ŞEYTAN VE CEHENNEM

Cevapla
Kullanıcı avatarı
dedekorkut1
Saygın Üye
Saygın Üye
Mesajlar: 208
Kayıt: 18 Ara 2007, 02:00

ŞEYTAN VE CEHENNEM

Mesaj gönderen dedekorkut1 »

ŞEYTAN VE CEHENNEM
SELİM GÜRBÜZER


Muaz b. Cebel (r.a) ne de güzel kaynağından şeytan ve cehennem nedir, bakın Allah Resulünün dilinden nasıl rivayet ediyor:
Ensar'dan birinin evinde sohbet dinliyorduk, o an dışarıdan bir ses geldi, içeri girmek için izin isteyen biri varmış meğer. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) ashabına;
-Kimdir o bilir misiniz?
Ashab-ı Kiram:
-Allah Resulü bilir, biz bilemeyiz der.
Resulü Ekrem (s.a.v):
-O lanetlenmiş şeytandır.
İşte Hz. Ömer (r.a) bu ya, daha şeytanın ismini duyar duymaz öfkesini dizginleyemediği için derhal ileri atılıp şöyle mukabelede bulunur;
-Ya Rasulüllah! İzin ver hemen onu oracıkta öldüreyim.
Allah Resulü:
-Ya Ömer! Sakin ol. Bilmiyor musun Allah o lanetlenmiş şeytana kıyamete kadar mühlet vermiştir, hele bir kapıyı açın içeri girsin bakalım derdi neymiş bir görelim.
Tabii Şeytan içeri girince selam önce verir de.
Resulü Ekrem (s.a.v):
-Selam Allah’ındır, sen ise lanetlenmiş şeytansın, bir iş için geldiğini söyledin, söyle bakalım neymiş o iş?
Şeytan cevaben:
-Buraya kendi arzumla gelmedim, mecburiyetten geldim. Zira Allah tarafından gönderilen bir melek çıka gelip:
- Tez bana Âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlat der. Ve ardından şu uyarıda bulunur:
-Bak şayet anlatacaklarına en ufak yalan katarsan şunu iyi bil ki herkesin önünde rezil seni rezil ederim.
Şeytan baktı bu işin şakası yok, pabuç pahalıya patlayacak cevaben şöyle der:
-İşte karşınızdayım, cümle âleme rezil olup herkesin oyuncağı olmaktansa her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatacağımdan emin olabilirsiniz, buyurun ne sualiniz varsa sorunuz.
Resul-i Ekrem (s.a.v):
-Yeryüzünde en çok sevmediğin kimdir?
Şeytan:
-Sen der.
-Sonra kim?
-İnançlı genç,
-Sonra?
-Şüpheli şeylerden kaçınan âlim,
-Sonra?
-Temizlik yaparken yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden,
-Sonra?
-Halinden şikâyet etmeyen sabırlı fakirler...
-Sonra?
-Şükreden zengin.
-Peki, ümmetim namaza durunca senin halin nice olur?
-Beni adeta sıtma tutup, titrerim.
-Neden?
-Kul secde edince bir derece yükselmesinden ötürüdür.
-Peki, ya oruç tuttukları zaman?
-İftara kadar adeta kendimi tutsak hissederim.
-Peki ya, Hac yaptıkları zaman?
-Çıldırırım,
-Peki ya, Kur’an okudukları zaman?
-Kurşun gibi eririm,
-Ya sadaka verdikleri zaman?
-Halim yaman olup testereyle kendimi doğranılır hissederim.
-Sebebi?
-Çünkü Allah; sadaka veren ihsanda bulunur, cehennemle arasında perde kılar, belayı sıkıntıyı üzerinden alır vs.
-Ebu Bekir hakkında ne düşünürsün?
-O cahiliye devrinde bile bana itaat etmedi,
-Peki ya, Ömer b. Hattab için ne dersin?
-Onu görünce kaçacak delik ararım ve kaçarımda,
-Osman b. Affan için ne dersin?
-Meleklerin bile hayâ ettiği biri, dolayısıyla onu görünce utanırım.
-Ali için ne dersin?
-Ben onu bırakırım, ama o beni bırakmaz.
Bu arada Resul-i Ekrem (s.a.v) bu cevaplar karşısında:
-Ümmetime ihsan eden ve seni şaki kılan Allah’a hamd olsun demekten kendini alamaz da.
Şeytan bu ya, kendinden emin bir şekilde sözlerine şöyle devam eder:
-Heyhat, heyhat. Ben o vakte diri kaldıkça ümmetin için nasıl rahat olabilirsin ki, ben onları kan damarlarında dolanır ete karışır, ama onlar fark etmezler bile, hiçbirinin kurtuluş şansı yok, ancak Allah’ın halis kullarını saptıramam.
Allah Resulü (s.a.v) bunun üzerine şu suali yöneltir:
-İman sahibi olup da iflas etmiş kullar kim?
Şeytan:
-Parayı ve malı çok sevenler, sende bilirsin ki mal sevgisi günahların en büyüğü. Malı mülkü olup da ihlâs sahibi olanı gördüğümde kaçarım zaten. Ya Muhammed! Benim yetmiş bin çocuğum var olup, her biri kendi alanında görevli ve her çocuğumla birlikte yetmiş beş bin tane şeytan var; onlardan bir kısmını din adamlarına, bir kısmını gençlere, bir kısmını ihtiyar kadınlara musallat ederim... Gençlerle aram çok iyi, çocuklarla bizimkiler iyi oynarlar, bir kısım zahitlerden ihlâsını almayı başarır, farkına dahi varamazlar. Bilmez misin Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlâs içerisinde Allah’a ibadet etti, öyle ki herkese şifa kaynağı oldu, duasıyla hastalar iyi oldu, ama peşine takıldım zina etti, katil oldu en sonunda da küfre girdi.
Şeytan konuşmasının bu bölümünde de şunları der:
-İlk yalan söyleyen benim, kim yalan yere yemin ederse o benim dostumdur. Gıybet şenliğimdir. Her kim bir konuda karşısındakini inandırmak amacıyla hanımından boşanmak üzere yemin ederse, o konuda gerçek ortaya çıkıncaya kadar hanımı ona haram olur, kıyamete kadar doğacak çocuklar hep zina çocuğu olur, yani ağzına alınan o boşanma kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer... Namaza gelince; namaz kılmak isteyene vesvese veririm. Şöyle ki; henüz daha vakit var, ya da şimdilik işine bak sonra kılarsın derim, eğer namaz kılarsa bu defa da üfleyince, o esnemeye başlar, elini ağzına kapamazsa küçük şeytan girer, dünyevi bağlarını çoğaltır dediklerimizi yapar böylece. Ümmetine bunun gibi ne tuzaklar kurarım, ne tuzaklar, daha neler, neler. Fakirlerine, zavallılarına namazı bırakmalarını emrederim, namaz Allah’ın bolluk verdiği kimseler içindir. Sonrada hastalara gider onlara; iyi olduğun zaman çokça kılarsın telkininde bulunur, böylece namazını bırakmasını sağlarım, bu durumlarından dolayı küfre girebilirler de, şayet ölüp giderse Allah’ın huzuruna çıkarken, Allah’ın öfkesiyle karşılaşır. Ya Muhammed! Ümmetinin altıda birini dininden çıkardığım halde hala nasıl ferahlık duyarsın?
Efendimiz(s.av):
-Ey lanetlenmiş şeytan! Arkadaşların kim?
Şeytan:
-Faiz yiyenler,
-Dostun kim?
-Zina edenler,
-Yatak arkadaşın kim?
-Sarhoşlar,
-Misafirin kim?
-Hırsızlar,
-Elçin kim?
-Sihirbazlar,
-Gözünün nuru kim?
-Eşini boşayanlar,
-Sevgilin kim?
-Cuma namazını bırakanlar,
-Senin kalbini ne kırar?
-Cihada koşan atların kişnemesi,
-Senin cismini ne eritir?
-Tevbe edenlerin tövbesi,
-Peki, ciğerini ne parçalar?
-Allah’a bol bol tövbe edenler,
-Peki, yüzünü ne ekşitir?
-Gizli sadaka,
-Peki, gözlerini kör eden nedir?
-Gece namazı,
-Peki, başını eğdiren ne?
-Namazın vaktinde cemaatle kılınması,
-Sana en sevimli gelen insanlar kimler?
-Namazını bilerek kasten bırakanlar,
-İnsanların en şakisi kimler?
-Cimriler,
-Seni işinden ne alıkoyar?
-İlmi toplantılar,
-Yemeğini nasıl yersin?
-Sol elimle ve parmaklarımın ucu ile.
-Peki, sam yeli estiği veya ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?
-İnsanların tırnakları arasında,
-Rabbinden neler talep ettin?
-On şey:
1-Allah’tan Âdemoğullarının malına ve evladına ortak ede dedim, isteğim kabul gördü. Her besmelesiz kesilen hayvanın etinden karışan yemekten, faiz ve haram karışan yemekten yerim, cinsi münasebet esnasında Allah’a şeytandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Her kim hayvana binerken helal yola değil de, aksi istikamet duygusuyla yola çıkanla beraber yoldaş olurum,
2-Bana ev ver talebinde bulundum, hamamlar bana ev olarak verildi.
3-Bana bir mescit ver dedim. Pazar yerlerini bana mescit yaptı.
4-Okuma kitabı istedim, şiirleri okuma kitabı yaptı.
5-Benim için ezan istedim, mezmurları verdi.
6-Yatak arkadaşı istedim sarhoşlar verildi.
7-Bana yardımcılar istedim, kaderiye mezhebinden gidenleri verdi.
8-Kardeş istedim, mallarını günah yolunda harcayanlar verildi.
Allah Resulü bir ara:
-Eğer söylediklerini, Allah’ın kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydin seni tasdik etmezdim.
Sonrasında şeytan yine devam etti sözlerine:
9-Allah’tan diledim ki Âdemoğullarını ben göreyim, ama onlar beni göremeyeler. Böylece dileğim kabul gördü.
10-Âdemoğullarının kan damarlarında bana yol yap, bu da oldu. İşte ben bu özeliklerimle övünürüm. Benim bir oğlum vardır, adı: Ateme olup, bir kul yatsı namazını kılmadan uyursa kulağına gider işer, bir oğlum var onun adı da: Mütekazı olup ibadetlerini gizli yapan kulun amelini açığa çıkmasına muvaffak olur ve böylece Allah yüz sevabının doksan dokuzunu yok eder bir sevabı kalır. Diğer oğlumun adı da Kühayl olup insanların gözlerine sürme çekerek uyuklarlar, böylece âlimlerin sözlerini dinlemekten mahrum kalıp sevap kazanamazlar.
Tabi bitmedi, dahası var. Nitekim şeytan bu sıralamaları yaptıktan sonra da Allah Resulünün meclisinde anlatmaya devam edip şöyle der:
-Her kadının kucağında mutlaka şeytan oturur, o kadına bakanların gözlerini allayıp pullayıp güzel gösteririm, sonra kadına emirler yağdırıp elini, kolunu göster vs. der hayâ perdesini tırnakları ile yırtmasını sağlarım. Şu da bir gerçek bir kimseyi sapıklığa ve isyana sürüklemek için elimde imkân yok, ama vesvese veririm, bir şeyi güzel gösteririm. Nasıl ki senin elinde hidayet yok, olsaydı yeryüzünde tek bir kâfir bırakmazdın, aynen öyle de bende şaki yazılan kimselerin sebebiyim. Said anne karnında iken saiddir, şaki olanda anne karnında şakidir deyince Resul-i Ekrem (s.a.v) şu ayeti kerimeyi okur:
-Bunlar, ta sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek. Ancak Rabbin esirgedikleri hariç (11/119), Allah’ın emri behemehâl yerini bulan kaderdir(33/38).
Allah Resulü ayet-i celileri okuduktan sonra şöyle dedi:
-Ya Ebamürre (İblis)! Acaba senin bir tevbe etmen ve Allah’a dönmen mümkün mü? Cennete girmene kefil olurum. Söz veririm.
İblis:
-Ya Resulullah! İş verilen hükme göre oldu. Kararı yazan kalem kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni insanlar içinden, beni de şakilerin efendisi kılan Allah’tır. İşte bu söylediklerim sana son sözümdür, söylediklerim doğrudur der. Böylece karşılıklı soru cevap ilişkisi çerçevesinde konuşma burada sona ermiş olur (Bkz. Muhyiddin Arabî Şeceret’ül Kevn adlı eserinden iktibas edilen ‘Şeytanın hileleri’ adlı küçük risale, Hacegan).
İşte yukarıda Allah Resulünün meclisinde şeytanla soru cevap çerçevesinden geçen tüm konuşmalardan çıkan sonuçtan şu bir gerçek ki, ömür boyunca yakamızı bırakmayacak şu üç düşmandan kaçınmamız gerekiyor. Nedir bu üç düşman derseniz, Birincisi nefis, ikincisi şeytan, üçüncüsü kötü arkadaştan başkası değil elbet. Bu üçünden de mutlaka kaçınmamız şarttır. Zira Rabbul âlemin; “Allah katında en şerefliniz Allah’tan en fazla korkanınızdır” (Hucurat–13) buyurmakta Bakınız Peygamberimiz (s.a.v) Allah katında en sevgili dost olmasına rağmen “Emr olunduğun şekilde dosdoğru hareket et” (Hud, 12) ayet-i celilenin hükmüne muhatap kalabiliyor. Zaten o ‘Ey Sevgili Habibine‘de emrin gereği gündüzün tebliği görevi, geceleyin de sabahlara kadar ibadetten dizleri şişecek derecede ibadet etmek yaraşır.
Peki ya, Şeytana ne yaraşır? Ona da:
-Elimden geldiği kadar kıyamete kadar kullarını yoldan çıkarmak suretiyle azdırmaya çalışıp Allah’a isyan etmek yarışır.
Şeytan İblisliğine devam ede dursun bakın Allah-ü Teâlâ bu hususta ne diyor:
-And olsun ki cehennemi senden (türeyenlerle) ve Âdemoğullarının hepsiyle dolduracağım (Sad:85).
Öyle ya, şeytan ahd eder de Yüce Yaratıcı ahd etmez mi? Nitekim Seyda Hz.leri bu durumu şu veciz sözlerle dile getirirde:
-Şeytan şeytanlığı ile sözünü yemezken, hâşâ Rabbül Âlemin mi sözünden vazgeçecek Hiç kuşku yoktur ki; Yüce Mevla’mız sözünü yerine getirir de.
Mağaradaki Abid
Hz. Âdem (as)’'in yasaklı ağacın yemişinden yemesi küçük günahlardandı, ama bir anda cennet yurdundan dünyaya inmesine yetmiştir. Bu demektir ki, günahın küçüğü ve büyüğünü düşünmeden asıl olan tüm günah kategorilerinden uzak kalmak mühimdir. Çünkü her şey küçükten büyüğe doğru ilerleme kaydedebiliyor.. Hani derler ya sinek küçüktür ama mide bulundurabiliyor, aynen öyle de, hafife aldığımız bir kötü fiil ilersinde daha bambaşka fiillere dönüşebiliyor. Nasıl mı? İşte şu abid kıssasına bakmakta fayda vardır:
Bakınız, bir zamanlar bir abid (Allah’a ibadet eden) varmış, öyle ki günübirlik mağaraya çekilip ibadet edermiş hep. Sadece ibadet etmekle kalmaz hastalananlara dua edip şifa bulurmuş bile. Hatta padişahın bir deli kızı varmış, ona da dua etsin diye abide göndermişler. Şeytan bu ya, fırsattan istifade boş durmayıp abide şöyle vesvese verecektir:
-Baksana ne hoş güzel kızmış bu, ne de olsa kız delidir, dolayısıyla tehlike teşkil etmeyecektir
Tabii Abid bu vesvese karşısında yenik düşüp ilk etapta gözüyle kızı inceden inceye süzer de. Bir insan abid’de olsa kerecik olsun gözle nazar etmeye görsün şeytanın şehvet damarını kamçılayacağı muhakkak. Nitekim ikinci aşamada padişahın kızı ile zina eder hale düşer de. Tüm ipler artık şeytanın elindedir. Şeytan bu kez vesvese yoluyla değil görünür halde Abidi yönlendirecektir. Ve Abide şöyle der:
-Bak yarın bu kız akıllandığında babasına her an her şeyi anlatabilir, en iyisi mi sen sen ol bu işi kapatmaya bak. Kolayı var, öldürüp falancı yere gömersin. Zaten başka da çaren yoktur. Babası sorduğunda, benden izin isteyip gitti dersin, böylece mesele kapanmış olur.
Abid denileni yapar da.
Şeytan bu kez soluğu padişahın yanında alır ve durumu tüm ince ayrıntılarıyla anlatır da. Hatta daha inandırıcı olmak için:
-Şayet anlattıklarım doğru değilse başımı vermeye razıyım demeyi de ihmal etmez.
Apar topar olay mahalline gidildiğinde önce kızın gömüldüğü yeri gösterir sonrası malum Abid elleri bağlanmış ve boynuna ip geçirilmiş halde darağacına çıkartılır.
Şeytan burdada boş durmayıp son hamlesini yapacaktır. Bu kez Abidin imanını çalmak için şu telkinde bulunur:
- Bak şayet bana secde edersen başına gelen tüm belalardan seni kurtarırım.
Can derdi ya, maalesef şeytanın bu isteğine de boyun eğip secde edecektir. Böylece Abid, hem imanından olun hem de canından olur.
Anlaşılan bir insan âlimde olsa, zahit de olsa, her ne olursa olsun hiç kimse şeytanın hile ve desiselerine karşı güvence altında değildir. Bu yüzden bize düşen sürekli şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak olmalıdır. Görüyorsunuz önce vesveseyle kıza baktırıyor, sonra zina ettiriyor, sonra katlini gerçekleştiriyor, ardından imanını çalıp katline ferman okuyor. İşte şeytanın hile ve desiseleri denen hadise budur.
Şeytanın akıbeti
Satanistler şeytana tapa dursunlar, biz öyle inanıyoruz ki müminler sırat-ı müstakim üzere yaşamaya azmettiği müddetçe kurtuluşa erecekleri muhakkak. Hiç şüphe yoktur ki, Allah mümin kulunun hüsnü zannı üzeredir. Dolayısıyla durduk yerde kendi kendimize yeise kapılmaya gerek yoktur, her daim Allah’tan umut kesilmez motivasyonuyla ümit var olmakta fayda vardır. Umut var olalım ki akıbetimiz hayrolsun. Malum, acı akıbet daha çok şeytan ve onun yolunu takip edenler içindir. Madem öyle ehlisünnet âlimlerin kitaplarına bakaraktan şeytanın kıyamet akıbeti nasılmış onu bir görelim. Gerçektende bu kitapları taradığımızda ölüm meleği tüm mahlûkatın canını alıp vazifesinin tamamladıktan sonra yapacağı ilk iş şeytanı kovalamak olacaktır. Ta ki bu kovalama canını alana dek sürecektir. Nasıl mı? Şeytan ilk etapta kaçabileceği küçücük bir deliğe razı olur bile. Ancak baktı çok sıkı takip altında yerin dibine girecektir. Orada da kovalamaca tüm hızıyla devam eder, ister istemez soluğu bu kez gök kubbede alacaktır. Azrail bu ya, ister yerin dibinde ister semada hiç fark etmez aman vermeksizin sıkı takip altına alınca, şeytan bu kez kendini denizin dip dalgalarına koyuvererek izini kaybettirmeye çalışacaktır. Artık Azrail’de bu noktadan sonra bitap düştüğü her halinden belli eder de. Bu durumda Allah’a rücu edip meramını şöyle dile getirir:
-Yüce Allah’ım sana malumdur, tüm gücümle elimden geleni yaptım, ama bir türlü yakalayamamaktan bitap düştüm.
Allah-ü Teâlâ:
-Madem öyle, var git Cehennem malikinin yanına o sana yetmiş beş bin cehennem köpeğini emrin altına versin. Böylece sende güç tazelemiş olursun.
Azrail bu kez beraberinde götürdüğü yetmiş beş bin köpekle şeytanın ardına düşecektir. Ama yine yakalayamayacaktır. Rabbul Âlemin ikinci kez yetmiş beş bin köpek daha almasını emreder, şeytan yine yakalanamaz. Neyse ki üçüncüsünde bir yetmiş beş bin köpek daha takviye edildiğinde şeytan onca kovalamanın ardından can derdiyle Hz. Âdem’in mezarına kapanmak zorunda kalacaktır. Sen misin ‘ben ateşten o ise topraktan yaratıldı’ diyen, işte o küçümsediği toprağa yüz sürer bile. Dahası Âdem’e secde etmemek neymiş o sözünü kendisine böyle yedirtilir de. Derken bütün köpeklerin üzerine üşüşüp kıskıvrak abluka altına alınır. Ardında Azrail geldiğinde şöyle der:
-Ey Melun Şeytan! Yüce Allah Adem’i yarattığında sana secde et dediğinde etmedin de şimdi bu hale düşünce mi toprağına kapanıp secde edesin geldi.
Belli ki Şeytan bu sözü gururuna yediremeyince kapandığı topraktan başını kaldırıp:
-Sen öyle san, asla ona secde etmem der demez Azrail o anda tepesine binip ruhunu kabz edecektir.
