Kur'ân-ı Kerim EMNiyeti…

Cevapla
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Kur'ân-ı Kerim EMNiyeti…

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Kur'ân-ı Kerim EMNiyeti…
ZİRH-Cevşen ÂYETLERİ


Hadis-i Şerîf:
Resim---Abdullah ibni Mes’ûd radıyallahü anh diyor ki: “Evde Bakara Sûresi başından müflihûn’a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytan o eve girmez.”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir evde, şu otuz üç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvan ve eşkıyâ, düşman, sabaha kadar canına ve malına zarar yapamaz:
Bakara Sûresi başından beş âyet:
Âyet-el-Kürsî başından “Hâlidûn”a kadar üç âyet;
Bakara sonunda “Lillâhi”den sûre sonuna kadar üç âyet;
A’râf Sûresinde, “İnne Rabbeküm”den “Muhsinîn”e kadar üç âyet;
İsrâ Sûresi sonundaki “Kul”den iki âyet;
Sâffât Sûresi başından “Lazib”e kadar on bir âyet;
Rahmân Sûresinde “Yâ ma’şerelcin”den “Feizâ”ya kadar iki-4 âyet;
Haşr Sûresi sonunda “lev enzelnâ”dan sûre sonuna kadar;
Cin Sûresi başından “Şatatâ”ya kadar dört âyet”
buyurdu..

(Dârimî, Müsned)


Zirh: Cevşen. Muharebe elbisesi, demirden örülmüş veya dökülmüş elbise. Manevî koruyucu dua..

Bu ÂYET-i CELÎLeler:

الم
Resim---“Elif, lâm, mim: Elif Lâm Mîm.” (Bakara 2/1)

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ
Resim---“Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne): O kitap (Kur’ân); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2)

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Resim---“Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne) : Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara 2/3)

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Resim---Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn(yûkınûne): Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar.” (Bakara 2/4)

أُوْلَئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---“Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(muflihûne) : Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinkes inanırlar.” (Bakara 2/5)

Âyet-el-Kürsî başından “Hâlidûn”a kadar üç âyet:

اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

Resim---“Allâhu lâ ilâhe illâ huve’l- hayyul kayyum (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fî’s- semâvâti ve mâ fi’l- ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhu’s- semâvâti ve’l- ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huve’l- aliyyu’l- azîm (azîmu): Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara 2/255)

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---“Lâ ikrâhe fî’d- dîni kad tebeyyene’r- ruşdu mine’l- gayy (gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bi’l- urveti’l- vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm (alîmun): Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” (Bakara 2/256)

اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---“Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum mine’z- zulumâti ile’n- nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum mine’n- nûri ilâ’z- zulumât (zulumâti), ulâike ashâbu’n- nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne): Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara 2/257)

Bakara sonunda “Lillâhi”den sûre sonuna kadar üç âyet:

لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Resim---“Lillâhi mâ fî’s- semâvâti ve mâ fî’l- ard (ardı), ve in tubdû mâ fî enfusikum ev tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh (bihillâhu), fe yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun): Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 2/284)

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
Resim---“Âmene’r- resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî ve’l- mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l- masîr (masîru): Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.” (Bakara 2/285)

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

Resim---“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ ale’l- kavmi’l- kâfirîn (kâfirîne): Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara 2/286)

A’râf Sûresinde, “İnne Rabbeküm”den “Muhsinîn”e kadar üç âyet:

إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Resim---“İnne rabbekumullâhullezî halaka’s- semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ ale’l- arşı, yugşî’l- leylen nehâre yatlubuhu hasîsen ve’ş- şemse ve’l- kamere ve’n- nucûme musahharâtin bi emrih (emrihi), e lâ lehu’l- halku ve’l- emr (emru), tebârekallâhu rabbu’l- âlemîn (âlemîne): Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (A’raf7/54)

ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ
Resim---“Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh (hufyeten), innehu lâ yuhıbbu’l- mu'tedîn (mu'tedîne): Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. ” (A’raf7/55)

وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ

Resim---“Ve lâ tufsidû fî’l- ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ (tamaân) inne rahmetallâhi karîbun mine’l- muhsinîn (muhsinîne): Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır. ” (A’raf7/56)

İsrâ Sûresi sonundaki “Kul”den iki âyet:

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَنَ أَيًّا مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً
Resim---“Kulid’ullâhe evid’u’r- rahmân (rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehu’l- esmâu’l- husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ (sebîlen): De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse.” (İsrâ 17/110)

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا
Resim---“Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun mine’z- zulli ve kebbirhu tekbîrâ (tekbîren): Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsrâ 17/111)

Sâffât Sûresi başından “Lazib”e kadar on bir âyet:


وَالصَّافَّاتِ صَفًّا
Resim---“Ve’s- sâffati saffâ (saffen: Saflar halinde dizilenlere andolsun,” (Sâffât 37/1)

فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا
Resim---“Fe’z- zâcirâti zecrâ (zecran): Haykırıp sürükleyenlere,” (Sâffât 37/2)

فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا
Resim---“Fe’t- tâliyâti zikrâ (zikran): Zikir okuyanlara,” (Sâffât 37/3)

إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ
Resim---“İnne ilâhekum le vâhıd (vâhıdun): Tartışmasız, sizin ilahınız gerçekten birdir.” (Sâffât 37/4)

رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ
Resim---“Rabbu’s- semâvâti ve’l- ardı ve mâ beynehumâ ve rabbu’l- meşârık (meşârıkı): Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir, doğuların da Rabbi'dir.” (Sâffât 37/5)

إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاء الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ
Resim---“İnnâ zeyyenne’s- semâe’d- dunyâ bi zîynetini’l- kevâkib (kevâkibi): Şüphesiz biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip donattık.” (Sâffât 37/6)

وَحِفْظًا مِّن كُلِّ شَيْطَانٍ مَّارِدٍ
Resim---“Ve hıfzan min kulli şeytânin mârid (mâridin): Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;” (Sâffât 37/7)

لَا يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلَإِ الْأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبٍ
Resim---“Lâ yessemmeûne ile’l- meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli cânib (cânibin) : Ki onlar, Mele-i A'la'ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar;” (Sâffât 37/8)

دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ
Resim---“Duhûran ve lehum azâbun vâsib (vâsibun): Uzaklaştırılırlar. Onlara kesintisiz bir azab vardır.” (Sâffât 37/9)

إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
Resim---“İllâ men hatıfe’l- hatfete fe etbeahu şihâbun sâkib (sâkibun): Ancak (sözü hırsızlama) çalıp kapan olursa, artık onu da delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder). ” (Sâffât 37/10)

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ
Resim---“Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halaknâ, innâ halaknâhum min tînin lâzib (lâzibin): Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları, cıvık, yapışkan bir çamurdan yarattık.” (Sâffât 37/11)

Rahmân Sûresinde “Yâ ma’şerelcin”den “Feizâ”ya kadar iki-4 âyet:

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Resim---“Yâ ma'şerel cinni vel insi inisteta'tum en tenfuzû min aktâri’s- semâvâti ve’l- ardı fenfuz (fenfuzû), lâ tenfuzûne illâ bi sultân (sultânin): Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.” (Rahmân 55/33)

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Resim---“Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân (tukezzibâni): Şu halde Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/34)

يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِّن نَّارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنتَصِرَانِ
Resim---“Yurselu aleykumâ şuvâzun min nârin ve nuhâsun fe lâ tentesırân (tentesırâni): İkinizin de üzerine ateşten yalın bir alev ve (bakır gibi erimiş) kıpkızıl bir duman salıverilir de 'kurtulup başaramazsınız.” (Rahmân 55/35)

فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Resim---“Fe bi eyyi âlâi rabbikumâ tukezzibân (tukezzibâni): Şu halde Rabbinizin hangi ni’metlerini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/36)

Haşr Sûresi sonunda “lev enzelnâ”dan sûre sonuna kadar:

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Lev enzelnâ hâzel kur’âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve tilke’l- emsâlu nadribuhâ li’n- nâsi leallehum yetefekkerûn (yetefekkerûne): Şâyet biz bu Kur’ân'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.” (Haşr 59/21)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ
Resim---“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, âlimu’l- gaybi ve’ş- şehâdeh (şehâdeti), huve’r- rahmânu’r- rahîm (rahîmu): O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. (Haşr 59/22)

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Resim---“Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ huve, elmeliku’l- kuddûsu’s- selâmu’l- mû’minu’l- muheyminu’l- azîzu’l- cebbâru’l- mütekebbir (mutekebbiru), subhânallâhi ammâ yuşrikûn (yuşrikûne): O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selâm'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir.” (Haşr 59/23)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Resim---“Huvallâhu’l- hâliku’l- bâriû’l- musavviru lehu’l- esmâu’l- husnâ, yusebbihu lehu mâ fî’s- semâvâti ve’l- ard (ardı) ve huve’l- azîzu’l- hakîm (hakîmu): O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve sûret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir.” (Haşr 59/24)

Cin Sûresi başından “Şatatâ”ya kadar dört âyet:

قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا
Resim---“Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun mine’l- cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ (aceben): De ki: "Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’ân dinledik" (Cinn 72/1)

يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا
Resim---“Yehdî ile’r- ruşdi fe âmennâ bih (bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ (ehaden): "O (Kur’ân), "gerçeğe ve doğruya" yöneltip iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız." (Cinn 72/2)

وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا
Resim---“Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ (veleden): Elbette, Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk." (Cinn 72/3)

وَأَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَفِيهُنَا عَلَى اللَّهِ شَطَطًا
Resim---“Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ (şetatan): "Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler." (Cinn 72/4)
” buyurdu.
(Dârimî, Müsned)

Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön