MUHAMMEDİ TASAVVUF

Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Bir büyük valizi bir de James Bond çantası vardı...
Çok pişman olmuş ve çok üzülmüştüm...
Kan ter içinde kalmıştım, içerisini alkol kokusu sarmıştı...
Utanç içindeydim.
“Otobüs terminaline kadar valizini taşıyayım!” dedim...
“Olmaz!...” dedi.
Duran Amca: “Abdurrâhim Bey, bu kardeşimiz halka hatırlanmış, Hakk (celle celâluhu)’nun hatırına hoş gör. Küçük çantayı alsın yolda anlaşırsınız!...” dedi.
Çıktık ki Hakim Ahmed Uğur câmiden dönüyormuş o da bize katıldı...
Yolda durdu, küçük çantadan Cüneydi Bağdadî Hazretlerinin Mektubât’ını çıkarıp bana verdi ve “ hediyedir” dedi...
Arkasında 30 lira yazıyordu.
Parasını vermek isteyince celâllendi: “Bana bak, uyan artık; şerîatte bu benim kitâbımdır, bana aittir, tarikatta bizim kitâbımızdır. İkimize de aittir, hakikatte kimbilir kime kalır!.. Sen ilerde gidersen Konya’da Uysal Kitâbevinde güzel eslerler vardır, al oku...” dedi...
Adresimi aldı ve yolcu ettik...
Eve bitkin perişan ve pişmanca dönerken yakamdaki mühendis rozetini Ulu Irmak’a attım ve bir daha hiç takmadım.
Sorulmadığı sürece de: “inşaat yüksek mühendisiyim” demedim.
Bunu asla unutmadım!...

Birkaç hafta sonra Konya’ya Bölge Toplantısına gittik...
Öğle tatilinde arkadaşım Bayram Ülgen’le Uysal Kitâbevine gittik. Kitâb seçiyoruz...
“Şunu ver, şunu da!...” derken, Bayram Bey:
“Lâtif Bey, Geylânînin Sohbetleri’ne bak!...” deyince kitâpçı; soyadımı, adımı ve adresimi sordu ve içerden koca bir paket getirdi:
“Bak kardeşim, geçen pazar günü Abdurrahîm Bey beni câmide buldu, dükkanı açtırdı ve bu kitâbları koli yaptırdı ve adını adresini yazdı. Pulunu yapıştırıp: “bi zahmet postaya verin!...” dedi.
Ama, çocuklar unutmuş!... İster al, ister gönderelim...” dedi.
Açtık ki seçtiğim kitâbların çoğu içindeydi, fazlası vardı...
Bir daha görüşmedik.
Aksaray’da birlikte otobüse giderken kısaca hayatını ve nasıl yaya hacca gittiğini anlatmıştı bize...
Nasıl 20 meslek değiştirip Limoncu Dede’nin himmetiyle atölye açtığını da...

Bu âlemde her şey, zerreden kürreye “Öz”ünün emrindedir.
Özü uyuyanlar hüsranda, özü uyanıklar ebedî bahtiyârdır.


1.2.2. Uyurgezerler

Öyle bir kesim insanlar da vardır ki hareket eder, gelir-gider, alır-verir...
Uyanık sanırsın...
Ne var ki her hareketinde bir yere toslar ve şangırtı göğe yükselir...
Gerçekten yaklaşıp seyredebilirseniz görürsünüz ki düpedüz uyurgezer...
Sözleri ve fiilleri uyku içindeki rüyâ ve kâbuslarının eseri olup, hadd-i zâtında geçersizdir. Uyandırılmaya muhtaçtır, asla horlanmaya tehdide ve tekfire değil...
Muhammedî Merhamete ve Muhammedî Muhabbete: Hem Muhtacız, hem Mecburuz, hem Me’muruz hem de Mahkumuz!.. Çünkü biz Muhammedîyiz...
Asla şucu, bucu değiliz.
Evvelî, Âhirî, Zâhirî ve Bâtınî Muhammedîyiz...
En azından ahdimiz ve azmimiz budur...
HAKK (celle celâluhu)’nun rızasını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in RAVZAsında biliriz.

ALLAH celle celâlihu açıkça buyurmaktadır:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---- “Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun) : De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Âl-i İmrân 3/31)

Arabça’da kelimenin aslı ve anası olan kökler çok önemlidir. “Habb” Habbe, Tohum demektir.
Muhabbet bu kökün meyvesidir.
Temeli Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Habibîyyetine dayanır.
Onun için Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Ezelî Zâtullahda, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgi HABBEsinden başka, mevcûdât ve mahlûkata ait koku bile yoktu...
Bu muhteşem mevcûdât ve mahlûkat hepsi de o ilâhî ve Muhammedî Tohumun (habbenin) Tevhid Tecellîsidir...

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i tanımadan, anlamadan ve yaşamadan tasavvuftan dem vurmak sadece ilkel bir hayaldir ve hüsrandır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i BİLmeden,BULmadan, Olmadan ve YAŞAmadan hayal kuranlar,

"MUHAMMEDΔ kelimesini kullanmamız bile kınanmıştır!
“Allah ve Rasûlune iman edin!” dememiz kınanmıştır ve doğrudan “Allah’a edin!” yeter sanılmaktadır.
ÖLÇÜmüz MİHENGimiz nedir BİZim?
ANA KAYNAK Kur'ân-ı Kerimimizdir…
O halde buyurunuz BAK-alım..

Hakk Gerçek bu iken;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem i öldü gitti sanmak,
ALLAH celle celâlihu sevgisi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sevgisini farklı sanmak,
ALLAH celle celâlihu sevgisi ile Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem EMİRlerini farklı sanmak,
Ne acı ki Kur'ân-ı Kerim’e göre “KÜFÜR” dür:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
Resim---- “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen) : Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip "Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız" diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;” (Nisâ 4/150)

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Resim---- “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen) : İşte gerçekten KÂFİRler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisâ 4/151)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ يُفَرِّقُواْ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---- “Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen) : Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ 4/152)

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e Teslimiyet, İmân, Tâbiolmak ve İtaat Etmek pek çok âyetlerde birlikte bildirilmektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e SALL ı ULAŞImı Kavuşumu, DUY-up UY-mayı, TESLİMİYYETi EMReden BizZÂT ALLAH celle celâlihu dur:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
Resim---- “İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (teslîmen) : Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb 33/56)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAH celle celâlihu ile RASÛLULLAH sallallâhu aleyhi ve selleme İTÂAT EDİN!

قُ لْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Resim---- “Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne) : De ki: "Ey insanlar, ben ALLAH'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi) yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse ALLAH'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da ALLAH'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidâyete ermiş olursunuz.”

(A'râf 7/158)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنفَالِ قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَأَصْلِحُواْ ذَاتَ بِيْنِكُمْ وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

Resim---- “Yes’elûneke anil enfâl(enfâli), kulil enfâlu lillâhi ver resûl(resûli), fettekullâhe ve aslihû zâte beynikum ve etîûllâhe ve resûlehû in kuntum mu’minîn (mu’minîne) : Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler ALLAH ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz ALLAH'tan korkun, aranızı düzeltin, ALLAH ve Rasûlune itaat edin.”
(Enfâl 8/1)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ

Resim---- “Yâ eyyuhellezîne âmenû etîullâhe ve resûlehu ve lâ tevellev anhu ve entum tesmeûn(tesmeûne) : Ey iman edenler! ALLAH'a ve Rasûlune itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin.”
(Enfâl 8/20)

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

Resim---- “Ve karne fî buyûtikunne ve lâ teberrecne teberrucel câhiliyyetil ûlâ ve ekımnes salâte ve âtînez zekâte ve atı’nallâhe ve resûleh(resûlehu), innemâ yurîdullâhu li yuzhibe ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathîrâ(tathîran): Evlerinizde oturun, eski câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, ALLAH'a ve Rasûlune itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! ALLAH sizden, sâdece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
(Ahzâb 33/33)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَاحْذَرُواْ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

Resim---- “Ve etîûllâhe ve etîûr resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinel belâgul mubîn(mubînu) : ALLAH’a ve onun Peygamberine itaat edin ve onların emirleriyle yasaklarına aykırı hareket etmekten sakının. Eğer itaat etmekten yüz çevirirseniz biliniz ki, Peygamberimize düşen sadece açık bir tebliğdir.”
(Mâide 5/92)

وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ

Resim---- “Ve etîûllâhe ve etîûr resûl(resûle), fe in tevelleytum fe innemâ alâ resûlinel belâgul mubîn(mubînu) : ALLAH'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.”
(Tegâbun 64/12)

أَأَشْفَقْتُمْ أَن تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Resim---- “E eşfaktum en tukaddimû beyne yedey necvâkum sadekât(sadekâtin), fe iz lem tef’alû ve tâballâhu aleykum, fe ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve etîûllâhe ve resûleh(resûlehu), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne) : Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve ALLAH da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin ALLAH'a ve Rasûlune itaat edin. ALLAH yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Mücâdele 58/13 )

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُوا أَعْمَالَكُمْ

Resim---- “Yâ eyyuhellezîne âmenû etîûllâhe ve etîûr rasûle ve lâ tubtılû a’mâlekum: Ey îman edenler! ALLAH'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.”
(Muhammed 47/33)

يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

Resim---- “Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ(azîmen) : (Böyle davranırsanız) ALLAH işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim ALLAH ve Rasûlune itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”
(Ahzâb 33/71)

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

Resim---- “Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen) : Kim Rasûl'e itaat ederse ALLAH'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”
(Nisâ 4/80)

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ

Resim---- “Kul etîûllâhe ver rasûl(rasûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn(kâfirîne): De ki: "ALLAH'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ALLAH, kafirleri sevmez.
(Âl-i İmrân 3/32)

تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Resim---- “Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi) ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlikel fevzul azîm(azîmu) : Bunlar, ALLAH'ın (koyduğu) sınırlardır. Kim ALLAH'a ve Peygamberine itaat ederse ALLAH onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.”
(Nisâ 4/13)

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

Resim---- “Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâren hâliden fîhâ ve lehu azâbun muhîn(muhînun) :”Kim ALLAH'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa ALLAH onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”
(Nisâ 4/14)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

Resim---- “Ve mâ kâne li mu’minin ve lâ mu’minetin izâ kadallâhu ve resûluhu emren en yekûne lehumul hıyeretu min emrihim, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe kad dalle dalâlen mubînâ(mubînen) : ALLAH ve Rasûlu bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim ALLAH ve Rasûlune karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Ahzâb 33/36)

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ شَآقُّواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَمَن يُشَاقِقِ اللّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Resim---- “Zâlike bi ennehum şâkkullâhe ve resûluh (resûlehu), ve men yuşâkıkıllâhe ve resûlehu fe innallâhe şedîdul ikâb (ikâbi) : Bu söylenenler, onların ALLAH'a ve Rasûlüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim ALLAH ve Rasûlune karşı gelirse, bilsin ki ALLAH, azâbı şiddetli olandır.”
(Enfâl 8/13)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Resim---- “Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne) :ALLAH'a ve Rasûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.”
(Âl-i İmrân3/132)

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim----Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) : Bedevîler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurât 49/14)

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا
Resim----Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan) : Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 4/69)

وَمَن يَقْنُتْ مِنكُنَّ لِلَّهِ وَرَسُولِهِ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُّؤْتِهَا أَجْرَهَا مَرَّتَيْنِ وَأَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَرِيمًا
Resim---- “Ve men yaknut min kunne lillâhi ve resûlihi ve ta’mel sâlihan nu’tihâ ecrehâ merreteyni ve a’tednâ lehâ rızkan kerîmâ(kerîmen): Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.” (Ahzâb 33/31)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

ALLAH celle celâlihu ya ve Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e itaat etmenin müslümanlık, karşı gelmenin sapıklık, kâfirlik olduğu, iman ve itaat edenlere Cennet nimetlerinin olduğu, inkâr ve karşı gelenlere Cehennem azablarının olduğu, bunların Cehennemde:
“Keşke Allah’a ve Resulüne itaat etseydik!” diyecekleri âyetlerde bildirilmiştir.

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---- “Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ner resûlâ(resûlen) : Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb 33/56)

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim----İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn(muflihûne) : Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.” (Nûr 24/51)

وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Resim----Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humul fâizûn(fâizûne) : Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” (Nûr 24/52)

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَن يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَابًا أَلِيمًا
Resim----Leyse alel a’mâ haracun ve lâ alel a’reci haracun ve lâ alel marîdı harac(haracun), ve men yutııllahe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), ve men yetevelle yuazzibhu azâben elîmâ(elîmen) : Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildirler.) Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.” (Fetih 48/17)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Resim----Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun): Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir. (Tevbe 9/71)

Sadece Habibullah Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e UY-mayı da EMR-ediyor:

قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
Resim----Kul atîullâhe ve atîur resûl(resûle), fe in tevellev fe innemâ aleyhi mâ hummile ve aleykum mâ hummiltum, ve in tutîûhu tehtedû, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu) : De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nûr 24/54)

مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ
Resim----Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi) : Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü'ne verdiği fey, Allah'a, Resûl'e, (ve Resûl'e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır.” (Haşr 59/7)

وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى
Resim----Ve mâ yentıku anil hevâ : O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.” (Necm 53/3)

إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى
Resim----İn huve illâ vahyun yûhâ: O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (Necm 53/4)

وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Resim----Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne) : Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.” (Nahl 16/64)

وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Resim----Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte ve atîûr resûle leallekum turhamûn (turhamûne) : Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz.” (Nûr 24/56)

ALLAH celle celâlihu, Habibullah Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ini övüyor:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim----Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne) :Seni de (ey Rasûlüm), ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Resim----Ve mâ erselnâke illâ kâffeten lin nâsi beşîren ve nezîren ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne) : (Ey Rasûlüm), biz, seni ancak bütün insanlara cenneti müjdeleyici, azabı haber verici olarak peygamber gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler (bunu tasdik etmezler).” (Sebe 34/28)

مَا أَنتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ
Resim----Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin) : Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.” (Kalem 68/2)

وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ
Resim----Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin) :Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.” (Kalem 68/3)

وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
Resim----Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin) : Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem 68/4)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim----Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren) : Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
Resim----Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ: Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.” (Duhâ 93/5)

وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
Resim----Ve refa’nâ leke zikrek(zikreke) : Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?” (İnşirâh 94/4) Bu âyetin tefsirinde deniyor ki:

Resim---- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: Allahü tealâ buyurdu ki: “Ben anıldıkça habibim sen de benimle birlikte anılmak suretiyle şânını yükselttim.”
(Ebu Ya'lâ, İbni Hibban)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Ayrıca ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e İMAN;
Nur 24/62; Hucurât 49/15; Hadid 57/7,19,21; Mücâdele 58/ 4-Saff 61/11 âyetlerinde bildirilmiştir.

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e birlikte itâat ise:
Âl-i İmrân 3/132; Nisâ 4/59,69,80; Mâide 5/92; Enfâl 8/1,20,46; Tevbe 9/71; Yûsuf 12/109; Nur24/52,54,56; Ahzâb 33/71; Muhammed 47/33; Feth 48/17; Hucûrat 49/14; Mücâdele 58/13; Tegâbûn 64/12. âyetlerinde bildirilmiştir.

Yine bakınız;

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim----Yâ eyyuhennebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn (mu'minîne) :Ey Peygamber, sana ve seni izleyen mü'minlere Allah yeter.” (Enfâl 8/64)

Âyetinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ey Habibi Edibim, Nebîm!... Sana ve sana uyanlara ALLAH yeter!...”

Enfâl 8/24 âyetinde ise şöyle buyurmaktadır.:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Resim----Yâ eyyuhellezîne âmenûstecîbû lillâhi ve lir resûli izâ deâkum limâ yuhyîkûm, va'lemû ennallâhe yehûlu beynel mer'i ve kalbihî ve ennehû ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne) :Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O'na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfâl 8/24)

Sizi dirilteceğinde, ÖZ-ünüzdeki AHDULLAH HABBE-sini aşikâr kılacağında ve Tevhid Tohumu meyvesini versin diye Tecellî Tarlasına ekeceğinde;
Siz de artık Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e icâbet (kabul etme, kabul edilme) edin ki sistemin Sahibi Subhân ALLAH (celle celâluhu)’ya hemen icâbet etmek imkânı bulabilesiniz...
ALLAH korusun, özünüzdeki enfüsünüzdeki Kudsî Emânete ihânet etmeyiniz!
Sadakat gösterin ki bu tohumun Hayat Tarlasındaki Ni’metlerinden yiyin, için ve ebedî hayat için de azık toplayın ve sakın âfâkınızdaki Ni’metullaha nankörlük ve zulmetmeyin!
Ve unutmayın ki;

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Resim----Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih(kelimâtihî), ve huves semîul alîm(alîmu) : Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.” (En’âm 6/115)
Buyurulmaktadır.

İÇteki EMÂNETe SADAKAT, DIŞtaki Nİ’METe ADÂLET, KULluğun ASLı ve Esasıdır.
Tevhidin temeli olan Tevhid Tecellîsine Şe’en Şehrinde ŞÂHİD OL-uştur...
Îmân ve itâat ancak ve ancak ALLAH (celle celâluhu)’nun ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in HAKK-ıdır.
Bu hüküm kesindir.

Bundan sonra ise, İbrâhim Aleyhisselâmın diliyle:

رَبِّ هَبْ لِي حُكْمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ
Resim----Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne) :"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;" (Şuarâ 26/83)

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِحِينَ
Resim----Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn (sâlihîne) :İman edip salih amellerde bulunanlar ise; elbette onları salihlerin arasına katacağız.” (Ankebût 29/9)

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL (celle celâluhu) biz kulları için ise;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ
Resim----Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne) :Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe 9/119)

Bu âyet-i celîledeki sadık olan zât ise;
Sözünde, Fiilinde, Ahlâkında ve Hâllerinde gerçekten Muhammedî olan KİŞİ-dir ki onu emniyet içinde tercih edip iltizâm edelim-lüzûmlu sayalım ve BİZ BİR-İZde beraber olalım.

Ham AKIllara ve Ham AKLına Kulluğu-Köleleği tercih edenleri DUY-up Uy-mayalım ve EMRullaha kulak verelim İnşaallah…

وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ
Resim----Ve izâ semiûllagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum selâmun aleykum lâ nebtegîl câhilîn (câhilîne) :'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp ettiklerimiz bizim, sizin yapıp ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler.” (Kasas 28/55)

Hakikatte hâl bu iken, hâlihazırda ise; “sâlih ve sadık şahsiyetleriz” diye ortaya çıkan ve halkı etrafına toplayıp; akıl, vicdan ve dine uymayan işler içinde olanları hayret ve dehşet içinde izliyoruz!...
Üç günlük Dünya Hayatı için neler söyleyip neler yaptırıyorlar!...
İtâat ancak ve ancak ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e ve Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e iken, mürîdine:
“Bana Teslimiyet-i Tamme ile teslim olacaksın, öyle ki Teneşir Tahtasındaki cenâze gibi...” diyor...
Diyor da sonra, ne mi oluyor?
Olmadık bir şey kalmıyor ki...
Kısacası halka hizmet müessesesi olan tasavvuf meclislerinin yerini halka külfet tüccarları işgal etti...
İşler karıştı gitti!...
Kör köre kandil tutuyor...
Uyuyan: “uyuyanı, uyandırıyorum!...” diyor...
Bana ne mi bundan?...
Benim yüreğim, Efendim sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin başına gelen hâllere yanıyor ve sadece hâlihazır zamânenin fotoğrafını çekip arz ediyorum!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.2.3. Zil-Zurna Sarhoşlar

Sünnetullahda; ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in bizim için ortaya koyduğu Hayatî Tavır ve Tarzında her varlık ÖZ-ünün EMRindedir.
Bu fakîr kardeşiniz, hayattaki “Kün feyekün” Küplerinin pek çoğuna daldırılıp çıkarıldı.
Sarhoşluğu ve içkiyi iyice bilirim.
Tasavvufta; iyi niyyet, ciddîyyet, samimîyet ve dürüstlük esastır.
Onun için beni bilenler bilir ki yıllarca kafa çektim, çile çektim.
Çile çekmek, halay çekmek değil ki can bu!.
Kader Kaderullah...
Ben hâlâ sokaklarda gördüğüm körkütük zom olmuş sarhoş insanlarla ilgilenir ve yardım ederim.
Onlar ki biçâre, zavallı ve perişândır.
Fakriyetin, Acziyetin, Zillet ve İlletin tümünü fiilen yaşadıklarını, aslında KULLUĞUN ESASI olan mahviyyet içinde olduklarını,
ciddîye alıp hiç kimsenin onları dinlemediklerini,
dönüp bakmadıklarını ve kimseyi kandıramadıklarını yakınen bilirim.

Kendim ise sarhoşların islâh ve iflâhları için dua ederim, hacı-hocalığımla, saçımla ve sakalımla HAKK celle celâluhu’nun HALKını kandırıp çarpmayayım diye RABB’ime sığınırım...
Ancak TEVHİD TEKEMMÜLÜ-nü bilenler bilir ki her çağla acıdır.
Zamanla gelen çileler, her canı olgunlaştırır.
Ondandır ki ancak CÂHİL-ler, portakal bahçesine girip yemyeşil portakal çağlasını dişleyip:
“Zehir zıkkımsın!...” diye taşlarlar.
Oysa KÂMİL-ler bilir ki her çağla hamdır ve hizmete, zamana, çileye ve duaya muhtaçtır.
Taşa ve sopaya ise asla!...

Kemâlâtın-Tekemmülün Formülü:

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in Mutlak HİDÂYET-i,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Şerefli ŞEFÂAT-i,
Allah Dostlarının Himâyetkâr HİMMET-i ve
O KUL-un ise; Fakîr, Âciz, Zelil ve Âlîl OL-uşunu AN-layıp göstereceği Muhammedî KUL-luk GAYRET-idir…

Onun için Sâlih bir KUL-un; İman, Amel, Ahlâk ve Halleri olarak o KUL:

Muhammedî KUL-luk GAYRET-ini BİL-irse
Kâmil PÎR’in HİMMET-ini BUL-ursa
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Şerefli ŞEFÂAT-inde OL-ursa

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in Mutlak HİDÂYET-ini Es Selâm ALLAH celle celâlihu SELÂM-ET-inde YAŞA-yacaktır İnşâallah…
İşte Şu AN da El Zâhir OL-AN ALLAH celle celâlihu nun cANlı ŞÂHİDi Şehadetinin ÖZ-üne KULun Kemâlât Tevhidi diyoruz.
RABB’imiz celle celâluhu BİZlere de nâsib buyursun İnşâallah…
Âmin!..

Azîz kardeşlerim!
Bilmem dikkat edebildiniz mi?
Dörtlü Sistem, Tevhid Tahtasının silinmez YAZIsı:
-ilâhe-İllâ-ALLAH...
Bizim sözlerimiz asla DAVA değildir, DÂVET de değildir, dostun dosta DUAsıdır.
Yararını alırsın, yaramazını iyi niyetimize bağışlarsın.
Daha güzelini ise İnşâallah sizler BİZ-e ikrâm edersiniz.
Sen, Ben, O, Biz; BİZ Muhammedîyiz.
HEP-imiz BİR-imiz, BİR-imiz HEP-imiz.
BİZ BİR-İZ..
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in Kerem Kevserinde BİZ-İZ
ALLAH celle celâlihu nun eL Kahharu’l- VÂHİDYYETİ-nde BİR-İZ..
Bu Çile ÇÖPlüğünde ve cAN ÇÖLünde de BİZ BİR-İZ İnşâallah...

Onun için;
DAVAmız yok ve DAVA,Hakk ALLAH celle celâlihu’nun TEVHİD DAVAsıdır...
DÂVETimiz yok ve DÂVET Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in TEBLİĞ DÂVETidir..
BİZ-e Düşen ise Muhammedî Hasbî Hizmette KULLUK DUASIdır İnşâallah…
Böyle OL-uş BİZ-e asla Üstünlük getirmez ancak, böyle OL-amayış kesin Resûlî SEVİYE-szilik, Alçaklık-DENAET içinde bırakarak ÖMRümüzü İKİlik ŞeY-t-AN-lığpına peşkeş çektirir

Onun için Muhammedî Tasavvufun ANA Yasasındandır ki:
“Kan et, Dava etme!...”

Sarhoşlar diyorduk...
İÇ-tiğinin EMR-ine GİR-enler.
Bir ufak içtiyse bir ufak gibi yürüyen, gülen ve işler işleyenler, öyle sallanıp, öyle ahkam kesen ve dediğim dedik diyenler ki bir büyük rakı içtiyse seyret gümbürtüyü.
İçtiği bir büyük, nasıl evini yaktırıp kahkaha attırıyor ve cümle cihâna seyre çıkarıp baktırıyor!.
Herşeyini esir alıp tüm ölçülere sığmayan işler işletiyor!.
Sadece insanoğlu mu?
Bir kediye, bir kanaryaya, bir file içirin, her şey cüssesi kadar...
Bir damla, bir kaşık, bir fıçı.
Sonuç hep aynı: Hepsi sarhoş oluyorlar...
Olması gerekeni değil de içtiğinin işini işliyorlar!...

Kalbi, Muhammedî Muhabbet Mâbedi olan Kudsî Âşıklar bilir ki bunların da üzerimizdeki hakları vardır ve ayıkmalarına Hasbî Hizmettir.
Yiğitlik; taşlayıp, haşlamak değil de Hasbî Hizmete başlamaktır.
Gerisi ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e kalır.
Hayatın hırçın sokaklarındaki gaflet sarhoşları, umut ufkunun zavallı ve câhil uyurgezerleri; dalalete düşen düşkünler!

Ve özlerinde uyuyan, İhânet Karanlığında ışığa hasret kalan kardeşlerim!.
Ey muhabbet fedâileri, sizler için: Rahmeti gazabını geçen RABB’ımızdan hidâyet diliyorum!.
Rahmetenli’l-âlemin olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’den şefâat diliyorum.
Muhammedî Merhametin ve Muhabbetin Mümessili ve vârisi olan Âşıkların, hak ve hayr üzere himmetlerini diliyorum...

ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL kullarına karşı gayretkeştir.
Ben de Muhammedî gayretkeşim.
Sizler için gayret diliyorum.
Âcizâne, arza çabaladığım bu üç sınıf ki zifiri, karanlık ve loş insanlar.
Işığa hasret potansiyel Muhammedîler...
Rıza Rahmetine hasret yaşayanlar, Rahmetullahı tez BULun İnşâallah!..

Azîz Kardeşlerim!
Kalb Gözümüz çalışmazsa Kafa Gözümüz bizi şaşırtır, hatta düşürür bile!...
Sahih-i Buhârî Şerhinde de gördüğüm bir hadis-i şerîften anladığımı aktarayım.
Adı Abdullah olan bir sahabi hep şarab içiyor.
Ne var ki bu zâtı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok seviyor ve meclisine gelince hürmet edip muhabbet gösteriyor.
Bu zât Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i dişleri görülürcesine güldürebilen çok nüktedân zeki birisidir.
Bir gün sırtında bir yağ tulumu ve elinde sımsıcak ekmeklerle geliyor:
“Yâ Rasûlullah sana ve ashabına yağ getirdim!...” diyor.
Afiyetle yeniyor.
Başka bir gün sırtında bir tulum bal ve sıcak ekmeklerle geliyor.Afiyetle yeniliyor.
Birkaç gün sonra ise yanında iki kişi, süklüm püklüm bir hâlde Meclis-i Muhammed’e girip:
“Yâ Rasûlullah bu adam yağının; şu ise balının, parasını istiyor...” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öyle içten gülüyor ki mübârek dişleri gözüküyor.
Ve derhâl; o kimselerin parasını kendi parasından ödetiyor.
İşte bu Abdullah, sık sık içki içiyor diye Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şikâyet ediliyor.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “Şer’î uygulayın!...” buyuruyor ve dayak atılıyor.
Ömer (radiyallahu anhu): “Allah (celle celâluhu) Abdullah’a lânet...” derken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in alnındaki meşhur damar kabarıyor, doğruluyor ve:
“Sus öyle söyleme Yâ Ömer! Vallahi ben Abdullah’ın kalbinde Allah ve Rasûlullah sevgisinden başka bir şey bulamıyorum!...” buyuruyor.

İlk melâmî bu Abdullah (radiallahu anhu)’dur.
Zâhirî, Bâtınını öylesine gizlemiş; kabı, kalbini öyle kamufle etmiş ki Ömer’ül Faruk (radiallahu anhu) gibi bir zât bile girip çözememiştir...

Bir başkası, İmâm-ı Azam Ebu Hanife (radiyallahu anhu) Efendimiz;
Ulu İmâm, ömrünün son yıllarında geceleri evinde, eser bırakmaya çalışıyor; durmadan yazıyor ve ümmet-i Muhammed’e hasbî hizmete çabalıyor.
Ancak bir kimse var ki her akşam hava karardı mı, meyhâneye gidiyor, küpünü şarapla doldurup imâmın penceresinin önüne dikilip başlıyor küfretmeye:
“Ey imâm, sana şöyle ederim, böyle ederim!” deyip ağzına geleni söylüyor.
Günler geçiyor, aylar geçiyor çıkıp da bu kimseye tek kelime söylemiyor ve söyletmiyor.
Ne var ki bir gün İmâmın etrafındakiler erken davranıp inzibatlara karakola çektiriyorlar.
Akşam oluyor zaman geçiyor ama kimse yok.
İmâm bekleyip, gelmeyince dışarı çıkıyor ve çocuklara:
“Çocuklar benim bülbül gelmedi nerde kaldı ?...” diye sorunca çocuklar:
“Dede, ona karakolda falaka dayağı atıyorlar” dediklerinde yalın ayak, baş kabak koşuyor karakola.
Varsa ki dayak deminde ve canhıraş bağırıyor ama çâresiz.
İmâm-ı Azam: “Neden dövüyorsunuz, ben şikâyet ettim mi, size ne? Bırakın adamımı!...” deyince bırakıyorlar.
Tabiki İmâm-ı Azam bu, fetvâ sahibi. İtiraz edilemezdi.
İmâm çıkıyor, adam da çıkıyor karakoldan.
Çıkıyor çıkmasına da bizimkisi hemen meyhâneye koşuyor yarım kalan küpünü şarapla doldurup her zamanki yerine, İmâm-ı Azam’ın penceresinin önüne; dikilip, verip veriştiriyor içeriye makas görmemiş küfürlerle.
Yaşlı ve yorgun imâmımız yavaş yavaş geliyor arkadan baksa ki hâl bu hâl; ellerini bağlayıp kıyamda beklemeye başlıyor.
Biraz sonra adamcağız dönüp de bu hâlini görünce:
“Sen ne biçim insansın, ben sana neler söylüyorum; sen ise, gelip beni kurtarıyorsun ve şimdi ise kıyam duruyorsun!” diyor.
İmâm-ı Azam: “ Sen benim efendimsin, velîyy-i nimetimsin, ben sana bakar da seni böyle, beni böyle kılan RABB’ime şükrederim.
Seni ibret sahnesinde, beni ise hikmet sahnesinde oynatana hamd ederim!...Ben sana bakar da saçlarımı tararım!...” der.
İşte o zaman bizim sarhoşun içindeki şarab, gözlerinden boşanmaya başlar.
Ayaklarına kapanıp af diler.
İmâmımız ise “Kalk oğlum kalk uyandığına şükredelim affın kapısı ALLAH (celle celâluhu)’nundur!...” demiştir.
diyorum...

İşte sarhoşluk ve ayıklık...

Kul İhvâni sözün kes
Can dediğin bir nefes
Bir nefeslik nâsibin
Gün gelir bulur herkes
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.2.4. Ayıklar

Şöyle DÜŞÜnelim ve ANLAmaya çalışalım:
Bir odada; Uyuyan, Uyurgezer ve Zilzurna Sarhoş üç kişi var...
Herkes hâliyle hoş ve işinin başında...
Aklı gerçekten başında uyanık ve Ayık olan ise SEN-sin ve seyircisin.
Bu üç kişi, bu hâlleriyle muhatabın değiller.
Bütün soruların havada kalır.
Övgülerin ve yergilerin sana geri döner.
Boşa kürek çekersin.
Onların gerçek ihtiyaçları; şu andaki hâllerinden özlerinin kurtarılması, uyarılması ve muhatab hâle getirilmeleridir.
Uykunun ve içilenin etkisi kalkınca uyuyan ve uyurgezer uyanır, sarhoş ayıkır ve muhatab hâline gelirler.
Şimdi Sohbet Sofrasını ser artık.
Konuşan, dinleyen ve konuşulan bir mecliste.
Ayıkanlar senin SÖZ-ünü mutlaka duyar.
Çocuksa çocukça duyar ama büyüyecektir.
Deliyse delice duyar ama akıllanacaktır.
Günâhkarsa arınacak; zâlimse, âdil; kâfirse, müslim ve Nemrudsa, uyanınca İbrâhim (Aleyhi’s-Selâm) gibi olacaktır.
Çünkü “ Lâ İlâhe” si “ illâ Allah” la buluşmuştur...
Tevhid tecellî etmiş, gece gündüze dönmüş ve maksad hasıl olmuştur.
Bu hususu çok iyi anlamak lâzım...

Aynı kimse, bir saniyede nar iken nura dönüşüyor ve aynı yerde... Bir misâl; RABB’ımız Teâlâ (celle celâluhu)’dan:

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ

Resim--- “Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne) : Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır.”(Âl-i İmrân 3/133)

Bu âyet-i kerîme inzâl olduğunda Bizanslı bir sefir Medine’ye İslâmiyeti incelemek üzere gelmişdi.
Bu âyeti duyunca hayret edip Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gidip soruyor:
“Yâ Muhammed! Sen müslümanları öyle bir cennete çağırıyorsun ki o cennet yerden göklere kadar her yeri kaplıyor... Peki, cehennem nereye gitti?...” deyince...
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Fe Subhânallah, ben güneş doğdu diyorum, sen ise gece nereye gitti diyorsun!” buyuruyor...
(Fahreddin Razi; Tefsir-i Kebir-Mefatihu'l- Gayb Âl-i İmrân 3/133 Âyet-i tefsiri)

İşte bu husus, Tasavvufun Temelidir.
Kişinin özündeki nur-u Muhammed Pirizine, Tevhid Fişi takıldığında Gönül Güneşi doğar ve gecesi gündüz olur.
Karanlık kalb nura gark olur.
Ezelî, Ebedî ve İlâhî Nura kavuşur...
Tüm letâifler çalışır; gözler görür, kulaklar duyar kalbler anlar ve akıllar rüşde erip aşk civânı olur!
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu; Tevhidi, Tebliği, Tenziri, Tebşiri Ve Bunlara Şâhid OL-uşu TECELLÎ eder...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.3. İLİM – İRADE - İDRAK VE İŞTİRAK

Dinimizle, Dünyamızla ve Âhiretimizle ilgili her işte geçerli olan tasavvufî bir kuralı iyice anlamamız lâzımdır ki gerçekten Tahkikî Tevhide kavuşup onu FİİLEN YAŞA-yabilelim...

İLİM, İRADE, İDRAK VE İŞTİRAK TEVHİDİ:

1.3.1. İLİM

Resim

Bilmek, bilgi, bilim anlamındadır.
Bütünsel ve kişiselleri gerçek yönüyle kavrayıştır.
Bilgisizlik olan cehlin zıddıdır.
Âlim, allâme, ma’lûm, ma’lûmât, muallim de türevleridir.
El Alîm ve El Alîm (celle celâluhu) ism-i şerîfleri mutlak anlamda ALLAH (celle celâluhu)’yâ aittir.
Âlim, âlamet de bu köktendir.

El Alîm : Hakkıyla mutlak bilen. İlmi; evvel-âhir-zâhir-bâtın olan. Mutlak bilici olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Âlim : Çok bilgin, ilminin gereği herşeyi bilici olan. İlmin mutlak sahibi. İlmin mutlak sahibi olan ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL.
El Alîm (mutlak bilen), ilm kökünden mübâlâğa sıfat olup hakkıyla bilendir. Kur'ân-ı Kerîm'de 153 yerde geçmekte ve daha çok Hakîm, Semî', Vâsi', Azîz, Habîr, Kadîr, Halîm, Şâkir ve Fettâh isimleriyle birlikte kullanılmıştır.
El Âlim (bilen) gayb kelimesine muzaf (tamlayan) olarak, El Allâm (çok bilen, yegâne bilen) ise guyûb kelimesine tamlayan ve baglı olarak kullanılıp tek başlarına birer isim olarak ALLAH-U ZÜ'L-CELÂL'e nisbet edilerek kullanılmamışlardır.


Âlime : Bilmek. Hakikatını idrak etmek. Anlamak. Tanımak.
E'leme : Öğretmek. Bildimek.
Tealleme : Öğrenmek. Kültürlü olmak.
Âlem : Âlem.Yaratık katmanları.
Alîm : Âlim, çok bilen kişi.
Ülâmâ : Ülemâ, çok âlim kişi.
İlm : İlim, cehâletin zıttı. Bir şey'in hakikatını anlama, bilme. Mârifet. Yakîn.
İlmin çeşitli teknik kazanımları olan irfân, fıkh, şuûr, itkân da kendi sahalarında bilmek demektir.
İlim umumîdir. İrfân ise hususîdir...


Kur’ân-ı Kerîm’de ilim türevi kelimeler 750 yerde geçmektedir.

Kur’ânda ilim, ilâhî bilgi veya vahy anlamındadır;

فَتَعَالَى اللَّهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْمًا
Resim ---“Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ(ılmen) :Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim, benim ilmimi artır" de.”
(Tâ-Hâ: 20/114)

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ
Resim ---“Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi) :Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler."
(Zümer: 39/9)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قِيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللَّهُ لَكُمْ وَإِذَا قِيلَ انشُزُوا فَانشُزُوا يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
Resim ---“Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kîle lekum tefessehû fîl mecâlisi fefsehû yefsehıllâhu lekum, ve izâ kîlenşuzû fenşuzû yerfeillahullezîne âmenû minkum vellezîne ûtûl ilme derecât(derecâtin), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun) :Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.”
(Mücadele: 58/11)

وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Resim ---“Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun): İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak âlim olanlar 'içleri titreyerek korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır: 35/28)

Kendilerine ilim verilenler, verilen bu bilginin doğruluğuna inanırlardı (Bakara 2/145; Âl-i İmrân 3/19; İsrâ 17/107 bknz.).

İlâhî gerçeğin ne olduğu konusunda câhilce tartışanların düştüğü kötü durum (En’âm 6/108; Hac 22/3; Rum 30/29 bknz.).

İlimsiz zanlarına uyanlar (Necm 53/28 bknz.).

Gerçeği; ilme’l-yakînle (kesin ilimle), ayne’l-yakînle (müşahede), hakka’l-yâkînle (yaşayarak) bilecekleri (Vâkıa 56/95; Hakka 69/51;Tekâsür 102/5,7bknz.).

Her nefs ne gönderdiyse kıyâmette bileceği (Tekvîr 8/112-14 bknz.).

İlmin kemâli HAKK Teâlâ’dadır.
Bize lâzım ve lâyık OL-AN İlmullah açık-seçik Kelâmullahla Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem e BİLdirilmiş ve BİZ e TEBLİĞ edilmiştir hamdolsun..

Her ilim sahibinin üzerinde daha fazla bilgi sahibi başka bir âlim vardır (Âl-i İmrân 3/7; Yûsuf 12/76 bkz.).

Âlimlerin, akledip ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e saygı duyanlar olduğu (Ankebût 29/35; Rum 30/22;Fâtır 35/28 bknz.).

Bilenle bilmeyenlerin kesinlikle bir olmayacağı (Zümer 39/9 bkz.).

RABB’im, ilmimi artır! (Kehf 20/114 bkz.).

Kur’ân, ALLAH’dan gelen bilgidir. (Bakara 2/120,145; Ra’d 13/37 bknz.)..

Hadis-i şerîflerde de islâmî değerler ve sisteminin devâmlılığının ilme bağlı olduğu; ilmin nâfile ibâdetten de üstün olduğu bildirilmiştir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ Eba Zer! Gidip ALLAH’ın kitâbından bir âyet öğrenmen senin için yüz rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır. Amel edilsin veya edilmesin ilmî bir konuyu öğrenmen ise, senin için bin rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Ebi Zer (radiyallahu anhu)’dan İbn Mâce hâsen isnadla)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir."

Resim---Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler."
(Ebû Ümâme radıyallahu anh'den; Tirmizî, İlim 19)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir."
( Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ'tisâm 10; Müslim, İmâre 175, Zekât 98, 100. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 4; İbni Mâce, Mukaddime 17.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir:
Allah'ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;
Allah'ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse."

(Abdullah İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Zühd 2.)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir."
(Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh'den; Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15.)

Hidayet, Allah'ın doğru yolunu bulma ve o yola girme anlamlarına gelir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu hassas HİDAYET konusunu güzel bir benzetmeyle bize açıklamıştır.
Ölü toprağı dirilten yağmur ne ise, gökten gelen Allah'ın vahyi de insanları diriltmekle aynen o “Su” gibidir.
Yeryüzünün bazı kesimlerindeki topraklar verimli olup, çok güzel meyve, sebze ve ağaçlar bitirir ve insanlar onlardan istifade eder.
Dinin emirlerinden faydalanıp başkalarını da faydalandıran mü'min bu araziye bu toprağa benzetilmiştir.
Yine killi ve taşlık arazilerde de su birikir ve oralar havuz vazifesi görür, o sudan insanlar ve hayvanlar istifade ederler.
İkinci grup buna benzetilmiştir. İslamı kabul etmeyip ne kendisine ne de başkalarına faydası olmayan kâfir insanlar da çöl ve kaypak araziye benzetilmiştir.
İnsanlar ve mü'minler de toprak ve madenler gibi çeşit çeşittir.
Faydalı olanı, faydasız olanı vardır.
Bizler ilim, yani dinimizi öğrenmeye ve onu başkalarına öğretmeye gayret etmeliyiz, bu hadis bizi buna teşvik etmektedir.

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Ben sadece tebliğ ediciyim, hidayet ve iman Allah'tandır. Ben sadece taksim ediciyim, rızık veren Allah'tır"
(Celalettin-i Suyuti,, Câmiü's-Sağir, 2:64)

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz."
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14.)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ben halkı Allah yoluna davet eden ve Allah'ın emirlerini insanlara ulaştıran olarak gönderildim. Hidayet konusunda elimden bir şey gelmez. Şeytan da Allah'ın yasak kıldığı şeyleri süslü olarak gösterici olarak yaratılmıştır, dalalet hususunda elinden bir şey gelmez."
(Celalettin-i Suyuti, Camiü's-Sağir, 2:196)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ey insanlar! Sözlerin en doğrusu Allah'ın kitabı, en sağlam tutunacak kulp ise Kelime-i şahadettir. En hayırlı millet İbrahim'in (as) milletidir. Yolların en hayırlısı Muhammed'in (s.a.v.) yoludur. Sözlerin en değerlisi Allah'ı zikretmektir. Kıssaların en güzeli Kur'an'dır. Amellerin en hayırlısı farz amellerdir. İşlerin en şerli olanı da farz ve sünnetlerin yerine konulan sonradan uydurma adetler olan bid'alardır. Davetlerin en güzeli peygamberin irşadıdır. Ölümlerin en şereflisi şehit olarak ölmektir. Körlüğün en kötü olanı da hidayetten sonra dalalete sülûk etmektir. İlmin en iyisi faydalanılan ilimdir."
(Celalettin-i Suyuti, Camiü's-Sağir, 1:435)

Hidayet elbette MUTLAK Anlamda ALLAH celle celâlihu ya aittir:

إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Resim ---“İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’ (yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn (muhtedîne) : (Ey Rasûlüm), doğrusu sen, her sevdiğine hidayet veremezsin (onu İslâm’a sokamazsın, ancak tebliğ yaparsın.) Fakat Allah, dilediği kimseye hidayet verir ve hidayete kavuşacak olanları, O, daha iyi bilir.”
(Kasas: 28/56)

Her KUL ise Fıtaraten TEVHİDi TERCİHte Özgürdür ve AKILlar NAKİLle ve İMKANla İMTİHANdadır:

وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَى عَلَى الْهُدَى فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Resim ---“Ve emmâ semûdu fe hedeynâhum festehabbûl amâ alel hudâ fe ehazethum sâıkatul azâbil hûni bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne) : Semud'a gelince; Biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazandıkları şeyler yüzünden onları alçaltıcı azabın yıldırımı yakalayıverdi.”
(Fussılet: 41/17)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Muhammedî İLİM ve Ehl-i Beytî aleyhumusselâm EDEBiyle Hasbî Hizmetin önemi:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki, Cenâb–ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidâyete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır."

(Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den; Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 34.)

Muhammedî ŞUURu BİLmiş
Muhammedî NÛRu BULmuş
Muhammedî SüRURda Olmuş
Muhammedî O-NURu YAŞAmakta olan SIDDIK ve ÂDİL bir Muhammedî KULun;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in Yüce Adına, Hesabına ve ŞEREFine Sebebsiz, Bedelsiz ve Asla Katışık Yapmadan, Hasbî Hizmeçiliğini TERCİH edip UYgulaması
BİZce Yaratılış SEBEBimizdir İnşaallah…

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur."

(İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den; Tirmizî, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 18; Menâsik 76.)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:
"Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur'an'dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız. İsrailoğulları (nın ibretli kıssaları)ndan da haber verebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim bile bile bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın."

(Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ'dan; Buhârî, Enbiyâ 50. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 13.)

ALLAH celle celâlihu için-LİVECHİLLAH İLİM tahsili ve İLİM Öğretmenin ÖNemi:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim İLİM tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır."

(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Müslim, Zikr 39. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, Kur'ân 10, İlim 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka–i câriye, istifade edilen İLİM, kendisine dua eden hayırlı evlat."

(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.)

Akıllarımızın İKİlik ŞEY-t-AN-lığı ÇELdiricisi OL-AN şu Yalan Dünyanın ise gerçekten bir Eğlence ve Oyun Bahçesi olduğunu ALLAH celle celâlihu bildirmiştir:

إِنَّمَا الحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ أُجُورَكُمْ وَلَا يَسْأَلْكُمْ أَمْوَالَكُمْ
Resim---İnnemel hayâtud dunyâ laibun ve lehv(lehvun), ve in tu’minû ve tettekû yu’tikum ucûrekum ve lâ yes’elkum emvâlekum: Doğrusu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve sakınırsanız Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden mallarınızı (tamamen sarfetmenizi) istemez.”
(Muhammed 47/36)

Bu Yanıltıcı Sanal Âlemden Çile Çöplüğünden Hidâyetullah ile Selâmetullaha geçişte Müstesna olanları Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ne güzel Tebşir etmekte:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle, İLİM öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır."

(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 3.

Hayatın binlerce Uzun ve İmkansız EMELleri içinden İLİM Tâlim ve Terbiyesi Elde Etme YOLunu Tercih edenTÂLEB Edicilerin ÖZ YOLlarının ASLI ve HASLı ise:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:"İLİM tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır."
(Enes radıyallahu anh'den; Tirmizî, İlim 2.)

Resim--- Ebü'd–Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:
"Bir kimse, İLİM elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için İLİM öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur."

(Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. Buhârî, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 17.Bkz. Ahzab: 33/56; İsra: 17/44; Hadid: 57/1, Haşr: 59/1, Saff: 61/1.)

İlim sahibi Âlim Oluşun Sorumluluğu da gerçekten büyüktür:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur."
(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Tirmizî, İlim 3. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 9; İbni Mâce, Mukaddime 24.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kim yanındaki ilmi gizlerse, Kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.”

(Tirmizî, ilim, 3, H. No: 2649, V, 29, İbn Mâce, Mukaddime, 24; İmâm Ahmed, Müsned V-269)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim kendisinde Allah'ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz."

(Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den; Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23.)

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar."

(Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ; Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8.)

Bilerek bilmeyerek Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in sırat-ı Mustakîm Yolunda, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi sollayıp geçen Şucu-Bucu Câhillerin İlmullah İlmini nasıl yok ettiği ve Ed DALAL celle celâlihu Mazharı olduğu Saparak Saptırdığı ve Sonuçları ise:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Allah Teâlâ, İLMi kullardan soymak suretiyle çekip almaz. Ancak ilmi, âlimleri almak suretiyle ortadan kaldırır. Allah hiçbir âlim bırakmayınca da, insanlar bir takım cahil başlar edinirler ve onlara sorular sorarlar, onlar da ilimsiz fetva verirler. Bu yüzden de hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar."
(Buhari, İlim, 34; Müslim, İlim, 13, 14; Müsned, 2/162)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Âhir zamanda bir kavim ortaya çıkar. Cahiller başa geçerek insanlara fetvâ verirler. Böylece hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar."
(Buhari, İlim, 34; Müslim, İlim, 13Tirmizi, İlim, 5)

İLMinden FAYDA sağlamayan AHMAKlar için:

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Allâhümme innî eûzü bike mine’l–aczi ve’l–keseli ve’l–buhli ve’l–heremi ve azâbi’l–kabr. Allâhümme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ: Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”
(Zeyd İbni Erkam’dan ; Müslim, Zikir 73. Ayrıca bk. Nesâî, İstiâze 13, 65.)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Kötü âlimler kıyamet günü getirilir, cehennem ateşine atılır. Her biri, cehennemde bir kamış ile değirmen döndüren merkeb gibi dolaşır durur. Ona: "Vay sana, biz seninle doğru yolu bulmuştuk, bu halin de ne?" diye sorarlar. O da der ki: "Ben, sizi nehyettiğim şeyleri tutmaz aksini yapardım."
(el- Hindi, Kenzu’l-ummal, 10/29097)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Dinin felaketine yol açan üç sebeb vardır: Günahkâr fıkıh âlimi, zâlim devlet başkanı ve cahil müctehiddir."
(Feyzü’l-kadir, 1/52)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Ümmetimin aleyhine korktuğumuz şeylerin en korkuncu, her dili bilen münafıktır."
(Müsned, 1/22, 44)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Ümmetimin aleyhine korktuğumun en korkuncu, saptırıcı liderlerdir."
(İbn Mace, Fiten, 9; Müsned, 6/441)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: “Kıyamet gününde insanların en şiddetli azab çekeni, Allah'ın ilmiyle kendisine bir menfaat vermediği âlimdir."
(Kenzu’l-ummal, 10/29099)

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Her kim Allah'tan başkası için ilim elde ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın."
(Tirmizi, İlim, 6 )

Resim--- Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"İlim amelden hayırlıdır, dinin kuvvetlenmesi ise, takva iledir. Âlim, az da olsa ilmiyle amel edendir."
(Kenzu’l-ummal, 10/28657)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Oysa Muhteşem Muhammedî Fâkıh için bakınız buyrulana:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem:"Size mükemmel bir fıkıh âlimini haber vereyim mi? Allah'ın rahmetinden insanların ümidini kesmeyen ve merhametinden onları ümitsizliğe götürmeyen, Allah'ın tuzağından onları emin kılmayan ve dünyaya rağbet için Kur'ân'ı bırakmayan kimsedir. Haberiniz olsun anlaşılmayan bir ibadette, üzerinde düşünülmeyen ilimde hayır yoktur."
(Kenzu’l-ummal, 10/28943; Darimi, Mukaddime, 29)

İlmin yok olmayacağı, ülemânın zevâl bulacağı (Müslim, İlim 14 bkz.).

Bilginlerin azalması veya yok olmasının İslâm ümmetinin istikâmeti ve âkıbeti için çok kötü sonuçlar doğuracağı (İbn Mâce, Fiten 26 bkz.).

Âlimlerin; Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in, Kur'ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt aleyhumusselâm EDEBinde VELÂYET vârisleri OL-duğu:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Âlimler-peygamberlerin vârisleridir."
(Buharî, ilim, 10; Ebû Davud, ilim,3; İbn Mâce, Mukaddime 17)

İlmiyle âmil olma (Müslim, Zikr ve’d- Duhâ 73; İbn Mâce, Edeb 28 bkz.).

Erdemli bilginlerin gökteki yıldızlar gibi olduğu(İmâm-ı Ahmed, Müsned III-157 bkz.) bildirilmiştir.

İLMi ancak ve ancak kadir kıymetini BİLen EHLine öğretmek hususunda:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İlim öğrenmek her müslümana farzdır. İlmi, ehli olmayana öğretmek, domuzların boyunlarına cevher, inci ve altın takmaya benzer...” buyurdu.
(Enes İbni Mâlik (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce ve diğerleri)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ Eba Zer! Gidip ALLAH’ın kitâbından bir âyet öğrenmen senin için yüz rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır. Amel edilsin veya edilmesin ilmî bir konuyu öğrenmen ise, senin için bin rekat nâfile namaz kılmandan daha hayırlıdır.” buyurdu.
(Ebi Zer (radiyallahu anhu)’dan İbn Mâce hâsen isnadla)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH (celle celâluhu)’nun benimle birlikte göndertiği hidâyet ve ilim yere yağan yağmura benzer. Bu yerin bir bölümü güzel, verimli, suyu emer, otlar ve bitkiler bitirir. Bir kısmı da çorak arazidir ki hiçbir şey bitmez (ama) suyu tutar. ALLAH (celle celâluhu) bu toprakla insanlara yarar sağlar. İnsanlar ondan sularını alırlar. Hayvanlarını ve tarlalarını sularlar. Bazı yerlere de yağmur yağar ama orası suyu tutmaz. Yağan yağmur akar gider. Bir şey de bitirmez. İşte bu; ALLAH (celle celâluhu)’nun dinini öğrenip ve ALLAH (celle celâluhu)’nun benim vasıtamla göndertiğinden yararlanıp da hem öğrenen hem de öğreten bir kişiyle buna kulak asmayan ve ALLAH (celle celâluhu)’nun benimle göndertiği hidâyeti kabul etmeyen kişiye benzer.” buyurmuştur.
(Ebu Musa (radiyallahu anhu)’dan Buhârî ve Müslim)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsan ölünce amellerinin sevâbı kesilir. Ancak şu üç amelinin sevâbı devâm eder. Verdiği sadaka-i câriye veya (bıraktığı) faydalanılan ilim veya (yetiştirdiği) kendisine dua eden sâlih evlâd.” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (radiyallahu anhu)’dan Müslim ve diğerleri)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâmı anlayan (fıkh eden, ilm eden) bir kişi, şeytâna karşı bin abidden (anlamadan ibâdetle meşgul olan kişi) daha üstündür.” buyurmuştur.
(İbn Abbas (radiyallahu anhu)’dan Tirmizî, İbn Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’ım! Faydasız ilimden, huşû’ duymayan (Sana tazim etmeyen) kalbden, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.” buyurmuştur.
(Zeyd İbn Erkam (radiyallahu anhu)’dan Müslim, Tirmizî, Nesâî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Âlimlere öğünmek ve câhillerle mücâdele etmek veya (ilmiyle) insanların teveccühünü kazanmak amacıyla ilim tahsil eden kişi cehennemdedir.” buyurmuştur.
(İbn ömer (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir kimse ALLAH (celle celâluhu)’nun insanlara yararlı kılacağı dini bir meseleyi (dini işleri) gizler, onu söylemezse, kıyâmet gününde ALLAH (celle celâluhu) o kimseye ateşten bir gem vurur.” buyurmuştur
(Ebi Saîd El Hudri (radiyallahu anhu) dan İbn Mâce)

Bu hadis-i şerîf de bizi ilgilendirmektedir.
Karınca kaderince anladığımızı arz ediyoruz.
Kusurumuzu affedersiniz.
Biz ciddî ve samîmi ashabız.
Kardeşiz, arkadaşız.
Muhammedîyiz hamd olsun...

Muhammedî hasbî Hizmet SAHABEliği-Arkadaşlığı en HAYRlı OL-AN-ıdır hamdolsun:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Yâ Rasûlullah! Hangi arkadaşlarımız daha hayırlıdır?” diye soran İbn Abbas (radiyallahu anhu)’ya: “ Görülmesi size ALLAH (celle celâluhu)’ı hatırlatan, konuşması Bilginizi (İLMinizi) artıran, yaptığı amel size âhireti andıran kimselerdir.” buyurdu.
(İbn Abbas (radiyallahu anhu)’dan Ebu Ya’lâ).

İşte biz böyle arkadaşlarız İnşâallah...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Sevgili can kardeşlerimiz,
Pâk düşünce ve inanaçlar ancak ve ancak AY Yüreklerde IŞIKlanrı-NURlanır İnşaallah...


İslâm Dini ve Şerîatı, kendine lâzım ve lâyık olan ilimleri çeşitli dallarda doğurup geliştirmiştir.
Tefsir usûlünün pek çok dalları vardır.
Hadis İlmi...

Fıkıh İlmi ki İmâm-ı Azam’ın: “Bir kimsenin hak ve sorumluluklarını bilmesi” diye târif ettiği ilim.

İlm-i kelâm...
Bazı Sûfîlerce:
İlim; irfândır, mârifettir.
“Âlim kâl (söz) ilmiyle, Ârif hâl ilmiyle uğraşır.” derler...
Derler de “ İlimsiz irfân nasıl olacakmış?” buna cevâb veremezler...
Tasavvuf bir bütündür. Bir bedendir...
El, ayaktan değerli olamaz!...
İLiM-EDeB-İRFaN-ERKaN…
ASL OL-AN budur İnşaallah..

Şer’î (naklî ve dinî) İlimler:
Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelâm ve Tasavvuf İlimleri.
Usûl ilmi ise: tefsir, hadis ve fıkhı usûlünce (ilmî ilke ve metodoloji içinde) inceleyen disiplinin adıdır.

Aklî İlimler:
Nazarî (teorik) aklî ilimler: İlâhiyat (metafizik), riyâzât (matematik), tabiat (fizik) vs. amelî (prâtik) aklî ilimler: Ahlâk ilmi, siyâset v.s.


İmâm-ı Alî (kerremullahi veche):
“İlim bir nokta idi, onu câhiller çoğalttı!..” ve yine:
“İlim, besmelenin “be” harfinin altındaki noktadır...”
buyurması İLMin menşe’inin yüceliğine işârettir...

Gerçekten, TASAVVUF-ta ve TEKNİK-te NOKTA: Esâs, Asıl, Ana ve Temeldir.

NOKTAnın HAREKETinden DOĞRU (Hat: Sırât-ı Müstakîm),
DOĞRUnun hareketinden DÜZLEM (Satıh-Yüzey),
DÜZLEMin hareketinden ise HACİM DOĞar (3 boyut: Cisim-Madde)
NOKTA İLK ve ANAdır.

NOKTAnın HAREKEsinden HARFler,
HARFlerin HAREKEsinden KELİMEler,
KELİMElerin HAREKEsinden CÜMLEler DOĞar (3 boyut: İsim-Mânâ)

Arapça’da “Elif” birinci şahsın fiildeki çekim zamiridir.
Besmelenin başındaki “Be” harfinin çıkıntısında gizlenmiştir.
“Ben, ALLAH (celle celâluhu) ismi ile (başlıyorum)...” demek olduğu aşikârdır.
Ve Ahadiyyetî, Ulûhiyyetî, Vahdaniyyetî ve Rübûbiyyetî ile Dâim, Kaim ve Hayy olan ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL var...
İlk halk edilen (NOKTA) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ruhu (ÖZ-ü) dür.
Bu ÖZ ise besmelenin “Be” sinin noktası mesabesindedir.
Öyle bir Sabit Nokta ki tüm özlerimizde nümûnesi mevcûddur ve öyle bir nokta ki harekete geçirildiği anda herşey ondan doğar ve neticelenir.
AYaN-ı SABİT denilen Hulâsa..
İnsanî İlmin ilk kaynağı bu NOKTAdadır.

Zâhirde fiilin zamiri gibi olan Elif, Bâtında Ulûhiyyet Varlığına delildir.
Kyam Kıymeti Elif ise ASIL ve ASİL bir HARFtir.
Müstakil olup kimseyle birleşmez.
Ne var ki ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL, mahlûkatı (varlığı) var etmeyi Kaza, Kader, İrade ve Dilemesi (Meşiyyeti) ile Celâlden Cemâle; Âzamet (zâhirî) ve Kudretten (bâtınî) ref’et ve merhâmete; Vahdaniyyetten, Ünsiyyet ve Ülfet’e tenezzül buyurunca...
Elif, Be’ye “ bast” eyleyip-açılıp genişleyerek, zuhurata sebeb olarak Merhamet ve Muhabbet Kanatlarını sermiştir.
Her varlık buna Muhtaç ve Mecburdur.
İNSAN ise Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkumdur.
Fakîr, Âciz, Zelil ve Âlîl (yok olucu) nesne; var olmak için, elbette “VAR EDEN” in muhabbetine ve merhametine muhtaç ve mecbur kalacaktır.
İnsan AKLı ise er-geç Fakîr, Âciz, Zelil ve Âlîl OL-AN KULLUK Sıfatlarıyla HAKK ALLAH celle celâlihu nun VARlığından Geçici, İzafî ve gölge VAR-lık Sahibi olduğunu ve HAKK Teâlâ’ya Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkum OL-duğunu Anlayacaktır..

Gizli Elif’in bağrında doğan Be’ nin sinesindeki “Sîn” harfi üç dişli olup ALLAHÎ (İlâhî) sırdır. Sîn’in Sînesindeki “Mim” ise, Muhabbetin ve Merhametin ta kendisi olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Hakikatidir.
Murad-ı Muhammeddir. Menbağ-ı Muhammeddir.
“Bism” “mim” de yuvarlanıp, mümdemiç olup (dürülüp, bükülüp) Enfüs-Merkez-Öz Noktası içine sokulur.
Ve bu nokta “Devrân” edip “ Be” nin altına konulur ve Rübûbiyyet Tevhidinin Sırrını taşır.

Ali Ali kerremullahi veche SIRRıdır…

Budur Ali kerremullahi veche nin: “Kur'ân-ı Kerim Fâtiha-yı Şerifeye derc edilip, dürülüp, bükülüp sokulsa, Fâtiha-yı Şerife de Besmeleye derc edilip, dürülüp, bükülüp sokulsa, Besmele de Başındaki “Be” Harfine derc edilip, dürülüp, bükülüp sokulsa ALTındaki NOKTA BENim!” buyurmasının SIRRı ANcak ve Ancak YAŞAndığında Anlaşılır ve asla Anlatılmakla değildir duymuşuz YOL Büyüklerimzden.

Muhammed (Aleyhi’s-Selâm)’ın; Tek Ve Eşsiz, Mübârek, Mükemmel ve Mükerrem Mürebbîlik Sırrı ile, Muhammedî Bilelik Sırrı olan bu NOKTA, tohumun (Kulluk Tohumunun) içinde mündemiçtir.
Nokta ise, bu İlâhî Devrân sonucu ASLından ayrıldı.
ASLın altında yerini aldı.
İLLİYYİNden ESFELİne KULluk İmtihanı SAHRAsına tenezzül buyrudu.
Kulluk Makamına oturdu.
Gurbete düştü!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

İşte Bu Yalan Dünyada en KARİB ve GARİB Olarak ASLına RÜCU’-DÖNüş ÇİLEsini doldurmak için Dünyanın dönüş hızı olan 1600km/saat hızla ECELine koşmaktadır ne acı ki çoğumuz gaflet içinde..
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem den devr aldığımız Dünya ÇİLEsi YAKÎN gelene kadar sürecektir.
Erdem ve EDEB Ehl-i Beytinin yolu çile yoludur.
Böyle gelmiş ve böyle gidecektir.
Ne mutlu Hasbî Hizmet Çilekeşlerine:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “El İslamu bedâ gariben ve seyuudu gariben ve tubâ lilgurebâ İslâm garib olarak başladı ve başladığı gibi (günün birinde) garib hâline dönüşecektir. Ve tubâ li’l-gurâbâ: Ne mutlu-Müjdeler Olsun gariblere! (Sıddık Ve Âdil Muhammedî Âşıklara!)” buyurmuştur.
(Ebu Hureyre (ra) dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten- 3986 ve Müslim Enes bin Mâlik (ra) dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten-3987 Zevâid Abdullah İbni Mes’ud (ra) dan; İbni Mâce, Sünen, Fiten 3988 ve Tirmizî)

“Bism”in NOKTAya dönüşü (devri), TOHUM oluşu...
Kâinâtın “DEVRÂN”ına DELİLdir.
Her tohum bu kâinât tarlasına düşüp de can içinde can buldu mu, ağaç olup (dal-budak ve ufacık yemyeşil elleriyle duada) SEYRÂN’a geçer.
Çiçek açıp, meyve verip CEVLÂN’a geçer...
Binlerce tohum üreterek, tohumdan tohuma HAYRÂN’a geçer...
Âcizâne zevklerimizde zuhûratlar bunlardır...
Şiirlerimizdeki DEVR-SEYR-CEVL ve HAYR ŞE’ENleri de...

BU Naz-Niyaz NOKTAmızın daha iyi AN-laşılması İçin:

Âlem-i Asgâr (küçük âlem) olan insanoğlu, hakikatte Âlem-i Ekber’in (Büyük Âlemin) timsâlidir.
O’nda olan onda da mevcûddur.
Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır"
(Suyutî’nin el- Cami’us-Sağir 1/415, İbni Hacer el-Heytemi' nin Sevaik’ul Muhrika 73; İbn-i Hacer Askalanî’nin Tehzib’ut-Tehzib 6/320; Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Müstedrek-i Hâkim 3/126)

Buyurduğu Azîz Efendim İmâmı Alî (kerremullahi veche):
“Eyâ insan cirmike cirmis-sâgirun, ve fike intavâ âlemü’l-ekber...” buyurmuştur.
Tavâ kökü: elbiseyi, yatağı v.s. dürüp katlamaktır.
Mündemic: (dümûc’dan) indimâc eden, dürülüp sarılan, içine yerleşen, içine sokulması olup aynı anlamdadır.

“Ey insanoğlu! Cirmin (cisim, hacim) çok küçüktür, fakat âlemü’l-ekber sende intevadır, mündemictir. İçine sokulmuştur (o kadar da değerin var) !” Buyurması ne hârikadır.

Ey insanoğlu Âlemü’l-Ekber senin özüne, enfüsüne, fuadına dürülüp sokulmuştur.
Tıpkı bir TOHUMun içine yerleşen dev AĞAÇlar gibi...
Ruh “Âlemü’l-Emr”dendir.
Âlemü’l-Emr ise Emri veren Âlemdendir!...

Kişinin Muhammedî oluşu:
ŞerîatMuhammedîyye,
TarikatMuhammedîyye,
Mârifet-i Muhammedîyye ve
Hakikat-i Muhammedîyye her kişinin özünde fitraten mündemictir.
Piriz gibi herkesin HİLKıyetinde-Yaratılış Proğramında ve ÖZ-ünde HAZIR beklemektedir...

Hakikat-i MuhammedîyyeSÎNi;
BİL-ir, Arar, BUL-ur, KULlanır O’nunla bizzât OL-ur ve O’nunla YAŞArsa ne mutlu SAÎDdir (EVLİYÂdır).
REDDederse ne yazık ki ŞÂKİdir (EŞKIYÂ) dır...

Bir başka rivâyette ise İmâmı Alî (kerremullahi veche):
“Eyâ insan: Ve tezeimu inneke cismi’ssâgir ve fike intiva’l-âlemil kebir: Ey insan, sen cismi sagirsin, zum’ edersin!... Hâlbuki Âlemû’l-Ekber sende müntâvidir (intiva etmiştir, katlanmıştır).”

Zum’ etmek: Bâtıl zann, sanı, şüphe.
Müntâvi, Mültevî: ihtivâ eden, bükülüp sarılıp sokulan.

“Ey insanoğlu; sen kendini, küçücük bir şey, bir cisim mi sanıyorsun? Hâlbuki en büyük âlem (Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın) sende dürülüp toplanmıştır...”

Azîz efendim İmâm-ı Alî (kerremullahi veche)’nin bu güzellikleri ve ÖZellikleri buyurmasındaki İNSAN, elbette prototip (ilk örnek) olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise; ALLAH (İsm-i celâl) (celle celâluhu)’nun Azamet ve Kudreti karşısında, “ABDULLAH”ı olarak kulluk vasıflarını,
Fakriyet, Acziyet Zillet ve İlletini; Yâni Mahviyetini,
İLÂHÎ İLİM, İRADE, İDRAK VE İŞTİRAK TEVHİDİ ile ebedîyyen giyinip tenezzül ve tevâzu’ ile DEVRÂN edip, yuvarlanıp “Nokta” (ilk=ümm=ana=halkın aslı) olarak RABB’ısı Huzurunda küçüldükçe küçülüp en sonunda beyaz kağıda (var etme iradesi) İlâhî Kalemin (Nurullah) ucu ile konulan NOKTA HÂLinde ASL-dan HASL-hasıl olmuştur…

Resim---Câbir bin Abdullah (radiyallahu anhu)’dan:
“Yâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem! Anam babam sana fedâ olsun, ALLAH’ın en evvel yarattığı şeyi bana söyler misin?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Yâ Câbir! eşyâdan önce, kendi nurundan (Nurullah) senin PEYGAMBERİNİN NURUnu yarattı.” Ve şöyle buyurdu:
“O nur ALLAH’ın kudretiyle dilediği yerlerde devredip gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, cehennem, ne melek, ne gök, ne güneş, ne ay, ne cin ne de ins var idi.” Ondan sonra buyurdu ki:
“ALLAH Teâlâ mahlûkatı yaratmak istediği zaman, o nuru taksim edip 4 parça yaptı:
İlk parçadan KALEMi yarattı.
İkinci parçadan LEVH’i yarattı.
Üçüncü parçadan ARŞ’ı yarattı.
Dördüncü parçayı taksim edip dört parça yaptı:
İlkinden GÖKleri yarattı.
İkincisinden YERi yarattı.
Üçüncüsünden CENNET ve CEHENNEMi yarattı.
Dördüncü parçayı yine taksim edip dört parçaya ayırdı:
Birincisinden mü’minlerin GÖZlerinin NURUnu yarattı.
İkincisinden KALBlerinin NURUnu yarattı ki o, ALLAH’ı bilmedir.
Üçüncüsünden DİLlerinin NURUnu yarattı ki o da Kelime-yi Tevhiddir....”
(İmâm Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek II-600/4175; İbni Hibban, El İhsân XIV-312/6404)

Cümle HAT-lar (kâinât, eşyâ) ve HARFler (sözler, ahdler vs.) bu NOKTAnın ŞEENULLAHtaki; Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın Hareketi, Mârifeti ve Hünerleridir.

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin :Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an YARATMA halindedir.”
(Rahmân 55/29)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Ülûhiyyet ZÂTîyyettir, ELİF sanki bundan dolayı müstakildir.
Rübûbiyyet, SIFATiyyettir.

RABBü’l-Âlemin Teâlâ’nın İki Ana Vasfı:


1- Medârriyetî:

Küllî şeyi döndüren Merkez NOKTA oluşu (Sabit Nokta).

Medar: Sebeb, vesile. Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. (Dünya, güneş etrafında seyrederken medar-ı senevîsi bir dâireyi andırır.)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
Resim ---“Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne): Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.” (A'râf 7/172)

2- Mürebbiyeti:


Tüm terbiye: Ortaya çıkarıp, besleyip, bakıp, büyütüp ne gerekiyorsa yapmak, çekip çevirmek, kaderini kadarınca yaşatıp sonunda kendine çağırmak kısacası Muhit NOKTA oluşu (Sebbaha-Dönen noktada Nurunun Oluşu).

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
Resim ---"Ya eyyetuhennefsu'l-mutmeinnetu: Ey, RABBine, itaat edip huzûra eren nefis!"
(Fecr 89/27)

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
Resim --- "İrci'iy ilâ RABBiki râdiyeten merdiyyeten: RABBine DÖN-üver, sen râzı, O da senden razı olarak."
(Fecr 89/28)

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي
Resim --- "Fedhulî fî 'ibadî: Gir kullarımın içine!" (Fecr 89/29)

وَادْخُلِي جَنَّتِي
Resim --- "Vedhulî cennetî: Gir cennetime!"
(Fecr 89/30)

Bu BUYURulan RABBine DÖN-üveriş, şu ANda ve ŞE’ENULLAHta her AN Devam etmektedir çok şükür:

يُسَبِّحُ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ
الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ
Resim --- “Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm (hakîmi) :Göklerde ve yerde olanların hepsi padişah, mukaddes, azîz ve hakîm olan Allah'ı tesbih etmektedir.”
(Cuma 62/1, Elmalılı sadeleştirilmiş meali)

Bu Zâhiri DÖNüşü GÖRemeyen NEFS-Akıl ve AN-layamayan KALB için Sevgili Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz:
“Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II/343 (2532)

RASÛLULLAH sallallahu aleyhi ve sellem’in MÜREBBÎliği:

İlâhî El EDİB oluşu, Ekremiyeti, Muhabbeti Ve Merhametiyle ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in tek Halifesi-HALİFETULLAHı, HiDÂYETULLAH ve SELÂMETULLAHa NEFSleri RÜŞDe Erdirirek İrSALL edici MÜRŞİD-i MUTLAKı, İNANan İnsanlar için tek İmâm-ı Mutlakı ve Kısacası Her yerde, Her Zaman ve Her Hâlde rAHMET NOKTAmız:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
Resim --- “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn (âlemîne) : (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in MEDÂRLIĞI ise:

Sünneti seniyyesinin, gezegenlerin izlemek zorunda (mecbur ve memur) olduğu yörünge (ki bu yörüngelere de medâr denilir.) gibi oluşudur.
İZlenecek İz oluşudur.
Bunun İçin HAMD Olsun ve Çok Şükür BİZ-BİR-İZ

Ham akıllılar, uydur kaydır yapıyoruz sanmasın...
Kur’ân-ı Kerîm’de (arz etmişiz ki) pek çok yerde:
“ALLAH’a ve Rasûlüne TESLİM Olunuz, İMAN Ediniz, TÂBİ’ Olunuz ve İTÂAT Ediniz.” buyurulmasının SUBHÂNÎ SIRRI budur.
Bu SIRR ise tek ve kesin olarak tasavvufun sırrıdır.
Sırrr-ı sıfırdır...
Abd olan her NEFS İnşaallah er-geç Bu Âlemden GÖÇmeden RABB’ısına;
Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve Mahkum OL-duğunu AN-layacaktır…

“Be” de bast (açıcı, yayıcı) vasfı vardır.
“RABB” da böyledir...
Be’nin altındaki BİLELİK RIZASInı (nokta) bulan kendi NEFSni de RABB’ını da BİLir ve BULur.
Nereden nereye geldik yine!...
Ancak NOKTa deyip de geçemeyizki Muhammedî Melâmette..

İLK Nokta İLMULLAHta “ELİF” leşip iliM Şehri OL-unca,
Muhâmmedî Mâ-SiVÂda SEViyelenip “Be”leş-ince, 4 NOKTa Miktarın 1-Sîni, ESFELinden İLLİYYUNa ÇIK-İŞ Kapısı, EDEB Kapısı olarak ALTına ATar..
BİZ-BİR-İZ SIRRına Erdikçe İKİ-lik, ŞEY-tAN-lık kısacası İMKANla İMTİHAN Âleminde;
Her ŞEY ve Anlam; Nicelikten Niteliğe, Somuttan Soyuta, Fizikten Metafiziğe, HİÇten HEPe ve neticede Maddeden-Mânâya AK-ışlar BAŞlar ve ANalaşılıp YAŞAnır İnşaallah..

TEK ELİF-in 4 NOKTA Yansıması 4 ÂLEM;
DEVRÂN, SEYRÂN, CEVLÂN, HAYRÂN-da NOKTA ile Başlayış EN DOĞRU SAFFlardan Dâimi DÂİRE Merkezinde KÂBETULLAHda en İÇ Çemberde cAN OLUŞ..
Başlangıç NOKTAsında Bitiş..
DOĞum NOKTA, ÖLüm NOKTA ve Arasında “SÎN” “Ben” 1 NOKTA Üstünde 3 NOKTA...
Yüce SULTAN ALLAH celle celâlihu, nasılda En Küçük NOKTA KÜRREye MÜMKÜNü MÜMDEMİC edip tıpkı bir İNCİR ÇEKirdeği gibi “BEN “ diye sokuvermiş Hamdolsun..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Onun için Aziz Efendimiz Hazreti İmâm-ı Alî (kerremullahi veche) İLİM hususundaki bir başka buyruğunda:
“Her ilmin câmi’i Kur’ân, Onun câmi’i Fâtiha, onun câmi’i Besmele ve onun câmi’i “Be” harfi, onun da câmi’i Noktasıdır...” buyurmuştur.
İşte bu nokta, MÂSİVÂ (ALLAH Celle Celâluhu’dan gayrısı) nın ANA-sıdır.
ABDULLAH’ın FUADlarımızdaki ENVÂR (nurlar) ve ESRÂR (sırlar) NOKTAsıdır.

KUL-luk Tekemmülü ise, bu noktaya SALL (ulaşım), vesile, salâvat ve salâttır.
Önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e TESLİMİYET,
Sonra O’nda O’nunla ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’e İSTİKAMET...

Bizim SALLımız-Salâ-Çağrımız (Mim de Cem’e çağrımız); SILAsı (anavatanı), âhirinde Sîne-yi Muhammed olanlaradır...
Sılası, dünyası olanlara sözümüz yok.
Fırsatını bulmuşken yiyip içip tepinsinler!...
Şeytânlarının ve Şaşkın-Taşkın-Azgın nefslerinin keyfini edip, çalıp oynasınlar!...
Yığılıp kalıncaya, ölüm zili çalıncaya, hiç çâresiz oluncaya kadar!...

Ancak BİZ Muhammedî DUA EHLiyiz hamdolsun:
Ümmet-i Muhammed’e umûmen İslâh, İflâh, Ferec (çıkış yolu) ve Rahmetullah’ı dileriz.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in duası ile:
Allahümme islâh ümmet-i Muhammed!..
Allahümme ferice an ümmeti Muhammed!
Allahümme irham ümmet-i Muhammed... ammeten..
Rahmeten amme, umumen ve ayr olmadan gayr olmadan hepisine RAHMet et!..


ZEVKü’l- ZEVKlerden Birkaç Nefes ÇEKelim:

ZEVK-1388
Resim
DEVE KUŞU Şu Nefsim, Başın Kuma Sokuyor.
“YÜK” Desem: “Kuşum” Diyor, “Uç” Desem: “Ben Deveyim”
Dışta Derviş Davası, İçim Kibir Kokuyor.
İki Arada Bir Derede, Bilemedim Ben De Neyim?...



ZEVK- 1262
Resim
Resim-İsim, Cesed-Cisim, CAN Olmuş Çıkmış Cihâne
Parayla Alınır Sanma, AŞK’ın Bahası Bahâne
Parmak İzin Gibi “ SEN” de, Senin Tevhidin İhvânî
Şe’en Şâhidiysen HAK’ka, FECR’in Şafağı Şahâne...



ZEVK- 1263
Resim
İki Gözüm Sanır İdim, Tüm Âşıklar Giryân İmiş
Dışı Yeşil Yanardağlar, İçi Kızıl Püryân İmiş
MİDE’yle KALB’in Arası, Dört Parmaktır KUL İHVÂNÎ
Ben, Bana Perde Olmuşum, Meğer; MEVLÂM Üryân İmiş...



ZEVK- 1264
Resim
Yeşil Ağaç→Hidrokarbon, AŞK GÜNEŞ’in HAY Aynası
Her Seher Saçların Tarar, EHLULLAH ın Haslar Hası
“Fûlki’l-Meşhun” AŞK GEMİSİ: Dirilik Döken Sahile
Gönül Lambam Yanmıyorsa; Engel Olan BENLİK PASI...


وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
Resim---“Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn (meşhûni) : Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.”
(Yâsîn 36/41)

الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
Resim---“Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne) :Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz.”
(Yâsîn 36/80)

ZEVK- 1265
Resim
Varlık Cübbesi Altında, “ Lâ Hüve İllâ Hüve” Hak
Mütekellim-Muhatab Kim? Ne Demekmiş “ Gaib” Olmak
“AŞK SUYU”N Testisi “BUZ” dan, Ahkâm Kesme KUL İHVÂNÎ
Rüşdüne Erendir MÜRŞİD, O İse, Bir Şey Olmamak...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.3.2. İRADE

Resim

Zıdların Mukayesi-karşılaştırılması, iyi-Kötü, Doğru-Eğri, Güzel-Çirkin vs nin gerçeğini bilmek İsteği Arzusudur.
Dilemek. Emir. Ferman. Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.
İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir.
İhtiyar, taraflardan birini diğerine üstünlük ile beraber tercihtir. İrade; yalnız ve saf tercihtir.
Bazı Büyüklerimiz iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. Sonuca ulaşmış İradenin zıddı kerâhet-iyi bulmama; İhtiyarın zıddı icâb ve ıztırar-mecbur kalıştır.
İrade, hakikatte dâima henüz OL-mamışla ilgilidir.
Çünkü, bir Emrin meydana gelmesi ve vücudu-var oluşu için ANA Kararı ve EMRİ, İrade yöneltir ve takdir eder.
Fıkıhta: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu MURADULLAH İrade Sıfatı ile kendi Hikmeti ile;
Geçici, İğreti, İzafî CÜZ’i İrade ve bunu İŞleyecek CÜZ’i GÜÇ yüklediği her NEFSe-Veche tahsis buyurur ve O’nun irade buyurduğu mutlak “KÛN!:OL!” Ol-ur..
Âdetullah-Sünnetullah üzerine, İrade-i Külliye-i İlâhiye, KUL-unu İrade-i cüz'iye TERCİHine bakar.
Kul, bu kesinleşmiş HAYR veya ŞER SEÇimin-Tercihini İDRAK-DORUKa Çekip İİTİRAKla İşlerse, FİİLe dökerse ALLAH celle celâlihu bu Fiili Yaratır ve SONUÇta KUL karşılığını HESAB ve CEZA olarak görür.
AKL-ı SİLM-Müslüman olan ANlarki asla ALLAH celle celâlihu cebr-zorlam yapmamaktadır..

Bizler her NEFS için VİCDANdan bahsederiz.
VİCDAN, İnsanın Enfüsündeki-İçindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem duyan manevî his ve melekenin adıdır ki sonucu İRADEye dayanır.

İRADE, Tercih etme melekesi, bilinçli bir seçme olunca; kişinin, sonucuna katlanması ve sorumlu olması doğaldır.
İrade, HAYR ile ŞERRden birini tercihtir.
İhtiyar ise en hayırlı olanı seçmektir.
Kur’ân-ı Kerîm’de hem ALLAH (celle celâluhu)’ya hem de insana nisbet edilerek 139 yerde geçer.
Murad, Muradullah olup kulun iradesini kapsadığı, sınırladığı:

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Resim---“Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu) : O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.”
(Bakara 2/253)

لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ
Resim---“Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin) : O'nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur.”
(Ra’d 13/11)

قُلْ مَن ذَا الَّذِي يَعْصِمُكُم مِّنَ اللَّهِ إِنْ أَرَادَ بِكُمْ سُوءًا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Resim---“Kul men zellezî ya’sımukum minallâhi in erâde bikum sûen ev erâdebikum rahmeh(rahmeten), ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîren) : De ki: "Size bir kötülük isteyecek olsa sizi Allah'tan koruyacak veya size bir rahmet isteyecek olsa (buna engel olacak) kimdir?" Onlar, kendileri için Allah'ın dışında ne bir veli, ne bir yardımcı bulamazlar.”
(Ahzâb 33/17)

Hayr ve Şer olarak, olup bitenlerin ALLAH (celle celâluhu)’nun İradesi altında olduğu:

فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne) : Allah, kime hidâyet etmeği dilerse, İslâma onun göğsünü açar, gönlüne genişlik verir. Her kimi de sapıklığa bırakmak isterse, onun kalbini öyle daraltır sıkıştırır ki, iman teklifi karşısında göğe çıkacakmış gibi (zorlukta) olur. Allah, iman etmiyenler üzerine, böyle azab bırakır.”
(En’âm 6/125)

وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُواْ فِيهَا فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا
Resim---“Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren) : Bir memleketi helâk etmek istediğimiz zaman, o memleketin zevke düşkün öncülerine Peygamberlerinin diliyle itaat emrederiz. Onlar, orada boyun eğmezler, itaat etmezler. Artık o memleket üzerine hüküm gerçekleşmiştir. İşte o memleketi kökünden helâk eder de ederiz...”
(İsrâ 17/16)

وَأَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَن فِي الْأَرْضِ أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا
Resim---“Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden) : "Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğruya iletici) bir hayır mı diledi?"
(Cin 72/10)

KÜLLÎ İRADE, Sonsuz Sınırsız, Bedelsiz ve Sebebsiz DİLEyebilmesi, MUTLAK kendi ZÂTına masus OL-AN İLÂHÎ İRADEdir.

CÜZ’İ İRADE ise KULluğun ANA Sıfatları olan AKLın, Fakriyet (aslen fakîr oluş), Acziyet (âcizlik), Zillet (zelillik- kendine mahsus izzetsizlik) ve İllet (sebebe dayalılık-sonunda yok oluş) Sıfatları İçindeki HÂLi gereği bir AN-da ancak bir ŞEYi Sınırlı ve Sorumlu DİLE-yebilen, iki ŞEYe BİRlikte DİLEmede bulunamayan İNSAN İRADESİdir.

İşte İnsanoğlu bu CÜZ’İ İRADE Ölçüsü ile Kulluk sıfatları NOKSANlıklarını;
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem i DUY-up UY-arak,
Kelâmullah, Muaradullah, Emrullah, Sünnetullah, Kudretullah, Azametullah gibi ANA kavramların Şerat-ı GARRAsında;

Muhammedî ŞUURu BİLebilir
Muhammedî NÛRu BULabilir
Muhammedî SüRURda Olabilir
Muhammedî O-NURu YAŞAyabilir

Muhammedî Kulluk Kemâline ER-ER…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

KÜLLÎ İRADE, ALLAH celle celâlihu için, “KûN:OL!” EMRi ile “HER ŞEY” i yapma ya da yapmama ULUHİYYET-ALLAH’lık Hakkıdır.
CÜZ’İ İRADE, İnsanoğlu için mümkün (olabilir) olan “BİR ŞEY” i yapmayı ya da yapmamayı tercih etme (seçme) yeteneği-melekesidir.

İnsanoğlu CÜZ’İ İRADE Kabı kadar KÜLLÎ İRADEyi kullanır durur HAYYatta..
Bir kişinin Konuşma Yeteneğinin olup olmaması KÜLLÎ İRADE iken, o kişinin yalan veya doğru konuşması CÜZ’İ İRADEsidir.
İstemek, arzu etmek, tercih etmek, insanın Allah'a itaat veya ona isyan etmesi ile ilgili olan sınırlı iradesi.
Olumlu olumsuz Alternatiflerden birine yönelme kabiliyeti bulunan kulun, CÜZ’İ İRADEsi vardır demektir.

Bu nedenledir ki AKIL Şeriatullah ve İlmullah sahnesinde öğrendiği İLİMi ve yeteneklerini, İRADE EDEBİ içinde bir Tarikat Kâmilinde ER-ğinliğe eriştirir.

Bir KUL, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem in İman, Amel, Ahlâk Ahvâl ve Hallerindeki 4 lü sistemde CÜZ’İ İRADEsini, tüm AMELlerinde-tüm eylemlerinde KÜLLÎ İRADE Sahibi ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in MEŞİYYET-İsteme ve MURADULLAH-Rızasını aramakta kullanmalıdır.


İnsan iradesiyle yaptığından sorumlu iken:

“İnsan kendi fiilini bizzât seçip yapma gücüne sahibtir” diyen ve İrade Hürriyetini savunan Kaderiyye Fırkası...


Kaderiyye Mezhebi: “Kullar, iradelerinde tamamen hür ve bağımsızdır ihtiyari fiillerini kendi yaratır ve CÜZ’İ İRADE FİİLden ibarettir.
Bunda Allah'ın bir rolü yoktur.
Bir bakıma insan, fiillerinin yaratıcısıdır; onları işleyip işlememekte tamamen serbesttir. Özellikle kötü fiiller açısından bu böyledir.”
Gibi AKLa ve NAKLe ters TEZleri vardır.

Kaderiyye Mezhebi İleri gelenlerinden Kâdî Abdülcebbâr: "Allah'ın İradesi kötü fiillere taalluk etmez. O sadece iyiyi diler" demektedir
(Şerhu Usüli'l-Hamse, Kâhire 1965, 431)

Kaderiyye Mezhebinden doğan ve Az farkla Kaderiyye inancını savunan Mû’tezile...

Mû’tezile Mezhebinin doğuşu;
Hasan Basrî kaddesallahu sırrahu nun meclisinde geçtiği varsayılan meşhur olaya göre:
Vâsıl b. Atâ: “Büyük günah işleyen kimselerin mü’min ya da kâfir olmadıkları, bu iki durum arasında bir yerde “el-menziletü beyne’l-menzileteyn” bulundukları”
Görüşünü dile getirdiği için Hasan Basrî’nin:
“Vâsıl bizden ayrıldı” anlamına gelen "Kad i’tezele anna’l-Vâsıl" sözüyle Vâsıl b. Atâ (131/748) grup dışı kalmıştır ve kendisi Mu’tezile Mezhebini kurmuştur.
Mu’tezile’ye bu ismin verilişini, sözü edilen olayla irtibatlandıran bu yaklaşım genel kabul görmüştür.

Kaderiyye mezhebine reaksiyon olarak ortaya çıkan Cebriyye mezhebinin görüşüne göre ise:

“İnsanın hiçbir İrâdî Hürriyeti yoktur. Allah önceden her şeyi takdir etmiştir. Kul, bu takdir edilmiş şeyleri yapmak zorundadır. Yukarıdan gelen su nasıl aşağıya doğru akmağa, yukarıya fırlatılan taş nasıl geri dönmeğe mahkûm ise, insan da kaderinde yazılı olan şeyleri yapmağa mahkûmdur. İnsan âdeta önceden programlanmış bir robot gibidir. Nasıl programlanmışsa, onu yapar!”
“Kullar, iradelerinde tamamen bağımlı ve esirdirler”
Gibi ters tezlerdir.

Ne acı ki, Kulun iradesizliği yanında, sorumluluğunu hangi temele dayandıracağını izah etmekten aciz kalan Cebriyye, zaman içinde bilgin ve düşünürler arasında yok olup gitmeğe mahkûm oldu.
Ancak zaman zaman ümmetin bu düşüncenin etkilerinden kurtulduğu söylenemez.

Bu Sapık Fırkaların her ikisi de NASSları- Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan KELÂM ve ÂYET, ANA AKİDEyi tek yönlü almışlar karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri bağnazca görmezlikten gelmişlerdir.
Ayrıca iki fırkanın da tüm kötülüklerin fışkırdığı Emevîler döneminde ortaya çıkmış olması dikkat çekici ve hayret vericidir.

Şimdi AKL-ı SİLm ile Fırka-yı NÂCİYE YOLUna bakalım;

NASSları- Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin tümünü inceleyerek Sırat-ı Müstakîm, İ’tidal, ORTA YOLu Anlamak esastır.
ALLAH celle celâlihu İradesi mutlak ve Külldür..
KÜLLÎ İRADEnin dışında hiçbir şey meydana gelmez.
ALLAH celle celâlihu nun Mutlak Hakimiyet Saltanatında KÜLLÎ İRADEsinin dışında bir ŞEY’in vuku’ bulması, unutulması vs. hâşâ söz konusu olamaz.

Kula irade ve seçme hürriyetini veren, bizzat Allah'ın kendisidir.
İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabıliyetini O vermiştir.
O halde insan, iradesini kullanırken Allah'ın iradesinin dışına çıkmamaktadır.
Kul kendisine sağlanan İMKANla ( Mekan ve Zamanda) KULLUK İMTİHANı olurken kendisine KULluk Sıfatları İÇinde CÜZ’İ İRADE ve CÜZ’İ Güç-KuVVet verilmektedir.
TEVHİDi TERCİH Edip Etmemekte Serbest Bırakılmakta ve Olumlu-Olumsuz Terchini ALLAH celle celâlihu Yaratmaktadır..

Kul, kendisine verilen irade ile seçimini yapar.
Allahu Teâlâ, KUL-larının kendi FİİL-lerini YAPMA ve KESB etme- Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi Hürriyetine sahip olduklarını açıkça ifade etmektedir:

إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri hayrun em men ye’tî âminen yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), i’melû mâ şi’tum innehu bimâ ta’melûne basîr(basîrun) : Âyetlerimiz hususunda hakdan ayrılanlar (inkâra düşenler), muhakkak bize gizli kalmazlar, (bütün yaptıklarınızı biliriz). O halde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyamet günü (azabdan) emin olarak gelecek olan mı? Artık dilediğinizi yapın; çünkü O, bütün yaptıklarınızı görendir.”
(Fussilet 41/40)

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
Resim---“Men amile sâlihan fe li nefsihî ve men esâe fe aleyhâ, ve mâ rabbuke bi zallâmin lil abîd (abîdi) : Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet 41/46)

Ne var ki, KUL bu HÜRRİYETİ kullanırken kesin olarak kendisine bu irade gücünü verenin ALLAH celle celâlihu olduğunu bilmelidir.
O'nun iradesi dahilinde bunları yapmaktadır; Allahu Teâlâ dilemezse, hiç bir şey yapamaz.

Kul TERCİHini-SEÇimini yapar ama yaratma ALLAH celle celâlihu 'ya aittir:

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ
Resim---“Zâlikumullâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ huve, hâliku kulli şey’in fa’budûh(fa’budûhu),ve huve alâ kulli şey’in vekîl (vekîlun) : İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.”
(En'am, 6/102)

O halde yapılan iş, YARATMA yönüyle Yüce ALLAH celle celâlihu 'ya; İŞLE-nmesi yönüyle açıkça KUL-a aittir.
Bu sebeple de HER İŞ-inin SONUCUndan SORUMLUdur.

Kul, irade ve isteğinin dışında kalan durumlardan sorumlu tutulmayacaktır.
GÖZ verilmeyen KUL-dan GÖRMEK İmtihanı kalkmıştır.

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ …
Resim---“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet…: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir.."
(Bakara, 2/286)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

İrade problemini karmaşık hale getiren hususlardan birisi; Ham Aklın Nakilsizce, Olmayasıya sorulara cevap aramasından kaynaklanmaktadır.
ALLAH celle celâlihu Muradullahta KÜLLÎ İRADEsince EMRederken, KUL kendi CÜZ’İ İRADEsine Uyarsa ve ZIDDInı yaparsa demek açıkça ve Ahmakça RABBülâlemin ile ABDini yarışmaya sokmaktır.
Bu zâten imkansızdır ki cevabı aransın!
Tek cevabı var değişmeyen: "ALLAH celle celâlihu 'nun dilediği- KÜLLÎ İRADE OL-ur!"
KUL CÜZ’İ İRADEsinde ÖZGÜR bırakmıştır, ancak İYİ BİLirki CÜZ’İ İRADEsi daima KÜLLÎ İRADEnin İçindedir.
Aklı evvel birisi NAKLi AN-lamadan: “Kaderimde yazılı olanı YAPtım!” der de şerri işlerse vs. soruları çoktur ama faydası yoktur.

Bu ŞİRK İDDİA-larını Kur'ân-ı Kerimimiz reddedmektedir:

وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ
Resim---“Ve kâlellezîne eşrekû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min dûnihi min şey’(şey’in), kezâlike fe alellezîne min kablihim, fe hel aler rusuli illel belâgul mubîn (mubînu) : Bir de Allah’a ortak koşanlar, (müşrikler) şöyle dediler: “- Allah dileseydi, ne biz, ne de Atalarımız kendisinden başka hiç bir şeye tapmazdık; onun emri dışında hiç bir şeyi haram kılmazdık.” Kendilerinden evvelkiler de böyle yaptılar (peygamberlerinin getirdiklerini inkâr ettiler). Buna karşı Peygamberlerin vazifesi, ancak açık bir tebliğdir.”
(Nahl, 16/35)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu ya Yahudileştirir, ya Mecusileştirir, yahut Hristiyanlaştırır... "
(Müslim, Kader 25).

KADER Şu AN-da ŞE’ENULLAHta Yeniden Yaratış UYgulamasıdır ve ham Akıllarımızla AKL-ı SELİMe ve NAKLe ULAŞmadan kuru laf İŞİ değildir...
YAŞAndıkça AN-laşılır..
YAŞAnmayan ise Yalandır..

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
Resim---“Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne) :"Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." (Sâffât 37/96)

يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Resim---“Yes’ eluhu men fis semâvâti vel ard (ardı), kulle yevmin huve fî şe’nin : Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir.”
(Rahmân 55/29)

En iyisi AKLın Kadarınca Kaderince ANlamaktır..

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz! ” buyuruyor.
(Taberanî)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Herkese niçin yaratıldıysa onun için imkan verilmiştir," buyurdu.
(Sahih-i Müslim-4789)

Kulun kaderi iki hallidir:

1-Kader-i Muallâk:

Asılı havada kalmış, kesinleşmemiş ve şartlara bağlı beklemekte ve değişebilen kaderdir.

Zuhûr etmesi (ortaya çıkması) bazı hususların oluşmasına bağlıdır. Biraz önce geçen hadis-i şerîfte duanın kaderi değiştirmesi, sadakanın ömrü uzatması gibi...
Duaya ve sadaka verme şartına bağlı.

يَمْحُو اللّهُ مَا يَشَاء وَيُثْبِتُ وَعِندَهُ أُمُّ الْكِتَابِ
Resim---“Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit(yusbitu), ve indehu ummul kitâb(kitâbi) :Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.”
(Ra'd 13/39)

Sadakanın kaderi çevireceği muallaksa:

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sadaka verin; hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Muhakkak ki sadaka, gelen arazlar, marazları/hastalıkları geri çevirir. Sadaka aynı zamanda ömrünüzün uzamasına, iyiliklerinizin katlanmasına vesile olur.” buyuruyor.
(Abdullah b. Ömer’den; İ. Suyutî, Kenzu’l-Ummal, h. No: 16113).

Her ne kadar Kader-i Muallak dense de Kader-i Mutlak içerisinde olduğu açıkçadır.
Çünkü, Levh-i Mahfuz'da yazılı olan ve muallak buyurulan şartların da nasıl oluşacağı mutlaka İlahî İlmin içindedir.

2-Kader-i Mübrem (Kesin Hüküm) - Kader-i Mutlak - Ecel-i Müsemma:
Kesin olan tebdili (değiştirme) ve tagyiri (başkalaştırmak) olmayan levh-i mahfûzdaki (ALLAH tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu mânevî levha, ilm-i ilâhî) Ümmü’l-Kitâb’da mahfûz (korunup, saklanmış) Allah’ın ilminde var olan Levh-i Mahfuzda yazılan kader...

ALLAHÜ ZÜ’l-CELÂL, hayrı emreder ve şerre rızası yoktur.
İnsandan ortaya çıkanlar da dahil herşey (iş, düşünce, hâl v.s.) EL HAKK (celle celâluhu)’nun havl (potansiyel, henüz ortaya çıkmamış güç) ve kuvvetiyledir.
Yarının (aldığımız en son nefesten bir sonraki) kaderini asla bilemeyiz.
Onun için dua ederiz:
RABBımızın Hakkı ve Hayrı kalbimize ilhâm etmesini, işlememizde İzin ve İnâyet (lütuf-ihsân) vermesini, Dinimizde, Dünyamızda ve Âhiretimizde Sırât-ı Müstakîm üzere Hidâyetini ve Selâmetini dileriz.
Habibullah (Aleyhi’s-Selâm) ın şefâatini dileriz.
Evliyâullah ve Ehlullahın Himmetini (mânevî moral gücü desteğini) dileriz...
Ve bize hakka inanıp hayrı yaşamakta gayret lûtfetmesini dileriz...
Ve deriz ki:

وَلَوْلَا إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاء اللَّهُ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ إِن تُرَنِ أَنَا أَقَلَّ مِنكَ مَالًا وَوَلَدًا
Resim---“Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh (billâhi), in tereni ene ekalle minke mâlen ve veledâ (veleden) : "Bağına girdiğin zaman, “Maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur” demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan."
(Kehf 18/39)

Yarınımız için RABB’ımızdan hak ve hayr diler, dua ederiz.
Bugünü yaşamanın amacının rıza olduğunu asla unutmaz, “OL-AN! = Kaza= Hükm-ü HAKK”a razı olup Şükür veya Sabır ederiz.
Dünkü ömrümüzün noksan ve hatalarına ise henüz diri ve aklımız başında iken tevbe istiğfâr ederiz.
HAKK’a döneriz ve bağışlanmamızı dileriz.

Kul kendini ve kaderini Takdir Edeni bilmez ise Yaramazlık YOK-uşlarında çok yorulur.

Tasavvuf Âlemi Anlayışı da ilginçtir ve İçlidir..

Abdülvahhab El-Şaranî “El-Levakit ve El-Cevâhir” adlı kitabında, Şeyh-i Ekber (El-Muyiddin B. Arabi’den) (Kuddise sirruh) (560-637) naklen demiş ki:

“Halku’l- Ef’al (fiillerin yaratılışı) meselesinin şekli, arapça alfabesindeki “Lâm-Elif” harfine benzer.
Zira bu harf hem “Lâ”, hem “Elif” Harflerinin şeklini gösterir.
Bu çaprazlı harf şekli kimse, çaprazın hangi “Lâm” olduğunu bilmez ki, diğer tarafı “Elif” olduğunu bilsin.
İşte kuldan zâhir olan fiili de buna benzer.

Zira yukarıda geçtiği üzere, ALLAH celle celâlihu Kur’an-ı Kerimde:

وَاللَّهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
Resim---“Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne) : "Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." (Sâffât 37/96)

Diye buyurmuş ve onlara ibadet yapmalarının teklifiyle hitab eylemiştir.
Demek ki kuldan sadır olan- Sudur eden, çıkan, meydana gelen FİİLde, hem ALLAH celle celâlihu nun hem de KUL-un müdahalesi olması gerekir.”

KUL-un İhtiyarî- Mecburi olmayan, İsteğe bağlı, Bir kimsenin isteğine bırakılmış olan FİİLinde ne bir Cebr- Zorlama, ne de büsbütün kendisin terk etme olmayıp, bu iki HÂLin ORTASIndadır.
KUL yaptığı fiillerinde mecbur değildir ancak, büsbütün kendisine işin yapılması da, terk edilmemiştir.
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

İmam-ı Azam Ebu Hanife, Allah ondan razı olsun!
Cafer El-Sadık’tan, (radıyallahü anh) “ALLAH celle celâlihu, işin yapımasını kullara terk etmiş mi?” diye sorduğunda,
Cafer El-Sadık (radıyallahü anh): “ALLAH celle celâlihu, kulun fiilerini, herhangi birisine terk ve havale etmekten çok uzaktır!” dedi.
Sonra Ebu Hanife: “Peki ALLAH celle celâlihu, kulları ihtiyari fiillerin yapmasında zorlamamış mı?”
Cafer El-Sadık (radıyallahü anh): Şübhesiz ALLAH celle celâlihu, kullarına fiilleri yaptırmaya zorlayıp da, sonra onlara azab vermeketn münezzehtir.” diye buyurdu.


Bir Taun-Vebâ Salgınıda Ailece şehid olan, ŞaM’i İslahiye Tepesinde Tevhid Temaşası Süren, Meşhur Salavat ve Sığınmasını Sitemizde Salavatlar içinde bulabileceğiniz Aziz Kâmil Mevlana Halid, Allah bizi onun sırlarıyla kutlasın.
Mezkur Risalesinde, demiş ki: “Bilmelisin ki Matüridilerce, kulun irade i cüziyesi, Kesb (Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi) demektir.
Kulun Kesbi, ihtiyari ve arzusuyla kendisinden sadır olup (ortaya çıkp) kendi kudretinin esiridir.

Sözün hülasası, Allahü teala kulda külli ihtiyari ve külli iradeyi yaratmıştır.
Her ikisi de durumları da cüzi ihtiyarlar ve cüzi irade gibi bir şeye taallük etmektir.
Bu taallük itibari bir şey olup, hariçten bir varlık değildir.
Binaenalyh bundan, kulun ne bir şey yaratması ve ne de müdahale etmemesi lazım gelmez.” Buyurmuştur.
(Mevlana Halid Zül Cenaheyn Hazretleri, “El-İkdul cevheri filfarkı beyna kesbeyil Maturidi ve El-Eş’ari”)

Yine aynı risalede buyurmuş ki: “Kulun irade-i cüziyesi, ALLAH celle celâlihu ondan hemen sonra yarattığı fiile bir şart ve adi bir sebedir. Fiilin, taat veya masiyet vasfıyla muttasıf olmasına taalluk eder. Bu tıpkı bir yetim çocuğa şamar vurmak gibidir. Şayet ondan maksat, onu terbiye etmek ise, taattır. Hakaretse, masiyettir. İşte bu taalluk itibari bir şey olup, bir varlık değildir.”

Ehl-i Beyt aleyhumusselâm-i Sünnetin İ’tikadda-İnançta 2 Mezhebi olan;

“Hayr ve Şerr, ALLAH (celle celâluhu)’tandır, ancak; ALLAH celle celâlihu Hayr yapmayı EMR eder ve yaratır, Şerri ise Yasaklar ve KUL tercih ederse sadece kulları için ŞERR olarak yaratır...” diyen Eş’ârîler...

Ve bizim İ’tikadda Mezhebimiz Ma’turidî’nin İrâde Tezi:

“İnsan karşıt değerler taşıyan fiilerden (zıdlardan) birini veya diğerini seçme ve yapma özgürlüğüne sahibtir”.
Yâni: KUL-un Fiili; irâde ve karar (idrâk) açısından insana, yaratma açısından ALLAH celle celâlihu’ya İZÂFE ederek (Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. Bir şey üzerine meylettirmek) KESB (Çalışarak elde edilen Amel-İş, Fiil) adını vermiştir...

“Eşarî-nin bu husustaki görüşü ise, Yaratmada tesir etmemek şartıyla kulun kudreti, iradesi Makdurla (Takdir olunmuş, Allah'ın takdiri) beraberliklerinden ibarettir. Bu mukaranet (yakınlık) ALLAH celle celâlihu tarafından makdurun (Takdir edenin) kendisindeki iradenin sarfına tabidir.
İradenin Sarfı, kul bir fiilin yapması veya yapmamasından birini kendisine tercih etmek demektir.
Bilindiği üzere, irade ise ilme ve bilgiye tabidir.
Dolayısıyla iradenin muktezası (lazım geleni) da, ilme tabidir.
Mesela; kul taat yapmakla ve günahlardan sakınmakla mükellef olduğunu ve bunlara riayet etmesi karşılığında ALLAH celle celâlihu, kıyamet gününde mükafat olarak, Şerefli Zât’ına baktırmayı, ebedi nimet olan cenneti ona vereceğini vaad ettiğini bildiğinde, bu bilgi onu taat (İbadet etmek. ALLAH celle celâlihu nun emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.) etmeye sevkeder. Nitekim lanetlenmiş şeytanın vesveseleri, nefsi emmarenin yardımıyla günah işlenmesine sebep olur.
Kuldaki İradenin taalluku (alakalı oluşu, münasebeti) bir tarafa yani masiyet (İtaatsizlik, günah, isyan) cihetine yönelir.
Kul, iradesinde mecbur oluşu, kendisinden sadır olan fiillerinde cebr olması lazım gelmez. Yani ALLAH celle celâlihu
onda, fiil için cebirsiz irade yaratmış, lakin yukarıda geçtiği üzere, kuldaki kudret, hiçbir şeyin icadında tesiri olmayıp, fiilin yapmasına vaya yapmamasına dair kalbinin kattı azminden ibaret olduğunu anladın.

Matüridi ile Eşari mezheblerinin arasındaki fark şöyle özetlenebilir ki;
Matüridilerce, kuldaki kudretin eseri, nisbet (Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü) ve izafelerdir (Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. Bir şey üzerine meylettirmek)
Eş’arilerde ise, kuldaki kudretin hiçbir tesiri yoktur.
Her iki taife dahi, fiilin icadında kuldaki kudretin hiçbir tesiri yoktur.
Her iki taife dahi, fiilin icadında kuldaki kudretin hiçbir tesiri olmayıp belki, tesir ALLAH celle celâlihu nundur.
Ancak, mecburi değil, âdeti üzere, kulun kesbinden sonra, fiilin icadında ALLAH celle celâlihu ’nun te’siri olur.” Denilmiştir.

Kısacası;
Hakkı Bâtıldan, Hayrı Şerden Ayırt Etme İrâde-i Cüz’iyyedir.

Muhammedî Melâmette Bizler her halde herkesle BİZ BİR-İZ,
Anladığımız ve Anlatmaya çalıştığımızdan KAB-larımız kadar alabilmeliyiz.

İLİM, İRADE, İDRAK VE İŞTİRAK TEVHİDİ” dediğimizde Hasan Dağının Başında 63 yıldır Çobanlık yapan KİLİS Çoban da bir şeyler AN-lamalı..
Onun için Bendeniz en basite indirgeyerek AN-lamaya çalışırım Ki;

Elimde içinde rengarenk bir sıvı olan ŞİŞe var.
“Kilis can, bunu İÇ!” demeden;
İLİM vermeliyim, İyice tanıtmalıyım tanımalı ne İÇeceğini.
Fayda ve Zararlarını açıkça anlatmalıyım ki İKİ-sinden birini seçip İRADE Edebilsin.
Bu tercihini DORUK-a Çekip de kesin uygulamak için Şişeyi
Ağzına dayayıp İDRAK Etsin.
Ve sonunda kafasına dikip İÇ-sin İŞTİRAK ETsin!.
İşte o zaman görecektir ve Şişenin İçindeki YAŞAtacaktır Kilis’e, İçtiği Zehir midir yoksa ZeM-ZeM midir!..

Budur işte İÇ-enin, İÇ-ilenin, İÇ-tirenin; İLİM, İRADE, İDRAK VE İŞTİRAK TEVHİDİ…
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.3.3. İDRAK

Resim

Bir şeyle ilgili durum ve gerçeğin farkına varmak.
Arabça derk: kavuşmak, olgunlaşmak, nihâi sınırına ulaşmak, fark etmek, kesin olarak anlamak mânâsındadır.

Biz; İLİM ile İRÂDE edilenlerden, hak ve hayr olanı DORUK’a çıkarıp nihâi-son ve kesin karar kılmaya İDRAK diyoruz.

Kur’ân-ı Kerîm’de:

Nihâi aşamaya gelmek mânâsında:

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ قَالَ آمَنتُ أَنَّهُ لا إِلِهَ إِلاَّ الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَاْ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Resim---“Ve câveznâ bi benî isrâîlel bahre fe etbeahum fir’avnu ve cunûduhu bagyen ve advâ(adven), hattâ izâ edrekehul gareku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illellezî âmenet bihî benû isrâîle ve ene minel muslimîn(muslimîne) :İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.”
(Yûnus 10/90)

Ulaşmak, yetişmek mânâsında:

وَمَن يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللّهِ يَجِدْ فِي الأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَن يَخْرُجْ مِن بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلى اللّهِ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
Resim---“Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîren veseah(veseaten), ve men yahruc min beytihî muhâciren ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen) : Her kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaatla hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, onun ecri (mükâfatı) gerçekten Allah’a düşmüştür. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”
(Nisâ 4/100)


En tudrike: Erişmek, yetişmek:

لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Resim---“Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne) : Ne güneşin aya erişip yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.”
(Yâsîn 36/40)

Algılamak, görmek mânâsında:

لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
Resim---“Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr(ebsâru) ve huvel lâtîful habîr(habîru) :Gözler O'nu kuşatıp göremez ; O, gözleri görüp kuşatır. O, lütuf sahibidir ve her şeyden haberlidir.”
(En’âm 6/103)


Yudriku: İdrak eder, algılar.

Yetişmek, Ulaşmak, dorukta erişmek mânâsında:

فَلَمَّا تَرَاءى الْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَابُ مُوسَى إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
Resim---“Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne) :İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın arkadaşları, «eyvah ! Elbette yetişilmekteyiz» dediler.”
(Şuarâ 26/61)

Mudrakûne: Yetişilenler, ulaşanlar.

İdrak; zihinde oluşan imaj ve kavram hâlindeyse Tasavvur, kesin bir yargı hâlindeyse Tasdik adını alır...

İdrak; akıl, sezgi ve ilhâmla oluşur...
Basar değil de basîret etkendir...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.3.4. İŞTİRAK

Resim

Şereke, ortağı olmaktan.
İştirak: bilelik, birlikteliktir.
Soyut olarak bir düşünce veya inançla bilelik, somut olarak bir fiille veya kişiyle bileliktir.
Öyle bir bilelik ki et-tırnak gibi...
İlim, irade ve kesin karar olan idrakten sonra bilelik olmazsa sonu lâfa çıkar.
Abes ve beyhude olur.
Bu sistemin tesisine sebeb olan ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in tevhidinin; insanoğlu tarafından bilinmesi (İLİM), anlaşılması (İRADE) tercih ve ikrâr edilip (İDRÂK) fiilen tatbikatla yaşanması İŞTİRÂKtir.
4 lü sistemin ilk 3 ü hazırlık safhası iken iştirak zirvedeki zuhûr zevki, tevhidin tecellî tezgâhıdır.

İştirak; tohumun (ilim), ağaç oluşu( irade), çiçek açışı (idrak) ve meyve vermesi (iştirak) tir.
İlk söz (Ahdullah) tohumdu, insan bu âleme geldi rüşdüne erdi (irade), Hakkı ve hayrı tercih etti (idrak), fiilen tatbik edip yaşadı (iştirak).
ilâhe illa Allah Muhammede’r-Rasûlullah” şehâdetine ulaştı.

İştirake ulaşabilmemizde basamak olan ilim, irade ve idrakı iyice anlayabilmemiz için bir daha gözden geçirelim:

İLİM: İlk önce fiziki bir örnekle arz edeyim ki size bambaşka renkte, kokuda, tadda ve hâlde bir çay ikrâm ediyorlar.
Siz de: doğrusu ben, bu şeyi tanımıyorum, neyin nesidir? diyorsunuz haklı olarak...
Onlar da; size doğru olarak A’dan Z’ye bu çayın tüm özelliklerini, fayda ve zararlarını anlatıyorlar.
Bu çayla ilgili her türlü “İLİM”i veriyorlar, dinliyorsunuz ve anlıyorsunuz.

İRADE: Size verilen bu ilim ışığında aklınızla, fikrinizle “İRADE” ediyorsunuz.
İrade: insandaki hayrı-şerden, hakkı-bâtıldan, İyiyi-kötüden, güzeli-çirkinden ayırabilme melekesidir.
Enine boyuna düşüyorsunuz.
Faydasını ve zararını iyice hesab ediyorsunuz...
Ölçüp tartıyorsunuz.
Bunun içilmesi benim yararımadır, diye kesin bir karara varıyorsunuz.

İDRAK: Vardığınız bu kesin kararı doruğa çekiyorsunuz. “İDRAK” ediyorsunuz...
Bu kararınızın üstünde bir karar sizin için geçersizdir.
Nasıl ki parmağınız sizin iken, dünyadaki bütün insanlar bir araya gelip “bu parmak senin değildir, keseceğiz!...” deseler...
Ne derlerse desinler cevâbınız tek ve asla, kesemezsiniz!... dir.
Çünkü bu konuda özünüzün idraki kesindir.
Kalbiniz kani’dir ve asla değişmez...

Çayın bardağı dudağınızda ama ayrı ayrısınız çünkü henüz içmediniz...
Öyle ya; çayı içtim diye kağıda yazmak veya çayı içtiğini söylemek başka, çayı yudum yudum içmek başkadır...

İŞTİRAK: Bardakla dudağın arasındaki çayı gırtlaktan aşağı aşırmak “İŞTİRAK” tir...
Artık senin her zerrende çay vardır...
Sen çaysın, çay da sen oldu...

Sen Bende, Ben Sende Gibi,
İkimiz Bir Tende Gibi,
Güle de Can, Dikene de,
İhvânîm, Gülşende Gibi...

İşte çayın tevhid tekemmülü ve tahkik tevhidi...
Bu ise tasavvufun temelidir ve gerisi teferruatıdır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Bunun böyle olduğunu bir kitâbdan mı okudum, birisinden mi duydum veya oturup düşünüp taşınıp uydurdum mu?...
Hayır... Cevâbını vermeden önce bir hususu unutmadan arz edeyim.
İHVÂNÎ, ruh kardeşi demek ve Kul İhvanî Mahlasımın Bezm Bâdemle BİLe verildiğini demiştim.
Ruh Kardeşleri, dünyevî kirlerden ârî ve ebedî hayatın dünyadaki misâfirleridir.
İHVÂN ise hamimî ve samimî kardeşler olup aralarında riyâ ve yalan olmaz.
Hakk (celle celâluhu) korusun, var ise; bırak gitsin!...

Sanırım 1986 yılları idi...
O zamanlar Çile Çömleğim çatlaktı...
Altı yönden Aşk yağardı ÖZümüze, ÖZümüzde kaynayan acılar buhar olarak dönerdi GÖZümüze...
18 saat süren Antalya yaz gündüzünde 3 ay oruç tutar, ağlar, çağlardım!...
Sonuç hep sıfırdı!...
ALLAH (celle celâluhu)’ımla başbaşa...
Kimse beni dinlemez, dinlese de ANlamazdı...
“Neden bir sonuca ulaşamadım!” diye kendi kendime kahrederdim...
Sonunda sevgili Sahibim Azîz Efendim Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e ilticâ’ ettim...
Şu hâl zuhûr etti:
Haram-i Şerîf’in içindeyim...
Kâbe’nin Kapısının önünde bekliyorum...
Haram’ın içi çaka çaka insanla dolu ve ayak basacak yer yok...Herkes ihramlı, bir ben sivilim.
Benim dışımdaki insanlar mumya heykelleri gibi olduğu hâlde bekliyorlar. Hiç hareket yok.
Biraz sonra Hacerü’l- Esved’in önündeki kırmızı çizginin öbür ucundaki merdiven başında bir zât belirdi.
Kâbe’ye doğru geliyordu...
Herkesten 40-50 cm daha uzunca idi.
Yürüdükçe yol açılıyor, sonra kapanıyordu...
Ay yüzlü, ceylan gözlü, kirpikleri kıvrık ve hançerîydi.
Ömrüm boyunca kadın olsun erkek olsun böylesi bir güzel yüz görmemiştim.
Kâbe Kapısı önünde 2-3 metre çapında bir boşluk vardı.
Oraya kadar geldi ve:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i soran kimdi?” buyurdu. Sessizlik oldu...
Sonra ben: “Benim, Efendim!” dedim.
“Tanıyor musun?” buyurdu.
“Evet, ama burada yok Efendim.” dedim.
“Ben ashabın Alî’si ve Ulusuyum, sorunu bana sor!” buyurdu.
Ben de her zamanki el kol hareketim de dahil: “Efendim, uğraşıyoruz, çabalıyoruz ama olmuyor!” dedim.
İmâm-ı Alî (kerremullahi veche): “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bize ibâdet ettirirdi...” buyurdu.
Ben ise: “Efendim, biz de ibâdet ediyoruz, elimizden geleni yapıyoruz ama olmuyor!” dedim.
Bu konuşmalar sırasında Hicr-i İsmail hızasına gelmiştik.
İmâm-ı Alî (kerremullahi veche) efendimiz, Hicr-i İsmail Kapısında durup sağ elinin işâret parmağı ile Rükn-i Yemânî Köşesinin önündeki alanı işaret edince orası açıldı, boşaldı ve aydınlandı.
“Şurada; İlim, İrade ve Ahlâk üzerine ibâdet ettirirdi!...” buyurdu.

Günlerce düşündüm bu hususu.
Sonraki zaman içinde neden 4 lü sistemde değilde 3 lü diye düşünüyordum.
Ve “Ahlâk nedir?” diye takılmıştım.
Bir davranış, ne zaman gerçekten ahlâk hâline gelirdi...
Bir zaman sonra imâm-ı Alî (kerremullahi veche) efendimiz: “Ahlâk; İdrak ve İştirâktir!” buyurdu.
Bendeniz, İmâm-ı Alî (kerremullahi veche)’den bâde almış âşıklardanım...
Meşrebim Muhammedî, Aşkım Şahî’dir.
Aşk şarabım, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den, kadehim (bâdem) Alîyyü’l-Murtaza (kerremullahi veche) dendir.
Neticede 4 lü sistem yerine oturdu.
İlim-İrade-İdrak-İştirak...

İlimsiz-İradesiz-İdraksiz-İştiraksiz bir ibâdet ve itâat olur mu? olursa öylesine olur!...

Ondandır ki;
Abdullah İbni Ömer (ra)’dan:
“Bana babam Ömer İbni Hattab (radiyallahu anhu) rivâyet etti. Dedi ki:
“Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkageldi.
Üzerinde yolculuk eseri gözükmüyor; bizden kendisini kimse tanımıyordu.
Doğru Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı.
Ellerini de uyluklarının üzerine koydu ve: “Yâ Muhammed! Bana İslâmın ne olduğunu haber ver!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İslâm ALLAH’tan başka ilâh olmadığıına, Muhammed’in de ALLAH’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen; namazı dostoğru kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt’i haccetmendir.” buyurdu.
(O zât): “Doğru söyledin” dedi.
Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. (Zîrâ) hem soruyor hem de tasdik ediyordu.
“Bana imândan haber ver!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’a, ALLAH’ın meleklerine, Kitâblarına, Rasûllerine ve âhiret gününe inanman ve bir de kadere; hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu.
O zât: “Doğru söyledin.” dedi.
(Bu sefer): “Bana ihsândan haber ver!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “ALLAH’a O’nu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni muhakkak görür.” buyurdu.
O zât: “Bana kıyâmetten haber ver!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu meselede sorulan sorandan daha âlim değildir.” buyurdu.
O zât: “O hâlde bana onun alâmetlerinden bâri haber ver!” dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalınayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir.” buyurdu.
Babam dedi ki: “Bundan sonra o zât gitti. Ben hayli bir müddet (bekledim) durdum.
Nihâyet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Yâ Ömer! O sual soran zâtın kim olduğunu biliyor musun?” dedi.
“ALLAH ve Rasûlü bilir.” dedim.
“Gerçekten o Cibril’di. Size dininizi öğretmeye gelmiş.” buyurdular.”

(Müslim, Îmân)

Ve ayrıca Ömer İbni Hattab (ra)’ın rivâyet ettiği (İbni Mâce, Mukaddime 63 ve Buhârî, Müslim, Nesâî, Tirmizî, Ebu Dâvud) Cibril (Aleyhi’s-Selâm) hadisinde: “İhsân nedir?” sorusuna:
“İhsân, ALLAH (celle celâluhu)’a O’nu görüyorsun gibi ibâdet etmendir. Çünkü gerçekten sen O’nu göremiyorsan da, O muhakkak seni görüyor...”
buyuruyor.

Şimdi iyice bir düşünelim.
İlimsiz-İradesiz-İdraksiz-İştiraksiz nasıl olur da ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’i hazır nazır BİLip, BULup, bile OLup da huzurunda YAŞAyarak SALL-Naz Niyaz Namazı kılabiliriz?
Göz-Gez-Arpacık-Hedef!” siz yapılan atış, ancak ve ancak karavanadır...

Şimdi artık anlatılan ölçü içinde Muhammedi Melâmette; İnsan, Akıl, Aşk, Nakl, Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ALLAH (celle celâluhu) ve diğer husularda Anlayışımıza dönebiliriz...

İnsan kimdir?...
Akıl nedir?...
Nakl nedir?...
Aşk nedir?...
Velâyette PÎR kimdir?
Risâlet, Nübüvvette ve Beşeriyyette Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ABDullah sallallahu aleyhi ve selem kimdir?...

RABB’imiz (celle celâluhu)’yu nasıl bilip, nasıl anlayıp, nasıl kulluk yapabiliriz?...
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532)

Zevkli Zâkirler der ki: “99 Esmâ ile NEFS kendini, 1 ALLAH (celle celâluhu) ismi ile RABB’ini bilir!.”

Söylenmek istenen ve zor olan, kendini bilmektir.
Tasavvufun anayasanının maddelerinden birisi de:
“Kendini bilene babasının kanı helâl, kendini bilmeyene anasının sütü haramdır...”
Bizim köyde de çocuklar dövüşünce birisinin anası çıkar da kendi çocuğuna: “Ona uyma; o, kendini bilmiyor!...” derdi...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

1.4. İNSAN KİMDİR?... AKIL NEDİR?...
Azîz kardeşlerim,
Kanımızca Tasavvuf İlminden gâye, birisine bir şey vermek değil de ondakileri açığa çıkarmaya hasbî hizmet etmektir.
Zirâ ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL yarattığı kulunun tüm özelliklerini parmak izi gibi o kuluna mahsus halketmiştir.
Herkesin parmağı benzer ama izi benzemez.
Öyle ki Elest Bezminden mahşer âlemine kadar tek kişidir.
Asla bir benzeri gelemez.
Aslında bu her zerre içinde böyledir ama derin iş...

Hadi gel!...
Gönül gözlüklerini (Tahkik Tevhid) tak da Tecellî Tezgâhını yakından seyredelim!
Tasavvufta “Cell” kökü de hârikadır...
Cedd, Sall, Cenn, Hadd, Habb gibi...

Celle: açığa çıkarıp açıklamak, zuhûra çıkarmak.
Tecellî: hakkın, halk için zuhûru...



1- Hemhâlî Celâ:
(Aklın algılaması hissidışında)Ahaddiyet a’mâsında, bilinemezlik, karanlığındaki Zâtü’l-Zâtı’nda dâim ve kaim olan El AHAD (celle celâluhu)...
Kendi Zâtında, kendi Zâtıyla ve kendi Zâtı için mutlakiyyet zuhûru...
Habibullah sallallahu aleyhi ve sellem’in habbesinin kokularını getirdiği Zât Âlemi... (El EVVEL Celle Celâluhu).
İnsan anlayışından uzak âlem. Zâtî Zuhûr...

2- Cemâlî Celâ:
(lâtif, hissi, çok gizli) ALLAHÜ ZÜ’L-CELÂL’in Ulûhiyyetinin bilinmesinin, mutlak olarak Zâtına ait olan Kaza, Kader, İrade ve Meşiyyeti ile kendi Sıfatî Taayyünatında kendi Zâtı için merhameten, muhabbeten Sıfatî Zuhûru... (El ÂHİR Celle Celâluhu) Sıfatî Zuhûr...

3- Celâlî Celâ:
(daha kesif, daha belirgin, insan hissine daha yakın) RABBü Teâlâ’nın Rübûbiyyetinin bilinmesini Kaza, Kader, İrade ve Dilemesiyle, ZÜ’L CELÂLÎ VE’l-İKRÂM (celle celâluhu)’nun Esmâî Zuhûru... (El BÂTIN Celle Celâluhu)

4- Kemâli Celâ:
Vücûd-i Mutlakın; cem’i şuunât-ı ilâhîyye ve kevniyyede ve ebeden Eşyâî Zuhûru... (EL ZÂHİR Celle Celâluhu).
İlerde inşâallah yine döneriz ama ALLAHÜ-ZÜ’L-CELÂL, Kur’ân-ı Kerîm’inde “Sizi ve fiillerinizi yaratan benim” buyuruyor.
Hatta iki yerde de “Ben dilemezsem siz dileyemezsiniz bile...” buyurmuştur.
İşte Tecellî Tezgâhı...
Biz ise tevhid tarlası olan eşyâ bazarındayız, imtihandayız!...
Sen, şu Şe’en Şehrindeki manzarayı seyrettin ve iyice anladın diye “gözlerini sök de bana tak” desem,
İkimize de yazık olur ve kör kalırız.
O hâlde, benim yerime görme!...
RABB’ımın bana lûtfü olan gözlerimle hakkı ve hayrı görmeme hizmet ve yardım et!...
Çünkü sen fıtren Muhammedî OLduğunun rüşdüne erdin, şimdi ise gereğini yap!...
“Neydi gereği?”
Muhammedî KUL o ki HAKK’ın halkına merhamet, muhabbet ve hasbî hizmete Muhtaç, Mecbur, Me’mur ve hem de Mahkumdur... Yoksa halkın Müfettişi ve Müftüsü değildir!...
Esip-kesip, halkı korkutmak, dinden soğutmak ve nefret ettirmek yasaktır...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Aklıma geldi;
Behlü’l-Dânâ Devri...
İslâmiyet'in masaya yatırıldığı ve her türlü fikirde ve siyâsette fırkaların kıyasıya çarpıştığı devir...
Binbir gece masallarının yaşandığı ve Harûnu’r-Raşid’in melik olduğu devir...
Nesl-i Necîb İmâm Mûsa Kâzım (radiyallâhu anhu)’ın (h.128 Medine-h.183 Bağdad) haksız yere Abbâsi zindanlarında çürütüldüğü devir...
“Kim cennete gidecek, kim cehenneme gidecek!...” diye zâhiri mollalar kapışıyorlar durmadan...
Münâzaralar, mücâdeleler ve münâkaşalar gırla gidiyor.
Halk perîşan, canından bezmiş ama bakan kim...
Ham sofular ve menfâat mollaları Hârun Raşid’e durmadan Behlül Dânâ’yi şikâyet edip:
“Halkı galâyene getiriyor, olmayasıya şeyler söylüyor, Şerîatın (elbette kendi şerîatlarının) dışına çıkıyor!” vs... diyorlar.
Neticede bir gün, hepsinin toplandığı bir meclisde:
“Kim kâfir, kim müslim, kim cennete, kim cehenneme?” diye harâretle tartışıyorken, bir görevli giriyor içeri ve Hârun Raşid’e:
“Efendim Behlül Dânâ halkı karıştırdı. Sağ elinde bir avuç ateş, sol elinde bir avuç su sokaklarda ağzıyla düdük çalıp koşturuyor! Halk panik içinde!...” deyince fırsatçılara gün doğuyor ve Hârun Raşid’e:
“Fetvâmız hazır, vurun kellesini!...” diyorlar.
Hârun Raşid ise: “Yakalayın getirin bakalım neyesine böyle yapar!...” diyor.

Aslında Hârun Raşid, Behlül’ü çok seviyor. Zeki bir adamdır.
Ama tac-u-tahtı koruma hırsıyla Ehl-i Beyt aleyhi's-selâm ’a çok cefâ etmiş ve siyâsetle alâkası olmayan zâtları Medîne’den Bağdad’a sürüp zindanlarda çürütmüştür.
Biraz sonra yaka-paça Behlül’ü getirirler ve sorar:
“Behlül bu hâlin nedir? Nereye gidiyorsun böyle?...” der.
Behlü’l- Dânâ ise: “Şu sağ elimdeki ateşle, şunların cennetlerini yakacağım, şu sol elimdeki su ile de cehenemlerini söndüreceğim ki HAKK’ın halkını rahat bıraksınlar!...” deyince herkes BUZ gibi donup hayrette kalır...

Kolay mı, gerçek HAKK DOSTU olmak?...
Oturduğu apartmandaki yetimden, duldan ve muhtaç yoksuldan habersiz mürşid bozuntularının kulakları çınlasın!..
Hanlar, hamamlar, şirketler, köşkler ve mercedeslerle mürşidlik ha!..
ALLAH celle celâluhu şuûr versin tez elden bunlara!...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Ben, Behlül’ü severim.
Mürşidlik hakkında iki menkıbesini daha anlatayım unutmadan. Rahmetli Hacı Osman Efendi Hazretleri anlatmıştı bana da.
Harun Raşid Abbasî Halifesi, yaman insan, bu dünyada işleri ayarında tabii ki... Ama öbür âlemi de tezgâhlamak istiyor.
“ALLAH celle celâluhu’ya giden yol, ALLAH celle celâluhu dostlarının gönlünden geçer” diye yazan tasavvuf kuralından da haberdâr hâni.
Öyle olunca Behlül Dânâ Hazretlerine:
“Behlül! Gel seninle bir anlaşma yapalım... Kim sıkışırsa öbürüsü ona mutlaka yardım etsin dünyada da, âhirette de!...” diyor.
Onun hesabına göre koca hükümdâr bu dünyada melâmî meşrebli harabî bir kalender dervişe muhtaç mı olacak...
Eğer, Behlül söz verirse sözünde durur, ölüm çatınca da:
“Yetiş Behlül derim!...” diyor.
Behlül hiç düşünmeden: “Söz bir, ALLAH celle celâluhu bir !” diyor. Ahidleşiyorlar.
Zaman su gibi akıp giderken Harun Raşid’in karnında gaz oluşmuş. Ne alttan, ne üstten çıkıyor...
Hekimleri ne içirdiyse artırıyor, azaltmıyor.
Karnı davul gibi oluyor...
Çâresiz kalıyor. Nerdeyse çatlayacak...
Andlaşma aklına geliyor: “Şu Behlül’ü yakalayıp getirin!” diyor. Yine, yaka paça huzuruna dikiyorlar.
Harun Raşid: “Behlül, hani bir antlaşma yapmıştık ya!... Şimdi ben yardıma muhtaç hâle düşdüm, karnım şişti, inmiyor, ha çatladı, ha çatlayacak. Hemen yardım etmelisin, söz verdin!” diyor.
Behlül Dânâ Hâzretleri, derin derin düşünmeye başlıyor...
Zaman geçiyor...
Harun Raşid çatlayacak sıkıntı da: “Kardeşim ne düşünüyorsun, canım çıkıyor!” deyince...
Behlül:“Seni bu hâlden kurtarmaya kurtarırım, ama her şeyin bir bedeli var, bunu en iyi sen bilirsin. Bana ne vereceksin?” diyor. Harun Raşid: “Yazlık köşk, kışlık köşk v.s.” dediyse de,
Behlül: “Ben ne ideyim yazlığı, kışlığı, kalender bir dervişim!...” diyor.
Nâçar kalan Harun: “Anladım, anladım, sen tacımı tahtımı istiyorsun da, diyemiyorsun, mecburen verdim gitti sana!” diyor.
Diyor demesine de, Behlül yutar mı:
“Olmaz efendim yazılsın, çizilsin, mühürlensin cümle âlem duysun!” diyor.
Harun Raşid mecburen: “Peki!” diyor.
İşlemler tamamlanıp fermanı koynuna koyan Behlül Dânâ: “Bismillâhirrahmânirrahîm!...” diye elini Harun’un şiş karnına koyunca üç el, top atışı gibi yelleniyor...
Belhül ise kahkahalar atarak kapıya doğru koşmaya başlıyor.
Harun Raşid: “Yakalayın şunu!” diyor... Yakalıyorlar...
Behlül: “Ne var, daha ne istiyorsun!” deyince,
Harun Raşid: “Sözüm sözdür, al tacımı, tahtımı!” diyor...
Koca Behlül: “Sen; o tacı tahtı daha biraz önce bize üç osuruğa satmadın mı?... Sen bizi ne sanıyorsun, üç osurukluk dünyada gözümüz, gönlümüz mü var sanıyorsun! Sen yoluna, biz yolumuza!..” der...
İşte Muhammedî Âhrârlar...
Dünya ve dünyacılara karşı ebedî HÜR-ler!..
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:Eddünya cifetün ve talibuha küllabün – Dünya leştir, onu isteyenler de köpektir! buyurmuşlardır .
(Gazali, İhya, C.3 Dünya Sevgisi” bölümü)

Resim---Rasûlullah sallallahu aleyhi vessellem:Her kötülüğün başı dünya sevgisidir!”
(İbn ebi’ddünya, Beyhakî, Aclunî, K. Hafa, C.1, S.344 H. 1099, A. Kari, Mevzuatü’l Kübra H.163)

Tabiki dünyanın dışına çıkacak değiliz.
Ama saldırmadan hakça ve hayr üzere yaşayacağız...

Biliyorsun maksadımız masal ve hikâye anlatmak değildir.
Ancak, Muhammedî âşıklar, tevhidî hikmet balını, ibret bahçelerinden toplarlar, çünkü onlar ALLAH celle celâluhu’nun aşk arılarıdır.
Asla, bala- pekmeze kul olmuş kara sinek değildirler...

Ne demiştik, “Behlül’ü severiz!”
Ben, sen, o, biz, hepimiz Muhammedîyiz.
Gerçi hamdolsun herkes böyle söylüyor.
Evet ancak, böyle söylediğimizden dolayı imtihan olmaktayız ya!
Sözlerimiz, fiillerimiz, ahlâkımız ve hâllerimiz Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’inkilere benziyor muydu, diye hesab var ya...
Mesele Muhammedî oluş şuûruna yaşarken ulaşıp, gereğini yapıp, ni’metine kavuşmak...

Behlül Dânâ, işsiz güçsüz pejmürde ve perişan bir hâlde Bağdad sokaklarında dolaşıyor...
Harunu’r Raşid’in aslen Ehl-i Beyt’ten bir hanımı vardır.
Bu hatunun dikkatini çekiyor.
Behlül de bu hatunu uyandırmak için zamanını kollayıp duruyor. Bir gün bu hatun:
“Behlül neden avâresin, aylak aylak dolaşıyorsun. Ben sana yardım edeyim, bir dükkan da sen aç ve iş güç tut!...” diyor.
Behlül: “Olur, koca bir dükkan kirala, üç metre ip, bir çekiç dört mıh al!... Kapıya kilid, kilide anahtar gerekmez!...” diyor.
Dükkan tutuluyor aradan bir kaç gün geçince, kadıncağız:
“Bir bakayım ne alıp ne satıyor...” diye dükkana gelir.
Ne görse beğenirsiniz...
Üç tane kuru kafayı duvardaki üç mıha iple asmış...
Yerde bir çekiç, bir mıh var...
Oturmuş köşeye müşteri bekliyor...
Kadıncağız hayrette kalmış: “Behlül, bu nasıl ticâret Allahaşkına!...” deyince,
Behlül: “Ticaretin hasıdır, müşteri yok sultânım!...” der.
Kadıncağız işin sırrını çözemeyince: “Bu kuru kafaları bana sat!...” der.
Behlül “Satarım satmasına da gücün yeter mi?” deyince
Hatun: “Elbette yeter!... ne istersen iste!...” der.
İşte o zaman: “Şu birinci kafa 1 altun, şu ikinci kafa 10 altun, şu üçüncü kafa 100 altun!...” der...
Kadın düşünür taşınır yine çözemez: “Sebeb?” der.
Behlül: “Altunları verince kuru kafalar anlatır sana!...” der.
111 altun cebe inince Belhül:
“Bak Sultânım, Efendim:
Şu birinci kuru kafa, öyle bir kafa ki değil çivi, kurşun bile geçmez, söz anlamaz!...” deyip mıhı (büyük çivi) çakmak ister ama nâfile... “Şu ikinci kafa, öyle bir kafadır ki söz bir kulaktan girer öbüründen çıkar gider!...” deyip mıhı çakarken beraber öbür taraftan çıkar...
“Şu üçüncü kafa, öyle bir kafadır ki bir kulaktan giren söz öbüründen çıkıp gitmez de kendisine yâr olur, derdine çâre olur!...” deyip mıhı çakar ki bu taraftan giren mıh öbür taraftan çıkmıyor...
Al gözüm seyreyle seyrânda; kafasızlar, taş kafalar, kof kafalar, gerçek kafalar ki onlar akıl taslarımızdırlar...
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12888
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: İNSAN

Mesaj gönderen kulihvani »

Biz severiz Behlül’ü,
Evrindeki eli yüzü düzgün ancak ledûnden habersiz zâhir âlimleri:
“Ey Behlül; bizler seni çok severiz, sayarız. Ama, sen hep ayrı gayrı gezersin, neden gelip içimize girmezsin ve bize karışmazsın?” diyorlar...
Behlül biraz düşünüp: “Danışacağım birileri var...” deyip önlerindeki tuvalete girer.
Bir müddet sonra çıkıp yanlarına gelir ve: “Olmaz dediler!... Olmaz!... İçinize giremem” der...
Onlar da: “Ne dediler, neden dediler?” diye üsteleyince...
“Bakınız, oradakiler dediler ki: Ey Behlül, bizler Hak Teâlâ’nın güller gibi güzel domatesi, patlıcanı, kavunu, karpuzu idik... Yer yüzünde yetiştik... Koparıp yediler... İçlerine girdik de bu hâle getirdiler... Sakın içlerine girme, onların karnı haramsız, kalbi yalansız olmaz!... dediler” der...

Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî olan ve 805 (H.190) senesinde Bağdât'ta vefât eden Behlül’e soruyorlar: “Ölünce nereye gömelim?” cevap veriyor: “Farketmez âhiret her yere aynı uzaklıktadır” buyuruyor..
Resim
Cevapla

“Divanında Muhammedi Tasavvuf” sayfasına dön