Düşünsenize Şeytan neydi ne oldu. Meleklere hocalık yaptığı dönemlerde tam beş yüz sene ibadet ederek hayatını geçirmişti. Hatta neredeyse secde etmediği yer kalmamıştı, o kadar muteber biriydi. Ama vakta ki emri ilahiye'ye karşı gelir işte o an lanet halkası başına geçirilerekten huzurdan kovulacaktır. Bundan böyle Adem (a.s)’ı ve onun zürriyetinden gelenleri yakmak için çalışacaktır.
Peki, Adem (a.s)’ı kandırdı da ne oldu, sonunda toprak ateşe galip geldi ya, bu yetmez mi? Anlayana elbette ki bu ibretlik tablodan çıkaracağı ders ona ziyadesiyle yeter artar da. Zira Adem (a.s) toprak mayasıyla günahını görüp tevbe ederekten kurtuluşa ererken, Şeytanda ateş mayasıyla amelini sermaye görüp lanetlenenlerden oldu.
Evet toprak ve ateşten ders çıkaralım ki, bizde tıpkı atamız Adem (a.s) gibi amelimizi değil, günahımızı görüp bin pişman olmasını bilelim. Bakın, Rabbul Âlemin bu hususta ne buyuruyor: “Benim yanımda Resulümün ümmetinden günahkâr olanların yalvarıp yakarmalarından daha güzel ses yoktur, ariflerin münacatı müstesna.”
Şu bir gerçek, Yüce Allah kulunun günahlarından pişmanlık duyup tevbe etmesine rızalığı var, ama kibrine yenik düşüp pişman olmayanlara ise asla razılığı yoktur. Hem şeytanı varı bu dünyada böbürlenip yeryüzünde fesada kalkışmaktan kim ne bulmuş ki bizde bulalım. Bizim için cehennem asla tercih edilecek mekân değildir. Orası ancak şeytanın yolundan giden irin bedenlere layık mekândır. Zaten cehennem narı Allah’a asi olmuş kullardan kan ve irin akıtmak için vardır. Allah’tan dileğimiz odur ki cehennemde kan ve irin şeytanın yolundan gidenlere olsun, selam yurdunda gül kokusu da müminler için olsun. Aslında bu dilekten öte bir hakikat te. Nitekim cehennemin hararetinden susayanlara su yerine irin verilirken, Cennette gölgelenenlere de kevser suyu verilecektir. Yeter ki şairin ‘oluklar çift birinden nur akar, diğerinden kir’ dediği noktada tercihimiz nurdan yana koyalım, ruz-i mahşerde irin yerine kevser havuzu sularından kana kana içmek nasip olur elbet. Kaldı ki bizim kıymetimiz Efendimizden gelmekte. Bikere her şeyden önce salâvat getiren son ümmet olmamız hasebiyle Allah Resulü şefaatini bizden esirgemeyecektir. O kendisine salâvat getirenlere şefaat diledikçe Allah-ü Teâlâ da Habibinin yüzü suyu hürmetine beşeriyetten en yakın arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir (r.anh)’a cennetin anahtarını verip istediğini cennete koy diye beyan buyuracaktır. Ne mutlu Sıddıkiye yolunda gidenleredir ki, Allah Resulünün yolunu yol bilip İsmailce yat kurban olmuşlardır. Şayet şu fani dünyada Hz. Ebubekir misali müşriklerin dedikodusuna aldırmaksızın ‘O dediyse doğrudur’ bir teslimiyet örneğinde olduğu gibi duruş sergileyip şeksiz şüphesiz hak ve hakikate teslim olabilirsek, biliniz ki, mahşerde bizleri yalnız başımıza bırakmayıp cehennem zebanilerin eline teslim etmeyeceklerdir. Buna inancımız tam da.
Bakın şöyle Şeytan, Firavun, Karun ve diğerlerinin düştükleri duruma, hep başlarına ne gelmişse kibirlerinin yüzünden helak olmuşlardır. Oysa hakiki pehlivan kıyamet günü başı önüne eğilmeyecek olandır. Şayet başımızın önüne eğilmesini istemiyorsak vakit çok geçmeden Allah aşığı dost edinip feyzinden ve bereketinden istifade etmekte fayda var. Şu fani dünyada her kim Sadatları dost edinirse, bilinsin ki o dost edindikleri Sadatlar sadece bu dünyanın değil mahşer gününün de hakiki pehlivanlardırlar. Yeter ki onlara Allah için hürmette kusur edilmesin, hiç kuşku yoktur ki ruz-i mahşerde bizi yapa yalnız yüz üstü bırakmayacaklardır. Nitekim Gavs- Bilvanisi (k.s) bu gerçeği şöyle müjdeler:
“-Yiğit sadece kendi başına çalışan kimse değildir. Gerçek yiğit o dur ki hem kendisi çalışır, hem de âlem ona çalışır”
Evet, başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere ve O’nun izini iz sürenler önce kendi nefislerinden ziyade Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için çalışmayı yeğlemişlerdir. Düşünsenize o gün cehennem zebanileri mahşer halkının üzerine hücum ettiğinde o an herkes kendi derdine yanıp ‘nefsi, nefsi’ diye çırpınırken Allah Resulü ‘Ümmetim Ümmetim’ diye feryad edecektir. Aslında şu an içinde bulunduğumuz dünyanın hali de mahşer gününü hatırlatmakta. Bakın şöyle etrafımıza artık bu dünyada gemisini kurtaran kaptandır diyebiliriz. Öyle ki kel derman bulsa başına sürer misali hemen herkes düştüğü bataklıktan ya kendi çabasıyla çıkmaya çabalamakta, ya da kendisine uzanacak bir yardım elini beklemekte. Mutlaka bir yardım eli uzatacak biri çıkar elbet. Yeter ki onca kokuşmuşluk içerisinde Peygamberimizin izinden yürüyen Allah dostlarına dost olunsun, bataklıktan kurtulmamız an meselesi diyebiliriz. Bu arada sadece yardım elinin uzatılmasını beklemekle kalmayıp, cehennem ateşini sürekli göz önümüzde bulundurmamızda icab eder. Çünkü cehennem azabının şiddetini ruhumuzda hissetmediğimiz müddetçe kendimizi rehavete kaptırıp günah bataklığına sürükleneceğimiz gibi öteki dünyaya da kendi ateşimizi beraberimizde götüreceğiz demektir. Bakınız, bir gün Behlül’ü soluk soluğa bir halde görenler:
-Ey Behlül! bu ne telaştır, hayırdır nereden geliyorsun böyle?
Behlül cevaben:
-Cehennemden geliyorum.
Derler ki:
-Cehennemde ne işin vardı ki?
Behlül:
-Ateş almaya gitmiştim ama ateş yoktu.
Merak ederler:
-Efendim bu nasıl söz, cehennemde hiç ateş olmaz mı?
Behlül:
-Evet, Cehennemde yanmayacaklar için ateş bulunmaz, bu yüzden ateş yoktur.
Nasıl ki Nemrut’un ateşi İbrahim (a.s)’ı yakamamıştı ya, aynen öyle de İbrahim-i yolda yürüyenler içinde elbette ateş yok mesabesindedir. Nitekim Rabbul Âlemin ateşe;
-Ey ateş İbrahim’e serin ve selamet ol (Enbiya:69) buyurunca ateş gül bahçesine dönüşüverir de. Şayet müminler can-ı gönülden İbrahim-i Gül olmaya gayret ederse biliniz ki ateş nur kaynağı olacaktır. Malum ateşte yakıcılık özelliği vardır, nur ise yakmaz sadece ışık verir.
Bakın, İbn-i Cüreyc ne buyuruyor, der ki;
-Cehennem yedi kattır. İlk katman günahkârlar içindir, ikinci katman Yahudiler içindir, üçüncü katman Hıristiyanlar içindir, dördüncü katman yıldızlara tapanlar içindir, beşinci katman ateşperestler içindir, altıncı katman putperestler içindir, yedinci katmansa münafıklar içindir.
Bir görüşe göre de; göz, kulak dil, karın, edep yeri, el ve ayaklardan oluşan yedi vücut azasına denk düşen cehennem ise yedi kat olarak konumlandırılmıştır. Öyle ya, madem günahlar insanın yedi uzvuyla işlenmekte, o halde işlenen her kötü fiilin karşılığına denk gelen cehennem tabakalarından her hangi birinde karşılık görmesi gayet tabiidir.
Velhasıl kelam son söz olarak Said Nursi Hz.lerinin şu veciz sözüyle bağlayalım: ”Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil.”
Bu böyle biline.
Vesselam.
http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/32 ... ennem.html
Resim
Cevapla

“Tasavvuf” sayfasına dön