ÖMER B. HATTAB (r.a)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Hakan
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 4962
Kayıt: 08 Eki 2006, 02:00

ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen Hakan »

ÖMER B. HATTAB (r.a)


İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;

"Müslüman ol ya İbn Hattab! Allahım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı (İbn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-Ğâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).

Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu, Resulullah (s.a.s)'ın yapmış olduğu; Allahım! İslâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II, 518; İbn Sa'd, aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı (İbn Sa'd, aynı yer).

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman oluşu bir fetihti" (Üsdül-Ğâbe, IV,151; İbn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.

O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm tebliğinin yeni bir veche kazanması için Medine'ye hicret emrolunduğu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki İbn Mes'ud;

"Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153) demektedir.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelişini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'ın önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "Allah, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak görev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâma karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ'nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Resulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaclı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım" karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-Ğâbe, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünleşmişlerdi.

Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İranın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be, Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri püskürtmek için İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).

İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur.

Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslâm'ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).

İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).

İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir. O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;

"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;

"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

İlmi

Hz. Ömer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır. Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).

Hz. Ömer (r.a), Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

Şahsiyeti Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir.

Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım".

Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.

Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).

Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescid'in çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm'ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, Allah yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur" (Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.

Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (s.a.s)'in yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "Allah yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); Allah doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).

Resim
Kullanıcı avatarı
HAS-AN
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 570
Kayıt: 02 Tem 2009, 02:00

Mesaj gönderen HAS-AN »

“İşte benim derdim buydu”

Hz. Ömer uzanmış upuzun yatıyordu. Herkes başucundaydı ve hıçkırıklar boğazlarda düğümlenip kalmıştı. Doktorun "Ya Ömer! Vasiyetini yap" dediğini duyunca bir anda içeride bir feryad u figan koptu. Herkes ağlıyordu.

Hz. Ömer, "Ağlamayın! Ağlayacak olan yanımdan çıksın. Siz Allah Resulü’nün, ‘Ehlinin ağlamasıyla ölü eziyet çeker’ dediğini duymadınız mı" diyerek onların ağlamasına mani olmaya çalıştı. Hz. Ömer, İbn Abbas’a "Bakın bakalım beni vuran kimdir" diye sordu. Gelen habere göre onu Muğire b. Şu’be’nin kölesi Firuz hançerlemişti. Hz. Ömer bunu öğrenince "Allah’a hamd olsun ki beni bir Müslüman eliyle öldürtmedi" dedi. Bir ara daldı. Baş ucunda duran oğlu Abdullah, gözlerini babasından bir an ayırmıyordu.

Hz. Ömer’de bir düşünce hem de yüreğini dağlayan bir düşünce vardı. Ve gözlerini açarak ümitsiz bir ifadeyle: "Oğlum! Git, Aişe’ye benden selam söyle. Fakat sakın, Emiru’l-mü’minin’in selamı var, deme. Zira şu anda ben mü’minlerin emiri değilim.

Ona, "Ömer senden, acaba iki arkadaşıyla beraber yatmasına müsaade eder misin" diye izin istiyor de. İbn Ömer babasının emrini yerine getirmiş ve Hz. Aişe’nin evine gelmişti. Onu bir köşede oturmuş ağlıyor buldu. Babasının arzusunu söyleyince Hz. Aişe validemiz, "Vallahi orayı ben kendim için düşünmüştüm. Fakat bugün Ömer’i nefsime tercih ederim" dedi. İbn Ömer (r.a.) bu müjdeli haberle dönüp babasını müjdeleyince Hz. Ömer birden rahatlayıverdi. Ve dudaklarından şu cümle döküldü:

"Vallahi işte benim derdim buydu." Çok kereler gözünü açamayacak kadar halsizleşiyordu. Başındakiler ne yemek ne de su teklifiyle onu uyandıramıyorlardı. Fakat içlerinden birisi "Ömer namaz vakti geçiyor" dediği an Hz. Ömer birden ayağa fırlıyor "Namaz! Namazsız adamın İslam’dan nasibi yoktur" diyor ve namazını eda edip tekrar uzanıyordu. İşte Hz. Ömer’in namaza olan iştiyakı bu ölçüdeydi. Namaz dendiğinde akan sular duruyor ve bütün acılarına rağmen namazını
ihmal etmiyordu.
[img]http://www.muhammedinur.com/resimler/soyres/gullu.jpg[/img]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

başka bir siteden bir tartışmayı aktarıyorum muhteşem bir ufuk !


Üstada sormuşlar: Üstad kadının akıllısını nasıl anlarsın?
- Konuşmalarına bakarım
- Ya peki hiç konuşmuyorsa...
- O kadar akıllısına daha rastlamadım..

C:


mealen : hz. ömer kürsüde celallenir mihir konusunda kadınların haddi aştığını
ve erkeklerden çok yüksek taleplerde bulunduklarını söyler... yaşlı bir kadın
ayağa kalkar ve " ey Allah'ın halifesi Ömer Allah'ın bize helal kıldığını sen nasıl
yasaklarsın der"

hz. ömer : Allahın halifesi Ömer yanıldı yaşlı kadın doğru söyledi der.

bu sahneyi hep gözümde canlandırmışımdır. günümüzde böyle bir şeyin
olduğunu düşünün... o kadına neler derler ? " yaşlı bunak" , "edepsiz" ,
" sus otur yerine" vs...

bir devlet başkanına , halifeye , çıkıp yaşlı bir kadın kalkıp laf söyleyecek he ?
yada günümüzde herhangi bir şeyh efendiye , bir cemaat önderine veyahut
herhangi bir otariteye böyle bir şey yapılması düşünülemez dahi. zira hoca
efendiler hikmet yüklü putlar haline dönüştürülmüştür.

üstadın ince zekasının taassup duvarına çarpması olarak değerlendiriyorum bunu
hatta dahada ileri gidip , feminist söylemi haklı çıkaracak "dar" bir zihniyetin
ürünü olduğunu düşünüyorum. amiyane tabirle " üstat halt etmiş diyorum" !

kadının dilinin yanılmasına vurgu çok konuşmasıyla doğru orantılıdır , lakin
bu sadece kadınlara özgü bir şey değil ; insani bir olgudur. cinsiyet ayrımı
yoktur burada.

hülasa ; taassup aydın kişileride vuran bir hastalıktır ! tek başına zeka bu
musibetten kurtulmaya yetmez.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

A. Ali Ural


Gelenek ve inadın bağladığı ellerini çözene kadar beş yıl geçti. Beş yıl yüzlerce defa doğup battı güneş. Yüzlerce defa uyudu uyandı. Ama elleri hep bağlı. Elini kolunu rahatça hareket ettirmesi onu yanılttı. Kılıcı çekmesi, testiyi başına dikmesi, mızrağı savurması bağlarını görmesine izin vermedi. Mekke'de neler oluyordu? Muhammed (sav) peygamberliğini ilan edeli beş yıl geçmişti. Bir avuç insan vardı etrafında. Gizli gizli evlerde buluşuyordular. Neyin peşindelerdi? Ömer, uzun boylu, beyaz tenli, heybetli adam, kız kardeşinin de Müslüman olduğunu öğrenince deliye dönmüştü. Hamile olduğuna bakmayıp dövmüştü onu. Sonra bir hışımla Kâbe'de almıştı soluğu. Geceydi. Muhammed (sav) Kâbe'nin içine girmiş namaz kılıyordu. Ömer Kâbe'nin örtüleri altına gizlenmiş merakla O'nu dinliyordu. İbadetini bitirip dışarı çıkınca peşine takıldı. "Kim o?" diye seslendi Hz. Peygamber fark ederek izlendiğini. Karanlığın içinden bir ses: "Ömer!"dedi. "Ey Ömer!" dedi Hz.Muhammed (sav), "Artık gece gündüz beni terk etmeyeceksin!" İşte o anda beş yıldır göremediği bağlarını fark etti Ömer. Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed (sav)'in O'nun peygamberi olduğunu söyleyerek özgürlüğü seçti.


Hiç kimsenin Müslümanlığı onun kadar coşkuyla karşılanmamıştı. Tekbir sesleri Mekke sokaklarını çınlatmış, kendisinden önce Müslüman olan otuz dokuz kişinin ruhuna kırk rakamı sıcak bir mühür gibi basılmıştı. Ömer Müslümanlığını gizlemeye yanaşmamış, "Müşrikliğimi duyurduğum gibi Müslümanlığımı da duyuracağım!"diyerek müminleri yürüyüşe çağırmış, Kâbeye vakarla akan nehrin iki kolundan birinin başında Hz. Hamza, diğerinin başında o yer almıştı. "Ey Rasûlüm! Sana ve sana tâbi olan müminlere Allah yeter" (Enfal,64) âyeti inmişti Ömer'in Hazreti Ömer olduğu gün. Açık tebliğ dönemi onunla başlamıştı.

Müslüman olanların dövülüp kendisine dokunulmaması ağırına gitti Hz. Ömer'in. Kur'ân'a göre onur müminlerindi. Bu yüzden dayısının himayesini iade etmekte gecikmedi. Yaşasın! Artık o da diğer müminler gibiydi. Sık sık yolu kesiliyor, dövülüyor, dövüyor fakat başı dik yürüyordu. Hz. Peygamber'in ifadesiyle, yüce Allah, doğruyu Ömer'in diline ve kalbine koymuştu. Aklı ve ruhu ilâhi iradeyle tamamen örtüşüyordu. Öyle ki bir görüş ileri sürdüğünde, o görüşü destekleyen âyetler nazil oluyordu. Bedir esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmasına ve münafıklardan İbn Übey b. Selul'ün cenaze namazının kılınmasına itirazı sert mizacına yorularak yerinde bulunmamış ancak daha sonra inen âyetler Hz.Ömer'i doğrulamıştı. Sert mizaçlıydı evet. Fakat bu mizaç dini duyarlılıklar konusunda tavizsiz olmasını sağlamıştı. Şeytan onunla karşılaşmaktan korkardı. Hz. Peygamber, "Gökte bir melek bulunmasın ki, Ömer'e saygı duymasın, yeryüzünde bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" buyurmuştu.

Ciddi ve cesurdu. Sözlerinden istikrar, güven ve kararlılık yansırdı. Allah'ın elçisine olan imanı ve bağlılığı her şeyin önüne geçer, O ağladı diye ağlar, O tebessüm etti diye tebessüm ederdi. Hacerü'l-Esved için şöyle demişti: "Senin, zarar ve yararı dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum; vallahi Allah'ın Elçisi'nin seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim." Şerefi İslam'a bağlılıkta görür, onuru başka yerde arayanları alçalışın beklediğini vurgular, "Asıl yağma edilmiş olan, dini yağma edilendir,"derdi. Ona göre bir insanın oruç tutmasına, namaz kılmasına değil; konuştuğunda sözünün doğruluğuna, emanet edildiğinde ona riayetine, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermeyişine bakmak lazımdı.

Madem kısa bir süre sonra veda edilecekti dünyaya, diri kalabilmek için kendini ölüler arasında saymalıydı. Saydı da. Dünyaya hak ettiği değerden fazlasını vermedi. Bir çöplüğün yanında bir müddet durduktan sonra arkadaşlarının yanına gitmiş, üzerine sinmiş kokudan rahatsızlık duyulunca, "İşte hırs gösterdiğiniz ve üzerinde devamlı konuştuğunuz dünyanın hali budur,"demişti. Dünyayı arzuladığında âhiretine zarar verdiğini, âhireti arzuladığında dünyasına zarar verdiğini görmüş, sonunda fani olan dünyasına zarar vermeyi tercih etmişti. Elbette bu dünyevi görevlerini yerine getirmesini engelleyen bir husus değildi. Çocuklarına okuma yazmayı, yüzücülüğü, atıcılığı, biniciliği ve şiiri öğretmeliydi babaları. Beden ve ruh dengesi sağlanmalıydı. Sorumluluk bilincinde olanlardan dostlar edinmeli, ahmaklarla yakınlıktan kaçınmalıydı. İnsanlar seviyelerine göre değerlendirilmeli, güçlerine göre iş verilmeliydi. Hür olmak isteyen adam borçlu olmamalıydı. Allah'ın dinini ancak dalkavukluk etmeyen, kuruntularının peşine düşmeyen, gayreti eksiltmeyen, yandaşlarını desteklemek için doğruyu saklamayan kişiler yaşatabilirdi.
Ve bir gün Allah'ın dinini yaşatma görevi Hz. Ömer'e verildi. Hz.Ebu Bekir'in vefat ettiği günün sabahı güneşin ışıkları Hz. Ömer'in kaleminin ve kılıcının üzerine düştü.

****

Kâğıtta onun ismi yazılıydı. Hz. Ebu Bekir istemişti o ismi. Bu ismi görenler "Bilirsin ki Ömer sert mizaçlıdır. Rabbin Ömer'i halife tayin ettiğin için seni sorgularsa ne cevap vereceksin?"diyecek olmuşlardı da, "Allah'ın kullarının en iyisini onlara halife yaptım, derim,"diye cevaplamıştı Ebu Bekir (r.a.) bu soruyu. Ve sonunda emri hakk vaki olmuş, minberde yükselme sırası Ömer'e (r.a.) gelmişti. İşte ilk sözleri: "Allah'ım! Ben sert, şiddetli biriyim, beni yumuşat. Zayıf biriyim, beni güçlü kıl! Cimriyim, beni cömert eyle!"
Yüce Allah Ömer (r.a.)'i yumuşatmadı. Daha doğrusu onun kalbini zayıflara karşı yumuşattı güçlülere değil. Emri altındaki yöneticilere karşı sertliği hiç gitmedi. "Yöneticilerimden biri haksızlık eder de düzeltmezsem bu haksızlığı yapan ben olmuş olurum!" diyerek bilgi sahibi olmaya çalıştı hep yapılan işlerden. Zira ona göre Allah'ın en sevmediği bilgisizlik devlet başkanının bilgisizliğiydi. Bu yüzdendi Fırat kenarındaki koyunun öte dünyada bir soru işaretine dönüşeceğinden korkması. Bu yüzdendi Mısır Valisi Amr b. As'ın oğlunun, kaybettiği yarış yüzünden bir Kıbtîye "Al sana bir soylu tokadı!" diyerek vurması üzerine verdiği cevap: "Annelerinden hür doğan insanları ne zaman köleleştirdiniz!"
Amr b. As'ın Mısır Fatihi oluşu Hz. Ömer'in öfkesini engellemedi. Zira fetih, fethedilen topraklardaki insanların üstüne adaletin gölgesini düşürmek içindi, adalete gölge düşürmek için değil. Zamanın iki büyük gücü Bizans ve İran'ın Müslümanlar karşısındaki başarısızlıklarının arkasında kendi halklarına yaptıkları zulüm vardı. Art arda düşüyordu şehirler. Önce Suriye Bizans hakimiyetinden çıktı, sonra Mısır. Öte yandan İran Kadisiye zaferiyle sarsıldı ve Horasan'a kadar bütün İran topraklarında Mecusilerin ateşi söndü. Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra Müslümanlar harekatı batıya kaydırarak efendilerinin mirac basamaklarından olan Kudüs'e yöneldiler. Kuşatma sonuç verdi ancak Hristiyanlar teslim olmak için bir istekte bulundular: Şehri bizzat Hz. Ömer teslim alacaktı. Bir mektupla durum Ömer'e bildirilmiş, yamalı elbiselerle ordunun başında Kudüs'e giren Hz. Ömer, kendi önderlerinin debdebeli yaşantısına aşina halkı şaşkına çevirmişti. Tıpkı Şam'a devesiyle girdiği gün, "Ey müminlerin halifesi! Şayet asil bir ata binmiş olsaydın, seni halkın ileri gelenleri karşılardı!"diyenlerin şaşkınlığı gibi. Ne demişti Ömer onlara eliyle göğü işaret ederek: "Sizi orada göremiyorum! Bana emirler ancak oradan gelir. Devemin önünden çekilin!"
Hz. Ömer "İsteseydim, içinizde en güzel giyinen, en hoş şeyler yiyen ve en rahat yaşayan biri olurdum."diyordu. ‘ Bir kişi cehenneme girecek!' dense korkuyla ürperen, ‘Bir kişi cennete girecek!'dense ümitle titreyen bir insanın istekleri de kuşkusuz farklı olacaktı: Mesela ailesinden kurallara öncelikle kendilerinin uymasını istemiş, "İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Emirleri çiğnerseniz, sizin cezanız daha ağır olur."diyerek uyarmıştı. Mesela bir deveyi yakalamaya çalışırken kendisini gören Ahnef b. Kays'tan kovalamaya katılmasını istemiş, "Gel birlikte yakalayalım. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun!" diye yükseltmişti sesini. "Neden bu işi bir köleye yaptırmıyor da eziyet çekiyorsun!" diyenlere ise şu tarihi cevabı vermişti: "Benden iyi köle kimmiş!"
Hz. Ömer'in başka istekleri de vardı. Mesela Bizans ve Sasani toplumundan bulaşan şaşaalı hayata direnmelerini istedi valilerinden ve onlara saray yapmayı yasakladı. Ordunun halkla karışıp bozulmasını önlemek için özel ordugah şehirleri kurulmasını emretti. Yöneticilerin mal ve servetlerinin kayıt altına alınmasını istedi. Yabancı paraların İslam topraklarındaki hakimiyetine para bastırarak son verdi. Müslümanların bir takvime olan acil ihtiyaçlarını dikkate alarak hicrî takvimi başlattı. Hayırlı işlerde acele edilmesini isteyerek, "Her şeyin bir şerefi vardır; iyiliğin şerefi ise hemen yapılmasıdır," ilkesini koydu.

Ona göre kötülükle yenen aslında mağluptu, günahla zafer elde eden muzaffer değil. Hz. Ömer'i kötülük bir sabah namazı vurdu. "Beni bir köpek vurdu!"diye inledi Ömer. Kan kaybederken katilini öğrendi ve sevindi; zira katil Müslüman değildi. Katilini öğrendi ve üzüldü; zira katil iyilik yaptığı biriydi. Ve Ömer (r.a.) ölmeden önce son bir şey istedi: Hz. Peygamberin yanına defnedilmek...Hz. Aîşe'ye gidilip "Ömer arkadaşı Muhammed (sav)'in yanına gömülmek için iznini bekliyor!"denilmesini istedi. Hz. Aîşe hıçkırarak verdi izni. Ömer(r.a.) müjde ulaşana kadar ölmedi. Son sözü şuydu: "Allah'a hamdolsun! Benim için bundan daha mühim bir şey olamaz!"
Hz. Peygamber'in "Gözüm!" dediği heybetli adam, işte böyle ayrıldı dünyadan.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

Teker teker üçer beşer medineye göç etmeye başlayınız !
ilk giden ebu selem olmuştu medinelilerin biyatinden bir yıl evvel ...sonra amr bin rebia ve zevcesi leyla..arkasından abdullah bin cahş ..derken bölük bölük sahabi ..hazreti ömer ve yakınları ..hazreti osman ve habeşistan dönenler...

herkez gizlice çıkıp gittiği halde ,Ömer belinde kılıç elinde ok hareketinden evvel Kabeyi tavafa gitti yedi kere tavaf etti ve oradaki müşriklere şöyle haykırdı


-işte ben gidiyorum !Anasını aglatmak karısını kocasız bırakmak ve çoçuğunu babasız bırakmak isteyenler şu vadiye doğru arkamdan gelsin !

mekke ve medine arasında develerin ayak izlerinden dalgalı ,dolambaçlı, ahenkli bir yol...bu yolu kainat çapında bir kurtuluş hareketinin ERleri .ALLAH sevgilisninn mekkeli sahabileri ,tevhid muhacirleri açmıştır

(çöle inen nur/n.fazıl/syf:252)


gelsin gelsinn gÖZe alan gelsin ...diyor ya hz. Ömerimm...Allah onun meşrebinden onun gibi olanlardan mahrum eylemeye izince inşALLAH hep peşinde...o kelimeye sığmaz bilirim ...o aşktan bir heykel dikmişte ...hem öyle katıı ..hem öyle rikkat ... hem şevkat hem kontrol hem otorite ...

taş demişken bakara suresinde çok hayrete düşüren bir ayeti kerime


Sonra, bunun (bu mucizenin) arkasından kalpleriniz (gene) kasiyet bağladı (katılaştı ve karardı), öyle ki taş gibi hatta daha da katı oldu. Ve gerçekten, taşlardan öyleleri vardır ki, ondan nehirler fışkırır. Ve gerçekten, onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, yarılır, böylece içinden su çıkar. Ve mutlaka onlardan (taşlardan) öyleleri vardır ki, ALLAH'a karşı duyduğu huşûdan yuvarlanıp aşağı düşer. Ve ALLAH yaptıklarınızdan gâfil değildir.(bakara74)
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

-Ömer İsminin Anlamı-

Hattap ailesi oğullarına ''Ömer '' adını verdiler Amr ,ömer ,umare, umeyr kadınlara verilen amre adları cahiliyede yaygındı özellikle ''Amr'' çoçuklara çokça verilen adlardan biriydi

Amr ismi çoçuklara uzun ömürlü olsun mal kazanıp zenginleşşsin işleri iyi idare etsin ve mülkü mamur hale getirsin diye veriliyordu Amr aynı zamnda amera fiilinin mastarıdır

''amr'' hayat ve yaşamak demekti Amrullah Allahın bekası bekaullah demekti . Amr ,hayatta baki kalmak uzun ömürlü olmak anlamınada geliyordu .Zaten 'ömür' de 'amr'' kökünden türeyen bir kelimeydi ''İmar'' da ömürlü kılmak yaşatmak hayatlandırmak demekti.

[HZ.Ömer -Murat Sarıcık]
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

Hazreti Ömer (r.a.) bütün savaşlarda bulundu. Bedir ve Uhud savaşlarında devamlı Resulullah (s.a.v.) in yanında bulundu.

Bedir savaşına bütün kabileleri iştirak ettiği halde, beni Adiy kabilesi Hazreti Ömer (r.a.) in korkusundan savaşa iştirak etmemiştir. Bu savaşa Hazreti Ömer (r.a.) in kabilesinden sadece 12 lişi iştirak etmiştir. Hazreti Ömer (r.a.) bu savaşta kureyşin kumandanlarından olan dayısı As bin Haşim’i kendi eliyle öldürmüştür.Uhud savaşında ise Resulullah (s.a.v.) in yanından bir an dahi ayrılmamıştır. Uhud’da Müslümanları arkadan çevirmek isteyen müşrikleri geri püskürtmüş idi.

Hendek savaşında hendeğin önemli bir yerini emrindeki askerler tutmuş, hücum eden düşmana mani olmuştur. Heyberin fethinden sonra askerler arasında taksim edilen araziden kendine düşen kısmı vakfetti. Bu ilk vakıflardan biri oldu.

Mekke’nin fethinde de bulundu. Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının yarısını orduya verdi.

Hendek savaşından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Hazreti Ömer (r.a.) in kızı hazreti Hafsa (r.anha) ile evlendi. Böylece Resulullah (a.s.v.) ın akrabası olmakla şereflendi.

Veda haccından da bulunan Hazreti Ömer (r.a.), Resulullah (s.a.v.) ın vefatından sonra Hazreti Ebû Bekir (r.a.) e devamlı yardımcı oldu.

Hazreti Ebû Bekir (r.a.) in halife seçilmesinde ilk biat eden Hazreti Ömer (r.a.) dir. Bundan sonra da her işinde halife’ye yardım edip, vefatına kadar O’nun hizmetinde bulundu.

Usame (r.a.) ordusunun Süriye’ye gönderilmesinde irtidat (dinden dönme) olaylarının önlenmesinde büyük hizmetler yaptı. Hazreti Eb’u Bekir (r.a.) devrinin beyt-ül mal emini, yani maliye vekili Hazreti ömer (r.a.) idi. Bu hususta da adaletle hizmet etmiştir.

O zaman henüz toplanmamış sahifeler halinde bulunan Kur’an-i kerim’in bir kitap haline getirilip iki kapak arasında toplanmasını ilk önce Hazreti Ömer (r.a.) istemiştir.

Bu hususta Hazreti Ebû Bekir (r.a.) ile görüştükten sonra, Hazreti Ebû Bekir (r.a.) Kur’an-i Kerim ayetlerini kitap halinde bir araya toplattı. Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) vefatına yakın, Eshab-i Kiram (r.anhum) ın ileri gelenlerini çağırıp görüştükten sonra Hazreti Ömer (r.a.) i halife tayın etti.

Hazreti Osman (r.a) ı çağırarak Yaz buyurdu; O da yazmağa başladı. Önce besmele yazıldı. Sonra;

-“Bu Allah’ın Resülunun (a.s.v.) halifesi Ebu Bekir’in dünyadaki son günü, ahretteki ilk gününün vasiyetidir.”

(-“Ben Ömer ibn-i Hattab (r.a.) ı halife seçtim. O’nu dinleyin. O’na itaat edin! Hayrı araştırmada kusur etmedim. Eğer sabır ve adalet eylerse beni tasdik etmiş olur… Yanılmışsan gaybı ancak Allah bilir. Ben hayrı istedim….”) yazdırdı.

Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) kendinden sonra, Hazreti ömer (r.a.) i halife seçtiğini Eshab-i Kiram (r.anhum) a bildirip yazdırdığı vasiyetini de okuyunca

Eshab-i Kiram (r.anhum);

-“Kabul ettik ve itaat ettik.” Dediler.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

Bir Gün Sen Bir Gün Ben
Tarık ÜNAL


Ensâr ile Muhâcir’i kardeş ilan ettiği gün Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazreti Ömer’i de Utban bin Malik ile kardeş ilan etmişti. Utban, din kardeşi Ömer için her türlü fedakârlığı yapıyordu. Onun bu durumu ve kendisine karşı yaptıkları Hazreti Ömer’i çok duygulandırıyordu. Her işin hakkını veren ve elinden her iş gelen Hazreti Ömer de yapacakları işlerde sürekli din kardeşine yardım ediyordu. Hurmalığa birlikte gidiyor, birlikte çalışıyorlar, akşam da evlerine yine birlikte dönüyorlardı. Ticaret yapmaya da yine birlikte gidiyorlardı. Hazreti Utban ile Hazreti Ömer, aralarında kan bağı bulunan kardeşten daha samimi olmuşlardı. Birlikte dertleşiyor, namaz kılmaya ve Peygamberimiz’i dinlemeye de yine birlikte gidiyorlardı.

Ancak Müslüman olmak için diz çöküp karşısına oturduğu andan itibaren bir Peygamber aşığı hâline gelen Hazreti Ömer, Efendimiz’in yanında daha fazla bulunmak istiyordu. O’nunla aynı mekânı daha çok paylaşmak, ağzından dökülecek her bir kelimeyi duymak ve öğrenmek istiyordu. Geceleri yatağa yattığında bunları düşünmekten gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Bir sabah bu derdini Utban’a açmaya karar verdi.
Ona,

—Kardeşim birlikte Peygamberimiz’in yanına gidiyoruz. Ama ben O’ndan daha çok şey öğrenmek istiyorum. Bizim yanında olmadığımız vakitlerde anlattıklarını da bilmek istiyorum, dedi.
Utban, Hazreti Ömer’in bu isteğine hiç şaşırmamıştı. O da Peygamberimiz’in yanında daha çok bulunmak istiyordu. Ama bir yandan da çalışmaları gerektiğinin ikisi de farkındaydı. Arkadaşı Ömer’e dönerek,

—Efendimiz’i dinlemeye bir gün sen git, bir gün ben. O gün dinlemeye kim giderse öğrendiği şeyleri akşamleyin diğeri ile paylaşsın, dedi.
Bu teklif Hazreti Ömer Efendimiz’in çok hoşuna gitmişti. Hem evinde misafir kaldığı arkadaşının işlerine yardım edecekti hem de Allah Resûlü’nün anlattıklarını kaçırmadan öğrenmiş olacaktı.
Kullanıcı avatarı
hamdolsun
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye
Mesajlar: 496
Kayıt: 23 Ara 2009, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen hamdolsun »

Hz. Ömer’in halifeliği zamanında bir Ramazan heyecânı başlamıştı. İnsanlar, hilâli görmek için bir dağın tepesine çıktılar. İçlerinden biri “Ey Ömer, işte hilal, şuracıkta!” dedi. Ne kadar baktılarsa da hilâli bir türlü göremedi. Hz. Ömer -radıyallahü anh- adama dönerek:

“–O, bahsettiğin hilâl senin hayâlinin mahsûlü olmasın! Sen elini ıslat da başına bir sür, ondan sonra hilâle tekrar bak” dedi. Adam denileni yaptı, saçını başını düzeltti ve semâya baktı. Ancak hilâli göremiyordu.

“–Ey Mü’minlerin Em­îri! Hilâl yok oldu, görünmüyor” dedi. Hz. Ömer -radıyallahü anh-:

“–Evet, kaşındaki beyaz kıllardan biri kıvrılmış, gözünün önüne gelmişti; o kıl seni vehme düşürmüştü” dedi.

Bu Ramazan hâtırasını nakleden Mevlânâ Hazretleri şöyle der:

“Kıvrılmış basit bir kıl gökyüzüne perde olursa, senin her uzvun, her cüz’ün eğri olunca hâlin nice olur? Doğrulara uy da, vücudunun eğriliklerini düzelt. Ey doğru gidişli ki­şi, bu hususta azimli ol, ihmalkâr davranma!”





4099. beyitte Hz. Pir, gevheri tanıyan ve hakikati anlayandan bir hikâye dinle ki kıyas ile müşahedeyi anlamış olursun buyuruyor. Müşahedeyle kıyas aynı şey değildir...

Hakikat namına bir zemine ulaştıysan anlayabilirsin, kıyas yapabilirsin fakat hakikat zeminin yoksa yaptığın bütün kıyaslar, mukayesen batıldır.

Sibirya’daki soğuğu görmüş adamın buradaki soğukla kıyas yapması, kıyası hakikidir. diğeri kıyası batıldır.

Merkeze kendini koymadığı zaman hakikati anlamak için mukayese etmek tefekkürü zuhur ettirir. Öteki türlü evhamdır.


En basit gördüğünüz metin aslında en şerh edilmeye muhtaç en zor beyitler. Çok basit gibi görünen hemen anlatılıp geçilen bir hikâye gibi aslında buraya kadar anlattıklarımızı remiz olarak işliyor.
Hz. Ömer (r.a) hilafeti zamanında bir kimsenin hayalini yani kaşından beyaz bir kılını ramazan hilali zannetmesi…


Basit bir hikâye gibi seyri suluğu anlatıyor. 4100. beyit


Adamın biri ya Ömer ben hilali gördüm der. Hz. Ömer (r.a) hilali görmeyince o hilal senin hayalinde göründü. Hilal yok senin hayalinde var o. yoksa ben gökyüzünü senden daha iyi görürüm. Öyleyse nasıl oluyor da hilali göremiyorum.


Hz. Ömer onlarla beraber, hem işin ciddiyetine binaen hem de kendi görmek için değil göreni görmek için orada. Orada hilale şahadet edecek olan adamlar var.
Mürşidin karanlık gecede seninle beraber gelir. Sen şahadet yapabilecek hale geldin mi gelmedin mi seni yetiştirmek için seni tasdik için oradadır diyor.


Dedi ki hikâyenin başında gevheri tanıyanla hakikati anlayandan bir hikâye dinle ki derken hikâyenin içersinde gevherden anlayan adam manasını veriyor.


Bir başka manası şu gevher nasıl bir şey? Seyri suluk mertebelerini tekmil ettikten sonra bu gevherin nasıl bir şey olduğunu anlayan birisinden sana anlatayım.
Ondan dinle de bu anlattıklarım işe yarasın. Diyor ki ben bu gökyüzünü senden iyi görürüm. Hilal falan yok sen hayalini gördün. Elini ıslatta kaşına sür. Sonra tekrar hilali gördüm dediğin tarafa bak.


Söz dinledi çekişmedi. Kaşını ıslatıp ufka bakınca hilali göremedi. Ay yok görünmez oldu dedi.


Ay yokmuş demiyor, vehminde varlığını kabul ediyor, görünmez oldu diyor. Ben demin görmüştüm.

Şimdi kayboldu demeye getiriyor.

Hz. Ömer dedi ki evet, kaşının bir kılı kavislenmiş sana bir vehim oku atmıştı.

Ne anladık buradan bir kere müşahede ehlinin yanında gördüm demeye hayâ et.

Onun dediği amele itibar et. Hepsini o talimden sonra göreceksin. Böyle yap dedi. Önce haliyle irşat etti. İtirazı devam edip vehmine tabi olunca bu sefer sözle söyledi. Söz en son söylenecek şey. Onu da dinlemiyorsa onun şahadeti, şahadet değildir batıl bir kıyastan ibarettir. Söz halden anlamayana...

Hz. Ömer (r.a) buyurmuştur ki bir kılın eğrilmesi o adamı şaşırttı da o adamı hilali gördüm davasına kalkıştı.

Eğrilmiş bir kıl, nazarından semaya perde olursa vücudun her uzvu eğrilse nasıl hale gelirsin?

Azaların bozuk, elin kolun, görüşün bozulmuş hepsinde eğrilik var. Vehim vehim vehim her yerin bozulmuş, neresini düzelteyim.

Sonrada Kıyas etmeye kalkıyorsun birde müşahede ehliyle aşık atmaya kalkıyorsun. Allah muhafaza eylesin. Bu kıyas hilkat garibesini doğurur.
Evhamını hakikat zannediyorsun...

Mümin kendinde benlik görmeyip Allah’ım var diyene denir.
Müstakim olanlardan biriyle sen gel şu vücudunu bir doğrult diyor Hz. pir. Onların ayine vasfını anlatıyor. Onlar aynı zamanda doğrultur.

Müstakim olan (dosdoğru olan) sana ayine olduğunda ona bakmakla kalma kendini düzelt. Ona bakarak doğrul kendine göre. Faruk vasfıyla söyledi. Faruk, hakkı batılı birbirinden ayıracak şekilde hakça teklif eden. Bir kılın eğriliğini bile kabul etmez diyor Faruk olanlar. İdrak olmayınca amel olmaz çünkü idrak niyeti ister. Niyetsiz amel olmaz. Niyet adetle ibadeti birbirinden fark ettiren idrake denir. Hem idrak olacak, hem amel olacak. Zaten insanda idrak eksikliği varsa amel edemez.


Müstakim olanlardan biriyle eczacı vücudunu doldur. Vücut diyor beden demiyor. Vücut, ruh ceset, aklı, kuvve, havas-ı hamse veya beş duyu hepsiyle beraber.


Bırak kendini seni doğrultsun. O müstakim zatın kapı eşiklerinden ayrılma.( kapı eşiğinde olmak hem içeriyle hem dışarıyla alakalı olmak hâşâ köpek gibi köpek verildi verilmedi sofraya atlamaz. Kedi öyle değildir) .

Müstakim zatların kapı eşiğinden ayrılma rızıktır o. Terazinin doğruluğunu tasdik edende, eksik tarttığını meydana çıkartanda yine terazidir. hz. pirin en muhteşem sözlerindendir.

Sen bir mektup olarak zarf içerisinde buraya gönderildin. Neticede burada açılmayacaksın. Yevmi mahşerde açılacaksın. Doğduğun yeri anne babanı vs. değiştiremezsin buna muktedir değilsin ama ahlakını değiştirebilirsin.
O zarfın içersinden açıldığı zaman senin ahlakın ortaya çıkacak. Allah Teâlâ bu zarfı açmadan aç, yırt, oku. Bak bakalım gideceğin yere uygun musun? Uygunsan bozma diyor. Değilsen yırt at yenisini yaz. Bu insanı terbiye ve insana verilen ehemmiyet hususunda zirve kelamlardan birisidir diyorlar.

Her kim doğru olmayanlarla tartılırsa eksikliğe düşer, aklı şaşırır kalır.

Yani olmuş bir insanı bile hamlarla oturup kalkmak bozuyorsa vehimli insanı berbat eder.
Her kim doğru olmayanlarla oturup kalkarsa bozulur diyor. Git kâfirlere karşı şiddetli bulunan ashabı kiram meşrebinde ol. Yabancıların dostluğuna
Karşı toprak saç. Yani onlardan geri çekil. Bu sahayı inkâr eden adamla oturup kalkma bozar diyor.

Bu ümmet şahit ümmettir. Müşahede ehli olmak için ne lazımdır. Cevabını Hz. pir verdi. Senin bana ait dediğin âlemin ötesinde bir âleme uyanman lazımdır. gayb âlemi gördüğüne değil görmediğine inanmakla bahşediliyor. Görmediğine görür gibi itaat edersen, Allah Teâlâ ahirette göstermenin haricinde bu âlemde seni müşahede ehline katar veya müşahede ehli olan zatın eşiğini nasip eder. Yâ hak diyeceksin, teslim olacaksın.

Görürcesine itaat et. Göreni gördün, görene tabi olarak iman et.
Pergelin merkezine oturmayacaksın. İlk kıyas yapan şeytandır. İlk inkâr ettiği âdemdir, Allah değildir.

...Ve kefa billahi şehida. Muhammedür rasulüllah... Kuran’ı kerimde tüm harflerin geçtiği ayettir. Fetih suresinin son ayeti 28 harfin tamamı kaim. Mim ile başlar, mim ve elif ile nihayete erer.

Hiç bir kimse kabul etmese benim şahadetim yeter manasına geldiği gibi cevabı var.

Muhammedür rasulüllah vellezine meahu esiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebtegune fadlem minellahi ve ridvana...

Yani Allah Teâlâ resulüne şahit olduğu gibi bizzat ezelin ezelinde onunla beraber olan zat Ezelden şahidimiz Allah. Böyle olupta müşahede ehli olmamak mümkün değil. Ya taklitte kaldın, yaptığın taklitten ibaret.

Muhammedür rasulüllah diyeceksin. Onun aşkıyla yanacaksın. Ona rağbet edenlere karşı çok rağbet et. Onu isteyen duygunu, ruhunu aziz eyle. İstemeyen nefsine toprak saç. Senin nefsanî zulmetinde, o kapkaranlık nefsanî darlığında hilali gördüm zannediyorsun ama senin gözüne eğriliğin düşmesi o zulmani nefis zulmeti içersinde hilali gördüm zannetmen senden rivayet olur. Taklit ettiğin şeyin merciini ara. Faruk gibi adil bir zat ara. bu kıssa bize bunları anlatıyor. Din düşmanları olanların başına kılıç ol. En başta nefsinden başla. Nede güzel kesici la ilahe ille Allah Sakın tilki oyunu ve onun gibi yaltaklanmaya kalkışma. Aslan ol ve aslan gibi heybetli ve cesaretli dur. Aslanda hayvandır tilkide hayvandır ama arada bir fark var. Hiç olmazsa bulunduğun sahada bir duruşun olsun, bir şahsiyetin olsun.


Kıyamet suresi بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ

وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ

14 Belil'insanu 'ala nefsihi besıyretun.
15 Ve lev elka me'aziyrehu.

14. Doğrusu insan kendine karşı bir basirettir ( kendisinin ne yaptığını gayet iyi bilir).

15. Mazeretlerini ortaya (sayıp) dökse de!

Olurda hesaba kitaba iş dökülürse sakın Allah’a karşı mazeret beyan etmeyin. Kurnazlığa bilmem neye kalkmayın.
Mahcubiyetini şiddetli şekilde hisset. İş amele gelince aslan ol. ta ki ehli takva ve sühela olan zatlar gayretlerinden senden ayrılmasınlar. Kurnazlık yapma.
Çünkü o dikenler bu gülün hakikat bahçesinde gülü bulunan ehli hakkın düşmanıdırlar. Bu gülistanda bulunuyorsun bari gel gül ol, diken olma diyor...

Hiç bunlar ehil olmadan aşılabilecek yollar mı? Cenabı hak bizleri bu idrake meftun kıldığı aşikâre sevdiğini ilan etiği kullarla hem dem eylesin... Mesneviden nakleden Mehmet Fatih ÇITLAK
Kullanıcı avatarı
Gariban
Moderatör
Moderatör
Mesajlar: 2834
Kayıt: 25 Tem 2007, 02:00

Re: ÖMER B. HATTAB (r.a)

Mesaj gönderen Gariban »

Mehmet Akif'in Şiirinde Hz. Ömer ve Asr-ı Saadet'ten Bir Tablo
Fatih ALPEREN

Mehmet Akif'in 1910 yılında Sırâtımüstakim dergisinde, 1911 yılında ise I. Safahat'ta yayımlanan "Kocakarı ile Ömer" adlı şiiri, onun en başarılı şiirlerden biri olarak kabul edilir. Bu şiir hem Türk aydınları, hem de geniş halk kitleleri üzerinde büyük yankılar uyandırmıştır. Türk aydınları, bu şiirde çizilen, Hz. Ömer devri İslâm toplumunun ideal özelliklerine, bu toplumdaki devlet-halk, yönetici-yönetilen münasabetine hayran olmuştur. Bu şiir, Hz. Ömer devrinde ulaşılan sosyal devlet anlayışını ortaya koyması açısından da çok önemlidir. Bu yüzdendir ki, gerek şiirin yazılıp yayımlandığı İmparatorluk, gerekse Cumhuriyet Türkiye?sinde birçok yönetici-aydın, Hz. Ömer gibi mesuliyet duygusuna sahip bir yönetici olmayı hayal etmiş, hiç değilse öyle görünmeyi arzulamıştır. Bu sebeple, Akif'in bu meşhur şiirinde geçen,
Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

mısraları, küçük bir değişiklikle,
Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i İlâhî sorar bizden onu!
şekline girerek dillerden düşmemiş; meydanlarda geniş halk kitlelerini, iyi bir yönetici olacakları konusunda ikna etmek için ter dökenler tarafından ısrarla kullanılmıştır.
Biz bütün bunları bir yana bırakarak, Akif'in bu meşhur şiirine konu olan hâdiseyi, o muztarip şairin dilinden bir daha dinlemek, üzerinde düşünmek ve genç nesilleri Asr-ı Saadet'ten bir tablo ile yüz yüze getirmek istiyoruz.
Akif'in şiirine konu olan hâdise, Hz. Ömer devrinde cereyan eder. Hâdiseyi bize, İslâm tarihlerinde, Peygamberimiz?in amcası Hz. Abbas anlatır. Bu çarpıcı hâdiseyi şiirleştirmek de Akif'e nasip olur.
Hz. Ömer'in halifeliği devrinde (634-644) bir gece, Hz. Abbas evinden çıkar. Devlet başkanı konumunda olan Hz. Ömer'i görmek, ziyaret etmek ister. Akşam olmuş, gece epeyce ilerlemiştir. Hz. Abbas, Medine'nin ıssız sokaklarından, Hz. Ömer'in evine doğru ilerlerken, karanlığın içinde bembeyaz bir hırkaya bürünmüş, heybetli heybetli yürüyen bir adamla karşılaşır, selâmlaşırlar. Kâinatın Efendisi'nin amcası, bir bakar ki, karşısındaki Hz. Ömer'dir. Ona, ?Ya Ömer! Böyle geç vakit, bu ne iş?? diye sorar. Hz. Ömer, Medine'nin mahallelerini dolaşmaya çıktığını söyler ve gel beraber dolaşalım diye onu da davet eder.
İki büyük insan, Medine sokaklarını birlikte dolaşmaya başlar. Etraf, büyük bir sessizlik içindedir. Medine, huzur içinde uyumaktadır. Çünkü başında, insanlık tarihine adalet timsali olarak geçecek, hükmettiği geniş İslâm coğrafyasına hak ve hukuku hâkim kılacak Hz.Ömer bulunmaktadır. Hz. Abbas bir huzur içinde uyuyan mutlu ve kutlu beldeye, bir de halifeye bakar. Ömer, o yüce kâmetiyle ona, bir sıyanet meleği, bir nur yığını içinde uyanık bir yıldız gibi görünür. Ömer her evin önünde durur, içerdekilerin haberi olmadan dinler. Böylece, en harap bir yapıyı, en küçük bir evi bile ihmal etmeden, Medine sokaklarını adım adım dolaşırlar. Nihayet evler biter, şehrin dışına çıkarlar. Orada bir çadırla karşılaşırlar.
Çadırda, ihtiyar bir kadın ve ?açız açız!? diye feryat eden minnacık çocuklardan başka kimse yoktur. Akif, bu manzarayı ne güzel anlatır:
Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın,
"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini
-Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek?
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri?
Bu hazin tablo karşısında Hz. Abbas ve Hz. Ömer, selâm verip çadıra girerler. İhtiyar kadın, asık bir yüzle selâmlarını alır. Ömer, ihtiyar kadına sorar:
-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
Kadın:
-Bugün ikinci gün, aç kaldılar? diye cevap verir.
?O halde niçin önlerine biraz yemek koyup, karınlarını doyurmuyorsun?? diye soran Hz. Ömer'e kadın, ekmeklerinin ve yemeklerinin olmadığını, çömleğin içinde çakıl taşları bulunduğunu, onları kaynatarak çocukları avutmaya çalıştığını anlatır. Bunun üzerine Ömer, kadına; kocası, oğlu, kardeşi, bir yakın akrabası, onlara yardım edecek hiçbir kimsenin de mi olmadığını sorar. Kadın bütün erkek akrabalarının öldüğünü, kimi kimsesi olmadığını, yanında ?açız? diye feryat eden bu çocukların torunları olduğunu söyler. Bunun üzerine Ömer, kendini tanıtmadan, hâlini niçin emire (halifeye) anlatmadığını sorar. Fakat kadından hiç beklemediği çok ağır bir cevap alır. Kadın karşısındakinin Halife Ömer olduğunu bilmeden şöyle beddua eder:
Emir?e öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun?
Ömer, belâsını dünyada isterim bulsun!
Halife Ömer, büyük bir hayret içindedir. "Ne yaptı teyze, Ömer böyle beddua edecek" diye sorar. Kadın, kendisinin yetim avuturken, halifenin uyumaması gerektiğini, kendilerinin halifenin idaresinde, ona Allah'ın bir emaneti olduklarını, ama arayıp sorulmadıklarını yana yakıla anlatır. Ve kendisine "Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez, gidip söylemezsen ne haldesin bilemez." diye mazeret sayıp döken Ömer'in hiçbir mazeretini kabul etmez. ?Mademki, insanlarıyla gereğince ilgilenemeyecekti, o halde niçin hilafeti zamanında kabul etti.? der, bu özrün çürük bir özür olduğunu ifade eder.
Bu arada, çocukların feryatları daha da yükselir. Torunlarının bu içler acısı durumu karşısında ihtiyar kadının öfkesi artık çılgın bir hâl alır. Ve kadın bu öfke ile ellerini açar. Halife Ömer'e beddualar yağdırır:
-Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-ı tel'in olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!
"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver?"
"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"
Gidip de söyliyeyim hâ?... Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerim adamdı babam,
Ölür de yüz suyu dökemem sizin Halîfe?nize!...
Ömer, kadının bu son sözleriyle, beyninden vurulmuşa döner. Sesi titreyerek "Haklısın teyze, avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim." der. Sonrasını ise Allah Resûlü?nün amcası Hz. Abbas şöyle anlatır:
Halife önde, bitik, suçlu, münfa?il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık
Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle
Arandı her yeri, bir mum yakıp ale?l-acele.
-Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, el verir o yük de sana.
Çuval Halîfe?de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
-Ben götüreydim? Verir misin çuvalı?
-Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine aittir İbni Hattâb'ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın huzûr-ı İlâhî?de, kimseler Ömer'in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle
Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer?den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!
Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri,
O damla, bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisarından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halîfe iken, başka kim çıkar mes'ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den?
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı (yükü) sırtına sen?
Medine'nin karanlık sokaklarında, yük altında inleyen ve mesûliyet duygusuyla perişan olmuş Ömer'i, Hz. Abbas teselli etmeye çalışır. Un çuvalının altında yorulan ve iki büklüm olan Ömer: ?Uzak mı yol? Daha çok var mı?' diye sorar. Hz. Abbas çok az kaldığını söyler. Nihayet ihtiyar kadının çadırına gelirler. Ömer'in artık mecali kalmamıştır. Nefes nefese sırtındaki un çuvalını indirir. Kenara koyar. Ardından tenceredeki çakıl taşlarını atar, tencereye un ve yağ katar. İhtiyar kadın da yakmak için yaş diken getirir. Bu yaş dikenleri tutuşturmak için Ömer, beyaz sakalları ile yerleri süpürerek terler içinde mücadele eder, dumanlar içinde kalır. Nihayet ocak tutuşur, yemek pişer. Ömer, pişen yemeği çocuklara bir bir yedirir. Çocuklar doyunca, çadırda mâtem havası biter, cıvıl cıvıl, sevinç dolu bir hava eser. Çocuklar oynamaya başlar, ihtiyar kadın da neşe içindedir. Bu tabloyu gören Ömer, mutluluktan kendinden geçer. Bu arada neredeyse sabah olmaktadır. Bundan sonrasını yine Allah Rasûlü'nün amcasından dinleyelim:
-Dedim:
-Sabah oluyor kalkalım?
-Evet, haydi!
Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr'e söyleriz, elbette hayr olur me'mul. (bir hayır umulur)
İhtiyar kadın, hâlâ karşısındakinin, mü'minlerin emîri Hz. Ömer olduğunu bilmemektedir. Sevinç içinde, yüzü güler ve geleceğini söyler. Sonrasını yine Hz. Abbas anlatır:
Biz de çıktık vedâ edip artık
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halîfe'nin evine
"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver."
Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.
Az sonra sabah olur. Etraf aydınlanır. Gece boyu huzur içinde uyuyan şehir, tamamen uyanır. Allah Rasûlü'nün Halifesi Ömer'le, Allah Rasûlü'nün amcası Hz. Abbas sabahleyin erkenden birlikte halifenin makamına gelirler. Öğleden sonra, akşamki ihtiyar kadının yanlarına çıkagelir. İhtiyar kadını büyük bir sevgi ve saygıyla karşılayan Hz. Ömer, ona şöyle hitap eder:
-Galibâ, teyze, uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi affeyledin, değil mi beni?
İhtiyar kadın, büyük bir şaşkınlık içindedir. Akşam çadırına gelen, onca beddua ettiği, lânetler yağdırdığı, daha sonra sırtında çuvalla un getiren, ocağı yakan, yemeği pişiren, torunlarını bir bir doyuran adam, uçsuz bucaksız ülkelerin hâkimi, Allah Resûlü'nün Halifesi Hz. Ömer'dir. Bunca bedduayı işitmesine rağmen, hiç kızmamış, hiç öfkelenmemiş, büyük bir mesuliyet duygusu içinde hareket etmiş, şimdi de kendisine hazineden maaş bağlamış, karşısında iki büklüm olmuş af dilemektedir.
Bu tablo karşısında hayretler içindeki ihtiyar kadın, mütebessim çehresi ve sevinç dolu ışıl ışıl gözleriyle Allah Resûlü'nün Halifesi?ne bakar, başı dimdik bir şekilde, ona, bir tek cümleyle cevap verir:
Böyle göster, fakat adâletini.

Kaynak: http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrin ... tablo.html
Resim
Cevapla

“►Sahabeleri◄” sayfasına dön