Kalb-i Selîm

Cevapla
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Kalb-i Selîm

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Kalb-i Selîm




Ruhul Beyan tefsirinde kalb-i selimin 3 vasfı vardır buyrulur:

1. İncitmeyen bir kalp.

2. İncinmeyen bir kalp.

3. Dünya ile ahiret karşı karşıya geldiği zaman ahireti tercih eden bir kalp.


Resim

1- Bunu çözmeye çalıştığımız zaman, birincisi incitmemek; ALLAH’ın hiçbir mahlukatını, hayanlar dahil incitmemek. Yani lisana hakim olmak. İlk basamak bu, en alt basamak bu. Cennete girebilmenin en alt basamağı bu, incitmemek. Yani lisanı susturmak.. Burda kalp susmaz yine kalp konuşur. Kalp konuşur ama kalp sessiz konuşur. Kalpte irade yoktur. Kolda irade var, gözde irade var ama kalpte irade yoktur. Bu tahsilin ilk mertebesi incitmemek, hiçbir insanın kalbine diken batırmamak..

Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize ganimetler gelirdi. 1/5 gelirdi. Hepsini dağıtırdı. Çok az bir şey evine gönderirdi. Bir yoksul gördüğünde onuda evinden alıp ona verirdi. Hiçbirşey kalmazdı evinde, sudan başka. Yine bir fakir gelirdi, Efendimiz (s.a.v.) bir şey veremediği için utancından mübarek simasını diğer tarafa çevirirdi.
Cenab-ı HAK: “Hiç bir şey veremiyorsan tatlı bir söz söyle” buyuruyor..

Velhasıl lisana hakimiyet çok mühim, ahlakın kemâlinin en büyük vasfı. Demek ki birinci vasıf susmayı bilebilmek, bir kalbe diken batırmamak, kimseyi incitmemek..

Resim


2- Bu yolun en son vasfı ise incinmemek. Yani lisanı nasıl susturabiliyorsan, kalbi de susturabilmek. Kalbi susturabilmek çok zordur. Kalp daima konuşur. Kalbe hakim olabilmek çok zordur. Efendimize zulmedenler Mekke fethinde geldiler, Efendimiz hepsini affetti. Yapılan zulme tam kıssas yapılacak zamandı... Kalbi okadar kelime-i tevhidle dolu ki onların hepsini affetti. Bu iradeyi kalpte kurabilmek kemâli.. Yani hiçkimseyle aramızda bir sorun olmayacak, unutacağız, bir şal atacağız..

Yusuf as. bir şal attı, unuttu kardeşlerini. Eskileri başa kakma yok dedi. Ben unuttum, hepsine bir şal atıyorum dedi.. ALLAH sizi mağfiret etsin, O Erhamerrahimindir buyurdu..

Cenab-ı HAK en güzel ahlak üzeresin buyuruyor Efendimize.. Demek ki kişi sevdiği ile beraberdir.. Bu şekilde incitmemek ve incinmemek, kalbin o kıvama gelebilmesi… Bu kalb-i selim oluyor. Yani kalp Cenab-ı HAK ile o kadar beraber oluyor ki, kalpte bir faniye karşı merhametten başka hiçbirşey kalmıyor. Yalnız merhametle doluyor kalp. Onun için affedebilmek de merhametli kalbin bir sanatıdır..

Resim


3- Üçüncü olarak da dünya ve ahiret karşı karşıya geldiği zaman ahireti tercih etmek. O menfaatlerin bir imtihan metaı olduğunun farkında olacak. Bu kalb-i selime vâsıl olanı da Cenab-ı HAK cennetine davet ediyor...


alıntı
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: Kalb-i Selîm

Mesaj gönderen meryemnur »

Resim


Her kim bana düşman ise
Hak Tanrı Yar olsun ona
Her nereye varırsa
Bağ ve bahar olsun ona

Bana ağu sunan kişi
Bal ve şeker olsun aşı
Gelsin kolay cümle işi,
Eli erer olsun ona

Önümce kuyu kazanı
Hak tahtın ağdırsın onu
Ardımca taşlar atana,
Güller nisar olsun ona

Vurmaklığa kasd edenin,
Düşem öpem ayağını...
Her kim bizi yerer ise,
Hak dileğin versin ona

Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm isterse
Bin yıl ömür versin ona

Miskin Yunus dünyada
Güldüğünü istemeyen
Ağladığım isteyene,
Gözüm pınar olsun ona..


