KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

1-) YeVMi’d- DÎN.: Kur'ÂN-ı Kerîmde 13 âyette buyrulmuştur..

DeHR-ü-ZamÂN VaKit ve ÂN
LeYyLü’n- Nehârı->YAŞANaN
>“OLsun!.OLmasın!.” SAVAŞı
EŞYâ-OLay-ZamÂN ve ->ZÂN..

hER ÂN Şe’ÂN hER ÂN Kur'ÂN
DİRİden >DİRİ CÂN >Kur'ÂN
-->KaFa TASı ->KaLB KAZaNı
->HALİFeTuLLAHtır ->İNsÂN!.


ZEVK 7765

KuR'ÂN-ı KeRîM -->“İKRâ!.”sı.. -->EYy İNsÂNoğLu -->YÂ-SîNi
HaRF-i tÂRİFsiz ->TEK ALLAH.. ->EL MuHeYyMîN ->EL MUBîNi
ENâ ALLAH ->TeVHiD TASı
NaHNu ->“NûN”un SeBBeHası
->“MîM”in ->VüCÛD BULuşudur.. ->YAŞAyışı -> YEVMi’d- DîNi!.


03.08.16 17:16
voiciistnbL..kozyatağısümersitesi..


RABBım SÖZü ReSûL SESi
DİRİ Kur'ÂN HAKk NEFeSi
CÂNda CÂNÂN KuL İhvÂNim
->ÖTt!.üRen >KaNLı KÂFeSi!.


YeVM: Gün. Yirmidört saatlik zaman. Sene. Asır. Devir. Devre.
KıSaCası: YeVM, Mâsivânın –NûR-u MîM’in- VüCÛDa GELiş YAŞAyışıdır..


YEVMi’d- DîN: Din günü, ceza günü, mâneviyat günü.

DiN: Ceza, ivaz. İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur. Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat. İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet. Hüküm, kazâ ve ihsân. Bir şeyi âdet eylemek, de'b. Siret ve tarikat. Tedbir ve tevhid. Melik, mülk.
Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.

KıSaCası: DîN; NÛRuLLAH Dâimiyyetidir.. AnA KaYnağımız Kur'ÂN-ı Kerîm âyetleri ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hadis-işerifleridir..


Kur'ÂN-ı Kerîmde Yevmi’d- Din:

Kur'ÂN-ı Kerîmde 13 âyette geçmektedir.

مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Resim---"Mâliki yevmi’d- dîn (dîne).: Din gününün mâlikidir.”
(Fâtiha ¼)

وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
Resim---"Ve inne aleyke’l- lâ’nete ilâ yevmi’d- dîn (dîni).: Ve muhakkak ki; lânet, dîn gününe (karşılıkların, ceza veya mükâfatın verildiği güne) kadar senin üzerinedir.”
(Hicr 15/35)

وَالَّذِي أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ
Resim---"Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevme’d- dîn (dîni).: Ve dîn günü, benim hatalarımı mağfiret etmesini umduğum da O’dur.”
(Şuarâ 26/82)

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هَٰذَا يَوْمُ الدِّينِ
Resim---“Ve kâlû yâ veylenâ hâzâ yevmu’d- dîn (dîni).: "Ve eyvahlar olsun bize, (işte) bu dîn günüdür." dediler.”
(Sâffât 37/20)

وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَى يَوْمِ الدِّينِ
Resim---"Ve inne aleyke la'netî ilâ yevmi’d- dîn (dîni).: Ve muhakkak ki dîn gününe (kıyâmet gününe) kadar lânetim senin üzerinedir.”
(Sâd 38/78)

يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Resim---" Yes’elûne eyyâne yevmu’d- dîn (dîni).: “Dîn günü (hesap günü) ne zaman?” diye sorarlar.”
(Zâriyât 51/12)

هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ
Resim---“Hâzâ nuzuluhum yevme’d- dîn (dîni).: (İşte) bu, onların dîn günündeki ziyafetleridir.”
(Vâkıa 56/56)

وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ
Resim---“Vellezîne yusaddikûne bi yevmi’d- dîn (dîni).: Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler.”
(Meâric 70/26)

وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ
Resim---“Ve kunnâ nukezzibu bi yevmi’d- dîn (dîni).: Ve biz dîn gününü yalanlıyorduk.”
(Muddessir 74/46)

يَصْلَوْنَهَا يَوْمَ الدِّينِ
Resim---“Yaslevnehâ yevme’d- dîn (dîni).: Dîn günü ona (alevli ateşe) yaslanırlar (atılırlar).”
(İnfitâr 82/15)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
Resim---“Ve mâ edrâke mâ yevmu’d- dîn (dîni).: Ve dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir”
(İnfitâr 82/17)

ثُمَّ مَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الدِّينِ
Resim---“Summe mâ edrâke mâ yevmu’d- dîn (dîni).: Sonra (evet), dîn gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?”
(İnfitâr 82/18)

الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ
Resim---“Ellezîne yukezzibûne bi yevmi’d- dîn (yevmiddîni).: Onlar ki dîn gününü yalanlıyorlar.”
(Mutaffifîn 83/11)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Kur'ÂN-ı Kerîmde Yevmi’l- Âhir:

يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---“Yu’minûne billâhi ve’l- yevmil âhiri ve ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munkeri ve yusâriûne fî’l- hayrât (hayrâti), ve ulâike mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.” (Âl-i İmrân 3/114)

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Resim---“Ve mine’n- nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bi’l- yevmi’l- âhıri ve mâ hum bi mu’minîn (mu’minîne).: Ve insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe (hayatta iken ruhun Allah’a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü’min değillerdir.” (Bakara 2/8)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---“İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ve’s- sâbiîne men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Şüphesiz ki; âmenû olanlar, yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler, bunlardan her kim, Allah’a ve yevm’il âhire inanır ve ıslâh edici ameller işlerse (nefsini tezkiye ederse), bu durumda onların mükâfatları Rab’lerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara 2/62)

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هََذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُم بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ قَالَ وَمَن كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---“Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mine’s- semerâti men âmene minhum billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbi’n- nâr (nâri), ve bi’se’l- masîr (masîru).: Ve İbrâhîm: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından Allah’a ve yevmil âhire îmân edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah) şöyle buyurdu: “Kâfir olan kimseyi biraz metalandırırım (geçindiririm) ve sonra onu ateşin azabına maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.” (Bakara 2/126)

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Resim---“Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’-n nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ve’s- sâilîne ve fîr rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âtez zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).” (Bakara 2/177)

وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِأَنفُسِهِنَّ ثَلاَثَةَ قُرُوَءٍ وَلاَ يَحِلُّ لَهُنَّ أَن يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّهُ فِي أَرْحَامِهِنَّ إِن كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبُعُولَتُهُنَّ أَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فِي ذَلِكَ إِنْ أَرَادُواْ إِصْلاَحًا وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكُيمٌ
Resim---“Ve’l- mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ (ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), ve li’r- ricâli aleyhinne dereceh (derecetun), vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).: Boşanmış kadınlar üç kur (üç ay hali müddeti) kendi kendilerine beklerler (hamile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah’a ve yevm’il âhire îmân ediyorlarsa, rahimlerinde Allah’ın yaratmış olduğu şeyi gizlemeleri onlar için helâl olmaz. Şâyet onların kocaları barışmak (arayı düzeltmek) isterlerse, bu (bekleme süresi) içinde onlara tekrar geri dönmeye (başkasından) daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin, kadınları üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların da erkekleri üzerinde maruf (hakları) vardır. Erkeklerin, kadınların üzerindeki (hakkı) bir derece daha üstündür. Ve Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Bakara 2/228)

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاء فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ أَن يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْاْ بَيْنَهُم بِالْمَعْرُوفِ ذَلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ مِنكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكُمْ أَزْكَى لَكُمْ وَأَطْهَرُ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
Resim---“Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bi’l- ma’rûf (ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather (atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve kadınları boşadığınız zaman, bekleme sürelerini tamamladıktan sonra artık onlar kendi aralarında marufla (örf ve adete uygun olarak iyilikle) razı olurlarsa, o taktirde onların (kadınların) eşleri ile nikâhlamalarına engel olmayın. ışte böyle sizden Allah’a ve yevm’il âhire îmân etmiş olan kimseye bununla öğüt veriliyor ışte bunlar, sizin daha çok tezkiye olmanız ve daha iyi temizlenmeniz içindir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/232)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُبْطِلُواْ صَدَقَاتِكُم بِالْمَنِّ وَالأذَى كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لاَّ يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
Resim---“Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bi’l- menni ve’l- ezâ, kellezî yunfiku mâlehu riâe’-n nâsi ve lâ yu’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhıri), fe meseluhu ke meseli safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ (salden), lâ yakdirûne alâ şey’in mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdi’l- kavme’l- kâfirîn (kâfirîne).: Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.” (Bakara 2/264)

يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَأُوْلَئِكَ مِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---"Yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri ve ye’murûne bi’l- ma’rûfi ve yenhevne ani’l- munkeri ve yusâriûne fî’l- hayrât (hayrâti), ve ulâike mine’s- sâlihîn (sâlihîne).: Onlar, Allah'a ve yevmil âhire îmân ederler, mâruf (irfan) ile emreder ve kötülükten nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlar. İşte onlar, sâlihlerdendir.” (Âl-i İmrân 3/114)

وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِينًا فَسَاء قِرِينًا
Resim---"Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâe’-n nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ve men yekuni’ş- şeytânu lehu karînen fe sâe karînâ (karînen).: Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş için infâk ederler, Allah'a ve ahiret gününe (insan ruhunun hayatta iken Allah'a ulaştığı sonraki güne) inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.” (Nisâ 4/38)

وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيمًا
Resim---"Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve enfekû mimmâ razakahumullâh (razakahumullâhu). Ve kânallâhu bihim alîmâ (alîmen).: Ve ne olurdu onlar, Allah'a ve ahiret gününe (ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşma gününe) îmân etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah için) infak etselerdi (harcasalardı). Ve Allah onları en iyi bilendir.” (Nisâ 4/39)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve uli’l- emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ (te’vîlen).: Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisâ 4/59)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû, âminû billâhi ve resûlihî ve’l- kitâbillezî nezzele alâ resûlihî ve’l- kitâbillezî enzele min kabl (kablu). Ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî ve’l- yevmi’l- âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ (baîden).: Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (Nisâ 4/136)

لَّكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلاَةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا
Resim---"Lâkinir râsihûne fî’l- ilmi minhum ve’l- mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike ve’l- mukîmîne’s- salâte ve’l- mu’tûnez zekâte ve’l- mu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ (azîmen).: Fakat, onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Ve namazı ikame edenler, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.” (Nisâ 4/162)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَى مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Resim---"İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ve’s- sâbiûne ve’-n nasâra men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).: Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Mâide 5/69)

وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاء وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
Resim---"Vektub lenâ fî hâzihi’d- dunyâ haseneten ve fî’l- âhırati innâ hudnâ ileyke, kâle azâbî usîbu bihî men eşâu ve rahmetî vesiat kulle şey’in, fe se ektubuhâ lillezîne yettekûne ve yu’tûnez zekâte vellezîne hum bi âyâtinâ yu’minûn (yu’minûne).: “Bize bu dünyada ve ahirette (yevm’il âhirde, kıyâmet gününde, hayat gününde) haseneler (güzel ameller, derecat kazandıran ameller) yaz (pozitif derecelerimizi, negatif derecelerimizden daha çok kazandır). Gerçekten biz tövbe edip, Sana döndük.” Allahû Tealâ, şöyle buyurdu: “Azabımı dilediğime isabet ettiririm. Ve rahmetim herşeyi kuşattı. Böylece onu (haseneyi) takva sahiplerine ve zekâtı veren kimselere yazacağım. Ve onlar ki; onlar, âyetlerimize îmân ederler (mü’minlerdir).”(A’râf 7/156)

أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Resim---"E cealtum sikâyetel hâcci ve ımârate’l- mescidi’l- harâmi ke men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve câhede fî sebilillâh (sebilillâhi), lâ yestevûne indallâh (indallâhi), vallâhu lâ yehdi’l- kavme’z- zâlimîn (zâlimîne).: Siz hac edenlere su verilmesini, Mescid-i Haram’ın imar edilmesini, Allah’a ve yevm’il âhire îmân eden ve Allah yolunda cihad eden kimse gibi (onunla bir) mi tuttunuz? (Onlar) Allah katında müsavi (eşit) değildir. Ve Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/19)

قَاتِلُواْ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُواْ الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
Resim---"Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bi’l- yevmi’l- âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harramallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dîne’l- hakkı minellezîne ûtûl kitâbe hattâ yu’tûl cizyete an yedin ve hum sâgirûn (sâgirûne).: Kitap verilenlerden, Allah’a ve yevm’il âhire (Allah’a ulaşma gününe) inanmayan kimselerle ve Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn edinmeyenlerle, onlar küçük düşüp, cizyeyi elleriyle verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 9/29)

لاَ يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَن يُجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ
Resim---"Lâ yeste'zinukellezîne yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim, vallâhu alîmun bi’l- muttakîn (muttakîne).: Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kimseler, malları ve canları ile cihad etmek konusunda senden izin istemezler. Ve Allah, takva sahiplerini bilir.” (Tevbe 9/44)

إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فِي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ
Resim---"İnnemâ yeste'zinukellezîne lâ yu'minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri vertâbet kulûbuhum fe hum fî raybihim yeteraddedûn (yeteraddedûne).: Senden sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalpleri şüpheye düşmüş olanlar izin isterler. Artık onlar, kendi şüpheleri içinde tereddüt ederler (bocalarlar).” (Tevbe 9/45)

وَمِنَ الأَعْرَابِ مَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنفِقُ قُرُبَاتٍ عِندَ اللّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ أَلا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَّهُمْ سَيُدْخِلُهُمُ اللّهُ فِي رَحْمَتِهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---"Ve minel a'râbî men yu'minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhıri ve yettehızu mâ yunfiku kurubâtin indallâhi ve salavâtir resûl (resûli), e lâ innehâ kurbetun lehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetihî, innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve bedevî Araplar’dan Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ölmeden evvel ulaşma gününe) inananlar vardır. Ve infâk ettikleri şeyleri Allah’ın indinde ve Resul’ün dualarında bir (yakınlık) vesile kabul ederler. Muhakkak ki; o, onlar için bir yakınlık vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin içine dahil edecek. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm (rahmet nurunu gönderen)’dir.” (Tevbe 9/99)


الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِّنْهُمَا مِئَةَ جَلْدَةٍ وَلَا تَأْخُذْكُم بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---"Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin ve lâ te’huzkum bi himâ ra’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhır (âhırı), ve’l- yeşhed azâbehumâ tâifetun mine’l- mu’minîn (mu’minîne).: Zaniye (zina yapan kadın) ve zani (zina yapan erkek); o zaman ikisinden herbirine yüz celde (yalnız cilde tesir edecek sopa) vurun. Eğer Allah’ın dînini (uygulama) konusunda, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız; onlara merhamet sizi tutmasın (size mani olmasın). Ve onların (ikisinin) azabına, mü’minlerden bir grup şahit olsun.” (Nûr 24/2)

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
Resim---"Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevme’l- âhıra ve lâ ta’sev fi’l- ardı mufsidîn (mufsidîne).: Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb’ı (gönderdik). O zaman onlara: "Ey kavmim! Allah’a kul olun ve ahiret gününü (Allah’a ulaşma gününü) dileyin. Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah’a ulaşmaya mani olmayın)." dedi.” (Ankebût 29/36)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
Resim---"Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe ve’l- yevme’l- âhıra ve zekerallâhe kesîrâ (kesîran).: Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen ve Allah’ı çok zikredenler için, Allah’ın Resûl’ünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb 33/21)

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi ve’l- yevmi’l- âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh (hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humu’l- muflihûn (muflihûne).: Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?” (Mucâdele 58/22)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
Resim---“Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yunebbiuhum bi mâ amilû, ahsâhullâhu ve nesûhu, vallâhu alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). Sonra onlara, yaptıkları şeyleri haber verecek. Allah, onların unuttuklarını (tek tek) saydı (kaydetti). Allah, herşeye şahittir.” (Mumtehine 60/6)


فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
Resim---"Fe izâ belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin ev fârikûhunne bi ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmûş şehâdete lillâh (lillâhi), zâlikum yûazu bihî men kâne yu’minu billâhi ve’l- yevmi’l- âhir (âhiri), ve men yettekıllâhe yec’al lehu mahracâ (mahracen).: Böylece onların (boşadığınız hanımlarınızın) bekleme süreleri tamamlandığı (iddetleri sona erdiği) zaman artık onları marufla (örfe uygun olarak güzellikle ve iyilikle) tutun (barındırın) veya marufla onlardan ayrılın (onları iyilikle serbest bırakın). Ve sizden adalet sahibi iki kişi şahitlik etsin (şahit olsun). Şahitliği Allah için yapın. Allah’a ve ahir güne (Allah’a ulaşma gününe) inanan kimseye işte bununla vaazedilir (böyle yapması istenir). Ve kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, (Allah) ona bir çıkış yeri nasip kılar.” (Talâk 65/2)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur'ÂN-ı KeRîMde YeVMe’L- KıYaMe:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Kullu nefsin zâikatul mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurûr (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

ثُمَّ أَنتُمْ هَؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
"Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkummin diyârihim, tezâharûne aleyhim bi’l- ismi ve’l- udvân (udvâni), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve huve muharremun aleykum ihrâcuhum e fe tu’minûne bi ba’di’l- kitâbive tekfurûne bi ba’d (ba’dın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hızyun fî’l- hayâtid dunyâ, ve yevme’l- kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddi’l- azâb (azâbi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).: Sonra siz, öyle kimselersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz ve onlara karşı günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar, size esir olarak gelseler, onların yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış olduğu halde (onların yurtlarında kalmalarına izin vermeyip) fidye karşılığı değiştirirsiniz. Yoksa Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah, yaptığınız şeylerden gâfil değildir.” (Bakara 2/85)

وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارَى عَلَىَ شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارَى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلَى شَيْءٍ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
"Ve kâleti’l- yahûdu leyseti’n- nasârâ alâ şey’ (şey’in) ve kâleti’n- nasârâ leyseti’l- yahûdu alâ şey’in ve hum yetlûne’l- kitâb (kitâbe), kezâlike kâlellezine lâ ya’lemûne misle kavlihim, fallâhu yahkumu beynehum yevme’l- kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Ve yahudiler dedi ki: “Hristiyanlar bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Hristiyanlar dedi ki: “Yahudiler bir şey (hak bir dîn) üzere değildir.” Halbuki onlar (her iki taraf da) Kitab’ı tilâvet ediyorlar (okuyorlar). Bunun gibi bilmeyenler de onların sözleri gibi sözler söylediler.Artık Allah, ihtilaf ettikleri şey hakkında, kıyâmet günü hüküm verecektir.” (Bakara 2/113)

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُولَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلاَّ النَّارَ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu mine’l- kitâbî ve yeşterûne bihî semenen kalîlen, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim ille’-n nâre ve lâ yukellimuhumullâhu yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki onlar, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şeyleri gizlerler ve onu az bir bedelle satarlar. İşte onların yedikleri (bu rüşvet), karınlarında ateşten başka bir şey olmaz. Ve kıyâmet günü Allah, onlarla konuşmayacak ve onları tezkiye de etmeyecek (temize de çıkarılmayacaklar). Ve onlar için elîm bir azap vardır.” (Bakara 2/174)

لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
"Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbele’l- maşrıkı ve’l- magrıbi ve lâkinne’l- birre men âmene billâhi ve’l- yevmi’l- âhırı ve’l- melâiketi ve’l- kitâbi ve’-n nebiyyîn (nebiyyîne), ve âte’l- mâle alâ hubbihî zevi’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîne vebne’s- sebîli, ve’s- sâilîne ve fîr rıkâb (rıkâbi), ve ekâme’s- salâte ve âtez zekât (zekâte), ve’l- mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ve’s- sâbirîne fî’l- be’sâi ve’d- darrâi ve hîne’l- be’si ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humu’l- muttekûn (muttekûne).: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah’a, yevm’il âhire (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, Kitab’a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı vermesidir. Ve (Allah’a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).” (Bakara 2/177)

زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ اتَّقَواْ فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَاللّهُ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
"Zuyyine lillezîne keferûl hayâtu’d- dunyâ ve yesharûne minellezîne âmenû, vellezînettekav fevkahum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayrihisâb (hisâbin).: İnkâr edenlere, dünya hayatı müzeyyen kılındı (süslü gösterildi) ve onlar, âmenû olanların bir kısmı ile alay ediyorlar (fakir olanları küçümsüyorlar). (Oysa) takva sahibi olanlar, kıyâmet günü onların üstündedir. Ve Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.” (Bakara 2/212)

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
"İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmi’l- kıyâmeh (kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: Allah, şöyle buyurmuştu: “Ey Îsâ! Muhakkak ki seni vefat ettirecek olan ve seni Kendime (katıma) yükseltecek olan ve kâfirlerden temizleyecek olan Benim. Sana tâbî olanları kıyâmet gününe kadar, kâfirlerden üstün kılacak olan Benim. Sonra sizin merciiniz Benim (dönüşünüz Bana’dır). O zaman sizin ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında aranızda hüküm vereceğim.” (Âl-i İmrân 3/55)

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fî’l- âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevme’l- kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki onlar; Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette bir nasip yoktur. Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek (bakmayacak). Ve onları temize çıkarmayacak ve onlar için elim azap vardır.” (Âl-i İmrân 3/77)

وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
"Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull (yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: Ve bir peygamber için "ganimet malından gizlice alması" olamaz. Ve kim ganimet malından gizlice alırsa (hıyanet ederse), kıyâmet günü o, gizlice aldığı şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı şey ödenir ve onlar zulmedilmezler.” (Âl-i İmrân 3/161)

وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ هُوَ خَيْرًا لَّهُمْ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَّهُمْ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُواْ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلِلّهِ مِيرَاثُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
"Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsu’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).: Ve Allah'ın kendi fazlından onlara verdiği şeyleri, (Allah yolunda infak etmeyip) cimrilik edenler, sakın zannetmesinler ki o, kendileri için hayırdır. Bilâkis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacak. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptığınız şeylerden haberdar olandır.” (Âl-i İmrân 3/180)

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
"Kullu nefsin zâikatul mevt (mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhıle’l- cennete fe kad fâz (fâze), ve mâl hâyâtu’d- dunyâ illâ metâu’l- gurûr (gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)

رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ
"Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), inneke lâ tuhlifu’l- mîâd (mîâde).: Rabbimiz! Resûllerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.” (Âl-i İmrân 3/194)

اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا
"Allâhu lâ ilâhe illâ huve. Le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîhi. Ve men asdeku minallâhi hadîsâ (hadîsen).: Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde mutlaka bir araya toplayacaktır. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?” (Nisâ 4/87)

هَاأَنتُمْ هَؤُلاء جَادَلْتُمْ عَنْهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَمَن يُجَادِلُ اللّهَ عَنْهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَم مَّن يَكُونُ عَلَيْهِمْ وَكِيلاً
"Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fî’l- hayâtid dunyâ fe men yucâdilullâhe anhum yevme’l- kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen).: İşte siz böylesiniz. Dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Fakat, kıyâmet günü onlardan yana kim Allah ile mücadele edecek veya kim onlara vekil olacak?” (Nisâ 4/109)

الَّذِينَ يَتَرَبَّصُونَ بِكُمْ فَإِن كَانَ لَكُمْ فَتْحٌ مِّنَ اللّهِ قَالُواْ أَلَمْ نَكُن مَّعَكُمْ وَإِن كَانَ لِلْكَافِرِينَ نَصِيبٌ قَالُواْ أَلَمْ نَسْتَحْوِذْ عَلَيْكُمْ وَنَمْنَعْكُم مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ فَاللّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
"Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi kâlû e lem nekun meakum, ve in kâne li’l- kâfirîne nasîbun, kâlû e lem nestahviz aleykum ve nemna’kum mine’l- mu’minîn (mu’minîne. Fallâhu yahkumu beynekum yevme’l- kıyâmet (kıyâmeti). Ve len yec’alallâhu li’l- kâfirîne alâl mu’minîne sebîlâ (sebîlen).: Onlar sizi gözlüyorlar öyle ki, size Allah'tan bir fetih (zafer) olunca, "Biz sizinle beraber olmadık mı?" dediler. Ve şayet kâfirlerin zaferden bir nasibi oldu ise (o zaman da) “Biz sizin üzerinize siper olmadık mı? Ve size mü'minlerden (gelecek olana) mani olmadık mı?" dediler. Artık Allah, kıyâmet günü sizin aranızda hükmedecektir. Ve Allah kâfirlere, mü'minlere karşı asla bir yol açacak değildir.” (Nisâ 4/141)

وَإِن مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا
"Ve in min ehli’l- kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtihî, ve yevme’l- kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ (şehîden).: Ve ancak, kitap ehlinden olanlar (onu tekzip eden Yahudiler ve “Allah’ın oğlu” diyen Nasraniler), ona ölümünden önce mutlaka îmân edecekler. Ve o, kıyâmet günü onların üzerine şahit olacak.” (Nisâ 4/159)

وَمِنَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّهُ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ
"Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî fe agraynâ beynehumul adâvete ve’l- bagdâe ilâ yevmi’l- kıyâmeh (kıyâmeti) ve sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn (yasnaûne).: Ve “muhakkak ki biz nasârâyız” diyenlerden misaklarını aldık, gene de uyarıldıkları hususlardan (kendilerine hatırlatılan şeyden) bir pay almayı (nasiplerini) unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık, kin ve nefret saldık. Allah yakında, onlara yapmış olduklarını haber verecek.” (Mâide 5/14)

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
"İnnellezîne keferû lev enne lehum mâ fi’l- ardı cemîan ve mislehu meahu li yeftedû bihî min azâbi yevmi’l- kıyâmeti mâ tukubbile minhum, ve lehum azâbun elîm (elîmun).: Muhakkak ki o kâfir olanlar, eğer yeryüzünde olanların hepsi, ve onunla birlikte bir misli daha onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları feda edecek olsalar (fidye olarak verseler), onlardan kabul edilmez. Ve onlar için “acı azap” vardır.” (Mâide 5/36)

وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّهِ مَغْلُولَةٌ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُواْ بِمَا قَالُواْ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنفِقُ كَيْفَ يَشَاء وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم مَّا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ كُلَّمَا أَوْقَدُواْ نَارًا لِّلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللّهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
"Ve kâleti’l- yehûdu yedullâhi maglûleh (maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâû ve le yezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ (kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete ve’l- bagdâe ilâ yevmi’l- kıyâmeh (kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran li’l- harbi etfeehâllâhu ve yes’avne fi’l- ardı fesâda (fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn (mufsidîne).: Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır (Allah cimridir)” dediler. Onların elleri bağlandı. Ve bu sözlerinden dolayı lânetlendiler. Hayır, bilakis! O’nun iki eli de açıktır. Nasıl isterse öyle infâk eder (verir). Ve Rabb’inden sana indirilen şey (ilahî buyruklar), mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Ve biz onların arasına kıyâmete kadar sürecek düşmanlık ve kin ilka ettik (ulaştırdık). Her ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü. Ve onlar yeryüzünde fesat çıkarmak için çalışırlar. Ve de Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez.” (Mâide 5/64)

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
"Kul li men mâ fîs semâvâti ve’l- ard (ardı), kul lillâh (lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmete, le yecmeannekum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ raybe fîhi, ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn (yu’minûne).: De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah’ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü’min değildirler.” (En'âm 6/12)

قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
"Kul men harrame zînetallâhilletî ahrace li ibâdihî vet tayyibâti miner rızk (rızkı), kul hiye lillezîne âmenû fî’l- hayâti’d- dunyâ hâlisaten yevme’l- kıyâmeh (kıyâmeti), kezâlike nufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn (ya’lemûne).: De ki: “Kulları için çıkardığı Allah’ın ziynetini ve rızıktan temiz (helâl) olanını kim haram etti. O, dünya hayatında âmenû olanlar içindir. Ve kıyâmet gününde de özellikle âmenû olanlara aittir.” Böylece bilen bir kavim için âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A'râf 7/32)

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ
"Ve iz teezzene rabbuke le yeb’asenne aleyhim ilâ yevmi’l- kıyâmeti men yesûmuhum sûe’l- azâb (azâbi), inne rabbeke le serîu’l- ıkâbi ve innehu le gafûrun rahîm (rahîmun).: Ve senin Rabbin kıyâmet gününe kadar, onlara azabın en kötüsünü yapacak kişileri mutlaka göndereceğini bildirmişti. Muhakkak ki senin Rabbin ikabı (cezası) çabuk olandır. Ve gerçekten O, elbette Gafur ve Rahîm’dir.” (A'râf 7/167)

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ
"Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevme’l- kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn (gâfilîne).: Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.” (A'râf 7/172)

وَمَا ظَنُّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللّهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَشْكُرُونَ
"Ve mâ zannullezîne yefterûne alâllâhi’l- kezibe yevme’l- kıyâmeti, innallâhe le zû fadlın alân nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn (yeşkurûne).: Kıyâmet günü, Allah’a yalanla iftira edenlerin zannı nedir? Muhakkak ki Allah, insanlara karşı elbette fazlın sahibidir. Ve lâkin onların çoğu şükretmezler.” (Yûnus 10/60)

وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مُبَوَّأَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُواْ حَتَّى جَاءهُمُ الْعِلْمُ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
"Ve lekad bevve’nâ benî isrâîle mubevvee sıdkın ve razaknâhum minet tayyibât (tayyibâti), fe mâhtelefû hattâ câehumu’l- ilmu, inne rabbeke yakdî beynehum yevme’l- kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Ve andolsun ki; İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik. Ve onları tayyib (temiz, helâl) rızıktan rızıklandırdık. Bundan sonra onlara ilim gelinceye kadar ihtilâfa düşmediler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmüş oldukları şeyde, onların aralarında hüküm verir” (Yûnus 10/93)

وَأُتْبِعُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلا إِنَّ عَادًا كَفَرُواْ رَبَّهُمْ أَلاَ بُعْدًا لِّعَادٍ قَوْمِ هُودٍ
"Ve utbiû fî hâzihi’d- dunyâ la’neten ve yevme’l- kıyâmeti, e lâ inne âden keferû rabbehum, e lâ bu'den li âdin kavmi hûd (hûdin).: Ve bu dünyada ve kıyâmet günü lânete tâbî tutuldular ve Ad kavmi Rab’lerini inkâr etmediler mi? Hud (a.s)’ın kavmi Ad (kavmi) (Allahû Tealâ’nın rahmetinden) uzak kaldı, öyle değil mi?” (Hûd 11/60)

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ
"Yakdumu kavmehu yevme’l- kıyâmeti fe evredehumu’n- nâr (nâre), ve bi’se’l- virdul mevrûd (mevrûdu).: (Firavun), kıyâmet günü kavminin önüne geçerek böylece onları ateşe götürecek. Ve girilen yer (ne) kötü bir yerdir.” (Hûd 11/98)

وَأُتْبِعُواْ فِي هَذِهِ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ
"Ve utbiû fî hâzihî la’neten ve yevme’l- kıyâmeti, bi’ser rifdu’l- merfûd (merfûdu).: Ve burada, kıyâmet gününde lânete tâbî tutuldular. Verilen bahşiş (ne) kötü bir bağıştır.” (Hûd 11/99)

لِيَحْمِلُواْ أَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمِنْ أَوْزَارِ الَّذِينَ يُضِلُّونَهُم بِغَيْرِ عِلْمٍ أَلاَ سَاء مَا يَزِرُونَ
“Li yahmilû evzârahum kâmileten yevme’l- kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilmin, e lâ sâe mâ yezirûn (yezirûne).: Kıyâmet günü, onların kendi günahlarının tamamını yüklendikten başka, ilimleri olmaksızın dalâlette kalmasına sebep oldukları kimselerin günahlarından (da) yüklenmeleri için. Yüklendikleri şey ne kadar kötü, öyle değil mi?” (Nahl 16/25)

ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُخْزِيهِمْ وَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَآئِيَ الَّذِينَ كُنتُمْ تُشَاقُّونَ فِيهِمْ قَالَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ إِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالْسُّوءَ عَلَى الْكَافِرِينَ
“Summe yevme’l- kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurakâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîn ûtûl ilme inne’l- hızye’l- yevme ve’s- sûe alâl kâfirîn (kâfirîne).: Sonra kıyâmet günü (Allah), onları alçaltacak (rezil rüsva edecek). Ve onlara: “Ortaklarım nerede?” diyecek. “Onlar için ayrılıklara düştünüz.” Kendilerine ilim verilenler şöyle dedi: “Muhakkak ki rezillik ve azap, bugün kâfirlerin üstünedir.” (Nahl 16/27)

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِن بَعْدِ قُوَّةٍ أَنكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ أَن تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَى مِنْ أُمَّةٍ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsen, tettehızûne eymânekum dehalan beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummetin, innemâ yeblûkumullâhu bihî, ve le yubeyyinenne lekum yevme’l- kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: İpini kuvvetle büktükten sonra çözüp açan kadın gibi (hidayete erdikten sonra dalâlete düşen kişi gibi) olmayın. (Yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yok sayan) bir ümmetin sayısının (yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yerine getiren) diğer bir ümmetten daha çok olmasına dayanarak, yeminlerinizi aranızda hile (konusu) ediniyorsunuz. Oysa Allah, sizi onunla (yeminlerinizi yerine getirme konusunda) imtihan ediyor. Ve kıyâmet günü, hakkında ihtilâf etmiş olduğunuz şeyi (hidayete ermeyi) mutlaka size açıklayacak (beyan edecek).” (Nahl 16/92)

إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُواْ فِيهِ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُواْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
“İnnemâ cuile’s- sebtu alâllezînehtelefû fîhî, ve inne rabbeke le yahkumu beynehum yevme’l- kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Sadece onun hakkında ihtilâfa düşenlerin üzerine cumartesi (balık avlama yasak) kılındı. Ve muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, onların arasında hakkında ihtilâf etmiş oldukları şeyde elbette hüküm verecek.” (Nahl 16/124)

وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا
“Ve kulle insânin elzemnâhu tâirahu fî unukıhî, ve nuhricu lehu yevme’l- kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ (menşûren).: Bütün insanların kuşunu (kazandıkları ve kaybettikleri dereceleri) boynunda bağladık (boynuna astık). Ve kıyâmet günü ona, neşredilmiş kitabı (üç boyutlu olarak boşlukta oynayan hayat filmini) çıkarırız.” (İsrâ 17/13)

وَإِن مَّن قَرْيَةٍ إِلاَّ نَحْنُ مُهْلِكُوهَا قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِ أَوْ مُعَذِّبُوهَا عَذَابًا شَدِيدًا كَانَ ذَلِك فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا
“Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmi’l- kıyâmeti ev muazzibûhâ azâben şedîdâ (şedîden), kâne zâlike fî’l- kitâbi mestûrâ (mestûran).: Eğer bir şehir (helâk olacaksa), kıyâmet gününden önce onun helâk edicisi ancak Biziz. Veya onun (şehir halkının) şiddetli azap edicisi Biziz. İşte bu, Kitap’ta yazılıdır.” (İsrâ 17/58)

قَالَ أَرَأَيْتَكَ هَذَا الَّذِي كَرَّمْتَ عَلَيَّ لَئِنْ أَخَّرْتَنِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لأَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُ إَلاَّ قَلِيلاً
“Kâle e raeyteke hâzâllezî kerremte aleyye, le in ahharteni ilâ yevmi’l- kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ (kalîlen).: (İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.” (İsrâ 17/62)

وَمَن يَهْدِ اللّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُمْ أَوْلِيَاء مِن دُونِهِ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَى وُجُوهِهِمْ عُمْيًا وَبُكْمًا وَصُمًّا مَّأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَعِيرًا
“Ve men yehdillâhu fe huve’l- muhted (muhtedi), ve men yudli’l- fe len tecide lehum evliyâe min dûnihî, ve nahşuruhum yevme’l- kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ (summen), me’vâhum cehennem (cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ (saîren).: Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O'nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız.” (İsrâ 17/97)

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا
“Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevme’l- kıyameti veznâ (veznen).: İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.” (Kehf 18/105)

وَكُلُّهُمْ آتِيهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَرْدًا
“Ve kulluhum âtîhi yevme’l- kıyâmeti ferdâ (ferden).: Ve kıyâmet günü, onların hepsi O’na, ferdî olarak (tek başına) gelecek.” (Meryem 19/95)

مَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ فَإِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وِزْرًا
“Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevme’l- kıyâmeti vizrâ (vizren).: Kim ondan yüz çevirirse, o zaman muhakkak ki o, kıyâmet günü (ağır) bir yük (kaybettiği dereceleri) yüklenir.” (Tâhâ 20/100)

خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاء لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا
“Hâlidîne fîhi, ve sâe lehum yevme’l- kıyâmeti hımlâ (hımlen).: Onlar, onda (o yükün getireceği azabın içinde) ebedî kalacak olanlardır. Ve kıyâmet günü yüklendikleri, onlar için ne kötü (yük)tür.” (Tâhâ 20/101)

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevme’l- kıyâmeti a’mâ.: Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat) vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ 20/124)

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
“Ve nedaul mevâzîne’l- kısta li yevmi’l- kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â (şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardalin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn (hâsibîne).: Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap görücüler kâfidir.” (Enbiyâ 21/47)

ثَانِيَ عِطْفِهِ لِيُضِلَّ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَنُذِيقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَذَابَ الْحَرِيقِ
“Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh (sebîlillâhi), lehu fid dunyâ hızyun ve nuzîkuhu yevme’l- kıyâmeti azâbe’l- harîk (harîkı).: Allah’ın yolundan saptırmak için onu (Allah’ın dînindeki esasları) eğip büker (değiştirir). Onun için dünyada rezillik vardır. Ve ona kıyâmet günü yakıcı bir azap tattıracağız.” (Hacc 22/9)

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَادُوا وَالصَّابِئِينَ وَالنَّصَارَى وَالْمَجُوسَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا إِنَّ اللَّهَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ
“İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ve’s- sâbiîne ve’-n nasârâ ve’l- mecûse vellezîne eşrakû innallâhe yafsılu beynehum yevme’l- kıyâmeti, innallâhe alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).: Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii), Hristiyanlar, ateşe tapanlar (Mecusi) ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır. Doğrusu Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır.” (Hacc 22/17)

اللَّهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
“Allâhu yahkumu beynekum yevme’l- kıyâmeti fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).: Allah, kıyâmet günü, hakkında ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler konusunda sizin aranızda hükmedecek.” (Hacc 22/69)

ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ
“Summe innekum yevme’l- kıyâmeti tub’asûn (tub’asûne).: Muhakkak ki siz, kıyâmet günü diriltileceksiniz.”(Mu'minûn 23/16)

يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَانًا
“Yudâaf lehul azâbu yevme’l- kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ (muhânen).: Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.” (Furkân 25/69)

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ
“Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilân nâr (nârı), ve yevme’l- kıyâmeti lâ yunsarûn (yunsarûne).: Ve Biz, onları ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım olunmaz.” (Kasas 28/41)

وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِينَ
“Ve etba’nâhum fî hâzihid dunyâ la’neten ve yevme’l- kıyâmeti hum mine’l- makbûhîn (makbûhîne).: Ve bu dünyada arkalarından lâneti onlara ulaştırdık. Ve kıyâmet günü onlar, (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olanlardandır.” (Kasas 28/42)

أَفَمَن وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَن مَّتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
“E fe men vaadnâhu va’den hasenen fe huve lâkîhi ke men metta’nâhu metâal hayâti’d- dunyâ summe huve yevme’l- kıyâmeti mine’l- muhdarîn (muhdarîne).: Öyleyse güzel vaadde bulunduğumuz ve böylece ona kavuşan kimse, dünya hayatının meta’ı (malı) ile metalandırdığımız, sonra kıyâmet günü (hesaba çekilmek üzere) hazır bulundurulanlardan olan kimse gibi midir?” (Kasas 28/61)

