Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen kulihvani »

Resim

Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

"NEFS" KELİMESİNİN KUR’ÂN'da KULLANıLıŞı HAKKlNDA BAZı NOTLAR (x)


Yazarı: Regis Blachhe
Çeviren: Ass. Sadık Kılıç


Müslüman sözlük yazarları, sözde İslâm öncesine ait, içinde "N-F-S" kökünden alınmış kelimelerin bulunduğu manzum metinler naklederler. Bununla beraber, bu metinlerin doğruluğu ve hangi döneme ait oldukları şüpheli görünmektedir.
Arapçada bulunan bu semitik (Sami asıllı) kökten türemiş tabirlerin,
kronolojik yönden doğru kullanılışlarına, ıaslaınak için, öyleyse, Kur’ân'ı ve yedinci yüzyıl başlarını beklemek lâzım.

Kur’ân, nefs masdarından gelen iki fiil şekli ihtiva eder:

وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ
Resim---Ves subhı izâ teneffes(teneffese): Ve ağarmaya başladığı zaman sabaha (yemin ederim ki): "Doğduğu zaman i'zâ teneffese- sabaha andolsun" (Tekvir. 18)

خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ
Resim---Hitâmuhu misk(miskun). ve fî zâlike fel yetenâfesil mutenâfisûn(mutenâfisûne): Onun (o şarabın) sonu misktir (şahane misk kokusudur). Ve yarışanlar, artık bunda (bunun için) yarışsınlar.” (Mutaffifin 83/22).


Birinci durumda, muhakkak bir istiare söz konusudur; ışık, sabahın soluğu gibi yayılır (1). İkinci âyette, soluk fikri zımnidir: can atılan şeye ulaşmak için soluk tüketilir. Kuran da -şaşılacak şey- yahudi dilindeki nefes (naphes) kelimesine uygun düşen, bununla beraber Arapça'da çok sonraları fazlasıyla rastlanan "soluk alma", "soluk" ve "soluma" anlamına gelen nefes kalıbı hiç görülmez. İsim olarak Kur'ân'ın sunduğu kalıp, çoğulu enfus olan nefs'dir; nüfus şekli deki çoğulu -ki, Kur’ân Sonrası Dil'de çok kullanılır- yalnız bir sûrede kullanılmıştır:

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Resim---Ve izen nufûsu zuvvicet: Ve nefsler eşleştirildiği (fizik vücudla birleştiği) zaman.” (Tevkir 81/7) (x)


Rüzgar anlamını ihtiva eden, hemen hemen, her kelimede olduğu gibi, nefs kelimesi de tabiî olarak müennes (feminin) bir kelimedir.
"Nefs" kelimesinin incelenmesi, o'nun, ancak kendisıyle münasebeti bulunan varlığa bağlı olarak düşünülmesiyle mümkündür. Calverley'in de hatırlattığı gibi,

(x) Bu yazı, "Semitica, i 1948, Librairie d'Amerique et d'Orienl Adrien Maisonneuve, Paris" de yayınlanmıştır. Dipnot kısmında (x) işaretinden sonraki notlar bana aittir.
1) Bununla beraber Taberi (Tefsır, XXX, 50. sahifenin alt kısmında), el-Ferra tarafından sezilen (Lisânul-Arb, VI, 238 ve aşagısı) bir mecaza işaret eder. Krş. Beydavi (Fleischer bask., II, 389);)
(Her'halde bu tefsir:eski bir rivâyete göredir.) "Sabahın solgun ışıgı, rüzgar ve meltem estiğinde, parladığı zaman"
(x) Müellif, terkibe girmemiş şeklini kastetmiş olsa gerek; çünkü nüfus şeklinde çoğul hali muzaf olarak İsra, 15 de vardır.


Nefs, hemen hemen her zaman beşeri varlıklar hakkında kullanılır. Nadir olarak Allah'a veya Putperestlikteki tanrılar, ve çok istisnai olarak cinler için kullanılır (2). Asla melekler için kullanılmaz. Bu ismin incelenmesinin sağladığı fayda, sadece bu açıdan değildir. Buna karşılık, nefs'in fonksiyonel değerlerini analiz etmek, bizi, kapsamı açık seçik olan sonuçlara götürür. Bununla beraber, o'nu işlerken ilk planda; bu kelimenin semantik bir evrime sahip olduğu gerçeği çok geçmeden farkedilir.
Eğer bazı fonksiyonel değerlerin hesaba katıldığı iddia ediliyorsa, şu halde,
bu evrimi incelemekle işe başlamak uygundur.

Yahudi dilindeki nefes ile akad dilindeki napistu kelimeleri nin birkaç kullanılışı kaydedilmiştir. Her ikisi de "gırtlak", "boğaz" ve "ağız" mânâsıyla; Arabça'daki nefs, nefes kelimelerine uygun düşerler (3). Kur’ân ifadesi, ayni'" anlamı yükleyerek nefs kelimesinin yalnız bir örneğini sunar:

وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve alâs selâsetillezîne hullifû, hattâ izâ dâkat aleyhimul ardu bimâ rahubet ve dâkat aleyhim enfusuhum ve zannû en lâ melcee minallâhi illâ ileyhi, summe tâbe aleyhim li yetûbû, innallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu): Ve geri bırakılan (âyet-106: gazadan geri kalıp, haklarındaki hüküm ertelenen) üç kişinin de (tövbeleri kabul edildi: âyet 117). Hatta yeryüzü geniş olmasına rağmen onlara dar gelmişti. Ve nefsleri de kendilerine dar geldi. Kendilerine Allah'tan başka bir melce (sığınak) olmadığını anladılar (kesin olarak idrak ettiler). Sonra (tövbeleri kabul edilerek) ruhlarını yeniden Allah'a ulaştırsınlar diye tövbelerini kabul etti. Muhakkak ki Allah, O; Tevvab'tır (tövbeleri kabul eden), Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen).” (Tevbe 9/118).


"Ve haklarında hüküm geri bırakılan o üç kişinin de tevbelerini kabul etti.
(Çünkü) yeryüzü bunca genişliğine: rağmen onlara dar gelmiş, nefisleri kendilerini sıktıkça sıkmıştı -ve dakat aleyhim enfusuhum-"

Bu son ifadedeki anlama gelen ve bu gün kullanılan bir deyim bilinmektedir: daka sadri (göğsüm daraldı, rahatım yerinde değil, kaygılıyım). Bu ifade Kur’ânda da görülür.

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ
Resim---Ve le kad na’lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn(yekûlûne): Andolsun ki; Biz, onların söylediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz.” (Hıcr 15/97).


Şarkın diğer milletlerinin müşterek inanaçlarını da dile getiren Kur’ân, mesela, şöyle der:

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne): Allah, fizik vücudları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamânâ) kadar (rüyada dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.” (Zumer 39/42)


Bu âyette nefs, vücuddan çıkarak baygınlık (burada uyku) veya ölüm getiren ve tekrar ona girerek-dirilme (burada uyanma) (5) yı tahrik eden hayati prensibtir.
Başka yerde bu mânâ, ayni biçimde doğrulanmış olarak bulunur:

فَلاَ تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُم بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Resim---Fe lâ tu’cibke emvâluhum ve lâ evlâduhum, innemâ yurîdullâhu li yuazzibehum bihâ fîl hayâtid dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne): Artık onların malları ve evlâtları (da) senin hoşuna gitmesin. Allah dünya hayatında onları, onunla (onlarla) azaplandırmayı ve onların nefslerinin (canlarının), kâfir olarak çıkmasını ister.(Tevbe 9/55)

وَلاَ تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَأَوْلاَدُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُعَذِّبَهُم بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ
Resim---Ve lâ tu’cibke emvâluhum ve evlâduhum, innemâ yurîdullâhu en yuazzibehum bihâ fîd dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne): Ve onların malları ve evlâtları, senin hoşuna gitmesin (seni imrendirmesin). Allah dünya hayatında, onlarla (onların malları ve evlâtları ile) onlara azap etmek ister ve onların nefslerinin (canlarının) kâfir olarak çıkmasını ister.” (Tevbe 9/85)


2) l'Eneye. de ı'lslam (nefs madd.) III 88.•
3) jean, Tantqtives d'expliditionş du '(nwi" chez leş tincienş de Orienl medilerr:,rineen, Revue,
Hist des religions,.CXXl (1940) 112, 114; Dhorrne, l'Jdee de l';4l1-delci d&rş Rii relilfioıı hebrriique,
Revue, Hist. des reRigions, CXXRİl (1941) 117.
4) Krş. En'am, 60: "O'dur ki, geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir." ...
5) Babilonyalı ve yahudi olgular için bkz., jean, 115; Dhorme, 118.


Kitab-ı Mukaddes metinlerinde olduğu gibi (6) Kur’ânda da, nefs "hayati soluk" teriminin fâni bedene sıkı sıkiya bağlı bir prensibi göstermiş olması çok önemli olarak beklenen şeydir: nefs, kaderini paylaştığı bu fâni dayanaktan ayrılmaz. İlahilikten kaynaklanan ve bu ilahi güç tarafından ölümlü maddeye üflenen "hayat prensibi" söz konusu olunca, Kur’ânın nefs terimini kullanmamasında, öyleyse, şaşılacak bir şey yoktur. Bu durumda ruh (yahudi dilinde: ruah) ismiyle karşılaşrlır. Tekvin II: 7 deki şu anlatım da böyledir:
" O zaman Yahve Elohim insanın burun deliklerine hayat olduğu (nismat hayyim) üfledi. Ve insan canlı bi mahluk (nefes hayyah) oldu!"

Bu ifade Kur’ân'da da aşağıdaki şekilde bulunur:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ
Resim---Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin): Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, “hamein mesnûn olan salsalin”den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim.” (Hıcr 15/28)

فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ
Resim---Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).: Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hıcr 15/29)


Yine (Sad 38/72) âyetinin metni de böyledir. Karşılaştırınız:

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne): Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Sad 38/72)

ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ
Resim---Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne): Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (Secde 32/9)


Öyleyse kitab-ı Mukaddes'te görülenin aksine (7) Kur’ân Dili'nde "hayati soluk" "yaşatıcı ruh" anlamına gelen nefs ile, "hayat ruhu" ve "manevi ruh" anlamânâ gelen ruh arasında sürekli bir ayırım vardır. Ruh ismi, Kur’ân'da, nefs (8) kelimesinden daha nadir bir kullanış olduğundan, şu problem ortaya çıkmaktadır. Ruh kelimesinin çok az alışılmış ve belki de-daha eski telakkilere katılmak üzere gelen, dışardan alınmamı. kavram olup olmadığı...

Kur’ân, nefs'in, kan anlamına geldiği kullanış örneklerini ihtiva etmez (9).
(9). Kan anlamına, "hayat soluğu"nun yerleştiği bir nevi akışkan maddeyi ifade eder. Öyleyse nefs terimini, İbranca'da çok rastlanan maddi ve müşahhas kavramlardan (10) kurtarmaya yönelen Kur’ân Dili, çok bariz, bir gelişme gösterir.

6) jean, II.
7) İbranca'da nefes'in yerine ruh'un kullanılışları hakkında bkz., jean, 119.
8 ) Ruh -ister "Ruhu'l-Kudüs" anlamında, isterse "insan ruhu" anlamında olsun. Sadece yirmi kadar yerde geçtiği halde, nefs tabirine yüzlerce defa raslanır.
9) İbn Manzılr, Lisanu'l-'Arab (Vl, 234, N-F-S mad. da, İslam Öncesi'nin Hicazlı bir Yahudi şairine ait, aşağııdaki mısrasını nakleder:
"Kılıçların keskin agzından kanlarımız akıyor"
Ve, bu lügatçı nefs'i "kan" ile açıklar. Fakat bu mısra gerçek midir? Şâyet gerçekse, tarihi nasıl belirlenir? Öte yandan bilinmektedir ki Arabça, nafs veya,.nsfus'un, Aramca nefsin "ağıt, mersiya" anlamında kullanılışına tamamen yabancıdır.
10) jean, a.g.e., 116, 117.


Bununla beraber, bu soyutlamaya rağmen, Kur’ân anlayışında nefs'in orijinine özgü, bir çok unsurlar da bulunmaktadır. Bundan dolayı Kur’ân'da, nefs'in, günaha temayülün ve dünyaya ait isteklerin odak noktası gibi karşımıza çıkması, her halde tesadüfi değildir:

وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
Resim---Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh(nefsehu), ve lekadistafeynâhufîd dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mines sâlihîn(sâlihîne): Ve, nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrâhîm'in dîninden yüz çevirir ? Andolsun ki Biz, onu dünyada seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir.” (Bakara 2/130)


Günaha düşüren odur..

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
Resim---Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu), ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi: Ve andolsun ki insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz. Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız.'' (Kâf 50/16)


Kur’ân'ın ifadesine göre Samiri'ye Altın Buzağı dökmeği telklin eden odur ..

قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي
Resim---Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî: (Samiri): “Ben, onların görmediği şeyi gördüm. Resûl'ün (Cebrail A.S'ın) izinden (ayağının bastığı yerdeki topraktan) bir avuç aldım. Sonra da onu (erimiş madenin içine) attım. Ve böylece (bu), nefsime (bana) güzel göründü.” dedi.(Taha 20/96)


Heva ve heves onda yatmaktadır:

إِنْ هِيَ إِلَّا أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَاؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللَّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْأَنفُسُ وَلَقَدْ جَاءهُم مِّن رَّبِّهِمُ الْهُدَى
Resim---İn hiye illâ esmâun semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), in yettebiûne illez zanne ve mâ tehvel enfus(enfusu), ve lekad câehum min rabbihimul hudâ: Onlar (bu isimler) ancak sizin ve babalarınızın onları isimlendirdiğiniz isimlerdir. Allah onlara hiçbir sultan (delil) indirmedi. Onlar sadece zanna ve nefslerinin arzuladığı şeylere tâbî oluyorlar. Ve andolsun ki, onlara Rab'lerinden hidayet geldi.” (Necm 53/23)


Ve nihâyet bir arab için en alçaltıcı şey olan cimrilik, onda yerleşmiştir:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَأَطِيعُوا وَأَنفِقُوا خَيْرًا لِّأَنفُسِكُمْ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Resim---Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne): Artık Allah'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir.(Teğabun 64/16)


Öyleyse yapılması gereken ödev ona hakim olmaktır:

وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُم بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا
Resim---Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan): Sabah akşam, O'nun Vechi'ni (Zat'ını) isteyerek Rabbine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevasına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!” (Kehf 18/28).


Çünkü:

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Resim---Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ: Ve fakat, kim Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini heveslerinden nehyetmiş ise (heveslerine uymamışsa).” (Naziât 79/40)

فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Resim---Fe innel cennete hiyel me’vâ: O taktirde, muhakkak ki cennet, o, barınacak yerdir.(Naziât 79/41)


Diğer bir âyette nefs levvame "alabildiğine kınayan" diye vasfedilmiştir

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim---Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti): Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.'' (Kıyame 75/2).
Resim
Kullanıcı avatarı
kulihvani
Site Admin
Site Admin
Mesajlar: 12868
Kayıt: 02 Eki 2006, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen kulihvani »

Ayrıca burda, Kur’ânî ifadede çok sıkça bulunan ve İslam tebliğinin temel prensiplerinden biriyle bütünleşen yeni bir olgular serisine gelmiş bulunuyoruz; ki oda: ahiret gününde ferdi mesuliyet kavramıdır.
Kur’ân yeniden dirilmeyi, bedeni bir dirilişten başka bir tarzda bildirmemesine rağmen, ilahi adaletin karşısına çıkacak olan insan varlığını göstermek için, bedeni belirten her hangi bir kelime kullanmaz. Bazı kere mücerred bir mefhum olan "el-insân" kelimesini kullanır. Daha sık olarak da, nefs kelimesini kullanmaya baş vurur. Şâyet nefs kelimesinin, "ben (moi)" mefhumunda şuur ve süreklilikle donanmış başlıca unsuru temsil ettiği düşünülürse, bu tamamen mantıki sayılır.
Buradaki -nefs, bizim anladığımız mânâda "ruh" (l’âme)" mudur?
Bu, çok şüpheli, Bu terim. ilk anlamda, bir dereceye kadar müşahhas çağırışımlar taşır. Ahiret gününde nefs, diriltilen her insanın geçmiş frillerinden sorumlu olan mü'min ruhudur. Demekki adeta, yargıcın önündeki sanık gibi gösterilir. Zaten çok çeşitli olmayan hafif temaslarında Kur’ân, nefs'i, kendisini sanınmak için ürkek ve mütereddit ilerlerken tasvir eder:

يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne): O gün, bütün nefsler gelir. Herkes (hayat filmini görerek, kaybettiği ve kazandığı dereceler açısından) kendi nefsi ile mücâdele eder. Ve herkese amelleri (yaptıkları) ödenir. Ve onlara zulmedilmez (haksız olarak negatif derece yazılmaz).” (Nahl 16/111) (x).


Her nefis ancak Allah'ın izniyle konuşacak:

يَوْمَ يَأْتِ لاَ تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلاَّ بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ
Resim---Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun): O gün gelince, O'nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir (bedbaht), bir kısmı saiddir (mutlu)(Hud 11/105)


Ve yeryüzün de yapmış olduğu şeyleri görecek:

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
Resim---Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet: (Her) nefs ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir.(İnfitar 82/5)


Her nefis, kendisini zor duruma düşüren veya kendisinin lehinde olan fiillerin neler olduğunu bilecektir:

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Resim---Alimet nefsün mâ ahdaret: Her nefs, hazırlamış olduğunu bilmiş olacak (hayat filminde yaptıklarının hepsini görecek).'' (Tekvir 81/14)


Hiç bir nefse haksızlık yapılmayacak:

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
Resim---Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardelin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne): Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap görücüler kâfidir. (Enbiâ 21/47)

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Resim---Fel yevme lâ tuzlemu nefsun şey’en ve lâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne): İşte o gün (hiç)bir kimseye, (hiç)bir şeyle zulmedilmez. Ve amellerinizden başka bir şey ile cezalandırılmazsınız.(Yâsîn 36/54)


Fakat 'Her nefse kazandığı (nın karşılığı) tam olarak verilecektir:

فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne): O halde, hakkında şüphe olmayan bir gün için onları topladığımız ve her nefse, kazandığının karşılığı verildiği zaman halleri nasıl olacak? Ve onlar zulüm olunmazlar (haksızlığa uğramazlar)(Âl-i İmrân 3/25)

وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull(yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne): Ve bir peygamber için "ganimet malından gizlice alması" olamaz. Ve kim ganimet malından gizlice alırsa (hıyanet ederse), kıyâmet günü o, gizlice aldığı şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı şey ödenir ve onlar zulmedilmezler.(Âl-i İmrân 3/161)

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ شَيْئًا وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ
Resim---Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı şey’en ve lâ yestetîûn(yestetîûne): Ve onlar (müşrikler), semalardan ve yeryüzünden onlara rızık olarak bir şey vermeye mâlik olmayan, Allah'tan başka şeylere (putlara) tapıyorlar. Ve (onlar, o putlar ki; hiçbir şeye) muktedir değildirler (güçleri yetmez).(Nahl 16/73)

يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Resim---Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne):O gün, bütün nefsler gelir. Herkes (hayat filmini görerek, kaybettiği ve kazandığı dereceler açısından) kendi nefsi ile mücâdele eder. Ve herkese amelleri (yaptıkları) ödenir. Ve onlara zulmedilmez (haksız olarak negatif derece yazılmaz).” (Nahl 16/111)

وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُوَ أَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ
Resim---Ve vuffiyet kullu nefsin mâ amilet ve huve a’lemu bimâ yef’alûn(yef’alûne): Ve her nefse (herkese) yaptığının karşılığı ödendi. Ve O (Allah), onların yaptıklarını çok iyi bilir.(Zümer 39/70)


Hüküm giyen nefisler, akıbetlerinden dolayı ağlayıp, dövünecekler:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا
Resim---Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ner resûlâ(resûlen): Onların yüzlerinin, ateşin içinde (bir taraftan bir tarafa) çevrileceği gün: "Keşke biz Allah'a ve Resûl'e itaat etseydik." diyecekler.(Ahzab 33/66)


Ama bu boşunadır; zira, "O din gününde hiç bir nefis başka bir nefis için, bir şeye mâlik değildir:

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
Yevme lâ temliku nefsun li nefsin şey’â(şey’en), vel emru yevmeizin lillâh(lillâhi): O gün bir nefs, diğer bir nefs için bir şeye (güç yetirmeye) mâlik değildir. Ve izin günü emir Allah'ındır.(İnfitar 82/19)

وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ
Resim---Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne): Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden sakının.(Bakara 2/48).

وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ تَنفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ
Resim---Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ adlun ve lâ tenfeuhâ şefâatun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne): Kimseden kimseye bir şey ödenmediği ve onlardan bir fidye (bedel) kabul edilmeyeceği ve kendilerine şefaatin fayda vermeyeceği ve onlara yardım olunmayacağı bir günden sakının.(Bakara 2/123).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

Din Gününün Hakimi önünde, mü'min ruhun bu kısa anlatımı, (Hz.) Muhammed'in ve çağdaşlarının düşüncesinde, ne nisbette daha somut bir takım çizgilerle bulunuyordu?

Bu anlatım biçimini, diriltilenleri, bahtlarından tasalı, başları önde..

أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ
Resim---Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun): Onların bakışları korkudan zillet içindedir.(Naziat 79/9)

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ
Resim---Huşşe’an ebsâruhum yahrucûne minel ecdâsi keennehum cerâdun munteşir(munteşirun): Kabirlerden, gözleri dehşete düşmüş olarak çıkarlar. Sanki onlar, etrafa yayılan çekirgeler gibidir(Kamer 54/7)


Ellerinde yaptıklarının belgesi olduğu halde:

فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ
Resim---Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînih(yemînihî): Fakat kitabı (hayat filmi) sağından verilen kimse ise.(İnşikak 84/7)

وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاء ظَهْرِهِ
Resim---Ve emmâ men ûtiye kitâbehu verâe zahrih(zahrihî): Ve kitabı (hayat filmi), arkasından verilen kimse ise.(İnşikak 84/10)


Birer birer ortaya çıkarken anlatan diğer Kur’ân âyetlerinde de görüyoruz. Burada çok sonraları mu'tezile kelâmcılarının karşılarına çıkacakları ağır bir antropomorfizm kalıntısı vardır (x).

Bununla beraber Kur’ân, dağınık olarak, Fransızca'da aşağı yukarı "ame"
(Je lis en votre ame: ruhunu okuyorum) anlamında olabilen ve kesinlikle gelişmiş bir mânâda nefs kelimesinia bazı kullanışlarını sunuyor gibidir. Ya'kûb'un oğulları ikinci defa Yusuf'un bulunduğu şehre gelince, babalarının tavsiyesi üzerine şehre dağınık girerler:

وَلَمَّا دَخَلُواْ مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُم مَّا كَانَ يُغْنِي عَنْهُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِلاَّ حَاجَةً فِي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِّمَا عَلَّمْنَاهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
Resim---Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî anhum minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le zû ilmin limâ allemnâhu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne):Ve babalarının onlara emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan olan bir şeyi onlardan gidermedi (onlara bir fayda vermedi). Ancak (bu), Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Muhakkak ki; o, Biz ona öğrettiğimiz için bir ilmin sahibi idi. Fakat insanların çoğu bilmez.(Yüsuf 12/68)


Kur’ân'ın bir başka yerinde de şunu okuyoruz:

وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُم بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاء أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَكِن لاَّ تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلاَّ أَن تَقُولُواْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا وَلاَ تَعْزِمُواْ عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّىَ يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ
Resim---''Ve lâ cunâhe aleykum fîmâ arradtum bihî min hitbetin nisâi ev eknentum fî enfusikum, alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne ve lâkin lâ tuvâıdûhunne sirran illâ en tekûlû kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen), ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblugal kitâbu eceleh(ecelehu), va’lemû ennallâhe ya’lemu mâ fî enfusikum fahzerûh(fahzerûhu), va’lemû ennallâhe gafûrun halîm(halîmun): (Bekleme süresi içindeki kadınlara), onlarla evlenme istediğinizi ima etmenizde veya kendi içinizde (böyle bir arzuyu) gizlemenizde sizin üzerinize günah yoktur. Allah, sizin onları daima hatırlayacağınızı bildi. Fakat onlara (örf ve adete uygun) bir söz söylemeniz hariç (üstü kapalı evlenme isteğiniz dışında), sakın onlarla gizlice sözleşmeyin. Farz olan bekleme süresi sona erinceye kadar nikâh akdine azmetmeyin. Ve Allah'ın, içinizde olanı bildiğini bilin! Artık O'ndan sakının. Allah'ın, Gafûr (ve) Halîm olduğunu bilin!(Bakara 2/235)


Ayni şekilde Allah'a hitab eden İsâ aleyhi's-selâm şunu itiraf eder:

وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
Resim---Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).: Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın (seni tesbih ve tenzih ederim, Sen yücesin)”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin(Maide, 116)

وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ
Resim---Ve lil mutallakâti metâun bil ma’rûf(ma’rûfi) hakkan alel muttekîn(muttekîne): Ve boşanmış kadınların, marufla (örf ve adete uygun olarak) metalandırılması (faydalandırılması), takva sahiplerinin üzerine bir haktır (borçtur).(Bakara 2/241)


ve bilhassa;

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Resim---Zâlike biennallâhe lem yeku mugayyiren ni'meten en'amehâ alâ kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ve ennallâhe semîun alîm(alîmun): Bu, Allah'ın bir kavme ni'met olarak verdiğini (onunla ni'metlendirdiği şeyi), onlar kendilerinde olan şeyi değiştirinceye kadar (değiştirmedikçe) değiştirici olmadığından dolayıdır. Ve muhakkak ki Allah; en iyi işitendir, en iyi bilendir.(Enfâl 8/l53)


Müfessirlerin bu âyette, Allah hakkında nefs tabirinin kullanılmış olmasından sıkıntıya düştükleri anlaşılmaktadır. Onların düşündüğüne göre buradaki fi nefsike deyimi “ındeke" "en toi" deyimiyle eş anlamlı olmalıdır (12). Bu yorum kabül edilebilir olsa da, tekellüflü olarak telâkki edilebilir. Gerçekten diğer âyetlerde, Kur’ân, mesela şöyle der:

أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا
Resim---Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ(belîgan): İşte onlar, Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kişilerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara vaaz et (nasihat et) ve onlara kendileri hakkında belagatli (güzel) söz söyle.(Nisa 4/63)

Veya:
وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Resim---Ve inne rabbeke le ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn(yu’linûne): Ve muhakkak ki senin Rabbin, şüphesiz onların göğüslerinde gizli olanı da açıkladıklarını da bilir.(Neml 27/74)


Buradaki kalbler -kulûb- ve göğüsler sudûr- terimleri, öyle görülüyor ki,
hakiki anlamda kullanılmışlardır. Öyleyse yukarda kaydedilen âyetlerdeki nefs kelimesinin "düşünce merkezi (receptade de la- pensee) ne, belki de iç, derfin (for interieur) a delalet ettiği düşünülebilir. Bütün bunlardan nefs kelimesinin "hayati soluk (souffle vılal) şeklindeki ilk anlamından ne kadar uzaklaşmış olduğu hissedilir.
Kur’ân ayrıca, içinde nefs teriminin "beşeri varlık" (être humain), "beşerî
şahsiyet" (personne humain) anlamlarından daha çok gelişmiş bir anlamı sunduğu ğu,

(x) Kur’ân'ın bu üslübunda hiç de antropomorfik bir düşünce yoktur. Üslûb ve anlatım bütünlüğü içinde ele alınacak olursa, bu tür ifade ve tasvirlerin ahlaki bir gayeye müstenid oldukları görülecektir. Öte yandan antropomorfizm, Tanrı veya tanrıların kişiselleştirilmesiyle(teşbih, tecsîd) ilgilidir. 12) Özellikle bkz., Lisanu'l- Arab, N-F-S mad., Vl, 234.

çok sayıda bir seri âyet takdim eder. Burada Fransızca veya Eski Latince'ninkine benzeyen ve daha-önce Akadca'da bilinen (13) bir anlam kayması, açıkça görülür. Ama yine de bu kullanışta eski kavramların varlığı da iyice hissedilir. Nitekim bütün insanlığın Âdemden geldiğini hatırlatarak, Kur’ân der ki:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Resim---Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben): Ey insanlar, Rabbiniz'e karşı takva sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem Aleyhis selâm'dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O'nunla (O'nun adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah'a karşı takva sahibi olun ve rahimlerden (akrabalık haklarından) sakının. Muhakkak ki Allah, sizin üzerinizde murakıbtır (sizi kontrol edendir).(Nisa 4/1)

خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنزَلَ لَكُم مِّنْ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Resim---“Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne): Sizi tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, onun zevcesini (eşini). Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla (halden hale geliştirip dönüştürerek) üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz.(Zümer 39/6)

وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
Resim---Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevda’(mustevdaun), kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne): Sizi bir tek nefsten (Âdem (A.S)'dan) yaratan ve böylece (sizin için) kararlı bir kalma yeri (fizik vücudumuz için yeryüzü: dünya), bir de emanet kalma yeri (nefsimiz için cennet ve cehenneme gitmeden önce geçici olarak beklenilen yer; berzah âlemi) dizayn eden O'dur. Fıkıh eden bir toplum için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık.(En'am 6/98)

قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّهِ كَذِبًا إِنْ عُدْنَا فِي مِلَّتِكُم بَعْدَ إِذْ نَجَّانَا اللّهُ مِنْهَا وَمَا يَكُونُ لَنَا أَن نَّعُودَ فِيهَا إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ رَبُّنَا وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا عَلَى اللّهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ
Resim---Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fâtihîn(fâtihîne): “Allah'ın, bizi ondan kurtarmasından sonra, sizin milletinize dönersek Allah'a yalanla iftira etmiş oluruz. Ve Rabbimizin dilemesi hariç bizim oraya geri dönmemiz olamaz. Rabbimiz ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, kavmimiz ile bizim aramızı hak ile aç (ayır). Sen fethedenlerin (fatihlerin) en hayırlısısın.(A'raf 7/89)


Başka yerde nefs, ferdi (individuel), tek başına (izole), yaşayan ve son saate kadar kaderini ızleyen beşerî varlığı (etre humain) gösterir. Kur’ân sık sık ölümlü dünya olgusu üzerinde durur:

"Her nefse, ancak gücünün yettiği teklif olunur"

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ وَعلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ لاَ تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلاَّ وُسْعَهَا لاَ تُضَآرَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلاَ مَوْلُودٌ لَّهُ بِوَلَدِهِ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَلِكَ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالاً عَن تَرَاضٍ مِّنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِمَا وَإِنْ أَرَدتُّمْ أَن تَسْتَرْضِعُواْ أَوْلاَدَكُمْ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُم مَّآ آتَيْتُم بِالْمَعْرُوفِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Resim---Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr(basîrun): Anneler, (nikâhlı olsun veya boşanmış olsun, doğan) çocuklarını tam iki sene emzirirler. (Bu hüküm) süt emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler içindir. (Annelerin) yiyecekleri ve giyecekleri marufla (örf ve adete uygun olarak) kendisi için doğurulmuş olanın (babanın) üzerinedir. (Hiç) kimse kendi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef (sorumlu) tutulmasın. Ne bir anne çocuğu ile, ne de kendisi için doğurulmuş olan (baba), çocuğu ile zarara uğratılmasın. Ve mirasçının üzerindeki (sorumluluk) da bunun gibidir. Fakat eğer (ana ile baba) müşavere ederek (görüşerek) rızalarıyla çocuğu sütten kesmek isterlerse, o taktirde onların ikisi üzerine bir günah yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anne tutup) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi (taktir ettiğiniz emzirme ücretini), marufla (örf ve adete uygun olarak süt anneye) teslim ettiğiniz zaman artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Allah'ın yaptıklarınızı çok iyi gördüğünü bilin!(Bakara 2/233)

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Resim---Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne): Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz). Kazandığı (dereceler) onundur ve iktisap ettiği (kazandığı negatif dereceler) de onundur (sorumluluğu onun üzerindedir). Rabbimiz! Şâyet unuttuysak veya hata yaptıysak bizi aheze etme (sorgulama). Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizim üzerimize ağır yük yükleme. Rabbimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme. Ve bizi af ve mağfiret et ve bize rahmet et (Rahîm esması ile bize tecelli et, rahmet nurunu gönder). sen bizim Mevlâmız'sın. Artık kâfirler kavmine karşı bize yardım et.(Bakara 2/286)

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Resim---Vellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lâ nukellifu nefsen illâ vus'ahâ ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne): Âmenû olanlar (hayatta iken Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel işleyenler (nefs tezkiyesi yapanlar), kimseyi gücünden başka bir şeyle sorumlu tutmayız. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır)(A'raf 7/42)

وَلَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Resim---Ve lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve ledeynâ kitâbun yantıku bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne): Ve (hiç) kimseyi gücünün (kapasitesinin, yapabileceğinin) dışında (ötesinde) mükellef (sorumlu) tutmayız. Nezdimizde, hakkı söyleyen bir kitap (hayat filmi) vardır. Ve onlar zulmedilmezler.(Mu'minun 23/62)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

Hiç bir nefis nerede öleceğini bilemez:

إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
Resim---İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun): Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan).” (Lokman 31/34)


ve "Her nefis ölümü tadıcıdır":


كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَما الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).: Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.'' (ÂL-i İmrân 3/185)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.(Enbiyâ 21/35)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Resim---Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût 29/57)


Bununla beraber: "Her nefis ancak, Allah'ın izniyle ölür"

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ
Resim---Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).: Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız(ÂL-i İmrân 3/145).


Allah zaten eceli gelince, kişiye mühlet tanımamıştır:

وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Resim---Ve len yûahhırallâhu nefsen izâ câe eceluhâ, vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).: Ve Allah, hiçbir nefsi (hiçbir kimseyi) eceli geldiği zaman asla tehir etmez (ertelemez). Ve Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdar olandır.” (Münafikûn 63/11).


Çeşitli yerlerde Kur'ân-ı Kerim, Musa aleyhi's-selâm tarafından öldürülen bir şahıs (nefs) tan bahseder:

إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى
Resim---İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh(yekfuluhu), fe reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen(tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnâ(futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.: Kızkardeşin (seni izleyerek) yürüyordu. (Seni saraya aldıkları zaman onlara şöyle) diyordu: “Size, ona kefil olacak (emzirip, bakacak) birisine delil olayım mı (bulmanızda yardım edeyim mi)? Böylece seni, annene döndürdük. Onun, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın diye. Ve birisini öldürmüştün. O zaman (da) seni, gamdan (üzüntüden) kurtarmıştık. Ve seni, sınavlarla imtihan ettik. Böylece Medyen halkı içinde senelerce kaldın. Sonra kaderin gereği (takdir edilen zamanda buraya) geldin ya Musa!” (TâHâ 20/40)

فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَى أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ
Resim---Fe lemmâ en erâde en yabtışe billezî huve aduvvun lehumâ kâle yâ mûsâ e turîdu en taktulenî kemâ katelte nefsen bil emsi in turîdu illâ en tekûne cebbâren fîl ardı ve mâ turîdu en tekûne minel muslihîn(muslihîne).: Böylece ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak istediği zaman: "Ey Musa! Dün öldürdüğün kişi gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Eğer (öldürmek) istiyorsan, o taktirde sen yeryüzünde sadece bir zorba olursun. Ve sen, barıştıranlardan olmak istemiyorsun." dedi.” (Kasas 28/19)

قَالَ رَبِّ إِنِّي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
Resim---Kâle rabbi innî kateltu minhum nefsen fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).: (Musa aleyhi's-selâm): "Rabbim, ben gerçekten onlardan birisini öldürdüm. Bu sebeple beni öldürmelerinden korkuyorum." dedi.” (Kasas 28/33)


Her ne kadar kısas -hükmüne göre meşru ise de buna mukabil şuna da raslanır:

“Bir şahsın intikamını almak için bir şahsı ortadan kaldırmak":

وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنفَ بِالأَنفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Resim---Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi vel uzune bil uzuni ves sinne bis sinni vel curûha kısâs(kısâsun) fe men tesaddeka bihî fe huve keffâretun leh(lehu) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).: Onun içinde (Tevrat'ta) onlara, cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından vazgeçerse) artık o kendisi için (günahlarına) kefâret olur. Ve kim, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir.” (Maide 5/45)


"Haklı olmanın dışında, Allah'm haram kıldığı nefsi öldürmeyin"

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
Resim---Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).: Ve böylece Biz, İbrâhîm'e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).” (En'âm 6/75)

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Resim---Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).: De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.” (En'âm 6/151;)

وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَن قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلاَ يُسْرِف فِّي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا
Resim---Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katl(katli), innehu kâne mensûrâ(mensûran).: Allah'ın haram kıldığı bir nefsi (kişiyi), haksız yere öldürmeyin! Kim mazlum olarak (haksız yere) öldürülürse, o taktirde onun velîsini sultan (hak sahibi) kıldık. Artık öldürmede haddi aşmasın. Çünkü o, yardım görmüş olandır.” (İsrâ 17/33)

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum zâlikum hayrun lekum inde bâriikum fe tâbe aleykum innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).: Ve Musa (a.s) kavmine: “Ey kavmim! Buzağıyı (ilâh) edinmenizle muhakkak ki siz, kendi nefslerinize zulmettiniz. Hemen Yaratıcınız'a tövbe edin. Artık nefslerinizi (birbirinizi) öldürün. bu, Yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.” demişti. Böylece O, tövbenizi kabul buyurdu.Muhakkak ki O, O tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.” (Bakara 2/54)

فَانطَلَقَا حَتَّى إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَّقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُّكْرًا
Resim---Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs(nefsin), lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).: Böylece bir (erkek) çocuğa rastlayıncaya kadar gittiler. (Hızır A.S), onu (çocuğu) öldürdü. (Musa A.S): “Sen, temiz (masum) bir kişiyi (başka) bir nefse karşılık olmaksızın mı öldürdün? Andolsun ki sen, kötü (şeriate uymayan) bir şey yaptın.” dedi.” (Kehf 18/74).


Kur'ân-ı Kerim anlatımı içinde bir çok yerde, nefislerın malla birlikte kullanıldığı, kalıplaşmış bir tabir görülür:
"Mallarımız ve nefislerinizle Allah yolunda cihad ediniz: -bi emva/ikum ve enfusikum-”

انْفِرُواْ خِفَافًا وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---İnfirû hıfâfen ve sikâlen ve câhidû bi emvâlikum ve enfusikum fî sebîlillâh(sebîlillâhi), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).: Hafif ve ağır (süvari ve piyade) olarak (sefere) çıkın ve mallarınızla ve canlarınızla (nefslerinizle) Allah yolunda cihad edin (savaşın). İşte bu, eğer bilmiş olsanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe 9/41)

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
Resim---Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).: Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara 2/155)

إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Resim---İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul cenneh(cennete), yukâtilûne fî sebîlillâhi fe yaktulûne ve yuktelûne va’den aleyhi hakkan fît tevrâti vel incîli vel kur’ân(kur’âni), ve men evfâ bi ahdihî minallâhi, festebşirû bi bey’ıkumullezî bâya’tum bihî, ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).: Allah muhakkak ki; Allah yolunda savaşan, böylece öldüren ve öldürülen mü'minlerden onlara verilecek cennet karşılığında, canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da, O'nun (Allah'ın) üzerine hak olan vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa eden kimdir? O'nunla yaptığınız alışveriş ile sevinin! Ve işte o, en büyük fevz (mükâfat)dir.” (Tevbe 9/111)

تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
Resim---Tû'minûne billâhi ve resûlihî ve tucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlikum ve enfusikum, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta'lemûn(ta'lemûne).: Allah'a ve O'nun Resûl'üne îmân edersiniz ve Allah'ın yolunda canlarınızla ve mallarınızla cihad edersiniz. İşte bu, sizin için hayırdır. Keşke bilseniz.” (Saf 61/11)
(14).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

Buraya kadar nefs terimi bize, bazen kaypak olan, fakat her zaman ilk anlam olan "hayati soluk" (souffle vital) mânâsıyla ilişkili bir kavram olarak gözükür. Geriye şu mesele kalıyor; bu isim bir çok yerde, isim değerini asla kaybetmeksizin, daha da değişmiş bir anlama kaymış görünüyor ki o da, Arabca'da reflechi (dönüştülük) kavramını ifade etmesidir. Fiilin direkt tümleci olarak-nefs, işin bizzat fail üzerine terettüp ettiğini de gösterir:
"Nefislerinizi kınayın":

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Resim---Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).: Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.” (İbrahim 14/22)

"Onlar ancak kendi nefislerini -illa enfusehum- helak ediyorlar":

وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْأَوْنَ عَنْهُ وَإِن يُهْلِكُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Resim---Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).: Ve onlar, ondan (Allah'a ulaşmaktan, hidayetten) nehyederler (men ederler, yasaklarlar) ve onlar da (kendileri de) ondan (hidayetten) uzak dururlar (yüz çevirirler). Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve farkında olmazlar (şuurunda değiller).'' (En'âm 6/26)

Keza çokca bilinen; zalama nefsehu: "kendisine-zulmetti", "kendisine zarar verdi" deyimi de Kur’ânda çok sıktır. Bazen de ifade daha uzundur. Şöyle ki: Nefislerinizi çıkartınız - ahricû enfusekum-", yani "çıkınız"

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوْحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنَزلَ اللّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُواْ أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُواْ أَنفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ
Resim---Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne). : Allah'a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah'ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O'nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.” (En'âm 6/93).

Diğer bazı hallerde nefs terimi, mütekabil dönüşlülüğü ifade eder:

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Resim---Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn(teşhedûne).: Ve “Birbirinizin kanlarını dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın.” diye sizden misak almıştık. Siz de bunu (misakınızı) ikrar etmiştiniz (kabul etmiştiniz) ve sizler (buna) şahitsiniz.(Bakara 2/84) (15).

Bir haıf-i cerrin girmesiyle nefs kelimesi, dolaylı veya şarta bağlı dönüşlülük ifade eder. Şöyle ki: .
"(...) İsrailin nefsine -'rila nefsihi- haram kıldığı şey müstesna"

لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ
Resim---''Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta(tukâten), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), ve ilallâhil masîr(masîru).: Mü'minler, mü'minlerden başkasını (yani) kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, o Allah'dan bir şeyin (rahmet ve fazlın) içinde değildir. Onlardan korunmanız için sakınmanız (dost olmanız) hariç. Ve Allah, sizi kendisinden sakındırır (takva sahibi olmanızı ister). Ve dönüş Allah'adır (ruhun ulaşacağı makam, Allah'ın Zat'ıdır).'' (ÂL-i İmrân 3/93).

"Allah; alâ nefsihir rahmeh- rahmeti vâcib kıldı" :

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).: De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah'ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü'min değildirler.” (En'âm 6/12)

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).: Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selâm üzerinize olsun. Rabbiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki; sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder (mürşidin önünde) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi yaparsa), o taktirde muhakkak ki O (Allah), Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm(rahmet nurunu gönderen)'dir.” (En'âm 6/54)

Kim iyi iş yaparsa kendi nefsi içindir - fe li nefsihî -:

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
Resim---Men amile sâlihan fe li nefsihî ve men esâe fe aleyhâ, ve mâ rabbuke bi zallâmin lil abîd(abîdi).: Kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, kendisi içindir. Ve kim kötülük yaparsa, o da onun aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullar(ın)a zulmedici değildir.” (Fussilet 41/46)

"Nefislerinde şöyle -diyorlar - ve yekûlûne fî enfusihim-":

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوَى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَإِذَا جَاؤُوكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللَّهُ وَيَقُولُونَ فِي أَنفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللَّهُ بِمَا نَقُولُ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Resim---E lem tere ilellezîne nuhû aninnecvâ summe yeûdûne li mâ nuhû anhu ve yetenâcevne bil ismi vel udvâni ve ma’siyetir resûl(resûli), ve izâ câûke hayyevke bi mâ lem yuhayyike bihillâhu, ve yekûlûne fî enfusihim lev lâ yuazzibunâllâhu bi mâ nekûl(nekûlu), hasbuhum cehennem(cehennemu), yaslevnehâ, febi’sel masîr(masîru).: Gizli konuşmaktan nehyedilenleri (men edilenleri) görmedin mi? Sonra nehyedildikleri şeye dönüyorlar. Aralarında günah, düşmanlık ve resûle isyan konularında gizli gizli konuşuyorlar. Ve sana geldikleri zaman, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde seni selâmladılar. Ve kendi aralarında: “Öyle ise (o gerçekten peygamber ise) Allah, söylediklerimizden dolayı bize azap etmeli değil mi?” diyorlar. Onlara cehennem(Mücadele 58/8).

"Nefislerine yardıma - nasre enfusihim- güçleri yetmiyor":

أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُم مِّن دُونِنَا لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنفُسِهِمْ وَلَا هُم مِّنَّا يُصْحَبُونَ
Resim---Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasre enfusihim ve lâ hum minnâ yushabûn(yushabûne).: Yoksa onların, Bizden men eden (azabımızdan onları koruyan) ilâhları mı var? Onların, kendilerine dahi yardım etmeye güçleri yetmez. Ve onlara, Bizim tarafımızdan sahip çıkılmaz.” (Enbiyâ 21/43).

Listesi pek çok uzatılabilecek olan bu örneklerde görülmektedir ki, nefs ismi, daima "ruh" ve "kişi" terimlerine komşu bir anlamla görülmektedir. Öyleyse bizim o'nu bir dönüşlülük değeriyle anlamamızın sebebi sadece bizim Avrupaî Linguistik şuurumuzdur.

Gerçekte Kur’ân, mesela: "Nefislerimizin aleyhine, şahidlik yaptık, dediler":

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالإِنسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُواْ شَهِدْنَا عَلَى أَنفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَافِرِينَ
Resim---Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).: Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.” (En'âm 6/130)

Dediğinde, nefs teriminin takdim ettiği kavramların dışına hiç çıkmıyor. Burada "şahıs", "beşeri" varlık" kavrımı da görülmekte ise de, ve fakat, bilhassa "fiillerinden sorumlu ruh" kavramı belirmektedir.
Geçen tahlilden, Kur’ânî Dilin, nefsin: "hayati soluk" (souffle vital), "fâni bedenle ilgili yaşatıcı ruh" (âme vegetative) anlamını da tanıdığı izlenimi ortaya çıkıyorsa da, en azından bu anlam daha az ve uzaktan sunulmuştur. Çok daha sıkça görülen şey; nefs teriminin "dünya zevklerine mail ve hüküm gününde sorumlu ruh" ve bir de, "beşeri varlık", "beşeri şahsiyet" anlamıyla beraber sunulmuş olmasıdır. Bundan 7. yüzyılda Batı Arabistan'da ve bilhassa Mekke'de yegâne gerçek kullanış şekillerinin bu anlamlar olduğu sonucuna varılabilir mi?
Tamamen hayır; "dünya zevklerine eğilimli ve hüküm gününde sorumlu ruh" anlamının, sıkı sıkıya İslami Tebliğe bağlı olduğunu düşünmek yerinde sayılır. Ve bu arada da, böyle bir kavramın asıllarının güç ve zorlu problemi, 8. asırda Arapça sahaya da yerleşmiş olarak bulunur.
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

15) "Kendinizi boş işlerde yormayın", "kendinizi öldürmeyin", birbirinizi öldürmeyiniz" anlamlarına da gelebilen “lâ taktulû enfusekum”:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا
Resim---''Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâraten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum. İnnallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen): Ey îmân edenler (âmenû olanlar)! Birbirinizin mallarını batılla (haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızla yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi (ve birbirinizi) öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm'dir.” (Nisâ 4/29)

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Resim---''Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum zâlikum hayrun lekum inde bâriikum fe tâbe aleykum innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu): Ve Musa (a.s) kavmine: “Ey kavmim! Buzağıyı (ilâh) edinmenizle muhakkak ki siz, kendi nefslerinize zulmettiniz. Hemen Yaratıcınız'a tövbe edin. Artık nefslerinizi (birbirinizi) öldürün. bu, Yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır.” demişti. Böylece O, tövbenizi kabul buyurdu.Muhakkak ki O, O tövbeleri kabul eden ve Rahîm olandır.” (Bakara 2/54)

ثُمَّ أَنتُمْ هَؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Resim---''Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkummin diyârihim, tezâharûne aleyhim bil ismi vel udvân(udvâni), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve huve muharremun aleykum ihrâcuhum e fe tu’minûne bi ba’dil kitâbive tekfurûne bi ba’d(ba’dın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hızyun fîl hayâtid dunyâ, ve yevmel kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddil azâb(azâbi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne): Sonra siz, öyle kimselersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz ve onlara karşı günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar, size esir olarak gelseler, onların yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış olduğu halde (onların yurtlarında kalmalarına izin vermeyip) fidye karşılığı değiştirirsiniz. Yoksa Kitab'ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah, yaptığınız şeylerden gâfil değildir.(Bakara 2/85)


İfadesinin belirsizliliği bundandır.

**

Kur’ân, "nefs" masdarından gelen iki fiil şekli ihtiva eder:

"Doğduğu zaman - izâ teneffes - sabaha andolsun" :

وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ
Resim---Ves subhı izâ teneffes (teneffese): Ve ağarmaya başladığı zaman sabaha (yemin ederim ki).: (Tekvr 81/18)


Teneffüs ettiğinde.. sabah ışığı soluduğunda..
"İşte yarışanlar, bunun için yarıştılarfe’l- yetenâfesi’l- mutenâfisûn”:

خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ
Resim---Hitâmuhu misk(miskun). ve fî zâlike fel yetenâfesil mutenâfisûn(mutenâfisûne): Onun (o şarabın) sonu misktir (şahane misk kokusudur). Ve yarışanlar, artık bunda (bunun için) yarışsınlar.” (Mutaffifin 83/26).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

Resim

Nefs kelimesi çeşitli türevleriyle Kur'ÂN-ı Kerîmde 298 yerde geçer.

I-) Kur’ân’da ALLAH celle celâluhu’nun nefsi:

Resim

Seni nefsim için seçtim.:

وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي
Resim---Vastana’tuke li nefsî.: Ve Ben, seni (nebî olarak) Kendime seçip, yetiştirdim.” (TâHâ 20/41)

SEN benim nefsimde olanı bilirsin, ben SENin nefsinde olanı bilmem.:

وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
Resim---Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).: Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın (seni tesbih ve tenzih ederim, Sen yücesin)”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin.” (Mâide 5/116)

(O), Rahmet etmeyi/rahmeti Kendi nefsine yazdı:

قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُل لِلّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
Resim---Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).: De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah'ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. Hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka toplayacak. O kimseler ki; nefslerini hüsrana düşürdüler, onlar mü'min değildirler.” (En'âm 6/12)

Rabbiniz rahmet etmeyi Kendi nefsine yazdı....:

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Resim---Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).: Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selâm üzerinize olsun. Rabbiniz, kendi üzerine “rahmeti” yazdı. Öyle ki;sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder (mürşidin önünde) ve ıslâh olursa (nefs tezkiyesi yaparsa), o taktirde muhakkak ki O (Allah), Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm(rahmet nurunu gönderen)'dir.” (En'âm 6/54)

Allah sizi nefsinden sakındırır...:

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
Resim---Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).: O gün her nefs, hayırdan ne yaptıysa onu hazır olarak bulur (hayat filminde tüm yaptıklarını görür). Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve Allah sizi, kendisinden sakındırır (Takva sahibi olmanızı, ölmeden önce, ruhunuzu Allah'a ulaştırmanızı ister). Ve Allah kullarına karşı Raûf'tur.” (ÂL-i İmrân 3/28).


Allah sizi nefsinden sakındırır...:

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
Resim---Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’(sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).: O gün her nefs, hayırdan ne yaptıysa onu hazır olarak bulur (hayat filminde tüm yaptıklarını görür). Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve Allah sizi, kendisinden sakındırır (Takva sahibi olmanızı, ölmeden önce, ruhunuzu Allah'a ulaştırmanızı ister). Ve Allah kullarına karşı Raûf'tur.” (ÂL-i İmrân 3/30).
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

II-) Kur’ân’da Nefsin Ruh Anlamı- RUHî NEFS:

Kur'ÂN-ı Kerîmde “nefs, en çok “ruh” anlamında kullanılır.

Burada bir hususu açıklamak gerekir ki, NEFS bir KULun İmtihÂN KİMlik ve KİŞİliğidir. Bir kimse sadece TEK-BİR KİŞİdir TÜMüyle.. Paramparçalardan oluşmaz. Saçının telinden tırnaklarına ve Bezm-i Elestten Mahşere kadar, KULLUK KİŞİLiği bir TÜMMdür. NEFS Başrolde feyeKÛN OYUNcusudur..
Yeni doğmuş bir BEBEkle bu bebeğin 99 yaşındaki DEDE HÂLi, AYNı KİŞİdir ve KULLUK HAYATındaki MuhaMMedî Tâlim Terbiye İle EVLİYÂ ya da, Yaratılış sebebini ve bu İLİM-EDEBi umursamayışı ile ebedî EŞKİYÂ Oluşu o AKIL Sahibinin KULLUK İmtihÂNındaki TERCİHidir..

Bedenî Nefs, Nefsî Nefs, Kalbî Nefs, Ruhî Nefs, Mukaddes Nefs, MuhaMMedî Nefs, Kur'ÂNî Nefs, taa ki İLAHî Nefsde TEVHÎD TekeMMüL eder ve’s- SeLÂM..
Bu aşamaları gerçekleştirirse TEKLikte HizBULLAHta BİZ BİR-İZ OLur.. Başaramazsa, İKİLikte HizbuşŞeytÂNlıkta kalır ebeden… Kur'ÂN-ı Kerîmimizi doğru ANLAmalıyız inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Şimdi ALLAHu zü'l- CeLÂL'in BİZe verdiği Tümm EMÂNetlerin TEK TEMSİLcisi NEFSmiz Hakkında biraz ÖN BİLgi verip Kur'ÂN-ı Kerîm'imizdeki RUHî NEFS Âyetlerimizi OKUyup ANLArız inşâe ALLAHu TeÂLÂ!.

Eğer nefs, akl-ı selimle; emânete (em, emân, emânet) sadakat gösterirse sonunda sevâba, ihânet ederse sonunda ikâba ve azaba kavuşur...

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا
Resim---İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen) :“Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzâb 33/72)

Nefsin fıtrî yapısında, akl-ı selimini kullanmayıp câhillikle emânete ihânet de vardır.
Nefsin fıtrî yapısında, akl-ı selimini kullanmayıp zâlimlikle ni'metlere zulüm de vardır. aynı zamanda yine nefsin fıtrî (yaratılış) yapısında, emâneti yüklenebilme kabiliyyet, isti'dâd ve liyâkatı da vardır.
Kulluk teklifini ezelde hep beraber kabul eden nefsler, akl-ı selimleri (irade-i cüziyye) ile tercih yaparlar.
İfrat ve tefritte azaba, itidâl de ise sevâba ulaşırlar...
Bu tercihin Türkçe adı çile imtihÂNıdır...

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "ALLAH'dan dünya ve ahirette aff, afiyet ve yakîn isteyin!." buyurmuştur.
(İbn-i Mâce, Dua 5)

Buyurarak tercih için; hakkın ve hayrın, kalbimize ilhâmını ve yaşamakta yardımını HAKK'tan istememizi emretmiştir.
İyi, güzel doğru ve faydalı olan; çilenin içindedir.
ÇiLe ise; ciddî, samimî, sürekli ve etkili ise semere (meyve) verir...

Azîz kardeşlerim, deveye sormuşlar ki: "İnişi mi seversin yokuşu mu?" deve de düşünmüş ve: "Düz yolun canı mı çıktı" demiş...

Biz Kitab-ı Kerîm'imizi negatif açıdan nefsin ifrat ve tefrite düşmesi hâli için tarıyoruz şu anda. İ'tidâle de sıra gelecek...
İşin pozitif, müsbet yönünü de ele alacağız.

Nefs-i Emmâre dizginleri eline aldıkça azar, azdıkça şimarır ve en sonunda en bedbaht, uğursuz ve korkunç yere ulaşır ki kendi RABB'liğini ilân edip, Firavuna ümmet olur!.:

فَحَشَرَ فَنَادَى
Resim---Fehaşere fe nâdâ:“Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi;” (Naziât 79/23)

فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Resim---Fe kâle ene rabbukumul a’lâ :“Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” (Naziât 79/24)

فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى
Resim---Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ :“Böylelikle Allah onu, âhiret ve dünya azabıyla yakaladı.” (Naziât 79/25)

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى
Resim---İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ :“Gerçekten bundan 'içi titreyerek korkacak' kimse için elbette bir ibret (ders) vardır.” (Naziât 79/26)

Böyle söylemesi Firavun'u en alta indirdi ve esfelini tercih eden nefs-i emmârecilerin önderi yaptı.

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنصَرُونَ
Resim---Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne) :“Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler.” (Kasas 28/41)

Ve bu işe, şeytân bile şaşmıştır!.. Çünkü şeytân:

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ إِذْ قَالَ لِلْإِنسَانِ اكْفُرْ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ
Resim---“Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn: "(Münâfıkların durumu) tıpkı şeytânın meseli gibi ki şeytân insana: "inkâr et!..." der. İnsan inkâr edince de: "Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin RABB'i olan ALLAH'tan korkarım" der." (Haşr 59/16)

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ إِبْلِيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ إِلَّا فَرِيقًا مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ
Resim---Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn: “Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular.” (Sebe' 34/20)

Hizbu'ş-şeytân:

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ عَلَى شَيْءٍ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ
Resim---Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum ve yahsebûne ennehum alâ şey’in, e lâ innehum humul kâzibûn: “O gün Allah onların hepsini yeniden diriltecek, onlar da dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na yemin edeceklerdir. Kendilerinin bir şey (hakikat) üzerinde olduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar gerçekten yalancıdırlar.” (Mücâdele 58/18)

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Resim---“İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbu’ş- şeytân, elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn: “Şeytan onları etkisi altına aldı da kendilerine Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar.” (Mücâdele 58/19)

Eşkiyâ:

وَيَتَجَنَّبُهَا الْأَشْقَى
Resim---“Ve yetecennebuhel eşkâ.: “'Mutsuz, bedbaht, şâkî olan ondan kaçınır.”(A'la 87/11)


لَا يَصْلَاهَا إِلَّا الْأَشْقَى
Resim---“Lâ yaslâhâ ille’l- eşkâ.:“Ona, ancak en bedbaht olandan başkası yollanmaz;” (Leyl 92/15)

Hepsi de Nefs-i Emmârenin; şehvetine (her türlü yasak ve aşırı isteklerine), şeytâna ve dünyaya tâbi' olup mahvolmasını anlatırlar...

Dünya hayatına gelmiş-geçmiş en yaramaz olabilecek çocuk Nefs-i Emmâredir ve,
Terbiye, Tezkiye, Tasfiye, Tecliye ile Tekemmül, Terakki ve Tevhid işlemlerine tâbi' tutmak için çok cehd ü cühûd lâzım ki:

Resim---Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Tebük gazvesi dönüşünde: "Küçük cihâddan büyük cihâda döndük! (rücû' ettik) " buyurmuşlardır (Keşfü'l-Hâfâ I/511 (1362)

Cihâdı, öldürmek sanan câhil sofular da tüfeği kaptığı gibi nefs-i emmâresini arıyor ki vura da öldüre...
İlimsiz cihâd cehâlet olur, o da cehenneme çeker...

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu" buyurmuştur.
(Aclunî, Keşfü'l-Hâfâ II/343 (2532)

"Nefsini bilen RABB'isini (hemence) bilir..."
İyi de, nefsi bilmek kolay mı? Bir tek nefs-i emmâre için Kur'ân-ı Kerîm'den aldıklarımız, denizden kum tanesi...
Hüsn-i Niyyet, Samimîyyet, Ciddîyet ve Sabır ister!
Tüm âcizâne gayretlerden sonra:

Hak Erenler'den himmet (mübârek güc, dua),
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem den şefâat ve
RABB'imız Tealâ'dan hidâyet dileriz...

Bilmezsek anlayamayız, anlamazsak yaşayamayız ve yaşayamadıktan sonra iş, kupkuru lâfa çıkar...
Dünya işinde; 5 paraya 500 takla atıp lâfa kanmaz iken, bunca yemini billahla bildirilen Kur'ânî hak ve hayr gerçeklerine göz yummamalıyız...

Nefs-i Levvâme'ye geçmeden şunu iyice anlamalıyız ki imkÂNla imtihÂN sahnesi olarak yaratılan bu Muhteşem ve Mükemmel sistem (kâinât'ın) devâmı, imârı ve varlık sebebinin sürmesi; gaflet, cehâlet ve delâlet ve hiyânet imtihÂNı ve dolayısı ile gafiller (ahmaklar), câhiller, müşrikler (sapıklar) ve münkirler (hâinler) eliyledir.
Kâmil Mü'minler de imâr ederse de nefsi için olmayınca ve saldırmadan, aldırmadan, daldırmadan, hakk-u hayrı ortadan kaldırmadan olunca, ötekilerin yanında devede kulak kalır.
İkilik sisteminde inkâr-ikrâr, ibret-hikmet, kötü-iyi, çirkin-güzel at başı gider.
Birinin varlığı diğerinin varlığına işarettir.

MuhaMMedî Âşıklar ise; ne güzele sadece alkış tutar, ne de çirkine sadece "yuh!" çeker. İkisini de tevhid eder.
Noksanı tamlar, çirkini güzelleştirir...

Tüm varlığa: Var edenin rızası, emri ve muradı için merhamet, muhabbet ve hasbî hizmete mecbur ve me'mur olduğuna inanır ve yaşar...
Nefs-i Emmâre olsun, nefs-i levvâme olsun, hâşâ düşman, kâfir v.s. değildir.
Ciddî ve Samimî bir terbiye isteyen, bir babanın tek oğlu gibidir.
İlmullah ve Edeb-i Resûlullah ile yetişir ve yaşarsa keyfine ve keyfimize değme gitsin!.
Kâinât onun için ibâdethâne olur...

Aksi olur da kendi kitabını kendi yazar ve şeytânın ağzıyla okursa, sonu ya hastahâne ya meyhâne ya hapishâne ya da kabirhâne olur.
Allah korusun!...

Nefs-i Emmâreyi edeb ve erkân içinde; İlim, İmân, İbâdet, İhlâs, İttika, İrfân, Îkan, İz'ân ile İhsânullah'a, bu imtihÂN yerinde ulaştırmak boynumuzun ezel borcudur.

ALLAH; ALLAHÜ ZÜLCELÂL'in,Kur'ân-ı Kerîm'in, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, diri dostlarının (ERenlerin) ve kendi nefsimizin kadr-ü-kıymetini kalbimize ilhâm etsin ki hakka inanıp hayrı yaşayabilelim.
Beden-Vücûd İklimindeki Kalb, Ruh, Sır, Hafî, Ahfâ ve Akdes gibi Muazzam, Muhterem, Mübârek, Mükemmel ve Mükerrem; makam, mahal, mazhar, mahmud, azm, aşama ve imkÂNlarının tümü nefsin ilk sözünü (Ahdullah'ı) son sözü kılması için diyazndır.

Onun için Tebliğle me'mur olan muhteşem MuhaMMed aleyhisselatü vesselâm Tenzir (uyarı), Tebşir (uyananı müjdeleme) meslek ve meşrebiyle teşrif buyurmuştur.
Tenzir ve Tebşirin muhatabı ise; insan kılığına bürünmüş, akıl ni'metinden kararınca kaderince verilmiş, çocukluk çağı (çağlalık, acılık) geçmiş, bülûğa ve rüşdüne ermiş, tevhid tebliğini duymuş, birinin kölesi olmayan her bir kuldur, yâni nefsi (ki başta emmâre hâli) dir...

Yiğitlik;

Nefs-i Emmâreyi (kötülüğü, bâtılı ve şerri emredici olan),
Nefs-i Levvâme (kendini kınayıcı),
Nefs-i Mülhime (ALLAHÜ ZÜLCELÂL, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ilhâm alıcı, )
Nefs-i Mutmaînne (inancında tatmîn olmuş),
Nefs-i Râziyye (RABB'ısından razı),
Nefs-i Merzîyye (RABB'ısı da ondan razı),
Nefs-i Kâmile (sırf, saf, tam ve kâmil MuhaMMedî Nefs-i Kâmile) hâle ulaştırmaktır.

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir,”
Resim--- "Kad eflaha men zekkâhâ: Kim ki temizlendi kurtuldu".(Şems 91/9)

Ve böylece Sû'-i emmâre kötülüğü EMReden Nefs, Hüsn-i emmâre-İyiliği EMReden Nefs hâline dönüşüp iyiliği (hakkı ve hayrı) çokça emredici hâle getirip emredilen ve murad edilen bir dünya hayatı yaşatıp cevr-i cihân ve çark-ı çile de:

Resim--- Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Mü'min sevinirse şükreder, üzülürse sabreder" (Riyâzüssâlihin)

Buyruğu sırrına mazhar olarak ebedî saâdet yurdu olan dârü's-selâmâ tekbirlerle teşrif eder...

وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ
Resim---“Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn: Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.” (Zümer 39/73)

إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاء وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا
Resim---“İnne hâzâ kâne lekum cezâen ve kâne sa’yukum meşkûrâ: Şüphesiz, bu, sizin için bir mükafaattır. Sizin çaba harcamanız şükre değer (meşkur/makbul) görülmüştür.” (İnsan 76/22)

Azîz kardeşlerim, Kur'ân-ı Kerîm'imizde âcizâne hayretime mü'cib bir âyet-i kerîme vardır.
Meryem Sûresinin 71. Âyeti:

ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيًّا
Resim---“Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ: Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz.” (Meryem 19/70)

وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَّقْضِيًّا
Resim---“Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ: Sizden ona (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır.” (Meryem 19/71)


Verede: gelmek, hazır olmak, uğramaktır.

İstisnâsız her insanın cehenneme uğraması konusu tefsir imâmlarınca enine boyuna incelenmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen bir rivâyete göre iyi- kötü her insan cehenneme uğrayacaktır.
Ancak ALLAH iyileri oradan kurtaracaktır.
Câbir (ra) dan gelen rivâyette ise cennetlik mü'minler cehenneme uğrayacaklar fakat cehennemde oların geçtikleri yerlerin ateşinin söneceği bildirilmiştir.
Başka bir rivâyette ise mü'minlerin cehenneme uğramaları cehennem üzerine kurulan sırat köprüsünden geçmelerinden ibârettir.

Ahmed b. Hanbel; Haşim b. Kasım, Mübarek b. Fudal yoluyla Hasan'ın "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır" âyetiyle ilgili olarak şöyle dediğini bildirdi:
"Adamın biri kardeşine, "sen Cehenneme varacağını bilmiyorsun?"
dedi ki: "Evet",
kardeşi dedi ki: "Oraya varacağından emin oldun değil mi?"
dedi ki: "Evet"
kardeşi tekrar dedi ki: "Buna kabul ettin ve inandın değil mi?"
dedi ki: "Evet, Allah Teala "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür" dediği halde nasıl inanmam?!"
kardeşi tekrar dedi ki: "Oradan çıkacağından emin oldun değil mi?
Dedi ki: "Vallahi oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum" bunun üzerine kardeşi dedi ki:
"Madem öyle neden hala gevşek davranıyorsun, gülüyorsun ve oynuyorsun?"
Süddî'nin şöyle dediğini bildirdi:
"Bir seferinde Hamadani'ye, "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka herkes cehenneme varacaktır" ayetiyle ilgili sordum, İbni Mesud'un kendisine şöyle dediğini bildirdi:
"Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"İnsanlar Cehenneme uğrarlar ve amellerine göre oradan çıkartılırlar; birincisi yıldırım gibi çıkar, sonra rüzgar gibi, sonra at hızı gibi, sonra devesine binenin hızı gibi, sonra insanın koşması ve insanın yürümesi gibi geçerler."
Hadisi Tirmizi rivayet etti ve "hasen" olduğunu bildirdi. Hadisin ilk kısmını Ahmed b. Hanbel rivayet etti, aynı şekilde Hakim hadisi rivayet etti ve "sahih" olduğunu bildirdi.
Aynı şekilde Taberani bu hadisi Ebî Asim, İbn Cureyc yoluyla rivayet "Kitab'ul-Sunne"de rivayet etmektedir, İbn Cureyc şöyle dedi:
"Ebu Zubeyr bana, Cabir'e Cehenneme varmakla ilgili sorulduğu zaman orada olduğunu bildirdi, Cabir şöyle dedi:
"Biz kıyamet günü bir tepenin üzerinde yüksek bir yerde olacağız, sonra her ümmet-putlarıyla birlikte çağrılacaktır"
Sahihi Müslim'de Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: "Sizde her kim bir parça hurma vererek bile olsa kendisini ateşten koruyabilecekse bunu yapsın."
Sahihi Buharî'de geçen bir hadiste Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
"Sizden biri Allah Azze ve Celle'nin önünde duracak ikisi arasında hiçbir engel bulunmadığı gibi aralarında tercümanlık yapacak kimse de bulunulmayacak,
sonra Allah Teala şöyle buyuracak: "Sana mal vermedim mi?
Diyecek ki: "Evet",
sonra diyecek ki: "Sana Rasûl göndermedim mi?
Diyecek ki: "Evet",
sonra sağına bakacak ateşten başka bir şey görmeyecek, sonra soluna bakacak ateşten başka bir şey görmeyecek, işte bundan dolayı sizden birisi bir parça hurma vererek bile olsa kendisini ateşten korusun, eğer bunu da bulamazsa güzel bir sözle kendisini korusun."
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Cehennem ateşi müminlere der ki: Ey mümin, üzerimden çabuk geç, senin nurun ateşimi söndürüyor!”

(Taberânî)

Âhiretteki sırat köprüsü haktır.
Ancak şu anda geçmekte olduğumuz ve imkÂNla imtihÂN olan hayat köprüsü, çile köprüsü ve sırlar köprüsü de haktır.
Bir canbaz gibi canımız dişimizde geçmeye çabalıyoruz...

Âcizâne bu uğramaya sebeb; Nefs-i emmâre (benlik hissi) nin her insanda olması (sistemin gereği olsa dahi) dır.
Bu uğrayışın hikmetini ALLAHÜ ZÜLCELÂL ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bilir...

Nefs; emmârelikten ıslah ve iflâh olup sâfiyye nefs bile olsa, yine nefstir. Tevhid konusunda işleriz İnşâallah!...


İlâhî emir : Teslim ol!... Bu lâzım olandır.
Emrullah: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e teslim olmaktır.

İlâhî Murad : İstikamet bul!... Bu ise lâyık olandır.
Muradullah: Resûllah sallallahu aleyhi ve sellem'in imâmlığında ALLAH celle celâluhu'ya istikamet bulmaktır.

Azîz kardeşlerim, zevk diyoruz, zevklendim diyoruz.
Söz - Sohbet - Zevk - Hazz diyoruz...
Âcizâne zevkim o ki zevk: İlâhiî Sistemi ve Sahibini bilmek ve anlamak için candan çabadır.
İlâhî sistemin Sahibi ve sistemi içinde et- tırnak ve can-ten gibi yaşamak ise Habibî hazdır.
Dörtlü sistemi bu zevk ile izlersek:



Resim

RUHî NEFS için BAKınız yüce KtÂBımız Kur'ÂN-ı Kerîmimize:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوْحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثْلَ مَا أَنَزلَ اللّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلآئِكَةُ بَاسِطُواْ أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُواْ أَنفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ
Resim---“Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh (enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâti’l- mevti ve’l- melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbe’l- hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayre’l- hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn (testekbirûne). : Allah'a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah'ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.” diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O'nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen.” (En'âm 6/93

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Resim---“Allâhu yeteveffe’l- enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhe’l- mevte ve yursilu’l- uhrâ ilâ ecelin musemmâ (musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn (yetefekkerûne).: Allah, fizik vücûdları ölüm anında öldürür. Ve onlar ki, uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı (kişinin fizik vücudunu uyku halinde) tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele (zamana) kadar (rüyada dilediği yere) gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.” (Zumer 39/42)

وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
Resim---“Ve lâ uksimu bin nefsi’l- levvâmeh (levvâmeti).: Ve hayır, levvâme (kınayan) nefse yemin ederim.” (Kıyâme 75/2)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا
Resim---“Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.: Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).” (Şems 91/7)
Resim
Kullanıcı avatarı
nur_umim
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 1114
Kayıt: 19 Ağu 2007, 02:00

Re: Kur'ân-ı Kerimde NEFS!..

Mesaj gönderen nur_umim »

III-) Kur’ân’da Nefsin, KaLb/GönüL AnLamı:

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ
“Ve lekad âteynâ mûsâ’l- kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bi’r- rusuli ve âteynâ îsâbne meryeme’l- beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ ENFUSukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).: Andolsun ki, Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra ardarda resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh'ûl Kudüs ile destekledik. Öyle ki, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resûle karşı, her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz.” (Bakara 2/87)

وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْ وَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Vedde kesîrun min ehli’l- kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum kuffârâ (kuffâran), haseden min indi ENFUSihim min ba’di mâ tebeyyene lehumu’l- hakk (hakku), fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih (emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).: Ehli kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık beyan olduktan sonra, nefslerindeki hasetten dolayı, sizi îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. Artık, Allah (bu husustaki) emrini getirinceye kadar bağışlayın ve hoşgörün. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.” (Bakara 2/109)

وَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا عَرَّضْتُم بِهِ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاء أَوْ أَكْنَنتُمْ فِي أَنفُسِكُمْ عَلِمَ اللّهُ أَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلَكِن لاَّ تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا إِلاَّ أَن تَقُولُواْ قَوْلاً مَّعْرُوفًا وَلاَ تَعْزِمُواْ عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتَّىَ يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي أَنفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ
“Ve lâ cunâhe aleykum fîmâ arradtum bihî min hitbetin nisâi ev eknentum fî enfusikum, alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne ve lâkin lâ tuvâıdûhunne sirran illâ en tekûlû kavlen ma’rûfâ (ma’rûfen), ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yebluga’l- kitâbu eceleh (ecelehu), va’lemû ennallâhe ya’lemu mâ fî ENFUSikum fahzerûh (fahzerûhu), va’lemû ennallâhe gafûrun halîm (halîmun).: (Bekleme süresi içindeki kadınlara), onlarla evlenme istediğinizi ima etmenizde veya kendi içinizde (böyle bir arzuyu) gizlemenizde sizin üzerinize günah yoktur. Allah, sizin onları daima hatırlayacağınızı bildi. Fakat onlara (örf ve adete uygun) bir söz söylemeniz hariç (üstü kapalı evlenme isteğiniz dışında), sakın onlarla gizlice sözleşmeyin. Farz olan bekleme süresi sona erinceye kadar nikâh akdine azmetmeyin. Ve Allah'ın, içinizde olanı bildiğini bilin! Artık O'ndan sakının. Allah'ın, Gafûr (ve) Halîm olduğunu bilin!” (Bakara 2/235)

ثُمَّ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّن بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُّعَاسًا يَغْشَى طَآئِفَةً مِّنكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ مَّا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّهُ مَا فِي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحَّصَ مَا فِي قُلُوبِكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Summe enzele aleykum min ba’di’l- gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayral hakkı zannel câhiliyyeh (câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ mine’l- emri min şey’ (şey’in), kul innel emre kullehu lillâh (lillâhi), yuhfûne fî ENFUSihim mâ lâ yubdûne lek (leke), yekûlûne lev kâne lenâ mine’l- emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimu’l- katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâti’s- sudur (sudûri).: Sonra (Allah), bu gamın arkasından sizin üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi, içinizden bir grubu sarıp kaplıyordu ve diğer grup, canlarını önemsemişti (canlarının kaygısına düştüler). Allah'a karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlar: "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) var mı?" diyorlar. (Onlara): "Muhakkak ki emirlerin hepsi Allah'ındır." de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir şey saklıyorlar. "Bu emirden bize bir şey (bir nasib) olsaydı, burada öldürülmezdik." diyorlar. Eğer siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları (ölüp düşecekleri) yere mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) Allah'ın sizin sinelerinizde olanı sınamak ve kalplerinizde olandan (şüpheden), sizi temize çıkarmak (fitneden kurtarmak) içindir. Ve Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.” (Âl-i İmrân 3/154)

وَلاَ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلاَ أَقُولُ لِلَّذِينَ تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَن يُؤْتِيَهُمُ اللّهُ خَيْرًا اللّهُ أَعْلَمُ بِمَا فِي أَنفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ
“Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemu’l- gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ (hayren), allâhu a’lemu bimâ fî ENFUSihim, innî izen le mine’z- zâlimîn (zâlimîne).: Ve size: “Allah'ın hazineleri yanımdadır.” demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum ve: “Muhakkak ki; ben bir meleğim.” demiyorum. Ve gözlerinizin hakir gördüğü kimselere (Allah'a ulaşmayı dileyenlere): “Allah asla bir hayır vermeyecek.” demiyorum. Onların nefslerindekileri Allah bilir. O taktirde (doğruyu söylemezsem) muhakkak ki; ben, elbette zalimlerden olurum.” (Hûd 11/31)

قَالُواْ إِن يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَّهُ مِن قَبْلُ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ أَنتُمْ شَرٌّ مَّكَانًا وَاللّهُ أَعْلَمْ بِمَا تَصِفُونَ
“Kâlû in yesrık fe kad sereka ehun lehu min kabl (kablu), fe eserreha yûsufu fî NEFSihî ve lem yubdihâ lehum kâle entum şerrun mekânâ (mekânen), vallâhu a’lemu bimâ tesifûn (tesifûne).: Şöyle dediler: “Eğer o çalmışsa ondan önce onun kardeşi de çalmıştı.” Fakat Yusuf onu içinde gizledi, onlara açıklamadı. (İçinden dedi ki:) “Sizin durumunuz daha fena, Allah anlattıklarınızı çok iyi bilir.” (Yûsuf 12/77)

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Ve cehadû bihâ vesteykanethâ ENFUSuhum zulmen ve uluvvâ (uluvven), fenzur keyfe kâne âkıbetu’l- mufsidîn (mufsidîne).: Ve onu, yakîn (kesin) olarak bildikleri (inandıkları) halde, nefslerine zulmederek ve büyüklenerek bile bile inkâr ettiler. Öyleyse müfsitlerin (fesatçıların) akıbetlerinin nasıl olduğuna bak!” (Neml 27/14)

lV-) Kur’ân’da Nefsin, İnsan Bedeni Anlamı:

قَالَتْ فَذَلِكُنَّ الَّذِي لُمْتُنَّنِي فِيهِ وَلَقَدْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ فَاسَتَعْصَمَ وَلَئِن لَّمْ يَفْعَلْ مَا آمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِّنَ الصَّاغِرِينَ
“Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîh (fîhi), ve lekad râvedtuhu an NEFSihî festa’sam (festa’same), ve lein lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve leyekûnen mine’s- sâgırîn (sâgırîne).: Şöyle dedi: “Hakkında beni kınadığınız kişi; işte bu!” Yemin ederim ki; onun nefsini elde etmek istedim (onun nefsinden murat almak istedim). Fakat o, şiddetle sakındı. Ve eğer ona emrettiğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşenlerden olacak.” (Yûsuf 12/32)

قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ إِذْ رَاوَدتُّنَّ يُوسُفَ عَن نَّفْسِهِ قُلْنَ حَاشَ لِلّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِن سُوءٍ قَالَتِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ الآنَ حَصْحَصَ الْحَقُّ أَنَاْ رَاوَدتُّهُ عَن نَّفْسِهِ وَإِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقِينَ
“Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an NEFSih (nefsihî), kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sû’ (sûin), kâletimre’etu’l- azîzi’l- âne hashasa’l- hakku ene râvedtuhu an NEFSihî ve innehu le mine’s- sâdikîn (sâdikîne).: (Melik): "Yusuf'u elde etmek istediğiniz zaman konuştuğunuz konu neydi?" dedi. Onlar (kadınlar) şöyle dediler: “Hâşâ, Allah için ondan bir kötülük görmedik." Azîzin karısı da: “Şimdi hak (gizli iken) ortaya çıktı. Ben, onun nefsinden murat almak istedim. Muhakkak ki; o sadıklardandır.” dedi.” (Yûsuf 12/51)

فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِن بَعْدِ مَا جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةُ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
“Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke mine’l- ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve ENFUSenâ ve ENFUSekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi ale’l- kâzibîn (kâzibîne). : Artık kim sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: ”Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah'ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.” (Âl-i İmrân 3/61)

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَابًا مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ
“Ve mâ kâne li NEFSin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ (mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbe’l- âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczî’ş- şâkirîn (şâkirîne).: Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız.: (Âl-i İmrân 3/145)

قُلْ تَعَالَوْاْ أَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ أَلاَّ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â (şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ (ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak (imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan (batane), ve lâ taktulûn NEFSelletî harremallâhu illâ bi’l- hakk (hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).: De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O'na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte bunları size vasiyet (emir) etti. Böylece siz, akıl edersiniz.” (En'âm 6/151)

وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَن قُتِلَ مَظْلُومًا فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَانًا فَلاَ يُسْرِف فِّي الْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُورًا
“Ve lâ taktulûn NEFSelletî harremallâhu illâ bi’l- hakk (hakkı), ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fî’l- katl (katli), innehu kâne mensûrâ (mensûran).: Allah'ın haram kıldığı bir nefsi (kişiyi), haksız yere öldürmeyin! Kim mazlum olarak (haksız yere) öldürülürse, o taktirde onun velîsini sultan (hak sahibi) kıldık. Artık öldürmede haddi aşmasın. Çünkü o, yardım görmüş olandır.” (İsrâ 17/33)

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا وَصِيَّةً لِّأَزْوَاجِهِم مَّتَاعًا إِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ إِخْرَاجٍ فَإِنْ خَرَجْنَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِي مَا فَعَلْنَ فِيَ أَنفُسِهِنَّ مِن مَّعْرُوفٍ وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
“Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcâ (ezvâcen), vasıyyeten li ezvâcihim metâan ilel havli gayre ıhrâc (ıhrâcın), fe in harecne fe lâ cunâha aleykum fî mâ fealne fî ENFUSihinne min ma’rûf (ma’rûfin), vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).: Ve içinizden vefat ettirilen ve geriye eşler bırakanların, eşleri için, (evlerinden) çıkarılmaksızın bir seneye kadar geçiminin sağlamasını vasiyet etmesi gerekir. Buna rağmen eğer (eşleri, kendi arzularıyla evlerinden) çıkarlarsa, o taktirde, kendileri için maruf olarak (örf ve adete uygun olarak) yaptıkları şeyler konusunda, artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve Allah, Azîz'dir(üstündür), Hakîm'dir (hüküm sahibidir).” (Bakara 2/240)

وَتَحْمِلُ أَثْقَالَكُمْ إِلَى بَلَدٍ لَّمْ تَكُونُواْ بَالِغِيهِ إِلاَّ بِشِقِّ الأَنفُسِ إِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
"Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkıl ENFUSi, inne rabbekum le raûfun rahîm (rahîmun).: Ve kendinizin yorulmadan ulaşamayacağınız (ancak çok meşakkatle gidebileceğiniz) beldeye, ağır eşyalarınızı (onlarla) taşırsınız. Muhakkak ki sizin Rabbiniz, gerçekten Rauf’tur (çok şefkatli, çok merhametlidir) ve Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).” (Nahl 16/7)

V-) Kur’ân’da Nefs’in Beden+Ruh Anlamı:

يَوْمَ تَأْتِي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَن نَّفْسِهَا وَتُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
“Yevme te’tî kullu NEFSin tucâdilu an NEFSihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: O gün, bütün nefsler gelir. Herkes (hayat filmini görerek, kaybettiği ve kazandığı dereceler açısından) kendi nefsi ile mücâdele eder. Ve herkese amelleri (yaptıkları) ödenir. Ve onlara zulmedilmez (haksız olarak negatif derece yazılmaz).” (Nahl 16/111)

فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لاَّ رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
“Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu NEFSin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).: O halde, hakkında şüphe olmayan bir gün için onları topladığımız ve her nefse, kazandığının karşılığı verildiği zaman halleri nasıl olacak? Ve onlar zulüm olunmazlar (haksızlığa uğramazlar).” (Âl-i İmrân 3/25)

يَوْمَ يَأْتِ لاَ تَكَلَّمُ نَفْسٌ إِلاَّ بِإِذْنِهِ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَعِيدٌ
“Yevme ye’ti lâ tekellemu NEFSun illâ bi iznih (iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd (saîdun).: O gün gelince, O'nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir (bedbaht), bir kısmı saiddir (mutlu).” (Hûd 11/105)

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِن كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
“Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu NEFSun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardelin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).: Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu getiririz (hayat filminde gösteririz). Ve Bize, hesap görücüler kâfidir.” (Enbiyâ 21/47)

فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Fel yevme lâ tuzlemu NEFSun şey’en ve lâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).: İşte o gün (hiç)bir kimseye, (hiç)bir şeyle zulmedilmez. Ve amellerinizden başka bir şey ile cezalandırılmazsınız.” (YâSîn 36/54)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
“Alimet NEFSün mâ ahdaret.: Her nefs, hazırlamış olduğunu bilmiş olacak (hayat filminde yaptıklarının hepsini görecek).” (Tekvr 81/14)

عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
“Alimet NEFSun mâ kaddemet ve ahharet.: (Her) nefs ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir.” (İnfitâr 8/5)

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
“Yevme lâ temliku NEFSun li nefsin şey’â (şey’en), ve’l- emru yevmeizin lillâh (lillâhi).: O gün bir nefs, diğer bir nefs için bir şeye (güç yetirmeye) mâlik değildir. Ve izin günü emir Allah'ındır.” (İnfitâr 8/19)


Vl-) Kur’ân’da Nefsin; Cins-Tür Anlamı:

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Lekad câekum resûlun min ENFUSikum azîz (azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bi’l- mu’minîne raûfun rahîm (rahîmun).: Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü'minlere şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 9/128)

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ
"Yevme lâ temliku nefsun li NEFSin şey’â (şey’en), vel emru yevme izin lillâh (lillâhi).: O gün bir nefs, diğer bir nefs için bir şeye (güç yetirmeye) malik değildir. Ve izin günü emir Allah’ındır.” (İnfitâr 82/19)

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
“Darabe lekum meselen min enfusikum, hel lekum min mâ meleket eymânukum min şurekâe fî mâ rezaknâkum fe entum fîhi sevâun tehâfûnehum ke hîfetikum ENFUSekum, kezâlike nufassılu’l- âyâti li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).: (Allah), size kendi nefslerinizden örnek verdi. Sizi rızıklandırdığımız şeylerde, sizin sağ elinizin (altında bulunan) sahip olduğunuz (kölelerinizden) ortaklarınız var mı ki (o putlar da Allah'a ortak olsun), böylece onlarla eşit olasınız, onları birbirinizi saydığınız gıbı sayasınız. Akıl eden bir kavim için ayetleri işte böyle açıklıyoruz.” (Rûm 30/28)

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
“Huvellezî halakakum min NEFSin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ li yeskune ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe rabbehumâ lein âteytenâ sâlihan le nekûnenne mine’ş- şâkirîn (şâkirîne).: Sizi bir nefsten yaratan ve onunla sükûn bulmanız için, ondan onun eşini yaratan O'dur. Böylece, onu (sarılıp) örtünce, hafif bir yük yüklendi (hamile kaldı). Artık onunla dolaştı. Ağırlaştığı zaman ikisinin Rabbi Allah'a (ikisi) dua ettiler: “Eğer bize bir salih (evlât) verirsen mutlaka şükredenlerden oluruz.” (A’raf 7/189)

وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ
“Vallâhu ceale lekum min ENFUSikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve rezakakum mine’t- tayyibât (tayyibâti), e fe bi’l- bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn (yekfurûne).: Ve Allah, sizin için sizin nefsinizden zevceler (eşler) ve sizin için zevcelerinizden oğullar ve torunlar kıldı. Ve sizi tayyib (helâl, temiz) rızıklarla rızıklandırdı. Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar? Ve onlar, Allah'ın ni'metini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl 16/72)

فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجًا يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Fâtıru’s- semâvâti ve’l- ard (ardı), ceale lekum min ENFUSikum ezvâcen ve mine’l- en’âmi ezvâcâ (ezvâcen), yezreukum fîh (fîhi), leyse ke mislihî şey’un, ve huve’s- semîu’l- basîr (basîru).: Gökleri ve yeri yaratan, sizin nefslerinizden eşler kıldı ve hayvanlardan da eşler kıldı. Orada sizi çoğaltır, yayar. Hiçbir şey, O'nun gibi değildir. Ve O, en iyi işiten, en iyi görendir.” (Şûrâ 42/11)


VII-) Kur’ân’da Nefsin; İnsan, Cin, Melek, Hayvan veya Bitki İçin Zât Anlamı:

وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ
“Vettekû yevmen lâ teczî NEFSun an NEFSin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn (yunsarûne).: Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden sakının.” (Bakara 2/48)

مَّا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ إِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
“Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke NEFSin vâhıdeh (vâhıdetin), innallâhe semîun basîr (basîrun).: Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas edilmesi) gibidir. Muhakkak ki Allah; Sem'î'dir (en iyi işiten), Basîr'dir (en iyi gören).” (Lokmân 31/28)

إِنَّ اللَّهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“İnnallâhe indehu ilmu’s- sâah (sâati), ve yunezzilul gays (gayse), ve ya’lemu mâ fî’l- erhâm (erhâmi), ve mâ tedrî NEFSun mâzâ teksibu gadâ (gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût (temûtu), innallâhe alîmun habîr (habîrun).: Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan).” (Lokmân 31/34)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ
“Kullu NEFSin bimâ kesebet rehîneh (rehînetun).: Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).” (Müddesir 74/38)


VIII-) Kur’ân’da Nefsin, Diğer Kullanılış Anlamı:

Kur’ân’da nefsin işkence ve cezâlandırma Anlamında:

لاَّ يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُوْنِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فِي شَيْءٍ إِلاَّ أَن تَتَّقُواْ مِنْهُمْ تُقَاةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَإِلَى اللّهِ الْمَصِيرُ
“Lâ yettehizi’l- mu’minûne’l- kâfirîne evliyâe min dûni’l- mu’minîn (mu’minîne), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta (tukâten), ve yuhazzirukumullâhu NEFSeh (nefsehu), ve ilallâhi’l- masîr (masîru).: Mü'minler, mü'minlerden başkasını (yani) kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, o Allah'dan bir şeyin (rahmet ve fazlın) içinde değildir. Onlardan korunmanız için sakınmanız (dost olmanız) hariç. Ve Allah, sizi kendisinden sakındırır (takva sahibi olmanızı ister). Ve dönüş Allah'adır (ruhun ulaşacağı makam, Allah'ın Zat'ıdır).” (Âl-i İmrân 3/28)

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَّا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُّحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِن سُوَءٍ تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُوفُ بِالْعِبَادِ
“Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû’ (sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ (baîden), ve yuhazzirukumullâhu NEFSeh (nefsehu), vallâhu raûfun bi’l- ıbâd(ıbâdi).: O gün her nefs, hayırdan ne yaptıysa onu hazır olarak bulur (hayat filminde tüm yaptıklarını görür). Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve Allah sizi, kendisinden sakındırır (Takva sahibi olmanızı, ölmeden önce, ruhunuzu Allah'a ulaştırmanızı ister). Ve Allah kullarına karşı Raûf'tur.” (Âl-i İmrân 3/30)

Kur’ân’da Gayb Anlamında:

وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
“Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh (dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk (hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh (alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî NEFSik (nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).: Ve Allah (cc.): Ey Meryem oğlu Îsa! Sen mi insanlara ; “Beni ve annemi, Allâh'tan başka iki ilâh edinin diye söyledin?" dediğinde , Hz. İsa; ''Sen “Subhansın (seni tesbih ve tenzih ederim, Sen yücesin)”, benim için hak (gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım o taktirde, muhakkak Sen onu bilirdin, nefsimde olanları da Sen bilirsin, ben ise Sen'in zatında olanları bilemem." Muhakkak ki Sen, gayb'tekileri (görünmeyenleri,bilinmeyenleri) en iyi bilen Sensin.” (Mâide 5/116)


Kur’ân’da Psikolojik darlık Anlamında:

وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Ve alâ’s- selâsetillezîne hullifû, hattâ izâ dâkat aleyhimu’l- ardu bimâ rahubet ve dâkat aleyhim ENFUSuhum ve zannû en lâ melcee minallâhi illâ ileyhi, summe tâbe aleyhim li yetûbû, innallâhe huvet tevvâbu’r- rahîm (rahîmu).: Ve geri bırakılan (âyet-106: gazadan geri kalıp, haklarındaki hüküm ertelenen) üç kişinin de (tövbeleri kabul edildi: âyet 117). Hatta yeryüzü geniş olmasına rağmen onlara dar gelmişti. Ve nefsleri de kendilerine dar geldi. Kendilerine Allah'tan başka bir melce (sığınak) olmadığını anladılar (kesin olarak idrak ettiler). Sonra (tövbeleri kabul edilerek) ruhlarını yeniden Allah'a ulaştırsınlar diye tövbelerini kabul etti. Muhakkak ki Allah, O; Tevvab'tır (tövbeleri kabul eden), Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen).” (Tevbe 9/118)
Resim
Cevapla

“Kur'an-ı Kerim” sayfasına dön