2009 Temmuz Haber Arşivi

2009 yılına ait aylara göre haber/makaleler.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

“AN”layış!..
Tarih: 02.07.2009 Saat: 19:00 Gönderen: kulihvani

Resim

“AN”layış!..

sev-güzel

Öyle ANlar vardır ki HAYYatımızda biz zahirî boyuta kendimizi öylesine kaptırırız ki ya hiç fark etmeyiz yada sonradan fark ederiz ve “hadi yaaa gördünmü bak nasıl da kaçırmışız!” deriz…
Ancak asıl iş ER kişi işidir ki O ANı ANında fark eder…

Bizler Muhammedi merhamete, muhabbete ve hasbi hizmete mecbur ve memur olduğumuzu ne zamAN fark edeceğiz acaba?..
Bu âleme geliş amacımız sadece yemek-içmek, gülüp-eğlenmek ve yatıp-uyumaktan mı ibaret sizce?..
Yoksa mutfak-tuvalet arası bir boru görevimi görüyoruz soralım nefsimize!..
Acaba uyurkenki sayıklamalarımız ve uyurgezerliğimiz, uyandığımızda BİZe “vaayyy anasına!..” dedirtecek mi?..
Peki ne zaman UY-AN-acağız?..
Çalar saati kurduk da “şu vakit uyanacağım ben! Dokunmayın biraz daha uyumak istiyorum!..” mu diyoruz?..
Çoğu ANlar sağımızdan solumuzdan dürtükleyenler hatta bazen avaz avaz ama merhametlice bağıranlar vardı “uyan artık be güzelim!” diye…


Normal sıradan bir gün yaşarcasına geçirdiğimiz günlerde bize ne kadar çok uyarılar geliyor bir bilsek!..
Sanki arabamıza binmişiz gideceğiz yere ters istikamette yol alıyoruz ve yol kenarında bize o kadar çok uyarı levhaları geliyor ki hiç göremiyoruz, sadece yola odaklanmış gidiyoruz…
Hâlbuki yoldaki levhalarda “bu yol şuraya gider yanlış yoldasın, yakında U dönüşü var dön artık, şu kadar kilometre kaldı gel etme eyleme!..” yazıyordu da göremiyorduk…
Belkide bakıyor ama göremiyorduk!..
Bakar kördük sanırım!..

Eskiden tekkeler, zaviyeler, medreseler vesairelerde İlahi ilim ve Muhammedi edeb öğretim ve eğitimi yapılıyor ve kılık kıyafetine bakarakta kimin ne olduğu anlaşılabiliyormuş…
Peki şimdiki ahir vakitte bu yol ve metodu takip eden Hakk Dostları ve Erenleri aynı şekilde tanıyabileceğini mi sanıyoruz?..
10 kişi içerinde bir Allah c.c. Dostu olsa onu bilebileceğimizi mi sanıyoruz?..
Artık eskisi gibi değilmiş..
Artık gizlenmişler..
Sakın görevlerini bıraktılar sanma, herkes görevinin başında…
“Ya ben göremedim, bana hiç gelmediler!” diyorsan cevap hazır:
“Huzurda mısın?.. Hazır mısın?..”
Kul İhvani çok güzel der : “HIZIR hazır, HUZURdaysan!..”
O halde şu ahir vakitte herkesi Hızır bilmeli…
Keramet aramayalım lütfen, Hızır gelipte “ben Hızır’ım” diyecek değil…

İnsanoğluna en büyük hizmet eden Rabbimiz Allahü zü’l Celal’dir…
Peygamberimiz Rasulullah s.a.v. ise Allah c.c. nun Davasının Davetçisi olarak yine büyük hizmetçidir…
Şu ANda bedenen diri veya değil Hakk Dostları k.v. Davetinin Duacısı olarak Hasbi ve Habibi hizmetçilerdir…
Allah c.c. korusun ki bundan gayrisi Denâettir.. alçaklıktır…

Allahü zü’l Celâl HAYYdır…
Rasulullah s.a.v. HAYYdır…
Hakk Dostları HAYYdır…
Eğer kendimize lazım ve layık görüyorsak bizde HAYYız…
Şeytanın uşaklığını kendimize layık görecek değiliz ya…
O halde safımız belli ki BİZ Muhammediyiz ve Rasulullah s.a.v. Efendimizin YOLunda hizmetçiliğe varız…
Peki ne diye bu eleştiriler?..
“O bizden değil, o şunu yapıyor bunu ediyor, yuh ona!..” diyorsak eğer unutmayalım ki bir AN karşımıza biri çıkar “beni uyandıramadın ya sana yuh! Birde Muhammediyim dersin!..” der ağzımızın payını alırız…
Peki bu lafı işitmemek için mi diyorum?..
Hayır!..
Diyorum ki eğer yürekliysek hizmet edelim de uyandırmaya gayret edelim!..
Bizde bir levha olalım!..
Eleştirmek her kişi işidir ancak onu Hakka ve Hayra döndürmek için Hasbi hizmet ER kişi işidir…
Birde unutmayalım ki bu eksiklikleri görerek onu eleştirirken bir zamAN o hatanın belki bizi de bulabileceğini düşünelim!..
Veya dua ve şükür edelim ki Allah c.c. bizi o halde değilde o hali görerek ibret alanlar olarak yaratmış!..

Her AN, her yer ve her halde Muhammedi merhamet, muhabbet ve hasbi hizmet karşımıza çıkıyor…
Öyle ANlar gelirki bir daha o ANı hiç bulamayabiliriz…
Bize yardıma yetişenler kadar bizim yardımımıza ve hizmetimize muhtaç o kadar insan var ki işte onlar ANlarda gizli…
Bir AN gelir ya yaparsın yada es geçersin ancak o ANki imtihanımız o AN olmaktadır…
Sonra döneyim dersen, imtihan süresini de unutma!..

Bir HAYYat hikayesi:
Birgün arkadaşlarıyla arabası ile bir yere gidiyormuş..
Otomobilde 4 kişiymişler..
Yol dağ-taş hiç kimseler yokmuş ve gidecekleri yere 5-10 kilometre mesafe varken birAN bir köylü yol kenarında belirmiş..
Gidecekleri yere doğru yürümekteymiş..
O AN içinden “şimdi bu adam dönse de el kaldırsa, bende alsam bir hayr işlesek, bir “Allah razı olsun” dese yeter!” derken adam dönmüş ve el kaldırmış..
Arka koltukta arkadaşı “ya boşver dolu de geç!..” demiş ancak yürek aynı seste değilmiş.. çünkü içindeki ses hala yankılanıyormuş..
Durmuş ve o insanı arabaya almış ancak adam hiç konuşmuyormuş sadece sorulara kısa cümlelerle cevap alabiliyorlarmış…
Meğer aynı yere gidiyorlarmış ve geldiklerinde inmiş ve kapıyı kapatırken “Allah razı olsun!” demiş…
İşte demek istediğim o insanın göründüğü o ilk AN!..

Yine HAYYattAN:
Arkadaşlarıyla beraber işine gitmek için arabasıyla arkadaşlarını almaya birazda hızlıca giderken birden cadde kenarında bir yaşlı dede ve nine bastonlarıyla dur işareti yapmış..
O AN ya duracaksınız onlara bir hizmetin dokunacak yada “ya illaki bulurlar bir araba onla giderler, hem hızlıyım kim duracak!” dersiniz…
İşte size iki seçenekli bir imtihan sorusu!..
Ama tabi birden gördüğünüz için bu kadar uzun düşünemiyorsunuz!..
Hülasa ANiden hızını yavaşlatmış ve durmuş..
Yaşlı insanların arabaya binmeye bile takati yok gibiymiş..
“Nereye gideceksiniz amca?..” sorusuna:
“Hastaneye oğlum!.” demiş..
Meğer nine ANİden rahatsızlanmış acilen hastaneye gitmek istemişler..
Hastaneyle onların arabaya bindiği yer arasıda öyle pek uzun mesafe değilmiş!..
“Oğlum kusura bakma işin var mıydı?” demiş..
“Yok amca götüreyim sizi hastaneye!.” demiş ve hastanenin önüne kadar bırakmış…

Bunlar büyütülecek meseleler değil…
Aslında olması gereken gayet normal şeyler ve insana üstünlük getirmez…
Olmaması alçaklık mı bir düşünelim!..
Meselemiz ANı paylaşmaktı!..
Böyle ANlar herkesin karşına çıkar ki imtihanımız daha bitmedi ve bu âlemden göçene kadar da bitmeyecek…

Biraz ANlayış lütfen…
Muhabbetle..
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

İLAHÎ RADYO
Tarih: 06.07.2009 Saat: 02:35 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


İLAHÎ RADYO

Ağzından bir iplik: “Allah Allah, Allah Allah!”
Derken derken derken, derken bembeyaz kozalar oldu.
Ne oldu? Vay anasına yav.
“Darı tanesinden çıktı bunlar bilmem ne! Yavv Allah’ın hikmetine bak!”
İşte bu düşünce var ya bu düşünce bir yıllık ibadetten hayırlıdır. Kim ne derse desin.
Aha deminki herifin kılan, kıldığı namaz var ya onun on beş bin yıllık öyle namazdan böyle bir karıncayı düşünmek daha iyi.
Aha hadis işte.
Bu müjde Frank veyahut Çörçil’in sözü değil. Hz. Rasûlü Ekrem’in sözü, hadisi.
İşte bu tefekkür aziz cemaat bir YILlık ibadetten hayırlıdır.

Şimdi ikincisinde bir ANlık tefekkür gine.
Gine şöyle tefekkür yetmiş yıllık ibadetten hayırlıymış.
“Nasıl olur?”
Her kim. Hepimiz ibadet ediyoruz. Ceman namız kılıyoruz yavv.
Kimisi maçta, kimisi sinemada, kimisi tavla atıyor.
Kimisi: “Yarın ulan felan evi soyalım!” diyor.
Ötekisi senedi küreği felancadan aşıramayız. Bono bilmem ne.
Kıyamet dünya birbirine karışıyor.
Sizde şurada câminin içinde.
Her kim yaptığı ibadetini düşünür onların hikmetlerine karşı irfan duygusu taşırsa.
“Ne demek bu?”
Ben Allah’ın rızası için namaz kılıyorum. Cennet cehennem için değil.
Faziletli olacağım, doğru olacağım.
Yarın Huzur-u İlahiyeye gittiğim zaman Rasûlullah’ın elini öpeceğim.
Bana: “Hayy mübarek ümmetimden Mehmet bey yahut Hasan Bey!” diyecek. “Beni memnun ettin Allah’ın huzurunda gel kollarımın altına!”
Bunu tefekkür etmek. Allah’ın rızasını şey etti.
Yaptığın ibadetin neticesinde Allah rızasına, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellemin yüzünü güldüreceğini düşünürsen bu tefekkür diyor Cenâb-ı Peygamber yetmiş yıllık ibadete bedeldir.
Gece herkes uyuyor. Kalktın 1’de.
Açtın pencereyi havada serin.
Postunu da koydun: “Allah rızası için iki rekat teheccüd namazı kılmaya niyet eyledim.
Döndüm Kâbe’ye durdum Huzur-u İlahiyeye: Allahuekber!”
Daha namaza başlamadan evvel, gece uyandım ben bu gece teheccüd namazı kılacağım.
Bitti! İki rekat bitti oğlum.
“Elhamdulillahi Rabbil âlemin! Çok şükür Ya Rabbî, Elhamdulillah, Sen kabul et! Sen beni cehenneminde çok yakma!”
Bu da şeydir haaaaa! Bu lakırtı da Arapçadır.
“Yâ Rabbî sen beni. Yani ben cehennemlik miyim değil miyim bilmiyorum ama Yâ Rabbî eğer girersem çok yakma!” gibi.
“Ulan bişeyin yok senin girecek değilsin!” der O, anladın mı?
Biraz dua edip de gözünden yaş geldi mi, bi de semâya bak: “Aman Yâ Rabbî! Herkes uyuyor beni kaldırdın Yâ Rabbî!”
İşte bu tefekkür yok mu yetmiş yıl oğlum, YETMİŞ YIL.
Hele bir gece de devam ettiğin zaman böyle her gece kalkabilirsen Kadir Gecesini bulursun.
Kadir Gecesini bulmazsın, Kadir Gecesi seni bulur.
“İnna enzelnahü fiy leyletilkadr. Ve ma edrake ma leyletülkadr. Leyletülkadri hayrün men elfi şehru.”
“Bin geceden, yıldan hayırlıdır” diyor işte.
Kadir Gecesi seni bulur haberin olmadan.
İşte bu da yetmiş yıllık ibadete bedel olan düşüncedir.
Üçüncüsünde bir ANlık tefekkür bin yıllık tefekküre, bin yıllık ibadetten hayırlıdır buyrulması, her kim ilahî marifeti düşünür, Allah’a karşı tam irfan duygusuna sahip olmayı dileyerek bunun yaptığı tefekkürde bin yıllık ibadete bedeldir.
Asıl irfan işte ilim budur.
Yoksa: “Vır vır vır vır. Şu şöyleydi, bu böyleydi!”
Orucun farzları şudur. Namazın farzları budur. Bizim konuştuğumuz gibi.
İşte öyle âlim olursa insan onun uykusu, hırıltısı ötekisinin ibadetinden hayırlıdır.
Yani tevhid hâli demektir.
Sana senden yakîn olan Cenâb-ı Allah’la birlikte.
Bu hale gelen Allah’ın, bu hale gelende Allah’ın sevdiği kokulardan reyhan kokusu belli olmağa başlar insanda.
Ki bunlar Sıddıkiyn Zümresinde vardır.
Allah cümlemize böyle insanlara sürünmek nasib-i müyesser eylesin.

Gine bir Hadis-i Peygamberi de diyor ki: “İbadet gösterişsiz olmalı!”
Yapılan ibadetten dünyada kâr beklememek lâzımdır.
Bunlara çok dikkat eden insan şirkten kurtulur.
Yine Peygamber Efendimiz: “Her kim ki, kırk gününü ihlâs ile sabahlarsa hikmet kaynakları kalbinden akmağa başlar” diyor.
Eğer ahmaksa diyor. Benim canımı ye’di kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki ruhaniyetimle onun yanına gelirim diyor Cenâb-ı Peygamber.
Ben söylemiyorum.
“Her kim ki kırk gününü ihlas ile sabahlarsa hikmet kaynakları kalbinden diline akar!” diyor o kulumun diyor.
“Eğer bu akmazsa diyor Benim cesedimi, ruhumu Ye’d-i Kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki o ümmetimin hangi zaman ve mekanda olursa yanına gelirim!..”
Mü’minün Muheymin var.
“Mü’minü’l Muheyminü’l azizü’l cebbaru’l mütekebbir” âyet-i kerime. “Mü’min ve Müheymin.”
“Mü’min mü’minin aynasıdır” hadisi vardır.
“Mü’min mü’minin aynasıdır.”
“Ben Hacı Efendinin bakacağım nuranî yüzüne onun gibi olmağa çalışacağım!
O da bana bakacak benim gibi olmağa çalışacak!”
“Mü’min mü’minin aynası.”
Birincisi Mü’min yani mü’min ve müheymin var ya kelimesi mü’min.
Birinci mü’min kulun kalbidir.
İkinci Mü’min ise ALLAH’tır.
“Mü’minü’l Muheyminü’l azizü’l cebbaru’l mütekebbir.”
Onun için insanın yüzünde Allah tecellî eder görebilirsen.
“Ben kulumla görürüm, kulumla işitirim!” Allah görüyor.
Onun için “mü’min mü’minin aynasıdır” demek, hakiki mü’minin gözünde Allah’ı görür.

Onun için aziz cemaat!
Vakit var mı daha.
Geliyor mu vakit?
İnsan vücudunun en ince mimarisi, hücrelerin dizilişinde gizlidir.
Yani mikroskopla insanın vücudunu tetkik etseniz o kadar güzel bir diziliş vardır ki mühendisler, ressamlar…
Bir kar tanesini mikroskobun altında tetkik edin, muntazam müseddesler, muhammesler, tirigonal şeyler vardır.
Müselles, muhammes bunlar dörtlü, beşli, sekizli şeylerdir.
İç içe fevkalade güzel şekiller halinde kar bile düşer.
Hatta on dördüncü asırda Abehuy isminde bir papaz kristaloğrafi diye, kristaloğrafiyi kurmuştur.
İlk kitabı o yazmıştır.
Yani bir cisim donduğu zaman, yahut incimad ettiği zaman muayyen kristaller şeklinde teşekkül eder.
Mesela insan kanına en çok benzeyen köpek kanıdır.
Bir yerde kan lekesinin köpek kanı mıdır?
İnsan kanı mıdır anlaması için onu mikroskop altına getirdiğiniz zaman, köpeğin kanının içinde emin, emin, Emin efendi değil Emin Billurları vardır. Profosör Hemin’in bulduğu billurlar vardır, şöyle muayyen şekilde.
O halde köpek kanıdır o.
Onun için her şeyin bir kristaloğrafisi, bir toplanma dizilişi vardır.
Bu dizilişlerin en güzeli, en gizlisi insan vücudundadır.
Hayat, maddenin anasırından ziyade diziliş ahengindendir.
Bu dağılış Allah’ın tecellî titreşiminden ibarettir.
Onun için bakın bir yeriniz kesiliyor derhal dokuyor orayı.
Kalbiniz işliyor. Kulaklarınıza şeyler geliyor.
Soğuk dalgalarını hissediyorsunuz, sıcak dalgalarını hissediyorsunuz.
Bunlar Allah’ın tecellîyatının insan vücudundaki titreşiminden ibarettir.
O halde bir kemik parçası, ahengi bozulmuş bir molekül yığınından başka bir şey değildir. Kemik parçası. Bu sistemden ayrılmış, titreşimi kaybolmuş bir kemikten ibarettir.
Bu ahenk tekrar bir tecellîye bağlıdır.
Mezardan çıkardık kemiği: ”Yahu bu adam Hasan efendinin bacağı ben biliyorum bunu. Ne güzel bacağı vardı. Ne güzel. Şimdi bak kemik oldu!”
Değiiiiiil. Cenâb-ı Allah’ın Hayy Esmasının titreşimi kalmadı o kemikte. Kalmadığı için toprağa gitti.
Bunun tekrar eski hale gelmesi için, onun bir titreşime, içine bir Tecellî İlahinin, bir kuvvetin girmesine lâzımdır ki şey etsin.
Akümülatör bitti, tekrar dolduracaksın.
Götüreceksin cereyana takacaksın. “Cırrrrrrr” dolacak.
Allah istediği zaman bu ahengi var ve yok edebilir.
Senin vücudundaki bu ahengi, güzel çalışmayı istediği dakika da yok eder, istediği dakika da var eder.
İşte mahşer dediğimiz şey.
Allah’ın arz enerjisinden, arzın üstünden vasıtasız olarak yenileme emrini vermesinden ibarettir.
Arza yenileme emri verecek.
İnsan vücudunda beyin ve hücreden maada bir mânâ ciheti de vardır.
Bu anlattığım hikayenin tahlil raporunu okumak ister misiniz?
Er Rahmân Suresi vardır Kur’ân-ı Kerimde. Onu okuyun. Onu tefsirini okuyun, tercümesini okuyun.
İnsan vücudunun analizi, raporu Er Rahmân Sûresi’ndedir.
İnsan bedeni ve maddesi, çok dikkat edin aziz cemaat insanın maddesi ve bedeni bir radyo cihazı gibidir.
İster cereyanlı radyo olsun. İster transistörlü radyo, ister pilli radyo olsun. İnsan beyni de bu cihazın elektrik tesisatıdır.
Asıl radyoya verici cihazda konuşan spiker nasıl hassasını veriyorsa.
Şimdi efendim bak şu radyo, insan. Bak! Sesim oraya kadar gidiyor. Oradaki seste benim sesimin hassası var mı?
Benim sesimi tanıyan bunu Vaiz Efendi konuşur der mi?
Der değil mi?
Nasıl ki hassa buradan oraya gidiyor.
Çok dikkat edin aziz cemaat!
Bak işte Allah bunu icad etti ki bunu anlatmak için. Nasıl gidiyorsa insanın bu asıl radyoya verici cihazda konuşan spiker, nasıl ki ben verici cihazdan konuşuyorum oradan söylüyor.
Nasıl hassamı veriyorsam o sese büyük yaratıcı Allahu Celle Celâlehu verici radyo ile âleme hitap ediyor.
Âleme hitap ediyor. Hepimizin içinde.
İnsan alıcı radyo cihazı, insanın alıcı radyo.
Sinir sistemi, beyin, alıcı radyoyu işleten elektrik radyo dalgaları nedir bu ruh işte aha bak!
Bu radyonun transistör cereyanı ruh, içimizde.
İnsana insan vasfını veren ruh olduğu gibi, radyoya radyo vasfını veren de bu elektrik dalgalarıdır.
Zahiren radyo maddi, madde cihazı ile elektrik cereyanından ibarettir.
Aha bu demir gibi aynı, elektrik.
Halbuki Mütekellim-i Ahad konuşmadığı müddetçe radyo camiddir.
Şimdi ben konuşmasam burada radyo duruyor orda.
Hepimizin evinde radyosu var.
Ankara radyosu konuşmasa, başka dalga alamasa radyo ne olacak.
Radyonun zaten istediği kadar içinde pili olsun.
O halde essen büyük İslam Velileri Ruhun ebediliğini ancak Allah izafette buyurmuşturlar.
“Ruh Allah’tandır” demiştirler.
Onun için bundan bin üçyüz seksen küsur sene evvel.
“El ruhi min emri Rabbî yeseluneke anil ruhi.”
Sana Ya Rasûlum! “Yeseluneke ani ruhu” ruhtan, ruhu değil.
Ordaki an, ruhtan sorarlarsa, anil ruhi.
“Yeseluneke anil ruhi” âyet-i kerime.
Senden ruhtan sorarlarsa: “Kul, el ruhil min emri Rabbî” Allah’ımın emrindendir buyurur. Şey.
Pırlanta sözünü bin üç yüz seksen küsür sene evvel Cenâb-ı Peygamber söylemiş.
Bu pırlanta söz bu güne kadar madde göz ve kulağı idrak edemiyordu.
Şu radyo misali bize gösteriyor ki, spikeri konuşan emre taalluk eden radyo radyodur.
Elest Meclisinde âleme hitapla başlayan kâinâtın benzere olmayan spikerin KÜN emri ile bütün alıcı radyolara yolladığı Rahmân Esması, Rahmân Esmasından titreşiminden ibaret olan bütün ruh halindeki dalgaları bu alıcı olan vücudumuza ulaşınca diğer varlıklara radyolara bu radyo sesinin önünde secde emri çıktı. Hep böyle!
Ankara’dan emir veriliyor ışıklarınızı söndürün, ışıklarınızı söndürün!
Radyo akımı var dendi mi hep ışıklar söndürüyoruz.
Cenâb-ı Allah radyo Spiker-i Azam, ruhlar vücuda girdi mi meleklere emir veriyor.
“Secde ediniz, secde ediniz, secde ediniz!”
Hepinizin kulağına söylüyor.
Haydiiiii melekler hepisi secde etmeğe başladı.
Mantıklı şeytan, bir demir parçası gibi radyonun konuştuğunu görünce, şimdi insanı Âdem orda.
Meleklere ses geliyor: “Secde edin, secde edin!”
Ses, ulan nerden geliyor.
Mantıklı şeytan dedi ki: “Ulan dedi, bu karşındaki radyo bu konuşuyor!”
Mesela şimdi radyodan konuşsa Reis-i Cumhur dese ki: “Şöyle şöyle yapın!”
Ulan bu bir ses bunun Reis-i Cumhur olduğunu nerden biliyor.
O sesi: “Ne biçim bu. Kim söylüyor bunu?” dedi.
“Ben buna secde etmem!” diye çıktı mantık.
Spikeri görmüyor. “O da kimmiş dedi. Ben buna secde edeceğim!”
Spikeri gören ve bütün radyolardan çıkan seslerin tek ses olduğunu sezen Muhiddin-i Arabi Hazretleri.
Spikeri gören ve bütün radyolardan seslerin tek ses olduğunu anlayan Muhiddin-i Arabi Fususunda müessir ile müessiril fih kelimesini kullanır. Vahdet ederek vahdet-i vücud ifade etmiştir.
İşte radyo onu ifade ediyor.
Bu ikinci radyo cihazının yani kırılırsa bu radyolar, radyolar vaiz olur. Hepimiz radyolarımızı kırarsak ses gelmez Ankara Radyosu kalır.
İşte şu radyosuz, radyosuz şirki, spikeri dinlersen: “Benim radyom yoktur. Yalınız spiker vardır!” dersen.
İşte o zaman bunu birisi duymuş: “Ben yoğum!” demiş.

“Ene’l- Hakk!” demiş Hallac-ı Mansur kafasını vurmuşlar bunun üzerine.
Bu radyo yoktur demiş, asıl Spiker vardır demiş.
Enel Hakk demiş. Onun için akrebü verid. Veridden daha yakındır Cenâb-ı Allah.
İşte onu bulmağa savaşmak lâzım.
İşte mahşer dediğimizde, ruhun bedene ba’asın Kur’ândan başka hiçbir retuş fikrine kapılmadan, dikkat buyurun mahşerde ruhun bedene ba’sını Kur’ânda başka hiçbir retuş fikrine kapılmadan İslam şöyle kabul eder.
Mukarrar olan gün gelince aziz Müslümanlar kâinâtın tek spikeri olan ALLAH tekrar hitap edecek, yıllarca camid kalmış, toprak altında kalmış radyo cihazı da tekrar ses verecektir.
Neşriyat bitti diye radyo yarın bir daha konuşmayacak demek ne ise Emir Âleminin ihtisası olan ruh vücuttan ayrıldı diye bu beden dirilmeyecek demek aynı cehlin aynı yükseklik derecesidir.
Âlemlerin Fahri Ebedisi, Elest Meclisinde Allah’ın ilan ettiği aşk namelerinin on dört asır evvel Cebel-i Hira da başlayan plaktaki aksinden ibaret bu plak milyonlarca nusha olarak tab’edilmiş ve Kur’ân halinde bizlere kadar gelmiştir.
“İkre' bismi rabbikelleziy halak” Allah’ın söylediği plak işte.
Aha bunu alınmış Hıra Dağında Kur’ân diye bize gelmiştir.
Ne büyük müjde!
O büyük meclisin tazeleneceğini bize müjdeliyor.
Mü’minlere mahşer eski Aşk Sohbetlerinin tekrar başlamasıdır.
Onun için öldüğümüz zaman hiçbir şeyden mü’min korkmaz.
Tekrar o mahşerde toplanacağız.
Cenâb-ı Sallallahu Aleyhi Vessellemin mübarek yüzünü görerek, bunlar tekrar sohbet edilecektir.
Onun için Müslüman ölümden korkmaz.
Ölümden korkmamak için, aziz müslümanlar abdestli geziniz!
Cünüb iken ne tırnağınızı, ne saçınızı, ne bir kılınızı, ne dişinizi ve ne de laf konuşunuz!
Bunlar çok incedir!
Cünüb iken dünya kelâmı konuşmayınız! Çünkü Allah hesabına konuşuyorsunuz. Utanır insan!
Abdestli geziniz!
Hased etmeyiniz kimseye!
Yalan söylemeyiniz!
Açlıktan öleceğinizi bilsen bile şu bir avuçluk kursağa haram yemek sokmayınız!
Birbirlerinizi sevmeye çalışınız!
Kimseye töhmet yapmayınız!
Hased etmeyiniz! Kimsenin peşinden konuşmayınız fena lakırtı!
Herkese güzel yüz, hayvana, çocuğa, ihtiyara itaatle ve şefkatle bakınız! Hepimiz bir gün öleceğiz, dünyada hiç kimse baki kalmayacaktır.
Onun için Cenâb-ı Peygambere inen en son âyetlerden birisi:
“Herkes ölecek! Yâ Muhammed Sende öleceksin.”
Hiç birimiz baki kalmayacağız.
Onun için birbirimize girmeyelim! İyi geçinelim!
Şu toprak olacak midenin içine haram sokmayalım aziz cemaat!
Abdestli gezin!
Yalan söylemeyin!
Hased, hased etmeyin!
Gece namazı kılın!
Ayda iki üç gün oruç tutun!
Bunlar vücudu terbiye için büyük şeylerdir.
Büyüklerimize itaat edelim!
Allah cümlemizi islah etsin!
Amiin!


Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed!
Subhaneke Yâ Allam, Tealeyke Yâ Selâm!
Ecirnâ mine’n- nâr vebi affike Yâ Mücir!
Allahümme entel Mennânü Bediü’s- semâvati velard zel celâli vel ikram! Yâ Hayyu Yâ Kayyumu! Yâ Allahu celle celâlihu el hamdülillah!.


Yâ Rabbî asi değiliz!
Günahlarımız var!
Sen bunları mağfiret suyunla yıka Yâ Rabbî!
Midemize haram lokma sokturma Yâ Rabbî!
Amin Sıhati afiyet ihsan eyle Yâ Rabbî!
Memleketimizi her türlü afattan mahsun kıl Yâ Rabbî!
Yarın ahrete intikal ettiğimiz zaman bize mezarda kabir melekleriyle iltifat nasıp eyle Yâ Rabbî!
Mahşerde Rasûlullah’ın mübarek yüzünü güler yüzle bize göstermek, elini öpmek nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru Yâ Rabbî!
Her türlü afat-ı semâviye, afat-ı araziye afat-ı belaiyeden sen koru Yâ Rabbî!
Hastalarımıza devâ, dertlilerimize devâ ihsan eyle Yâ Rabbî!
Evimizi her türlü belâdan mahsun kıl! Memleketimizi düşman istilasından mahsun kıl Yâ Rabbî!
Ordumuza icab ettiği zaman zafer nasibi müyesser eyle Yâ Rabbî!
Son nefeste buyurun: “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûlühü” kelimesi ile son nefesimizi vermek nasib-i müyesser eyle Yâ Rabbî!
Bizi cehennem azabından koru!
Lillahi’l- Fâtiha!



KELİMELER:

Sıddıkıyn:
Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.

El Müheyminü : Korku ve hüzünden emanda kılıp dikkatle koruyan ve gözeten. Meymenetli (bereketli), saâdetli, mutluluk verici, uğur verici. Hükmü altına alıp kontrol eden ve gayrinin korkusundan koruyan, kullarının mutlak güven kaynağı olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Mü'min : Îmân, emniyet ve emanın kaynağı ve vericisi olan, vâ'dinde sadık ve emîn olan, mutlak imân edilen, güvenilen, sığınılıp dayanılan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
Müselles: (Selase. den) Üç, üçlü. Üçleştirilen. Üç köşeli olan. Üçgen.
Muhammes: Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş. * Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume. * Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden her biri. Beşgen.
Hassa: (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
Müseddes: Altı kısımdan meydana gelmiş. * Altılı. Altıgen.
İncimad: Donma. Buzlanma. Sertleşme.
Camid: (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız.
İzafet: İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
Taalluk: Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünya alâkası. * Sevme.
Mukarrar: Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.
Kursak: Mide. Karın.



ÂYETLER:

“İnna enzelnahü fiy leyletilkadr. Ve ma edrake ma leyletülkadr. Leyletülkadri hayrün men elfi şehr.”

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
Resim---" İnna enzelnahü fiy leyletilkadr: Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.” (Kadr 97/1)


وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
Resim---“Ve ma edrake ma leyletülkadr: Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?” (Kadr 97/2)


لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
Resim---" Leyletülkadri hayrün men elfi şehr: Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.” (Kadr 97/3)


تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
Resim---" Tenezzelülmelaiketü verruhu fiyha biizni rabbihim min külli emr: O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.” (Kadr 97/4)


سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
Resim---" Selamün hiye hatta matle'ilfecr: O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar” (Kadr 97/5)


وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً
Resim---“Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbi ve ma utitüm minel ilmi illa kalila: Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsrâ17/85)


“Mü’minü’l muheyminü’l azizü’l cebbaru’l mütekebbir:

”هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

Resim---“Huvallahulleziy la ilahe illa huve elmelikulkuddususselamul mu'minul muheyminul 'aziyzul cebbarul mutekebbiru subhanallahi 'amma yuşrikune.: O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üsündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” (Haşr 59/23)


akrebü verid:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---“Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid: Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)


اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ
Resim---"İkre' bismi rabbikelleziy halak: Oku O yaratan Rabbinin adıyla!” (Alak 96/1)


إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ
Resim---"İnneke meyyitüv ve innehüm meyyitun: (Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.” (Zümer 39/30)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

Ey Yâr Vuslatım Ömrüm Kadar...
Tarih: 06.07.2009 Saat: 17:02 Gönderen: kulihvani

Resim

Ey Yâr Vuslatım Ömrüm Kadar...

ayn-el-zeliha

Bugün yine hüzün düştü yüreğimin derinliklerine, yine sevda yamaçlarında dolanıyorum kendinden geçmişçesine.. Bağırıyorum avazım çıktığı kadar ama kimse sesimi duymuyor, çırpınıyorum ama bir türlü duyuramıyorum feryadımı…

İçimde zelzeleler kopuyor, yüreğim paramparça sanki her bir azamı bölüyorlar satırla…
Günahlarımın verdiği ağırlıktan tir tir titriyorum, acizlik içerisinde kıvranıyorum durmadan, yatağımın içerisinde iki büklüm ağlıyorum SENİN yokluğunun verdiği sancıdan, yanaklarımdan iki damla yaş süzülüyor usulca..
İki damla kan akıyor yüreğimin derinliklerine..
Adını sayıklıyorum içten sessizce ve SENSİZCE…

Hayatımın her bir karesi eksilerle dolu ve kapatmaya çalışıyorum ömrüm boyu!
Ağzım yalan ve küfür kokuyor, ellerim boşlukta, ayaklarım sabit ve prangalı, beynim SENSİZLİĞİN mektebinde mıhlanıp kaldı, gözlerim yokluğundan körleşti, yüreğim yosun tuttu ve keçeleşti!..


Ey Yâr!
Ben ne Mekke’yim hüznüne ortak,
Ne Medine’yim Sevdana tutsak,
Ne Ebubekir’im ’’Benden sonra bir peygamber daha gelse o sen olurdun dediğin’’,
Ne Ömer’im ‘’istemez misin dünya onların ahiret bizim olsun’’deyip onu adaletiyle övdüğün,
Ne Osman’ım “Bir kızım daha olsa yine sana verirdim’’ deyip hayâsından hayâ ettiğin,
Ne Ali’yim “ilmin kapısı’’deyip en çok sevdiğin kızını verdiğin,
Ne reyhanlarım dediğin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’im,
Ne Bilal-i Habeşi’yim “Cennette adımlarını benden önde görüyorum’’deyip ezan okumasıyla sükûn bulduğun,
Ne başını okşadığın Enes Bin Malik’im,
Ne Taif’im seninle ağlayan ve
Ne de Zeyd’im sana yoldaş olan..

Ama çok şükür ki ben;

Ne Ebu Cehil’im kapımı 25 kez suratına kapatan,
Ne Ebu Leheb’im sana elleri kuruyasıca diyen,
Ne As Bin Vail’im İslam düşmanı olan,
Ne Ka’b Bin Eşref’im sana Ebter diyen,
Ne Ümmü Cemil’im yoluna dikenler döşeyen,
Ne Taif de yüzüne çarpan taşım,
Ne Uhut da dişini kıran okum,
Ne Ubey Bin Halef’im ‘’Senin Rabbin mi bu kurumuş kemikleri diriltecek’’deyip seni alaya alan,
Ne sana mecnun, şair, büyücü, sihirbaz diyen yahudiyim ve
Ne de mescit kuşu iken senin duanla zengin olup sonra islamı unutan Salebeyim!..


Ey Yâr!
Sahi ben kimim? Neyim?
Ben senden 14 asır ötede yüreğini SENİNLE avutan ama SENSİZ teselli bulamayan, en çok da yüreğini Gül’ün dikenine asmak isteyen Bülbül’üm!..

Ben Kerem gibi Aslıma ermek, Ferhat gibi aşkından dağları delmek ve elimin tersiyle itip tüm dünyalıkları “çekil aradan Leyla ben Mevlamı buldum’’demek isteyen bir Mecnunum!

Aşkından Mecnuna dönmek, pervâne gibi ışığında durmak, Elif gibi her daim okunmasam da hep seninle olmak ve kardeşlerim dediğin o zümreye dahil olmak için çırpınan bir zavallıyım!..

Artık hayatın ritmi zorlaştı, tik taklar yavaşladı, son demlerimde SENİ bekliyorum, yoksa bana kırgın mısın EFENDİM?
Ne olur gel ve Gül Çehrenle aydınlat çehremi..
SEN Gel ki hicranım dinsin!
EY SEVGİLİ gönül kapılarımı sonuna kadar açtım SENİ bekliyorum!

Ama SEN gelmezsen ben SANA geldim, ellerimde sevda ikliminden derdiğim güllerle, kalbimdeki en hoyrat sevgiyle, artık gülmeye bile mecalimin kalmadığı çehremle, SENİN firakından paramparça olmuş yüreğimle, sırtımda günah yüklü heybemle kapına geldim EN SEVGİLİ bağışlanma ümidiyle çarpıyor kalbim!..


Sallâllahû Aleyhi Ve Sellem...

ALINTIDIR.
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

TEVHİD ve HİKMET
Tarih: 13.07.2009 Saat: 17:54 Gönderen: kulihvani

Resim

TEVHİD ve HİKMET

Kul İhvanî

İlmiyle âmil kişi KÂMİL olup, hikmeti ilim ve fiille birlikte düşünmeliyiz...
Yoksa, nice allâme-i cihân bilgin insanlar vardır ki hikmetsiz ve ufuksuzdurlar;
Önleri ve arkaları sedlenmiş (perdelenmiş) başlarına “Benlik Çuvalı”geçirilmiş (Yâsîn 36/9 bkz.).
Enfüsî, fıtrî hidâyetten yoksun ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL’in heybet, azamet ve kudretinden habersiz...
Âfâkî-Nazarî (istidlâl) Hidâyetinden yoksun EL RAHMÂN (celle celâluhu) olan Rabbü’l-âleminin merhamet ve şefkatinden bîhaberdirler...
Azm, tevekkül ve ümid yoksunları olarak...
Sebeb şu ki TEVHİDin HİKMETine ulaşamamıştır...


Tasavvufî anlamda tevhidi, Kur’ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Nefsini ve RABB’ini tanıyıp Tevhid-i Tekemmül ve Tahkikle Şer’î hükümleri işlemeyi olgunlaştırmak, kemâlâta erdirmek diye de târif edebiliriz.
Tevhid, Kur’ânî bir ilim olup; açılımı, hikmeti anlayış ve yaşayışla mümkündür.
Hikmet öyle bir nurdur ki ilhâmla vesvese ancak o nurla ayırd edilir.
Hikmete ulaşım; ilim ve harekette hakka isâbet demektir.
Hikmet, hakka ve hayra sebeb olan doğruyu yapmaktır.

Her kul; kendi kabiliyet ve isti’dâdınca sîreten ve sûreten, hikmet (anlayış) ve maslahat (iş, emir, husus, keyfiyet) ile tezyîn (süsleme) ve techiz (donatma) edilmiştir.
Sünnetullah böyledir bu âlemde...
Maslahat açısından bal arısı ile kurt sineği çok farklı iken, hikmet açısından birer hasenedirler (güzelliktirler).
Bal arısı bal yaparken; kurt sineği de yeryüzündeki leşleri yok ederek temizler,birisi balcımız iken iğeri çöpçümüzdür.
Emredilen işlerini eksiksiz yapıyorlar...
Akıl, hikmete ulaşınca El Rahmân (celle celâluhu)’nun va’dini tercih ederken; hayal ve şehvet, nefsi şaşkına çevirince gider de şeytânın va’dine kanar.
Hikmet Muhammedî bir şuûrdur.
İlim ve ilmin gereğince yerli yerinde iş ister.

Hikmet Kur’ân-ı Kerîm’de:


1- Va’z-ü nasihât olarak: Bakara 2/231; Nisâ 4/113; Âl-i İmrân 3/164 v.d bkz.
2- Anlayış ve ilim olarak: En’âm 6/89; Meryem 19/13; Lokman 31/12. bkz.
3- Nübüvvet (peygamberlik): Nisâ 4/54; Bakara 2/269; Sad 38/20. bkz.
4- Kur’ânın harikulâde sırları: Bakara 2/269; Nahl 16/125 v.d... bkz.

Kur’ân’da Hükmî ve Tatbikî Hikmet:

5-a-) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için: (Muhammed 47/19 bkz.)

“(Yâ Muhammed!) Fâ’lem ennehu lâ ilâhe illallah: bil ki ALLAH’ tan başka ilâh yoktur.” Bu hikmetin hüküm kısmı olup kesindir. “Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günâhlarının bağışlanmasını dile! ALLAH gezip dolaştığınız yeri de, duracağınız yeri de bilir.” âyeti celîlesinin bu kısmı ise hikmetin tatbiki amelî kısmıdır.

b-) İbrâhim (Aleyhi’s-Selâm) için: (Şuarâ 26/83bkz.)
“Rabbi heblî hükmen: RABB’im bana bir hüküm hibe et (ihsân et)” Nazarî hikmet.
“Ve’l-hıknî bi’s-sâlihin: Ve beni sâlihlere kat” amelî hikmettir.

c-) Musa (Aleyhi’s-Selâm) için: (Tâ Hâ 20/14 bkz.)
“İnneni enâ’llahu lâ ilâhe illâ ena: Şüphesiz ki ALLAH Benim Ben, Benden başka ilâh yoktur.”
Hikmetin nazarî (teorik) kısmı.
“Fa’budunî: Öyleyse (derhal) Bana ibâdet et” Hikmetin amelî (pratik) kısmıdır.

d-) İsa (Aleyhi’s-Selâm) için: (Meryem 19/30-31 bkz.)
“Çocuk şöyle dedi: “Ben ALLAH’ın kuluyum. O, bana kitâbı verdi ve beni peygamber yaptı.”
Hükmü hikmet olup; “Nerede olursam olayım, O beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”
Hikmetin amelî kısmıdır.

Bütün bunları “tevhid”i anlamak ve yaşamak için âcizâne arz ediyorum:
Kâmil Tevhid ve şâhidi oluş: “Şehâdet”: Hikmet.


“Eşhedü enlâ ilâhe illâ ALLAH”
Nazarî, hükmî hikmettir (teorik).
“Ve eşhedü enne Muhammede’r Resûlullah”
Amelî, tatbikî hikmettir (pratik).

Kemâlât: Kendisinden başka ilâh olmayan ALLAH’a hükmen kesinlikle inanıp, O’nun Resûlü Muhammed (Aleyhi’s-Selâm)’a (söz-fiil-ahlâk ve hâlde);
Teslim olup,
İmân edip,
Tâbi’ olup ve,
İtâat ederek onun gibi yaşamak ve Huzurullah’a çıkmaktır...

Var oluşumuz, inançlarımız ve yaptıklarımız hep bunun içindir.
Bu hikmetin menbağı olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem); hikmetin, hulk (huy, tabîat) ile ilgisinden dolayı:

“Tâhalluku bi ahlâkillahi Teâlâ: ALLAH Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanınız.” buyurmuştur.
Muhammedî Kul Ahlâkı Resûlullah (Sav)’in ahlâkı Kur’ân ahlâkı Ahlâkullah

İnsanın fıtrî yapısı; teorik olarak hakikat ilmi ve gerçek bilgilerle, pratik olarak da irfânla temizlenerek kemâle erecek tarzda ve kıvamdadır.
Tevhidin hikmetini anlayan mü’min KÂMİL bir ÂRİFtir.
İrfan ve Erkân ehlidir...
Halka hasbi hizmete ehliyetli olan hikmet ehli bir ÂŞIKtır...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

ÜZME! ÜZÜLME! SEV! SEVİL!
Tarih: 14.07.2009 Saat: 11:37 Gönderen: kulihvani

Resim

ÜZME! ÜZÜLME! SEV! SEVİL!

güllale

CANımız, NÛRumuz, ÖZümüz, CERRimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz zamanında yaşasaydık eğer...

Ya da, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz zamanımızda aramızda dolaşan bir Nebiyyi'l-Ummîyyi olaydı...

Hatta... HAYY olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, aramızda, içimizde, özümüzde, yakınımızda olan, şahdamarımız olan iki cihan güneşi BİZle iken...

Bize tarihen ulaşan ve Kur'an-ı Kerîm âyetleri ile bildirildiği üzere kendisine yapılan işkenceler, iftiralar, saldırılar, eziyetler kimler tarafından yapılmıştı?..


Bismillâhirrahmânirrâhîm

Allâhumme salli ve sellim ve bârik ala seyyidînâ Muhammedin 'abdike ve nebiyyike ve rasûlike ve nebiyyi'l ummiyyi ve 'alâ âlihi ve sahbihi ve ehli beytihi

CANımız, NÛRumuz, ÖZümüz, CERRimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz zamanında yaşasaydık eğer...

Ya da, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz zamanımızda aramızda dolaşan bir Nebiyyi'l-Ummiyyi olaydı...

Hatta... HAYY olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, aramızda, içimizde, özümüzde, yakınımızda olan, şahdamarımız olan iki cihan güneşi BİZle iken...

Bize tarihen ulaşan ve Kur'an-ı Kerîm âyetleri ile bildirildiği üzere kendisine yapılan işkenceler, iftiralar, saldırılar, eziyetler kimler tarafından yapılmıştı?..

Bizim gibi, aklı olan, aklına dayanan kendine güvenen, doğru olduğuna yemin eden, kânî olan, hatta öylesine emîn ki haklılığına, iftiralar atan, kınayan, yalancı, sahtekâr, deli v.b. sıfatları yakıştırmak ile tüyü kıpırdamayan insancıklar...
Muhammedu'l-emîn, Hüzünlü Resûlum, seni ne kadar üzmüşlerdi...
Sana nasıl işkenceler etmişler... İftiralar atmışlardı...

Seçe seçe seni mi seçmişti ALLAH...

Sen yetîmdin, sen öksüzdün, sen ileri gelenlerden değildin, soy-sop sahibi, zengin ve varlıklı, makam sahibi, ünvan sahibi değildin...
Sen mi seçilecektin onca liyâkat sahibi varken?
Kimin daha lâyık ve ehil olduğuna karar vermede onlara sorulmalı değil miydi?
Hatta melek olmalı değil miydi gelen ALLAH Elçisi?
Sanki meleklere de dil uzatmamışlar mıydı bu ölçüp biçen akıllar...

Sana bunları yapan lânetlediğimiz, arkasından ikrah ile baktığımız o insanlar akıllı değil miydi?
Onlar okumamış, anlamayan, sefil mahluklar mıydı?

Akılları yanıltmamış mıydı onları?
İlimleri kurtarabilmişmiydi zulümden onları?
Neydi dayandıkları?

Onlar derken biz de onlardan olabilir miydik acaba?
Hatta ALLAH 'a sığınırız ama acaba onlar gibi yaptığımız oluyor mu kimi zaman?

Hangi ALLAH sevgilisi taşlanmadı? Suçlanmadı? Eziyet, işkence, iftira görmedi?

İbrâhim aleyhi's-selâm, Lût aleyhi's-selâm, Nuh aleyhi's-selâm, Mûsa aleyhi's-selâm, Îsa aleyhi's-selâm...
Resullerin mîrasçıları, ALLAH'ın dostları da aynı şekilde zulüme tâbi olmuşlar...
Şems, Hallâc-ı Mansur, Nesîmi katledilenlerden bildiklerim...

EmreM Yûnus bîçâremin molla Kasım'ı, Pir Sultan Abdal'ın Hızır paşası, Veliyyullahın Kadıları...

Derman doktorumuza da Rus ajanı dememişler miydi?

Bu YOLun kaderi. Ve sanki Mîhenk taşı gibi.
Meyveli ağacı taşlarlar demiş atalarımız.
Sanki bu zahmetlere katlanmayandan endişe etmeli gibi...

Ve eğer bu yaşıma kadar olan gördüklerim beni yanıltmıyorsa, Özün ÖZü elin parmakları kadar.
Çoğa bakmamak lâzım.
Öyle ÇOK vardır ki AZdır, öyle AZ vardır ki ÇOKtur...
Ölçü, tartı, hesap MALİKU'L-MULK olan ALLAH'ındır.

Muddesir suresi; Örtünüp sarınan, incinmiş Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e şefkât ayetleri...
Ölçüp biçerek bir karara varan, kararı ile de küfründe (gerçeği örtüşünde) aşırı gideni kınayan ve uyaran ayetler...

DİRİlten, seçen ve seven, Lâyık ve lâzım gören RABBİ'L-ÂLEMÎN iken ne ile ölçüp biçeriz de Şems'i katlederiz, Hallacı asarız, Nesimiyi yüzeriz?

Bugünün Ebu cehilleri, Firavunları, Nemrud'ları olmayalım inaşallah...

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'i ve kendisini DUYup UYanları ÜZMEyelim,

Er-RAHMAN'ı incitip ÜZÜLMEyelim,

ALLAH Celle Celâluhu'yu ve Dostlarını SEVelim

ALLAH Celle Celâluhu İndinde SEVİLelim İnşâallah...

Yanlış ifâdelerden, anlaşılmalardan RABBİRRAHÎMİM'e sığınırım dâim...
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

RECEB AYI
Tarih: 18.07.2009 Saat: 14:01 Gönderen: kulihvani

Resim

ALLAH DOSTU
Münir DERMAN (ks)


RECEB AYI

Onun için Receb Ayı Allah’ın Ayı.
Bu ayın yirmi yedinci günü de Mi’rac Gecesidir bilirsiniz.
Niye efendim Receb’in başında olmadı, ortasında olmadı da yirmi üçünde oldu.
Bu başka mesele.
Onun için Kur’ân-ı Azimüşşanda.
BismillâhirRahmânîrrahim.
“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi.”
“Subhanellezi”, Aman Yâ Rabbî. Allah’ın kudretine bak demek Türkçesi.
“Subhanellezi”, aman aman aman bu ne büyük kudret bizim aklımız almıyor!.
Esra, götürdü, yürüttü, aldı gitti.
Bi abdihi, kulunu. Leylem, gece vakti.

“Efendim acaba Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem, Mekke’den Kudüs’e ruhen mi gitti yoksa nasıl?”
Bi abdihi, abid abid. Abid demek; cesedin içinde ruh demektir.
Şimdi ruhumuz çıktı mı ruh gider, geriye bazen cesed kalır, lâşe kalır, murdarlık kalır.
O insanın kendi kudretine ayarına göre.
İçindeki bakır miktarına göre, onbeş ayar, yirmi iki ayar, beş ayar,
Sahte ise, o başka hikaye!
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizi böyle aldılar.
Cesedi mübârekinen Turfetu’l- ayn içre yani gözünün kapayacağı sırada aldı götürdüler Kudüs’e kadar.
“Ondan sonra ne oldu?”
Ondan sonra kul olarak kimseye söz söylemek müsadesi yoktur.
Ağzinâ fermuar geçirirler insanın.
“Ordan öteye ne oldu?”
Bizim aklımıza dökülmez.
Hz. Cebrail geldi. Rasûlullah Efendimizi Sallallahu Aleyhi Vessellemi hacca gidenler var ise, Mutaf kısmı vardır Kâbe’nin.
Birde önünde ay gibi bir yer vardır.
Hz. İsmail’in şeyi dir orda kabri.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem bazı geceler orada uyurmuş. Oradan geldi aldılar O’nu.
Nurdan bir ata bindirdiler.
Anlamamız için diyoruz ata bindirliler.
Burak’a bindirdiler, sesten, ışıktan, elektrikten suratlı.
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem bindi ona gittiler.
“Nereye gittiler?”
Ne senin aklın erer buna, ne benim ki. Hiç birimizin. Gittiler işte.
Mi’rac uructan geliyor. Yani çıkıyor. Göğe mi çıktı.
Biz biliyor sunuz dua edeceğimiz zaman göğe doğru bakarız.
Cenâb-ı Allah gökte midir?
Hâşâ sümme hâşâ.
En güzel yeri O’na orası bulduğumuz için göğe bakarız.
Göğ çünkü temizdir.
En münasip yeri orayı gördüğümüz için göğe kaldırırız “Yâ Rabbî “diye.
“La yesa’ani fil ard.” Hadis-i Kudsî.
“Ben namutenahi kâinata sığmam!” diyor Cenâb-ı Allah.
“Hakiki mü’minin, secde yapan mü’minin kalbinin içine girerim!” diyor Arabçada. Hadis-i Kudsî.
Onun için Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Buraka bindiği gibi Miraca teşrif etti.
Mi’racta neler oldu?
Mevlüd de gördünüz Süleyman Dedeoğlu ne güzel anlatmış.
Öyle şeyler olmamış bizim anlayacağımız şekile sokmuş.
“Geldi ordan oraya durdu.
Ordan sesler geldi bilmem ne etti.”
Onlar bizim aklımızın ereceği şeyler değil.
Bütün beşeri perdeler ref’doldu.
Mekan ortadan kalktı.
Bütün gözümüzdeki perdeler, Rasûlullah’ın gözündeki perdeler.
Mekan ortadan kalktı.
Senli-Benli Allahu Lemyezelnen karşı karşıya geldiler Cenâb-ı Allah’la Cenâb-ı Peygamber.
“Nasıl geldiler karşı karşıya?”
Bunları anlatmağa yeltenirse İKİlik yaparız.
Demek ki Cenâb-ı Allah’ın sarayı var.
Oraya gitti, oturdular sohbet ettiler.
Anlatmak için kelime yok.
Yani insanın içinde El Hayy Esmâsı var.
Allah” Ben size yakinim diyor sizden.”
İşte onu anladı o ANda.
Onun için namazda mi’racta emrolunmuştur Cenâb-ı Peygambere.
Onun için miraci’l- mü’minin namazdır.
Efendim namazda ama biz uçmuyoruz?
Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin cesedi hususi sûrette yaratılmıştır.
Hususî sûrette terfi görmüştür.
Elem neşrak leke sadrak.
İçi açılmış, yıkanmış, temizlenmiş.
Hususî bir terbiye, hususî bir yaradılış, hususî bir nur ile olduğu için cesedi mübârekleriyle Huzur-u İlahîyeye kabul edilir..
Bizim daha bağırsaklarımızın içinde cife dolu.
O cifeynen ancak ruhen mi’rac yapabiliriz.
Bu pisliknen yapamayız.
Onun için ruhu, Allah’ın huzuruna ruhumuz giderken cesedden çıkıyor, cesed yıkanıyor ve doğrudan doğruya toprağa terkediliyor.
Toprakta da Cenâb-ı Allah cesedi çürütüyor.
Sebebi:
“Bu benim kulum. Rasûlumun ümmeti. Hayatta iken daima bana secde etti. Benim ismimi andı. Rasûluma salâvat-ı şerife getirdi.
Emrettiğim şeyleri yaptı. Belki bir hatası olabilir. Ben Erhamer Rahiminim.
Yarın huzuruma çıktığı zaman cesedini görüpde eski hatıraları gözünün önüne gelmesin!” diye Cenâb-ı Allah cesedi kul utanmasın diye yok eder, şey eder.
Yani “Cesedim çürümedi!” diye şey etme, gururlanma!
O cesedi çürümeyenler başka başka sınıftan onlar.
Onun için cesedin çürümesi mü’min için gâyet iyi bir şeydir.
Çünkü baktığı zaman: “Ulan bu cesedde iken ben felan edebsizliği yaptım!” diyipte utanmasın diye.
Allah bile kulunu utandırmamak için Settardır. Settar-ı uyubtur.
Sen böyle olduğun halde birinin ayıbını görüp de utanmadan suratına vuruyorsun.

Onun için şu üç günü var Recebin.
Üç günde hiç olmazsa cesedine mi’rac yaptır.
“Cesede mi’rac yapılır mı?”
Yaptırılır ya. Hayydır da. Allah için Hayydır.
“Akşama börek yiyeceğim!” diye değil.
“Tavuğu kızartacağım!” diye değil.
İbadaat bütün bunlar hepisi Allah için yapılır.
Şuradan bir taşı bir yerden alıp başka yere korsan Allah için yapacaksın.
“Allah için ne demek yav?”
Her kes söyler. “Her işini Allah için yap!”
Ben size anlatayım. Hiç biriniz bilmezsiniz bunu.
Yüzlerce defa: “Allah rızası için, Allah için yap!”
Hocalar söyler. Kitaplar söyler. Şunlar söyler, bunlar söyler.
Sen kendi iyiliğini mi seversin. İyiliğini seversin değil mi?
Başkasının fenâlığını sevme.
“Fakat kendi iyiliğini sever misin, niye seviyorsun?”
Vücudun var diye.
Sana senden yakin olan Hayy var içinde.
“Allah!. Allah!.” içinde.
Sana senden yakin olan Allah’ın istediğini de yaparsan Allah rızası için iş yapmış olursun.
Anlaşıldı mı?

Onun için ibadatlar Allah Rızası için yapılır.
Gösteriş için değildir.
Size bir şey söyleyeceğim ama korkmayın haaa.
“Lâ İlâhe illallah!” diyen İslâm olur.
Namaz kılmasa ne olur İslâm mı?
İslâmdır cezasını görür.
Demin ki o buruşuk yüzü görürsünüz.
“Hacc mevsimi geldi. Parası vardı gitmedi. Kâfir olur mu?”
Hâşâ bişey olmaaaz!
“Oruç tutacaktı tutmadı. Kâfir olur mu?”
Olmaaaz!.
“Zekât verecekti, vermedi ne olur?”
Derhal kâfir olur Efendiler. Derhal kâfir olur!..
“Niye?”
“Cenâb-ı Allah’ın verdiği nimeti Allah rızası için Allah yolunda kullanmadı!” diye. Sana veriyor.
Bu benim musluğum. Şurada çeşme var. Musluğu da koydun oraya. Çeşme senin musluktan efendim ben vermeyeceğim.
“Ulan nerden geliyor su, dağdan gelip senin depona?”
“Ben komşuma su vermeyeceğim!”
Onun için Cenâb-ı Allah kulunu imtihan eder.
Kendisi havadan zembilnen herkesin evine göndermez. Kulu vesile eder.
Kamer bile ayrılacağı zaman Rasûlu Sallallahu aleyhi Vessellem Efendimiz mübârek parmaklarını uzattı.
“İkterabetis saatu venşakkal kamer.”
Cenâb-ı Allah’ın kudreti parmaklarından tecellî ederek şey ikiye ayrıldı.
Kamer ikiye ayrıldı biliyorsunuz.
Onun için Cenâb-ı Allah Er Rezzâk esmâsını bazı seçkin kullarına: “Sen Benim yerime ver!” der.
İmtihan eder.
Bakar ki bu musluğunu idare ediyor mu?
Vermezsen verene ihânet olur. Küfrolur. Gider.
“Efendim felan zengin var, milyonları var, bilmem neleri var. Şunları var, bunları var. Herif prostat kanseri oldu. Amerika’ya gitti. İngiltere’ye Şuraya gitti. Buraya gitti. İflah olmadı!”
Zekât vermediği için Efendiler.
Bu zekât çok berbattır haaa.
Ama şimdi zekât veren yok, yok, yokkk!..
Herifin milyonları var. Arazisi var. Kasaları var, bilmem nesi var.
İki top basma alıyor. “Mahallede yetimlere dağattım!.”
Böyle zekât olmaz.
Bir, iki, üç, kırk mı?
Al babam. Kırk mı, vereceksin.
Bu gün hakiki zekât verecek adam yok oğlum, yok.
Hakiki zekât verecek adam olursa uçar bu gün oğlum uçar, havada gider.

Onun için bu üç gün kaldı Şabana.
Şu üç gün biraz mideni boş bırak.
Gece de sâcid ol biraz.
Allah’ın bu ayda inen bir âyet-i var ki, Cenâb-ı Allah’ın imzası o biliyorsunuz.
“Kul hüvallahü ehad.”
Bu âyeti de geceleri okuyun.
“Ne çıkar?”deme, “Ne çıkar?” deme.
Aşşağıda görürsün çıkacağını.
Aşağıda çok güzel televizyonlar var orada görürünür.
Bunu, üç gün oruç, Allah’onun önüne üç tane sıfır koyar.
Bu gün son üç gün.
Mi’ractan, mi’rac gecesinden o Şaban ayı girinceye kadar o üç gün var ya sen oruç tut.
“Efendim Cuma ya geldi.”
Cuma günü de tut.
Berbatlığı var ise at benim üzerime. Ben o yükü taşırım.
Öyle şey mi. İki gün tut, bilmem ne yok. Bunlar lakırtı.
Yalınız muayyendir oruç tutulmayacak günler başka.
Ramazan bayramının birinci günü.
Kurban Bayramının dört günü.
Tamam mı?
“Niye tutmayayım, Efendim Cuma.”
Cuması yok! Varısa kabahatı benim üzerime yüklersiniz. Çok semerim var benim taşırım.
Bu üç gün Ramazan orucu tutun!
Ramazan orucu diye Allah rızası için bağırsaklarını boşalt. Mânevî lavuman yap bağırsaklarını.
Ama: “Akşama ulan bi de tavuknan börek yiyeyim!” diye.
Böyle bir şey olmaz!
Oruç, doğrudan doğruya Allah’ın Rızası.

“Efendim peki aç durmaktan Allah’a ne?”
Ulan dedik ya Allah’ın imzası:
“Kul hüvallahü ehad. Allahüs samed. Lem yelid ve lem yuled. Ve lem yekün lehu küfüven ehad.”
Uyumaz, doğurmadı, bilmem ne etmedi. Değil mi? Bunlar değil mi?
Sana senden yakîn olan Allah gibi olmağa savaş!
Melekleşmeğe bak!.
Yeme bişey. Aç dur! Aç durmaynan ölmez insan.
Ben doktorun sana söylüyorum size.
Ama işkembesine bağlı olan iki günde geberir. O başka. O ölmez o geberir.

Onun için Ramazanda bir bardak sütnen tutabiliyor musun oruç.
Böyle için kıl gibi tertemiz olarak çıkarsın dışarı.
“Ama Efendim ben dayanamıyorum!”
Dayanamıyorsun o yine börek usulüne devam edersin.
“Oruç olur mu?”
Olur ya! Ama ooo tuhaf olur. Başka türlü olur!

Adamın biri hastalanmış gitmiş doktora. Meşhur bir doktora.
Midesinden rahatsızmış.
Demiş: “Doktor Bey benim midem, şöyle oluyor, böyle oluyor!” anlatmış. Doktorda: “Soyun!” demiş.
Soyunmuş. Bakmış bir saat.
“Peki!” demiş giyinmiş.
“Al şu reçeteyi bi de sütlü aç yazayım!” demiş.
“Amaaan bu iğneleri de!”
“Teşekkür ederim Doktor bey!” demiş çıkmış.
Aşağıya inmiş. Birden gerisin geri yukarı.
“Hırrrrrıııııt!” “Tak tak tak!” kapı.
“Ne var?” demiş doktor bey.
“Doktor bey müsaade ederseniz bir şey soracağım!” demiş.
“Hay hay demiş buyurun!” demiş.
“Sen bana demiş şunu, şunu, şunu sabah öğle ikindi yiyeceksin!” demiştin.
“Bunları yemekten evvel mi yiyeceğim yemekten sonra mı?” demiş.

Yani: “Ben yemek yemeyeceğim!” deyip de akşama börekleri mörekleri hazırlama!
Bir bardak süt. Bir bardak sütnen Cenâb-ı Allah’a yakınlaşmak lâzım.
Aç mideyle insan aynada göremeyeceğini bir kiremit parçasında görmeğe başlar.
Çünkü bütün hastaları insanın şeyidir.
Oruç, ömrü de uzatır efendim ömrü de uzatır.
“Ömür uzar mı?”
Uzar yaaa!..
“Efendim hani Allah indinde tesbit edilmiştir insanın öleceği de kalacağı da. Peki tesbit edilmişse ömrün uzun olsun diye dua etmek küfür olur o zaman. Değil mi?”
Ömür hikayesi Kur’ân-ı Kerimde “bir saniye eksilmez şey etmez.”
Siz şu adam, nasıl adam diye dönüp bakın.
Dünyaya 1900 senesinde doğdu diyelim. Şurada duruyor.
Bir de kıyametin kopacağı zaman vardır.
Diyelim o da 2000 senesinde kopacak.
1900 senesi burada 2000 senesi burada.
Kıyamet koptuktan sonra Cenâb-ı Allah.
Çok dikkat edin aziz cemaat! Bu çok mühüm bir meseledir.
Ruhları da yok edecek Cenâb-ı Allah. Ruhları da mahvedecek.
O zaman El Mütekebbir Esmâsıyla tecellî edecek.
“Ene Allah! İşte Ben Allah’ım!” diyecek.
İşte bu iki mesafedir.
Doğduğun dakika değişmez.
Ruhların mahvolacağı dakika da değişmez.
İnd-i İlahî de bunlar tespit edilmiştir.
Sen gelirsin, gelirsin, gelirsin şurda öldün.
Öl burası değişmez. Anlaşıldı mı?
Ömrün uzaması demek cesedde ruhun kalarak ibadatını mümkün olduğu kadar fazla yapması için dünya yüzünde onun için Allah ömrünü muzdat etsin denir.
Anlaşıldı mı?
“Ömür uzar mı?”
Uzar yaaa! Aç durmaknan.
Bundan üç ay evvel, Almanya da Kunisberg diye bir şehir vardır.
Kunisberg, Burada bir büyük Almanların Forsun İns Futurt Arama Enstitüsü diye bir enstitüsü vardır.
Burda. Burda Profosör Müller Kunt isminde bir adam var, halen yaşıyor.
Üç ay evvel onun bir çalışması çıktı, kitap halinde böyle yirmibeş sayfa.
Bana geldi bende var.
Adam İslâm Dininin bütün rukünleri üzerinde çalışıyor.
Kendisi Biyoloji Profosörü. 68-69 yaşında.
Şu beyaz fâreler vardır bilirsiniz. Beyaz fâreler.
Bunların ömrü üç senedir, 3 sene yaşarlar ölürler.
Allah o kadar tespit etmiştir bunlara.
İnsanlar da 100-120 sene, beş yüz sene de yaşamaz şimdiki insanlar.
Buğday, dokuz ay yaşar sonra da çürür gider değil mi?
Aynen olduğu gibi?
Yüz, bir yüz daha, bir yüz daha bir yüz daha.
Dört yüz tane sağlam fâre almış aynı yaşta, odalara koymuş.
Birinci yüzüne normal gıdasını vermiş, sabah, öğle, akşam. Bakmış bunlara.
İkinci odada olan yüz taneye günlük gıdasından fazla gıda vermiş.
O günlük gıdasını alanlar, normal alıp doyanlar; üç sene yaşamışlar, üç sene sonra ölmüşler.
Gıdasından fazla gıda verdiği de iki buçuk sene yaşamışlar. Hanı öküz gibi yiyenler!
Üçüncü yüz şeye bir gün yemek vermiş bir gün yemek vermemiş.
Bunlar dört sene yaşamışlardır.
Dördüncü yüz olan fârelere de bir gün yemek vermiş üç gün yemek vermemiş. Ne su, ne yemek!
Onlar altı buçuk sene yaşamışlar.
Bakın üç sene ömrü olan.
Onun için kitabında diyor ki: “İslâmların tuttuğu oruç çooooook büyük faydaları vardır.”
O kendi cephesinden şey ediyor.
Gâyet tabi faydaları var.
Şimdi o profosöre soralım: “sen onu fâreler üzerinde biliyorsun.
Bende insanlar üzerinde biliyorum!”
Öyle mubarek insanlar vardır ki İslâm içinde 85-92’a gelmiş başı ağrımamıştır mübareğin.
Dişinde bir tek çürük yoktur.
Çünkü daimi İslamî Edeb Rasûlullahın hıfzıssıhası, trafik yolu üzerinde yürür.
Hakiki islâma mükrop bile yanaşamaz.
Ama hakiki İslâm, nerede bulsak da eline ayağını yalasak!

Onun için şu üç gün bağırsaklarımızı, şeyi boşaltın.
Ondan sonra da Rasûlullah’ın Ayı geliyor, Şaban Ayı.
Bu ayda biliyorsunuz Receb Ayında “Kul hüvallahü ehad.”
Üç günüde oruç, geceleri de sabit, ayakta.
Uyuma, uyuma!
Gece saat akşam beşe altı kala, on kala akşam oluyor.
Sabah beş buçukta sabah namazı oluyor.
On iki saat uyku var. Hayvan gibi uyu istediğin kadar!.
Tabiii bunlar burdakilerine değil haaa!..
Sobayı yakarsın ısısını sana verir.
Duman da çıkar gider havadan şeyden.
Şaban ayında da Rasûlullah Efendimizin Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin Kabr-i Mübâreklerine, Ravza-yı Mutaharasına salâvat-ı şerife.
Dilin yettiği kadar: “Allahümme salli âla Muhammedin ve alâ âli Muhammed!”
Otur bir yerde salâvat-ı şerife getir.
Çünkü Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz buyurmuş ki: “Salâvat-ı Şerifeler, benim kabrimin yanında salâvat-ı şerife getirirseniz ben duyarım!” diyor Hadis-i şerif.
“Uzaktan yaparsanız!” diyor.
Her Cuma günü görünmeyen jet uçaklarıynan, tayyareler melekler yüklerler ona.
Sizin anlayabileceğiniz şekilde söylemek için söylüyorum.
“Bu Salâvat-ı Şerifeler yüklenir bana arz olunur!” diyor Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem.
Bazı Salâvat-ı Şerifeler de vardır ki jet uçağına lüzum yoktur.
“İçerki odadan Katip Mehmed Efendiyi bana çağırın!” dedik.
Şu çocuğa dedik kalktı gitti dedi ki: “Sizi içerden istiyorlar”.
Bi vakıt geçti. Bi de “çin çin çin!” zil çalarsın.
Bi de buradan düğmeye bastı mı: “Mehmed Efendi buraya gel, hemi çabucak!”
Öyle salâvat-ı şerife de vardır haaaa.
Öyle jet uçağına lüzum yoktur.
İki kelime söyledin “viiiiiiijiit!” diye gider.
Orayı bombardıman edeceksiniz.
Amma salâvat-ı şerife boğaztan çıkmayacak, Kalbten çıkacak.
Çünkü her insanın kalbinde Nur-u Rasûlullah vardır.
Zâten namaz, niyaz bütün oruç, bu ibadatlar insanın şeklini değiştirmez. Sarı iken kırmızı, mavi gözken sarı göz, sarı gözken yeşil göz yapmaz!
Ne ise insan o dur.
Bir elma ağacının altına bakarsanız, elma güzel kırmızı olur.
Fakat elmadan üzüm olmaz.
İbadette insanda bulunan bir hassayı ortaya çıkarır ki o da Nur-u Rasûlullahtır.
O nur ile birlikte geceleri Rasûlullahu Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimizin Ravza-yi Mutaharasını bombardıman edeceksin, Salâvatla.
Ordan bir delik açtığın zaman nasıl ki ayna kırıkları bir yamacın üzerine düşer de güneş vurdu mu yıldız gibi parlarlar.
O zaman kalbinden Rasûlullahu Sallallahu aleyhi Vessellemin içindeki senin kalbindeki nura bir huzme gelir.
Bakınız şu elektriklerde şimdi elektrik gelmiş orda bekliyor.
Şurdaki aşağıdaki düğmeğe basmak lâzım.
Bastı mı fenere geçecek.
Senin iç inde duruyor ama sen haberinde değilsin.
Bağırsakların bilmem neyle dolu, kafan şunnan dolu.
Bilmem neyin şunnan dolu bunan dolu.
İşte salâvat-ı şerife buradan giderse oradaki düğmeye basmış olursun.



KELİMELER:


Receb: Azametli, heybetli. Ta'zim etmek. * Cennet'te bir nehir ismi. * Mübarek üç ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi. * Erkek ismi.
Abid: İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle.
Lâşe: Cife. Kokmuş et parçası.
Mutaf: (Tavâf. dan) Etrafında tavaf olunan, dönülen.
Burak: Binek. Cennet'e mahsus bir binek vâsıtası.(Kelimenin kökü; (Berk) dir. Burak'ın Hadis-i Şerife göre ta'rifi: "Merkepten büyük, katırdan küçük hacimde bir dâbbe ki; ayağını gözünün müntehasına basar." Bu ise bir berk ve elektrik sür'atini anlatır. (E.T. sh: 3150)
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Şeref vermek. * Bir yere buyurmak.
Lemyezel: Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
Cife: Kokmuş et, ölü hayvan, leş.
Settar: Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.
Mi’rac: Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasılki Arz ahâlisine inşikak-ı Kamer mu'cizesini göstermiş; öyle de: Semâvat ahâlisine, Mi'rac mu'cize-i ekberini göstermiştir. İşte Mi'rac denilen şu mu'cize-i âzamı, Otuzbirinci Söz olan Mi'rac Risalesi'ne havale ederiz. Çünki o risale, o mu'cize-i kübrâyı, ne kadar nurani ve âli ve doğru olduğunu kat'i bürhanlarla, hattâ mülhidlere karşı da isbat etmiştir. Yalnız, mu'cize-i Mi'racın mukaddimesi olan Beyt-ül-Makdis seyahatı ve sabahleyin Kureyş kavmi, Ondan Beyt-ül Makdis'in târifatını istemesi üzerine hâsıl olan bir mu'cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:Mi'rac gecesinin sabahında, Mi'râcını Kureyş'e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: "Eğer Beyt-ül Makdis'e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis'in kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize târif et." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki: Yâni: "Onların tekziblerinden ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül-Makdis'i bana gösterdi; ben de Beyt-ül-Makdis'e bakıyorum, birer birer herşey'i târif ediyordum." İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül-Makdis'ten doğru ve tam haber veriyor...Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş'e demiş ki: "Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm kâfileniz yarın filân vakitte gelecek. Sonra o vakit kâfileye muntazır kaldılar. Kâfile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yâni Arz, O'nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş'in sükunetiyle göstermiştir. İşte Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın birtek sözünün tasdikı için, koca Arz vazifesini terkeder; koca Güneş şâhid olur. Böyle bir Zâtı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın, ne derece bedbaht olduğunu.. ve O'nu tasdik edip emrine $ diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla. M.)
Vesile: (Vâsile) Bahane, sebeb. * Fırsat. * Elverişli durum. * Vasıta. Yol. * Pâye, rütbe. * Baba. * Kurbiyet. * Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. * Cennet'te bir menzil adı. (El-Vesiletü menziletün fi-l Cenneti hadis-i şerifi bunu te'yid ediyor.)
Tecellî: Görünme. Bilinme. * Kader. * Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.(Fıtrat yalan söylemez. Meselâ : Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der ki: "Sünbülleneceğim, meyve vereceğim." Doğru söyler. Meselâ: Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım" Biiznillâh olur, doğru söyler. Meselâ: Bir avuç su, incimad ile meyelân-ı inbisatı der: "Fazla yer tutacağım. "Metin demir onu yalan çıkaramaz, sözünün doğruluğu demiri parçalar. İşte şu meyelânlar irade-i İlâhiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.N.)
Şaban: (Şâbân) Arabi ayların sekizincisi. Mübârek Şuhur-u selâsenin (Üç ayların) ikincisi.
Yakîn: Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek.(Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz, demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakîn deniyor. Ateşe yaklaşıp, gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakîn bilmek deniyor. Daha da ilerliyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anladık ise; ateşin yakması ve sâir sıfatlarını da bildik ise, bu nevi'den olan ilmimizin derecesine de hakk-al yakîn deniyor. (Hakkalyakîn: Abdin sıfatları, Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarında fâni olup, kendisi onunla ilmen ve şuhuden ve hâlen beka bulmaktadır. Ö. Nasuhi)
İnd-i İlahî: Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.
Hıfzıssıha: (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi. * Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
Ravza-yi Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.



ÂYETLER:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Resim---“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr: Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ 17/1)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ

Resim---" İkterabetis saatu venşakkal kamer: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.” (Kamer 54/1)

قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ
اللَّهُ الصَّمَدُ
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ
وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ
Resim---“Kul hüvallahü ehad. Allahüs samed. Lem yelid ve lem yuled. Ve lem yekün lehu küfüven ehad : De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs 112/1-4)

HADİSLER:

ResimResim---“Lâ yese'unî erdî ve lâ semaî ve lâkin yese'unî kalbü abdil mümini : Yere ve göğe sığmam. Fakat, mümin kulumun kalbine sığarım.”
(Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 195)
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

KuM-SALL...
Tarih: 24.07.2009 Saat: 19:44 Gönderen: kulihvani

Resim

KuM-SALL...

Gariban

Çocukluğum ve gençliğimin büyük kısmı Kumburgaz beldesinde geçmistir.
Burası İstanbulun Avrupa Yakasında ve Marmara Denizi kıyısında bir deniz kasabasıdır.
Güzelce Burnunda midye çıkarmak için daldığım o tertemiz deniz, derinliklerinde kaybolduğum o mavilik, balıklar arasında gezindiğim deniz dibindeki mercanların büyüleyici güzelliği, küçükken kumların üzerinde havlusuz kendimizi sıcak kuma yaslayarak kuruyuşumuz, sandalımız ile sabah akşam denizde olta balıkçılığı yapışımız, anımsadığım bir çok şeyden sadece bir kaç tanesidir.

İnsan zaman geçtikçe farkediyorki yaşadıklarımızda bâtınımızı misâle dökecek bir sözlüğü de beraberimizde kaydediyoruz, çevremizden binlerce sembolü de kendimizde biriktiriyoruz.
Bugün biraz kumsala gidelim kumsalı inceleyelim istedim...

Yaşlı adam talebesiyle yürüyordu kumsalda,

Talebe: Baba Kur'andaki Tekasür Sûresinin başında bahsedilen
kabirlere bir mânâ veremiyorum, bu bizim bildiğimiz kabirlerden ziyâde başka mânâları da olmalı Allah C.C neyi kastediyor kabirlerle orada kimbilir?

Yaşlı Adam, gözlerini kuma çevirerek: Evlat biz neredeyiz ki dedi?

Talebe: Kumsaldayız Baba.
Yaşlı Adam : Kumsal nedir hiç düşündün mü sen? Nedir sence?

Talebe: Denizin taşıdığı kumlardan oluşan bir yığın değil mi?

Yaşlı Adam : Evet o ansiklopedide yazan târif.

KuMSAL , HAKK'ın MASAL'ının, EMSAL'inin, Misâl'lerinin Kevne
çıkışı, akıl kıyısına vuruşu, EL-ZÂHİR ESMAsı ile zâhir oluşudur. Dalgaların geliş gidişi Kün Fe Ye Kün’u her an Şeende OL-AN’ı anımsatır insana. KuMSAl ; ALLAHU ZÜL CELAL’in esma okyanusundaki eSMA mânâlarının, okyanustan akıl sahilimize vuruşu ile OL-AN şeydir. Kumsal dışarda gördüğün her şeydir, bâtının yani okyanusta olanların öyküsünü, masalını anlatır sana. Âhirde olacakların misâllerini gösterir sana.


İsra Sûresi[17/89]:

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَـذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلاَّ كُفُورًا

Resim---“Ve le kad sarrafna lin nasi fi hazel kur'ani min külli MESELin fe eba ekserun nasi illa küfura: Celâlim hakkı için biz bu Kur'anda dillere destan olacak her ma'nâda türlü türlü MisâlLer yaptık, yine nâsın ekserisi gâvurlukta ısrar ettiler”

Hasr Sûresi [59/21]


لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

Resim---“Lev enzelna hazelkur'ane 'ala cebelin lereeytehu haşi'an mutesaddi 'an min haşyetillahi ve tilkel'EMSALu nadribuha linnasi le'allehum yetefekkerune.:Biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik her halde Sen onu Allah korkusundan başını eğmiş çatlamış görürdün, o tEMSiLLER yokmu işte biz onları insanlar için yapıyoruz gerek ki tefekkür ederler.”

Kumsal sayılamayacak kadar çok kum taneleriyle KeSReti anımsatır insana. Gerçi KeVSeR ‘de o kesrette gizlenmiştir.

Kumsal bir yönden kabristan (mezarlık) gibidir, içi boş ölmüş midye ve yengeç kabukları, balık kılçıkları, incisi düşmüş kırık istiridye parçalarıyla doludur, bunlar kabuktur kaptır, okyanus ise dirilerin diyarıdır.
Sen eline alır bakarsın midyelerin kabuklarina, ne güzel dersin renk renk, kırmızı, mavi yesil yosun rengi, hepsi insana cazibeli gelir, bu ölülerin kabuklarını alır hediyelik eşya yapar dünya pazarında satarlar, insanlar evlerinde biriktirirler.

Kurumuş yengeçleri, çürümüş balıkları cılalayıp duvarlara süs diye asarlar. Halbuki hepsi kabristandan bir parçadır evlat.

İnsanların dünya KUMSAL’ından topladıkları ; kabristandan toplanılan kuru kemik, kırık kafatası parçaları ve yığın yığın biriktirilen kabir toprağına benzer.
Kalb Evi bunlar ile dolu olarak ölen kişi, kalbini mâsivâdan tasfiye edememiş, onu cennet bahçesine çeviremeden ölmüş kişi için bak:
Hz.Rumî (K.S) ne söylemiş:


“Sen, solmuş ve ruhu çürümüş bir gönlü teneşir tahtasına yatırıp taraf-ı ilahî’ye götürüyorsun!..”
Cenab-ı Hakk sana buyurdu ki: “Ey küstah ve cür’etkar! Burası kabir midir ki, huzuruma ölü bir kalb getiriyorsun?!.”
“Git de huzuruma esrar-ı ilahî ile diri olan bir gönül getir ki, dünyanın yeşillik ve gülistanlığı onun sâyesindedir.”



Deniz kaplumbağasına bak, denizden gelir kumsalda bir delik eşer ve yumurtalarını oraya bırakır, sonra üstünü kum ile setreder ve denize geri döner.
Ardına bile bakmaz kaplumbağadaki tevekküle bak Ya Hu!
Demek ki El-Hayy’in geldiği yer hicab ile setrediliyor diri olan gizli kalmış kumsalda bir kuyuda aşılanmış bir yumurta içinde.

Yavru yeterince güçlenince yumurtanin kabuğunu kırar ve sonra üzerindeki kumda bir delik açıp ordan çıkar, çıkar çıkmazda hemen denize yol tutar. Suya, diriliğe koşar.
“Ben bu kumsalda yeterince durdum bura kabristan gibi, kabuğumu bu kabristana bıraktım, artık daha fazla duramam!” der hâl diliyle.
Ama daha hemen yüzemez birazcık kıyıda dolanı verir, sürünerek dalgaların köpükleri arasına gider, orda bir müddet köpüklerin arasında gezinir..

Sonra deniz onu birden bir dalga ile cezb edip içeriye çeki verir ve kendisini suyun içinde yüzüyor olarak buluverir birden.

Bunun gibi sende bu bir yığın küme küme olmuş dünya kumsalı ve KABristanındaki KABları at ve özüne doğru bu kabirlerden geç!.
Bir değil bir çok kabri, kabirleri ziyaret et!.
Hayata gelirken de bir çok karanlıktan geçmedin mi?
Dışardaki kabristandan sırayla kendi beden kabrine, sonra nefsanî ateşlerini doldurduğun kalb kabrine doğru ilerle!.

Kabirler bir yandan ölüm bir yandan doğum kapısı gibidir.
Zaten kapılar hep iki yüzlüdür.
Zâhir ve Bâtın yüzlerinden ayrı şeyler okunur.
Ölüm bir berzahtır.
Dışarıdan gördüğümüz kabir diğer taraftan bâtına açılan bir kapıdır, bedenimiz de öyle!.

Yahut bedenimiz bu dünya kumsalında kazılmış bir kabir kuyusu, kabir azabını daha içindeyken tadarız!
Küçük Yusuf gibi atılmışız bu kuyuya, akıl yumurtamızı nakille aşılayıp akıl yumurtasının içinden diri yusufu çıkarmamız gerek.

Bu beden kuyusundan ayrılışımız nasıl olacak, Habli’l- Verid İpine mi tutunuruz, dünyada iken bize verilen nimetleri nasıl kullandık ve kendimizle ne götürmekteyiz, kapımız nereye açılıyor?

Yalnız kumsalın masalını misâlini okuyamayıp, boş midye kırıkları mı topladık hep bu yaşam dan?
Gayb Perdesinin ardındakini Ayne’l- Yakîn görebildik mi?
Bu kesret kumsalından ve beden kabrinden çıkıp, kalb denizine yolculuk ederken arada nefsin cahimi ile karşılaştık mı?
Beden ile kalb arasında nefs var değil mi?

O cahim insanın bu kumsaldan, nefislerinde topladıkları, ifrat, tefrit ve mâsivâ sevgisidir evlat!.
Dünyanın yüzeyi ile çekirdeği arasında ateş kıvamı vardır.
Ama sen mü’min isen cehennem ateşi sana: “Çabuk geç sen benim narımı söndüreceksin!” der.




El-HADÎD[57/20]:

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

Resim---“İ'lemu ennemelhayatuddnuya le'ibun ve lehvun ve ziynetun ve tefahurun beynekum ve ziynetun ve tefahurun biynekum ve tekasurun fiyl'emvali vel'evladi kemeseli ğaysin a'cebelkuffare nebatuhu summe yekunu hutamen ve fiyl'âhireti 'azabun şeduydun ve mağfiretun minallahi ve ridvanun ve melhayatuddunya illa meta'ulğururi.: Biliniz ki: Dünyâ hayât bir oyun, bir eğlence, bir süs ve aranızda bir tefahur ve mal-ü evladda bir çokluk yarışından ibarettir, bir yağmur temsili gibi ki otu rençberleri imrendirmiştir, sonra heyecana gelir, bir de görürsün sararmıştır, sonra da olur bir çörçöp, âhırette ise şiddetli bir azâb bir de Allahdan bir mağfiret ve rıdvan vardır. Dünya hayât bir aldanış metâından başka bir şey değildir.”

El-Tekasür [102 / 1-8]:

أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ

“Elhakümüt tekasür
Oyaladı o çokluk kuruntusu sizleri”

حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ

“Hatta zürtümülmekabir :
Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri”

كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ

“Kella sevfe ta'lemun
Öyle değil, ilerde bileceksiniz”

ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ

“Sümme kella sevfe ta'lemun:
Sonra öyle değil, ilerde bileceksiniz”

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ

“Kella lev ta'lemune ilmel yekiyn:
Öyle değil, ilmelyakîn bilseniz”

لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ

“Le teravünnelcehiym:
Kasem olsun o Cahimi çaresiz göreceksiniz”

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ

“Sümme leteravünneha aynelyakiyn:
Sonra kasem olsun onu çaresiz aynelyakîn göreceksiniz”

ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“Sümme le tüs'elünne yevmeizin anin neiym:
Sonra andolsun ki, o gün her nimetten sorgulanacaksınız!”

El-Muzemmil [73/12-14]:

إِنَّ لَدَيْنَا أَنكَالًا وَجَحِيمًا

İnne ledeyna enkalen ve cahiymen.:
Çünkü bizim yanımızda bukağılar var, ve bir cehîm var”

وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا أَلِيمًا

“Ve ta'amen za ğussatin ve 'azaben eliymen.
Ve buğaza duran bir ta'am ve bir azâbi elîm var

يَوْمَ تَرْجُفُ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثِيبًا مَّهِيلًا

“Yevme tercuful'ardu velcibalu ve kanetilcibalu kesiyben mehiylen.:
O gün ki yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir KUM yığınına dönecektir.”

Bu dünya Kumsal’ını kabristan bil ve kalbini ona asla bağlama evlat! Böyle bilirsen bu kabristanda, KuMSALL’ın MuSALLasından Mu’ya SALL olur, bu beden kabrinde ölmeden evvel ölmüş, yakîne kavuşmuş bir diri olursun, diriyi görürsün, ve Hakk’ın MASAL’ını dinlersin bu KuMSAL’da hep, O’nun seyrine dalarsın ve bu beden ve kalb kabrin cennet gibi güllük gülistanlik olur ...

ŞEHİDler KABirlerinde diridirler...


El-Bakara [2/154]:

وَلاَ تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ

Resim---“Ve la tekulu li mey yuktelü fi sebilillahi emvat, bel ahyaüv ve lakil la teş'urun:
ve Allah yolunda katlolunanlara ölüler demeyin hayır diridirler ve lâkin siz sezmezsiniz.”

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet günü âdemoğlu şu beş şeyden sorgulanmadıkça Rabbinin huzurunda (sorgudan) kurtulamayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden.” buyurdu.
[Tirmizi, Kiyame 1, No:2418, IV.612]

Tüm Su Kaplumbağalarına Selam Sevgi ve Muhabbetle

Gariban
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

''B''eyin!
Tarih: 25.07.2009 Saat: 11:08 Gönderen: kulihvani

Resim

''B''eyin!

nur-ye

Nuru bol olsun Haluk Nurbaki Hocam İLİM serisi adı altında topladığı küçük kitapçıkları vardır ve BEYİN kitapçığından çok istifade etmişizdir ARAYIŞTA olduğumuz zamANlarda!

Kul İhvani Hocamın dediği gibi; sayıların ve harflerin birleşmesinden mânâlar doğmaktadır. O yüzden dir ki KELİMEler çok önemlidir. İNSAN vücudu gibi CÜZ'lere ayrılmıştır. harekesinin hareketinden doğan mânâsı ile var olan AKLın NAKİLe BAĞlanması ile ZEKAnın açılımları başlar ve FARK edilenin FARKı SEYR ettirilir.
BİLmeyi-BULmayı-OLmayı ve YAŞAmayı gerektiren programın anlaşılabilmesi için OLmazsa-OLmazıdır!

ESMA terkibleri çok önemlidir. Her biri bizde var olanı dışarıya çıkartarak yansımasını SEYR ettirir SEYR ettirirkende SÜLÛK ettirir. ESMAların sayı değerleriyle çekimi sırasında BEYİNde bulunan SNAPSlar harekete geçer ve algılama bölümüne titreşim gönderir. Her titreşimle algılamada yeni bir boyutta anlaşılır olması sağlanır!

Kişinin burada KEMÂLÂT ANA FORMÜLÜnde SADIK, SAMİMi ve SABIRlı olması için gelen ÇİLElere TAHAMMÜL göstermesi gerekmektedir ki SEBEBten SONUÇa ulaşabilsin!....

Bu süreçte;
BİLİNÇALTIndakini -BİLİNÇÜSTÜne AKIL terazisinde tartarak ortaya çıkarmak zor bir programdır.
BİLİNÇÜSTÜnün ve BİLİNÇALTInın dengelenmesi OLmazsa Alta İniş veya Üste Çıkışlarda DELİlik meydana gelmektedir. Çok hassas bir çalışmadır. ve çok tehlikeli bir çalışmadır: Ehl-ine BAĞlanılması gerekmektedir ki bu ÇÖL yanlız başına geçilmez kum fırtınası yutar adamı!

Ben kimyager , tıp doktoru, beslenme uzmanı veya mühendis değilim ama KENDİMİ TANIMA programımı çözmeye çalışan sizler gibi birisiyim!
O yüzden kendimin kimyageri, doktoru, beslenme uzmanı ve mühendisiyim kişi önce kendinden sorumludur!
Malumunuz AKLı olan imtihan edilir, AKLı olmayan muaftır DİNimizde!


Resim

Her AN BİZim İÇ-in 360 derece döneni İMKAN sahasında İMTİHAN edilirken İDRAK etme zorunluluğumuz vardır.
Canınız bir şeyleri çok istediğinde kendimizi incelemek zorundayız. Çünki vücud sinyal vermektedir! Bende bu gıdalar azaldı depola demektedir. Çalışmalarımı AN-lamak için yaparken ayçekirdeği ve muza aşırı derecede gereksinim duymaktaydım o yüzden de YAŞAdığım şeyleri sizlerle paylaşıyorum.


* Öğrenme ve Hafıza Gücü,
* Konsantrasyon,
* Hızlı Düşünme,
* Sözel Yetenek ve Akıcılık,
* Uyanıklık,
* Yaratıcı Düşünme,
* Enerjik Hissetme.

( için "B''vitamini "- "C" vitamini- "E" vitamini gereksinimi vardır. bu yüzdende;
Kuru baklagiller, kırmızı et, ayçekirdeği, balık, yoğurt, süt, peynir, yeşil yapraklı sebzeler, tavuk eti, hindi, yerfıstığı, muz, kavun, brokoli, ıspanak, domates, yumurta, kavun ve enginar kombinasyonları B grubu (complex) vitaminlerini garanti eden besin kaynaklarıdır.
Tüm kırmızı etler, kuru baklagiller, koyu yeşil sebzeler, domates ve pekmez demir açısından zengin olan yiyeceklerdir.
turunçgiller, kivi, domates, patates, karnabahar, brokoli, kavun, çilek, incir, kırmızı ve yeşil biber
besinlerini alarak beslenmemize çok dikkat etmek zorundayız.

''Her ŞEY BÜTÜNün CÜZleridir!....BÜTÜNü AN-lamak için ŞEYi CÜZlere bÖLmek gERekmektedir!....'' ki NUR-yene BİLsin!....


MUHAMMEDİ MuHABBEtlerimİZle!....
Resim
Kullanıcı avatarı
Gul
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 5150
Kayıt: 11 Haz 2009, 02:00

Re: 2009 Temmuz Haber Arşivi

Mesaj gönderen Gul »

NE HÂLLERdeyİZ!..
Tarih: 28.07.2009 Saat: 12:31 Gönderen: kulihvani

Resim

NE HÂLLERdeyİZ!..

Latif YILDIZ

İslâm Âleminin ve Dünyanın içinde bulunduğu ve dehşetle izlemekte olduğumuz Âhir Zaman için:
Resim---Resûlullah (sallallahu alaeyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fraksiyona (fırkaya, kısma, lakıma veya gruba) ayrıldılar.
Hristiyanlar da yetmiş bir ya da yetmiş iki fraksiyona ayrıldılar.
Benim ümmetim ise yetmiş üç fraksiyona ayrılacaktır.
Bunlardan bir tanesi (Fırka-yı Nâciyye) dışında diğerleri cehennemdedir, kurtulan fraksiyonun dışındakilerle ne benim, ne de ashabımın herhangi bir ilişkisi ve bağı yoktur."

(Bu hadisi Ebu Davud ve İbn-i Hayyan "Sahih" adlı eserinde nakletmektedir. Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları: 42.)

Muhammedî Nura ve Şuûra Kayanağında kavuşan Rahmet Yürekli Muhammedi Gençlerimizin Fırka-yı Nâciyye İnanç Cihadında YOLları açık olsun!
Resûlullah (sallallahu alaeyhi ve sellem) YÂRimiz OLsun!
ALLAH (celle celâlihu) Yardımcımız olsun! İnşâ
allah!..

Muhammedi Melâmet, tamamen Muhammedi Edebdir.
O'ndan DUYduğumuz İlahî İlmi, O'nun gibi Muhammedi Edeble UYgulamaktır.
Şerâtın, Tarikatın, Mârifetin ve Hakikatın Muhammedi Meczidir, YAŞAmak için yenmesi şart olan ekmeğidir..

İfratsız (maximumsuz) ve Tefritsiz (minumumsuz) olarak İtidali (optimummu) Derunî Denge ve Düzen içinde YAŞAmaktır.
Aklın, Nakli ANlayarak SELİM AKIL OLmasıdır.

Kulluk imtihanının tek şartı olan İkilik-Kesret Batağından, Birlik-Vahdet Zirvesine ÇIKış ZEVKidir..
Zıtların zevkedilip, hazmedilip de AYRılık ve GAYRılıkların, Kulluk Oyununda roller olduğu gerçeğini görmektir..

Mecnun’u bıçak altına yatıran doktora Mecnun:
"Dikkat et Leylâ'mın canı yanmasın!" derken,
Muhammedî Muhabbet Birliğidir..
Mecnun’un bedenine değen neşterin Leylâ’yı incitmesindeki tüm canların EL HAYY (cc) zuhurunda;

“TEVHİD”ini BİLiş, BULuş, OLuş, YAŞAyış ve yaşatış YARIŞıdır..

Sanki elimin bir yüzü İbrahim (as) diğer yüzü Nemrud..
Sanki elimin bir yüzü Musa (as) diğer yüzü Firavun..
Sanki elimin bir yüzü Muhammed (as) diğer yüzü Ebu Cehil..
Sanki elimin bir yüzü İkrar da diğer yüzü inkar...
Ve..

Sanki elimin bir yüzü “Lâ ilâhe" diğer yüzü "İlllallah" gibi...

Onun için Muhammedi Melamette, Muhammedi Merhamet ve Muhabbet esastır..
Onun için, elimin bir yüzündeki Firavun’a ateş eden ham Sofuya:
"Dikkat et Musa (as) yı vuracaksın!" diyorum..

Onun için Benlik Batağında debelenen ak saçlı bebelere:
"Rahmetenlilâlemin" Sırrını silin artık gözlerinizden!
Nurullah'ı ANlayın!..
Nur-u Mim'i ANlayın!
İlk "ŞEY"i, İLK NOKTAyı, İLK HAREKETi ve İLK HAREKEyi anlayın!
Boğazlarımız son kez hırlamadan, Muhammedî Şehâdeti DUYmak ve UYmak için lûtfen!" diyorum

Onun için İstanbul’un en kötü gözüken kadını Muhammed (as) ın Rahmet Kapısını çalsa duyacağı söz şudur:
"Fatma (as) olmaya hoş geldin!
İşte Habibullah Hamamı yıkan!
İşte Habibullah Hastahânesi timâr ol!
İşte Habibullah Aşevi karnını doyur!
Toparlan, rahatla, da gel!
Kendini-Nefsini BİL, BUL, OL da; "BİR"likte ve "BİZ"likte "BİLE" olalım ve YAŞAyalım!..


Geçmiş için Muhammedi Tevbe BİZ BİRliğimize,

Gelecek için Muhammedi Dua BİZ BİRliğimize,

Şu an için Muhammedi BİZ BİRliğimize,

Her AN ve lâ mekAN için Muhammedi Şehadet BİZ BİRliğimize, katıl!.

Nemrut’lar İbrahimî'leşsin!
Firavun’lar Musavî'laşsın!
Ebu Cehil’ler Muhammedî'leşsin!
Şeytanlar müslümanlaşsın!
İnkârlar İkrârlaşsın!
"Lâ ilahe!"ler "İllâ ALLAH!" ile buluşsun!..

Hep zıtlardan
“SÖZ” ettik..
Hep zıtlardan
“SOHBET” ettik..

Artık zıtları
“ZEVK” edelim..
Artık zıtların Habibî ve Hakikî
“HAZZ”ını yaşayalım!..

"Lâ ilâhe illâ ALLAH" “TEVHİD”dir..
"Muhammede'r- Resûlullah" a İŞTİRAK ile ancak ŞEHÂDET Şerefine kavuşulur..

Kur'ân-ı Kerîmizi getirip, ALLAH'ımızı bildirip BİRlemekle görevli Rasulullah (sav) i DUYup-UYmakta sâdık olan Muhammedi Gençler!

O'nun adına hesabına ve şerefine Hasbî ve Habibî Hizmetlere BİZlik ve BİRlikte "BİLe" OLalım-KOŞalım!..

ALLAH (cc) O'nun Yüce Yüreğinde cennetlerinde yaşatacak ve ebedi kılacaktır İnşâallah!..

Allah celle celâlihu ile kandırmanın, pohpohlandıkça azgınlaşmanın Dinî bir Moda olduğu ortamda sınır tanınamamktadır..


Dedi koducu ala karga Süleyman alaeyhisselâme gelmiş:
"Şu serçe neler diyor neler!" demiş.
Netice alamayınca:
"Gider Süleyman'ın tahtını yıkarım başına! " da dedi deyince Süleyman alaeyhisselâm :
"Dişisi yanında mı idi?" diye sormuş.
Ala karga da:
"Evet!" deyince Süleyman alaeyhisselâm :
"O zaman yapar işte!" demiş...


İnsanın Kulluk imtihanı da ZITların Tevhidini yaşamak ve Yaratıcıya şâhidi olmaktır.
Lâ ilahe... İnkarını nefy etmek - kaldırıp atmak.
İllâ Allah... İkrarını isbat edip hayatta şahidi olmak..

Bu Tebliği getirip tebliğ eden Resûlullah salllallahu aleyhi ve sellem Efendimizin şehâdetine İŞTİRAK...

Bütün iman, amel ve hayatın son ucunda taklid olmayan hakiki TEVHİD istenmektedir.
Onun için İslam Dininde Tevhidin kendisi "ŞARTSIZ ŞARTTIR"
Söylenmeden İslam Dinine girilemez, söylenmesi şarttır.
Söylene bilmesi için de hiç bir şart başta öne sürülmez, şartı yoktur...

Zıtların zevki hayatın kendisidir.
Erkek-Dişi ve devam eden DİRİlik Tohumu ve El HAYY (cc) zuhuru..
El HAKK (cc) tecellîler zinciri..

Nemrud - İbrahim (as)
Firavun - Musa (as)
Ebu Cehil - Resûlullah salllallahu aleyhi ve sellem Efendimizin zıtlıklarının oluşu ve her insana verilen akıl ve imkan kadar DUYup - UYup tercihini yaparak sonucuna katlanması sistemi var edenin hükmüdür..


MURADULLAHı DUY-ANlara ve EMRULLAHa UY-ANlara ne MUTlu!..

EY GENç Yürek SEN de GEL!

Muhammedî Şuûru BiL!
Muhammedî Nûru BuL!
Muhammedî Surûru OL!
Muhammedî Onûru YaŞave de YAŞAT!

DUY-ur!
bUY-ur!

1- Geçmişte bilerek veya bilmeyerek yaşadığımız hata ve günahlardan geri dönüş tevbe istiğfarında Resûlullah (sav)'in ümmeti için tevbe istiğfarına doğrudan iştirak edip katılarak:
TEVBE İSTİĞFAR Birliğinde BİR yürek ve BİZ olmak…


2- Şu AN içinde yaşadığımız ve pek çok olumsuzluklar içinde devam eden hayatlarımızda, her hususta razı olacağımız şeyler için Resûlullah (sav)'in rızasında buluşarak:
RIZA Birliğinde BİR yürek ve BİZ olmak…


3- Gelecekteki hayatlarımızda hakkın ve hayrın yaşanmasında ALLAHU ZÜLCELÂL’e duâda Resûlullah (sav)'in evrensel ümmet duâsına katılırak:
DUÂ Birliğinde BİR yürek ve BİZ olmak…


4- Her zaman, her yer ve her hâlde ALLAHU ZÜLCELÂL’i zikirde Resûlullah (sav)'in Ezel-Ebed Zikrine iştirak ederek:
ZİKİR Birliğinde BİR yürek ve BİZ olmak…


Tüm farklılıklarımızı Resûlullah (sav)'in Muhammedî Mahviyetinde yok ederek Muhammedî Kalb telefonlarımızla her Cuma akşamı Resûlullah (sav)'in Keremli Kalbinde BULuşalım İnşâllah!..

Ne Mutlu Muhammedî Nûra, Şuûra, Sürûra ve O-NURa ULAŞabilen genç yüreklere!

Tevbe, Rıza, Duâ ve Zikir Birliğimizde ve Bizliğimizde;


ALLAHU ZÜLCELÂL (cc) Yardımcımız olsun! İnayet ve Hidayet etsin!
Resûlullah (sav) ebedî Yârimiz olsun! Şefâat etsin!
Ehl-i Beyt (as) İZi Yolumuz olsun! Rehberlik etsin!
Hakk Erenler (ks) Yoldaşımız olsun! Himmetleri hazır olsun!
Allahu Teâlâ Bize de;
Muhammedi Gayret,
Muhammedi Merhamet,
Muhammedi Muhabbet,
Muhammedi Hakikat Lutfetsin!


Âmin Yâ Muîn (cc)!..
Âmin Yâ Latîf (cc)!..
Âmin Yâ Kerîm (cc)!..
Âmin Yâ Rahîm (cc)!..
Âmin Yâ Vedûd (cc)!..
İnşâallahu Teâlâ!..


Muhammedi Muhabbetle…
Resim
Cevapla

“2009” sayfasına dön