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِضِيَاء أَفَلَا تَسْمَعُونَ
“Kul e raeytum in cealallâhu aleykumu’l- leyle sermeden ilâ yevmi’l- kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi dıyâin, e fe lâ tesme’ûn (tesme’ûne).: De ki: "Gördünüz mü (düşündünüz mü)? Eğer Allah geceyi sizin üzerinizde kıyâmet gününe kadar devamlı kılsaydı, Allah’tan başka size ışığı getirecek İlâh kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz?” (Kasas 28/71)

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِن جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُم بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
“Kul e raeytum in cealallâhu aleykumun nehâre sermeden ilâ yevmi’l- kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi leylin teskunûne fîhi, e fe lâ tubsırûn (tubsırûne).: De ki: "Gördünüz mü (düşündünüz mü?) Eğer Allah, gündüzü sizin üzerinizde kıyâmete kadar devamlı kılsaydı, Allah’tan başka size, içinde sükûn bulduğunuz (dinlendiğiniz) geceyi getirecek İlâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?" (Kasas 28/72)

وَلَيَحْمِلُنَّ أَثْقَالَهُمْ وَأَثْقَالًا مَّعَ أَثْقَالِهِمْ وَلَيُسْأَلُنَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
"Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevme’l- kıyâmeti ammâ kânû yefterûn (yefterûne).: Ve (yalancılar) kendi yükleri (günahları) ile beraber, onların yüklerini (günahlarını) da mutlaka yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, uydurdukları şeylerden mutlaka sorgulanacaklar.” (Ankebût 29/13)

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَّوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُم بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُم بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن نَّاصِرِينَ
"Ve kâle innemâttehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fi’l- hayâtid dunyâ, summe yevme’l- kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn (nâsırîne).: Ve (İbrâhîm A.S): “Muhakkak ki siz, dünya hayatında aranızda sevgi oluşan Allah’tan başka putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, bir kısmınız bir kısmınızı inkâr edecek ve bir kısmınız da bir kısmınızı lânetleyecek. Sizin dönüş yeriniz ateştir. Ve sizin için bir yardımcı yoktur.” dedi.” (Ankebût 29/25)

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
“İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevme’l- kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Muhakkak ki senin Rabbin; O, kıyâmet günü ihtilâf etmiş oldukları şey konusunda onların arasını (haklıyı haksızdan) ayırır (hüküm verir).” (Secde 32/25)

إِن تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَاءكُمْ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ
"İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mâstecâbû lekum, ve yevme’l- kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr (habîrin).: Eğer onlara dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş olsalar (bile) size icabet edemezler. Kıyâmet günü sizin şirkinizi inkâr edecekler. Ve sana bunun (bu haberin) mislini (benzerini) verecek (kimse, şey) bulunmaz (Allah’tan başkası haber veremez).” (Fâtır 35/14)

فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُم مِّن دُونِهِ قُلْ إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ
"Fa’budû mâ şi’tum min dûnihi, kul inne’l- hâsirîne ellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevme’l- kıyâmeti, e lâ zâlike huve’l- husrânu’l- mubîn (mubînu).: Artık O’ndan başka dilediğiniz şeye tapın. De ki: "Muhakkak ki, kendilerini ve ailelerini hüsrana düşürenler, kıyâmet günü hüsrana uğrayacak olanlardır." Bu apaçık bir hüsran değil mi?” (Zumer 39/15)

أَفَمَن يَتَّقِي بِوَجْهِهِ سُوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَقِيلَ لِلظَّالِمِينَ ذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَكْسِبُونَ
"E fe men yettekî bi vechihî sûe’l- azâbi yevme’l- kıyâmeti, ve kıyle li’z- zâlimîne zûkû mâ kuntum teksibûn (teksibûne).: O halde kıyâmet günü, onun vechini (fizik vücudunu) kötü azaptan kim koruyabilir? Ve zalimlere: "Kazanmış olduğunuz şeyi (günahlarınızın cezasını) tadın!" denir.” (Zumer 39/24)

ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِندَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ
"Summe innekum yevme’l- kıyâmeti inde rabbikum tahtasımûn (tahtasımûne).: Sonra muhakkak ki siz, kıyâmet günü Rabbinizin huzurunda davalı ve davacı olacaksınız.” (Zumer 39/31)

وَلَوْ أَنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِهِ مِن سُوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَبَدَا لَهُم مِّنَ اللَّهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
"Ve lev enne lillezîne zalemû mâ fî’l- ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bihî min sûil azâbi yevme’l- kıyâmeti, ve bedâ lehum minallâhi mâ lem yekûnû yahtesibûn (yahtesibûne).: Ve eğer yeryüzünde olanların hepsi ve onlar kadarı daha birlikte zalimlerin olsaydı, kıyâmet günü kötü azaba karşı (kurtulmak için) onları mutlaka fidye olarak verirlerdi. Ve hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır.” (Zumer 39/47)

وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ تَرَى الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى اللَّهِ وُجُوهُهُم مُّسْوَدَّةٌ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْمُتَكَبِّرِينَ
"Ve yevme’l- kıyâmeti terâllezîne kezebû alâllâhi vucûhuhum musveddetun, e leyse fî cehenneme mesven li’l- mutekebbirîn (mutekebbirîne).: Ve kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?” (Zumer 39/60)

وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ وَالْأَرْضُ جَمِيعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَالسَّماوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ
"Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî ve’l- ardu cemîan kabdatuhu yevme’l- kıyâmeti ve’s- semâvâtu matviyyâtun bi yemînihi, subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn (yuşrikûne).: Ve (onlar) Allah’ın kadrini hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O’nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O’nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan’dır (herşeyden münezzeh). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (Zumer 39/67)

إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
"İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri hayrun em men ye’tî âminen yevme’l- kıyâmeti, i’melû mâ şi’tum innehu bimâ ta’melûne basîr (basîrun).: Muhakkak ki, âyetlerimizde saptırma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Kıyâmet günü ateşin içine konulanlar mı yoksa Bize emin olarak gelenler mi hayırlıdır? Dilediğinizi yapın. Muhakkak ki O, yaptıklarınızı en iyi görendir.” (Fussilet 41/40)

وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنظُرُونَ مِن طَرْفٍ خَفِيٍّ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُّقِيمٍ
"Ve terâhum yu’radûne aleyhâ hâşiîne mine’z- zulli yanzurûne min tarfin hafîyyin, ve kâlellezîne âmenû inne’l- hâsirînellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevme’l- kıyâmeti, e lâ innez zâlimîne fî azâbin mukîm (mukîmin).: Ve onları zilletten boyun eğmiş olarak, ona (azaba) arz olunurken, gizli gizli (yan gözle) baktıklarını görürsün. Âmenû olanlar dediler ki: “Muhakkak ki hüsranda olanlar, kıyâmet günü, kendilerini ve ailelerini hüsrana düşürenlerdir.” Muhakkak ki zalimler, mukîm (devamlı) azabın içindedirler, değil mi?” (Şûrâ 42/45)

وَآتَيْنَاهُم بَيِّنَاتٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَمَا اخْتَلَفُوا إِلَّا مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ إِنَّ رَبَّكَ يَقْضِي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
"Ve âteynâhum beyyinâtin mine’l- emri, fe mâhtelefû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, inne rabbeke yakdî beynehum yevme’l- kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).: Ve onlara emirden (Allah’ın emrinden) beyyineler (deliller) verdik. Fakat onlara ilim geldikten sonra onlar, aralarında azgınlık ederek ihtilâfa düştüler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, ihtilâf etmiş oldukları şeylerde, onların arasında hüküm verecektir.” (Câsiye 45/17)

قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
"Kulillâhu yuhyîkum summe yumîtukum summe yecmeukum ilâ yevmi’l- kıyâmeti lâ raybe fîhi ve lâkinne ekseran nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).: De ki: “Allah sizi yaşatır, sonra öldürür. Sonra sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet günü (biraraya) toplar.”Ve lâkin insanların çoğu bilmezler.” (Câsiye 45/26)

وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
“Ve men edallu mimmen yed’û min dûnillâhi men lâ yestecîbu lehu ilâ yevmi’l- kıyâmeti ve hum an duâihim gâfilûn (gâfilûne).: Allah’tan başkasına dua edenden daha dalâlette kim vardır? Kıyâmet gününe kadar, ona kimse icabet etmez. Ve onlar (putlar), onların dualarından gâfildirler (habersizdirler).” (Ahkâf 46/5)

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَا يَكُونُ مِن نَّجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ إِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَا أَدْنَى مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْثَرَ إِلَّا هُوَ مَعَهُمْ أَيْنَ مَا كَانُوا ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“E lem tera ennallâhe ya’lemu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), mâ yekûnu min necvâ selâsetin illâ huve râbiuhum ve lâ hamsetin illâ huve sâdisuhum ve lâ ednâ min zâlike ve lâ eksera illâ huve meahum eyne mâ kânû, summe yunebbiuhum bi mâ amilû yevme’l- kıyâmeti, innallâhe bi kulli şey’in alîm (alîmun).: Allah’ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini görmedin mi? Üç kişi arasında gizli bir konuşma olmaz ki, onların dördüncüsü O (Allah) olmasın. Ve beş kişi (arasında gizli bir konuşma) olmaz ki, onların altıncısı O (Allah) olmasın. Ve bundan daha azı veya daha çoğu, nerede olurlarsa olsunlar, mutlaka O (Allah), onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü, yaptıklarını onlara haber verecektir. Muhakkak ki Allah; herşeyi en iyi bilendir.” (Mucâdele 58/7)

لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Len tenfeakum erhâmukum ve lâ evlâdukum, yevme’l- kıyâmeti yefsılu beynekum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).: Kıyâmet günü akrabalarınız ve evlâtlarınız, asla size fayda sağlamaz. (Onlarla) sizin aranızı ayıracaktır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.” (Mumtehine 60/3)

أَمْ لَكُمْ أَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَ
“Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmi’l- kıyâmeti inne lekum le mâ tahkumûn (tahkumûne).: Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye.” (Kalem 68/39)

لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ
“Lâ uksimu bi yevmi’l- kıyâmeti.: Hayır, kıyâmet gününe yemin ederim.” (Kıyâme 75/1)

يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ
“Yes’elu eyyâne yevmu’l- kıyâmeti.: “Kıyâmet günü ne zaman?” diye sorar.” (Kıyâme 75/6)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim


Kur'ÂN-ı KeRîMde Yevme Yekûmun:

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
"Yevme yekûmun nâsu li rabbi’l- âlemîn (âlemîne).: Âlemlerin Rabbi için insanların kıyam edeceği (kalkacağı) gün.” (Mutaffifîn 83/6)


Kur'ÂN-ı KeRîM'de Yevmin Azîm:

لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, innî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm (azîmin).: Andolsun, Nuh (a.s)’ı kavmine gönderdik. O zaman şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah’a kul olun! Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Muhakkak ki; ben, o büyük günün azabının üzerinize olmasından korkuyorum.” (A'râf 7/59)

قُلْ إِنِّيَ أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm (azîmin).: De ki: “Muhakkak ki ben, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım.” (En'âm 6/15)

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi kur'ânin gayri hâzâ ev beddilhu, kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyye, innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm (azîmin).: Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya O’nu değiştir.” De ki: “O’nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka ederek benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet Rabbime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.” (Yûnus 10/15)

فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِن بَيْنِهِمْ فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن مَّشْهَدِ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne keferû min meşhedi yevmin azîm (azîmin).: Bundan sonra hizipler (gruplar) kendi aralarında ihtilâf ettiler. Büyük gün müşahede edildiği (şahit olunduğu) zaman vay o kâfirlerin haline!” (Meryem 19/37)

إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm (azîmin).: Muhakkak ki ben, azîm günün (kıyâmet gününün) azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.” (Şuarâ 26/135)

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm (azîmin).: Ve ona kötülükle dokunmayın. (Dokunursanız) o zaman büyük günün azabı sizi alır (yakalar).” (Şuarâ 26/156)

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmi’z- zulleh (zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm (azîmin).: Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.” (Şuarâ 26/189)

قُلْ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
"Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm (azîmin).: De ki: "Muhakkak ki ben, eğer Rabbime asi olursam, büyük günün azabından korkarım." (Zumer 39/13)

وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Vezkur ehâ âd(âdin), iz enzere kavmehu bil ahkâfi ve kad haletin nuzuru min beyni yedeyhi ve min halfihî ellâ ta’budû illâllâh (illâllâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm (azîmin).: Ad (Kavmi)nin kardeşini hatırla! Ahkâf’taki kavmini uyarmıştı. Ondan önce ve sonra “Allah’tan başkasına kul olmayın!” diye uyaran bir çok nezirler gelip geçmişti. Gerçekten ben büyük günün azabının üzerinize olmasından korkarım.” (Ahkâf 46/21)

لِيَوْمٍ عَظِيمٍ
“Li yevmin azîm (azîmin).: Azîm gün için.” (Mutaffifîn 83/5)


Kur'ÂN-ı KeRîM'de Yevmü'l- Haşr:

وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَمِيعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذِينَ أَشْرَكُواْ مَكَانَكُمْ أَنتُمْ وَشُرَكَآؤُكُمْ فَزَيَّلْنَا بَيْنَهُمْ وَقَالَ شُرَكَآؤُهُم مَّا كُنتُمْ إِيَّانَا تَعْبُدُونَ
"Ve yevme nahşuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrakû mekânekum entum ve şurakâukum, fe zeyyelnâ beynehum, ve kâle şurakâuhum mâ kuntum iyyânâ ta'budûn (ta'budûne).: Ve o gün onların hepsini toplayacağız. Sonra şirk koşanlara şöyle diyeceğiz: “Siz ve şirk koştuklarınız yerlerinize.” Böylece onların aralarını açtık. Ve onların ortak koştukları: “Siz sadece bize ibadet (kulluk) etmiyordunuz.” dedi(ler).” (Yûnus 10/28)

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَأَن لَّمْ يَلْبَثُواْ إِلاَّ سَاعَةً مِّنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِلِقَاء اللّهِ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ
"Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten mine’-n nehâri yeteârafûne beynehum, kad hasirallezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn (muhtedîne).: Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).” (Yûnus 10/45)


Kur'ÂN-ı KeRîM'de Yevme Yubasun:

قَالَ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn (yub'asûne).: (Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.” (A'râf 7/14)

قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn: (İblis): “Rabbim, öyleyse bana beas gününe (diriltilecekleri güne) kadar zaman ver.” dedi.” (Hicr 15/36)

وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا ثُمَّ لاَ يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ وَلاَ هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
" Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezîne keferû ve lâ hum yusta’tebûn (yusta’tebûne).: Ve o gün, bütün ümmetlerden birer şahit göndeririz. Sonra kâfirlere cehennemden çıkmaları için izin verilmez. Ve onlardan, (Allah’tan) rıza talepleri kabul edilmez.”
(Nahl 16/84)

وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا
“Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu hayyâ (hayyen).: Ve doğduğu günde de ve öleceği günde de ve canlı olarak beas edileceği (yeniden diriltileceği) günde de ona selâm olsun.” (Meryem 19/15)

وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا
“Ve’s- selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ (hayyen).: Ve doğduğum gün ve öleceğim gün ve canlı olarak beas edileceğim (diriltileceğim) gün selâm benim üzerimedir (banadır).” (Meryem 19/33)

لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Leallî a’melu sâlihan fîmâ teraktu kellâ, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: “Böylece (geri gönderdiğin taktirde) terkettiğim salih amelleri (nefsi tezkiye edici ameli) işlerim.” Hayır, muhakkak ki onun söylediği söz, sadece (boş) bir kelimedir. Ve beas edilecekleri güne kadar onların arkasında berzah (engel) vardır.” (Mu'minûn 23/100)

قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
"Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: (İblis): "Rabbim öyleyse beas (yeniden dirilme) gününe kadar beni inzar et (bana mühlet ver)." dedi.” (Sâd 38/79)

وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ
"Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn (yûb’asûne).: Ve beas günü (yeniden dirilme günü, kıyâmet günü) beni mahzun etme.” (Şuarâ 26/87)

وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَالْإِيمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ فِي كِتَابِ اللَّهِ إِلَى يَوْمِ الْبَعْثِ فَهَذَا يَوْمُ الْبَعْثِ وَلَكِنَّكُمْ كُنتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
“Ve kâlellezîne ûtûl ilme ve’l- îmâne lekad lebistum fî kitâbillâhi ilâ yevmi’l- ba’si fe hâzâ yevmul ba’si ve lâkinnekum kuntum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).: Ve ilim ve îmân verilenler: "Andolsun ki Allah’ın Kitabı’ndaki beas (yeniden diriliş) gününe kadar (mezarda) kaldınız." dediler. İşte bu beas (yeniden diriliş) günüdür. Lâkin siz bilmiyordunuz.” (Rûm 30/56)

لَلَبِثَ فِي بَطْنِهِ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
"Le lebise fî batnihî ilâ yevmi yub’asûn (yub’asûne).: Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.” (Sâffât 37/144)

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ عَلَى شَيْءٍ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ
“Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humu’l- kâzibûn (kâzibûne).: O gün Allah hepsini beas edecek (yeniden diriltecek). O zaman size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler. Ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını sanırlar. Gerçekten onlar yalancı değil mi?” (Mucâdele 58/18)


Kur'ÂN-ı KeRîM'de Yevme Neb'asu:

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ
“Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâ bike şehîden alâ hâulâi, ve nezzelnâ aleyke’l- kitâbe tibyânen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ li’l- muslimîn (muslimîne).: Ve o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit beas ederiz (vazifeli kılarız). Ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden (açıklayan), hidayete erdiren ve rahmet olan Kitab’ı, müslümanlara (Allah’a teslim olanlara) müjde olarak indirdik.” (Nahl 16/89)


Kur'ÂN-ı KeRîM'de Yevme Yunâdil:

وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
“Vestemi’ yevme yunâdi’l- munâdi min mekânin karîb (karîbin).: Ve münadinin yakın bir yerden seslendiği gün ona kulak ver.” (Kaf 50/41)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Yevme’l- Furkan Yevme’l- Likâ:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُمْ بِاللّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Va'lemû ennemâ ganimtum min şey'in fe enne lillâhi humusehu ve li’r- resûli ve li zî’l- kurbâ ve’l- yetâmâ ve’l- mesâkîni vebni’s- sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevme’l- furkâni yevmetteka’l- cem'âni, vallâhu alâ kulli şey'in kadîr (kadîrun).: Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı gün, furkan günü (hak ve bâtılın ayrıldığı gün) kulumuza indirdiğimiz şeye inandıysanız, ganimet olarak bir şey aldığınız zaman artık onun beşte birinin muhakkak ki Allah’ın ve Resûl’ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir (gücü yetendir).” (Enfâl 8/41)

فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُواْ اللّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُواْ يَكْذِبُونَ
"Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn (yekzibûne).: Böylece O’na (Allahû Tealâ’ya) vaadettikleri şeyi, Allah’a karşı yerine getirmediklerinden ve yalan söylemiş olduklarından dolayı, (onların bu yaptıklarının) sonucunda (Allah), onların kalplerine, O'nunla karşılaşacakları güne kadar nifak duygusu verdi.” (Tevbe 9/77)

تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْرًا كَرِيمًا
"Tahiyyetuhum yevme yelkavnehu selâmun, ve eadde lehum ecran kerîmâ (kerîmen).: O’na (Allah’a) kavuştukları gün onların tehiyyeti (mükâfatı) "selâm"dır. Ve onlara kerim (ikram edilen) bir ecir (mükâfat) hazırlanmıştır.” (Ahzâb 33/44)


Yevme’l- Hacc:


وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilân nâsi yevme’l- haccı’l -ekberi ennallâhe berîun mine’l- muşrikîne ve resûluhu, fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa'lemû ennekum gayru mu'cizîllâh (mu'cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm (elîmin).: Ve büyük hac (Hacc’ul ekber) günü, Allah’tan ve O’nun resûlünden insanlara bir bildiridir (ilândır). Muhakkak ki; Allah ve O’nun Resûl'ü, müşriklerden berîdir (uzaktır). Bundan sonra eğer tövbe ederseniz, artık o (tövbe etmeniz) sizin için daha hayırlıdır ve eğer yüz çevirirseniz, siz Allah’ı aciz bırakamayacağınızı biliniz. Ve kâfir kimseleri elîm bir azap ile uyar (ikaz et).” (Tevbe 9/3)


Yevmin Kebir:

وَأَنِ اسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ وَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ
“Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadlehu, ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr (kebîrin).: Ve Rabbinizden mağfiret istemeniz, sonra O’na tövbe etmeniz, belirlenmiş bir zamana kadar sizi güzel bir meta ile meta'landırması (geçindirmesi) ve her fazl sahibine, fazlını vermesi içindir. Ve eğer (geri) dönerseniz o zaman ben, büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım.” (Hûd 11/3)


Yevmu'l- hakku:

ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا
“Zâlike’l- yevmu’l- hakku, fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ (meâben).: İşte o, Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a SALLı-ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.” (Nebe 78/39)


Yevmin Elim:

أَن لاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ
“En lâ ta’budû illâllâhe, innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm (elîmin).: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım" (dedi).” (Hûd 11/26)

فَاخْتَلَفَ الْأَحْزَابُ مِن بَيْنِهِمْ فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ أَلِيمٍ
“Fahtelefe’l- ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne zalemû min azâbi yevmin elîm (elîmin).: Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâf etti. Artık elîm günün azabından, zulmedenlerin vay haline!” (Zuhrûf 43/65)


Yevmi’l- Vakt:

إِلَى يَومِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
“İlâ yevmi’l- vakti’l- ma’lûm (ma’lûmi).: "Bilinen günün vaktine kadar." (Hicr 15/38)

إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
"İlâ yevmi’l- vakti’l- ma’lûm (ma’lûmi).: Vakti malum olan (bilinen) güne kadar.” (Sâd 38/81)


Yevme’l- Hasret:

وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ إِذْ قُضِيَ الْأَمْرُ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
“Ve enzirhum yevme’l- hasreti iz kudıye’l- emru, ve hum fî gafletin ve hum lâ yu’minûn (yu’minûne).: Ve emrin yerine getirileceği hasret günüyle onları uyar. Ve onlar, gaflet içindeler ve onlar, mü’min değillerdir.” (Meryem 19/39)


Yevmin Ma’lum:


فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِمِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
"Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm (ma’lûmin).: Böylece sihirbazlar, bilinen bir günün belli bir vaktinde biraraya getirildiler.” (Şuarâ 26/38)

قَالَ هَذِهِ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
"Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm (ma’lûmin).: (Salih A.S): “İşte bu dişi deve. Su içme hakkı onun. Bilinen (belirlenen) gün(ler)de de su içme hakkı sizin.” dedi.” (Şuarâ 26/155)

إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
"İlâ yevmi’l- vakti’l- ma’lûm (ma’lûmi).: Vakti malum olan (bilinen) güne kadar.” (Sâd 38/81)

لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
“Le mecmûûne ilâ mîkâti yevmin ma’lûm (ma’lûmin).: Malûm (bilinen) günün, belirlenmiş bir vaktinde mutlaka toplanılmış olacaklardır.” (Vâkıa 56/50)


Yevme’l- Feth:

قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ
“Kul yevme’l- fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn (yunzarûne).: De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez." (Secde 32/29)


Yevmi’l- Fasl:


هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذِي كُنتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ
“Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn (tukezzibûne).: (İşte) bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme) günüdür.” (Sâffât 37/21)

إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ مِيقَاتُهُمْ أَجْمَعِينَ
“İnne yevme’l- faslı mîkâtuhum ecmaîn (ecmaîne).: Şüphesiz o fasıl (hakkı batıldan, haklıyı haksızdan) ayırma günü, hepsinin (hesaba çekilecekleri) vakitleridir.” (Duhân 44/40)

لِيَوْمِ الْفَصْلِ
“Li yevmi’l- fasli.: Fasıl (ayırma) günü için (tecil edildi).” (Murselât 77/13)

وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ
"Ve mâ edrâke mâ yevmu’l- fasli.: O fasıl gününün ne olduğunu sana bildiren nedir?” (Murselât 77/14)

هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ
"Hâzâ yevmul fasli, cema’nâkum ve’l- evvelîn (evvelîne).: Bu ayrılma-hüküm günüdür. Sizi ve evvelkileri biraraya topladık.” (Murselât 77/38)

إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا
"İnne yevme’l- faslı kâne mîkâtâ (mîkâten).: Muhakkak ki fasıl (ayrılma) günü, (önceden) tayin edilmiş bir vakitti.” (Nebe 78/17)


Yevmi’l- Hisab:

وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّل لَّنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ
" Ve kâlû rabbenâ accil lenâ kıttanâ kable yevmi’l- hisâb (hisâbi).: Ve: "Rabbimiz, hesap gününden önce bizim payımızı, bize acele ver." dediler.” (Sâd 38/16)

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ
“Yâ dâvûdu innâ cealnâke halîfeten fî’l- ardı fahkum beyne’-n nâsi bi’l- hakkı ve lâ tettebii’l- hevâ fe yudılleke an sebîlillâhi, innellezîne yadıllûne an sebîlillâhi lehum azâbun şedîdun bi mâ nesû yevme’l- hisâb (hisâbi).: Ey Dâvud! Muhakkak ki Biz, seni yeryüzünün halifesi kıldık. Bunun için insanlar arasında hak ile hükmet! Ve hevaya (nefse) tâbî olma! Aksi halde seni, Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli azap vardır.” (Sâd 38/26)

هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
“Hâzâ mâ tûadûne li yevmi’l- hisâb (hisâbi).: Hesap günü konusunda size vaadedilen budur.” (Sâd 38/53)

وَقَالَ مُوسَى إِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُم مِّن كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَّا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ
"Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yu’minu bi yevmi’l- hisâb (hisâbi).: Ve kâle mûsâ innî uztu bi rabbî ve rabbikum min kulli mutekebbirin lâ yu’minu bi yevmi’l- hisâb (hisâbi).” (Mu'min 40/27)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Yevmi’l- Hüneyn:

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَ
Resim---"Lekad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîratin ve yevme huneynin iz a'cebetkum kesretukum fe lem tugni ankum şey'en ve dâkat aleykumu’l- ardu bi mâ rahubet summe velleytum mudbirîn (mudbirîne).: Andolsun ki; Allah, size birçok savaş yerinde ve Huneyn günü yardım etti. Çokluğunuz hoşunuza gittiği halde (hoşunuza gitmesine rağmen) artık size bir fayda (bir şey) vermedi. Yeryüzünün genişliğine rağmen size dar geldi. Sonra arkanıza geri döndünüz.”
(Tevbe 9/25)


Yevme’t- Talak:


رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
Resim---"Rafîud deracâti zû’l- arş (arşi), yulkı’r- rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk (telâkı).: Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi (Allah), 'toplanma ve buluşma' günü ile uyarıp korkutmak için, kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir.”
(Mu'min 40/15)


Yevme'l- Âzife:

وَأَنذِرْهُمْ يَوْمَ الْآزِفَةِ إِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِمِينَ مَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ حَمِيمٍ وَلَا شَفِيعٍ يُطَاعُ
Resim---"Ve enzirhum yevme’l- âzifeti izi’l- kulûbu ledâ’l- hanâciri kâzımîn (kâzımîne), mâ li’z- zâlimîne min hamîmin ve lâ şefîin yutâu.: Ve yaklaşan gün (kıyâmet günü) konusunda onları uyar. O zaman kalpler, korku ile hançerelere gelir (can boğaza gelir). Zalimler için yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur.”
(Mu'min 40/18)


Yevme’l- Ahzab:

وَقَالَ الَّذِي آمَنَ يَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُم مِّثْلَ يَوْمِ الْأَحْزَابِ
Resim---"Ve kâlellezî âmene yâ kavmi innî ehâfu aleykum misle yevmi’l- ahzâb (ahzâbi).: İman eden (adam) dedi ki: "Ey Kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum."
(Mu'min 40/30)


Yevmun Asîb:


وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ
Resim---"Ve lemmâ câet resulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’an ve kâle hâzâ yevmun asîb (asîbun).: Ve resûllerimiz Lut (a.s)’a geldiği zaman onlardan dolayı üzüldü ve içi daralıp, telâşlandı. Ve: “Bu, çok kötü (zorlu) bir gün.” dedi.”
(Hûd 11/77)


Yevmie’t- Tenad:

وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ
Resim---"Ve yâ kavmi innî ehâfu aleykum yevme’t- tenâd (tenâdi).: Ve ey kavmim, muhakkak ki ben, sizin için feryat gününden (kıyâmet gününden) korkuyorum!”
(Mu'min 40/32)


Yevme’l- Cem’:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِّتُنذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ فِيهِ فَرِيقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَرِيقٌ فِي السَّعِيرِ
Resim---"Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzira umme’l- kurâ ve men havlehâ ve tunzira yevme’l- cem’i lâ raybe fîhi, ferîkun fî’l- cenneti ve ferîkun fî’s- saîr (saîri).: İşte böylece sana, Arapça Kur’ân’ı vahyettik, şehirlerin anasını (Mekke halkını) ve onun etrafındakileri, hakkında şüphe olmayan toplanma günü (kıyâmet günü) ile uyarman için. Onların bir kısmı cennette ve bir kısmı alevli ateştedir (cehennemde)dir.”
(Şûrâ 42/7)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---"Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ nûdiye li’s- salâti min yevmi’l- cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerû’l- bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).: Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
(Cuma 62/9)

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---"Yevme yecmeukum li yevmi’l- cem’i zâlike yevmut tegâbuni, ve men yu’min billâhi ve ya’me’l- sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâ’l- enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: Sizi toplanma günü için biraraya toplayacağı gün, işte o, aldanma günüdür. Ve kim Allah’a îmân eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, onun seyyiatini (günahlarını) örter. Ve orada ebediyyen kalmak üzere, altından nehirler akan cennetlere koyar. İşte bu fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).”
(Tegâbun 64/9)


Yevmu’l- Va’id:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ
Resim---“Ve nufiha fî’s- sûr (sûri), zâlike yevmu’l- vaîdi.: Ve sur’a üflendi. İşte bu vaîd (ikaz) günüdür.”
(Kaf 50/20)


Yevmi’l- Mev’ûd (mev’ûdi).:

وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ
Resim---"Ve’l- yevmi’l- mev’ûd (mev’ûdi).: Ve vaadedilen güne.”
(Burûc 85/2)


Yevme Tuble’s- Serâir:

يَوْمَ تُبْلَى السَّرَائِرُ
Resim---"Yevme tuble’s- serâir (serâiru).: Gizli şeylerin açıklanacağı gün.”
(Tarik 86/9)


El Yevme Hadid:

لَقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ
Resim---“Lekad kunte fî gafletin min hâzâ fe keşefnâ anke gıtâeke fe besaruke’l- yevme hadîdun.: (Allahû Teâla buyurur): “Andolsun ki sen bundan gaflet içindeydin. İşte senden perdeni kaldırdık. Artık bugün senin görüşün keskindir.”
(Kaf 50/22)


Yevmu’l- Hulud:

ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
Resim---“Udhulûhâ bi selâm (selâmin), zâlike yevmu’l- hulûd (hulûdi).: Oraya selâmla (selametle) girin. İşte bu ebediyyet (sonsuzluk) günüdür.”
(Kaf 50/34)


Yevmu’l- Huruc:

يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ
Resim---“Yevme yesmeûne’s- sayhate bi’l- hakk (hakkı), zâlike yevmu’l- hurûci.: O gün hak olan sayhayı işitirler. İşte bu (ölümden sonra topraktan), çıkış günüdür.”
(Kaf 50/42)

يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ سِرَاعًا كَأَنَّهُمْ إِلَى نُصُبٍ يُوفِضُونَ
Resim---“Yevme yahrucûne mine’l- ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfidûn (yûfidûne).: Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.”
(Meâric 70/43)


Yevmun Asr:

مُّهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
Resim---“Muhtıîne ilâd dâi, yekûlu’l- kâfirûne hâzâ yevmun asir (asirun).: Davetçiye doğru koşan kâfirler: “Bu, çok zor bir gün.” diyecekler.”
(Kamer 54/8)

فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ
Resim---“Fe zâlike yevme izin yevmun asîrun.: İşte o izin günü, “zor gün” dür.”
(Muddessir 74/9)


Yevmun Asîb:

وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالَ هَذَا يَوْمٌ عَصِيبٌ
Resim---"Ve lemmâ câet resulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’an ve kâle hâzâ yevmun asîb (asîbun).: Ve resûllerimiz Lut (a.s)’a geldiği zaman onlardan dolayı üzüldü ve içi daralıp, telâşlandı. Ve: “Bu, çok kötü (zorlu) bir gün.” dedi.”
(Hûd 11/77)


Yevmin Âsıf:

مَّثَلُ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ لاَّ يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُواْ عَلَى شَيْءٍ ذَلِكَ هُوَ الضَّلاَلُ الْبَعِيدُ
Resim---“Meselullezîne keferû bi rabbihim a’mâluhum ke ramâdinişteddet bihir rîhu fî yevmin âsıf (âsıfin), lâ yakdirûne mimmâ kesebû alâ şey’ (şey’in), zâlike huve’d- dalâlul baîd (baîdu).: Rab’lerini inkâr edenlerin amellerinin durumu, fırtınalı bir günde şiddetli rüzgârın savurduğu kül gibidir. İktisab ettiklerinden (kazandıklarından) bir şeye kaadir olamazlar. İşte o “uzak dalâlet”tir.”
(İbrahîm 14/18)
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: KuR'ÂN-ı KeRîMde YeVM..

Mesaj gönderen kulihvani »

Yevmü’l- Cem’ ve Yevmu Tegabun:

يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---“Yevme yecmeukum li yevmi’l- cem’i zâlike yevmut tegâbuni, ve men yu’min billâhi ve ya’me’l- sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), zâlike’l- fevzu’l- azîm (azîmu).: Sizi toplanma günü için biraraya toplayacağı gün, işte o, aldanma günüdür. Ve kim Allah’a îmân eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, onun seyyiatini (günahlarını) örter. Ve orada ebediyyen kalmak üzere, altından nehirler akan cennetlere koyar. İşte bu fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).”
(Tegâbun 64/9)

yevmin teşhas:

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
Resim---“Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’melu’z- zâlimûn (zâlimûne), innemâ yuahhıruhum li yevmin teşhasu fîhi’l- ebsâr (ebsâru).: Ve Allah’ı, zalimlerin yaptığı şeylerden gâfil sanma. Sadece onları, gözlerin dehşetten açılacağı güne tehir eder (erteler).”
(İbrahîm 14/42)

Yevmen Sakilen:

إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا
Resim---“İnne hâulâi yuhıbbûne’l- âcilete ve yezerûne verâehum yevmen sekîlâ (sekîlen).: İşte onlar, muhakkak ki çabuk geçen (dünya hayatını) seviyorlar. Zor, çetin günü arkalarına atıyorlar (umursamıyorlar).”
(İnsân 76/27)

Yevmin Uccilet:

لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ
Resim---“Li eyyi yevmin uccilet.: (Bunlar) hangi gün için tecil edildi (ertelendi)?”
(Murselât 77/12)

yevmin muhit:

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنقُصُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّيَ أَرَاكُم بِخَيْرٍ وَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ
Resim---"Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ (şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu , ve lâ tenkusû’l- mikyâle ve’l- mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît (muhîtin).: Ve Medyen kavmine, onların kardeşi Şuayb şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah’a kul olun! Sizin için ondan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve tartıyı eksiltmeyin. Gerçekten ben sizi hayırda (bollukta, refahta) görüyorum. Ve muhakkak ki ben, ihata eden (kuşatan) günün azabının üzerinize olmasından korkuyorum.”
(Hûd 11/84)

yevmun meşhûd:


إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّمَنْ خَافَ عَذَابَ الآخِرَةِ ذَلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوعٌ لَّهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُودٌ
Resim---"İnne fî zâlike le âyeten li men hâfe azâbe’l- âhırati, zâlike yevmun mecmûun lehun nâsu ve zâlike yevmun meşhûd (meşhûdun).: Muhakkak ki bunda, ahiret azabından korkan kimse için, elbette bir âyet (delil) vardır. İşte bu, insanların toplanma günüdür. Ve işte bu, şahadet günüdür.”
(Hûd 11/103)

yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum:

وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ
Resim---“Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdi’l- en’âmi buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn (hînin).: Ve Allah, sizin için evlerinizden sekînet (huzur) yeri kıldı. Ve sizin için hayvanların derilerinden, yolculuk (göç) ettiğiniz gün(ler)de ve ikâmet ettiğiniz (konakladığınız) gün(ler)de hafif olan (taşınabilen) evler (çadırlar) ve onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından çeşitli mal ve bir zamana kadar geçim vasıtası kıldı (yaptı).”
(Nahl 16/80)

yevmukumullezî kuntum tûadûn:

لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
Resim---“Lâ yahzunuhumu’l- fezeul ekberu ve tetelakkâhumu’l- melâiketu, hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn (tûadûne).: O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu, sizin vaadolunduğunuz gününüzdür.”
(Enbiyâ 21/103)

yevmen tetekallebu fîhi’l- kulûbu ve’l- ebsâr:

رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ
Resim---"Ricâlun lâ tulhîhim ticâratun ve lâ bey’un an zikrillâhi ve ikâmis salâti ve îtâi’z- zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhi’l- kulûbu ve’l- ebsâr (ebsâru).: Ticaretin ve alışverişin, onları Allah’ın zikrinden, namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoymadığı adamlar ki (onlar), kalplerin ve gözlerin (dehşetten) döneceği günden korkarlar.”
(Nûr 24/37)

Yevme teşakkakul:


يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ذَلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ
Resim---“Yevme teşakkaku’l- ardu anhum sirââ (sirâan), zâlike haşrun aleynâ yesîrun.: O gün yer, onlardan çatlayıp ayrılır da (onlar,) hızla koşarlar. İşte bu, Bize göre oldukça kolay olan bir haşir (sizi bir arada toplama)dır.”
(Kaf 50/44)

yevme teşakkaku’s- semâu bi’l- gamâmi:


وَيَوْمَ تَشَقَّقُ السَّمَاء بِالْغَمَامِ وَنُزِّلَ الْمَلَائِكَةُ تَنزِيلًا
Resim---“Ve yevme teşakkaku’s- semâu bi’l- gamâmi ve nuzzile’l- melâiketu tenzîlâ (tenzîlen).: Ve semanın bulutlarla yarıldığı gün, melekler sıra ile indirildi.”
(Furkân 25/25)

Yevmi’z- zulleh(zulleti):

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Resim---"Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmi’z- zulleh (zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm (azîmin).: Böylece onu tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine, “gölge günün azabı” onları aldı (yakaladı). Muhakkak ki o, azîm günün (büyük bir günün) azabıydı.”
(Şuarâ 26/189)

yevme yunâdîhi:

إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ وَمَا تَخْرُجُ مِن ثَمَرَاتٍ مِّنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنثَى وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِن شَهِيدٍ
Resim---"İleyhi yuraddu ilmu’s- sâati, ve mâ tahrucu min semerâtin min ekmâmihâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmihî, ve yevme yunâdîhim eyne şurakâî kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîd (şehîdin).: O saatin (kıyâmetin) ilmi O’na döndürülür (O’na aittir). O’nun ilmi olmadan, hiçbir meyve, tomurcuğundan çıkmaz. Hiçbir kadın, hamile kalmaz ve doğum yapamaz. Onlara “Benim ortaklarım nerede?” diye seslenileceği gün “Sana arzettik, bizden bir şahit yoktur.” dediler (derler).”
(Fussilet 41/47)

yevme tekûmu’s- sâatu yevme izin:

وَلَلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرضِ وَيَومَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Resim---"Ve lillâhi mulku’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ve yevme tekûmu’s- sâatu yevme izin yahseru’l- mubtılûn (mubtılûne).: Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve o saatin (kıyâmetin) vuku bulacağı izin günü, bâtıl olanlar hüsranda olacaklardır.”
(Câsiye 45/27)

yevmihimullezî yûadûn:


فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Resim---“Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn (yûadûne).: Bu durumda vaadolundukları (kıyâmet) günü sebebiyle inkâr edenlerin vay haline.”
(Zâriyât 51/60)
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön