrimîn (mucrimîne).: Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin RABBiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O'nun azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.” (Enâm 6/147)

ResimALLAHu zü’l- CELÂL’in;
Zâtı, SıfatLarı, FiiL ve İsimLeri MutLaktır. MutLak OLuşu, AkıLa sınırlandırılamaz oluşundandır.
Çeşitli âyetlerde ALLAHu zü’l- CELÂL’in; bu kuşatıcı ve mutlak geniş olan isim ve sıfatlarından ve El VÂSi'u celle celâlihu İsmi gibi örnekLer vardır.:


1-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in İLMi geniştir.:

وَحَآجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلاَ أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلاَّ أَن يَشَاء رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلاَ تَتَذَكَّرُونَ
Resim---“Ve hâccehu kavmuh (kavmuhu), kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedân (hedâni), ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’â (şeyen), VESİA RABBî kulle şey’in ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn (tetezekkerûne).: Kavmi onunla çekişip tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle ALLAH konusunda çekişip tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak ALLAH'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. RABBim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?”(En’âm 6/80)

قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا
Resim---“Kul lev kâne’l- bahru midâden li kelimâti RABBî le nefide’l- bahru kable en tenfede kelimâtu RABBî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ (mededen).: De ki: “Denizler, RABBimin kelimeleri için (kelimelerini yazmak için) mürekkep olsaydı ve onun bir mislini daha imdada (yardıma) getirmiş olsaydık bile, RABBimin kelimeleri bitmeden, denizler mutlaka tükenirdi.” (Kehf 18/109)

2-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in RAHMeti GENİŞtir.:

فَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل رَّبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
Resim---“Fe in kezzebûke fe kul RABBukum zû rahmetin VÂSİ’Ah (vâsi’atin), ve lâ yureddu be’suhu ani’l- kavmi’l- mucrimîn (mucrimîne).: Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin RABBiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O'nun azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.” (Enâm 6/147)

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---“Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhıreti innâ hudnâ ileyk (ileyke), kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî VESİAt kulle şey’(şey’in), fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûne’z- zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: Bize bu dünyada ve ahirette (yevm'il âhirde, kıyâmet gününde, hayat gününde) haseneler (güzel ameller, derecat kazandıran ameller) yaz (pozitif derecelerimizi, negatif derecelerimizden daha çok kazandır). Gerçekten biz tövbe edip, Sana döndük. ALLAHû Tealâ, şöyle buyurdu: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Ve rahmetim herşeyi kuşattı. Böylece onu (haseneyi) takva sahiplerine ve zekâtı veren kimselere yazacağım. Ve onlar ki; onlar, âyetlerimize îmân ederler (mü'minlerdir).” (A’râf 7/156)

3-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in MAĞFİReti GENİŞtir.:

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى
Resim---“Ellezîne yectenibûne kebâire’l- ismi ve’l- fevâhışe illâ’l- lemem (lememe), inne RABBeke VÂSİu’l- magfireh (magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum mine’l- ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.: Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki RABBin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (ALLAH), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.” (Necm 53/32)

4-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in MüLkü, İdâre ve Otoritesi GENİŞtir.:

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوَاْ أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehu’l- mulku aleynâ ve nahnu ehakku bi’l- mulki minhu ve lem yu’te seaten mine’l- mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fî’l- ilmi ve’l- cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vALLAHU VÂSİ’UN ALÎM (alîmun).: Peygamberleri onlara, “ALLAH, size Tâlût’u hükümdar olarak gönderdi” dedi. Onlar.: “O bizim üzerimize nasıl hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyığız. Ona zenginlik de verilmemiştir” dediler. Peygamberleri şöyle dedi.: “Şüphesiz ALLAH, onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı.” ALLAH, mülkünü dilediğine verir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/247)

5-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in FaZLı, LüTFü GENİŞtir.:

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve enkihû’l- eyâmâ minkum ves sâlihîne min ibâdikum ve imâikum, in yekûnû fukarâe yugnihimullâhu min fadlih (fadlihî), vALLAHU VÂSİUN ALÎM (alîmun).: Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve câriyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, ALLAH onları lütfuyla zenginleştirir. ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Nûr 24/32)

6-) ALLAHu zü’l- CELÂL’in Zâtı, Zaman ve Mekândan, SınırLıLıktan MüNeZzehtir. Anacak; Zaman, Mekân, Yön ve Ciheti ihata eder ve Her Şeyi KuŞaTıR.:

وَلِلّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَأَيْنَمَا تُوَلُّواْ فَثَمَّ وَجْهُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
Resim---"Ve lillâhi’l- meşriku ve’l- magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innALLAHE VÂSİ’UN ALÎM(alîmun).: Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) ALLAH’ındır. Nereye dönerseniz ALLAH’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz ALLAH, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir." (Bakara 2/115)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

145- EL VEDÛDu celle celâluhu.:


Resim

Resim

EL VEDÛDu celle celâluhu.: Çok SEVilen mevdûd, mâşuk... Ve dostlarını/velîyullah çok SEVen ve çok SEVilen ALLAH celle celâluhu...Sâlih kullarına SEVgi, rıza, rahmet ve ihsânı çok olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

El Vedd.: Dostluk. SEVgi, muhabbet.
Vedde.: SEVmek.
Tevedde.: SEVgi gösterişmek. SEVişmek.
Viddü.: SEVen. Âşık. Dosd. Dosdluk.
Vedâd.: Dostluk. SEVme. SEVgi.
Vidâd.: Dostluk. SEVmek. Muhabbet. Dost ve muhib. Her şeye muhabbeti olan..
Vudd.: Muhabbet, sevgi.
VÛD.: MuhaBbetin HaBbesi.
MuhaBbet.: Sevgi, sevme. Rûhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi..
MeVeDDet.: SEVgi. Muhabbat. Dostluk. Muhabbet etmek. Sevmek. Mektub. Kitab..


EL Vedûd ismi; “Vud” veya “Mevedde” kelimesinden türemiş SEVmek, temenni etmek, arzu etmek ve dilemek anlamlarına gelmektedir. Bu isim, mübalağa sıygasındadır. Yâni çok SEVen demektir. Aynı kelime hem İsm-i Fâil hem de İsm-i Meful olarak kullanılır.: ALLAHu zü’l- CELÂL hem kendisi kullarını çok SEVer hem de kulları tarafından çok SEVilir..

Vedûd; iman eden kullarını çok SEVendir.
Vedûd; iman eden kulları tarafından çok SEVilendir.
Vedûd; iman eden kulları için kalblerde SEVgiyi yaratandır.
Vedûd; güzel amelleri nedeniyle kullarından razı olan, onları öven ve onlara ihsânda bulunandır..

MuHABBet o ki =>Hevâ (düşüş) => VÛD (yerleşme) => HÛB (yeşerme) =>AŞKk (çiçeklenme-yANma)..
AŞK İŞLemi =>SEVen<-> SEViLen =>ARAsında ÖRTÜLÜdür..


وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
Resim---“Ve huve’l- gafûru’l- vedûd (vedûdu).: O, çok bağışlayan-örtendir, çok SEVendir.” (Burûc 85/14)

EL VEDÛDÜ celle celâluhu ZEVKİ.:

EL VEDÛDÜ celle celâluhu Esmâ TeCELLÎsinin Mazharına Lâyık olanlar =>HAKk celle celâluhu'nun HaLkına =>Hak, Hayr ve İyilik DİLEr. İlâhî AŞKk ESMÂsıdır. RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem'in =>Akvâline/i'tikad-inanç-nass-nakline =>A'mâline/sünnet-i seniyyesine =>AhLâkına ve =>HâLLerine kavuşup,
=>NûR-u MuhaMMed iLe AYDINLanarak TEKk GERçeği/Hakikat-i MuhaMMeddîyye'sini GÖRen, ANLAyan ve YAŞAyan ÂRİF =>KeMÂL BULunca bu ÖZELLik ve GÜZELLikLeri Derûnunda Dâim OLur. EL HAYyu'L-KAYYUMu celle celâluhu'nun MURADULLAH'ını ANLAr ve =>EMRULLAH'ını yaşar... Eş ŞEHîD ALLAH celle celâlihu’ya/İlâhî Aşka MAZHAR OLur. MuhaMMedî ÂŞIKLarın, AŞKk Esmâsı EL VEDÛDÜ celle celâluhu dur..

VEDÛD.: SEVen, SEVilen, SEVdiren, ZÂTına Mahsus ve NÛRundan yarattıklarına şefkat gösteren ve hayrını isteyen ALLAHu zü’l- CELÂL..

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi =>ZÂT’ından =>NÛRuna=>Netice Olaraka MuhaMMedî İstivâda/SEViyede, Manevî Haşyet, Hissî Zevk, NiYÂZ’a NÂZ Neşe, Dış SEVinç, İÇ AYDINLığı, EMNİyet DUYgusu İLâhî Şefkatin Şe’ÂNuLLAHta SÜNNetuLLAH OLarak TECELLîsidir. ULUHuhiYyet, Lütfünün, İhsânının ve Rahmetinin MURADuLLAH TECELLîsidir..

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi => Kuluna EMRettiği TEVHiDuLLAH’ı Sadakat ve Samîmiyyetle TERCİHinde vâdettiği =>Raziyyeten<->Merziyyeten ASLUna RÜCÛ’ RIZA BÂZÂRı FiiLLerini Yaratarak Hayra Yöneltmesidir..

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi =>Kuluna EMRettiği HILKıYyetin ÖZü=>RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellem AHLÂKını Fiilen YAŞAyarak
ÜZMe<=>ÜZÜLme<=>SEV<=>SEViL!. MuhaMMedî HAYyat TEVHİdini RESÛLî SEViyede HALk İÇİnde HAKkça Mahviyyetidir.. FENâ
da=>BEKâsıdır..

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi’nin =>LÂZımı ve LÂyıkı=>MuHABBEt-i RASÛLULLAH=>MUHABBEtuLLAHtır =>OLMazsa=>OLmazı!.


قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).: De ki: “Eğer siz ALLAH'ı seviyorsanız, o taktirde bana tâbi olunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve ALLAH "Gafûr"dur, "Rahîm"dir.” (Âl-i İmrân 3/31)

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi =>YARATtığı KÜLLî ŞEYy’e TEK-BİR OLan YARATANı HaZıR-NaZıR BİLerek Şefkât, SEVgi ve İyiLikLe Münâsebette BULunuş TECELLîsidir..

وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve (mallarınızı) ALLAH yolunda infâk edin (başkalarına verin)! Ve de kendi elinizle (kendinizi) tehlikeye atmayın! Ve ahsen olun! Muhakkak ki ALLAH, muhsinleri sever.” (Bakara 2/195)

الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Ellezîne yunfikûne fî’s- serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne ani’n- nâs (nâsi), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (ALLAH için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve ALLAH, muhsinleri sever.” (Âl-i İmrân 3/134)

فَآتَاهُمُ اللّهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الآخِرَةِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Fe âtâhumullâhu sevâbe’d- dunyâ ve husne sevâbi’l- âhireh (âhireti), vallâhu yuhibbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Böylece ALLAH, onlara dünya sevabını ve ahiret sevabınının en güzelini verdi. Ve ALLAH, muhsinleri sever.” (Âl-i İmrân 3/148)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet (kâsiyeten), yuharrifûne’l- kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bih(bihî), ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbu’l- muhsinîn (muhsinîne).: Misaklarını bozmaları sebebiyle biz de onları lânetledik, kalplerini de (kapkaranlık) yaptık. Onlar, kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (değiştirirler). Nasihat olundukları şeylerden nasiplerini almayı unuttular. Onlardan pek azı hariç, devamlı onların hainliklerine maruz kalırsın.Yine de onları affet ve hoşgör.Muhakkak ki ALLAH muhsinleri sever.” (Mâide 5/13)

فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh (aleyhi) innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Artık kim, yaptığı zulümden sonra tövbe ederse ve ıslâh olursa, o taktirde, muhakkak ki ALLAH onun tövbesini kabul eder. Muhakkak ki ALLAH, Gafûr'dur, Rahîm'dir.” (Mâide 5/39)

ALLAHu zü’l- CELÂL SEVgisi =>KULunun Bezm-i ELest’te verdiği RABB’ına KULLuk SÖZünün ERi, Kavi/Sağlam Takvâ Sâhiblerinedir.:

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---“Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbu’l- muttekîn (muttekîne).: Hayır, (öyle değil)! Kim (ALLAH ile olan) ahdini yerine getirir ve takva sâhibi olursa, o taktirde muhakkak ki ALLAH, takva sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân 3/76)

إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ ثُمَّ لَمْ يَنقُصُوكُمْ شَيْئًا وَلَمْ يُظَاهِرُواْ عَلَيْكُمْ أَحَدًا فَأَتِمُّواْ إِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ إِلَى مُدَّتِهِمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---“İllâllezîne âhedtum mine’l- muşrikîne summe lem yankusûkum şey'en ve lem yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innallâhe yuhıbbul muttekîn (muttekîne).: Müşriklerden ahd aldığınız kimselerden, sonradan sizden bir şey eksiltmeyenler ve size karşı birisiyle (hiç kimseyle) yardımlaşmayanlar müstesna. O taktirde onlara, onların müddetine kadar ahdlerini tamamlayın. Muhakkak ki ALLAH, takva sahiplerini sever.” (Tevbe 9/4)

كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكِينَ عَهْدٌ عِندَ اللّهِ وَعِندَ رَسُولِهِ إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ فَمَا اسْتَقَامُواْ لَكُمْ فَاسْتَقِيمُواْ لَهُمْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---“Keyfe yekûnu li’l- muşrikîne ahdun indallâhi ve inde resûlihî illâllezîne âhedtum inde’l- mescidil harâm (harâmi), fe mâstekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbu’l- muttekîn (muttekîne).: ALLAH'ın ve O'nun resûlünün yanında müşriklerin nasıl bir ahdi olur? Mescid-i Haram yanında ahd aldığınız kimseler müstesna. Artık sizin için ikâme ettikleri şeyde (ahdlerini tutarlarsa) siz de onlar için ikâme edin (ahdinizi yerine getirin). Muhakkak ki ALLAH; takva sahiplerini sever.” (Tevbe 9/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
celle celâlihu..

YARATtığı KÜLLî ŞEYy’e TEK-BİR OLan YARATANı HaZıR-NaZıR BİLerek Şefkât, SEVgi ve İyiLikLe Münâsebette BULunuş TECELLîsidir..

ALLAHu zü’l- CELÂL’in SEVgisi =>KaDERini YAŞArken ZÂT’ını VeKîL Kabul eden MütevekkiL KULLarınadır.:


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr (emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a tevekkül et. Muhakkak ki ALLAH, tevekkül edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in SEVgisi =>Her Türlü İLâHî İmtihÂN ve Musibetler Karşısında SabırLı OLAN KULLarınadır.:

وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُواْ لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُواْ وَمَا اسْتَكَانُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
Resim---“Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr (kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbu’s- sâbirîn (sâbirîne).: Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, ALLAH yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. ALLAH, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in SEVgisi =>TEVBEedip Maddî, Manevî Temizlenen KULLarınadır.:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
Resim---“Ve yes’elûneke ani’l- mahîd (mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fî’l- mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn (yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh (emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbu’t- tevvâbîne ve yuhibbu’l- mutetahhirîn (mutetahhirîne).: Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, ALLAH'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz ALLAH, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara 2/222)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in SEVgisi =>EL ÂDiL OLan ALLAH celle celâlihu’nun KuLLarına âdiL OLan KULLarınadır.:

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Semmâûne lil kezibi ekkâlûne li’s- suht (suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â (şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bi’l- kıst (kıstı) innallâhe yuhıbbu’l- muksıtîn (muksıtîne).: Yalan söylemek için dinleyenler, çok haram yiyenler, sonra da (Tevrat'ın hükmüne razı olmayıp) eğer sana gelirlerse, o taktirde onların arasında hüküm ver veya onlardan yüz çevir. Ve eğer, onlardan yüz çevirecek olursan artık sana asla (hiç) bir şeyle zarar veremezler. Ve şayet, aralarında hükmedecek olursan, o taktirde adalet ile hükmet. Muhakkak ki ALLAH muksıtîn (âdil) olanları sever.” (Mâide 5/42)

وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Ve in tâifetâni mine’l- mû’mînînektetelû fe aslihû beyne humâ, fe in begat ihdâhumâ ale’l- uhrâ fe kâtilûlletî tebgî hattâ tefîe ilâ emrillâh (emrillâhi), fe in fâet fe aslihû beynehumâ bi’l- adli ve aksitû, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: Ve eğer mü'minlerden iki grup savaşırlarsa, o zaman ikisinin arasını düzeltin. Fakat, eğer ikisinden biri diğerine saldırırsa, o taktirde saldıran grupla ALLAH'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Bundan sonra eğer dönerse, böylece ikisinin arasını adaletle düzeltin, (onlara) adil davranın (diğerine zulmetmeyin). Muhakkak ki ALLAH, adaletle davrananları sever.” (Hucurât 49/9)

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ
Resim---“Lâ yenhâkumullâhu anillezîne lem yukâtilûkum fî’d- dîni ve lem yuhricûkum min diyârikum en teberrûhum ve tuksitû ileyhim, innallâhe yuhıbbu’l- muksitîn (muksitîne).: ALLAH, dîn konusunda sizinle savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış olan kimselere iyilik etmenizden ve onlara adaletle davranmanızdan sizi nehyetmez (yasaklamaz). Muhakkak ki ALLAH, adaletli olanları (adaletle davrananları) sever.” (Mümtehine 60/8)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in SEVgisi =>MuhaMMedî Merhamet SâhibLerine TeceLLîsi Yaratır.:

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمَنُ وُدًّا
Resim---“İnnellezîne âmenû ve amilu’s- sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu vuddâ (vudden).: İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan ALLAH, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 19/96)

أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي
Resim---“Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhi’l- yemmu bi’s- sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh (lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.: (Onu sandığa koymasını, sonra onu denize (Nil Nehri'ne) bırakmasını (vahyetmiştik). Böylece deniz, onu sahile atsın, Benim ve onun düşmanı, onu alsın. Ve gözümün önünde (korumam altında) yetiştirilmen için sana, Kendimden muhabbet (sevgi) verdim.” (Tâ-Hâ 20/39)

وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ
Resim---“Va’lemû enne fîkum resûlallâh (resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin mine’l- emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumu’l- îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumu’l- kufre ve’l- fusûka ve’l- isyân (isyâne), ulâike humu’r- râşidûn (râşidûne).: Ve aranızda ALLAH'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat ALLAH, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.” (Hucurât 49/7)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve min âyâtihî en halaka lekum min enfusikum ezvâcen li teskunû ileyhâ ve ceale beynekum MEVEDDEten ve rahmeh (rahmeten), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Onda “sükun bulup durulmanız” için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir SEVGİ ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rûm 30/21)

Resim

Kur’ÂN-ı Kerîmde El VEDÛD ismi, iki kere isim sigası ile geçmektedir.:

وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ
Resim---“Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne RABBî RAHÎMun VEDÛD(vedûdun).: "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim RABBim, ESİRGEYENdir, SEVENdir.” (Hûd 11/90)

وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ
Resim---“Ve huve’-l GAFÛRu’l- VEDÛD (vedûdu).: Ve O, GAFÛR'dur (mağfiret edendir), VEDÛD'dur (çok sevendir).” (Burûc 85/14)

Resim

RESÛLULLAH sallallahu aleyhi vesellemde MeVeDDet-MuhaBBet.:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Davûd aleyhisselâm şöyle duâ ederdi: "Ey RABBim! SENin SEVgini bana canımdan, kulağımdan, gözümden, âilemden ve buz gibi soğuk sudan daha SEVimli kıl.” buyurmuştur.
(Kitabu’z-Zühd, Ahmed bin Hanbel 364.)

Resim---Enes bin Malik radiyallahu anhu.: “Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e gelerek.: “Yâ Resûlullah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Rasûlullah da: “Sen kıyamet için ne hazırladın?” diye sordu.
Adam da.: “Bir hazırlığım yok. Ama ben ALLAH ve RASÛLÜnü SEViyorum!.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Kişi SEVdiğiyle beraberdir!."
buyurdu.
(Enes bin Malik radiyallahu anhu der ki: “İslam’dan sonra en çok Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in.: “Kişi SEVdiğiyle beraberdir” buyurduğu sözüne SEVindik.” demiştir.)

(Buharî, Edeb 113; Müslim, Birr 164.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Gerçekten yüce ALLAH kıyamet günü şöyle buyuracaktır.: “Birbirlerini BEN’im sonsuz büyüklüğüm adına SEVenler bugün neredeler? Ben’im sâhib olduğum gölgemden başka hiçbir gölgenin olmadığı bu günde onları BEN bu gölgelerde gölgelendireceğim.” buyurmuştur.
(Darimî, Kitabu‟r-Rikak 2760.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Şüphesiz ALLAH şöyle buyurmuştur.:
“Kim BENİM dostuma düşmanlık yaparsa, BEN de ona harb ilan ederim. Kulum BANA en güzel, kendisine farz kıldığım şeyleri yerine getirerek yaklaşır. Bundan sonra farzların dışındaki Nâfilelerle sürekli BANA yaklaşmaya devâm eder. Sonunda BEN onu SEVerim. Onu SEVdiğimde ise, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. BENden bir şey isterse, istediğini kendisine veririm. Bir şeyden BANA sığınırsa, sığındığı şeyden onu korurum. Mü’min kulumun canını almak dışında yapacağım hiçbir işte tereddüt etmedim. Çünkü kulum ölümden hoşlanmıyor, BEN de onun haşlanmadığı şeyi istemiyorum.” buyurmuştur.
(Buharî, Öğütler 2114.)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim
BİZ BİR-İZzz!.

Kâbıd - Hafîd-Mümîd-Müzill-Evvel-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
Hâdî - Hafîz - Hakem - Vâsi' - Vâris - Vâlî - Cebbâr ALLAH!.
Vedûd - Vekîl - Velîyy - Lâtîf -Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Musavvir - Mütekebbir - Tevvâb - Vehhâb - Kahhâr ALLAH!.
celle celâluhu..


ZEVK 3052

==>VEDÛD'un AŞşk FıRtıNası==>SİLdi SÜPÜRdü İÇİMi!.
==>KaLBimi KIRka KATLadı==>TOPLAdı DÜRdü İÇİMi!.
YEDi YERden DELdi BAĞRım=>YEDi DİLLi DüDük Etti!.
NÂZ-NİYÂZda NEY’e DÖNdüm?. ALdı GÖTÜRdü İÇİMi!!!!.


29.11.2007 18:43
a n t a l y a..


Resim

KUL İHVÂNİ VEDÛD DUÂSI ŞERHİ.:

VeDûD! VeDûD ALLAH celle celâluhu!
Zel- ARŞiL- MeCîD ALLAH celle celâluhu!
MüBDî!. MU’iD!. FeaaLün limâ yürid ALLAH celle celâluhu!
Eselüke bi nuri Vechike
l-lezi melee Erkâne Arşike ve,
Es
eLüke bi-Kudretikel-leti kadderte biha haLkake ve bî Rahmetike-LLeti vesiat küLLe Şeyyin.
Lâ İLâHe İLLâ Ente!.
MUGîS ALLAH celle celâluhu Eğisni!.
MUGîS ALLAH celle celâluhu Eğisni!.
MUGîS ALLAH celle celâluhu Eğisni!.



Ey VeDûD! Ey VeDûD ALLAH celle celâluhu!.:

Resim
El Vedûdü : Çok SEVilen mevdûd, mâşuk... Ve dostlarını (velîyullah) çok SEVen ve çok SEVilen ALLAH (celle celâluhu)...Salih kullarına SEVgi, rıza, rahmet ve ihsanı çok olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…

Ey ARŞın Sâhibi El MeCîD ALLAH celle celâluhu!.:

Resim
El Mecîdü : Şerefli, şanlı ve azametli olan. Keremi bol olan... Mutlak şerefli, asîl ve zâten ve câvidane cömert olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…
"Cûd" un kaynağı ve sâhibi oluşuyla Mâcid, Halkına ikramı yönüyle de Mecîd olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL…


Ey MüBDîu’ Ey MU’İDu! Ey Muradullahta İrade edip dilediğini yapan ALLAH celle celâluhu!.:

Resim
El Mübdiü : Yok iken ilk defa ortaya koyan, icâd eden, yaratan.
Zâtınınibtidası ve ilki olmayan. Halkını eşsiz ve örneksiz olarak ortaya çıkarıp aşikâr kılan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.


Resim
El Muîdü : Mahlûkatını hayattan sonra ölüme, ölümden sonra dirilmeye iâde eden ve tekrar yaratan... Halkettiği maklükâtını ilk hâllerine iade gücü olan ALLAHU ZÜ'L-CELÂL.

ErkÂNın-Rükünlerin-Temel Esaslar- Sünnetullahınla, Yüce Arşını dolduran VECHinin - ZâTına Mahsus ZÂTının NÛRuyla İsterim,Ve Halkettiğin HALKının Kaderlerini de Yaratan Kudretullah kadrinle isterim,Ve Küllî ŞEY’i yutan-kuşatan RAHMetinle isterim-dilerim-dua ederim!
SENden başka İLâH yoktur!
Ey Mugîs-Yardım eden, yardıma koşan, Meded edici. Muîn-Yardımcı, Muâvin, İâne eden ALLAH celle celâluhu!
Ey Mugîs-Yardım eden, yardıma koşan, Meded edici. Muîn-Yardımcı, Muâvin, İâne eden ALLAH celle celâluhu!
Ey Mugîs-Yardım eden, yardıma koşan, Meded edici. Muîn-Yardımcı, Muâvin, İâne eden ALLAH celle celâluhu!.

Âmin!.
Yâ RABBenâ
celle celâluhu!
Yâ Latîf! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Kerîm! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Rahîm! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Vedûd! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Fettah! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Gaffâr! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Settâr! ALLAH celle celâluhu!
Yâ Sabûr! ALLAH celle celâluhu!..


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'l- ÜMMîyyi ve alâ âlihi, EHL-i BEYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi... İnşâllahurahmân

Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Rahîm Yâ Vedûd ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Fettâh Yâ Gaffâr ALLAH celle celâluhu!
Âmin Yâ Settâr Yâ ALLAH ALLAH celle celâluhu!..

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn
ALLAH celle celâluhu

Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

KUL İHVÂNİ
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

146- EL VEHHÂBu celle celâluhu.:


Resim


Resim

El VEHHÂBu celle celâluhu.: Karşılıksız, bedelsiz çok çok hibe eden, çok ihsÂN eden ve bağışlayan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Vehb.: Hibe. Bağış. Vergi.
Vehbî.: Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp ALLAH celle celâlihu'nun lütfu ile olan..
Vehebe.: Karşılıksız vermek. Hibe etmek. Bağışlamak. Tahsis etmek.
Vâhebe.: Hibe etmede birine üstün gelmek.
Vâhib.: (Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsân eden, hibe eden.
Vehhâb.: el Vâhib ismi fâilinin mübalağa kipidir..

VEHHÂB.: Karşılıksız vermek, bağışlamak mânâsına gelen hibe “vehebe” kökünden türemiş oLup.: “Çok çok ihsân edip bağışlayan, karşılık beklemeden bol bol veren, mal gibi, evlâd gibi, makam mevkii gibi, sıhhat gibi, ilim-irfân gibi, rahmet-bereket gibi, SEVgi-saygı-merhamet gibi her türlü maddî ve manevî değerleri insanlara, karşılıksız olarak bol bol bağışlayan hibe eden” şeklinde târif edilir..

EL VEHHÂB celle celâlihu, ALLAHu zü’L- CELÂL’in Çokluk bildiren bir ismi şerifiidr. Fiilî sıfatlardandır..
Vehhâb =>Hastalara şifâ, dertlilere devâ verendir.
Vehhâb =>Çocuğu olmayanlara çocuk verendir.
Vehhâb =>Yolunu kaybedenlere hidâyet eden, yol gösterendir.
Vehhâb =>Mubalağa ve devâmlılık ifâde eder. ALLAHu zü’L- CELÂL’in kullarına karşılıksız bir şekilde, sürekli bağışta bulunması bugüne kadar devâm etmiştir, bundan sonra da devâm edecektir..

EL VEHHÂB celle celâlihu İsm-i Şerifi, Tirmizî, İbni Mâce ve İbni Hacer el-Askalanî 'nin Listelerindeki 100 Esmâü'l-Hüsnâ içinde yer almaktadır.
EL VEHHÂB celle celâlihu İsm-i Şerifinin, El Râzık ve el Rezzâk, El Mugnî, El Mukît, El Nâfî’ celle celâlihu isimleriyle anlam yakınlığı vardır..

Kur'ÂN-ı Kerîmde hibe kökünden türemiş değişik sigalarla kullanılmış 25 kelime olarak çeşitli âyetler içinde kullanılmıştır..
Bunlardan ALLAH celle celâlihu’ya izâfeten;

El VEHHÂB celle celâlihu ismi, ALLAHu zü’L- CELÂL’in ismi olarak Kur'ÂN-ı Kerîmde 3 Âyet-i Celîlede zikredilmiştir.:

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Resim---“RABBenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh (rahmeten), inneke ente’l- VEHHÂB (vehhâbu).: RABBimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi saptırma. Senin katından bize vehbî olarak rahmet bağışla. Muhakkak ki sen, VEHHÂB'sın (vehbî olarak bağışlayansın).” (Âl-i İmrân 3/8)

أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَزِيزِ الْوَهَّابِ
Resim---“Em indehum hazâinu rahmeti RABBike’l- azîzi’l- VEHHÂB (vehhâbi).: Yoksa AZÎZ (yüce) ve VEHHÂB (çok bağışlayıcı ve lütufkâr) olan RABBinin rahmet hazineleri onların yanında mı?” (Sâd 38/9)

الَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
Resim---“Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke ente’l- VEHHÂB (vehhâbu).: (Süleymân aleyhisselâm).: "RABBim, beni mağfiret et. Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir mülk bağışla (hediye et). Muhakkak ki Sen, Sen VEHHÂB'sın (çok bağışlayıcısın)." dedi.” (Sâd 38/35)

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Vehebe” OLarak.:

الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء
Resim---“Elhamdulillâhillezî VEHEBE lî ale’l- kiberi ismâîle ve ishâk (ishâka), inne rabbî le semîud duâ (duâi).: Hamd, ihtiyarlık halinde bana İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a mahsustur. Muhakkak ki; benim Rabbim, duayı mutlaka işitendir.” (İbrâhim 14/39)

فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
Resim---“Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe VEHEBE lî RABBî hukmen ve cealenî mine’l- murselîn (murselîne).: O zaman sizden korktuğumdan dolayı kaçtım. Fakat RABBim, bana hikmet bağışladı. Ve beni, mürselinlerden (gönderilen elçilerden) kıldı.” (Şuarâ 26/21)

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk (meâke), vemreeten mu’mineten in VEHEBEt nefsehâ li’n- nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûni’l- mu’minîn (mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke haraç (haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ (rahîmen).: Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, ecirlerini (mehirlerini) verdiğin zevcelerini ve elinin (altında) malik olduğun, ALLAH'ın GANİMET olarak sana verdiği (câriyelerini) helâl kıldık. Ve seninle beraber hicret eden amcanın kızları, halanın kızları, dayının kızları, teyzenin kızları ve nefsini Nebî (Peygamber) için hibe eden ve Nebî'nin (Peygamber'in) de onu almak istediği mü'min kadınları, (diğer) mü'minler hariç, sana özel olarak (helâl kıldık). Onlara (diğer mü'minlere) zevceleri ve ellerinin (altında) malik oldukları (câriyeleri) konusunda neyi farz kıldık, Biz biliriz. (Bu), senin üzerine bir zorluk olmaması içindir. Ve Allah, Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (Rahîm esmasıyla tecelli eden).” (Ahzâb 33/50)

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Vehebnâ” OLarak.:

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ كُلاًّ هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehû ishâka ve ya’kûb (ya’kûbe), kullen hedeynâ ve nûhâ (nûhan) hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn (hârûne) ve kezâlike neczî’l- muhsinîn (muhsinîne).: Ve ona İshak (aleyhisselâm) ve Yâkub (aleyhisselâm)'ı bağışladık. Hepsini hidayete erdirdik. Ve daha önce Nûh (aleyhisselâm)'ı hidayete erdirdik ve onun zürriyetinden Davûd (aleyhisselâm), Süleyman (aleyhisselâm) , Eyyûb (aleyhisselâm), Yûsuf (aleyhisselâm), Musâ(aleyhisselâm) ve Harûn (aleyhisselâm)'ı da hidayete erdirdik. Ve işte böylece, muhsinleri mükâfatlandırırız.” (En'âm 6/84)

فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا
Resim---“Fe lemmâ’tezelehum ve mâ ya’budûne min dûnillâhi VEHEBNÂ lehû ishâka ve ya’kûb (ya’kûbe) ve kullen cealnâ nebiyyâ (nebiyyen).: Böylece onlardan ve onların ALLAH'tan başka kul olduğu şeylerden, ayrıldığı zaman ona, İshâk ve Yâkub'u hibe ettik (o istemeden bahşettik). Ve hepsini, Nebî (Peygamber) kıldık.” (Meryem 19/49)

وَوَهَبْنَا لَهُم مِّن رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehum min rahmetinâ ve cealnâ lehum lisâne sıdkın aliyyâ (aliyyen).: Ve onlara, rahmetimizden bahşettik (karşılıksız verdik). Ve onları (Hz. İbrâhîm ve oğullarını), (bütün) dillerde (lisânlarda) sâdık ve âlî (üstün, yüce) kıldık.” (Meryem 19/50)

وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ هَارُونَ نَبِيًّا
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehu min rahmetinâ ehâhu hârûne nebiyyâ (nebiyyen).: Ve ona, rahmetimizden kardeşi Harûn (aleyhisselâm)'ı Nebî (Peygamber) olarak bahşettik.” (Meryem 19/53)

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehu ishâk (ishâka), ve ya’kûbe nâfileh (nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn (sâlihîne).: Ve ona, İshâk (aleyhisselâm)'ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (aleyhisselâm)'ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve hepsini sâlihler kıldık.” (Enbiyâ 21/72)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ
Resim---“Festecebnâ leh (lehu), ve VEHEBNÂ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevceh (zevcehu), innehum kânû yusâriûne fi’l- hayrâti ve yed’ûnenâ regaben ve rehebâ (reheben), ve kânû lenâ hâşiîn (hâşiîne).: Bunun üzerine ona icâbet ettik (duâsını kabul ettik). Ve ona, Yahyâ (aleyhisselâm)'ı hibe (armağan) ettik. Ve onun için, zevcesini de ıslâh ettik (çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar, hayırlarda yarışırlardı. Ve Bize, rağbet ederek ve korkarak duâ ederlerdi. Ve onlar, Bize huşû’ duyanlardı.” (Enbiyâ 21/90)

وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَآتَيْنَاهُ أَجْرَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete ve’l- kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fî’d- dunyâ, ve innehu fî’l- âhıreti le mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Ve Biz O'na İshâk'ı, Yâkub'u vehbî olarak verdik. O'nun zürriyetine peygamberlik ve kitab verdik. Dünyada O'nun ücretini verdik. O, ahirette şüphesiz sâlihlerden olacaktır.” (Ankebût 29/27)

وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ نِعْمَ الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ
Resim---“Ve VEHEBNÂ li dâvûde suleymân (suleymâne), ni’me’l- abd (abdu), innehû evvâb (evvâbun).: Ve Dâvud (aleyhisselâm)'a oğlu Süleymân'ı, armağan ettik. Ne güzel kul. Muhakkak ki o evvâbdı (ALLAH'a ulaşmıştı).” (Sâd 38/30)

وَوَهَبْنَا لَهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُم مَّعَهُمْ رَحْمَةً مِّنَّا وَذِكْرَى لِأُوْلِي الْأَلْبَابِ
Resim---“Ve VEHEBNÂ lehû ehlehu ve mislehum meahum rahmeten minnâ ve zikrâ li ûlî’l- elbâb (elbâbi).: Ve Bizden bir rahmet ve ulû’l- elbâba/olgun akıl sahiblerine zikir olarak, ona âilesini ve onlarla beraber bir mislini daha bağışladık.” (Sâd 38/43)

Kur'ÂN-ı Kerîmde “Yehebü” OLarak.:

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yahluku mâ yeşâu, YEHEBU li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâu’z- zukûr (zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü ALLAH'ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediğine kız (çocuk) ve dilediğine erkek (çocuk) bağışlar.” (Şûrâ 42/49)

أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَن يَشَاء عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ
Resim---“Ev yuzevvicuhum zukrânen ve inâsâ (inâsen), ve yec’alu men yeşâu akîmâ (akîmen), innehu alîmun kadîr (kadîrun).: Veyâ hem kız hem erkek olarak ikisini de verir. Ve dilediği kimseyi kısır kılar. Muhakkak ki o, ALÎM'dir (en iyi bilen), KAADİR'dir (herşeye gücü yeten).” (Şûrâ 42/50)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

EL VEHHÂBÜ celle celâluhu ZEVKİ.:

EL VEHHÂBÜ celle celâluhu zevkine eren MuhaMMedî Mü’minler, tüm sistemini, kendi şahsına ait canı bile olmayan insanoğluna hibe edenin El VEHHÂBü celle celâluhu olduğunu anlar. Hibe (maddî-mânevî) ni'metini HAKk celle celâluhu'nun halkına HÂLİK celle celâluhu rizâsı için hibe eder. HAKk'tan, HAKk'a hibe (bağış) yolu olur. Gerçek CEVÂD (cömert) ve VEHHÂB (hibe eden) olarak RABB'ısını bilir. Asl olan ALLAH TeALÂ'dır. Ârif-i Billâh o kimse ki cenneti bile, RABB'ine ulaşmakta (sıla da) vasıta ve vesile bilir. "Selâmün kavlen mi'r RABBi'r Rahîm.: Onlara merhametli RABB'in söylediği selâm vardır..." sesindedir kulağı ve kalbî!. ALLAH TeALÂ'ya sırf ALLAH celle celâluhu'nun rizâsı için ibâdet eder. İbâdetin dahi silâ vesilesi oluşu şuûruyla vuslat hazzı içinde hayatı yaşar..


هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء
Resim---“Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh (rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh (tayyibeten), inneke semîu’d- duâ’(duâi).: Zekeriyyâ (aleyhisselâm), işte orada RABBine duâ etti.: "RABBim, bana SENin katından temiz bir nesil bağışla, muhakkak ki SEN duâyı en iyi işitensin" dedi.” (Âl-i İmrân 3/38)

وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَامًا
Resim---“Vellezîne yekûlûne RABBenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrete a’yunin vec’alnâ li’l- muttekîne imâmâ (imâmen).: Ve onlar.: “RABBimiz, eşlerimizden ve zürriyyetimizden bize göz aydınlığı bağışla ve bizi muttakîlere (takvâ sahiblerine) imam kıl.” derler.” (Furkân 25/74)

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Resim---“RABBi heb lî hukmen ve elhıknî bi’s- sâlihîn (sâlihîne).: RABB'im bana hikmet bağışla ve beni sâlihlere dahil et.” (Şu’arâ 26/83)

SübhÂNe RABBiye’l- ALİYyi’l- A’le’l- VEHHÂB!.
Bizim için yaratmakat olduğun ve bize musahhar kıldğın, bitkine, meyvene, sebzene, onlarda tecellî eden Yaratma Kudretine, onlarda tecellî eden El Vehhâb celle celâluhu İsmine, Lütfuna, Rahmetine sonsuz ve sınırsız şükrediyorum ve hamdolsun diyorum bî-İzniLLAH!.


Resim---İyâs İbni Seleme İbni el Ekva’ radiyallahu anhu babasından.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i DUÂsına başladığında mutlaka.: "SubhÂNe RABBiye’l- Aliyyi’l- a'lel Vehhâb.: Karşılıksız bolca ihsÂN eden O Yüce, En Yüce OLna RABBımı tesbih ederim!.” diyerek başladığını işittim!.” dedi.
(Hâkim, el Müstedrek, no 1835, I/676; Ramuz el e-hadis, 555. sayfa, 8. Hadis.)

Resim---Vehhâb ismi geçmese de o ismin manalarını tefsir anlamını ifâde eden bir hadis-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
Ebu İdris el-Havlanî, Ebu Zerr radiyallahu anhu’dan rivâyetinde.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"Azîz ve CeLîL olan RABBu TeÂLÂ.:
“Ey KuLLarım!. BEN nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin!.
Ey KuLLarım!. Hidâyet verdiklerim dışında hepiniz dall ( doğru yoldan sapmışlar)sınız, Öyleyse BENden hidâyet isteyin de sizi hidâyet edeyim!.
Ey KuLLarım!. BENim yedirdiklerim hariç, hepiniz açlarsınız. Öyleyse BENden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim!.
Ey KuLLarım!. BENim giydirdiklerim hariç hepiniz çıplaklarsınız! Öyleyse BENden giyinme taleb edin de sizleri giydireyim!.
Ey KuLLarım!. Sizler gece ve gündüz hata işliyorsunuz. BEN ise bütün günahları affederim. Öyleyse BENden mağfiret taleb edin de sizleri bağışlayayım..
Ey KuLLarım!. BANA zarar verme mevkiine ulaşamazsınız ki, BANA zarar veresiniz! BANA fayda sağlama mertebesine de ulaşamazsınız ki, BANA menfaat sağlayasınız.
Ey KuLLarım!. Şayet sizlerin öncekileri, sonrakileri; insi olanları, cinni olanları hepsi de sizden en muttaki bir insanın kalbi üzere olsaydınız, bu BENim mülkümde hiç bir şeyi zerre miktar artırmazdı..
Ey KuLLarım!. Eğer sizin öncekileriniz ve sonrakileriniz, insi olanlarınız, cinni olanlarınız sizden en facir bir kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu BENim mülkümden zerre kadar bir eksiklik hasıl etmezdi..
Ey KuLLarım!. Eğer sizlerin öncekileri ve sonrakileri insî olanları, cinnî olanları bir düzlükte toplanıp BANA talebde bulunsaydınız, BEN de her insana istediğini verseydim, bu, BENim nezdimde olandan, iğnenin denize batırıldığı zaman hasıl ettiği eksilme kadar bir noksanlık ancak meydana getirirdi..
Ey KuLLarım!. Bunlar sizin amelleriniz, onları sizin için sayıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa ALLAH’a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi levmetmesin (kınamasın, başına geleni kendinden bilsin)!.”
buyurdu.” buyurdu.

(Müslim, Birr 55; Tirmizî, Kıyâmet 49)

وَسَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Ve sahhare lekum mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ardı cemîan minh (minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade boyun eğer) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.” (Câsiye 45/13)


Yarım NEFESLik ÖMRümüzde bir damla SUya, bir molekül HAVAya, bir zerre BESİNe, bir kıvılcı ENERJiye; Muhtaç, Mecbûr, Me’mur ve Mahkum NEFSimize, Şe’ÂNULLAHta her ÂN YENidEN ve SürekLi, Mutlak İhsÂN edici, Mutlak Bağışlayacı ve Hibe edici EL VEHHÂBu celle celâluhu’ya sonsuz ve sınırsız şükrediyoruz ve hamdolsun diyoruz bî-İzniLLAH!.
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


Resim

Hâdî-Hafîz-Hakem-Vâsi'-VÂRİS-VâLî-Cebbâr ALLAH!.
Vedûd-VekîL-VeLîyy-Lâtîf-Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Yâ Musavvir-Mutekebbir-Tevvâb-Vehhâb-Kahhâr ALLAH!.
Kâbıd-Hafîd-Mumîd-MuziLL-EvveL-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
celle celâluhu!.


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet =>HABîBuLLAH'ımıza CÂNLarımızı CEM’ et!.
DÜNümüze =>KaBuL KILdığın TÖVBemizi,
GÜNümüze ===>KaBuL KILdığın RIZAmızı,
YARINımıza =>KaBuL KILdığın HAk ve HAYR DUÂMızı KALBLerimize İLHaM et!.

YARDıM Et!. ÖMRümüzün SONUnda BİZi => FİRDEVS CeNNetine vâris EyLe ve,
EBEDî KALacağımız SILÂmız KıL!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.


Resim
BİZ BİR-İZzz!.

Kâbıd - Hafîd-Mümîd-Müzill-Evvel-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
Hâdî - Hafîz - Hakem - Vâsi' - Vâris - Vâlî - Cebbâr ALLAH!.
Vedûd - Vekîl - Velîyy - Lâtîf -Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Musavvir - Mütekebbir - Tevvâb - Vehhâb - Kahhâr ALLAH!.
celle celâluhu..


Resim

M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

147- EL VEKÎLu celle celâluhu.:


Resim

Resim

El VEKÎLu celle celâluhu.: Emrettiği ve kulluğun gereği olan işleri yaptıktan sonra kendisine her hususta güvenilen, kefâlet bırakılan selâhiyet sâhibi Nâzır. Kullarının rızkına ve her hususta VEKÎL olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Resim

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû HASBUNÂLLÂHU ve Nİ’ME’L- VEKÎL (vekîlu).: Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "ALLAH bize yeter, O ne güzel VEKÎLdir" diyenlerdir.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

El Vekîl ALLAH celle celâlihu İsm-i Şerifi; “vekele” kökünden türemiştir. Bir kimseyi VEKÎL tâyin etmek, bir işe nezâret etmek, yeterli olmak, kâfi gelmek, âcizliğini ve zayıflığını kabul ederek birine i’timad etmek, güvenmek, murakıb, bekçi ve şâhid olmak anlamlarına gelmektedir..

Vekîl; her şeyi düzenleyen ve idâre edendir.
Vekîl; kullarının işlerini düzenleyen ve onlara nezâret edendir.
Vekîl; kullarının ihtiyaçlarını gören ve isteklerini karşılayandır.
Vekîl; kullarına her konuda yeterli ve kâfi gelendir.
Vekîl; kendisine sonsuz bir şekilde i’timad edilen ve güvenilendir.
Vekîl; yarattıklarının rızıklarını ve idarelerini üstlenen, üzerine alandır.
Vekîl; kullarının her durumunu mürakabe eden ve onlara şâhidlik edendir..

Vekele.: Bir işi tamamen birine sipariş edip ısmarlamak..
Vekelebillahi : Herhususta ALLAHu zü’l- CELÂL'e itimâd edip, güvenip, bağlanmak. ALLAH'a teslim olmak. İşlerini HAKk'a havâle edip boyun bükmek.
Vekkele.: Birini VEKÎL kılmak. Tevekkele : ALLAHu zü’l- CELÂL'e itimât edip bağlanıp teslim olmak. ALLAH katındakine güvenip halkın elindekilerden ümit kesmek..
TEVEKKÜL.: İşi başkasına ısmarlamak. Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. Yeis ve kederden uzak olmak, Âcizlik göstermek..
VEKÎL.: Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse.
Vekâlet.: VEKÎLlik. Birisinin nâmına iş görme. Kendi nâmına hareket etme salâhiyetini başkasına verme..
VEKÎL.: Güçsüzlükleri nedeni ile başaramayanların İşlerini, kendisine bıraktıkları zât. Bütün tedbirlerini aldığı ve bütün sebeblere yapıştığı halde, hayırlı neticenin hangisi olduğunu tâyin edemediği için, işlerin neticesi kendisine bırakılan.. Yarattığı KÜLLî ŞEYy’in her ÂN KADERİni TeceLLîde VEKÎLimiz ve TEK-BiR TEVEKKÜL ASLımız ALLAH celle celâlihu..


وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de ALLAH'a TEVEKKÜL ederse, O, ona yeter. Elbette ALLAH, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. ALLAH, her şey için bir ölçü kılmıştır.” (Talâk 65/3)

Kendi yarattığı kullarının, her türlü davranışından doğacak değişik sonuçları çok iyi bilen ALLAH celle celâlihu, kendisine güvenip, dayanıp, işlerini kendisine havâle eden kullarına en hayırlı sonucu tâyin eder/tecelli kılar..

Kendimiz de dâhil bütün varlıkların tabîi irâdesinin, hüküm ve tasarrufunun O’nun tekvini irâdesine bağlı olması, ALLAH celle celâlihu’nun kudretinin küllî şey üzerinde mutlak ve kesin olarak etkili olması nedeni ile, cüzi irâdemizi, O’nun mutlak irâdesine dayamak sûreti ile iç emniyetine, iç huzuruna, geleceğe güven duygularına erebiliriz.

ÖZümüzde DUYduğumuz bu BİZe ait ÖZEL İmÂNî Gerçeğin ÖZ Sâhibini; Sözümüz de FiiLimizde, BİZi ve küllî şey’i Her ÂN Yeniden yaratmakta olan, Yegâne ve Mutlak hüküm sâhibi ALLAHu zü’l- CELÂL'i EzeL-Ebed VEKÎLimiz BİLip, dayanıp, TEVEKKÜL etmememiz MuhaMMedî KULLuk ŞÛURudur..


وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---“Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. ALLAH'tan olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak ALLAH'a aittir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim. Artık TEVEKKÜL edenler de, O'na TEVEKKÜL etsinler." (Yûsuf 12/67)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in MutLak VEKÎLimiz OLduğu MuhaMmedî KULLuk ŞÛURuna ERmiş AKL-ı SİLM Sâhibi Her Yer, Her ÂN, Her HâL ve Her Nefeste RABBısı TeÂLÂ’ya BİZ BİR-İZ=>NAHNu kopmaz BağıyLa BAĞLanırsa=>Bedenî-Nefsî-Kalbî-RUHî Kemâlâtı Yaşar.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Bize ALLAHu zü’l- CELÂL’in, Kur’ÂN-ı Kerîmdeki BUYrukLarından;

Kur’ÂN-ı Kerîm’deki TEVEKKÜLle ilgili âyetlerde dikkatlice baktığımız zaman görürüz ki ALLAHu zü’l- CELÂL’e TEVEKKÜL, ya imandan hemen sonra, ya ALLAH celle celâlihu’ya kulluk etmenin hemen ardından ya da sabırla beraber ifâde edildiği görülür.:


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a TEVEKKÜL et. Muhakkak ki ALLAH, TEVEKKÜL edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“Eğer ALLAH size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü'minler, ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler (ALLAH'a güvensinler).” (Âl-i İmrÂN 3/160)

وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَإِذَا بَرَزُواْ مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَآئِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ وَاللّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ve "kabul (baş üstüne)" derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları zaman onlardan bir grup, senin söylediğinden başka birşeyi geceleyin gizlice kurarlar ve ALLAH, onların gece neler kurduklarını yazıyor. Artık sen onlardan yüz çevir ve ALLAH'a TEVEKKÜL et (güven) ve ALLAH, VEKÎL olarak kâfidir.” (Nisâ 4/81)

الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Onlar, (kendilerine yapılan zulümlere) sabrettiler. Ve onlar, RABB'lerine TEVEKKÜL ederler.” (Nahl 16/42)

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Gerçek şu ki, iman edenler ve RABBlerine TEVEKKÜL edenler üzerinde onun (şeytânın) hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.” (Nahl 16/99)

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Onlar, sabrın sahipleri ve RABB'lerine TEVEKKÜL edenlerdir.” (Ankebût 29/59)

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve kâfirlere ve münâfıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak (sana) yeter.” (Ahzâb 33/48)

فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“İşte böylece size verilen herşey dünya hayatının metâ’ıdır. Ve iman edenler için, ALLAH'ın indinde olanlar daha hayırlıdır ve bâkidir (kalıcıdır). Ve onlar, RABB'lerine TEVEKKÜL ederler.” (Şûrâ 42/36)

Resim

Kur’ÂN-ı Kerîmde El VEKİL celle celâluhu İsm-i şerifi, isim sigası ile 13 ve diğer sigalarla toplam 23 Âyet-i CeLîLede geçer.:

Âl-i İmrân 3/173; Nisâ 4/81,109,132,171; En’âm 6/66,102,107; Yûnus 10/108; Hûd 11/12; Yûsuf 12/66; İsrâ 17/2,54,65,68,86; Furkân 25/43; Kasas 28/28; Ahzâb 33/3,48; Zümer 39/41,62; Şûrâ 26/6..


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a TEVEKKÜL et. Muhakkak ki ALLAH, TEVEKKÜL edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrÂN 3/159)

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---“O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "ALLAH bize KÂFÎdir ve O, ne güzel VEKÎLdir." dediler.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Resim---“Ve onların söyledikleri şeylere sabret. Ve güzel bir ayrılış ile onlardan ayrıl.” (Nisâ 4/81)

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) ALLAH'ındır. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Nisâ 4/132)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmâyin! ALLAH'a karşı haktan (doğrudan, gerçekten) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsâ, Meryem'in oğludur ve sadece ALLAH'ın resûlü ve O'nun kelimesidir. (Ruhû’l- Kudüs) Onu Meryem'e ilkâ etti ve o, kendisinden (Ruhû’l- Kudüs'den) bir ruhtur. Öyleyse ALLAH'a ve O'nun resûllerine îmân edin! Ve "Üçtür." demeyin (baba ALLAH, oğul ALLAH ve Ruhû’l- Kudüs diye üç ALLAH vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır. ALLAH sadece tek İLÂHtır. O'nu, “çocuk sâhibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) O'nundur. Ve VEKÎL olarak ALLAH yeter.” (Nisâ 4/171)

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---“RABBbiniz, işte bu ALLAH'tır. O'ndan başka İLÂH yoktur. Herşeyi yaratandır. Artık O'na kul olun! Ve O, herşeye VEKÎLdir.” (En’âm 6/102)

وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُواْ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
Resim---“Şâyet ALLAH dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara VEKÎL de değilsin.” (En’âm 6/107)

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَآئِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاء مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---“Artık belki de sen, sana vahyolunanın bir kısmını terkedeceksin, onların.: “Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi olmaz mıydı?” demeleri (üzerine) ve senin göğsünün (onunla) daralması sebebiyle. Sen ancak bir nezirsin (uyarıcısın) ve ALLAH, herşeye VEKÎLdir.” (Hûd 11/12)

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلاَّ الإِصْلاَحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Resim---“(Şuayb şöyle ) dedi: “Eğer ben, RABBbimden bir delil üzerinde isem ve beni kendinden güzel bir rızıkla rızıklandırdı ise de görüşünüz (bu) mu? Sizi ondan men’ ettiğim şeyde size muhalefet etmek istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar ıslâh etmek istiyorum. Benim başarım ancak ALLAH iledir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim ve O'na yöneldim.” (Hûd 11/88)

قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِّنَ اللّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلاَّ أَن يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
Resim---“(Yâkub aleyhisselâm): “Sizin kuşatılmanız hariç onu mutlaka bana getireceğinize dair, ALLAH adına bir misak (kesin söz) verinceye kadar onu sizinle göndermem." dedi. Bunun üzerine ona misaklerini verdiler. O zaman şöyle dedi: “ALLAH bizim söylediklerimize VEKÎLdir.” (Yûsuf 12/66)

وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلاَّ تَتَّخِذُواْ مِن دُونِي وَكِيلاً
Resim---“Ve Musâ (aleyhisselâm)'a kitap verdik. Ve O'nu, “Benden (ALLAH'tan) başkasını VEKÎL edinmeyin (TEVEKKÜL etmeyin).” diye İsrailoğullarına hidâyetçi kıldık.” (İsrâ 17/2)

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلاً
Resim---“Muhakkak ki BEN’im kullarımın üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün) yoktur. Ve senin RABB’in, VEKÎL olarak KÂFİdir (yeter).” (İsrâ 17/65)

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
Resim---“Ve ölümsüz olup, daima hayy (hayatta) olana (ALLAH'a) TEVEKKÜL et (güven ve O'nu VEKÎL tâyin et). Ve O'nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının günahlarından haberdâr olması, O'na KÂFİdir.” (Furkân 25/58)

قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
Resim---“(Musâ aleyhisselâm): "Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve ALLAH, konuştuklarımıza VEKÎLdir." dedi.” (Kasas 28/28)

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve tevekkel alâllâh (alâllâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Ahzâb 33/3)

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve lâ tutııl kâfirîne ve’l- munâfikîne veda’ezâhum ve tevekkel alâllâh (alâllâhi), ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve kâfirlere ve münâfıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak (sana) yeter.” (Ahzâb 33/48)

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---ALLAH her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyi denetleyen her şeyin kaydını yapan, hesabını soracak olan, savunmasını yapan O’dur, O, herşeye VEKÎLdir.” (Zümer 39/62)

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve hesab etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim ALLAH'a TEVEKKÜL ederse, artık ona O (ALLAH) KÂFİdir. Muhakkak ki ALLAH, emrini (işini) yerine getirendir. ALLAH herşey için bir kader tâyin etmiştir.” (Talâk 65/3)



Yarım NEFESLik ÖMRümüzde bir damla SUya, bir molekül HAVAya, bir zerre BESİNe, bir kıvılcı ENERJiye; Muhtaç, Mecbûr, Me’mur ve Mahkum NEFSimize, Şe’ÂNULLAHta her ÂN YENidEN ve SürekLi, Mutlak İhsÂN edici, Mutlak Bağışlayacı ve Hibe edici EL VEKÎLu celle celâluhu’ya sonsuz ve sınırsız şükrediyoruz ve hamdolsun diyoruz bî-İzniLLAH!.
İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!.


Resim

Hâdî-Hafîz-Hakem-Vâsi'-VÂRİS-VâLî-Cebbâr ALLAH!.
Vedûd-VekîL-VeLîyy-Lâtîf-Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Yâ Musavvir-Mutekebbir-Tevvâb-Vehhâb-Kahhâr ALLAH!.
Kâbıd-Hafîd-Mumîd-MuziLL-EvveL-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
celle celâluhu!.


Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...

ALLAHımız celle celâluhu!
BİZe MuhaMMedî Gayret,
PÎRimizden Hâl-i HiMMet,
RASÛLünden ŞiFâ-yı ŞeFâat,
ZÂTından İnâyet-Hidâyet-SeLâMet
İZZet-i İhsÂNınLa LûTFet =>HABîBuLLAH'ımıza CÂNLarımızı CEM’ et!.
DÜNümüze =>KaBuL KILdığın TÖVBemizi,
GÜNümüze ===>KaBuL KILdığın RIZAmızı,
YARINımıza =>KaBuL KILdığın HAk ve HAYR DUÂMızı KALBLerimize İLHaM et!.

YARDıM Et!. ÖMRümüzün SONUnda BİZi => FİRDEVS CeNNetine vâris EyLe ve,
EBEDî KALacağımız SILÂmız KıL!. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ!..


Âmin Yâ Latîf Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.


Resim
BİZ BİR-İZzz!.

Kâbıd - Hafîd-Mümîd-Müzill-Evvel-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
Hâdî - Hafîz - Hakem - Vâsi' - Vâris - Vâlî - Cebbâr ALLAH!.
Vedûd - Vekîl - Velîyy - Lâtîf -Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Musavvir - Mütekebbir - Tevvâb - Vehhâb - Kahhâr ALLAH!.
celle celâluhu..


Resim

M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

148- EL VELî celle celâluhu:

EL VeLî:
Resim


Resim

VELî: Sâhib, mâlik, nâsir, mûin/yardımcı, dost/SEVen ve yardım eden, mütevelli/herşey O'nunla yürüyen. Her şeye her şeyden daha yakîn olup her işlerini üzerine alıp icrasını yüklenen, muhafaza eden, kullarının dostu, yâri, yardımcısı, sâhibi ve velîsi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Velî İsmi,“Veliye” veya “velâyet” kökünden türemiş çok geniş ve kapsamlıdır:
1-) Yakını olmak, yanında olmak.
2-) İzlemek, takib etmek, kontrol etmek.
3-) Birinin işini üzerine almak, üstlenmek.
4-) Birinin işini ıslah etmek, düzene koymak.
5-) Birinin işini programlamak.
6-) Maddî ve mânevî her türlü yardımda bulunmak.
7-) Karşısındakine güzel vasıflarıyla övgüde bulunmak.
8-.) Ni’met vermek, ihsân etmek.
9-) Birinin iŞini takip etmek.
10-) Araplar ilkbaharda yağan ilk yağmurun ardından gelen ikinci yağmura, ihsân ve lütfun devâmı olduğu için "Velî" derler. Kur'ân'da Velî kelimesi ALLAH'ın dışında, yetimlerin, kimsesizlerin işlerini ve bakımlarını üstlenenlere de verilir.

Velî; iman eden kullarına yakın olan ve onlarla dost olandır.
Velî; kullarının işlerini üstlenen, takib eden, yöneten ve programlayandır.
Velî; kullarına maddî ve mânevî yardımlarda bulunandır.
Velî; kullarına ni’met ve ihsânda bulunandır.
Velî; ni’meti sürekli, art arda ve kesintisiz olandır.
Velî; kullarını güzel hasletleriyle övendir.

Velâ: Bir şeye yaklaşmak.
Veliye: İdare etmek. Düzenlemek. İşini üzerine almak. Yardım etmek. SEVmek.
Vellâ: Birisini bir işe idareci kılmak.
Tevellâ: Geri dönmek, yüz çevirip terk etmek.
Evlâ: Daha lâyık, daha uygun, daha yakın.
Veliyyullah: ALLAH'dan korkan, sayan, SEVen, temiz, pâk olup amel-i sâlih işleyen ALLAH'a dosd olan ALLAH'ın dosdları.
Evliyâ: Velîler.

EL- VELÎYYu celle celâlihu İsm-i Şerifi; Tirmizî listesindeki 99 esmâü'l- hüsnâ ve İbni Mâce'nin listesindeki 100 esmâü'l-hüsnâ içinde geçmektedir.

EL- VELÎYYu celle celâlihu İsm-i Şerifi; Kur'ÂN-ı Kerîm’de.:


اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---"Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ilâ’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumu’t- tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).: Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.” (Bakara 2/257)

إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"İnne evle’n- nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâza’n- nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyu’l-mu’minîn (mu’minîne).: Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir.” (Âl-i İmrân 3/68)

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا
Resim---"Vallâhu a’lemu bi a’dâikum. Ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi nasîrâ (nasîran).: Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.” (Nisâ 4/45)

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Resim---“İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resûl'ü ve âmenû olup namazı kılan, zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.” (Mâide 5/55)

قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ
Resim---"Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırı’s- semâvâti ve’l- ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am (yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne mine’l- muşrikîn (muşrikîne).: De ki: “Semaları ve arzı yaratan ALLAH celle celâlihu’dan başka bir velî (dost) edinir miyim? Ve doyuran (yediren) ve Kendisi doyurulmayan (yedirilmeyen) O’dur.” “Muhakkak ki ben, teslim olanların ilki olmakla ve müşriklerden olmamakla emrolundum.” de.” (En’âm 6/14)

لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim--- "Lehum dâru’s- selâmi inde RABBihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur. “ (En’âm 6/127)

وَاخْتَارَ مُوسَى قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلاً لِّمِيقَاتِنَا فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُم مِّن قَبْلُ وَإِيَّايَ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاء مِنَّا إِنْ هِيَ إِلاَّ فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَاء وَتَهْدِي مَن تَشَاء أَنتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَأَنتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ
Resim---"Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humu’r- recfetu kâle RABBi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feale’s- sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuke, tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fagfir lenâ verhamnâ ve ente hayru’l- gâfirîn (gâfirîne).: Ve Musâ (aleyhisselâm), Bizim belirlediğimiz buluşma zamanımız için kavminden yetmiş adam seçti. Onları, şiddetli bir sarsıntı yakalâyinca şöyle dedi: “RABBim, şâyet dileseydin daha önce onları ve beni helâk ederdin. İçimizden sefihlerin yaptıklarından dolayı, bizi helâk mı edeceksin? O ancak Senin bir imtihanındır. Onunla dilediğini dalâlette bırakırsın ve dilediğini hidâyete erdirirsin. Sen, bizim dostumuzsun. Artık bizi mağfiret et ve bize rahmet (merhamet) et. Sen, mağfiret edenlerin en hayırlısısın.” (A’râf 7/155)

إِنَّ وَلِيِّيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ
Resim---"İnne veliyyiyallâhullezî nezzele’l- kitâbe ve huve yetevelle’s- sâlihîn (sâlihîne).: Muhakkak ki; Kitab'ı (Kur’ân-ı Kerim’i) indiren Allah benim dostumdur. Ve O, sâlihlere velîlik yapar (dosttur).” (A’râf 7/196)

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Resim---"RABBi kad âteytenî mine’l- mulki ve allemtenî min te’vîli’l- ehâdîs (ehâdîsi), fâtıra’s- semâvâti ve’l- ardı ente veliyyî fî’d- dunyâ ve’l- âhırati, teveffenî muslimen ve elhıknî bi’s- sâlihîn (sâlihîne).: “RABBim bana mülk verdin. Ve olayların (sözlerin, rüyaların) tevîlini (yorumunu) bana öğrettin. Semaları ve yeryüzünü yaratan, Sen benim dünyada ve âhirette velîmsin (dostumsun). Beni müslüman (Allah’a teslim-i küllî ile teslim olan) olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat.” (Yûsuf 12/101)

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي المَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---"Emittehazû min dûnihî evliyâe, fallâhu huve’l- velîyyu ve huve yuhyî’l- mevtâ ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Yoksa O’ndan başka dostlar mı edindiler? İşte Allah; O, dosttur. Ve O, ölüleri diriltir. Ve O, herşeye kaadirdir.” (Şurâ 42/9)

وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِن بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنشُرُ رَحْمَتَهُ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ
Resim---"Ve huvellezî yunezzilu’l- gayse min ba’di mâ kanetû ve yenşuru rahmetehu, ve huve’l- velîyyu’l- hamîd (hamîdu).: (Onların) ümit kesmelerinden sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan, O’dur. Ve O, Velî’dir (dost), Hamîd’dir (hamdedilen).” (Şurâ 42/28)

وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
Resim---"Ve mâ entum bi mu’cizîne fî’l- ard (ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: Yeryüzünde siz, aciz bırakabilecek olanlar değilsiniz. Ve sizin için ALLAH celle celâlihu’dan başka bir dost ve yardımcı yoktur.” (Şurâ 42/31)

إِنَّهُمْ لَن يُغْنُوا عَنكَ مِنَ اللَّهِ شَيئًا وإِنَّ الظَّالِمِينَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَاللَّهُ وَلِيُّ الْمُتَّقِينَ
Resim---"İnnehum len yugnû anke minallâhi şey’â (şey’en), ve inne’z- zâlimîne ba’duhum evliyâu ba’din, vallâhu veliyyu’l- muttakîn (muttakîne).: Muhakkak ki onlar, ALLAH celle celâlihu’dan bir şey (emir) konusunda asla sana fayda veremezler. Muhakkak ki zalimler birbirinin dostudurlar. Ve Allah, takvâ sâhiblerinin dostudur.” (Câsiye 45/19)

O’dan başka DOSt yoktur” âyetleri.: Bakara 2/107; Nisâ 4/123,173; En’âm 6/51,70; 9/116; Hûd 11/13,20; Ra’d 13/37; Kehf 18/26; Ankebût 29/22,41; Secde 32/4; Ahzâb 33/17; Şurâ 42/6,31; Câsiye 45/10..

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ
Resim---"E lem ta’lem ennellâhe lehu mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).: (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara 2/107)

Velî; Mutlak Velî olan ALLAH celle celâlihu için kullanılan bir ism-i şeriftir.
Velî; ALLAH celle celâlihu’ya itâat edip O’na sığınan, O’nun SEVgisini, dostluğunu kendinde toplamış kullarına da verilen ve çoğulu “Evliyâ” olan bir isimdir..


أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki ALLAH’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)

Şu âyet-i celîleleri anlayarak okur da anlarsak, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in El Velî celle celâlihu isminin BİZ KULLarına yüklediği görev ve sorumlulukları görürüz:


وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا
Resim---"Vallâhu a’lemu bi a’dâikum. Ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi nasîrâ (nasîran).: Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.” (Nisâ 4/45)

وَدُّواْ لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُواْ فَتَكُونُونَ سَوَاء فَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ أَوْلِيَاء حَتَّىَ يُهَاجِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدتَّمُوهُمْ وَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا
Resim---"Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne SEVâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh (sebîlillâhi). Fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ (nasîran).: Onlar, kendileri gibi inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir (aynı SEViyede) olmanızı istediler. Artık Allah’ın yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. Bundan sonra eğer yüz çevirirlerse o takdirde onları nerede bulursanız yakalâyin ve onları öldürün. Ve onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.” (Nisâ 4/1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû’l- yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d (ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdî’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidâyet vermez.” (Mâide 5/51)

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Resim---“İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenûllezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).: Sizin velîniz (dostunuz) sadece Allah ve O’nun Resûl'ü ve âmenû olup namazı kılan, zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir.” (Mâide 5/55)

وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ
Resim---"Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humu’l- gâlibûn (gâlibûne).: Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galib gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Mâide 5/56)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min ellezîne ûtû’l- kitâbe min kablikum ve’l- kuffâra evliyâe, vettekûllâhe in kuntum mu’minîn (mu’minîne).: Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin. Ve eğer inanıyorsanız, Allah'tan korkup sakının.” (Mâide 5/57)

لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
Resim---"Lehum dâru’s- selâmi inde RABBihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).: Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur. “ (En’âm 6/127)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbû’l- kufre alâ’l- îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humu’z- zâlimûn (zâlimûne).: Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı SEVip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.” ( 9/23)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---"Ve’l- mu’minûne ve’l- mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’din, ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munkeri ve yukîmûne’s- salâte ve yu’tûne’z- zekâte ve yutîûnallâhe ve resûlehu, ulâike se yerhamuhumullâh (yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm (hakîmun).: Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma’ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O’nun Resûl'üne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.” ( 9/71)

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?” (Yûnus 10/62)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ
Resim---"Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn (yettekûne).: Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır.” (Yûnus 10/63)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de bir kudsî hadiste:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “ALLAH celle celâlihu: “Kim benim dostuma düşmanlık yaparsa ben de ona harp ilan ederim. Kulum bana en güzel, kendisine farz kıldığım şeyleri yerine getirerek yaklaşır. Bundan sonra farzların dışındaki nafilelerle sürekli bana yaklaşmaya devâm eder. Sonunda ben onu SEVerim. Onu SEVdiğimde ise onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse istediğini kendisine veririm. Bir şeyden bana sığınırsa sığındığı şeyden onu korurum. Mü’min kulumun canını almak dışında yapacağım hiçbir işte tereddüt etmedim. Çünkü kulum ölümden hoşlanmıyor, ben de onun haşlanmadığı şeyi istemiyorum.” buyurmuştur.
(Buharî, öğütler 2114.)

EL VELÎ celle celâluhu ZEVKi:
Mazhar olan, El Velî celle celâluhu'nun Velîsi, Evliyâullahı olur. Tüm SEVgililerinden ayırıp, o kimseye ebedî SEVgili ve gerçek Dost/El Velî celle celâluhu olur. O'ndan gayrısına meyil verip gönül bağlamaz ve bağlayamaz. SEVgilimden ayıran oldu bana SEVgili!.


Resim
BİZ BİR-İZzz!.

Kâbıd - Hafîd-Mümîd-Müzill-Evvel-Ganîyy-Ed Dârr ALLAH!.
Hâdî - Hafîz - Hakem - Vâsi' - Vâris - Vâlî - Cebbâr ALLAH!.
Vedûd - Vekîl - Velîyy - Lâtîf -Fettâh-Gafûr-Gaffâr ALLAH!.
Musavvir - Mütekebbir - Tevvâb - Vehhâb - Kahhâr ALLAH!.
celle celâluhu..


Resim

M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

149- EL VEKÎLu celle celâluhu.:


Resim

Resim

El VEKÎLu celle celâluhu.: Emrettiği ve kulluğun gereği olan işleri yaptıktan sonra kendisine her hususta güvenilen, kefâlet bırakılan selâhiyet sâhibi Nâzır. Kullarının rızkına ve her hususta VEKÎL olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


Resim

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû HASBUNÂLLÂHU ve Nİ’ME’L- VEKÎL (vekîlu).: Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "ALLAH bize yeter, O ne güzel VEKÎLdir" diyenlerdir.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

El Vekîl ALLAH celle celâlihu İsm-i Şerifi; “vekele” kökünden türemiştir. Bir kimseyi VEKÎL tâyin etmek, bir işe nezâret etmek, yeterli olmak, kâfi gelmek, âcizliğini ve zayıflığını kabul ederek birine i’timad etmek, güvenmek, murakıb, bekçi ve şâhid olmak anlamlarına gelmektedir..

Vekîl; her şeyi düzenleyen ve idâre edendir.
Vekîl; kullarının işlerini düzenleyen ve onlara nezâret edendir.
Vekîl; kullarının ihtiyaçlarını gören ve isteklerini karşılayandır.
Vekîl; kullarına her konuda yeterli ve kâfi gelendir.
Vekîl; kendisine sonsuz bir şekilde i’timad edilen ve güvenilendir.
Vekîl; yarattıklarının rızıklarını ve idarelerini üstlenen, üzerine alandır.
Vekîl; kullarının her durumunu mürakabe eden ve onlara şâhidlik edendir..

Vekele.: Bir işi tamamen birine sipariş edip ısmarlamak..
Vekelebillahi : Herhususta ALLAHu zü’l- CELÂL'e itimâd edip, güvenip, bağlanmak. ALLAH'a teslim olmak. İşlerini HAKk'a havâle edip boyun bükmek.
Vekkele.: Birini VEKÎL kılmak. Tevekkele : ALLAHu zü’l- CELÂL'e itimât edip bağlanıp teslim olmak. ALLAH katındakine güvenip halkın elindekilerden ümit kesmek..
TEVEKKÜL.: İşi başkasına ısmarlamak. Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. Yeis ve kederden uzak olmak, Âcizlik göstermek..
VEKÎL.: Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse.
Vekâlet.: VEKÎLlik. Birisinin nâmına iş görme. Kendi nâmına hareket etme salâhiyetini başkasına verme..
VEKÎL.: Güçsüzlükleri nedeni ile başaramayanların İşlerini, kendisine bıraktıkları zât. Bütün tedbirlerini aldığı ve bütün sebeblere yapıştığı halde, hayırlı neticenin hangisi olduğunu tâyin edemediği için, işlerin neticesi kendisine bırakılan.. Yarattığı KÜLLî ŞEYy’in her ÂN KADERİni TeceLLîde VEKÎLimiz ve TEK-BiR TEVEKKÜL ASLımız ALLAH celle celâlihu..


وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de ALLAH'a TEVEKKÜL ederse, O, ona yeter. Elbette ALLAH, kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. ALLAH, her şey için bir ölçü kılmıştır.” (Talâk 65/3)

Kendi yarattığı kullarının, her türlü davranışından doğacak değişik sonuçları çok iyi bilen ALLAH celle celâlihu, kendisine güvenip, dayanıp, işlerini kendisine havâle eden kullarına en hayırlı sonucu tâyin eder/tecelli kılar..

Kendimiz de dâhil bütün varlıkların tabîi irâdesinin, hüküm ve tasarrufunun O’nun tekvini irâdesine bağlı olması, ALLAH celle celâlihu’nun kudretinin küllî şey üzerinde mutlak ve kesin olarak etkili olması nedeni ile, cüzi irâdemizi, O’nun mutlak irâdesine dayamak sûreti ile iç emniyetine, iç huzuruna, geleceğe güven duygularına erebiliriz.

ÖZümüzde DUYduğumuz bu BİZe ait ÖZEL İmÂNî Gerçeğin ÖZ Sâhibini; Sözümüz de FiiLimizde, BİZi ve küllî şey’i Her ÂN Yeniden yaratmakta olan, Yegâne ve Mutlak hüküm sâhibi ALLAHu zü’l- CELÂL'i EzeL-Ebed VEKÎLimiz BİLip, dayanıp, TEVEKKÜL etmememiz MuhaMMedî KULLuk ŞÛURudur..


وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---“Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. ALLAH'tan olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak ALLAH'a aittir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim. Artık TEVEKKÜL edenler de, O'na TEVEKKÜL etsinler." (Yûsuf 12/67)

ALLAHu zü’l- CELÂL’in MutLak VEKÎLimiz OLduğu MuhaMmedî KULLuk ŞÛURuna ERmiş AKL-ı SİLM Sâhibi Her Yer, Her ÂN, Her HâL ve Her Nefeste RABBısı TeÂLÂ’ya BİZ BİR-İZ=>NAHNu kopmaz BağıyLa BAĞLanırsa=>Bedenî-Nefsî-Kalbî-RUHî Kemâlâtı Yaşar.. İnşâe ALLAHu TeÂLÂ..

Bize ALLAHu zü’l- CELÂL’in, Kur’ÂN-ı Kerîmdeki BUYrukLarından;

Kur’ÂN-ı Kerîm’deki TEVEKKÜLle ilgili âyetlerde dikkatlice baktığımız zaman görürüz ki ALLAHu zü’l- CELÂL’e TEVEKKÜL, ya imandan hemen sonra, ya ALLAH celle celâlihu’ya kulluk etmenin hemen ardından ya da sabırla beraber ifâde edildiği görülür.:


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a TEVEKKÜL et. Muhakkak ki ALLAH, TEVEKKÜL edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân 3/159)

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“Eğer ALLAH size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra size kim yardım eder. Öyleyse mü'minler, ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler (ALLAH'a güvensinler).” (Âl-i İmrÂN 3/160)

وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ فَإِذَا بَرَزُواْ مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَآئِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ وَاللّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ve "kabul (baş üstüne)" derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları zaman onlardan bir grup, senin söylediğinden başka birşeyi geceleyin gizlice kurarlar ve ALLAH, onların gece neler kurduklarını yazıyor. Artık sen onlardan yüz çevir ve ALLAH'a TEVEKKÜL et (güven) ve ALLAH, VEKÎL olarak kâfidir.” (Nisâ 4/81)

الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Onlar, (kendilerine yapılan zulümlere) sabrettiler. Ve onlar, RABB'lerine TEVEKKÜL ederler.” (Nahl 16/42)

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Gerçek şu ki, iman edenler ve RABBlerine TEVEKKÜL edenler üzerinde onun (şeytânın) hiç bir zorlayıcı gücü yoktur.” (Nahl 16/99)

الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Onlar, sabrın sahipleri ve RABB'lerine TEVEKKÜL edenlerdir.” (Ankebût 29/59)

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve kâfirlere ve münâfıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak (sana) yeter.” (Ahzâb 33/48)

فَمَا أُوتِيتُم مِّن شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا عِندَ اللَّهِ خَيْرٌ وَأَبْقَى لِلَّذِينَ آمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“İşte böylece size verilen herşey dünya hayatının metâ’ıdır. Ve iman edenler için, ALLAH'ın indinde olanlar daha hayırlıdır ve bâkidir (kalıcıdır). Ve onlar, RABB'lerine TEVEKKÜL ederler.” (Şûrâ 42/36)

Resim

Kur’ÂN-ı Kerîmde El VEKİL celle celâluhu İsm-i şerifi, isim sigası ile 13 ve diğer sigalarla toplam 23 Âyet-i CeLîLede geçer.:

Âl-i İmrân 3/173; Nisâ 4/81,109,132,171; En’âm 6/66,102,107; Yûnus 10/108; Hûd 11/12; Yûsuf 12/66; İsrâ 17/2,54,65,68,86; Furkân 25/43; Kasas 28/28; Ahzâb 33/3,48; Zümer 39/41,62; Şûrâ 26/6..


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a TEVEKKÜL et. Muhakkak ki ALLAH, TEVEKKÜL edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrÂN 3/159)

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---“O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "ALLAH bize KÂFÎdir ve O, ne güzel VEKÎLdir." dediler.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Resim---“Ve onların söyledikleri şeylere sabret. Ve güzel bir ayrılış ile onlardan ayrıl.” (Nisâ 4/81)

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) ALLAH'ındır. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Nisâ 4/132)

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmâyin! ALLAH'a karşı haktan (doğrudan, gerçekten) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsâ, Meryem'in oğludur ve sadece ALLAH'ın resûlü ve O'nun kelimesidir. (Ruhû’l- Kudüs) Onu Meryem'e ilkâ etti ve o, kendisinden (Ruhû’l- Kudüs'den) bir ruhtur. Öyleyse ALLAH'a ve O'nun resûllerine îmân edin! Ve "Üçtür." demeyin (baba ALLAH, oğul ALLAH ve Ruhû’l- Kudüs diye üç ALLAH vardır demeyin), vazgeçin, sizin için hayırlıdır. ALLAH sadece tek İLÂHtır. O'nu, “çocuk sâhibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) O'nundur. Ve VEKÎL olarak ALLAH yeter.” (Nisâ 4/171)

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---“RABBbiniz, işte bu ALLAH'tır. O'ndan başka İLÂH yoktur. Herşeyi yaratandır. Artık O'na kul olun! Ve O, herşeye VEKÎLdir.” (En’âm 6/102)

وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُواْ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
Resim---“Şâyet ALLAH dileseydi, şirk koşmazlardı. Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara VEKÎL de değilsin.” (En’âm 6/107)

فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَآئِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاء مَعَهُ مَلَكٌ إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---“Artık belki de sen, sana vahyolunanın bir kısmını terkedeceksin, onların.: “Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi olmaz mıydı?” demeleri (üzerine) ve senin göğsünün (onunla) daralması sebebiyle. Sen ancak bir nezirsin (uyarıcısın) ve ALLAH, herşeye VEKÎLdir.” (Hûd 11/12)

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلاَّ الإِصْلاَحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
Resim---“(Şuayb şöyle ) dedi: “Eğer ben, RABBbimden bir delil üzerinde isem ve beni kendinden güzel bir rızıkla rızıklandırdı ise de görüşünüz (bu) mu? Sizi ondan men’ ettiğim şeyde size muhalefet etmek istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar ıslâh etmek istiyorum. Benim başarım ancak ALLAH iledir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim ve O'na yöneldim.” (Hûd 11/88)

قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِّنَ اللّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلاَّ أَن يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
Resim---“(Yâkub aleyhisselâm): “Sizin kuşatılmanız hariç onu mutlaka bana getireceğinize dair, ALLAH adına bir misak (kesin söz) verinceye kadar onu sizinle göndermem." dedi. Bunun üzerine ona misaklerini verdiler. O zaman şöyle dedi: “ALLAH bizim söylediklerimize VEKÎLdir.” (Yûsuf 12/66)

وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلاَّ تَتَّخِذُواْ مِن دُونِي وَكِيلاً
Resim---“Ve Musâ (aleyhisselâm)'a kitap verdik. Ve O'nu, “Benden (ALLAH'tan) başkasını VEKÎL edinmeyin (TEVEKKÜL etmeyin).” diye İsrailoğullarına hidâyetçi kıldık.” (İsrâ 17/2)

إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ وَكَفَى بِرَبِّكَ وَكِيلاً
Resim---“Muhakkak ki BEN’im kullarımın üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün) yoktur. Ve senin RABB’in, VEKÎL olarak KÂFİdir (yeter).” (İsrâ 17/65)

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًا
Resim---“Ve ölümsüz olup, daima hayy (hayatta) olana (ALLAH'a) TEVEKKÜL et (güven ve O'nu VEKÎL tâyin et). Ve O'nu, hamd ile tesbih et. Ve kullarının günahlarından haberdâr olması, O'na KÂFİdir.” (Furkân 25/58)

قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
Resim---“(Musâ aleyhisselâm): "Bu seninle benim aramdadır. İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve ALLAH, konuştuklarımıza VEKÎLdir." dedi.” (Kasas 28/28)

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve tevekkel alâllâh (alâllâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Ahzâb 33/3)

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve lâ tutııl kâfirîne ve’l- munâfikîne veda’ezâhum ve tevekkel alâllâh (alâllâhi), ve kefâ billâhi vekîlâ (vekîlen).: Ve kâfirlere ve münâfıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak (sana) yeter.” (Ahzâb 33/48)

اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---ALLAH her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyi denetleyen her şeyin kaydını yapan, hesabını soracak olan, savunmasını yapan O’dur, O, herşeye VEKÎLdir.” (Zümer 39/62)

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
Resim---“Ve hesab etmediği (aklına gelmeyen) bir yerden onu rızıklandırır. Kim ALLAH'a TEVEKKÜL ederse, artık ona O (ALLAH) KÂFİdir. Muhakkak ki ALLAH, emrini (işini) yerine getirendir. ALLAH herşey için bir kader tâyin etmiştir.” (Talâk 65/3)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur’ÂN-ı Kerîmde El VEKİL celle celâluhu İsm-i şerifi “TeVeKKeL” OLarak 39 Âyet-i CeLîLede geçer.:

Âl-i İmrân 3/122,159,160; Nisâ 4/81; Mâide 5/11,23; A’râf 7/89; Enfâl 8/2,49,61; Tevbe 9/51,129; Yûnus 10/71,84,85; Hûd 11/56,88,123; Yûsuf 12/67; Ra'd 13/30; İbrâhim 14/11,12; Nahl 16/42; Furkân 25/58; Şu’arâ 26/217; Neml 27/79; Ankebût 29/59; Ahzâb 33/48; Zümer 39/38; Şûrâ 42/10,36; Mücâdile 58/10; Mümtehine 60/4; Teğâbün 64/13; Talâk 65/3; Mülk 67/29..

İçinde YAŞAmakta OLduğumu ÇAĞımızda her yaşta nerdeyse her İnsÂNın içinde kıvranmakta OLduğu İÇ Bunalımı/yıkıcı streslerin kesin Çare Reçetsini ve İlacını Kur'ÂN-ı Kerîm Ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in Hadis-i ŞerifLeri BİLdirmekte ve SUNmaktadır..


الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû HASBUNÂLLÂHU ve Nİ’ME’L- VEKÎL (vekîlu).: Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "ALLAH bize yeter, O ne güzel VEKÎLdir" diyenlerdir.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Büyük bir işe, musibete uğradığınızda.: “HasbunALLAH ve ni’me’l-VEKÎL.” deyiniz.” buyurdu.
((İbn Kesîr, Âl-i İmrân 3/173. âyetin tefsiri; Ebu Hüreyre radiyallahu anhudan rivâyet edilen bu hadis, garib bir hadistir)

Resim---İbni Abbas radiyallahu anhu’dan gelen bir diğer rivâyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: İbrahim (aleyhisselâm) ateşe atıldığı zaman son sözü.: "HasbunALLAH ve ni’me’l-VEKÎL.: ALLAH bana yeter. O, ne güzel VEKÎLdir." buyurmuştur.
(İmam Muhyiddin-i Nevevî, Riyâzu’s-sâlihîn s.88,89, Hadis no:76)

Resim---Ebû Hureyre radiyallahu anhu’dan gelen rivâyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Resûlullah ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Cennet e bir takım kavimler girer ki, bunların gönülleri (rızklarını aramada ALLAH a TEVEKKÜL etmiş) kuşların gönülleri gibidir." (Yani TEVEKKÜL Sâhibidirler.)” buyurmuştur.
(Müslim rivâyet etmiştir.İmam Muhyiddin-i Nevevî, Riyâzu’s-sâlihîn s.89, Hadis no:77.))

Resim---Amr Bin As radiyallahu anhu’dan gelen rivâyete göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Şüphesiz her vâdide Âdemoğlu’nun kalbinden bir parça bulunur (yani kalb her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, ALLAH onun hangi vâdide helâk olacağına hiç aldırmaz. Kim de ALLAH’a TEVEKKÜL ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) ALLAH (celle celâlihu) ona yeter.” buyurmuştur.
(Kütüb-i Sitte; İbrahim Canan, Riyâzu’s-sâlihîn, c. XVII, s.595, Hadis no:1282)

Resim---Bu ibâre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in duâ olarak da evden çıkarken üç defâ.: “Bismillahi, hasbiyallâhü tevekkeltü alâllah, lâhavle velâ kuvvete illâ billah.: ALLAH’ın adıyla! ALLAH’a TEVEKKÜL ettim. ALLAH’a dayanmaktan başka kudret ve kuvvet yoktur” dememizi isteyen tavsiye buyruğudur..
(Ebu Dâvud, Edeb, 102-103)

Resim---Ebu Said radiyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: "Sûr'un sâhibi (İsrâfil aleyhisselam), sûr denen borusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffuhle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?" buyurmuştu. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti de.: "Peki biz ne yapalım -veyâ ne diyelim- Yâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem?" diye sordular. Onlara: "HasbunALLAH ve ni’me’l-VEKÎL.: ALLAH bize yeter, o ne güzel VEKÎLdir!. ALLAH'a TEVEKKÜL ettik. -belki de "TEVEKKÜLümüz ALLAH'adır!" demişti- deyiniz!" buyurdu.
(Tirmizî, Kiyamet 9, (2433))

Resim

TEVEKKÜL.:
VEKÎL.: Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse.
TEVEKKÜL.: İşi başkasına ısmarlamak. Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. Yeis ve kederden uzak olmak, Âcizlik göstermek..

Resim
Kur’ÂN-ı Kerîmde El VEKİL celle celâluhu İsm-i şerifi “TeVeKKeL” OLarak 39 Âyet-i CeLîLede Geçer.:

Âl-i İmrân 3/122,159,160; Nisâ 4/81; Mâide 5/11,23; A’râf 7/89; Enfâl 8/2,49,61; Tevbe 9/51,129; Yûnus 10/71,84,85; Hûd 11/56,88,123; Yûsuf 12/67; Ra'd 13/30; İbrâhim 14/11,12; Nahl 16/42; Furkân 25/58; Şu’arâ 26/217; Neml 27/79; Ankebût 29/59; Ahzâb 33/48; Zümer 39/38; Şûrâ 42/10,36; Mücâdile 58/10; Mümtehine 60/4; Teğâbün 64/13; Talâk 65/3; Mülk 67/29..

TEVEKKÜL kavramının anlamını daha iyi anlamak ve kavramak için sözlükte ‘’vekl’’ kökünden türeyen, günlük hayatımızda çokça kullandığımız diğer kelimelerin anlamlarını inceleyelim.:

VEKÎL.: “Vekl” fiilinin mastar halidir. ALLAH celle celâlihu’nun isimlerinden biridir. İşin havâle edildiği kimse demektir. Terim olarak.: “Bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” mânâsına gelir..
MÜVEKKİL.: “Vekl” fiilinin tef’il bâbı ism-i mef’ûlüdür. Vekâlet veren, birini kendine VEKÎL olarak seçen kimse anlamına gelir..
VEKÂLET.: Fıkıhta bir kimsenin birine kendi adına hukukî işlem yapma yetkisi vermesini ve bu yetkiyi ifâde eder. Kendisine iş tevdi edilen tarafa VEKÎL, tevdi’ edilen işe müvekkelün-bih, işin sâhibine müvekkil, VEKÎL kılmaya tevkîl denir..
MÜTEVEKKİL.: ‘’Vekl’’ fiilinin tefa’ul bâbı ism-i mef’ûlüdür. ALLAH’a TEVEKKÜL eden, işini ALLAH’ın iradesine, kaderine bırakan, ALLAH’tan gelene razı olan..
TEVEKKEL.: ‘‘Vekl’’ fiilinin tefa’ul bâbı çekimidir. Her şeyi oluruna bırakan anlamına gelmektedir..

TEVEKKÜL.: Sebeblere tevessül ettikten/başvurduktan sonra neticesini ALLAH'a bırakmak. ALLAH'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini ALLAH'dan istemek. Kadere razı olmak. ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmektir..

İslâm inancına göre; yaratılan varlıkların bütün bedebleri-var oluşları, fiilleri, halleri ve sözleri yüce ALLAH’ın takdiri ile meydana gelir. Onun için İslâm alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra, insanlara ve aracılara değil, sadece ALLAHu zü’l- CELÂL’e dayanma anlamındaki bir TEVEKKÜLü/GÜVENmeyi emreder.:


إِذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“Sizden iki grup (Uhud’da Hazrec’den Selemeoğulları’yla Evs’ten Hâriseoğulları), korkaklık göstererek bozgunluğa meyletmişti. ALLAH, o ikisinin de (iki grubun da) dostudur ve artık mü'minler ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler.” (Âl-i İmrÂN 3/122)

Resim

KUR'ÂN-ı KERÎMde =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e TEVEKKÜL/GÜVENme.:

A-) "Mü’minlerin ÖZeLLiği olarak =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:


إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Resim---“Gerçek mü'minler onlardır ki; ALLAH zikredildiği zaman kalbleri titrer (cezbelenir). Ve onlara ALLAH'ın âyetleri okunduğu zaman onların îmânlarını arttırır ve RABB'lerine TEVEKKÜL ederler.” (Enfâl 8/2)

B-) İnsanlar tarafından yargılanmaya karşı =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

إِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ غَرَّ هَؤُلاء دِينُهُمْ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَإِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim---“Münâfıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler şöyle diyorlardı: “Bunları, kendilerinin dîni aldattı.” Ve kim ALLAH'a TEVEKKÜL ederse o taktirde ALLAH, muhakkak ki AZÎZ (en üstün) ve HAKÎM'dir (hüküm sâhibi) dir.” (Enfâl 8/49)

C-) VEKÎL ve idareci, yarattıklarının ihtiyaçlarını giderici olduğu için =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

قَالُواْ يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكِي آلِهَتِنَا عَن قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ya Hûd! Bize bir delil (mu’cize) getirmedin ve biz, senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz. Ve biz, sana inanmayız.” dediler.” (Hûd 11/53)

إِن نَّقُولُ إِلاَّ اعْتَرَاكَ بَعْضُ آلِهَتِنَا بِسُوَءٍ قَالَ إِنِّي أُشْهِدُ اللّهِ وَاشْهَدُواْ أَنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ
Resim---“Biz ancak: “Bizim bazı ilâhlarımız, fenâ halde seni çarptı.” deriz. (Onlara şöyle) dedi: “Ben ALLAH'ı şâhid tutuyorum. Ve sizin şirk koştuğunuz şeylerden benim muhakkak ki (kesinlikle), uzak (berî) olduğuma şâhidlik edin!” (Hûd 11/54)

مِن دُونِهِ فَكِيدُونِي جَمِيعًا ثُمَّ لاَ تُنظِرُونِ
Resim---“O'ndan (ALLAH'tan) başka (putlarla), haydi hepiniz bana tuzak kurun. Sonra da bana mühlet vermeyin!.” (Hûd 11/55)

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Resim---“O (ALLAH), doğunun ve batının RABB’idir. O'ndan başka İLÂH yoktur. Öyleyse O'nu VEKÎL edin.” (Müzzemmil 73/9)

D-) Bir insan olarak aciz kaldığımız durumda =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا
Resim---“O (ALLAH), doğunun ve batının RABB’idir. O'ndan başka İLÂH yoktur. Öyleyse O'nu VEKÎL edin.” (Nisâ 4/80)

وَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمِيلًا
Resim---“Ve onların söyledikleri şeylere sabret. Ve güzel bir ayrılış ile onlardan ayrıl.” (Nisâ 4/81)

وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---“Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. ALLAH'tan olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak ALLAH'a aittir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim. Artık TEVEKKÜL edenler de, O'na TEVEKKÜL etsinler." (Yûsuf 12/67)

E-) Kur'ÂN-ı Kerîm âyetlerinin hükümlerini kabul etmekte zorlanarak inkar eden insanlara ve onlardan gelebilecek manevî ve maddî zarara karşı =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Resim---“Bundan sonra eğer onlar dönerlerse, o zaman onlara şöyle de: “Bana, ALLAH yeter (kâfidir), O'ndan başka İLÂH yoktur. Ben, ALLAH'a TEVEKKÜL ettim (güvendim). Ve O, azîm arşın RABB’idir.” (Tevbe 9/129)

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---“Hz. İbrâhîm ve onunla beraber olanlar sizin için güzel bir örnek olmuştur. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Muhakkak ki biz, sizden ve sizin ALLAH'tan başka taptığınız şeylerden uzağız, sizi inkâr ediyoruz. Ve siz, ALLAH'ın tek oluşuna inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebediyyen düşmanlık ve öfke başladı.” Hz. İbrâhîm'in, babasına: “Senin için mutlaka istiğfar edeceğim (mağfiret dileyeceğim). (Ancak) ALLAH'tan sana gelecek bir şeyi önlemeye mâlik değilim, sözü (demesi) hariç. RABB’imiz, biz SANA TEVEKKÜL ettik. Ve SANA yöneldik. Ve masîr (varış, dönüş, ulaşma), SANA'dır.” (Mümtehine 60/4)

F-) Savaşa hazırlanırken =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِي
Resim---“Ve bir sabah erkenden ailenden ayrılmıştın, mü'minleri savaş için (uygun) mevzilere yerleştiriyordun. Ve ALLAH en iyi işiten, en iyi bilendir.” (Âl-i İmrÂN 3/121)

إِذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“Sizden iki grup, korkaklık göstererek bozgunluğa meyletmişti. ALLAH, o ikisinin de (iki grubun da) dostudur ve artık mü'minler ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler.” (Âl-i İmrÂN 3/122)

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---“O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "ALLAH bize KÂFÎdir ve O, ne güzel VEKÎLdir." dediler.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

G-) Bir meselede karar verdikten sonra sonucu=> ALLAHu zü’l- CELÂL’e bırakarak GÜVENmek.:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“O zaman, ALLAH'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH'a TEVEKKÜL et. Muhakkak ki ALLAH, TEVEKKÜL edenleri (ALLAH'a güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrÂN 3/159)

H-) Bize gelmiş ve bize gelebilecek türlü zararlardan kurtardığı için =>ALLAHu zü’l- CELÂL’e GÜVENmek.:

قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“De ki: “ALLAH'ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isâbet etmez. O, bizim MEVLÂ'mızdır.” Ve artık mü'minler, ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler.” (Tevbe 9/51)

وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Resim---“Ve şöyle dedi: “Ey oğullarım! Bir tek kapıdan girmeyiniz. Ayrı kapılardan giriniz. ALLAH'tan olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak ALLAH'a aittir. Ben, O'na TEVEKKÜL ettim. Artık TEVEKKÜL edenler de, O'na TEVEKKÜL etsinler." (Yûsuf 12/67)

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---ALLAH; O'ndan başka İLÂH yoktur. Ve mü'minler artık ALLAH'a TEVEKKÜL etsinler.” (Teğabûn 64/13)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

RESÛLULLAH
sallallahu aleyhi vesellem’in
HADİSLERi
nde “TEVEKKÜL” KAVRAMI.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Eğer siz gereği gibi (hakkıyla) ALLAH’a TEVEKKÜL etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp (akşam) doymuş bir şekilde dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.” buyurarak TEVEKKÜLün hakkıyla yapılması gerektiğini çok güzel bir benzetme ile vurgulamıştır.
(Tirmizî, Zühd, 33; İbni Mâce, Zühd, 14)

Resim---Enes b. Mâlik radiyallahu anhu bir adam.: “Yâ Resûlullah!. Devemi bağlayıp da mı ALLAH’a TEVEKKÜL edeyim, yoksa bağlamadan mı TEVEKKÜL edeyim?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem de.: “Önce onu bağla, sonra ALLAH’a TEVEKKÜL et!”
buyurdu.

(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyame, 60)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ümmetimden yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir.” buyurunca orada bulunanlar.: “Onlar kim Yâ Resûlullah!” dediklerinde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:Onlar (vücûdları/vücûdlarını kızgın demirle) dağlamayanlar, üfürükçülük yapmayanlar ve RABBlerine TEVEKKÜL edenlerdir.” buyurmuştur..
(Müslim, İman, 371)

Resim---“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman.: "HASBuNALLAH ve Nİ’MEL- VEKÎL.: ALLAH bize yeter O ne güzel VEKÎLdir." Zikr-i CemîLine devâm ediniz!.” buyurmuştur.
(Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I/336))

Resim

HASBuNALLAH ve Nİ’MEL- VEKÎL,
HASBuNALLAH ve Nİ’MEL- KEFÎL,
HASBuNALLAH ve Nİ’MEL- NASÎR,
HASBuNALLAH ve Nİ’MEL- MEVLÂ!.
GUFRÂNeke RABBeNÂ!. Ve İLEykE’L- MASîR!. Ve HüVe ALâ KÜLLî ŞEYy’in KADÎR!.

celle celâlihu..

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ateşe atıldığı zaman İbrâhim aleyhisselam’ın son sözü: “ALLAH bana yeter, O ne güzel VEKÎLdir.” demek olmuştur.” buyurdu.
(Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan; Buhârî, Tefsîrû sûre (3), 13))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Büyük bir işe, musibete uğradığınızda “HasbunALLAH ve ni’me’l-VEKÎL” deyiniz” buyurdu.
(Ebu Hüreyre radiyallahu anhudan; İbn Kesir, Al-i İmran 173. ayetin tefsiri)

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
Resim---Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunALLAHu ve ni’me’l- VEKÎL (vekîlu).: Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "ALLAH bize yeter, O ne güzel VEKÎLdir" diyenlerdir.” (Âl-i İmrÂN 3/173)

حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ

.: HasbünALLAHu ve ni'me’l- VEKÎL, ni'me’l- MEVLÂ ve ni'me’n- nasîr, ğufrâneke RABBbena ve ileyke'l- masîr.: ALLAH bize yeter, O ne güzel VEKÎLdir, ne güzel yardımcı ve ne güzel DOSTtur! Bizi bağışlamanı diliyoruz, Ey RABBimiz dönüş yalnız SANAdır!..

nOt:
İbrahim aleyhi's-selâm ateşe atılırken böyle TEVEKKÜL etmiştir.


Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Büyük bir güçlüğün içine düştüğünüzde.: “HasbunALLAH ve ni’me’l- VEKÎL!.” deyin!” buyurdu.
(İmam Suyutî, Camiü’s- Sağir)

وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
Resim---“Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı). Ve kefâ billâhi VEKÎLâ (vekîlen).: Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) ALLAH'ındır. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Nisâ 4/132)

وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve tevekkel alâllâh (alâllâhi) ve kefâ billâhi VEKÎLâ (vekîlen).: Ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak yeter.” (Ahzâb 33/3)

وَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَالْمُنَافِقِينَ وَدَعْ أَذَاهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Resim---“Ve lâ tutııl kâfirîne ve’l- munâfikîne veda’ezâhum ve tevekkel alâLLAH (alâllâhi), ve kefâ billâhi VEKÎLâ (vekîlen).: Ve kâfirlere ve münâfıklara itaat etme ve (onların) eziyetlerine aldırma ve ALLAH'a TEVEKKÜL et. Ve ALLAH, VEKÎL olarak (sana) yeter.” (Ahzâb 33/48)


Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

150- EL VİTRu celle celâluhu.:


Resim


Resim

El VİTRu celle celâluhu.: Her hususta tek ve yegâne olan, eşi, benzeri, dengi, nazîri, ortağı ve yardımcısı olmayan. Mutlak anlamda tek ve eşsiz olan ALLAHu zü’l- CELÂL..

Vetere.: Sayıyı tek yapmak. Yaya kiriş takmak.
Vetr.: Tek, yalnız. Bir. Arefe günü.
Vitr.: Tek olan şey. Çift olmayan. Tenha. Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât namaz. Kurban bayramından bir önceki gün..

EL-VİTRU celle celâlihu, İBNİ MÂCE'nin rivâyet listesindeki 100 Esmâü'l-Hüsnâ içinde bildirilen isimlerdendir..

ALLAHu zü’l- CELÂL =>Vitr'dir. Bir olan, tek olan, yegâne olan, eşi ve benzeri olmayan, dengi, nazîri, ortağı ve yardımcısı aslâ bulunmayandır.
ALLAHu zü’l- CELÂL =>ZÂTı itibâriyle birdir, hem İSİM ve SIFATLarı itibâriyle TEKktir, EŞsizdir, benzersizdir, misli ve misâli yoktur..

Kur'ÂN-ı Kerîmde =>İkincisi Olmayan “Tek” anlamında;


وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِ
Resim---“Ve’ş- şef’ı ve’l- vetr (vetri).: Ve çift olana ve tek olana.” (Fecr 89/3)

Andolsun EŞli yaratılan, birlikte yaşama ihtiyacı duyan mahlûkata!. Andolsun EŞsiz, TEk Yaratıcıya, ALLAH celle celâlihu’ya!.

VİTR=> FERD OLandır.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH’ım! SEN DUÂyı/duâ etmemizi emrettin ve icâbet etmeyi de söz verdin. Buyur ALLAH'ım buyur! Emrindeyim buyur! SENin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd SANA mahsustur. Nimet de SENin, mülk de SENindir. SENin hiçbir ortağın yoktur. Şahâdet ederim ki SEN muhakkak ki FERD'sin, EHAD'sin, SAMED'sin. Doğurmamışsın, doğmamışsın ve SENin hiçbir dengin de yoktur!.” buyurmuştur.
(Beyhakî, es-Semâ ve’s-sıfat, h.no: 160)

VİTR kelimesinin ALLAHu zü’l- CELÂL’in bir İsmi veya Sıfatı olduğunu gösteren sahih rivâyetler vardır.:

Resim---İmam Ali kerremallahu vechehu.: “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem vitri kıldı, sonra.: “Ey Kur’ÂN Ehli! Vitir Namazını kılın! Çünkü ALLAH TEKktir, TEk’i SEVer!.” buyurdu.” buyurdu.
(Nesaî, Kıyâmül-leyl 27; Enes bin Mâlik, Muvatta, leyl 17; İ. Ahmed, Müsned, 2/29.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “İnnALLAHe VİTRun yuhibbu’l- VİTRa.: ALLAH TEK’tir TEK'i SEVer!.” buyurmuştur.
(Buhârî, Deavât, 69; Müslim, “Zikr” 5/no:2677; Tirmizî, Vitir, 2; Nesâî, Kıyâmü'l-Leyl, 27; İbn Mâce, “Duâ” 10/no: 3861; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 258, 267; İbn Hibbân, Sahîh, III, 88.)

ALLAHu zü’L- CeLÂL için TEKkLik.:
Ahad.: Ehad.: Bir. Tek. İnfiradla/ Tek başına kalma, yalnızlık hâliyle muttasıf Sıfât-ı Kâmileyi câmi' olan.. ALLAH celle celâlihu..
Vâhid.: Ahad olan. Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan ALLAH celle celâlihu..
Ferd.: Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan, benzersiz ALLAH celle celâlihu..
Ferid.: Benzeri bulunmayan, yektâ ALLAH celle celâlihu..
Vitr.: TEKe TEKk olan, çift olmayan ALLAH celle celâlihu..
Kâfi.: Kifâyet eden, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren ALLAH celle celâlihu..
Vâfi.: Tam, elverişli, kâfi, yeter. Sözünün eri. Va'dini mutlak yerine getiren Tam, elverişli, kâfi, yeter. Sözünün eri. Va'dini mutlak yerine getiren ALLAH celle celâlihu..

Günlük Hayatımızda da kullanımda ise;
Ferd, yalnız bire “1”e tekâbul eder.
Örneğin, “Ferd-i ferid”.: İkincisi olmayan, çağında eşi benzeri olmayan mümtâz bir kimsedir.

Vitr ise, çifti olabilen tek sayıdır ki, ikincisi ve daha fazlası olabilen bir tektir. 1, 3, 5, 7, 9 sayıları vitrdir. Fakat çiftleri de vardır. Bu bilgiye genel bir çerçeve olarak bakılabilir..
ALLAHu zü’L- CeLÂL’in İsim ve Sıfatları olarak da bu ikisi aynı mânâya gelebilir.
Hadis İmamlarımızdan Beyhakî’ye göre;
"VİTR celle celâlihu, ALLAH’ın ismi olarak, şeriki ve nâziri olmayan FERD demektir.”
(Beyhakî’, el-İʿtiḳād ve'l-hidâye ilâ sebîli'r-reşâd, 368)

Hadis İmamlarımızdan İbn Hacer’e göre de Vitr, Ferd demektir. ALLAH celle celâlihu için kullanıldığı zaman, “Ne zâtında ne sıfatında naziri olmayan VAHİD” demektir.
(İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 11/227)

Ferd celle celâlihu İsmi =>ALLAH’ın sayıca ikincisi /eşi benzeri olmadığına delâlet eder.
Vitr celle celâlihu İsmi ise =>ALLAH’ın TEk olduğuna, yâni iki şeyden mürekkeb olmadığına delâlet eder.
ALLAHu zü’L- CeLÂL =>İkİncisi olmayan FERDdir.
ALLAHu zü’L- CeLÂL =>BiR, çifti olmayan VİTR/TEKtir.

Ebû Hüreyre rivâyetindeki doksan dokuzluk listede bulunmayan bazı isimler çeşitli hadis kaynaklarında ALLAHu zü’L- CeLÂL'e nisbet edilmiştir. Bunlar arasında “vitr.: Bir, tek.. de vardır..
(Buhârî, Daʿavât, 68)

El Vitr ALLAH celle celâlihu Zikir-Fikir-Şükür ZeVkinde=>Uzlet ve Türevleri vardır.:

Uzlet.: Bir kenara çekilme, alâkayı kesme, beden ve düşünce itibâriyle ayrı olmaktır.
Uzlet =>MuhaMMedî Tasavvufta KULu’nun, HAKk TeÂLÂ’ya yönelmesini ifâde eder. Uzlet kavramı için “tebettül, halvet, vahdet, inzivâ, infirâd, teferrüd, inkıtâ” gibi terimler de kullanılır..

Teferrüd.: (Ferd. den) Tek ve yalnız kalma. Herkesten ayrılma. Eşsiz, emsâlsiz ve benzersiz olma. Kendi başına olma..
Tebettül.: Halkdan ayrılmak. Mâsivadan kesilip ihlâs ile HAKk TeÂLÂ’ya yönelmek ve ubudiyet/kulluk etmektir..
Halvet.: Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. Gizliliktir..
Vahdet.: Birlik. Yalnızlık. Kesretin zıddı TEKLiktir..
İnzivâ.: Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süflî ve hevesî işleri bırakıp İlm-i Kur'ÂN ve imanla, ibâdet ve taatla, Kur'ÂN ve imana hizmetle vakit geçirmek..
İnfirâd.: Tek başına kalma. Yalnızlık hâli..
İnkıtâ’.: Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme..


Kur'ÂN-ı Kerîm'de ReSûLuLLAH sallallahu aleyhi vesellem ve ÜMMetine=>Tebettül Halvetinde TEVHiD Teheccüdü.:


إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَقْرِضُوا اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا وَمَا تُقَدِّمُوا لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ اللَّهِ هُوَ خَيْرًا وَأَعْظَمَ أَجْرًا وَاسْتَغْفِرُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“İnne RABBeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyi’l- leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak (meake), vallâhu yukaddiru’l- leyle ve’n- nehâr (nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere mine’l- kur'ÂN (kur’ÂNî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fî’l- ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmu’s- salâte ve âtû’z- zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ (hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ (ecren), vestagfirûllâh (vestağfirûllâhe), innALLÂHe GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Muhakkak ki RABBin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur'ÂN okumak, zikir yapmak, kânitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü ALLAH takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tâyin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur'ÂN'dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, ALLAH'ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da ALLAH'ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O'ndan (Kur'ÂN'dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikâme edin, zekâtı verin ve ALLAH için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu ALLAH'ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah'a istiğfar edin (tövbe edip ALLAH'tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki ALLAH; GAFÛR'dur, RAHÎM'dir.” (Müzzemmil 73/8)

Uzlet ve Halvette, El Vitr ALLAH celle celâlihu SALLının-SALÂtının izâhında,
Muhyiddin İbnü’l-Arabî kaddesallahu sırrahu.: “ALLAH celle celâlihu’ya ait yalnız ve TEKk-Ahad-Vitr olma sıfatının tecellîsine mazhar olanlar halk içinde iken de daimâ uzlette ve halvette bulunur.."

(Muhyiddin İbnü’l-Arabî, II, 201-204).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

151- EL VÂLÎ celle celâluhu.:

Resim


Resim

El VEKÎLu celle celâluhu.: Yarattığı herşeye/kâinâta/eşyâ, olay ve zamÂN ALgısının sâhibi, hakîmi ve mâliki OLduğu sistemi yöneten ve idâre eden, tasarruf eden. Küllî ŞEYy’in/Herkesin mutlak sâhibi olan ALLAHu zü’l- CELÂL..


EL VÂLÎ celle celâlihu İsmi, “vilâyet” mastarından türemiştir.
EL VELİ celle celâlihu İsmiyle aynı kökten gelmektedir..

EL VÂLÎ İsmi;
1-) Yakını olmak, yanında olmak.
2-) İzlemek, takib etmek, kontrol etmek.
3-) Birinin işini üzerine almak, üstlenmek.
4-) Birinin işini ıslah etmek, denge-düzene koymak.
5-) Birinin işini programlamak.
6-) Maddî ve manevî her türlü yardımda bulunmak.
7-) Karşısındakine güzel vasıflarıyla övgüde bulunmak.
8-.) Ni’met vermek, ihsân etmek.
9-) Birinin işini takip etmek anlamlarına gelmektedir..

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
MevCÛDat/VarLık ve OLuş ÂLeminde =>Her ÂN YENidEN Yaratmakta OLduğu KÜLLî ŞEYy/Herkes üzerinde =>Tek HükümrÂN, Tek Söz Sâhibi, Tek Rızık Veren=>FiiLen yapmakta OLan Kudret Sâhibi ALLAHu zü’l- CELÂLdir..

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
Tüm ESMÂULLAH TECELLîsi olan SİLM AKLımızı =>Fakrîyyet, Aczîyyet, ZiLLîyyet ve İLLîyyete düşürüp, Kafa Basarımızda hayret ve Kalb Basîretimizde hayranlık uyandıran bu MevCÛDat/VarLık ve OLuş ÂLemini canlısı ve cansızı ile, şûurlusu ve şûursuzu ile somut/maddesi ve soyut/Mânâsı ile mikrosundan makrosuna kadar her ÂN ŞE’ÂNuLLAHta KûN feyeKÛN YENidEN YARATIŞın ve idâre eden ve YÖNetimin MutLak VÂLÎsi =>EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu..


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her ÂN) bir şe'n (ayrı bir tecellî, yeni bir OLuş) üzerindedir.” (Rahmân 55/29)

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
Dirilten, öldüren, azîz ve zelîl eden, yükselten alçaltan, zengin eden fâkir kılan, lütufta ihsânda bulunan, himâye eden, maddeye ve ruha hükmeden, Rahmet ve Bereket veren, Adli ile her şeyi dengeleyen, Vedûd ismi ile SEVip SEVdiren, en gizli sırlardan haberdâr olup, en ince ayrıntıları bilen ve işlem yapan, duâlara icâbet eden, günahları affeden, en doğru yolu gösteren ALLAH celle celâlihu; fizikî, astronomik, biyolojik, fizyolojik, jeolojik elhasılı bütün ilimlerin ilgili olduğu alanlarda her an tasarrufta bulunmakta, idâre etmekte, kontrol etmektedir.


يُدَبِّرُ الْأَمْرَ مِنَ السَّمَاء إِلَى الْأَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ مِّمَّا تَعُدُّونَ
Resim---“Yudebbiru’l- emre mine’s- semâi ile’l- ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn (teuddûne).: Gökten arza kadar emri (ALLAH'tan gelen ve ALLAH'a dönen herşeyi) tedbir eder (düzenler). Sonra bir günde O'na yükselir ki, (o bir günün) süresi, sizin (dünya ölçülerine göre) saymanızla 1000 senedir.” (Secde 32/5)

ALLAH celle celâlihu MevCÛDat/VarLık ve OLuş ÂLeMinin
Tek Hâkimi, Mutlak Yöneticisi ve Kudret Sâhibidir.

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu İsm-i Şerifi; Tirmizî listesindeki 99 esmâü'l- hüsnâ ve İbni Mâce'nin listesindeki 100 esmâü'l-hüsnâ içinde geçmektedir. Ve Kur’ÂN-ı Kerîmde 1 âyet-i celîlede geçmektedir.
ALLAHu zü’l- CELÂL, doğrudan isim olarak bizlere bildirilmemiş olsa da, sonsuz isimleri ile tecellî ederek var ettiği âlemi, yine her an tecellîlerle yönetmekte, düzenlemekte, yönlendirmektedir..


لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ
Resim---“Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh (emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh (lehu), ve mâ lehum min dûnihî min VÂL (VÂLİn).: Onları (o kavimdekileri), önünden ve arkasından (önden arkaya doğru uzanan) takib edenler vardır. ALLAH'ın emrinden olup, onları korurlar. Muhakkak ki; ALLAH, onlar nefslerinde olan şeyi (özlerindeki hidâyette kalma konusundaki niyetlerini) bozmadıkça, bir kavimde olan şeyi bozmaz. Ve ALLAH, bir kavme cezâ vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mâni’ olacak kimse) yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan/ var edip yöneten bir DOSt yoktur.” (Ra’d 13/11)

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
Mübdiu, Bedîü İsimleri ile başlattığı MevCÛDat/VarLık ve OLuş Âlemi, Hâliku, Bâriu, Musavviru İsimlerinin tecellîsi ile Her ÂN YENidEN Yaratmayı sürdürmektedir. Hafîz ismi ile koruduğu SiSTeMuLLAH/Varlık Kanunîyetini, Rakîb ismi ile kontrol edip, Kayyûm isminin tecellîsi ile devâm ettirmektedir.

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
Yarattıklarının her türlü ihtiyaçlarını Latîf, Rezzâk, Mukit, Rahîm, Kerîm, Şekûr İsimleri ile karşılama ve onların varlıklarını sürekli sürdürmelerini sağlayacak ortamı oluşturma İŞLemini her ÂN YENidEN YARAtmaktadır..

EL VÂLÎ ALLAH celle celâlihu;
Hasib, Muhsi, Adl İsimleri ile gerek Somut Alandaki DÜZENLeri matemâtiksel düsturlarla.. Gerekse Soyut; Sosyal, psikolojik ruhsal alandaki DENGELeri Dâim-Kâim ayakta tutmağa devâm etmektedir..


Resim

El Bâriu celle celâlihu.:
Resim

El Bedîu celle celâlihu: Resim

El Hâliku celle celâlihu:
Resim

El Mübdiu celle celâlihu.:
Resim

El Hâfizu celle celâlihu.:
Resim

El Musavviru celle celâlihu.:
Resim

Er Rakîbu celle celâlihu.:
Resim

El Veliyyu celle celâlihu.:
Resim

El Kayyûmu celle celâlihu.: Resim

El Latîfu celle celâlihu.: Resim

Er Rezzâku celle celâlihu.: Resim

El Mukîtu celle celâlihu.:
Resim

Er Rahmânu celle celâlihu.:
Resim

Er Rahîmu celle celâlihu.:
Resim

El Kerîmu celle celâlihu.:
Resim

Eş Şekûru celle celâlihu.:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

152- EL MEVLÂ celle celâluhu:


Resim

Resim

MEVLÂ : Halkının velîsi, dosdu, var edip idâre edeni, mutlak ni’met vereni olan; Sâhib, mâlik, RABB, Velî, Mürebbî, Yardımcı, İhsân edici, Dost ve Eserlerini SEVen ALLAHu zü’L- CELÂL..

EL Mevlâ celle celâlihu ismi, “velâyet”..“birinin dosdu, yakını, yardımcısı olmak, onun idâresini elinde bulundurmak.” kökünden masdar ismi ve sıfattır. Muhabbet bağıyla bağlı dosd, sâhib, mâlik, efendi demektir.
“Velâ” kökü; parmak-yüzük "ile”-liği değil de et-tırnak "bile"-liğini yâni "yakîn"-i içerir.
Râgıb el-İsfahânî, kavramın “temel” anlamındaki yan yana oluş faktörünü göz önünde bulundurarak velâ kökünün “iki veya daha fazla şeyin aralarında yabancı bulunmamak şartıyla birlikte olması” mânasına dikkat çekmiş ve bu birlikteliğin mekân, nisbet, din, dostluk, yardım ve inançta yakınlık için kullanıldığını söylemiştir..
(el-Müfredât, “vly” md.)
Mevlâ kelimesi, ALLAHu zü’l- CELÂL'e izâfe edildiğinde maddî unsurlar hariç yakınlığın/kurb, “sevme, koruma, yardım etme, tasarruf ve himayesi altında bulundurma” gibi anlamları öne çıkar.. Mevlâda aslolan mâna sevgi ve mânevî yakınlıktır..

Kur’ân-ı Kerîm’de Vâlî ile Velî İsimleri dışında ALLAH TeÂLÂ’nın insanların MEVLÂsı olduğu hususu 16 âyet-i celîlede tekrarlanmaktadır.
Bu âyetlerin biri Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e, dokuzu mü’minlere, ikisi mutlak mânada insana yöneliktir.
Mevlâ âyetlerin dördünde Nasîr (yardımcı) kelimesiyle, birinde Hayrü’n-Nâsırîn (yardım edenlerin en hayırlısı) şeklinde, birinde yine nusret muhtevâlı bir dua ile, bir yerde Alîm-Hakîm, iki âyette de HAKk ismiyle birlikte zikredilmiştir..
(M. F. Abdülbâkî, el-Muʿcem, “mevlâ” md.)

Mecdüddin İbnü’l-Esîr, mevlânın yirmiye yakın mânasını sıraladıktan sonra çoğunun hadislerde geçtiğini söyler.

(en-Nihâye, “vly” md.).

Çeşitli hadislerde Mevlâ, ALLAH’ın isimlerinden biri olarak zikredildiğini..

(İ. Ahmed, Müsned, IV, 293; Buhârî, “Cihâd”, 14, “Meġāzî”, 17)

Hukukî çerçevede ise;


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH ve RESÛLü, efendisi olmayanın velîsi ve efendisidir” buyurmuştur.
(İbn Mâce, Ferâʾiz, 9; Tirmizî, Ferâʾiz, 12)

Resim---Müşrik Sahibinin eziyetine mâruz kaldığı için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem tarafından azâd edilen bir kölenin.: “Ben şimdi kimin velâyeti altındayım?” diye sorması üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem ona, “Sen bundan böyle ALLAH ve RESÛLÜnün velâyet ve himâyesi altındasın” buyurmuştur.
(İ. Ahmed, Müsned, II, 182, 225)

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, köle-efendi ilişkileri konusundaki bir tâlimatında;

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Hiçbiriniz kölesi için.: “Kulum” demesin, çünkü hepiniz ALLAH’ın kullarısınız; yalnız.: “Benim adamım, elemanım (fetâ)” desin. Köle de efendisi için.: “Rabbim” değil “Efendim” desin. Yine köle efendisine.: “Mevlâm” dememelidir; hepinizin Mevlâ’Azîz ve Celîl olan ALLAH’tır” buyurmuştur.
(Müslim, Elfâz, 14)

Mevlâ, İlâhî yakînliğin adıdır. RABBü'l-Âlemîn'in Mâlikiyyetini mânevî yakınlık ve muhabbet kabul ediştir.
MEVLÂ celle celâlihu, kendisine SEVgiyle bağlanılan, karşılıksız yardım eden, hakiki dost ş olan ALLAH celle celâlihu demektir. MEVLÂ celle celâlihu, kuluyla kendisi arasında peygamber hariç hiç kimsenin bulunmadığı ve kendisine kulunun SEVgiyle yöneldiği, kulunu SEVen, onu koruyan, ona yardımcı olan, kulu üzerinde tasarrufta bulunup onu himâye eden ALLAH celle celâlihudur..

ALLAHu zü’l- CELÂL'in MEVLÂmız olduğu, Kur’ÂN-ı Kerîm'de 13 âyet-i celîlede geçmektedir. Hadis listelerinde geçmemekle beraber İBNİ HACER'İN LİSTESİNDEKİ Kur’ÂN-ı Kerîmdeki 99 ESMÂÜ'L-HÜSNÂ listesinde geçmektedir EL MEVLÂ celle celâlihu..

Kur’ÂN-ı Kerîm'de.:
Bakara 2/286; Âl-i İmrân 3/150; En'âm 6/62; Enfâl 8/40; Tevbe 9//51; Hacc 22/78; MuhaMMed 47/11; Tahrîm 66/2,4..


بَلِ اللّهُ مَوْلاَكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ
Resim---“Belillâhu MEVLÂkum, ve huve hayru’n- nâsırîn (nâsırîne).: Hayır! Sizin MEVLÂnız (dostunuz) ALLAH'tır. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân 3/150)

ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ
Resim---“Summe ruddû ilâllâhi MEVLÂhumu’l- HAKk (hakkı), e lâ lehu’-l hukmu ve huve esrau’l- HÂSİBîn (hâsibîne).: Sonra ALLAH'a döndürülürler. Onların MEVLÂsı HAKk'tır. Hüküm onun değil mi? Ve O, hesap görenlerin en hızlısıdır.” (En'âm 6/62)

وَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَوْلاَكُمْ نِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
Resim---“Ve in tevellev fa'lemû ennALLÂHe MEVLÂkum, ni'mel MEVLÂ ve ni'men NASÎR (nasîru).: Ve şâyet dönerlerse, ALLAH'ın sizin MEVLÂnız olduğunu bilin. Ne güzel MEVLÂ ve ne güzel yardımcıdır!" (Enfâl 8/40)

قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Resim---“Kul len yusîbenâ illâ mâ ketebALLÂHu lenâ, huve MEVLÂnâ, ve alÂLLÂHi felyetevekkeli’l- mu’minûn (mu’minûne).: De ki.: “ALLAH'ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isâbet etmez. O, bizim MEVLÂ'mızdır.” Ve artık mü'minler, ALLAH'a tevekkül etsinler.” (Tevbe 9/51)

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ
Resim---“Zâlike bi ennALLÂHe mevlellezîne âmenû ve ennel kâfirîne lâ MEVLÂ lehum.: Bu, ALLAH'ın iman edenlerin dostu (MEVLÂsı) olması sebebiyledir. Ve kâfirlerin ise gerçek dostu (MEVLÂsı) yoktur." (MuhaMMed 47/11)

قَدْ فَرَضَ اللَّهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ أَيْمَانِكُمْ وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Resim---“Kad faradALLÂHu lekum tehillete eymânikum, vALLÂHu MEVLÂkum, ve huve’l- ALÎMu’l- HAKÎM (hakîmu).).: ALLAH, (gereksiz) yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi size farz (meşrû’) kılmıştır. Ve ALLAH, sizin dostunuzdur ve O; ALÎM'dir (en iyi bilendir), HAKÎM'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (Tahrîm 66/2)

Mevlâ isminin, Velî, Vâli, Vedûd, Nasîr celle celâlihu İsimleriyle anlam ilişkisi vardır..


Resim

El Mevlâ celle celâlihu.:
Resim

El Veliyyü celle celâlihu.:
Resim

El Vâlî celle celâlihu.:
Resim

El Vedûdü celle celâlihu.:
Resim

En Nasîru celle celâlihu.:
Resim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

153- EL MÜRÎD celle celâluhu:


MÜRİD .: MURAD ettiği/Dilediği-İstediği-Kararverdiği KüLLî Şeyi KÛN feyeKÛN EMRiyle ŞE’ÂNuLLAHta her ÂN yeniden yaratan ALLAH u zü’L- CELÂL..


Resim
=>İRADe=->İLMi ANLAmaktır,
İDRAk=->İRADe CANLAmaktır,
YAŞAmak=>HAKk’a ŞÂHiDLik,
=>İŞTiRAk==>HAZIRda Haktır!.


ZEVK 9900

=>EDEBLi=>İLiM=>İMÂN OLur..=>İRADe TOPLanır=>HAKkta,
=>İDRAkLa ÇEKer=>DORUğa... ==>AMELLeRi===>İŞTiRAkta,
MÜRŞiD-i MUTLak=>MuhaMMed,
MÜRİDİ’yim HAKk=>MuhaMMed,
DAMLa DAMLa DÜŞen HAYyat=>YUDum YUDum YAŞANMAkta!.


17.03.2021 15: 52
brsbrsm...tktktrstkkmizdekurÂNnnn..


==>ÇİLLe=>EMEKLe İHVÂNim,
BAHAR===>ÇİÇEKLe İHVÂNim,
HAKkın KULLuğun HAKk EYLe,
=>YAKÎNin=->BEKLe İHVÂNim!.


Resim

ResimKuLu OLmaya SULTÂN İÇiN.:

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
Resim---"Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyeke’l- yakîn (yakînu).: Ve sana “yakîn” gelinceye (son yakîne, Hakk’u’l- Yakîne ulaşıncaya) kadar RABBine kul ol!”(Hicr 15/99)


M.M.M. MuhaBBetLerimLe...

Resim KUL İHVÂNİm..


İRADe; istemek, arzûlamak, emretmek, tercih etmek gibi mânâlara gelen Arapça “rvd” kökünden gelen if’al veznindeki “irâdet” masdarından türemiş İsm-i Fâildir.
El Mürîd celle celâlihu ismin mânâsı ve ruhu, kendisinin menşe’i olan ALLAH u zü’L- CeLÂL’in İrâde Subutî/Emirleri, hükümleri ve fiillerinde hür olduğunu bildiren Sıfatıdır..

Sözlükte "istemek, dilemek" anlamına gelen irâde terim olarak "nefsin yapılması gerektiğine hükmettiği bir işi, bir amacı gerçekleştirmeyi istemesi, ona yönelmesi" veya "canlıyı, kendisinden değişik mahiyetteki fiillerin doğmasını sağlayacak bir duruma getiren nitelik" yahut "bir fayda elde etme inancının ardından doğan eğilim" gibi değişik şekillerde tanımlanmıştır.. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "rvd" md.; et-Taʿrîfât, "İrâde" md.).

Mürîd.: "İRADe eden, bir şeyi yapmayı dileyen" anlamına gelir. Mürid-i Mutlak ALLAH u zü’L- CeLÂLdir ..
İrade-yi MutLak; Evrenin her tarafında yer alan farklı şekillerdeki farklı varlıklar, bu farklılığın arka planında tercih edici bir irade fiilinin bulunduğunu; bu irade fiili ise, bu işi irade eden ve yaratan ALLAH u zü’L- CeLÂL imzasını taşımaktadır..

ZÂT-ı İLÂHİYye’ye delâlet/işâret eden kavramların başında ALLAH celle celâlihu ZÂTuLLAH Zâtî İsmi gelir. Sübûtî Sıfatları, ALLAH u zü’L- CeLÂL’in ZÂT’ını niteleyen Sübûtî/yalnız ZÂT’ına özel kıdem ve süreklilik ifâde eden Etkin Yetkinlik Sıfatları olup bunlardan kâinatı ilgilendirenler için; Kelâmcılar tarafından Hayy, Alîm, Semî‘, Basîr, Kadîr, Mürîd, Mütekellim şeklinde bir seçim yapılmışlardır.

İslâm OLma Şartlarını Taşıyan Bir KULun/NEFSinin kendi Akıl Tercihiyle:
* Ya ALLAH u zü’L- CeLÂL’in şiddetle yasakladığı ŞeytÂN’a uyar =>Hizbu’ş-ŞeytÂN içinde Yaşar..
* Ya da ALLAH u zü’L- CeLÂL’in kesinlikle emrettiği ALLAH celle celâlihu’yu DUYuş-UYuşLa=>HizbuLLAH içinde Yaşar..

ALLAH u zü’L- CeLÂL’in İsLÂM DİNi, BİLgi ile şekillenen bir yoldur.
Bu YoLun YoLcusunun Gâyesi =>Vâhidu’L- AHAD, TeK-BiR OLan ALLAH u zü’L- CeLÂL’e=>ASLına-SILÂsına İSÂLe-ULAŞımıyla Hayattayken ŞÂHİDi OLarak Yaşayarak MURADULLAH’ı İLim-İRade-İdrak-İştirak HAYyatıdır..


Resim---Resûlullah sallALLAH u aleyhi vesellem.: “Men arefe nefsehu =>fekad arefe RABBehu.: Nefsini/Kendini TANıyan/BİLen =>RABB’ini TANır/BİLir.” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfu’l-Hâfâ, II, 236.)

Bâyezîd-i Bistâmî kaddesallahu sırrahu.: “Mürşidi olmayanın kılavuzu şeytÂNdır.” sözünü naklederek Mürşidsiz seyr-ü-sülûk’ün tehlikesine dikkat çekmiştir. (er-Risâle, s. 735).

Bâyezîd-i Bistâmî Ma’rifet Bilgisinin kendisinden meydana getirdiği değişimi şöyle ifâde etmektedir.: “Yılanın derisinden sıyrılıp çıktığı gibi ben de‚ Bâyezid‛liğimden sıyrıldım. Birden baktım ki, Âşık, Ma’şûk ve Aşkın hepsi BİZ BİR-İZdir. Zirâ Vahdet Âleminde hepsi‚ “BİR”dir.”
(Ebû Âlâ Afîfî, Fi Tasavvuf’ul-İslâm ve tarihîhî, (Kâhire: 1954), s. 137.)

RESÛLULLAH sallsallallahu aleyhi vesellem’in RÜSÛLîYyet İRADesi ÖzeLdir.:


Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Ben önümü gördüğüm gibi, arkamı da görmekteyim.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 449; Nesâî, Sünen, II, 91.)

Resim---Resûlullah sallsallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “Ben kulumu sevince işiten kulağı, gören gözü olurum.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Buhârî, Rikak, 38.)

يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zu’l- fadli’l- azîm (azîmi).: Ey iman edenler, ALLAH 'tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir NÛR ve ANLAyış (furkân/farkedebilme İRADEsi) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. ALLAH büyük fazl sâhibidir.”(Enfâl 8/29)

Resim---Resûlullah sallsallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAH celle celâlihu.: “Ben kulumu sevince onun kalbi olurum; o da benimle düşünür, işitmesi, görmesi olurum, o da benimle işitir, benimle görür.” buyurdu.” buyurmuştur.
(Tirmizî, Hatmü’l-Evliyâ, s. 406.)

İRADe, ALLAH u zü’L- CeLÂL’in Sübûtî Sıfatlarındandır..
ALLAH u zü’L- CeLÂL’in Sübûtî Sıfatları =>Hayat, İlim, Semi, Basar, İrade, Kudret, Kelâm ve Tekvin olmak üzere 8 tanedir.:

KÜLLî İRADe- CÜZ’î İRADe.:
KÜLLî İRADe, ALLAH u zü’L- CeLÂL’in dilemesi demektir. İRADe, bir şeyin olup olmamasını, şöyle veya böyle olmasını dilemek ve dilediği gibi yapmaktır. Dünyada var olan her şey ALLAH u zü’L- CeLÂL’in dilemesi ile var/MevCÛD OLmuştur, O’nun dilediği zaman da yok olacaktır/ MevCÛD OLmayacaktır. O’nun dilediği olur dilemediği olmaz.
İnsanların da iradeleri vardır. Ancak ALLAH u zü’L- CeLÂL’in İradesi ile insanların iradeleri tamamen farklıdır. İnsan her istediğini ve dilediğini yapamaz. ALLAH u zü’L- CeLÂL ise, her istediğini ve dilediğini yapar. İnsanlara irade gücünü veren ALLAH u zü’L- CeLÂL’dir. ALLAH u zü’L- CeLÂL’in İRADesi ise ZÂTı ile kâimdir. İnsanın istediği şeyin olması için, o şeyi oluşturan şartları bir araya getirmeye çalışması gerekir, aynı zamanda ALLAH u zü’L- CeLÂL’in de buna izin vermesi gerekir. Çünkü ALLAH u zü’L- CeLÂL izin vermedikçe insanların istedikleri olmaz..

İnsÂN AKLı için =>Cüz'i İRADe, İslam Dinine göre (akaid, kelâm) insanlara verilmiş olan ve kaza ve kader sınırları çerçevesinde hareket imkânı tanıyan özgür iradedir.
Cüz'i kelimesi, Arapça ve Osmanlı Türkçesi'nde kısmî anlamına gelir ki, Sınırlı ve Sorumludur..

Buna karşılık, ALLAH u zü’L-CeLÂL’in KüLLî İradesi herhangi bir sınırla bağlı değildir ve İnsÂN AKLının Cüz'i İRADesini kapsar ve üstünde yer alır..


Resim---Resûlullah sallsallallahu aleyhi vesellem.:
إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى
“İşler (ameller) niyetlere göredir. Herkese niyetine göre verilir” buyurmuştur.
(Sahih-i Buharî)

Görüldüğü gibi şey (شَيْء), kader ve İRADe; birbirleriyle ilişkisi olan kelimelerdir. Tarihi süreçte bu ilişkinin koparılması, dinin bilimden ve fıtrattan ayrı düşmesine yol açmış, Kur'ÂN-ı Kerîm’in doğru anlaşılmasını engellemiştir..

Buradaki İRADe, bir şeyi oluşturmaya karar vermektir. İRADe, bir noktadan bir hedefe gidip gelme anlamındadır. Bu, konaklama ve otlak yeri bulmak için gidip gelen kişinin (râid) yaptığı iştir. O dolaşır ve kendine göre en iyi yeri seçer.
Araplar şöyle derler.:
بَعَثْنارائداًيرودلناالكَلأَوالمنزِلَ
.:
Râid gönderdik, bize otlak ve konaklama yeri arayacak!.”

İRADe
(إرادة), ravd (رود)’in if’âl babına nakli ile oluşmuş, lâzım iken müteaddiye dönüşmüştür; râidi gönderme anlamındadır.
İnsanın içinde, râid gibi gidip gelen, istek ve kararlarını oluşturan bir yetenek vardır. İRADe, o yeteneği harekete geçirmektir; istek ile başlar, bir karar veya kararsızlıkla biter. Bu sebeple İRADe ikiye ayrılır; birincisi İSTEK, diğeri KARARLILIKtır.i

Şu âyet-i celîle, İSTEK anlamındaki İRADeyi gösterir.:


وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا
Resim---“Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûne’ş- şehevâti en temîlû meylen azîmâ (azîmen).: ALLAH tevbenizi, günah işlemekten vazgeçerek kendisine itaate yönelmenizi kabul etmek ister. ALLAH ’ın haram kıldıklarının peşinden koşanlar, kötü arzularının esiri olanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı, haram işlemenizi isterler.”(Nisâ 4/27)

İSTEK anlamındaki irade yerine gelmeyebilir. ALLAH u zü’L-CeLÂL, bütün insanların tevbe etmesini ister ama etmezler. Arzularının peşinde olanlar da istedikleri halde bütün insanları saptıramazlar..

ALLAH u zü’L-CeLÂL’in KARAR anlamındaki İRADesi kesin olarak yerine gelir.:


خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---“Hâlidîne fîhâ mâ dâmeti’s- semâvâtu ve’l-ardu illâ mâ şâe RABBuk (RABBuke), inne RABBeke fe'âlun limâ yurîd (yurîdu).: Onlar, semâlar ve yeryüzü (cehennemin semâları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). RABBinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin RABBin, dilediği şeyi yapandır.”(Hûd 11/107)

Bu âyet-i celîledeki İRADenin ALLAH u zü’L-CeLÂL’in KARARı anlamında olduğunu şu âyet-i celîle gösterir.


بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“Bedîu’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: Gökleri ve yeri bedî olarak (örneksiz) yaratandır. Bir işi kadâ ettiği (olmasını istediği) zaman, o şeye sadece “Ol!” der. O, hemen olur.”(Bakara 2/117)

İnsÂNın İRADe KARARLILIğı anlamını taşıyan İRADe.:


وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---“Ve’l- vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah (radâate), ve ale’l- mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve ale’l- vârisi mislu zâlik (zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve âdete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile, ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mirasçının üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşavere ederek (görüşerek) rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o takdirde onların ikisi üzerine bir günah yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (takdir ettiğiniz emzirme ücretini), marufla (örf ve adete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve ALLAH 'a karşı takva sâhibi olun. ALLAH 'ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!”(Bakara 2/233)

İnsÂNoğLu İRADe KARARLILIğı ancak ALLAH u zü’L-CeLÂL’in, gerekli şartları oluşturmasıyla uygulayabilir. Meselâ çocuğu emzirmek için ALLAH u zü’L-CeLÂL’in vereceği imkânlara sâhib olmak gerekir.:


فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Resim---“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîza’l- kalbi lenfaddû min havlik (havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fî’l- emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh (alâllâhi), innallâhe yuhibbu’l- mutevekkilîn (mutevekkilîne).: O zaman, ALLAH 'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık ALLAH 'a tevekkül et. Muhakkak ki ALLAH , tevekkül edenleri (ALLAH 'a güvenenleri) sever.”(Al-i İmran 3/159)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAUL- HÜSNA'NIN KUR'AN-I KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim ALLAH u zü’L- CeLÂL’in
İRADesi, TEKVİNî İRADe ve TEŞRİÎ İRADe OLmak üzere iki kısma ayrıLır.:

1-) TEKVİNî İRADe.: Bu İRADe, ALLAH u zü’L- CeLÂL’in yaratması ile ilgilidir. Bu İRADeyi hiçbir sebep ve şart geçemez, yani bu İRADe bir sebep ve şarta bağlı değildir. ALLAH u zü’L- CeLÂL neyi dilerse o olur, O’nun dilemediği bir şeyin olması mümkün değildir. Kâinâtta olup biten olayların hepsi ALLAH u zü’L- CeLÂL’in dilemesi ile olmaktadır. ALLAH u zü’L- CeLÂL dilemeden, izin vermeden hiçbir şey meydana gelmez; sözgelimi ALLAH u zü’L- CeLÂL izin vermeden peygamber mu’cize gösteremez, kimse ölemez, kimse başarı elde edemez, kimse kimseye zarar vermez, bitkiler bitemez, ağaçlar meyve veremez, kâinâtın düzeni devam edemez.

2-) TEŞRİÎ İRADe.: ALLAH u zü’L- CeLÂL’in bu İRADesi insanların İRADeleri ile birlikte cereyan eder. Bu irade, insanların işlerini yürütmeleri ve fiillerini yapmaları için onlara güç ve izin vermesi anlamındadır. İnsan bir işi yapmak, bir davranışta bulunmak isterse ALLAH u zü’L- CeLÂL o insana izin ve güç verir. İstek insandan olduğu için sorumluluk insana aittir. ALLAH u zü’L- CeLÂL’in bu İRADesi ALLAH u zü’L- CeLÂL’in, kulun her yaptığına razı olduğu anlamına gelmez. İnsanın istediği şeye ALLAH u zü’L- CeLÂL izin verir fakat insanın bu yaptığından razı olmayabilir. ALLAH u zü’L- CeLÂL, insanlardan bir şeyi yapmalarını, bir şeyden kaçınmalarını ister, yani insana bir şeyi emreder veya yasak eder, emir ve yasağına uyup uymamayı insanın İRADesine bırakır..
Kur’ÂN-ı Kerîm’de MüRîD celle celâlihu ismi, 13’ü mâzi ve 28’i muzari sîgası ile olmak üzere muhtelif fiil sîgaları halinde toplam 41 âyette geçmektedir.. Bu âyetlerin bazısında hüküm, bazısında emir mânâsında kullanılmıştır..

Kur'ÂN-ı Kerîmde şu Âyet-i CeLîLeLer ALLAH u zü’L- CeLÂL’in İRADe SIFATInı ifâde etmektedir.:


زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Resim---“Zuyyine lillezîne keferû’l- hayâtu’d- dunyâ ve yesharûne minellezîne âmenû, vellezînettekav fevkahum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayrihisâb (hisâbin).: İnkâr edenlere, dünya hayatı müzeyyen kılındı (süslü gösterildi) ve onlar, imân edenlerin bir kısmı ile alay ediyorlar (fakir olanları küçümsüyorlar). (Oysa) takva sâhibi olanlar, kıyâmet günü onların üstündedir. Ve ALLAH , dilediği kimseyi hesabsız rızıklandırır.”(Bakara 2/212)

لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve in tubdû mâ fî enfusikum ev tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh (bihillâhu), fe yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Göklerde bulunanlar ve yerde bulunanlar (herşey) ALLAH 'a aittir. Ve eğer siz nefslerinizde (içinizde) olanı açıklasanız veya onu gizleseniz de ALLAH , sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediği kimseyi mağfiret eder, dilediği kimseyi azâblandırır. Ve ALLAH herşeye kaadirdir.”(Bakara 2/284)

لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ قُلْ فَمَن يَمْلِكُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا إِنْ أَرَادَ أَن يُهْلِكَ الْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ وَمَن فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huve’l- mesîhubnu Meryem (meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlike’l- mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fî’l- ardı cemîa (cemîan) ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâ (yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Andolsun ki “ Muhakkak ki ALLAH , Meryem oğlu Mesih'tir.” diyenler kâfir olmuşlardır. De ki; “Öyle ise ALLAH , Meryem oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini helâk etmek isterse, ALLAH 'dan bir şeyi (önlemeye) kimin gücü yeter? ” Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin mülkü ALLAH 'ındır. O, dilediğini yaratır. ALLAH herşeye kaadirdir.”(Mâide 5/17)

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاء إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Resim---“Vallâhu yed'û ilâ dâri’s- selâm (selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm (mustekîmin).: ALLAH , selâmet yurduna çağırıyor ve dilediğini de doğru yola hidâyet ediyor.”(Yûnus 10/25)

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---“Yusebbitullâhullezîne âmenû bi’l- kavli’s- sâbiti fi’l- hayâti’d- dunyâ ve fi’l- âhıreh (âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’ (yeşâu).: ALLAH , iman edenleri sabit sözle dünya ve âhiret hayatında sebat ettirir. Ve zâlimleri dalâlette bırakır. ALLAH dilediği şeyi yapar.”(İbrahîm 14/27)

Ve Şu Âyet-i CeLîLerde;
Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/26,47; Hûd 11/107; Nahl 16/40; YâSîn 36/82; Şûrâ 42/49; İnsan 76/30..


شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِيَ أُنزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ وَمَن كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَلِتُكْمِلُواْ الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُواْ اللّهَ عَلَى مَا هَدَاكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Resim---“Şehru ramadânellezî unzile fîhi’l- kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin mine’l- hudâ ve’l- furkân (furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fe’l- yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumu’l- yusra ve lâ yurîdu bikumu’l- usra, ve li tukmilû’l- iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).: Ramazan ayı ki, insanlar için hidâyete erdirici (hidâyete erme, ALLAH 'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve isbat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur'ân, Hüdâ tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o takdirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. ALLAH sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidâyet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) ALLAH 'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.”(Bakara 2/185)

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Kulillâhumme mâlike’l- mulki tû’ti’l- mulke men teşâu ve tenziu’l- mulke mimmen teşâ’ (teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedike’l- hayr (hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: De ki: "Mülkün mâliki olan ALLAH 'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” SENin elindedir. Muhakkak ki SEN herşeye kaadirsin.”(Âl-i İmrân 3/26)

قَالَتْ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ قَالَ كَذَلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاء إِذَا قَضَى أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“Kâlet RABBi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer (beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’ (yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).: (Hz Meryem): “RABBim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (ALLAH şöyle buyurdu): “İşte böyle, ALLAH dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.”(Âl-i İmrân 3/47)

خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---“Hâlidîne fîhâ mâ dâmeti’s- semâvâtu ve’l-ardu illâ mâ şâe RABBuk (RABBuke), inne RABBeke fe'âlun limâ yurîd (yurîdu).: Onlar, semâlar ve yeryüzü (cehennemin semâları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). RABBinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin RABBin, dilediği şeyi yapandır.”(Hûd 11/107)

إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: Bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol!” dememizdir. O, hemen olur.”(Nahl 16/40)

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Resim---“İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).: O (ALLAH ), bir şey irade ettiği (dilediği) zaman O'nun emri, sadece ona: "Ol!" demektir. O, hemen olur.”(YâSîn 36/82)

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاء يَهَبُ لِمَنْ يَشَاء إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَن يَشَاء الذُّكُورَ
Resim---“Lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), yahluku mâ yeşâu, yehebu li men yeşâu inâsen ve yehebu li men yeşâuz zukûr (zukûra).: Göklerin ve yerin mülkü ALLAH 'ındır. Dilediği şeyi yaratır. Dilediğine kız (çocuk) ve dilediğine erkek (çocuk) bağışlar.”(Şûrâ 42/49)

وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Resim---“Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh (yeşâallâhu), innallâhe kâne alîmen hakîmâ (hakîmen).: Ve ALLAH dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Muhakkak ki ALLAH ; Alîm'dir, Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir).”(İnsÂN 76/30)

Resim

İnsÂN İRADesiyle, ALLAH u zü’L- CeLÂL’in MuLak İrade Sâhibi oLuşu tamamen farklıdır..
Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu.: “Tabiî ilimler, tabiat dışı harikaları inkâr ettirecek bir zaruret değil, tersi mümkün olan bir câri âdeti ifâde eder.” demiştir.
(Elmalılı, II, 1087.)

Meselâ, ateş ile yakmak ALLAH u zü’L- CeLÂL’in bir âdetidir. Fakat ALLAH celle celâlihu, dilediğinde ateşe.: “Yakma!.” emrini verir ve ateş yakmaz. Ve CeNNete Çevirir..
Nitekim İbrahim aleyhisselâm’ı Nemrud’un ateşi yakmamıştır..


قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ
Resim---“Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm (ibrahîme).: “Ey ateş! İbrâhîm (aleyhisselâm)’a serinlik ve esenlik (zararsız ve selâmet yeri) ol!.” dedik.”(Enbiyâ 21/69)

TüMM ÂLEMLerdeki Eşyâ ve OLaylar Cenâb-ı HAKk'ın NAFİZ İRADeSİdir.:
NAFİZ.: İçe işleyen. Delip geçen. İçeri giren. * Sözü geçen, kendine itaat edilen. Te'sirli, nüfuzlu…


يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fi’s- semâvâti ve’l- ard(ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin.: Göklerde ve yerde olanlar, O'ndan isterler (dilerler). O hergün (her ÂN) bir şe'n (ŞE’ÂN-ayrı bir tecelli, yeni bir oluş) üzerindedir.”(Rahmân 55/29)

İlâhî İrade ile alâkalı olarak, Elmalılı Hamdi Yazır kaddesallahu sırrahu şu noktalara dikkat çeker.:
“Bütün hak ve hukukun merci’i olan HAKk TeÂLÂ, vâcib lizâtihi olduğundan, O’nun hukuku vardır. Ve Ulûhîyyet ve Rububîyyet O’nun hakkıdır. Fakat aleyhine vecibe ve vazife tasavvur olunamaz.:


وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً
Resim---“Vellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Va’dallâhi hakkâ (hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ (kîlen).: Ve onlar ki, iman edip, nefsi ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) salih amel işlediler, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. ALLAH 'ın vaadi haktır (gerçektir). Ve ALLAH 'tan daha doğru sözlü kim vardır?”(Nisâ 4/122)

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe RABBukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm (rahîmun).: Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de.: “Selâm üzerinize olsun. RABBiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki; sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder (mürşidin önünde) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi yaparsa), o takdirde muhakkak ki O (ALLAH ), Gafur.” (En’âm 6/54)

إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا إِنَّهُ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ لَهُمْ شَرَابٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ
Resim---“İleyhi merciukum cemîâ (cemîan), va'dallâhi hakkâ (hakkan), innehu yebdeu’l- halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilû’s- sâlihâti bi’l- kıst (kıstı), vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn (yekfurûne).: Hepinizin dönüşü O'nadır (dönüş yeriniz O'dur). ALLAH 'ın vaadi haktır (gerçektir). Muhakkak ki O, ilk olarak (örneksiz) yaratmaya başlar. Ve sonra iman edenler ve salih (nefs tezkiye edici) amel yapanlar, adaletle mükâfatını vermek için O'na iade olunur (döndürülür). Ve kâfir olanlar için inkâr etmiş olduklarından dolayı hamîmden (kaynar sudan) bir içecek ve elîm azâb vardır.”(Yûnus 10/4)

وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلاَّ أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُواْ وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
Resim---“Ve mâ kânen nâsu illâ ummeten vâhideten fahtelefû, ve lev lâ kelimetun sebekat min RABBike le kudiye beynehum fîmâ fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Ve insanlar, tek bir ümmetten başka olmadı (tek bir ümmetti). Sonradan ihtilâfa (ayrılığa) düştüler. RABBinden bir söz (kelime) geçmiş (verilmiş) olmasaydı, onların aralarında ihtilâfa düştükleri şey hakkında mutlaka hüküm verilirdi.”(Yûnus 10/19)

خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---“Hâlidîne fîhâ mâ dâmeti’s- semâvâtu ve’l-ardu illâ mâ şâe RABBuk (RABBuke), inne RABBeke fe'âlun limâ yurîd (yurîdu).: Onlar, semâlar ve yeryüzü (cehennemin semâları ve arzı) durdukça orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır). RABBinin dilediği şey (cehennemi yok etmeyi dilemesi) hariç. Muhakkak ki senin RABBin, dilediği şeyi yapandır.”(Hûd 11/107)

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Resim---“Ve lekad âteynâ mûse’l- kitâbe fahtulife fîh (fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min RABBike le kudiye beynehum, ve innehum le fî şekkin minhu murîb (murîbun).: Ve andolsun Musâ (aleyhisselâm)'a kitap verdik. Onun hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştüler. RABBinden bir söz (hesabın kıyâmet gününde görüleceği) geçmemiş olsaydı onların aralarında mutlaka hüküm verilmiş olurdu. Muhakkak ki onlar, mutlaka O'ndan (Kur'ân'dan) şüpheli bir tereddüt içindedirler.”(Hûd 11/110)

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى
Resim---“Ve lev lâ kelimetun sebekat min RABBike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ (musemmen).: Ve eğer RABBinden, daha önce (söylenmiş) bir kelime (söz) ve belirlenmiş bir müddet olmasaydı, (onlara) mutlaka bir (cezâ) lâzım gelirdi.”(TâHâ, 20/129)

لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ
Resim---“Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn (yus’elûne).: O (ALLAH ), yaptığı şeylerden mesul (sorumlu) değildir. Ve onlar, (yaptıklarından) mesuldür (sorgulanırlar).”(Enbiyâ 21/23)

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Resim---“Ve lekad âteynâ mûse’l- kitâbe fahtulife fîh (fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min RABBike le kudıye beynehum, ve innehum lefî şekkin minhu murîb (murîbin).: Ve andolsun ki Musâ (aleyhisselâm)'a kitap verdik. Fakat onun hakkında ihtilâf ettiler. RABBinden bir söz geçmemiş olsaydı, onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Ve muhakkak ki onlar, ondan mutlaka şek ve şüphe içinde olanlardır.”(Fussilet 41/45)

وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى لَّقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِن بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
Resim---“Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumu’l- ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min RABBike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisû’l- kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb (murîbin).: Kendilerine ilim geldikten sonra aralarında azanlardan başkası fırkalara ayrılmadı. Eğer RABBinden “belirlenmiş bir zamana kadar (bekletme)” sözü geçmemiş olsaydı, mutlaka onların arasında (hemen) hüküm verilirdi. Muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a varis kılınanlar, gerçekten O'ndan şek ve şüphe içindedirler.”(Şûra, 42/14)

فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Resim---“Fa’âlun limâ yurîd (yurîdu).: (ALLAH) ilediği şeyi yapandır/fail, fiilin yapıcısıdır.”(Büruc, 85/16)

Gibi âyetlerin hükmünce, kendisinin kendine vacip kıldığı hususlar vardır.” demiştir.
(Elmalılı Hamdi Yazır, IV, 2675.)

İnsanı yaratan, ve ona irade sıfatı veren ALLAH u zü’L- CeLÂL’in elbette İRADe-yi MutLak Sâhibidir.:


يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَوْفُواْ بِالْعُقُودِ أُحِلَّتْ لَكُم بَهِيمَةُ الأَنْعَامِ إِلاَّ مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَأَنتُمْ حُرُمٌ إِنَّ اللّهَ يَحْكُمُ مَا يُرِيدُ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû evfû bi’l- ukûd (ukûdi) uhıllet lekum behîmetu’l- en’âmi illâ mâ yutlâ aleykum gayre muhillî’s- saydi ve entum hurum(hurumun) innallâhe yahkumu mâ yurîd (yurîdu).: Ey iman edenler! (Yaptığınız) akidleri yerine getirin. Ve ihramda iken av'ı (avlanmayı) helâl saymamakla beraber size okunacak olanların dışında kalan, dört ayaklı hayvanlar sizin için helâl kılınmıştır. Muhakkak ki ALLAH dilediği şeye hükmeder.”(Mâide 5/1)

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء
Resim---“Yusebbitullâhullezîne âmenû bi’l- kavli’s- sâbiti fi’l- hayâti’d- dunyâ ve fi’l- âhıreh (âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’ (yeşâu).: ALLAH , iman edenleri, sabit sözle dünya ve âhiret hayatında sebat ettirir. Ve zâlimleri dalâlette bırakır. ALLAH dilediği şeyi yapar.”(İbrahim 14/27)


...M.M.M. MuhaBBetLerimLe...


ResimKUL İHVÂNİmResim
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

154- Ed DEYYÂN celle celâluhu.:

Resim

DEYYÂN .: Yarattığı Küllî Şeyy’in=>Sebeb-Hayat-Sonuç alâkası-himâyesi-gerekeni (borç) verişi mutlak olarak zimmetinde olan ve hesâbı=>ÂN’dan da yakın olan ALLAHu zü’L-CeLÂL..

DEYYÂN.: Herkesin Hesabını ve Hakkını en iyi bilen ve veren; Kahhâr, Hâsib, Hâkim, Kadîr, Râi, Cenâb-ı Hakk celle celâlihu..

Deyyân kelimesi, DîN kelimesinden cezâ mânâsınadır. Mâliki yevmi’d-dîn de olduğu gibi.. Deyyân mecâzen EsmâuLLAHtır..

ﺩﻳّﺎﻥ .: Arapça isim. “deyn.: hesâba çekmek” kökünden deyyān =>“Kulun fiiline göre hakettiği cezâ veya mükâfâtı hakkıyle veren” anlamında Esmâ-i Hüsnâdandır.
Deyn.: Borç. Verilmesi lâzım gelen şey. * Fık: Zimmetinde sâbit olan şey..

ﺩﻳّﺎﻥ .: Arapça isim. “deyene” kökündenilk türeyen kelime “DîN” kelimesidir.. Medenî olmak anlamında İslâm medeniyetinin ilk şehri Medine kelimesi de bu köktendir.. İdâre etme yönetme mânâsın da ise, Esmâ-i Hüsnâ'dan DEYYÂNdır..

Dil âlimleri, “dîn” kelimesinin Arapça “deyn” kökünden masdar veya isim olduğunu kabul ederler.:
Cevherî =>Dînin=>“âdet, durum; ceza, mükâfat; itaat” şeklinde başlıca üç anlamını verir ve terim olarak dinin bu son anlamdan geldiğini belirtir.. (es-Sıhâh, “dyn” md.).
Râgıb el-İsfahânî, sâdece “itaat” ve “ceza” (karşılık) anlamlarını kaydetmiştir. (el-Müfredât, “dyn” md.).
İbn Manzûr, bunlara “hesap” ve “İslâm”ı da eklemiş, ayrıca “deynin” masdar, “dîn”in isim olduğu yolundaki bir görüşü aktarmıştır. (Lisânü’l-ʿArab, “dyn” md.).

DEYYÂN celle celâlihu İsmi, bütün Güzel İsimlerin sahibi olan ZÂT-ı zü’L-CeLÂL’i “borç veren” olarak târif eder. Ama, öyle birkaç kere verip bırakma, sonrasında.: “Ama tamam artık!." deme türünden bir borç verme değildir bu.
DEYYÂN celle celâlihu ile VEHHÂB celle celâlihu isimleri anlam tamamlaması vardır..
DEYYÂN.: “Borç veren ve borç vermesi sürekli olan, borç vermekten âcizlik getirmeyen, bıkmayan, usanmayan ZÂT-ı zü’L-CeLÂL..
Deyn.: Borç. Verilmesi lâzım gelen şey. * Fık: Zimmetinde sâbit olan şey.
Düyûn.: (Deyn. c.) Borçlar..


VEHHÂB.: Karşılıksız vermek, bağışlamak mânâsına gelen hibe “vehebe” kökünden türemiş oLup.: “Çok çok ihsân edip bağışlayan, karşılık beklemeden bol bol veren, mal gibi, evlâd gibi, makam mevkii gibi, sıhhat gibi, ilim-irfân gibi, rahmet-bereket gibi, SEVgi-saygı-merhamet gibi her türlü maddî ve manevî değerleri insanlara, karşılıksız olarak bol bol bağışlayan hibe eden” şeklinde târif edilir..

İçinde yaşamakta OLduğumuz şu KULLuk İmtihÂNı ÂLEMinde, Maddî-Manevî her türlü imkân ve ni’meti, El VEHHÂB ALLAH celle celâlihu hîbe eden, verendir..
Şu kâinâtı VAR edip-Yaratıp, Maddî-Manevî her türlü imkân ve ni’met her nefesle birlikte hibe eden, veren ALLAHu zü’L-CeLÂL’in Muradı=>AkıL esmâlarıyla yüklü İnsÂNlar ve Cinlerin ZÂTI’na KuLLuk Yapmaları karşılığı Rızası Vardır.. Yoksa, Ed DEYYÂN ALLAH celle celâlihu verdiğinin hesâbını elbette sorucudur ve cezâsın/karşılığını vericidir..

Resim

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH celle celâlihu.:
“BEN AZÎMü’ş-ŞÂN (şânı büyük, çok yüce) herkese mücâzât eden (karşılığını veren) DEYYÂNım.” buyurdu.” buyurdu.

(Hadîs-i kudsî-Sahîh-i Buhârî)

Resim

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: ALLAH celle celâlihu.:
“BEN AZÎMü’ş-ŞÂN (şânı büyük, çok yüce), Melik-i DEYYÂNım. BENim verdiğim rızkı yiyip de, BANA ortak koşanlar ve BANA değil de putlara ibâdet edenler nerededirler? O kimseler benim verdiğim rızık ile kuvvetlenip de bana âsî olurlar (karşı gelirler). Cebbâr (zorba kimseler) ve zâlimler (zulm edenler) nerededirler? Kibirlenen (büyüklük taslayanlar) ve öğünenler nerededirler?.” buyurdu.” buyurdu.

(Gazzâlî, ed-Dürretü'l-fâhire fî keşfi ʿulûmi'l-âhire)

Resim

عن جابر بن عبد الله -رضي الله عنهما-، قال: بلغني حديثٌ عن رجل سمعه من رسول الله -صلى الله عليه وسلم- فاشتريتُ بعيرًا، ثم شَدَدْتُ عليه رَحْلي، فَسِرْتُ إليه شهرا، حتَى قَدِمتُ عليه الشَّام فإذا عبد الله بن أُنيس، فقُلت للبوَّاب: قل له: جابر على الباب، فقال: ابن عبد الله؟ قلت: نعم، فخرج يَطَأُ ثوبه فَاعْتَنَقَنِي، وَاعْتَنَقْتُهُ، فقلت: حَدِيثًا بَلَغَنِي عَنْكَ أَنَّكَ سمعتَه من رسول الله -صلى الله عليه وسلم- في القِصَاص، فخشيتُ أن تموت، أو أموت قبل أنْ أسْمَعَه، قال: سمعتُ رسول الله -صلى الله عليه وسلم- يقول: «يُحْشَرُ الناسُ يوم القيامة -أو قال: العباد- عُراةً غُرْلًا بُهْمًا» قال: قلنا: وما بُهْمًا؟ قال: «ليس معهم شيء، ثم يناديهم بصوت يَسْمَعُه مَن بَعُدَ كما يسمعه مَن قَرُبَ: أنَا الملك، أنا الدَيَّان، ولا ينبغي لأحد من أهل النار، أن يدخل النارَ، وله عِنْد أحد من أهل الجنة حقٌّ، حتى أَقُصَّه منه، ولا ينبغي لأحد مِنْ أهل الجنَّة أَن يَدْخُل الجنَّةَ، وِلَأحَد مِن أهْل النَّار عِنْدَه حقٌّ، حتى أقصَّه منه، حتَّى اللَّطْمَة» قال: قلنا: كيف، وإِنَّا إِنَّما نَأْتِي اللهَ عزَّ وجّلَّ عُراةً غُرْلًا بُهْمًا؟ قال: «بِالحَسَنَات والسيِّئَات».
[حسن.] - [رواه أحمد تنبيه: روى البخاري تعليقًا جملة من هذا الحديث، فقال: ويذكر عن جابر، عن عبد الله بن أنيس قال: سمعت النبي -صلى الله عليه وسلم- يقول: «يحشر الله العباد، فيناديهم بصوت يسمعه من بعد كما يسمعه من قرب: أنا الملك، أنا الديان».]


Resim--- Câbir b. Abdillah radıyallahu anhuma.: “Bana bir adamın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duyduğu bir hadis ulaştı. Bir binek satın aldım. Sonra üzerine yolculuk yapacağım yüklerimi koydum. (O hadisi duymak için) bir aylık yola çıktım. Nihâyet Şam’da yanına vardım. Bir de baktım ki Abdullah b. Uneys radıyallahu anh orada duruyor. Kendisi kapıcısına.: “Ona (gelene) bir sor kendisi Câbir olacak.” dedi. "İbn Abdullah mı?.” diye sordu. Ben de.: “Evet” diye cevap verdim. Kendisi bunun üzerine elbisesini topladı ve benimle musafaha etti, sarıldı ben de sarıldım. Ben de ona.: “Senden bana ulaşan bir hadis var da, o hadisi sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duymuşsun, kısas konusu ile ilgili. Ben de onu senden almaya geldim. Çünkü senden duymadan önce ölürsün diye ya da senden önce ölürüm diye korktum.” dedim. O da dedi ki.: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğuma göre, şöyle buyurdu.: “İnsanlar -yahut- kullar, kıyamet gününde çıplak, sünnetsiz ve buhmen olarak haşir olunacaklardır.” Biz de.: “Yâ Rasûlullah! Buhmen ne demektir?” diye sorduk. O da.: "Yanlarında hiçbir şeyleri bulunmayan demektir.” diye buyurdu ve devamla, yakın olanın işittiği gibi uzak olanın da işiteceği bir sesle.: “Ben Melik'im (hükümranım), DEYYÂN'ım (Hâkim'im, hüküm verenim) diye nidâ eder. Cehennem Ehli’nden olan bir kimsenin bir tokatlık hak dahi olsa Cennet Ehli’nden hakkı bulunsa onu geri almadan Cehennem'e girmez. Cennet Ehli’nden olan bir kimsenin de -bir tokatlık hak dahi olsa- Cehennem Ehli’nden hakkı bulunsa onu geri almadan Cennet'e girmez!.” diye buyurdu. Biz de.: “Bizler ALLAH TeÂLÂ’ya çıplak, sünnetsiz ve yanımızda hiçbir şey bulunmadığı halde gideceğimize göre bu nasıl olur?” diye sorduk. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de.: “Hasenâtlarla (iyiliklerle) ve kötülüklerle.” buyurdu.
(İ. Ahmed rivâyet etmiştir, hasen hadis. Müsned.)

Bu Hadis-i Şerifin ŞERHi.:

Câbir b. Abdullah el-Ensârî -radıyallahu anhuma- Abdullah b. Uneys radıyallahu anh'ın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den kendisinin işitmediği bir hadisi işittiğini haber veriyor. Câbir, bir deve satın aldı. Sonra üzerine yolculuk yapacağı yüklerini koydu ve o hadisi duymak için Şam'a, Abdullah b. Uneys radıyallahu anh'ın yanına varıncaya kadar bir aylık yola çıktı. Câbir, Abdullah b. Uneys radıyallahu anh'ın yanına girdi. Kendisi kapıcısına.: “Ona (gelene) bir sor kendisi Câbir olacak” dedi. “İbn Abdullah mı?” diye sordu. Ben de.: “Evet” diye cevap verdim. Kendisi bunun üzerine hızlı bir şekilde ve hızından elbisesine basarak çıktı. Birbirlerinin boynuna sarıldılar. Câbir radıyallahu anh ona.: “Senden bana kısas ile alâkalı senin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duymuş olduğun bir hadis ulaştı. Ben, o hadisinden almaya geldim. Çünkü ben o hadisi senden duymadan önce senin ölmenden yahut kendim ölmekten korktum.” dedi. O da dedi ki.: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğuma göre şöyle buyurdu: “İnsanlar -ya da kullar- kıyamet gününde çıplak, sünnetsiz ve buhmen olarak haşr olunacaklardır.” Biz de: “Yâ Rasûlullah! Buhmen ne demektir?” diye sorduk. O da.: “Yanlarında hiçbir şeyleri bulunmayan.” ALLAH kıyamet günü insanları hesaba çekmek, amellerinin karşılıklarını vermek için bir yerde toplayacak. Onları anneleri doğurduğu gibi o vakit çıplak ve sünnetsiz olacaklar. Ve onlarla beraber dünyadan hiçbir şey olmayacak. “Ses ile nidâ etti.” Nidâ ancak ses ile olur. İnsanlar sessiz bir nidâ bilmezler.

Burada sesin zikredilmesi nidâyı pekiştirmek içindir. Bu da açıklık ve âşikârlıkta en üst derecede ALLAH TeÂLÂ'nın kendisinden işitilecek bir söz ile konuştuğunun göstergesidir. Şüphesiz O’nun sesi vardır. Ancak O'nun sesi yarattıklarının sesine benzemez. Bunun için de şöyle demiştir.: “Konuştuğunda yakın olanın işittiği gibi uzak olanın da işiteceği bir ses.”
Bu sıfat ALLAH TeÂLÂ'nın sesine özeldir. Yarattıklarının seslerine gelince sesin kuvvet ve zayıflığına göre onları sadece yakında olanlar işitirler. Bu konuda belirlenmiş naslar/deliller çoktur. Bu naslardan ALLAH TeÂLÂ'nın şu sözü.:
"Ve RABBleri ise onlara nidâ etti ki: Sizi bu ağaçtan nehy etmemiş miydim?" (A’râf 7/22)
Ve şu sözü.: "Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık." (Meryem 19/52)
Sonra da şöyle buyurdu: "Ben Melik'im (Hükümranım), DEYYÂN'ım (Hakimim, hüküm verenim!"
Nidâ, Şu sözü.: “Hani RABBin Musâ'ya.: “O zâlimler güruhuna, Firavun'un kavmine git!.” (Şu’arâ 26/10)
O ses ki, bekleyenlerin yakından duyduğu gibi uzaktanda işitirler.
O da şu sözünde: “Ben MeLik'im (Hükümranım), DEYYÂN'ım (Hâkimim, hüküm verenim.)”
ALLAH TeÂLÂ MeLik'tir, gökyüzünün, yeryüzünün içindekilerinin mülkü onun elindedir. O DEYYÂN (hükmeden) olup, kullarını amellerine karşılık mükâfatlandırır. Kim hayırlı bir amel yaparsa, onu ameli karşılığında daha üstünüyle karşılığını verir. Kim de kötülük yaparsa ona da hak ettiği karşılığı verir.
Sonra ALLAH TeÂLÂ şöyle buyuruyor.: "Cehennem Ehli’nden olan bir kimsenin bir tokatlık hak dahi olsa Cennet Ehli’nden hakkı bulunsa onu geri almadan Cehennem'e girmez. Cennet Ehli’nden olan bir kimsenin de -bir tokatlık hak dahi olsa- Cehennem Ehlinden hakkı bulunsa onu geri almadan cennete girmez.”
ALLAHu zü’L-CeLÂL, kulları arasında adaletle hükmeder. Mazlumun hakkını zâlimden alır. Cehennem Ehli’nden birinin Cennet Ehli’nden hakkı bulunsa onu almadan Cehennem'e sokmaz. Bu da adaletin tam olmasındandır. Şüphesiz ki kâfir ve zâlim olanlar Cehennem'e gireceklerdir, ancak onlara zulmedilmeyecektir. Eğer onlardan birinin Cennet Ehli’nden alacağı varsa ondan o hakkını alır. Bu durum Cennet Ehli için de geçerlidir. Sahabiler Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e şöyle dediler.:
Dedik ki.: "Beraberlerinde dünyadan hiç bir şey yok iken nasıl olur da insanlar hakları verirler?"
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki.: “İyilikler ve kötülükler ile.” Hakların yerine getirilmesi mazlum olanın zâlimin iyiliklerinden alması ile olacaktır. Eğer zâlimin iyilikleri biterse mazlumun kötülüklerinden alınıp zâlimin kötülüklerine konulacak, sonra da ateşe atılacaktır. Hadiste geldiği gibi durum böyledir..

Resim

TERÂVİH NAMAZı TamamLandıktan Sonra Okunan DUÂ’da,
Ed DEYYÂN celle celâlihu.:

ALLAHümme salli alâ Seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli seyyidinâ MuhaMMedin bî-adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.:
ALLAH’ım!. Seyyidimiz MuhaMMed aleyhisselama, O’nun âilesine/yakınlarına bütün dert ve dermân sayısınca çok salât, selâm ve bereket ihsân eyle!.

Yâ Hannân, Yâ Mennân, Yâ Deyyân, Yâ Bürhân,
Yâ ze’l-Fadli ve’l-İhsân, nercû’l- Afve ve’l-gufrân,
Vec'alnâ min utekâi Şehr-i Ramazân bî-hürmeti’l- Kur'ÂN!.:


Ey merhameti acıması çok olan, ey ihsânı, ni’meti bol olan, ey insanları hesâba çeken onları inanç ve amelleriyle mükafatlandıran, ey varlığını birliğini gösteren delilleri yaratan..
Ey Lütfu ve İhsanı bol olan (RABBimiz), affını ve bağışlamanı dileriz..
Kur’ÂN-ı kerim hürmetine bizi, Dünyâmızda, DÎNimizde ve Âhiretimizde Hakkı ve Hayrını YAŞAyan KULLarından eyle!.


Resim

Sâid Nursî Hazretleri’nin DUÂ’sında DEYYÂN celle celâlihu.:
“El-Aman!. El-Aman!. Yâ Rahmân!. Yâ Hannân!. Yâ Mennân!. Yâ Deyyân!. Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar! Yerimi genişlettir! İlâhî, Senin rahmetin sığınağımdır ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan Habîbin, Senin Rahmetine yetişmek için vesîlemdir. Senden şikâyet değil, belki nefsimi ve hâlimi Sana şikâyet ediyorum.”

Resim

Azîz Hocam Münir DERMÂN kaddesallahu sırrahu DUÂsında,
DEYYÂN celle celâlihu.:

Yâ MâLik, Yâ Mü’min, Yâ Müheymin,
YâHAKk, Yâ Hamîd, Yâ Musavvir,
Yâ Mütekebbir, Yâ Müddebbir,
Yâ Dâim, Yâ Deyyân..
Yâ Ganî, Yâ HADîYy, Yâ Kayyum,
Yâ Cebbâr, Yâ Gaffâr. Yâ Rahîm!.


Resim

ve BİZim =>BİZ BİR-İZ DUÂmız.:
Ey Kullarının hiçbir amelini zayi etmeden karşılığını veren. Ey amelin karşılığını eksiksiz veren. Kıyamet günü, herkesin dünyada iken yaptıklarının hesabını ve hakkını en iyi bilen ve kulların hiçbir amelini zâyi etmeden karşılığını veren Azîmü’ş-Şân RABBımız TeÂLÂ!.

Yâ RABBenâ celle celâlihu!. Yâ Deyyân celle celâlihu!.
BİZ=>ZÂTIN’a karşı olan;
FAKRîyyetimizi BİLip=>HasbunALLAHi ve Ni’me’l- VeKîL celle celâlihu!.
ACZîyyetimizi BİLip==>HasbunALLAHi ve Ni’me’l- KeFîL celle celâlihu!.
ZİLLetimizi BİLip====>HasbünALLAHü ve Ni’me-l NaSîR celle celâlihu!.
İLLetimizi BİLip======>HasbünALLAHü ve Ni’me-l KÂFi celle celâlihu!.
KULLuğumuzu BİLip=>HasbünALLAHü ve Ni’me-l MeVLâ celle celâlihu!.
Diyoruz ve DUÂ Ediyoruz!. DUÂLarımızı ZÂTI'nın Eşref Saatinde Kabul buyur!. Yâ RABBenâ celle celâlihu!.

Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!
Bî-RAHMetike yâ Erhame'r- Rahîmîn!.
İrhamNÂ yâ RABBBeNâ ceLLe celâlihuu!..


Âmin!.
Âmin Yâ Muîn celle celâluhu!.

Yâ Latîf ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Kerîm ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Rahîm ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Rahmân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Hannân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Mennân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Deyyân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Furkân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ Sultân ALLAH celle celâluhu!.
Yâ ALLAH!. ALLAH celle celâluhu!.
Yâ ALLAHu Lâ İLâhe İLLâ HUuu!.
Yâ Hannânu'l- Mennânu’l- Deyyân celle celâlihu!.

Lâ İLâhe iLLâ ALLAH MuhaMMeder- ResûLuLLah!.
Eşhedü en Lâ İLâhe iLLâ ALLAH ve eşhedü enne MuhaMMeden Abdûhu ve ResûLuhu!.

Âmin... Âmin... Âmin... Âmin!.. Yâ Muîn celle celâlihu..


Resim
ResimResim

Resim

ALLAHumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ MuhaMMedin
Abdike ve
Nebîyyike ve
RasûLike ve
Nebîyyi'L- ÜMMiyi ve alâ âlihi, EHL-i BeYtihi ve's- Sahbihi ve ÜMMetihi...


aleyhumu's- SEMm..


Resim
M.M.M. MuhaBBetLerimLe...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: ESMAu'L- HÜSNÂ'nın KUR'ÂN-ı KERİM AÇILIMI

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

155- El HANNÂN celle celâluhu.:

Resim

HANNÂN .: Maddî-Manevî KüLLî ŞEYy’i NûRu’ndan MuhaBBeten-Rahmeten TeCELLî kıLıp Muradınca Yaratmanın MutLak Hakîmi olan ALLAHu zü’L-CeLÂL..

156- El MENNÂN celle celâluhu.:

Resim

MENNÂN .: Maddî-Manevî KüLLî ŞEYy’i NûRu’ndan MuhaBBeten TeCELLî kıLıp, Merhameten MiNNetsiz Ni’metLer ihsÂN etmenin MutLak MevLâsı olan ALLAHu zü’L-CeLÂL..

Hann.: Yalvarmak. İnlemek. Esirgemek..
Hanîn.: Arzu, şevk, çok arzudan dolayı çok ağlamak..
HANNÂN.: Rahmetlerin en Lâtif Cilvesini gösteren, RahmÂN ve Rahîm olan ve çok merhametli olan ALLAH celle celâlihu..
Şevk.: Çok istek, şiddetli arzu. Neş'e. Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama. Memnun. Şâduman.
Şavk.: Işık, parıltı. Şevk..
Şâduman.: (şâd-mân) f. Mesruriyet, sevinçlilik. Mesrûr, bahtiyâr..
Menn.: Ni’met vermek. İyilik etmek. MiNNet. Rıza..
MENNÂN.: İhsÂNı boL. Çok çok ihsÂN eden. En çok ni’met veren. ALLAH celle celâlihu..

Yâ RAHîMu=>RAHMÂN ALLAH,
HÂL-i HAZıR->HANNÂN ALLAH,
EL VEDÛDu’L- MENNÂN ALLAH,
YuSEBBİHu==->SUBHÂN ALLAH!.


HANNÂN ve MENNÂN celle celâlihu gibi bazı İsm-i Şerifler; Tirmizî listesindeki 99 esmâü'l- hüsnâ ve İbni Mâce'nin listesindeki 100 Esmâü'l-Hüsnâ içinde geçmemekle beraber, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in DUÂLarında yer alan daha başka Esmâ-i İlâhiye de vardır. Meselâ.: Subbûh, Hannân, Mennân, Mukallibu’l-kulûb, Musavviru’l-kulûb, Rabbu'l-melâiketi ve'r-ruh gibi isim yahut sıfatlar bunlardan bazılarıdır.. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Kur'ÂN-ı Kerîm’de zikri geçmeyen bu İlahî İsimlerle de ALLAH celle celâlihu’ya DUÂ etmektedir..

(Müslim, “Salât” 223, no:487; Ebû Dâvûd, “Salât” 147, no:872; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 158, 230.)

İmam Hâkim’in rivâyetindeki 27 isim de, Tirmizî, İbn Hibbân ve İbn Mâce’nin kaydettikleri listede bulunmamaktadır. Bu isimlerin yerine başkaları zikredilmektedir. Farklı olan 27 isim şunlardır.: el-İlâh, el-Hallâk, el-Allâm, el-Melîk, el-Muğîs, el-Fâtır, el-Vitr, en-Nasîr, el-Ehad, el-Mubîn, el-Hannân, el-Mennân, el-Kadîm, el-Cemîl, el-Muhît, ed-Dâim, el-Kâfî, el-Kefîl, el-Ekrem, en-Nasîr, es-Sâdık, el-Mevlâ, er-Rabb, el-Karîb, Zü‟l-Fadl, Zü't-Tavl, Zü'l-Meâric…

(Hâkim, Müstedrek, I, 62–63.)

Resim
AkL-ı SiLM Sâhibi her ÜMMeti BİLir ki =>ALLAHu zü’L-CeLâL’in BİZe VERmekte Olduğu Ni’metlerin en büyüğü/Ni’met-i Uzmâ =>hatta ALLAH'ın KULLarına yaptığı iyiliklerin TemeLi ve ASLı => RESÛLULLAH MuhaMMed aleyhisselâm'ı onlara Peygamber olarak göndermesidir.. Çünkü =>ALLAHu TeÂLÂ bu konuda şöyle buyurmaktadır.:

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ
Resim---“Le kad mennallâhu ale’l- mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l- kitâbe ve’l- hikmeh (hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).: Andolsun ki, içlerinden kendilerine ALLAH’ın âyetlerini okuyan, kendilerini, vicdânlarını arındıran, onlara okuma-yazmayı, kitabına, Kur’ÂN’a vukufu, ilmi, hikmeti, sağlıklı ve ahlâklı yaşama bilgisini, SüNNetini öğreten özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere bir RASÛL görevlendirmekle ALLAH mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur/ ni'metlendirdirmiştir. Halbuki daha önce onlar, başlarına buyruk bir hayat, koyu bir cehâlet, dalâlet ve bozuk düzen içinde idiler.” (Âl-i İmrân 3/164)

menne allâhu.: ALLAH ni'metlendirdi..

İmâm Beyhakî.: “Bu Âyet-i Celîledeki El MENNÂN celle celâlihu Esmâsı ile ALLAHu zü’L- CeLÂL’in bize maddî mânevî ni’metler verdiğini bu ni’metlerden birinin Kitab/Kur'ÂN-ı Kerîm birinin ise HİKMET olduğunu gösterir.” demiştir..

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, El MENNÂN celle celâlihu Esmâsı ile DUÂ eden sâhabiye İsm-i Azam ile DUÂ etiğini söylemiştir..

El HANNÂN celle celâlihu, ALLAHu zü’L- CeLÂL’in Güzel İsimlerinden birisi olup İ. Ahmed b. Hanbel'in rivâyet ettiği bir hadiste geçmiştir.:


Resim---“Bir sahâbi namazda tahiyattan sonra.: "ALLAH'ım! Her türlü övgü SANA'dır. SENden başka ilâh yoktur. (SEN) HANNÂN'sın, yeri ve gökleri vâr edensin, CeLâL ve İkram Sâhibi’sin niyazı ile SENden istiyorum. Ey Diri olan (HAYy) ey Sürekli Vâr olan, Varlıkları Yöneten (KAYyûm) SENden istiyorum!." diye DUÂ etmiş, bunu duyan Peygamberimiz.: "Bu kişinin ne ile DUÂ ettiğini biliyor musunuz?." diye sormuş, onlar da.: “ALLAH ve RASÛL’ü daha iyi bilir!.” demişler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nefsim Kudreti’nde OLAN’a yemin ederim ki bu zât, İsm-i Azam (ALLAH'ın en büyük İsmi) ile DUÂ etmiştir ki, bununla DUÂ edildiği zaman ALLAH bu DUÂyı kabul eder, bu İsimle bir şey istendiği zaman ALLAH o isteği verir!" buyurmuştur.

(İ. Ahmed, Müsned, III, 158).

Bu Hadis-i Şerîfte geçen ve İsm-i Azam olduğu bildirilen Sıfatlar arasında "el-HaNNâN" İsmi de vardır. ALLAH'ın Sıfatı olarak "HaNNâN" =>“KuLLarına karşı çok MeRHaMetLi ve çok ŞeFkatLi OLan.”demektir..


Resim---Ashâb-ı Kiram’dan birisi Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in huzuruna gelerek.: “Yâ Resûlallah, îmân üzere ölen herhangi bir kimse cehennemde kalacak mı?.” sorusuna cevâben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Evet, kalacak! O da Cehennemin dibinde bin yıl müddetle kalmış bir kimsedir.: “Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!.” diye feryâd eder. Sesi o kadar yükselir ki, Cibril (aleyhisselâm) onun sesini duyunca.: “Acaba ne oluyor? Acaba ne oluyor?!.” diyerek hayretinden şaşakalır. Nihâyet dayanamayıp, RahmÂN’ın ARŞı’nın önünde secdeye kapanır. HAKk TeÂLÂ.: “Ey Cibril kaldır başını!” buyurur. O da başını kaldırır. Cenâb-ı HAKk, onun neler duyduğunu bildiği halde Cibril’e sorar.: “Seni bu kadar şaşırtan nedir?.” Cibril: Yâ RABBî!. Cehennemin dibinden gelen bir ses duydum.: “Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!.” diye feryâd ediyor. İşte ona şaşırdım!.” dedi. ALLAHu TeÂLÂ, Cibril’e.: “Ey Cibril, Mâlik’e git, söyle.: “Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!.” diye feryâd eden kulumu oradan çıkarsın!.” buyurur.
Cibril gider ve o’na, HAKk TeÂLÂ’nın emrini iletir. Mâlik, Cehennem’e girer; çok arar lâkin bulamaz (oradakileri, annenin çocuklarından daha iyi tanıyor olmasına rağmen…). Sonra gelip Cibril’e der ki.: “Doğrusu Cehennem öyle bir çatırtı ile patlayıp fışkırıyor ki, ne taşı demirden ne de demiri insandan ayırt edebiliyorum.”
Cibril geri döner, RahmÂN’ın ARŞı önünde tekrar secdeye kapanır. ALLAHu TeÂLÂ ona.: “Ey Cibril kaldır başını! Niçin kulumu getirmedin?” diye sorar. Cibril.: “Ey ALLAH’ım!. Mâlik diyor ki.: “Cehennem öyle bir çatırtıyla patlayıp fışkırıyor ki, ne taşı demirden ne de demiri insandan ayırt edebiliyorum!.”
ALLAHu TeÂLÂ.: “Mâlik’e söyle.: “O kulum, Cehennemin gizli ve şu kadar derinliğinde filanca yerin şu köşesinde bulunmaktadır!.” buyurur.
Cibril tekrar Mâlik’e gelerek durumu ona haber verir. Mâlik, yeniden Cehennem’e girer. Adamı târif edilen yerde, baş aşağı atılmış, başı ayaklarına ön saçları ile bağlanmış, elleri boynunda kenetli, üzerine yılanlar, akrepler üşüşmüş bir halde bulur. Onu, üzerindekilerin döküleceği biçimde tutup bütün kuvvetiyle silkeler, sonra zincirler ve bukağıların parçalanacağı bir şekilde kuvvetle çekerek onu ateşten çıkarıp Hayat Suyu’na/Âb-ı HAYyat’a daldırır. Sonra da Cibril’e teslim eder.
Cibril onun perçemlerinden tutup RahmÂN’ın ARŞı önüne kadar sürükleyerek getirir. Yolda Cibril’in karşılaştığı her Melek Topluluğu, bu kulu gördüklerinde.: “Üff be şuna!.” diye tepkilerini dile getirirler..
Cibril, RahmÂN’ın ARŞı önünde tekrar secdeye varır. ALLAHu TeÂLÂ.: “Ey Cibril kaldır başını!.” buyurur. Daha sonra da diğerine.: “Kulum, seni güzel bir biçimde yaratmadım mı? Sana elçi göndermedim mi? O elçi sana kitabımı okumadı mı? Sana iyi yapmanı emredip kötü olandan da nehyetmedi mi?” diye sorar. Kul da, bunların hepsinin doğru olduğunu söyler. Cenâb’ı HAKk.: “O halde şu şu günahları niçin işledin!” buyurur. Kul da.: “RABBim! Günah işlemekle kendi kendime zulmettim ve nihâyet şu kadar sene Cehennemde kaldım. Ancak SENden asla ümidimi kesmedim RABBim! SANA hep.: “Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!.” (Ey Rahmeti ve ihsÂNı hesapsız!) diyerek yakardım. Kerem ve ihsÂNınla kurtardığın bu kuluna artık Merhametinle Muamele EYyLe!.” der.
Bunun üzerine ALLAHu TeÂLÂ.: “Ey Meleklerim, şâhid OLunuz ki, bu KULum’u (Rahmetimle) BAĞIŞLadım!.” buyurur..

(İmam-ı Azam Ebu Hanife Müsnedi)

Resim---“Bir kul cehennemde bin sene.: "Yâ HaNNâN!. Yâ MeHaNNâN!." diye yalvarır. Nihâyet ALLAHu TeÂLÂ Cebrâil’e.: "Git falanca kulumu bana getir." buyurur. Cebrail gider, fakat bütün oradakileri yüzü koyun (yere yatıp) ağladıklarını görür. (Yüzünü görmediği için adamı tanımaz) ve geri gelip RABB'ine durumu arz eder.
ALLAHu TeÂLÂ kendisine.: "O adam falanca yerdedir, git al getir!." diye buyurur. Bunun üzerine Cebrail gider ve adamı ALLAHu TeÂLÂ’nın huzuruna çıkarır. ALLAHu TeÂLÂ o'na.: "Yerinin iyi olup olmadığını" sorar. Adam.: "Çok kötü olduğunu" söyler. ALLAHu TeÂLÂ.: "Bu kulumu tekrar yerine götürün." diye emreder.
Adam.: "Yâ RABBî! Beni oradan çıkardıktan sonra bir daha oraya koyacağınızı hiç beklemiyordum!." deyince, ALLAHu TeÂLÂ.: "Kulumu serbest bırakın!." der (ve serbest bırakılır).”

(İbn Hanbel, Müsned -Müessesetu’r-Risale-, 21/99; Mecmâu’z-Zevâdi, 10/384)

Bir gün Hasan Basrî aleyhisselâm'ın yanında anlatırlar. Cehennemde.: “Ey HaNNâN (çok veren)!. Ey MeNNâN (MiNNet eden)!.” diye ağlayıp sızlaya rak bin yıl azâb çektikten sonra en son çıkanın “Hinâd” adında birisi olduğunu söylerler..
Sözün burasında oluk oluk gözyaşı akıtarak ağlamaya başlıyan Hasan Basrî aleyhisselâm.: “Keşke, ben Hinâd olsaydım.” der..
Bu sözleri üzerine yanında bulunanların hayretten dona kaldıkların gören Hasan Basrî aleyhisselâm şu ibretli konuşmayı yapar.: “Neden dona kaldınız? Hinâd denilen adam nasıl olsa bir gün Cehennemden çıkmayacak mı?. Çıkacak!. Benim ise, çıkacağım da belli değil..” buyurmuştur.


Resim

Resim---Enes İbn Mâlik radiyallahu anhu’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir adamın şöyle DUÂ ettiğini işitmişti: “Ey ALLAH’ım, hamdlerim SANAdır, Sen MeNNâN’sın, ni’metleri veren SENsin, SENden başka İLÂH yoktur. SEN semâvât ve arzın CeLâL ve İkram Sâhibi Yaratıcısısın, HAYy ve KAYyum’sun (kâinâtı ayakta tutan HaYat SÂhibisin.) Bu İsimLerini şefaatçi yaparak SENden istiyorum!.”
(Bu DUÂyı işiten) Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem sordu.: “Bu adam neyi vesile kılarak DUÂ ediyor, biliyor musunuz?”
“ALLAH ve RESULÜ daha iyi bilir!.” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “Nefsimi Kudret ELi’nde tutan ZÂT’a yemin ederim ki o, ALLAH’a, İsm-i Azam’ı ile DUÂ etti. O İsm-i Azam ki, onunla DUÂ edilirse ALLAH icâbet eder, onunla istenirse verir!.” buyurdu.

(Tirmizî, Da’avât 109 (3538); Ebu Davûd, Salât 368, (1495); Nesaî, Sehv 57, (3, 52))

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.: “ALLAHümme innî es'elüke bî-enne leke’l-Hamdu Lâ İLâhe İLLâ Ente!. Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!. Yâ ze’L-CeLâLi veL-İKRâM!.” diye DUÂ eden zâta da buyurdu ki.: “ALLAH’ın İsm-i A’zamı ile DUÂ ettin. Böyle DUÂ edilince, ALLAHu TeÂLÂ o DUÂyı kabul eder!.”
(Nesaî)

İbnu'l-Esîr, “en-Nihaye fi Ğarib'l-Hadis” isimli eserinde "MeNNâN" kelimesini şöyle izah eder.: "el- MeNNâN " ve "el-Menn" kökünden “ni’metlendiren ve veren” anlamına gelir. "el-Atâ" da, “vermek” demektir, ancak "el-Menn" gibi değildir. "el-Menn" =>Sevâb ve Mükafaat istemeyenlere ve beklemeyenlere vermektir..
el- MeNNâN =>el-VeHHâB gibi mübalağa kalıbıdır..

Resim EL EMÂN DUÂmız.:

ARAPÇASI.:

Resim

TÜRKÇESİ.:

(ALLAHümme) Eselüke biesmâike =>Yâ Hannânu, Yâ Mennânu, Yâ Deyyânu, Yâ Gufrânu, Yâ Burhânu, Yâ Sultânu, Yâ Subhânu, Yâ Müsteânu, Yâ zü’l- Menni ve’l- Beyâni, Yâ ze’l- Emâni!.

MÂNÂSI.:
Ey Mennin/(tüm Ni’metin-İyilik etmenin), Beyânın/(Hakkı ve Hayrı tâlim ve Terbiyenin) ve tümm sbeblerin sonuçta EMîN DURağı Oluşun MutLak sâhibi ALLAH’ım!.
SEN’in Yâ Hannânu! Yâ Mennânu! Yâ Deyyânu! Yâ Gufrânu! Yâ Burhânu! Yâ Sultânu! Yâ Subhânu! Yâ Müsteânu ALLAH celle celâlihu KudsaL İsimLerinle SEN’den İsterim-DUÂ Ederim..

ARAPÇASI.:

Resim

TÜRKÇESİ.:

Lâ İLâhe İLLâ Ente!. Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!. Yâ BeDie’s- Semâvati ve’-l Ardı!. Yâ ze’L-CeLâLi veL-İKRâM!.

MÂNÂSI.:
SENden başka İLâH yok ancak SEN, Yâ HaNNâN/Rahmeti bol!. Yâ MeNNâN/Ni’meti bol!. Yâ Semâvat ve Arz’ın Örneksiz Yaratıcısı, Ey ze’L-CeLâLi veL-İKRâM!.

ALLAH celle celâlihu =>El MeNNâN’dır=>Bağışı-Ni’meti çok OLandır..


وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ
Resim---“Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh (se’eltumûhu), ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ,inne’l- insâne le zalûmûn keffâr (keffârun).: Ve O’ndan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer ALLAH'ın ni'metini saysanız onu sayamazsınız. Muhakkak insan, gerçekten çok zâlim ve çok nankördür (inkârcıdır).” (İbrahîm 14/34)

نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Resim---“Nebbî’ ibâdî ennî ene’l- GAFÛRu’r- RAHÎM(rahîmu).: Kullarıma haber ver. Muhakkak ki; Ben GAFÛR'um (mağfiret edenim) ve RAHÎM'im (rahmet edenim, rahmet nuru gönderenim).”(Hicr 15/49)

وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---“Ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innALLÂHe le GAFÛRun RAHÎM (rahîmun).: Ve şâyet, ALLAH'ın ni'metlerini adet adet (tane tane) sayarsanız, O'nu sayamazsınız. Muhakkak ki O, GAFÛR'dur (mağfiret edendir), RAHÎM'dir (rahmet nurunu gönderendir).”(Nahl 16/18)

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ
Resim---“Le kad mennallâhu ale’l- mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumu’l- kitâbe ve’l- hikmeh (hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).: Andolsun ki, içlerinden kendilerine ALLAH’ın âyetlerini okuyan, kendilerini, vicdânlarını arındıran, onlara okuma-yazmayı, kitabına, Kur’ÂN’a vukufu, ilmi, hikmeti, sağlıklı ve ahlâklı yaşama bilgisini, SüNNetini öğreten özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere bir RASÛL görevlendirmekle ALLAH mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur/ ni'metlendirdirmiştir. Halbuki daha önce onlar, başlarına buyruk bir hayat, koyu bir cehâlet, dalâlet ve bozuk düzen içinde idiler.”(Âl-i İmrân 3/164)

el-MiNNet.: Büyük ni’met demektir..

El-Esfehâni dedi ki.: el-MiNNet, ağırlığı olan, ni’metlendirilene yükümlülükler yükleyen ni’met demektir.
MiNNet iki kısımdır.:
1-) Bütün bunlar hakikat anlamını ifâde eder ve ancak ALLAH'tan vâki’ olur. O, kullarına bu büyük ni’metlerle lütufta bulunmuştur. Razı oluncaya kadar da, razı olduktan sonra da hamd O'na mahsustur. İlkinde de sonunda da hamd O'nundur..
2-) İkincisi: Kavli/sözlü MiNNettir. Bu, insanlar arasında çirkin görülmüştür.
Çirkinliğinden dolayı =>"MiNNet/başa kalkma =>iyiliği öldürür." denilmiştir.

ALLAHu TeÂLÂ Kur'ÂN-ı Kerîmde buyurur ki.:


يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
Resim---“Yemunnûne aleyke en eslemû kul lâ temunnû aleyye islâmekum, belillâhu yemunnu aleykum en hedâkum li’l- îmâni in kuntum sâdikîn (sâdikîne).: Müslüman oldular diye SANA MiNNet etmektedirler. De ki.: "Müslümanlığınızı BANA karşı MiNNet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imâna yönelttiği için ALLAH size MiNNet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)”(Hucurât 49/17)

وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ
Resim---“Ve lâ temnun testeksir (testeksiru).: Ve daha çoğunu isteyerek (karşılık bekleyerek) iyilik yapma.”(Müddessir 74/6)

وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ
Resim---“Ve li RABBike fasbir.: Ve RABBin için artık sabret./ Yalnız RABBinin Emirlerini yerine getirerek, rızasını kazanmak için sabrederek mücâdeleye devam et.”(Müddessir 74/7)

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا
Resim---“Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bi’l- vâlideyni ihsânen ve bizi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni ve’l- câri zi’l- kurbâ ve’l- câri’l- cunubi ve’s- sâhıbi bi’l- cenbi vebni’s- sebîli, ve mâ meleket eymânukum. İnnallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ (fehûran).: Ve ALLAH'a kul olun. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa (eşlere), yolda kalmışa ve elinizin altında sâhib olduklarınıza (köleye, câriyeye, işçilere) ihsânla davranın. Muhakkak ki ALLAH, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.”(Nisâ 4/36)

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُواُ مَنًّا وَلاَ أَذًى لَّهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---“Ellezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfekû mennen ve lâ ezen lehum ecruhum inde RABBihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Mallarını ALLAH YoLu’nda infâk ettikten (verdikten) sonra verdikleri şeyin arkasından MiNNet ettirmeyenlerin (başa kakmayanların) ve onlara ezâ etmeyenlerin ecirleri (mükâfatları), RABB'lerinin katındadır. Ve onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar..”(Bakara 2/262)

Resim---Ebû Zer radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem.:
"Üç sınıf insan vardır ki kıyamet günü ALLAH, onlarla konuşmaz, yüzlerine bakmaz, onları temize çıkarmaz. Hem de onlar için can yakıcı bir azâb vardır."
Ebû Zer radıyallahu anhu.: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu cümleyi üç kere tekrarladı. Ben de.: “Bu kimseler tam bir mahrumiyete ve hüsrana uğramışlar. Bunlar kimlerdir, Yâ Resûlullah?.” diye sordum.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de.:
1-) "Elbisesini kibirle yerlerde sürüyen,
2-) Yaptığı iyiliği başa kakan/MiNNet ve,
3-) Yalan yere yemin ederek ticâret malını iyi bir fiyatla satmaya çalışandır!."
cevabını verdi.

(Müslim, Îmân 171. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Tirmizî, Büyû' 5; Nesâî, Zekât 69, Büyû' 5, Zînet 103; İbni Mâce, Ticârât 30)

İşte kötülenen MiNNet budur. Bağış, ihsan ve cömertlik anlamındaki MiNNet ise övülen MiNNettir. Özet olarak, ALLAH TeBâReke ve TeÂLÂ hiç bir kimseye benzemeyen "MeNNâN"dır. O, çok iyi görür ve çok iyi işitir. O'nun bağışı boldur..

Bizi =>Dünyâmızda->DÎNimizde=>Âhiretimizde KabûL BUYURduğun Hakka ve Hayra Ulaştır!.
Yâ Kerîm!. Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!. Yâ Ze'l-CeLâLi ve'l-İKRaM!. Yâ HAYyum!. Yâ KAYyum!. Yââ Bedia's- Semâvâti ve'l-Arz ve Yâ VâHiDe'1-EHaD ALLAH celle celâlihu!.


Resim

BİL! BUL! OL!. YAŞA! SüNNeti,
CÂNÂN’ın ==>CÂNda CeNNeti,
HANNÂNu’L- MENNÂN>MiNNeti,
RESÛLuLLAH!. =>KELÂMuLLAH!.

RahmÂN-Rahîm-HâLde HaNNâN,
BiLâ MiNNet MUHSİN-MeNNâN,
AZîZü’L-HaKîM’ken=>DEYYÂN,
KULLarına=====>KUldun NiYe?..


MUHARREM AYI- Hicrî YıLBaŞı DUÂSI’nda =>El HaNNâN El MeNNâN.:

Resim

Bi'smi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm
Elhamdulillâhi RABBi'l- 'âlemin Ve’s-salâtu ve’s-selâmu 'alâ Seyyidina MuhaMMedin ve 'alâ âlihi ve sahbihi ecmâ'in. ALLAHümme ente’l- Ebediyyu’l- Kadîm El Hayyu’l- Kerîm El HaNNâN El MeNNâN ve hâzihi senetün cedîde, es'eluke fîhel 'ismete mine’ş-şeytâni’r-racîm. Vel 'avne 'alâ hâzihin nefsi’l- emmâreti bissûi ve’l- iştigale bimâ yukarribûnî ileyke Yâ ze’l- CeLâLi ve’l- İkrâm Bî-Rahmetike yâ Erhame’r-Rahîmin Ve sallallahu ve selleme 'alâ Seyyidinâ ve Nebîyyinâ MuhaMMedin ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve Ehl-i Beytihi ecmâ'in.:

AÇIKLAMASI.: Kendinden evvel hiç bir varlık bulunmayan =>Varlığı->Hayâtı->Kullarına Keremi çok->Merhameti ve Nî’metler bağışlaması SONSUZ-DEVAMLI OLan yalnız ve yalnız SENsin ALLAH'ım!.
Bu yeni yıl boyunca; SENden, huzûrundan kovulmuş Şeytân’dan beni korumanı ve kötülüğü emreden nefsimi yenmem için yardımını, beni SANA yaklaştıran işlerle meşgul olmamı dilerim!. Ey CeLâL ve İkrâm Sâhibi ALLAH'ım!.


TERÂVİH NAMAZı TamamLandıktan Sonra Okunan DUÂ’da,
El HaNNâN ve El MeNNâN celle celâlihu.:

ALLAHümme salli alâ Seyyidinâ MuhaMMedin ve alâ âli seyyidinâ MuhaMMedin bî-adedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.:
ALLAH’ım!. Seyyidimiz MuhaMMed aleyhisselam’a, O’nun âilesine/yakınlarına bütün dert ve dermân sayısınca çok salât, selâm ve bereket ihsân eyle!.

Yâ HaNNâN, Yâ MeNNâN, Yâ DeYYâN, Yâ BuRHâN,
Yâ ze’l-FaDLi ve’l-İHSâN, nercû’l- Afve ve’l-gufrân,
Vec'alnâ min utekâi Şehr-i RamazÂN bî-hürmeti’l- Kur'ÂN!.:


Ey merhameti acıması çok olan, ey ihsânı, ni’meti bol olan, ey insanları hesâba çeken onları inanç ve amelleriyle mükafatlandıran, ey varlığını birliğini gösteren delilleri yaratan..
Ey Lütfu ve İhsanı bol olan (RABBimiz), affını ve bağışlamanı dileriz..
Kur’ÂN-ı kerim hürmetine bizi, Dünyâmızda, DÎNimizde ve Âhiretimizde Hakkı ve Hayrını YAŞAyan KULLarından eyle!.


Resim

Sâid Nursî Hazretleri’nin DUÂ’sında El HaNNâN ve El MeNNâN celle celâlihu.:
“El Aman!. El Aman!. Yâ RaHMâN!. Yâ HaNNâN!. Yâ MeNNâN!. Yâ DeYYâN!. Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar!. Yerimi genişlettir!. İlâhî, SENin rahmetin sığınağımdır ve Rahmeten li’l-Âlemîn olan HaBîBin, SENin Rahmetine yetişmek için vesîlemdir. SENden şikâyet değil, belki nefsimi ve hâlimi SANA şikâyet ediyorum.”


MüNiR DerMÂN kaddesallahu sırrahu İSM-İ AZAM DUÂsı’nda =>El HaNNâN ve El MeNNâN celle celâlihu.:

https://www.muhammedinur.com/forum/view ... hp?t=10590

Resim

Âmin Yâ Latîf Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Kerîm Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Rahîm Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Rahmân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Hannân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Mennân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Deyyân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Furkân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ Sultân Celle Celâlihu,
Âmin Yâ ALLAH Celle Celâlihu!..

El HAMDuLiLLaHi RABBil-ÂLeMîn!.
Resim
Cevapla

“Kul İhvani Divanında Esmalar” sayfasına dön