Yunus Emrem
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
meryemnur
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 943
Kayıt: 20 Şub 2009, 02:00

Re: Kalb-i Selîm

Mesaj gönderen meryemnur »


Resim


BİR GÖNÜL İNSANI PORTRESİ


Gönül insanı, ufku, inancı ve davranışlarıyla tam bir ruh ve mânâ kahramanıdır. Onun derinlik ve enginliği, bilgi ve müktesebâtıyla değil; gönül zenginliği, ruh saffeti ve Hak'ka kurbeti itibarıyladır. Ona göre, bilgi adına ortaya atılan ilimlerin kıymeti, insanı hakikate ulaştırmada rehberliği ölçüsündedir ve yine ona göre, varlık, eşya ve insan gerçeğini anlamamıza yardım etmeyen malûmatın ve hele, pratik yararı olmayan nazarî bilgilerin hiç mi hiç önemi yoktur.


Resim


Gönül insanı, kalbî ve rûhî hayata programlı, maddî-manevî bütün kirlerden uzak durmaya kararlı, cismanî ve bedenî isteklere karşı her zaman teyakkuzda; kin, nefret, hırs, hased, bencillik ve şehvet gibi hastalıklarla mücadele azmiyle gerilmiş tam bir tevazû ve mahviyet âbidesidir. O her zaman hakkı tutup kaldırma peşinde; mülk ve melekût âlemiyle alâkalı duyup hissettiklerini başkalarına duyurma iştiyakıyla yanıp tutuşan bir diğergâm, olabildiğine sabırlı ve temkinli; konuşup gürültü çıkarmadan daha çok, inandıklarını yaşayan, yaşadıklarıyla başkalarına da örnek olan bir iman ve aksiyon insanıdır: o, dur-durak bilmeden sürekli koşar.. Hak'ka yürüyenlere yürümenin âdâbını öğretir.. iç dünyası itibarıyla her zaman ocaklar gibi cayır cayır yanar ve yanarken de asla gam izhar eylemez; eyleyip ağyârı âhına âgâh kılmayı düşünmez.. her zaman içten içe yanar ve kendine sığınanların ruhlarına hararet üfler.


Resim


Gönül insanının hedefinde hep öteler tüllenir durur. O, Hak rızasına bağlanmış, sürekli ilerleyen ve sürekli mesafelerle yaka paça olan öyle bir iman insanıdır ki, matlûbuna ulaşacağı ana kadar hep bir küheylan gibi koşar; koşarken de herhangi bir beklentiye girmez.


Resim


Gönül insanı, öylesine içten bir hakikat eridir ki, oturup kalkar sürekli yeryüzünde hakkı ikame etmeyi düşünür ve onun hatırı söz konusu olduğunda da rahatlıkla bütün arzularından, isteklerinden vazgeçebilir. O, herkese sinesini açar, herkesi şefkatle kucaklar ve toplum içinde hep bir siyanet meleği görüntüsü sergiler. Ne var ki, Allah'tan başka kimseden de bir şey beklemez. Tavırları, davranışları itibarıyla herkesle uyum içinde olmaya çalışır; hiç kimseyle cedelleşmez, hiç kimseye karşı düşmanlık beslemez. Zaman zaman kendi içtihadları, kendi düşünceleri ve kendi mesleğine, meşrebine göre bir kısım tercihlerde bulunsa da, kat'iyen başkalarıyla rekabete, sürtüşmeye girmez. Aksine, dini, ülkesi, ülküsü adına hizmet eden hemen herkesi sever.. bütün olumlu faaliyetlerinden ötürü herkesi alkışlar.. alkışlar ve hem onların anlayışlarına hem de konumlarına saygılı kalmaya alabildiğine itina gösterir.


Resim


Gönül insanı, kendi gayret ve aktivitelerinin yanında, Cenab-ı Hak'kın tevfik ve inayetine de fevkalâde önem verir.. her hareketinde tevfike mazhar olma yollarını araştırır.. Kur'ân'da, Allah'ın inayetine vesile sayılan birliğe-beraberliğe olağanüstü ihtimam gösterir.. hareket çizgisi doğru olan hemen herkesle müşterek bir iş yapmaya koşar.. dahası, böylesine bir vifak anlayışı adına çok defa kendine rağmen bir yol izler. Birlikte rahmet olduğunu, ihtilaf ve iftirakla bir yere varılamayacağını düşünür, alabileceği herkesin himmetini yanına alır ve hep ilâhî inayet sağanaklarına açık durmaya çalışır.


Resim


Gönül insanı, bir Hak âşığı ve Hak rızası sevdalısıdır. Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun bütün hareketlerini O'nun hoşnutluğuna bağlar.. O'nu memnun etme yolunda ölesiye bir hırs gösterir.. ve böyle bir hedefe ulaşmak için de bütün varını feda edebilir, dünyevî-uhrevî her şeyden vazgeçebilir. Gönül insanının düşünce dünyasında "benim yapmam", "benim başarmam", "benim sonuçlandırmam".. gibi merdud mülâhazaların asla yeri yoktur. O, yerine getirilmesi gerekli olan şeyleri kim yaparsa yapsın, kendi yapmış gibi memnun olur, onların başarılarını kendi başarıları sayar ve arkalarında yürür.. öncülük yapma şeref ve payesini de onlara bırakır. Dahası, iman ve insanlığa hizmet yolunda başkalarının kendinden daha başarılı, daha liyakatli olabileceklerini düşünerek, onlara daha rahat hareket etme ortamı hazırlar; sonra da bir adım geriye çekilip, "insanlardan bir insan olarak" yoluna devam eder.


Resim


Gönül insanı, her zaman kendiyle yaka-paça ve kendi ayıplarıyla meşgul bulunduğundan kimsenin eksiğiyle-gediğiyle uğraşamaz/uğraşmaz. Başkalarıyla uğraşmak bir yana, her fırsatta iyi bir insan olma örneği sergileyerek, onları daha yüksek ufuklara yönlendirir ve herkese bir hüsn-ü misal olur: İnsanların ayıplarına kusurlarına göz yumar.. onların olumsuz tavırlarına tebessümle karşılık verir, kötülüklerini iyilikle savar ve elli defa rencide edilse de, bir kerecik olsun kimseyi kırmayı düşünmez.


Resim


Gönül insanı, hayatını iman-ı kâmil yörüngeli ve ihlas donanımlı yaşamayı en birinci mesele bilip, duyguları, düşünceleri ve davranışları itibarıyla öylesine Hak rızasına kilitlenmiş bir hakikat eridir ki, bütün dünya ve "mâsivâ"yı ona verseniz, yine de onu kat'iyen hedefinden döndüremezsiniz; hattâ cennetlerle bile ona yol ve yön değiştirtemezsiniz.


Resim


Gönül insanı, aynı yolda yürüyüp, aynı mefkûreyi paylaşanlarla asla rekabete girmez.. onlara karşı kat'iyen kıskançlık duymaz.. aksine, onların noksanlarını giderir, eksiklerini tamamlar.. ve onlara karşı hareketlerinde hep bir vücudun uzuvlarından herhangi bir organmış gibi davranır: Tam bir îsar rûhuyla, makam, mansıp, paye, şöhret, nüfûz, müessiriyet.. gibi maddî-manevî hemen her konuda yol arkadaşlarını öne çıkarır ve kendi gerilerden gerilere çekilerek onların başarılarının dellalı gibi davranır, mazhariyetlerini alkışlar ve muvaffakiyetlerini de bir bayram sevinciyle karşılar.


Resim


Gönül insanı, çok defa kendi yol ve yöntemine bağlı kalıp bütün faaliyetlerini şahsî mizaç ve mezakı çizgisinde götürse de, başkalarının düşünce ve hareketlerine karşı hep saygılı kalmaya çalışır.. paylaşmaya, beraber yaşamaya açık durur.. oturur kalkar aynı mefkûre insanlarıyla müşterek hareket etme yollarını araştırır.. müşterek projeler geliştirir.. ve "ben" yerine "biz"i ikame etme gayreti gösterir.. dahası, başkalarının mutluluğu yolunda rahatlıkla kendi saadetini feda edebilir.. ve bunları yaparken de kimseden herhangi bir teveccüh beklemez.. hattâ böyle bir beklentiye girmeyi kendi hesabına bir sukût sayar; sayar da, yılandan-çıyandan kaçtığı gibi önde görünmekten, namdan-şandan kaçar ve unutulma murakabesine dalar.


Resim


Gönül insanı, kimseye tecavüz etmez, saldırıya saldırıyla mukabelede bulunmaz. En kritik durumlarda bile hep "îtidâl-i dem"le hareket eder ve ne olursa olsun, bir gönül eri olmanın gereklerini tamı tamına yerine getirmekten asla geri durmaz. Her zaman fenalıklara karşı iyilikle mukabelede bulunur.. kötülükleri kötülerin işi sayar ve bir iyilik âbidesi gibi davranır.


Resim


Gönül insanı, hayatını Kur'ân ve Sünnet çizgisinde Hak dostluğu (vilâyet), takva, azimet ve ihsan şuuru çerçevesinde yaşar.. benlik, gurur, şöhret gibi kalbi öldüren hislere karşı sürekli tetikte bulunur.. kendine nisbet edilen güzellikleri "her şey O'ndan" deyip gerçek Sahibi'ne verir.. iradeye vâbeste işlerde de her zaman "ben"den kaçar, "biz"e sığınır.


Resim


Gönül insanı, hiç kimseden korkmaz. Hiç bir hâdise karşısında telâşa kapılmaz; "Allah'a dayanır, sa'ye sarılır, tevfîke râm olur" ve doğru bildiği şeylerden asla geriye durmaz..


Resim


Gönül insanı, kimseye gücenmez; hele Hak'ka dilbeste olanlara kat'iyen kırılmaz. Yol arkadaşlarını herhangi bir fenalık içinde gördüğünde onlardan uzaklaşmaz.. perdeyi yırtmaz.. onları utandırmaz; utandırmak bir yana, böyle bir fenalığı gördüğünden ötürü büyük bir hata işlemiş gibi kendini kınar ve kendine sorular yöneltir.


Resim


Gönül insanı, mü'minlerin farklı yorumlara açık tavırlarından dolayı onlar hakkında sû-i zanda bulunmadan kaçınır; görüp duyduğu şeylere iyi yorumlar getirir ve kat'iyen olumsuz mülâhazalara girmez.


Resim


Gönül insanı, hareket ve faaliyetlerini, bu dünyanın bir ücret yeri değil de, bir hizmet mahalli olduğu mülâhazasına bağlar.. ve her zaman memur bulunduğu sorumlulukları fevkalâde bir disiplin içinde yerine getirir.. netice ve sonuçla meşgul olmayı da Hak'ka karşı bir saygısızlık sayar. O, dine, imana ve insanlığa hizmeti, Hak rızası yolunda en büyük bir vazife bilir ve ne kadar büyük işler başarsa da, bundan nefsi adına maddî-manevî herhangi bir pâye çıkarmayı hiç mi hiç düşünmez.


Resim


Gönül insanı, ne düzeninin bozulmasından ye'se düşer, ne de bütün insanların ona karşı olmasından dolayı sarsıntı yaşar.. "bu dünya, darılma dünyası değil, bir dayanma âlemidir" diyerek dişini sıkar, sabreder, maruz kaldığı durumlardan kurtulmak için de alternatif çıkış yolları arar ve en kritik anlarda dahi değişik stratejiler üreterek hep azm u ikdamda bulunur. İnsanî değerlerin hor görüldüğü, dînî düşüncede kırılmaların yaşandığı, her taraf başı boşların gürültüleriyle inlediği günümüzde, başka bir şeye değil, bu kabil gönül insanlarına hem de hava kadar, su kadar ihtiyacımız olduğunu bir kere daha hatırlatıp bu faslı da noktalayalım.



alıntı
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم

O Peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır..…

Ahzâb Sûresi, 6
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Kalb-i Selîm

Mesaj gönderen MINA »

Gönül insanı, ne güzel bir hitap...
Bu hitaba mazhar olanlar daha da güzel...



Resim
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Kullanıcı avatarı
MINA
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 2740
Kayıt: 25 Eki 2008, 02:00

Re: Kalb-i Selîm

Mesaj gönderen MINA »

Aşk Kapısında




İrfan Öztürk

Âşığın alâmeti, mâşukunun yolunda her şeyini fedaya hazır olmak, her şeyini tereddüt etmeden feda etmektir. Allah Teâlâ, Zât-ı Ulûhiyeti’ne kul ve Habîb-i Edîbi’ne ümmet olanları sever. Sevgi itidal derecesini geçince ona aşk denilir.

Anlatılır ki:

Bir âşık-ı billah olan zâtın yanına bir dilenci gelip: «Allah aşkına bana biraz para ver!» diyerek, kendisini acındırarak yalvardı.

Zât-ı akdes, üzerinde ne kadar para ve kıymetli eşyası varsa, hepsini o iki yüzlü (müraî) dilenciye verdi ve o dilenci de cebine doldurduğu paraları eliyle bastırarak ve kıs kıs gülerek oradan ayrıldı. Hazır bulunanlar:

“–Efendi hazretleri, o müraî, Allah aşkına diyerek sizi aldattı ve paranızın hepsini aldı.” dediler.

O zât-ı muhterem kendilerine şu cevabı verdi:

“–Beni kandırmak için Allah aşkına dediğinden dolayı, üzerimde neyim varsa verdim. Eğer tam ihlâs ile Allah aşkına isteseydi tereddüt etmeden canımı bile verirdim!”

Âşığın ikinci alâmeti de nefsini telef edinceye kadar sevdiğinin rızâsını kazanmaya çalışmaktır. Aşk, muhabbet derecelerinin en sonudur. Bu aşırı sevgiye müptelâ olanlara da âşık denir.

Sâdık olan âşıkları Allah çok sever ve meleklerine de âşık-ı sâdıkı sevmelerini emr u ferman buyurur.


Fahr-i Kâinat Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şöyle rivayet olunmuştur:

Allah Teâlâ Hazretleri bir kulunu sevdiği zaman Cebrâil -aleyhisselâm-’a hitap buyurur:

“–Ey Cebrâil! Ben, şu kuluma muhabbet ettim, o kuluma sen de muhabbet et.”

Cebrâil -aleyhisselâm- bu hitaba mazhar olunca o kula muhabbet edip sever ve semâ ehline:

“–Ey semâ ehli, Cenâb-ı Hak şu kuluna muhabbet ettiğinden dolayı sizlerin de onu sevmeniz iktiza eder.” şeklinde ihtar eder.

Bu ihtar üzerine bütün ehl-i semâ yani melekler, o kula muhabbetlerini arz eylerler.

Böylesine bir iltifata mazhar olan kulda da muhabbet-i ilâhî eserleri zâhir olması zarurî olduğundan, o kul dünya âleminde ve yer yüzünde muhib ve mahbub (seven ve sevilen) olur.

O kulun kalbinde muhabbetullah bulundukça kâinata mahbub görünür.


Bir Hak dostu der ki:

“Ey kardeş! Sen de aşk-ı ilâhî ateşine yan ki, mâşuk-ı hakikîye erişesin, Hak ile her dem buluşasın, Rabb’inle tenhalarda konuşasın, kesrette vahdet ve vahdette kesret makamına ulaşasın.

Sana şahdamarından daha yakın olan Allah Teâlâ Hazretleri’ne ancak aşk ve muhabbetle erişilebilir.

O’na da ancak Kâinatın Efendisi Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ittiba etmek sayesinde ulaşılabilir. Kur’ân’a ittiba ise mahbubun hidayeti iledir.”


İbrahim bin Ethem aşk ile tac ü tahtı ve saltanatı terk etmiş, öyle İbrahim bin Ethem olmuştur. İbrahim Halilullâh’ın aşkının ateşi Nemrud’un ateşini söndürmüş ve Nemrud’un ateşini aşk ateşiyle nûra döndürmüştür.

Gerçek ve sâdık âşıklar, mâşukları uğruna her şeylerini fedaya hazır bulunduklarından, âşık oldukları Rabbü’l-Âlemîn’e âbidler gibi yalnız vücutlarıyla ibadet etmezler. Bütün âzâ ve cevarihleriyle ibadette bulunurlar, bir an için olsun Allah Teâlâ’yı hatırlarından çıkarmazlar, zikr-i dâim üzre bulunurlar.

Belh şehrinde dilencilikle geçinen yaşlı bir kadıncağız vardı. Çok yaşlı olduğundan çalışamazdı ve kendisine bakacak kimsesi de yoktu. Günlerden bir gün her fânî gibi o da dünyaya veda edip âhirete yürüdü. Öldüğü gece Belh şehrinde bulunan Hak velîlerinin hepsi bu kadını mânâlarında gördüler ve âhirette ne muamele gördüğünü sordular. Kadın cevap verdi:

“–Beni kabre koydular. Üzerimi örtüp herkes giderken ayak seslerini duyuyordum. Tam o sırada iki melek geldi

-Münker ve Nekir- karşıma dikildiler, bana:

«–Rabb’ine ne getirdin?» diye sordular. Ben de bu iki meleğe:

«–Ömrümün son yıllarında çalışamayacak kadar yaşlandım, geçimimi dilenerek temin ederdim. Hangi kapıya gitsem ‘Allah versin’ deyip kovarlardı. Şimdi de verecek diye ümit ettiğim Allâh’ın kapısında da siz ‘Allâh’a ne getirdin?’ diye soruyorsunuz. Allah muhtaç mı? Allâh’a ne getirilir? Allah’tan ancak istenir, ben Allah’tan istemeye geldim. Çok sevdiğim ve âşık olduğum Rabbime böyle söyleyin!» der.

Melekler bu cevaba şaşırırlar.

Bunun üzerine Allah Teâlâ:

«–Ey meleklerim, mademki kullarım bu yaşlı kadına ‘Allah versin’ demişler. Eğer istediğini vermezsem ben de onu kapılarından kovup boş çevirenler gibi olurum. Bu yaşlı kadının benden başka müracaat edeceği bir yeri yok ki oraya göndereyim, onu bana bırakın ve aramıza girmeyin.» buyurdu.”

İlâhî yâ Rabbî!

Bu yaşlı kadın gibi bizler de Sen’in kapına geldik, Sen’in kapından başka gidilecek kapımız yok ki oraya ilticâ edelim. Bizlere: «Ne getirdin?» diye sordurma! «Ey kulum ne istiyorsun?» diye sor! Ne getirdin diye sorarsan günah ve suç hamûlemizden başka hiçbir şey getirmedik. Ne istiyorsun diye sorarsan affını, lütfunu, keremini, ihsan ve inâyetini, cennetini ve cemâlinin ru’yetini istiyoruz, yâ Rabbelâlemîn!
''Ve Allah'a Sımsıkı Sarılın...''

Hacc / 78
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön